Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Ortazaman Türk Hukukî Müesseseleri

0 11.783

Birinci on asırdan fazla bir zamandan beri, Türkler, İslam âlemi dediğimiz dini ve kültürel câmianın (communauté) içinde, onun en mühim unsurlarından biri olarak, bulunuyorlar. XI. asırda Büyük Selçuklu İmparatorluğunun kuruluşundan sonra bu âlemin siyasi hegemonyasını ellerinde tutan Türklerin tarihi, şimdiye kadar, yalnız askeri ve siyâsi bakımdan tetkik olunduğu için, onların bu husustaki hâkim rolleri az çok tebârüz etmiş bulunuyor. Fakat, kültür tarihi bakımından, Türklerin İslâm medeniyetinin teşekkülündeki rollerinin mâhiyeti daha anlaşılmamış yahut, yeni yeni anlaşılmaya başlamıştır. Müesseseler tarihi ve bilhassa asıl mevzumuzu teşkil eden hukuki müesseseler tarihine gelince, bu hususta orta zaman Müslüman hukukçularının dar ve şematik nazariyelerinden dışarı çıkılmamış yani, Türkler de dâhil olmak üzere bütün müslüman kavimlerde müşterek ve -menşeini dinden aldığı cihetle- değişmez- bir İslam hukuku telâkkisinden ileri gidilememiştir. Bu dogmatik telâkki çerçevesinde çıkamayanlar için, İslâm hukuk diresinde fakat ondan ayrı bir orta zaman Türk hukukundan bahsetmeğe, Türk hukuki vicdanının doğurduğu hukuki müesseselerin mevcudiyetini kabul etmeye imkan yoktur. İşte hukukçularımız arasında şu son senelere kadar hâkim olan kanaât, bundan ibaretti.

II. İslâm hukuku hakkında tetkiklerde bulunan nâdir bâzı garp hukukçuları ve müşteşriklerle, İslâm ve Türk tarihi üzerinde çalışırken siyasi müessesler (yani amme hukuku) hakkında da tetkiklerde bulunmaya mecbur olan bazı tarihçilerin bu husustaki kanaâtleri de, netice itibarıyla, bundan hemen hemen farksız gibidir. Türk hukuku hakkında Avrupa ilim âleminde yerleşmiş olan bu menfi telâkkiyi, meselâ en yeni bir hukuk ansiklopedisinde Türk hukuku maddesini yazmış olan P. Bisoukides’in bu hülâsasında açıkça görebiliriz: Ona göre Türk milletinin hayatından ve Türk örf ve âdetlerinden doğmuş bir Türk hukuku yoktur; İslâm kadrosu içinde yaşayan Türklerin hususi hukuku (droit privé), İslâm hukukundan ibarettir; amme hukukuna (droit public) gelince, bu hususta müellif üç büyük devre ayırıyor. VIII. asırdan XIX. asır ortalarına yani Tanzimat’a kadar gelen ilk devirlerde, İstanbul fethine kadar, Türkler, İslâm hukukunun Sünnî-Hanefi mezhebi ahkâmına tâbi olmuşlardır; İstanbul fethiyle Türkler’in Bizans’tan birtakım amme müesseseleri aldıkları görülür ve nihâyet Kanunî Süleyman devrinde, hayatî zarûretler sebebiyle, dini hukuktan -nazari değilse bile hiç olmazsa fiili olarak- biraz ayrılmak icap etmiş, yeni birtakım kanunlar ortaya çıkmıştır ki, bunlar daha fazla, amme hukuk sâhasındadır. Ancak bu devrede yani Süleyman’ın te’sisatı devresindedir ki, Osmanlı Türklerine has bir hukuktan bahsedilebilir. İşte P. Bisoukides’in kısmen şahsî düşüncelerinin mahsûlü olmakla beraber daha ziyâde, bu mesele hakkındaki müşterek kanaatlerin bir ifadesi olarak vardığı netice, bundan ibarettir.

