Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

XI-XVII. Yüzyıllarda Azerbaycan’da Abidevî Yapıların Özellikleri

Azerbaycan Bakü Kız Kalesi
0 9.188

Dr. Rayihe B. AMENZADE

Tarihi ve coğrafi açıdan Azerbaycan’ın önemli bir yer tuttuğu Orta Doğu bölgesinin dünya kültür tarihine özel bir katkısı vardır. En eski uygarlıklar burada meydana gelmiştir. Geleneklerin, ilkelerin, örneklerin bütünselliği, farklı devirlerde çeşitli düzeylerde sınırdaş ve uzak memleketlerle olan sürekli ilişkiler gibi çok yönlülüğüyle büyük bir sanat olgusu olarak ortaya çıkan parlak Ortaçağ kültürü burada formülleşmiştir. Fakat fazlaca kaybedilmiş mimari anıtlar, eserler, yalnız görgü sahiplerinin betimlemelerinde korunup “saklanmıştır”. Gözde ve herkesçe bilinen eserler ve başlıca olarak da Tebriz minyatür okulunun benzersiz ve hayat nabzının atışının açıkça duyulduğu ve yoğrulduğu yaşantı, töreler, çağın “aroması” ve temel olarak da şehir ponoramasının görüntüsü, “kuş uçuşu” yüksekliklere varan kaleler, anıtsal yapılar, onlarındış ve iç görünüşleri, camiler, saraylar, türbeler, hamamlar, parçalar, fortifikasiyonlar vs gibi harikulade sanat yapıtları, kendi türünün en güzel örnekleri olan minyatürler Ortaçağ’ın kendine özgü “belgeleridir.”

Gelenekler, merkezileştirilmiş devletin halifelik çerçevesinde kültür ve sanatı dev adımlarla gelişiyordu. O’nun sanat ve entelektüel potansiyeli büyüktü; onların serpilip gelişmesi için ise elverişli koşullar yeni feodal temel üzerinde tek bir ekonomik sistemle özendirilmiş iktisadi artışın hızlanması ile belirleniyordu. Bu da doğal olarak, Ortaçağ soyunun bütün yönleri manevi, ekonomik ve siyasi taleplerini karşılayabilecek mimarî görevler dairesinin genişlemesi ile mimarî-inşaat faaliyetinin artmasına yol açıyordu.

XV. yüzyılda uzun süre mimarî-inşaat deneyiminden geçmiş yapı ve binaların kesin tipoloji süresi ile tamamlanma süreci zayıflıyor. Geçmişte yetenekli insanların ilgi ve hayranlığı ile ortaya çıkan sanat aşkları temelinde yerel gelenekler üzerinde doğup, meydana gelen mimarî olgunluk ortaçağ döneminde fevkalade zenginlikleriyle kendisini ortaya koyuyordu. Birbirine yapışık düz çatılı konutlar zemininde şehirlerin esas aksan ve siluetini oluşturan ana meydanların, ana cadde kavşaklarının, topoğrafik bakımdan en ilgi çekici “avuçiçi alanların, (yüzeyin “altın” notlarının) anıtsal binalar, tapınakların, sarayların, sivil ve anıt yapıların inşası için ayrılan zengin ticaret şehirlerinin hızlı büyümesi devlet prestijinin artmasına yardımcı oluyordu. Onlar, yüzyıllar boyu Aran, Nahçıvan, Tebriz, Şirvan-Apşeronun büyük mimarî okullarının billurlaşmış alt yapısını betimliyorlardı.

Muhammet Mescidi ya da diğer adıyla, Şınık Kalesi’nin (1078/9, Bakü, mimarı üstad Muhammet bin Abubekir) bize tümüyle sağlam olarak ulaşan taştan ibadet yapısının, kuleye benzer minarenin tam yanı başında bulunan iki localı kompozisyonu, ülke kuzeyinde bu türden yapıların en erken inşa edileni ve dikey dominantlardan içeri-şehir oluşturma objesi olarak gayet ilginç ve dikkat çekici olanıdır.[1] Onun simetrik açılarıyla mihrap nişine uygun olan yarım dairesel çıkıntısı ve kompozisyon yöntemleri Azerbaycan’ın ibadet yapıları için tipiktir (Ali Şah Mescidi, Tebriz, Güney Azerbaycan, 1311-1324).[2]

Bu sırada Fransız seyyahı Dubois de Montpere’nin “Samhor Direği” diye adlandırdığı minare tipinde bir yapıdan söz etmek yerinde olur. “Samhor Direği” (şu anda izleri de kaybolmuştur-resim. Dübua dö Monpere) mühendislik yönünden pek olgun bir minare olup, gayet kusursuz eksiksiz olarak inşa edilmiş bir yapıttır (Alt kısmının dm. 4 m, yukarı kısmınınki de 3 m. oluşturur)[3] 60 m. yüksekliğe sahiptir.[4] Bu minare Aran mimarlık okulunun kendine özgü çizgilerini yansıtmaktadır, doğal “sınırları” Kür nehri ile Aras nehri arasında çizilmiştir. Onun kronolojisi ise hemen IX-XIII. yüzyıllar arasına denk düşüyor. Bu enfes minare türünde yapı nehir taşından pişmiş tuğladan, yontulmuş kireç taşından örtülmüş tek parça pitoresk özgül mimari biçiminin büyük plastiğinde firuze rengine boyanmış küçük ölçekli tuğlaların önemli düzeyde kullanımı ile uyumlu şekilde bütünleşerek ifade edilmiştir. Dübua de Monpere’nin bu gelişmiş minare türünü “direk” olarak tanıtması minarenin doğrudan doğruya “direğe” benzemiş olmasıyla değil de, muhtemelen o dönem mimarisinde doğu ile batı mimari inşası malzemelerinin birbirinden keskin çizgilerle ayrılması ile ilgilidir. Doğu mimarisinde, yukarıda söz edildiği gibi, çeşitli yapılarda taş, kireç taşı, nehir taşı, pişmiş tuğla vs. malzeme kullanılmasının yaygın olmasına rağmen Avrupa ve Rusya’da ahşap yaygındı. Batı ve özellikle Rus mimarisinde ibadet yerlerinin, meskenlerinin, özellikle de büyük kiliselerin inşasında ağaç, tahta vb. kullanılıyordu. Üstlerindeki yüksek ensiz, kuleler (Çan kuleleleri) doğu minareleri kadar yüksek yapılmıyordu. Bir mimari yapının minare dışında “direk” olarak nitelendirilmesinin etimolojik nedenlerini de yalnız, yukarda açıkladığımız gibi, doğu ve batı mimari farklı malzemelerden oluşması ve farklı yapı düzeni ile yorumlayabiliriz.

