Bölüm: 18 Çalkara
Sıra kılıç oyununa gelmişti. Pars’ın oğullarına karşı Yüzbaşı Börü ile Onbaşı Urungu çıktılar. Ersegün de çıkacaktı. Fakat aklına Ay Hanım’la yaptığı savaş gelince vazgeçti. İlk önce iki yüzbaşı, Ezgene ile Börü oynıyacaklardı. İkisi de tulgalı, göğüslüklü ve kalkanlı idiler. Tokmağın davula üçüncü vuruşundan sonra çabuklukla kılıç sıyırarak birbirlerine saldırdılar.
Börü daha sert, Ezgene daha kıvrak vuruşuyordu. İlk önce Börü ilerliyordu. Sonra ilerliyemez oldu. İlk vuruşu Ezgene yaptı ve Börü’nün tulgasına inen kılıç onu biraz sersemletti. Burnundan kan geliyordu. İkinci vuruş Börü tarafından yapıldı ve Ezgene’nin kalkanı ikiye ayrılarak elinden düştü. Buna rağmen Ezgene ilerliyor, Börü’yü güç duruma sokuyordu. Börü boyuna gerilemekteki sakatlığı kavrıyarak kalkanını yere attı ve hafiflemiş olduğu halde onun hamlesini çelerek saldırışa geçti. Şimdi görülmemiş bir çabuklukla vuruşlar ve çelişler birbirini kovalıyor, Börü adım adım ilerliyordu. Birden birbirlerine yaklaşıp kılıçlaştılar. Çınlayıcı bir ses işitildi. Börü’nün yüzünde açılan derin çizikten kan fışkırmağa başlamış, Ezgene’nin tulgası parçalanarak başından düşmüştü. Kağan gülümsiyerek vuruşu durdurttu:
– “Binbaşı Pars! Büyük oğlun yenildi. Bununla beraber iyi vuruşuyor. Şimdi ötekine bakalım” dedi.
İki onbaşı, Urungu ile Yula karşı karşıya durdular. Davul üç defa gümledi. Yine kılıçlar sıyrıldı ve Yula olduğu yerde siper alarak bekliyen Urungu’ya saldırdı.
Urungu kaya gibi duruyor, savrulan kılıçları çeliyor, arada bir kılıç savuruyor, kendisinden çok genç olan Yula ise onun çevresinde habire dönüyordu.
Vuruş çok uzun sürdü. Kimin kazanacağı belli olmuyordu. Saldırışı hep Yula yapıyor, Urungu yalnız korunuyordu.
Savaşçılar yorulup solumağa başlamışlardı. Yorgunluğun verdiği düşünceyle, ikisi aynı zamanda kalkanlarını atarak oyuna devam ettiler. Yula topal olduğu halde hızlı adımlar atarak hasmının çevresinde dolaşıyor, yüzündeki sessizlik ve duruluk seyircilerin hoşuna gidiyordu. İkisi de yüzlerinden hafifçe yaralanmışlardı.
İlteriş Kağan anlıyacağını anlamıştı. Vuruşu durdurarak iki onbaşının denk kaldıklarını bildirdi.
Şimdi kımızlar içiliyor, davullarla borular çalınıyordu. Sıra güreşlere gelmişti. İyi bir güreşçi olan Yüzbaşı Ezgene’ye karşı doğululardan Buluç çıkmıştı. İlteriş Kağan çerilerine kılıç yaparken ölen demircinin torunu olan Buluç sağlam yapılı, iri gövdeli bir yiğitti. Şimdiye kadar hiç yenilmemişti.
İki er karşılıklı bir çırpınmadan sonra dalıştılar. İlk kucaklaşmada Ezgene’nin yaman bir çelmesi koca Buluç’u sırtüstü devirdi. Fakat hemen yüzükoyun dönerek, üzerine abanmış olan Ezgene ile birlikte ayağa kalktı ve yeniden tutuştu. Çok geçmeden de usta bir hamle ile hasmının başını koluna kıstırdı. Ötükenliler Buluç’un kazandığını sanmışlardı. Fakat kazanamadı. Yüzbaşı Ezgene görülmedik bir uğraşma ile başını kurtardı ve Buluç’a elense ederek korkunç bir tırpan attı. Buluç yanüstü giderken çullanarak boyunduruğu taktı.