III. Maksadımız burada bu veya şu müellifin yanlışlıklarını düzeltmek veya teferruat meselelerinin tenkidine girişmek değildir. Esasen burada P. Bisoukides’in makalesinden bahsetmemiz, onun orta zaman Türk hukuku hakkındaki müşterek fikirlere tercüman olmasından dolayıdır. Yoksa daha birçok müsteşrik, hukukçu ve tarihçilerin eserlerinde aynı esasi fikirlere tesâdüf ederiz: meselâ Osmanlı İmparatorluğunuzun İstanbul fethinden sonra Bizans’ın birçok müesseselerini aynen aldığı, uzun zamanlardan beri birçok garp -hattâ muahhar Türk- müellifleri tarafından tekrar edilip durmuştur; bunun gibi, yalnız hususi hukuk sâhasında değil amme hukukunda da Türklerin hiçbir husuiyet göstermeyerek yalnız taklit ve iktibas ile iktifa ettikleri dâima iddia edilip durmuştur. İstanbul fehinden sonra Osmanlı müesseselerine Bizans müesseselerinin tesiri iddiasını tetkik için vaktiyle neşretmiş olduğumuz eserde, ilmi tahlillere değil préjugélere ve evvelce edinilmiş fikirlere (idées préconçues) istinat eden bu menfi kanaatleri uzun uzun izah ve tenkit etmiştik. Burada aynı şeyleri tekrarlamayı zâit görüyoruz. Ancak, Türklerin kültür tarihine ait birçok meseleler gibi, bu meselelede de garp âlimlerini yanlış ve menfî neticelere sevk eden başlıca sebepleri kısaca izah edebiliriz:

A. Türkler hakkındaki menfî telâkkiler. Mâalesef birçok ilim adamlarının bile -istemeyerek- esiri oldukları bu préjugélere göre, Türkler her türlü medeni teşkillâttan mahrum ve göçebe an’anelerinden kurtulamamış basit askerlerdir; idari ve siyasî teşkilatlarını bile başkalarından almışlar, ve mağlûp ettikleri kavimlere mensup fertler sâyesinde bu teşkîlatı tatbik edebilmişlerdir. (Nöldeke, Houtsma, Rambaud ve sairlerinin nokta-i nazarları). Bu noktadan hareket eden bir tarihçi veya hukukçu için, İslâm kültürü dairesinde hususi bir Türk hukuku aramaya imkan yoktur. Esasen bütün bu gibi âlimler, Türklerin daha İslâmiyet dâiresine girmeden evvel hususi bir kültür sahibi olduklarını da, tabiatıyla hatırlarından geçirmemişlerdir.

B. Tarihi ve sosyolojik kültürden mahrumiyet. Şimdiye kadar Türk hukuk tarihiyle, doğrudan doğruya veya dolayısıyla, az çok uğraşmış olanlar, ya metinlerin filolojik tenkit ve izahından ileri geçmeyen mahdut görüşlü filologlar, yahut, bilhassa İslâm hukuk sisteminin tetkikiyle uğraşan hukukçulardır. Geniş mânasıyla tarihi ve sosyolojik kültürden mahrum olan bu gibi araştırıcılar, orta zaman İslâm hukuku çerçevesinde bir Türk hukukunun mevcut olup olmadığını aramak için nasıl hareket edilmesi lâzım geldiğini şüphesiz düşünemezlerdi. Sâhaları itibarıyla hiç olmazsa siyasî ve idarî müesseselerle (yani amme hukukkuyla) az çok iştigal etmeleri icap eden tarihçilere gelince, bunlar tarihin daha fazla askeri ve diplomatik hâdiseleriyle -diğer tâbir ile institutionnel değil accidentel vâkıalarla -meşgul olduklarından, içtimaî tarih tetkikatına girişmek için icap eden hazırlıktan, yani bugünkü geniş manasıyla tarih ve sosyolojik kültürden mahrumdurlar. Orta zaman şark tarihine ait tetkiklerin -meselâ orta zaman garp tarihine tetkiklere nispetle- henüz ne kadar geri bir safhada bulunduğunu birkaç yıl evvel çıkan bir eserimde açıkça göstermiştim. Bu devrin birçok büyük ve esaslı meseleleri, halledilmek şöyle dursun, henüz bir porblem halinde ortaya konmamıştır. Bütün bu şartlar içinde, garp tarihçi ve hukukçular arasında “bir Türk Hukuku mevcut olmadığı” tarzında menfi bir kanaatın ne sebeple yerleşmiş olduğu kolayca anlaşılır.

Prof. Dr. Fuat KÖPRÜLÜ

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.