XI-XII. yy. şehirlerinden günümüze yalnız içkale, kale duvarı, minare vs. gibi çok sayıda harabe ulaşmıştır; örneğin, Şemşir içkalesi (XI-XII yy.), Beylegan şehrinin kalesi (XII. yy), Eskipara yakınlığında (Kazak bölgesine ait) inşa kompleksi, eski Gence’de köprü temelleri (XII y.), ünlü Hudaferin Köprüsü’nün temel taş direkleri[5] vs. İki türbenin meydana getirdiği ve muhteşem bir estetiğe sahip çok köşeli anıtsal yapının merkez kompozisyonunun mimari tipi Harrakan’da bulunuyor: (1067/8 Zencanlı Muhammet İbn Maki ve 1093 yılında Zencanlı mimar Abül Meali İbn Maki tarafından yapılmıştır).[6] Bu yapılarda doğu sanatı görüşüne uygun kalitede süslü (bezemeli) örtünün zengin içeriğiyle XII. yy. mimarisinin aşırı düzeyde ifadeli oluşuna ulaşmış başlıca inşa malzemesi aracı bulunan pişmiş tuğlanın örülme uyumu tüm parlaklığıyla gösterilmiştir. Şunu da kaydedelim ki, daha X. yüzyıl başlarında inşa edilmiş bu türbelerin süsleme programına Yakın Doğu despotluğunun etkisi altında meydana gelen proklamatif (teşvik ve propoganda edilen) sanatın geliştirip ortaya koyduğu formüller, örneğin, “Hayat ağacı” kabartması, (Harrakan’da) hayvan mücadele sahneleri (Ağdam bölgesinin “Haçın Türbetli” türbesi, 1314, Mimar üstad Şahbenzer) dahil edilmiştir.[7]

Gerek dinsel, gerekse dünyevi alandan olsun, yukarı tabaka temsilcilerinin kişiliğini ebedileştiren türbe kavramı, asgariye inen bir bütün olarak iç alanın ilkesel yönden anlaşılması ile bir anıt gibi göze alınıyordu. Bir bütün gişada kesin olarak ayrılmakla beraber eşitliğini koruyup sağlayan iki kamara boşluğunun içine kapanıklığı ve bitişikliği (bu özellik temel olarak XI. yüzyıla kadarki türbelere aittir) Ortaçağda bu kadar geniş yer alan memoryal (anıtsal türbelerin) yapılış fikrini yanıtlamaktadır.

Ortaçağ Azerbaycan mimarisi gelişiminin genel yolları kontekstinde bölge mimarlık okulunun özgül özellikleri net olarak görülmektedir; onlara sürekli yaratıcılık teması ve sanat deneyiminin karşılıklı alış verişi refakat ediyor.

Bu planda, ülkenin çeşitli bölgelerinde çeşitli tarihi dönemlerde yapılmış veya dikilmiş hiçbir yapı portaller kadar Azerbaycan anıtlarını, benzerliklerine göre birleştiremiyor.[8] Söz konusu portallerin kompozisyonu kendisinde onların daha özgül çizgilerini, yöntemsel belirtilerini akümüle ederek, Azebaycan mimari eserlerinin bütünlüğü ve yapılış unsurları sırasında mimari bütünlüğün ana bileşiminde ilk sıralardan birini alıyor.

Azerbaycan’ın hatıra anıtı yapılarının biçimlenmesini oluşturan portal kompozisyonlardan biri Ortaçağ mimarisinde önem kazanmıştır. “Moğollara kadarki” türbelerin portal kapsamlılığı öylesine bir derinlilikle işlenmiştir ki, kompozisyon merkez noktaya kalmış, yani kendi bütünlüğünü muhafaza etmiştir. Daha XII. yüzyılda birkaç tip portal[9] Ortasağın transit ticaret merkezinden ve gelişmiş sanat merkezleri bulunan canlı şehirlerden biri olan Merağa’nın (Güney Azerbaycan) hatıra anıtı diğer yapılarında kullanılmıştır. Ülkede mimarlık sanatının önemli işaret (şamantası) ve vakayinamesi sayılan Kırmızı Günbez Türbesi’nin (1148 yılında Mimar Bekir Muhammet İbn mimar Bendan) odayı yapıcı direkle merkez noktaya yerleştirilen asıl mezar odasının (bodrum mezarının) kompozisyon çözümünün başlangıcını tam buradan aldığını söyleyebiliriz (erken örneklerden yoksunuz). Söz konusu direklerden kenar ve köşelere de sıra kemerleri atılmıştır. Yüzyıl boyunca korunabilen bu olağanüstü zarif, fakat sert yapılış sonuçta Mümine Hatun Türbesi’nin yapılışında (1186/7, daha sonra Anadolu Türbelerinin esas mezar odasında (Kemah’ta) Menguçek Gazi ve hatta Rusya’nın (XV. yy.) tek direkli yemek odalarında bile tekrar edilmiştir; bu da feodalite dönemi Doğu ve Batı mimarlarının mühendislik görüş ve düşüncelerindeki mâlum ortaklığı kanıtlamaktadır.[10] Olgusal olarak içine kapanık 3/4 köşeli sütunlarla ön cepheyi oluşturan Kırmızı Kümbed Türbesisinin portal kompozisyonunun olağanüstü plastiği düzgün profillendirilmiş çevreye benzer ve keza düzlüğün esnek çatma sıra kemerli eğrisi ile karakterize edilir. Burada kronolojik olarak ilk kez (muhafaza edilmiş sıralı düzlükler sırasında) portalın kemer alındıklarında sıralanmış düzlük görünüyor.[11]

Çağın yoğun arayışlarının sürdürülmesiyle gelişen yenilikçi başlangıç sonraki yüzyıllarda portayların evrimini hızlandırdı. Yuvarlak türbe portalı (1167, Merağa) kuvvetli ışık-gölge efektleriyle unsurların detaylaştırılması, süslemelerin incelik ve zerafetiyle içboyutlu-uzaysal çizgiler kazanmıştır. Bu yolda atılan mühim adımlardan biri de Se-Kümbet (1184 yılında, mimar Abu ibn Musa, Urmiye, Güney Azerbaycan) türbesinin portal kompozisyonudur. Burada Kuleli Türbe’nin silindirik bina ile mimar tarafından önemli boyutlara kadar geliştirilen bu portali ender bir örnek sayılmaktadır. Böylece, yapının kulevari görünümü portal, kompozisyonunda mevcut basınç altında kayboluyor. Portal klasik tipi, portal-duvar gözü, XIV. yüzyılda Nahçıvan Mimarlık okulu anıtlarında kural mükemmelliğe ulaşır. Bundan sonraki dönemlerde -XV. ve XVI. yüzyılda aynı tip portallere Bakü ve Erdebil’de rastlıyoruz. Sonuncuda ise bu portallerin mimari yapılı önemli işareti, her şeyden önce, Azerbaycan’ın klasik portal kompozisyonunun evrimindeki son aşamayı oluşturuyordu.[12]