Buluç’un bir omzu yerdeydi. Ötekini de değdirmek için Ezgene bütün gücünü harcıyor, Buluç ise sırtüstü düşmemek için insan gücü üstünde bir didinmeyle debelenerek uğraşıyordu. Öyle bir gayret sarfediyorlardı ki kemikleri çıtırdıyor, yüzleri kandan kıpkırmızı oluyordu.
Bu yaman uğraşma şöylece birden elliye sayıncaya kadar sürdü. Ötükenliler şaşkınlık içinde Buluç’un yenileceğine bakarlarken yine umulmadık bir şey oldu: Buluç, havadaki omzunu kaldırarak Ezgene’yi üzerinden fırlattı. İkisi de sıçrayarak kalktılar. Birbirlerinin çevresinde döndükten sonra yeniden kucaklaştılar. Buluç pek sert bir çelme ile hasmını devirdi. Fakat Ezgene düşerken onun bileğini yakalamıştı. Buluç’u kendine doğru çekti ve sırtüstü giderken onu iki ayağının üzerinden kaldırarak başı üstünden geriye attı. Yine ikisi birden kalktılar.
Buluç iyiden iyiye kızmıştı. Bu Batılı yüzbaşı nerdeyse şimdiye dek yere gelmemiş olan sırtını toprağa değdirecekti. Başını yakalamak istiyormuş gibi gösteriş yaptıktan sonra Ezgene’ye doğru yerden daldı. İki ayağından yakalıyarak sırtüstü devirip abandı. Yavaş yavaş Ezgene’nin gücü kesildi. Önce bir, sonra öteki omuzu yere değdi. Buluç güreşi kazanmıştı.
İlteriş Kağan, Pars’a döndü:
– “Pars Beğ! Oğlun güreşi kazanamadı ama yavuz bir güreşçi olduğunu da gösterdi” dedi.
Bu sırada ortada garip bir şey oldu: Ötükenliler, Binbaşı Pars’ın at uşağı olan yiğitin meydana çıkarak çırpınmağa başladığını gördüler. Pars yere diz vurdu:
– “Yüce kağan! At uşağım Çalkara usta bir güreşçidir. Buyruk verirsen güreş tutsun” dedi
Kağan kabul etti. Ulaklar Çalkara’nın er dileyişini bağırarak ilân ettiler. Kısa bir zaman kimse çıkmadı. Sonra Buluç ortaya gelerek Çalkara ile güreşi kabul etti.
Buluç yorgundu. Fakat şimdiye kadar sırtı yere gelmemiş olduğu için güveni ve inancı yerinde idi.
Güreş büyük bir sertlikle başladı. İkisi de sağlam yapılı gürbüz, iri yarı olan güreşçiler koparırcasına tutuyorlar, kütükleri yerinden sökecek bir güçle tırpan ve çelme atıyorlar, buğaları bunaltacak bir sıklıkla bel kavrıyorlardı. Doğulular bu genç güreşçinin pek yaman bir er olduğunu anlamışlardı. Buluç da güreştikçe açılıyor, yorgunluğu gidiyor ve keyifleniyordu.
Binbaşı Pars biraz durgundu. Oğulları küçük farklarla karşılaşmaları kaybetmişlerdi. Hiç olmazsa at uşağının güreşi kazanmasını gönülden istiyordu. Fakat güreş uzadıkça uzuyor, seyircilere hiç bitmiyecekmiş gibi geliyordu. Şimdi iş kızışmıştı hareketler daha çabuklaşıp daha sert bir hal almıştı.
Birden Buluç iri Çalkara’yı belinden kavrıyarak kaldırdı ve hızla yere çarptı. Bir ağacın yere vurmasından çıkan ses çıkmıştı. Acaba Çalkara bu vuruşun altından kalkabilecek miydi? Fakat o, sanki hiçbir şey olmamış gibi çabucak yüzüstü döndü ve Buluç’u yorgan gibi silkerek ayağa kalktı.
