Bölüm: 29 Güneş Batarken
Yaşlı Onbaşı Urungu ile çocuk onbaşı Deli Ersegün’ün mangaları yanyana düşmüştü. Ay Hanım’a yaptığı evlenme teklifi reddedildikten sonra Ersegün büsbütün delirmiş, delirmek ne, çılgına dönmüştü. Kanındaki çılgınlığı söndürebilmek için Ay Hanım’ı almaktan başka çare olmadığını biliyordu. Dokuz Oğuzlar’a karşı açılan savaş, içindeki umut ışıklarını parlatmış, çocuk gönlünü sevindirmişti. Gök Türkler arasında bu savaşı onun kadar istiyen yoktu.
Urungu başka türlü düşünüyor, Ay Hanım’a bir kötülük gelmesinden korkuyordu. Ona bir kötülük gelmesindense bunu görmemek için daha önce ölmeği candan arzuluyor, bugün hayatındaki en kıyasıya dövüşü yapacağını anlıyordu.
Urungu ile Ersegün’ün mangaları hem yanyana, hem de en öndeydi. İlteriş Kağanla Bilge Tonyukuk; Dokuz Oğuz, daha doğrusu Ay Hanım işini kökünden bitirmek için on bin kişiyle yürümüşlerdi.
Her şey gizli tutulmuş ve hızla harekete geçilmiş olduğu halde Dokuz Oğuzlar yine tam bir baskına uğratılamamıştı. Son anlarda işi haber alıp hazırlanmışlar, ağırlıklarıyla kadın ve çocuklarını geri çekecek zaman bulamadıkları için bütün azimleriyle bir ölüm dirim savaşını göze almışlardı. Onlar bu kanlı oyuna ancak üç bin kişi sokabiliyorlardı.
***
Vuruş, iki tarafın istek ve düşüncelerindeki keskinlik dolayısıyla pek sert ve hızlı başladı. Önce Türk usulünce çabuk ilerlemeler ve yapmacık kaçmalarla ileri, geri giderek birbirlerini ona tuttular. Sonra, sadaklar boşalınca kargı ve kılıçlara davranarak saldırıp birbirlerine değdiler.
Deli Ersegün, buyruğundaki mangaya kumanda etmeği unutmuştu. Öyle ki, vuruşlarından bazıları Gök Türkler’e değdiği halde aldırmıyor, boyuna ilerliyordu. Çünkü o iyice tasarlamıştı: Ay Hanım’ın otağına varacak; onu diri yaralı veya ölü olarak ele geçirecekti. Ay Hanım ölecekse Ersegün’ün kılıcı ile ölmeliydi.
Urungu da aynı hedefe doğru at salmıştı. Fakat o mangasına buyruk veriyor, vurduğu yeri görüyor, Ay Hanım’ın otağına ulaşmayı da onu tehlikeden korumak için istiyordu.
Ay Hanım’ın karargâhı üç kat üstün Gök Türkler tarafından kaz kanadına alınarak çevrildiği için işin sonunda otağa varılacağı belliydi. İş, oraya başkalarından önce varmakta idi.
Daha ne otağ, ne de Ay Hanım görünmediği halde Dokuz Oğuzlar’ın direnişindeki sertlikte ve gözü peklikten dolayı, savaşı Ay Hanım’ın idare ettiğini Urungu anlamıştı. O, ordusunu yalnız yiğitliği ve aklı ile yürütmüyor, güzelliği ile de heyecanlandırıyordu. Dokuz Oğuz çerilerinin göz kırpmadan ölüme öyle atılışları, ses çıkarmadan öyle bir düşüşleri ve inlemeden öyle bir ölüşleri vardı ki, bunun gizli mânâsını ancak Urungu anlıyabilirdi.