Elde edilen bilgiler şu gerçeği saptamaya imkan vermektedir. Aynı tip portaller XIV. yy. başlarında Tebriz mimarları tarafından da, kalıntıları ve izleri Tebriz’de şu anda kaybolmuş meşhur Gazaniye ve Rah-e Raşidi[13] bölgelerinde yapılmıştır. Çokalanlı yüksek gelişmiş zanaat üretimi Gence, Beylegan, Şemkir, Nahçıvan, Bakü, Tebriz, Erdebil, Hoy, Urmiye, Uşnu vb. şehirlerin hızlı büyüyüp genişlemesine yol açmıştır ki, aynı şehirlerin mimari çehresi askeri stratejik önemli tesislerin -kuleli, kapalı kale duvarları ve keza çeşitli tipten anıtsal türbe yapıları sayesinde oluşuyor.[14] Şehirlerin ekonomik esasını su sağlama sistemi oluşturuyordu. Bu da temel olarak hidroteknik tesisler-yapılar, kehrizler, barajlar, artezyen kuyuları, vs. gibi şehircilik (mimarlık) bünyesinin mühim etkenini oluşturan, türbeler, meskenler, konutların yerleştiği meyvalı ve süslü bahçelerin zümrüt vahalarını sulayan, yeşillikleri artıran asıl “kan sağlayan” atar damarlarıdır.

Bilindiği gibi ülkenin, kuzeyinde Şirvanşahlar devletinin yerel kuruluşlarının ve keza, arazileri Azerbaycan’ın güney bölgeleri, İran’ın ve Irak’ın bir kısmı da dahil, Kür nehrine kadar uzanan Azerbaycan’ın Atabeyler-İldegizliler devletinin oluşması XII. yüzyıla rastlıyor.

Siyasi yaşam aktifliğinin artması, kuvvetlenmesi, zanaat ve ticaretin gelişimi yeşil bahçelerin içinde kaybolan ve devamlı olarak çeşitli tipten anıtsal türbeler Nahçıvan’nın geniş boyutlarda büyümesine, gelişmesine yol açtı. Söz konusu anıtsal türbeler nomenklatürü üzerine “Acaip-üt-Dünya” (XIII. yy.) veya “Dünyanın görülmedik gariplikleri” eserinde kimliği belirsiz bir yazar tarafından söz edilen bu gariplikler kil ve kireçten iyice pişirilmiş tuğla ve kiremitlerden ve sırlı briket ve tuğlaların dizilmesiyle kurulmuş şehir civarlarındaki köşkler-banliyö yapılar, saray tipinden pavyonlar, taraçlar, bölümler portallar-anakapılar (belki de revaklar-R. A.), gösterişli mescitler, medreseler, dar-ül mülkler (hükümdar, padişah sarayları) veya birkaç katlı resmi hükumet binası vs. yapılardır).[15]

Nizam-î Gencevî, Hakan Şirvanî gibi kişilerin yanı sıra dönemin ünlü kişileri arasında Azerbaycan mimarlığının gelişmesinde yeni mimarî-teknolojik çözümler ve kararların ortaya çıkmasından tutun da, yeni kompozisyon ve mimarlık bölümlerinin yeni düzeninin meydana getirilmesine değin pek fazla katkıda bulunmuş olan Nahiçevan mimarlık okulunun kurucusu Acemî ibn Abubekr Nahçıvanı’nin özel ve saygın bir yeri bulunmaktadır.”[16]

Çeyrek yüzyıl içinde o, Nahçıvan’da çokgen şeklinde (sekiz-on yüzlü) benzer boyutta Yusif ibn Kuseyr türbesi (1167) ve Mumine Hatun türbesinin kompozisyonlarını (1186) yapıyor. Mumine Hatun türbesinde birinciden farklı olarak, piramital külah kapalı yüksek kaide bulunuyor. Süs açık-seçikliliği ile hatların net denecek düzeyde temizliği, bir bütünün ve parçalarının uyumlu dengesi, bütünsellik, zengin ritim ve motiflerle geometrik karakterli kompozisyon oluşturan süsleme aynı anıtlarda fevkalade, mimarî-sanatsal ifadeyi yaratıyor. Nahçıvani’nin minareleriyle anıtın baş kısmını oluşturan portal kompozisyonları Ortaçağda doğuda geniş çapta yaygın bulunan minareli portaller tipinin başlangıç temelini atmıştır.[17] Şunu da kaydedelim ki, Anadolu medrese kompozisyonunda cephe şemalarının oluşmasında minareli portallerin rolü büyük olmuştur. Prof. Dr. Oktay Aslanapa çifte minareli portaller üzerine şöyle yazıyor,: “Böyle çifte minareli portallerin Anadolu Selçuklu medreselerinde ne kadar büyük rol oynadığı düşünülürse, Nahçevan Mümine-Hatun Künbeti önemi bir kat daha artar”.[18]

Feodallerin hakimiyet ve servet uğruna gittikçe daha şiddetli savaş vermeleri, iç çelişkiler, dış düşmanlara karşı savunma, da feodallerin ekonomik potansiyeli, mahalli inşaat yönsemeleri, yöntemleri ve gelenekleri gibi kuvvetli etkilerin baskısı şehirlerin savunma tahkimatının yapılmasına neden oluyordu. Fethedilmezliği, alınmazlığı ile ünlü olan, çok sayıda kale -Şutur, Ruin-Dej, Tala, Kotur, Dizmar, Dara-Dej, Kahram, Şamiran, Zaris vs mimari-inşaat tahkimat inşasının sanatının yüksek düzeye ulaşmış karakteristik örnekleridir.[19]

