Bölüm: 28 Karar
Uzun günler geçti. Taçam ölümle boğuştu. Kaç kere yaşamasından umut kesildi. Fakat Taçam ölmedi. Dipdiri kalktı. Eski gücünü buldu. Savaş talimlerine katıldı. Hepsi oldu; yalnız dili açılmadı.
Yorucu bir düşten uyanmış gibiydi. İşittikleri beyninin içine kazılmış, onu şaşkına çevirmişti. Şimdi konuşamıyordu. Konuşup da sanki ne elde edecekti? Öğrendiklerinin şaşırtıcı büyüklüğü karşısında konuşmamayı daha iyi buluyor, hatta belki biraz da bunun için konuşamıyordu. Yoksa gücü yerinde olduktan sonra kendisini zorlıyarak yeniden konuşmaya başlamak olmıyacak işlerden değildi.
Yıllarca önce, İlteriş Kağan Türk sancağını yeniden kaldırdığı zaman, kocamış demircinin, Kür Şad’ın oğlu için yaptığı kılıç, sahibi bulunmadığı için kendisine, yani Kür Şad’ın torununa verilmişti. Taçam şimdi kılıcını daha çok seviyor, onu hiç yanından ayırmıyor, babasının yıllardır niçin gülmediğini artık daha iyi anlıyordu.
Kür Şad’ın torunu olmak!… Bu ne büyük bahtıyarlık, ne kutlu bir gerçekti! Taçam, Bozkurt ocağının bir tegini olduğu için değil, Kür Şad’ın torunu olduğu için seviniyor, övünüyordu. Yukarıda mavi gökle aşağıda yağız yer yaratılalı nice kahramanlar gelip geçmişti ama Kür Şad gibisini, şüphesiz, zamanlardan hiçbir zaman ve kişi oğullarından tek bir kişi görmemiş, bilmemişti.
***
Bir gün dolaşıp dururken bir ulak gelerek Bilge Tonyukuk’un kendisini beklediğini söyledi. Birlikte otağa vardılar. Ulak onu içeri sokarak çekilip gitti. Bilge Tonyukuk onun başından geçenleri, dilinin tutulmuş olduğunu biliyordu. Onun için tahtadan levhalarla bir Çin fırçası ve boya hazırlatmıştı:
– “Taçam” dedi, “sen Ay Hanım’ın yanında epey kaldın. Onun bir Gök Türk teginine gönül verdiği hakkında bir şey işittin mi?”
Taçam, fırçayı boyaya batırarak tahtaya yazdı:
– İşitmedim.
– Ay Hanım, dedikleri kadar güzel mi?
– Umay kadar, Ayzıt kadar.
– Gök Türk kağanlığı için tehlikeli olabilir mi?
Taçam hayretle Tonyukuk’a baktı. Sonra fırçayı boyaya batırarak yazdı:
– Kağanlıklar bir güzel kızla yıkılmaz.
Tonyukuk gülümsedi:
– Gök Türk teginleriyle beğlerinin gönüllerine girip bizi birbirimize düşürmez mi demek istedin.
Taçam, azimli bir davranışla fırçayı boyaya batırdıktan sonra:
– “Düşüremez!” diye yazdı.
Bilge Tonyukuk’un yanından çıkarken beyninde sanki bir şimşek çaktı ve Ay Hanım’ın gönül verdiği tegini düşündü. Sakın bu?… Sonra kendisini tutarak otağdan ayrıldı ve babasının bütün dirliğini saran kapalılığı açmağa çalıştı. Boşuna… Demek ki uğradığı kaza sayesinde öğrendiklerinden daha çoğunu öğrenemiyecekti.
Tonyukuk, yaptığı soruşturmalarla öğreneceklerini öğrenmiş ve derin derin düşünerek, gündüz oturmayıp gece uyumıyarak kararını vermişti: Dokuz Oğuzlarla çarpışmak gerekiyordu. Bu kararı Kağan’a bildirmek için otağa gittiği zaman:
– “Vardığım sonucu bildirmeğe geldim Kağan’ım” dedi.
İlteriş Kağan, Bilge Tonyukuk gibi yakın bir tehlike görmüyordu. Fakat ona olan güveni dolayısıyla Tonyukuk’un düşüncesini benimsiyordu. Bilge Tonyukuk şimdiye kadar hiç yanılmamıştı. Başkumandanı kendisine:
– “Bütün gücümüz ve hızımızla saldırmalıyız” dediği zaman kağan:
– “En güçlü yağıya gidiliyormuş gibi buyruk vereceğim “ diye mukabele etti.
Sonra, teferruat üzerinde uzun uzadıya konuştular.