İki taraf bütün maddî ve manevî kuvvetlerini ortaya atarak vuruşuyorlardı. Urungu, bütün mangasını kaybettiği ve yaralı olduğu halde, Ay Hanım’ın otağına yaklaştığı bir sırada atı vuruldu ve kendisini yalın kılıç yerde buldu. Çevresine çabuk bir göz fırlattı ve buradakilerden çoğunun da yaya olduğunu gördü. Atı vurulmamış olanlar da, kağnılar ve ağırlıklarla berkitilmiş olan bu alanda daha iyi vuruşabilmek için atlarından iniyorlardı. Urungu, Dokuz Oğuzlar tarafından zırhlı giyimler içindeki Kadır Bağa’yı tanıdı ve yarım kalmış dövüşü hatırladı. Fakat Ay Hanım’ın otağı yanında bulunuşları ona yarım kalmış dövüşü unutturmakta gecikmedi. O şimdi yalnız Ay Hanım’ı düşünüyordu. Bu düşünceyle kılıcını savurarak Dokuz Oğuzlar’ın üzerine atıldı.
***
Akşam olurken savaşın sonu belli olmuştu: Dokuz Oğuz ordusu parçalanarak üçe ayrılmış, Ay Hanım’ın otağı sarılmış ve Dokuz Oğuzlar’ın çoğu er meydanında can vermişti. Binbaşı Kadır Bağa, yanında kalan son bahadırlarıyla birlikte Ay Hanım’ı müdafaaya çalışıyor, Ay Hanım da elinde yay olduğu halde bu direnişe katılmış bulunuyordu. Dar bir yerde yapılan kanlı ve kırıcı vuruşma herkesi birbirine karıştırmış ve artık düzen, buyruk, sıra kalmamıştı. Binbaşılar, yüzbaşılar, onbaşılar ve erler yanyana ve kendi başlarına vuruşuyorlardı.
Yüzbaşı Börü de otağa yaklaşanlar arasında idi. Kan ter içinde olduğu halde çarpışıyor, Gök Türk Kağanlığı’nın amacı olan Ay Hanım’ı tutsak etmek şerefini kendisi kazanmak için atılganlığın son kertesine vararak savaşıyordu. Bir aralık kendisini zırhlı bir Dokuz Oğuz beğinin karşısında buldu. Büyük bir yiğitlikle vuruşan bu beğ, Kadır Bağa idi. İki bahadır karşı karşıya idiler. Bir an bile durmadan birer adım attılar ve aradaki açıklığı kapatarak görülmemiş bir sertlikte kılıçlaşmağa başladılar. Kadır Bağa zırhlı olduğu için kılıç değmelerinden çekinmiyor, ümitsiz saldırışlarla bütün Gök Türkler’e meydan okuyordu.
Otağın önündeki alan gitgide daralıyor. Dokuz Oğuzlar’ı, birer birer deviren, kendilerini de birer birer deviren Gök Türkler, Ay Hanım’ın otağının kapısına durmaksızın yaklaşıyorlardı. Bu daracık yerde şimdi Yüzbaşı Ezgene ile Onbaşı Yula da bulunuyor, biraz daha geride Taçam ve Binbaşı Pars göze çarpıyordu. Deli Ersegün savaş naraları atıyor, otağa varmak için karşısındakileri bırakarak sağa sola seğirtiyor, fakat Dokuz Oğuzlar ardını bırakmayınca ister istemez dönerek yine tutuşuyordu.
Güneş batarken Kadır Bağa otağa girdi. Loş bir görünüşle kanlı bir sahnenin birleştiği otağda okların uçmasından doğan vınlayışlar havayı titretirken üç kişinin birbirine girerek boğuştukları, kılıç ve bıçakların parladığı görüldü. Üçü birden yuvarlandıktan sonra biri sendeliyerek ayağa kalktı ve kapıdan dışarı fırladı.
Dışarda son boğuşmalar oluyordu. Kocamış Binbaşı Pars ayakta, atını yelesine dayanmış, duruyordu. Yaralı değildi. Fakat bu yaşta yaptığı dövüş onu yormuş, yıpratmıştı. Gücü kesilmiş, soluyordu. Karşısında büyük oğlu Ezgene kan içinde duruyor, üzgün gözlerle babasına bakıyordu.
***
Urungu, karşısında dövüşecek kimse kalmadığını görünce hızla otağa koştu. Adımını atar atmaz, karanlıkta bir şey görmediği için bir an durdu. Sonra yerde bir kıpırdanma görerek kılıcına davranarak oraya baktı: Bir ağır yaralıydı. Yanında birisi daha yatıyordu. Urungu bakışlarını keskinleştirince tanıdı ve :
– “Sen misin Kadır Bağa” diye sordu.