Savunma sistemi “Mancınık” gibi alev makinesi taarruz topu ile silahlanmış düşmanın saldırısına dayanabilecek kuleler ve kapılar tahkimatının birkaç halkasını içine alıyordu. Kale duvarları dikdörtgen ve yarım dairesel kulelerle güçlendirilmişti. Kalenin kapıları ise mimarî önem taşıyordu, onların rolü gayet önemli idi. Aynı portaller askerî-stratejik hedef niteliğini oluşturduğu kadar, bu kale-şehrinin başlıca anayollarının “tanımlayıcısı, belirticisi idi, gümrük ve kamu kompleksi tam burada bulunuyordu. Feodallerin kalelerinin içkaleleri, güç erişilir alçak sıradağlar üzerinde “boy atan” kaleler, düzlük araziler ve tepeliklerde yükselen danjonlar (dairesel, dikdörtgenler) büyük arazinin savunma sistemine dahil ediliyordu, tüm yolları denetim altında tutuyorlardı. vs. Tüm bunlar tek bir mimarî tarz geleneğinde kompozisyon çözümlerinin çoğunluğunu elde ederek, standartlara aykırı olarak, tarihsel yönde oluşuyorlar.[20] Deniz yolları ve kervan yolları intansif ticaretin merkezleştiği şehirden geçen başlıca ulaşım yolları idiler. Bu da devletin ekonomisine olumlu biçimde yansıdığından, yöneticiler onun gelişimesi için her türlü yardımı yapıyorlardı.

Büyük ve küçük kervansaraylar (hanlar, ribatlar), bir-iki gözlü öyle köprüler inşa edilmişti ki, onların çoğu, (örneğin, Hudaferin nehri üzerinde XII. yüzyılda inşa edilmiş Hudaferin köprusü, Hram nehri üzerinde XII. yüzyılda inşa edilmiş Kırmızı köprü vs.) mühendislik sanatının mucizeleridir. XIII. yüzyılın ortalarından başlayarak kervan anayolları yeni hatlara geçiyor, Azerbaycan’ın şehirleri halkların tarihi kaderinde ve onların ticaret, kültür, bilgi, iletişim alanlarının genişlemesi yolundaki sonsuz gayretlerinde büyük rol oynayan benzersiz Büyük İpek Yolu’nda Ön Asya’nın büyük piyasalarına dönüşüyor.

Kervansaray ve köprülerin kompozisyon olarak uyumu oldukça ilginçtir: I. kervansarayın köprü ayakları boyunca (Berde) yerleştiği yerde, 2. kervansarayın Cug’un ayakları altına simetrik olarak yerleştiği yerde, 3. kervansarayın Culfa’da a) pot başının yardımıyla, b) üzerinden köprü geçirilmiş nehrin karşı kıyılarında yerleştiği yerde vs.[21]

Azerbaycan ve Anadolu parçası mimarlarının anıtsal yapıları ve tesisleri Ortaçağ Azerbaycan mimarisinin bir taraftan ayrılmaz parçası olarak pek ilginçtir, diğer taraftan da onun mimarî biçimleri, kompozisyon özellikleri, mühendislik yapısal yöntemleri, sanatsal ifade gücünün araçlar takımı aktarılmış, yaratıcılıkla yeniden işlenip düzeltilmiş ve çok sayıdaki yapıda kullanılmıştır. Bu mescitler (“Kale-Mescit”, Divriği’de 1180/1, mimar Hasan ibn Firuz Merağa’lı[22] Hasankeyf Zeynel Bey Türbesi, XV yy, mimarı Hasan ibn Abdurrahman). Konya-Beyşehir yolları üzerinde kervansaray ve yapıların, mimarı Hacı Bahtiyar Tebrizi[23] Azerbaycan’lı mimarları Ortaçağ şehirlerinin büyük mimarlık-şehircilik kavşaklarının mimari yapılar grubunun meydana geldiği daha önemli “alanlarına” bir mimar, müellif gibi doğrudan katılıyorlardı ve onların mimar panoramasına biçim veremede büyük rol oynuyorlardı. Örneğin, Sivas’ta-Dar-üş Şifa türbesi (1217 yılında mimarı Ahmet ibn Ebubekir Merendi)[24] ve Türbe- Mevlevihane kompleksinde mukarnas dolgulu Mevlana Celaleddin Rumi türbesinde (şu anda eserleri, bakiyesi silinmiş, kaybolmuştur. 1274 yılında Mimar Bedreddin Tebrizi), Bursa’da “Yeşil” Külliye de Tebriz’den gelen mimarî-inşaat birliğinin ustaları, Farsça söylendiği gibi, “ustadan-e Tebrizi” (Tebriz ustaları) çalışmışlardır. Bu da Yeşil Cami mihrabındaki epigrafik panodan kendini belli ediyor.[25] Onlardan hatıra anıtları, yapıları ve anıtlar grubu yapıcısı bulunan Tebrizli Asir Ali (XVI. yy. İstanbul, Manisa, Trabzon, Sarayevo, Sofya, Konya, Eskişehir vs şehirlerde) fenomenal düzeyden verimli bir mimar olarak ün kazanmıştır.[26]

Halifeliğin altı yüzyıllık hakimiyetini (1258) deviren kudretli İlhanlılar hanedanının egemenlik (1256-1357) simgesi her şeyden önce, büyük yapım görevlerinin çözümlerinde kendini gösteriyordu. Aynı görevlerin görülmemiş boyutlar kazanan şehircilikte, şehir yapıcılığı, kuruculuğunda, bir bütün oluşturan şehir yapılarında çözümü devlet programının birinci dereceden önemi olan görevleri sırasına dahil oluyordu. Buraya büyük ölçüde maddî kaynaklar ve insan kaynakları yerleştiriliyor, ilginç kompozisyonlar meydana geliyordu. Söz konusu kompozisyonlar, gelişmiş teknik-konstruktif çözümler, görenlerin aklında, yüreğinde silinmez izler bırakan harikulade estetik etki gücüne sahip parlak mimarlık eserleri idi.

Şehirlerde kuruculuk, yapıcılık işleri önem kazanıyor, bir kısmı enkaz ve küller içinden yapılıp yükseliyor, diğerleri taksimat bünyesini muhafaza ederek (Tebriz) kendi sıralarını terkediyorlar, Yeni Mahmutabad, Kutluk-Balık, Ucan (Şehri İslam) şehirlerinin temeli atılıyordu. Bu temel atma işleri sıkı surette şehri birkaç kısma bölen çok hatlı berkitme sistemiyle, genel savunma sistemine dahil edilmiş iç kalelerle yürütülüyordu.