İlteriş Kağanla Bilge Tonyukuk’un amaçları Dokuz Oğuz ordusundan çok Ay Hanım’ın kendisiydi. Babası Baz Kağan’ın ölümünden sonra Dokuz Oğuzlar’ı düzene koyan, onları yavaş yavaş çoğaltıp zengin eden genç kız, Gök Türkler için bir tehlike olmağa başlıyordu. Çünkü kağan kızı yalnız bir katun olmakla kalmıyor, gözler kamaştıran güzelliği ile de Gök Türkler arasında yankılar uyandırıyordu. Tonyukuk’un, çaşıtları vasıtası ile öğrendiğine göre şimdiye kadar Gök Türk beğlerinden dokuz tanesi ona evlenme teklif etmişler, fakat kabul görmemişlerdi. Tonyukuk bu dokuz kişiden beşinin adını da öğrenmişti. İçlerinde çocuk denecek yaştaki Ersegün’ün de bulunduğu bu beş kişi o zamandan beri sıkıntılı, üzgün bir hal almıştı. Öteki dört kişinin kimler olduğunu öğrenememişti. İyice incelemek imkânı bulamadığı bir habere göre de Ay Hanım’ın bir Gök Türk tegininde gönlü vardı. Tonyukuk bu söylenti üzerinde iyice düşünüp işi incelemiş, fakat bir sonuca varamamıştı. Çünkü Gök Türkler arasında Kağan’ın iki kardeşiyle iki küçük oğlundan başka tegin yoktu. O halde bu tegin ancak, İlteriş Kağan’ın iki kardeşinden biri olabilirdi. Fakat bu teginler şimdiye kadar Ay Hanım’ı görmedikleri gibi, bu teginin kendisini sakladığı hakkındaki haber de meseleyi büsbütün çapraşık bir hale getiriyordu. Hatta işin asıl garibi, Bilge Tonyukuk, bütün haberlerin kimlerden ve ne zaman alındığını bildiği halde bunu nasıl, kimden, ne zaman öğrendiğini bir türlü kestiremiyordu. Tonyukuk’un içinde bir kuşkulanma vardı: Kendisini gizliyen tegin acaba Gök Türk tahtı için bir iddia da mı bulunacaktı?
Bilge Tonyukuk bu düğümü çözemeyince Kağan’a açıp onun buyruğuyla kurultayı topladı. Kağanla Tonyukuk’tan başka yirmi kadar tegin, şad, tarkan ve buyruk beğlerinin katıldığı kurultayı, İlteriş Kağan törenle açtı. Başlıların yükündürüldüğünü, dizlilerin çöktürüldüğünü anlatarak dört bir yandaki yağıların yenilip haraca bağlandığını, ancak Dokuz Oğuzların dört defa yenildikleri halde yine tehlikeli olmağa başladıklarını söyliyerek tehlikenin mahiyeti hakkında açıklamayı Bilge Tonyukuk’a bıraktı.
Bilge Tonyukuk, tehlikeyi söylendi: Ay Hanım!… Sonra, dokuz tane Gök Türk beğinin evlenme tekliflerini reddetmesinin sebepleri üzerinde onları düşünmeğe çağırdı ve çatık kaşlarla kendisine bakan kurultay üyelerine gizli tegin hakkındaki yarım bilgisini söyliyerek sustu.
Kaşlar büsbütün çatılmıştı. Sürüp giden sessizlik arasında bir beğin:
– “Bilge Tonyukuk! Bu tegin kim olabilir” diye sorduğu işitildi.
Bütün başlar bu soruyu yapana çevrildi ve bakışlar, buyruk beğlerinin son kademelerinde oturan kocamış Binbaşı Pars’ta birleşti.
Tonyukuk şöyle cevap verdi:
– Bunu ben de düşündüm. Fakat kimse için bir karar veremedim.
– Öyleyse kuşkulanman neye dayanıyor?
– Ay Hanım’ın dokuz teklifi redderek bizimle savaşı göze almasına…
– Bunun başka bir sebebi de olamaz mı?
– Olabilir! Ama ben böyle sezinliyorum…
Pars rahatlamıştı. Urungu ve Taçam’ı bilecekler diye sıkılmış, Bilge Tonyukukla onun için tartışmıştı.
Şimdi kurultay savaş için karar verecekti. Beğler birer birer düşüncelerini bildiriyorlardı. Bu bildirmeler uzun sözlerle değil, kısa birer “savaşalım” sözüyle yapılıyordu. Sıra kendisine gelirken Binbaşı Pars vicdani bir uğraşma içindeydi. O, Gök Türk devletinden sonra Kür Şad’ın oğlunu düşünmeğe mecburdu. Şimdi Urungu ile Ay Hanım arasında gizli bir gönül bağının varlığını anlar gibi oluyor ve Bilge Tonyukuk’un her şeyi bilerek, Gök Türk Kağanlığı’nın sarsıntısız yaşaması için bu ikisini fedaya karar verip vermemiş olduğu hakkında, kendi kendine, cevabı güç bir soru soruyordu. Bu ikisinden birinin ölümü ötekinin de ölümü demek olacaktı. Acaba Tonyukuk her şeyi biliyor muydu? Pars yılların verdiği anlama kabiliyetiyle onun yüzüne bakıyor, fakat bu sessiz ve donuk yüzden hiçbir şey öğrenemiyordu.
Urungu’nun Gök Türk Kağanlığı tahtında gözü olmıyan bir bahadır olduğunu başkalarını inandırmak ne güçtü! İnanacak olsalar, Pars bütün bildiklerini açığa vurmağa hazırdı. Fakat hayır! Söylemiyecekti…
İşte sıra kendisine gelmişti. Pars: “Savaşmıyalım” dedi ve bütün gözler kendisine dikilirken açıkladı:
– Ay Hanım’a elçi göndererek bir Gök Türk’le evlenmesini teklif edelim. Hemen o gün kabul cevabı vermezse o zaman yürüyelim!
İlteriş Kağan ayağa kalkmıştı. Onunla birlikte herkes de aynı şeyi yaptı. Kağan:
– “Yarın erkenden çerilerim yürüyüşe geçecek” dedi ve savaşılmaması hakkındaki teklifini kocamışlığına verdiği Pars’a dönerek:
– “Binbaşı! Sen Ötüken’de kal” diye tamamladı.
Beğler, Pars’ın kıpkırmızı olduğunu gördüler. Kocamış binbaşı, kağana doğru üç adım atarak yere diz vurdu:
– “Yüce Kağan! Kocamış kişi olsam bile vaktiyle Kür Şad’ın buyruğunda çarpışmış bir kocayım! Buyruk ver, bu savaşa ben de katılayım. Bu benim son kavgam olsun” dedi.