Yeniden tutuştular. Buluç durmadan Çalkara’yı sürüyor, o da düz toprak üstünde tutunmağa çabalıyarak direniyordu. Tutamazsa işi bitikti. Çünkü demircinin torunu açılmış, bütün gücü, bütün ustalığı ile güreşiyordu. Çalkara bu itişmede Buluç’u durduramıyacağını anlıyarak belini bile bile ona kaptırdı ve onun kollarını kavradı. İki yaman kişi, şimdi bütün güçleriyle birbirlerini yerden kıpırdatmağa uğraşıyorlardı.
Bir iki yol birbirlerini dinleyip tartakladılar.
Sonra Çalkara olduğu yerde dönerek Buluç’u savurdu ve kendisini de onunla birlikte yere attı. Sarmaşdolaş bir halde yere düştükten sonra sırt sırta gelerek birbirinin sağ kolu sol koluna geçmiş olduğu halde davranıp hızla ayağa kalktılar. Göz yumup açacak kadar kısa bir anda öteki kollarını da birbirine taktılar. Bu görülmemiş işitilmemiş bir güreşti. Ayakta, sırt sırta, kolları takılmış olduğu halde birbirlerini sırtlayıp yere vurmaya çalışıyorlardı. Bu didişme daha uzun boylu olan Çalkara’nın işine yaradı ve kendisi yere doğru iki büklüm olurken havaya kaldırdığı rakibini sert bir silkinişle kolundan çıkararak yere vurdu.
Şimdi yerde hareketli ve ustalıklı bir güreş oluyordu. Çalkara boyunduruk takmağa uğraşıyor, öteki hiçbir açık vermiyordu. Buluç yorulmağa başlamıştı. İşi tez bitirmenin gerektiğini anlıyarak bir davranış yaptı. Gördüğü bütün zora rağmen ayağa kalktı.
Yeniden birbirlerine elense ettiler. Ayakta, kollarından yakalamağa uğraşarak ve itişerek güreşirken sert silkinişler yapıyorlar, bilmeden birbirlerinin yüzlerine kafa vurmuş oluyorlardı. İkisin de ağzı, burnu kan içindeydi; âdeta yüzleri belli olmuyordu. Çalkara’nın bir gözü morarıp kapanmıştı. Buluç’un kaşı patlıyarak gözüne kan dolmuştu. Oyunları idare eden yüzbaşının işareti üzerine davullar hızla vurmağa, güreşçileri kışkırtmağa başlamıştı.
Seyirciler sanki soluk bile almıyorlardı. Güreşçilerin itişirken, çelme atarken, enseden veya bilekten yakalarken çıkardıkları sesler işitiliyor, bu seslerin hepsini de solumaları bastırıyordu. İki iri bahadır demirci körüğü gibi soluyordu.
Güreş uzadıkça uzamış, onlar da yoruldukça yorulmuşlardı. İkisi de kağan, güreşi durdurmasın diye çekindikleri için işi çabuk bitirmeğe savaşıyorlardı. Fakat iş, biter işlerden değildi.
Bir aralık Çalkara bir çelmeyle Buluç’u yere devirdiyse de yenemedi. Sonra Buluç onu tırpanla yere attı ama o da bir işe yaramadı. Çalkara, rakibinin bacaklarına dalarak onu devirdi. Fakat hemen ters dönen Buluç, arkadan üzerine çullanan Çalkara’nın başını yakalıyarak üzerinde takla attırdı.
Bir türlü yenişemiyorlardı. Bir aralık ne oldu bilinmez, Çalkara’nın çok canı yanmış olacak ki, ulur gibi homurdandığı, homurdandığı değil âdeta kükrediği işitildi. Sonra korkunç çatırdı işitildi. Buluç’un omuz kemiği kırılmıştı. Dayanacak gücü kalmadığından sırtı yere değdi. Yenik düşmüştü.
Bununla beraber, hızla ayağa kalkmaktan geri kalmadı. Elini ağzına götürerek avucuna tükürdü. İki kanlı dişi Çalkara’ya uzatarak:
– “Çok sert güreşiyorsun” dedi.
Çalkara moraran gözüyle iyi göremiyordu. Eğilerek Buluç’un avucuna baktıktan sonra gülümsedi. Elini ağzına götürerek avucuna tükürdü.
Buluç’un uzattığı elinde üç tane kanlı diş sıralanmıştı.