Düzgün oval denecek şekilde bulunan Sultaniye, radyal-çevre sistemli iç dağılımın şehircilik fikirleriyle bir bütün olarak gerçekleşmiş mimarlık örneğidir (XIV. yy. başları). Sultaniyenin genel yapısında feodal isteklerin koskoca sübvansiyonları, mimarların yüksek meslek ve sanat nitelikleri düzgün örgütlenmiş inşaat işleriyle görülmedik boyutlara ulaşıyor. Halkın yoğun olarak ziyaret ettiği Olcaytu kompleksi (1316) ise onun şehir oluşturma etkeni olmuştur. Onun ideolojik-kompozisyon merkezi dünya mimarlığının şaheseri olan türbe ise şu anda da mağrurca yükselmektedir. Uzak parlak devre özgü çizgileri betimleyen çeşitli muhteşem ve şaşaalı yapılar salt imparatorluk kibrine yansıyordu. Aynı yapılar en ince fantezilere bile çarpıcı desenlerinin büyüsüyle meydan okuyordu. Onun kompozisyon uyumu pitoresk, fakat kitle ve hacmin düzenli bölüşümüne yöneltilmiştir. Portal tüm kökenleriyle eski mimarî yapıların portallerine bağlı yeni çözüm, timsal, ve cisimleşme tarzı içindedir. Şimdi bu, onun tüm kompozisyon unsurlarını kendisine amirane şekilde tabi eden fevkalade egemen olan halkasıdır.

Yapının süslemesi oldukça gelişmiş zirvelere ulaşarak mimarî-çini karo kaplamasının gerilimli arayışlarının işareti altında geçmektedir. Mükemmel takımlarda mozaiklik ve majolikliğin çok fonksiyonluluğu, dekoratif imkanlar, faydacı amaca yöneliklik, önemli açıklıkları vurgulamalar, onları yapının portal, kule, iç ve dışının ayrılmaz bir parçasına (öğesine) çevirmiştir.

Mimarlık çizimleri ve keşif bedelleri, çeşitli anıtsal yapıları ve kervan yollarının yapılmasına kadar tüm inşaat işlerinden, işçilere emek, alet ve araçlar ile, hayvanların sağlanmasına ve her türlü inşaat ve mimarlık işlerinin örgütlenmesine kadar tüm işlemler doğrudan doğruya “Divan-i İmaret Hassa”sının devlet memurlarınca tespit ediliyordu. Hükümdarların şahsi talimatı üzere ve kendilerinin özel araçlarıyla yapılan inşaat-mimarlık işleri “Divan-i İmaret Hassa”nın yanında bulunuyordu ki, tüm bunları, üzerine Reşidüddin tarafından özel olarak kaydedilmiş, özellikle güzelliği ve muhteşemliği ile dikkat çeken ve Aladağ, Urmiye, Sucas-Sudnsas, Ucan, Zencan’da İlhanlı sarayları ve Arran’da Saray-Mansuriye örneğinde gösterebiliriz.

İlhanlıların birinci başkenti Merağa’da, doğal tepelerden biri üzerinde tek başına inşa edilmiş (çağdaş haritada Rasat adıyla işaretlenmiştir),-gözlemevinin mimarlık kompleksi yükselmektedir. (Mimarı İbn Osman Merağayi’dir). Bunun temeli, büyük bilgin Nasrettin Tusi tarafından atılmıştır. Gözlemevi on altı yapıdan oluşuyordu; teknik olarak karmaşık, birleşik, kompleksli astronomik medrese, kütüphane takımından (alanı 330 m2) oluşuyordu. Burada 400 bine yakın el yazması muhafaza ediliyor, medrese, mescit, her alanda ilmi araştırmaların yapılması, her milletten büyük bir bilgin topluluğunun, ilmi okulların temsilcilerinin oturması için gerekli yapılar bulunuyordu.

Rab’e-Reşidi şehirciğinin temeli Tebriz’in doğusunda Sahib-i Divan Reşidüddin tarafından atılmıştır. Bu şehircik, Reşidüddin’in mektuplarından da belli olduğu üzere, 30 bin ev, 24 kervansaray, 1300 küçük dükkan, “iyi hamamlar”, “herkesi sevindirecek” bahçeler, darphane, değirmenler, depolar vs. yapılması kaydedilen geniş çaplarda kompleksli genel planların gerçekleşmesi yolunda “faaliyet ve hareketlere” geniş meydan açıyordu. Başlıca kompozisyon kavşaklarından biri 200 hafız için ayrılmış sokaklara bitişik Günbad türbesinin yanında yapılmıştır (yine orada). Hayriyecilik ve sağlığa büyük dikkat ve özen gösteriliyordu. Burada hanikah Dar-üş-Şifa, bimaristanlar (yani hastahaneler), eczaneler ve onlarda çalışan usta Hindistan, Çin, Mısır, Şam doktorları vs. bu ülkelerden getirilen ender ilaçlar, şifa veren otlar, bitkiler bulunuyordu. Burada dolaşan acayip huylular için Dar ül-Miskin (hakir evi) ve Dar-ül ziyafe (konak) bulunuyordu. Fakat medreseler, feodal memleketinin devlet ve kültür hayatında önemli yer tutan özgün ortaçağ üniversiteleri sayıca çoğunluğu oluşturuyordu. Burada 7 bin öğrenci ve tullap, tahsil görüyordu. Onları öğreten bilginler ise değişik doğu ülkelerinden davet edilmişlerdi, “… hayırseverlik, hayriyecilik müesseselerinin parlaklığı, medrese, hanikahlar, hastaneler özensizliğe ve ihmalciliğe hiç bir suretle izin verilmeyen mühim işler sırasına dahildi.”. Bunlar üzerine Reşidüddin’in kayıtları mevcuttur Çok sayıda (atölyede) kâğıt imal ediliyor, minyatürlerle donatılmış el yazmaları kâğıda çekiliyor ve ciltleniyordu. Aynı işlerle tüm caddelerin hattatları, nakkaşları, ressamları, ciltçileri, zarkupları vs. uğraşmaktaydı. Ebvab-el-birr Şenb Gazan yahut Gazeniye’nin temeli (şu anda kaybolmuştur) 5 Ekim 1297 yılında Tebriz’in güney batısında atılmıştır.

Önceden tasarlanmış plana uygun olarak, aynı zamanda birtakım anıtsal yapılar ve tesisler inşa edilmiştir. Büyük türbe için geometrik merkezin ayrılma ilkesi organik olarak uygun düşen gruplar şeklinde karşılıklı denkleşerek yerleşmiş baş geçit yapılarının bulunduğu kesin planlaştırılmış alanların temeline dayanır. Bu yapının fevkalade içine kapalılığı ve anıtsallığı 1318 yılında yapılmış çift sıralı yüksek duvarlı minyatürde daha fazla vurgulanmaktadır. Buraya yalnız, düzenlenmiş alanı geçerek, onun önceden açılmaya hazırlanmış portallerinin yardımıyla girmek oluyordu. Son olarak, Erdebil’de rastlanan bu kompozisyon yöntemi semantik olarak derin kökenleri bulunan bir “Temizlenme” ritüeli sürecine kadar gidiyor.