Kadır Bağa gülümsedi:
– “Yazık! Seninle dövüşümüzü yapamadan öleceğim” dedi ve yanında yatanı göstererek Urungu’nun içini sızlattı:
– Bu da sizden…
Artık gözleri loşluğa alışan Urungu gösterilen yere bakınca bir Gök Türk’ün yattığını gördü ve andası Yüzbaşı Börü’yü tanıdı. Börü Beğ er meydanında, bir daha kalkmamak üzere düşmüştü.
Urungu irkilerek bir adım attı:
– Kadır Bağa! Ay Hanım nerede?
Bu sert seste yalvaran bir eda vardı. Ölüm halinde olan Dokuz Oğuz beği hıçkırdı:
– Ay Hanım Uçmağa vardı. Onu siz öldürdünüz!
Bunu söyliyerek eliyle otağın bir köşesini gösterdi.
Artık karanlığa iyice alışmış olan Urungu başını kaldırdı ve ölülerle dolu otağın içinde Ay Hanım’ı tanıdı. Göğsünde bir ok olduğu halde yatıyordu. Her zamankinden daha güzeldi. Konuşulanları işitiyor, hâttâ gönülden geçenleri anlıyormuş gibi bir hali vardı.
Urungu’nun kılıcı elinden düşmüştü. İnanamıyor gibi, düş görüyor gibi bu sevgili ölüye bakıyordu. Birden canlandı. Sadağını çıkararak yere attı ve Ay Hanım’ın yanına gelerek diz çöktü.
– “Ay Hanım! Ay Hanım” diye seslendi. İşte o zaman öldüğüne inanarak derin bir ah çekti. Sonra incitmekten çekinerek onu kucağın aldı ve otağın kapısına yöneldi. Kadır Bağa hâlâ ağlıyordu:
– “Onu yalnız bırakma. Hep seni beklemişti” dedi ve hıçkırıklar arasında öldü.
Urungu artık beyninin saplandığı tek düşünceden başka bir şey düşünmüyordu. Kolları arasında kağan kızı olduğu halde otağdan çıktı. Dumanlı gözlerle çevresine şöyle bir baktı. Uzakta Deli Ersegün bir Dokuz Oğuzla vuruşuyor, daha yakında da oğlu Taçam başka bir Dokuz Oğuzla boğuşuyordu. Otağ kapısının hemen yanında ise Binbaşı Pars’la Yüzbaşı Ezgene karşı karşıya duruyorlardı.
Üzgündüler. Çünkü Ay Hanım’ı Yüzbaşı Ezgene öldürmüştü.
Otağın içinde son vuruşma yapılırken üstüste oklarla arkadaşlarının devrildiği gören Ezgene sadağa el atarak okların geldiği yana bir ok da kendi fırlatmış, fakat okunu fırlattıktan sonra kimi vurduğunun farkına varmıştı. Okunu atarken çevresini görecek durumda değildi. Çünkü Kadır Bağa, tek başına hepsini temizliyecek bir sertlikte dövüşüyordu. O zaman Börü ile birlikte onun üzerine atılmışlar, birbirlerini bıçaklamışlar ve bu kanlı oyundan yalnız kendisi sağ çıkmıştı.
Ezgene bunları babasına anlatırken onun kendisini avundurmasını bekliyordu. Fakat Pars avutmuyor, bilâkis her şeye rağmen okunu attığı yeri görmesi gerektiğini söylüyordu. Vurduğu kız hem Ay Hanım, hem de akrabaları idi.
Onlar böyle konuşarak üzüntü içinde kıvranırlarken Urungu’nun, kağan kızını kucağına almış olduğu halde çıktığını görerek sustular. Kür Şad’ın oğlu karşılarına dikilerek:
– “Pars Beğ! Belimdeki bıçağı kemeriyle birlikte alır mısın” dedi
Binbaşı bir şey demeden onun isteğini yaptı. Urungu, uzakta boğuşan Taçam’ı göstererek:
– “Bıçağı Taçam’a, o ölürse Taçam’ın oğluna ver” dedi sonra alandaki sahipsiz atlardan birine, sol kolunda Ay Hanım olduğu halde atlıyarak batıya doğru sürdü.
Yeryüzünün güneşi ufuklarda batarken Urungu’nun gönlündeki Ay da, bir daha doğmamak üzere, batmıştı.