Ali-şah mescidi (Erk kalasi-1311 yılında yapılmıştır. Mimarı Ali şah Tebrizi’dir) bir devri kapsar. Bu dönem içinde bu anıtı yapan mimarın türbesi de dahil olmak üzere, kalenin etrafında bir sıra anıtsal yapılar toplanmıştır.

Yüksek tek düze duvarlarla çevrili büyük dikdörtgen yapılar, balkon kompozisyonu gibi görünüyor. Bu peron enine ekseni kemerli revaklarla kuşatılmıştır. Uzunluğuna ekseni ise geleneksel olarak saray kompozisyonu gibi görünen medrese ve zaviye, simetrik yerleşmiş tonozlu mescit/tonoz aralığı 30,15, tonoz yüksekliği 40 m, mescidin uzunluğu 60 m planında dikdörtgenin ayna gibi karşılık verdiği kule temelleriyle istihkamlı portal şeklinde muazzam giriş la kaydedilmişti. Mescidin cephesi monumental portal kompozisyonunu oluşturuyor… dek korunmuş olan duvarlarına ve duvardan koskoca bir çıkıntı oluşturmuş gözüken yarım daire şeklindeki mihrabına bakılırsa, asıl boyutları üzerine fikir belirtmek mümkün olabilir.

Timur’un, devletini Doğudaki en güçlü devlet yapmak çabasıyla büyük bir özen ve hevesle fetihler yapması XI. yy. sonu ve XV. yy. başlarında Orta Asya kültürünün güçlü etkisini önceden tayin etmiş oldu ki, bunda yenibaştan oluşan haşmetli ülke halklarının dinsel birliklerinin faktörü de çok katkıda bulunmuştur. Timur’un “yüksek talimatı, öğüdü” üzere odukça büyük boyutlarda, çeşitli görevli ve bezemelerle süslenmiş yapılar yapılmıştır. Onlar, kompozisyonun daha efektif unsuru biçiminde uzaysal olarak gelişmiş portaller sayesinde içine kapalı kuleye benzer temeller mimarlık sanatının özel şa’şaa ve azametini kazanmışlardır. Köklerini, Orta Asya bilginlerinin adaletli gösterişleri üzerine, Azerbaycan’da “sayısal” parametreleriyle Timur’un en büyük boyutlu yapılarından geri kalmayan, İlhanlılar dönemi anıtsal yapılarında aramak gerekir.

Orta Asya mimarlığının yüksek gelenekleri temeli üzerinde, yerel ve seyyar ustalar-uzmanlarla sıkı temas koşullarında tek bir sanat okulunun “yeni stil”i (İbn Arapşah) temelleşip kendisini onayladı. Burada Azerbaycanlı mimarların katkısı büyüktür. Onların yetenekleri boşa harcanmayarak iz bırakmış, ama organik olarak kanlı canlı yaratıcılık şeridiyle Orta Asya mimarlığının şaheserlerine dökülmüştür. Azerbaycanlı mimarların isimleri ve soyadları/nisbeleri/geleneksel olarak portallar üzerinde gösterilmiştir. Tümen Aka Türbesi, Semerkant, 1405, mimar Şeyh Muhammed ibn Hocabek Tebrizi. Ak-saray sarayı, (kimi vakit iki kez), (1380-1404, mimar. Muhammet Yusuf Tebrizi), Semerkant’ta Bibi Hanım mescidinin kompleksinin (1399-1404) yapılmasına katılan Azerbaycan’dan gelmiş tas ustaları üzerine Timur’un saray müverrihlerinin, bu arada Şerefüddin el-Yezdi’nin yazılarına rastlanır.

Azerbaycan Ortaçağ mimarlığı türlü gelişim yollarını geçerek XV. yüzyıla doğru ilerleyip gelişerek altın devrini yaşamıştır. Bu, zamanın onayladığı mimarlık değerlerinin altyapısını kendisinde toplayan ülkenin kültür tarihinde parlak bir sayfadır. Siyasal-ekonomik durumun istikrar kazanması ve başkenti Bakü olan Azerbaycan’ın kuzeyinde Şirvanşahlar devletinin kurulmasıyla, Azerbaycan’ın güneyinde Karakoyunlu devletinin (1410-1468), sonra da başkenti Tebriz olan Akkoyunlular devletinin (1468-1501) meydana gelmesiyle iki, önde gelen Şirvan-Apşeron ve Tebriz mimarlık okullarının sonraki gelişim ve büyümesinin şartları oluşmuş oluyordu.

Kendi zamanının (döneminin) sosyal-ekonomik ve mimarlık-sanat taleplerinin akışının gerektirdiği büyük, çok planlı anıtsal yapımcılığın çözümü süreçlerinde-XIII. yy. sonları ve XIV. yy. başlarında oluşan Tebriz mimarlık okulu çok sayıda usta ve uzmanlar ordusuna onların haleflerine ve geniş “etkin dairesine” sahip olarak kendi özel stilini geliştirmiştir.

Kalkanvarî yelkenlerin her çeşitten çizgilerinde, çok daha seyrelen tromplarda düzgün profilleştirilmiş kaburgalı çatma kemerleri güzel kasnak üzerinde kubbenin gözenekli, stalaktit, tümsekli, konik-külahına benzer başlıkları, büyük ustalık-sanatkarlıkla döşenmiş taştan ve tuğladan tonozlar (kemerler, vitrajların rengarenkliği, çinilerin derin, temiz tonları ve onların hazırlanmış parçalarından yapının iç ve dış “duvarlarındaki” emsalsiz güzellikteki mozaik pano, mukarnaslı kompozisyonların güçlü ışık gölge etkileriyle evrensel nitelik alan hareketli plastikliğini gördüğümüz mimarî kompozisyonların etkilerini artırıyor ve bunların etkinliği ve büyüleyici gücünde oldukça rol oynuyor; Tebriz’de Gök Mescit’te portal kompozisyonları, kendi evriminin zirvesine ulaşan kompozisyonları, Erdebil’de Divanhane’de, Kandilhan mescidinde, Bakû’da Şirvanşahlar sarayının türbe yapılar grubu örneğinde daha gelişmiş ve mükemmel sanat eserleridir.

Görülen malzeme, önemi (26v., 27 a, 27 v-28 a, 29 v, 30 a, 30 v, 31 a, 31 v-32 a vs cetveller) bakımından emsalsiz olan Nasuh Matrakçı minyatürleri sanat değeri ve mükemmel birleşmiş ustalığın akkümüle edildiği yapılar grubunda birleşen çok sayılı anıt yapıları ile birlikte Tebriz, Hoy, Hemedan vs. diğer ortaçağ şehirlerinin görünüşü üzere kendisinde büyük bilgi ve kaynak bulunduruyor.

İçe kapalı minarelerle tüm cephe kompozisyonunun portalle kesin ifade edilmiş simetrik okunun korunup sağlandığı mescit, kendi mimarî çözümüyle seçilmektedir. Başlıca çekirdeği etrafında gruplanan birkaç bloklu binalarla beraber Merkez Kubbe kompozisyonu fikri dinsel yapılarında ibadet yerlerinde kendisini takip eden örneğini. (Gök mescit, Tebriz, 1465.)

Meşhed’de Mescid-i Şah (1451, mimarî Ahmet ibn Şamsettin Muhammet Tebrizi) esas mezar odasıyla birleşen anma mescidinin oldukça az kompozisyon tipidir. Kubbeler dizisi ile çevrili merkez salonun aşağısında esas mezar odası bulunmaktadır.

Cephe kompozisyonlarının şema çizgileri Gök mescidin çizgilerine benziyor, fakat burada minareler çift olarak uygulanmıştır.

Cephenin iki yanındaki minareler kompozisyona egemen olduğu geleneksel şema artık imgesel oluyor. Aynı minareler Doğuda oldukça geniş bir alanda yaygınlaşmıştı. (Mesc. Uzun Hasan, Tebriz, 1478).

XV. yüzyılda toplumsal-siyasal ve ekonomi yaşamın istikrarlı hale gelmesi Şirvan-Apşeron mimarî okulunun mimarlarından kurucu dahinin olağanüstü yükselişine, çok renkli ve zengin anıtsal yapı tipleri kendisine özgü sanatkarlık olgunluğuna ve üslup özgünlüğüne yol açmış oldu. Burada geometri boyutların lakonikliği ve netliği biçim ve yüzeyin vurgulanmış dikeyliği, taş örmedeki titizlik, çok planlı süsleme donatımındaki yönetim aynı anıtsal yapıların başlıca belirleyicileriydi. Bu sırada portaller, başlıca iç boyutlu-uzaysalıdır-küçük yapıların başlıca unsurlarıdır. Onların esas önemliliği yalnız mutlak ölçülerle kalmayıp, benzersiz P harfi şeklinde dolanmış arşitrav, yahut yüzeyin kemer açısı ile ve keza rafine edilmiş, kompozisyon bakımından daha mühim parçalarda toplanmış gayet zayıf süslemelerle ve, epigrafi (yazı) ile/vurgulanmış olmasıdır.

Bakü’nün Şirvanşahlar’ın başkenti olarak seçilmesi, İçerişehir’de yuvarlak kuleler ve güçlü kapıları bulunan kale duvarları ile halka içine alınmış (çevrili), alanın değişik yüzeyine uygun düşen Şirvanşahlar sarayının yapılar grubunda ikametgahın inşasına refakat ediyordu. Yapılar grubu Doğu ve Batı istikametinden uzanan planlı bünyenin zikzaklı konfigurasyonuna sahiptir ve şehrin başlıca gözetleme ve savunma noktası olan tepelerin zirve ve sırtlarında hakim yer tutarak güçlü değişikliğe sahip bir alanda bulunmaktadır. Onun mimarî bütünselliği, organik olarak şehir siluetiyle, soylu taştan- kireçten yapı inşasının genel ifadeliliğiyle karşılıklı bağdaşan kompozisyonun tek boyutluluğuna neden olmaktadır. Ortaçağ şehirlerinin üç boyutluluk ve yükseklik siluetini belirleyen her taraftan görünür üç boyutlulukları ile yapıların kendi kümelenmesindeki sıkışıklık (birlikdelik) iyi düşünülmüştür. Onlar, sabit şekilde işaret koymanın ve tek bir mimarî fikre tabi tutulmuş plan tasarımının kesinliğini izleyerek dünyanın ülkeleri üzerine yönlendirilir ve bunlar özel hayranlıklar yaratan gölgeli köşelerin, suları taze yapan, kulağa hoş gelen su şeritlerinin aktığı rezervuarların korunup sağlandığı avlularda toplanmıştır.

Safeviler dönemi (1501-1736) geniş alanlarda dikilen, rezervuarları, fiskiyeleri yeşil alanlara açılan, asırlık çınarlara ulaşan yapılar, imparatorluk azameti ve coşkusu ile karakterize ediliyordu. Bu mimarî fevkaladelik uzak ve yakın noktalardan lacivert kubbeleri parlayan mescit, medrese, hanikah, imamzadelere, göğe uzanan silindirik gövdeli minarelere, perspektifte konunun kubbe resimlerine saray ve gişelere (pavyonlara uygun düşen), düzenlenecek bahçelere (çarbak), ince hafif, zarif kaplamalı, alçı süsleme ve oymalara ustaca daha iyi görüş alanı açıyordu.

XVI-XVII yüzyıl anıtsal yapılarının kompozisyon çözümünde geleneksel biçimlerin kalıcılaştırılması veya kökleştirilmesi, uzaysal kompozisyonlarda betimlenen önceki yüzyılların mimarisinden gelen ilişki karakteridir. Burada üstünlük önderliğe verilmiyor, yığınsallık, kârlılık, kesin, lokonik üyelenme, mimarî biçimlilik, rasyonel dağıtım amaca yönelikliliği (kervansaraylar, hamamlar), inşaat malzemelerinin tasarruflu kullanımına tercih ediliyor.

Mimarî yapıların içine mimarlarca yöneltilmiş yenilikler yapıların içini köklü şekilde değiştirmiştir. Yeni plastik çözüm yoluna yeni yaklaşım sırasında tonoz biçiminde-kubbe tavanların uzaysal sisteminde kesin rol oynamış girift figürlü kemer köşeliklerinin ve sucuncelere oturan kemerlerin harikulade ve çok çeşitliliği meydana çıkıyor ki, bu da yapı ve tesislerin iç kompozisyonlarına yansımaktadır.

Mimarlarca örgütlü şehircilik ilkelerinin gelişimine büyük özen gösteriliyordu. Uzaysal ortamın yapı grubu karakteri her bir yapının, özellikle de mimarlık konusu ağır basan yapıların vurgulanmış fonksiyonel önemliliği bulunan anıt yapıların uyumluluk bağlarıyla belirleniyordu. Yapı gruplarına özgü çizgilerinde büyük alanların pitoresk örgütlenme, insan endamı ile ortak ölçülebilirlik, doğa ile uyum beraberliği, arazisinin yüksek düzeyde hazırlanması, örgütlenmiş bölgede kitle ve hacmin mimarî dengesi, katı simetrinin olmayışı, yöneltim ilkesi, gözlemlenir. Üzerine söz edilen tüm yapı grupları kompleksi hayat ve dinî tasavvurlarda mühim rol oynamıştır.

XVII. yüzyıla doğru merkez tipli alanların öneminin artması mimarî yönden bezemeli alanların taksimatlı ve içboyutluluk-uzaysallık fikrine tabi tutulan her türlü ilginç ve çözüm kazanan şehir merkezî transformasyonu ile direkt ilgilidir. Tebriz, Gence şehirleri ve keza Bakü şehrindeki ticaret sokağı ortaçağ şehirleri unsurlarını birleştiren yaşamın başlıca yoğunlaşma merkezidir.

Mahalle mescidinin şehircilik çekirdeğinin ikametgah grupları gibi ortaya çıkışı kompozisyon olarak gayet küçük alanlarda uyumlu ve mahalle içinde yapılan binaların tipolojisini belirliyordu.

Azerbaycan mimarlığının benzersiz ortaçağ örneklerinde kendisinin parlak timsalini bulan yapılar grubu inşası ilkesi hemen XVII. yüzyıl sonlarına doğru belli bir biçim almıştı. Bağımsız mimarlık konusuna çevrilen yapılar grubu saraylar (Kazvin, Tebriz), anıtsal yapılar, (Kalehan, Hazer), ibadet mekanları (Gence, Ordubat) şeklinde inşa ediliyordu. Günümüze kadar kalmış olan ve bize özgün ve ilkel biçiminde ulaşan hanikah ve imamzade (Eher, Gence) söz konusu yapılar grubunun sonuncusuna, ibadet mekanı ve ziyaret yerleri dahil edilmektedir.

Erdebil’de bulunan (XIII-XVII yy.)-Azerbaycan mimarlarınca yapılan anıt yapılarından en enfes çizgileri, ustalıklı işlemleri, benzersizlikleri içinde bulunduran Şeyh Safi kompleksi, bir kutsal tapınak yeri olarak ortaçağ anıt mimarisinin emsalsiz örneğidir. Komplekse dahil binalar ve tesisler mimarî kompozisyonunda taksimat ilkeleri ve bütünlüğü sağlanmış hinekahın ilk çekirdeğine sonradan birleştirilmiştir.

Portallerle ayrılmış mimarî düzenli anıtsal avluların almaşıldığı, düzenli işlem yöntemleri ile çevrili duvarlar, bitkilerin düzenli yorumlanışı çarbak, sonuncu baş avluda aktiflik doruğuna varan tüm kompozisyonun toplayıcı karakteri duygusallığını programlaştıran tüm unsurlarının karşılıklı başlattığı ekselenel kompozisyonun dinamiğini belirliyordu. Mimarî düzenli saray onun kısa parçalarında üç taraftan inşa edilmiştir ve aynı parçalar üzerinde kompozisyon yönteminde iki anıt yapının muhteşem portalleri çift aynalı şekilde yansıtılmıştır, sarayın üçüncü tarafında ise tüm mimarî kuruluşu ile Şeyh Safi türbesinin (XIII. yy. mimar Evez Muhammet) başlıca rolünün vurgulandığı anma mescidinin (Kandil hane, XVI. yy.) anıtsal kompozisyonu ile kaplıdır.

Dahi mimar dördüncü mühim unsur olan avlu boşluğunu kaplayan okul tenha duvarları, tüm kompozisyonun modül ve ritminin “belirleyicisini, kutsal-saygıdeğer ihtiyarların ebedi yerleştikleri” cennet kulübelerini betimlercesine baştan başa bitkisel çinileri ile dokunmuş harika, enfes güzellikleri de öngörmüştür.

Fakat, asıl süs-dekorun zafer çaldığı yerde tüm mimarî etkinlik çözülmektedir. Bu resim yüzyıllar zarfında enfes halılar, porselenler, altın avizeler, lambalar, kıymetli, minyatürlü deri ve maroken ciltlerde kitap pariteleri ile tamamlanan dekoratif uygulamalı güzel sanat eşyalarının zengin koleksiyonu ile bütünleşir ve gelişir.

Burada çağlar, devirler uzaysallıklar, kültür-uygar dünyalar bir bütün içinde bağdaşmaktadırlar.

Dr. Rayihe B. AMENZADE

Azerbaycan Bilimler Akademisi Sanat Enstitüsü / Azerbaycan

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 8 Sayfa: 166-173


Dipnotlar :
[1] M. Useynov, L. Bretanskiy, A. Salamzade. İstoriya Arhitekturı Azerbaycana, Moskva, 1963.
[2] Giyasi Cefer Eli oğlu. Me’mar Hace Elişah Tebrizi. Bakı, 1997.
[3] Cefer Giyasi, Nizami Dövrü Me’marlıg Abideleri. Bakı, 1991.
[4] A. V. Salamzade, K. M. Mamed-zade. Pamyatniki Nahçıvanskoy Şkolı Azerbaydjanskogo Zodçestvo, Baku, 1995.
[5] A. B. Salamzade, E. V. Avalov. Aran Me’marlıg Mektebi Haggında Kitabda. E. B. Salamzade, K. M. Memmedzade “Arazboyu Abideler”, Baki, Elm, 1979.
[6] N. A. Vinogradova, T. P. Kaptereva, T. H. Starodub, Tradisionnoe İskusstvo Vostoka. Moskva, 1997.
[7] A. V. Salamzade. Arhitektura Azerbaycana, Baku, 1963.
[8] Rayihe Emenzade. Azerbaycan Me’marlığında Baştağlar. Bakı, 1995.
[9] Z. M. Bunyatov. Gosudarstvo Atabekov Azerbaycana, Baku, 1978.
[10] O. Aslanapa. Türk Sanatı. Ankara, 1990.
[11] Vilayet Kerimov. Oboronitelnoye Soorujeniya Azerbaycana, Baku, 1998.
[12] İbrahim Hakkı Konyalı, Konya Tarihi, 1964.
[13] Çönül Çantay. Anadolu Selçuklu ve Osmanlı darüşşifaları, Ankara, 1992.
[14] Cefer Giyasi. Yahın-Uzag Elerde, Bakı, 1985.
[15] V. G. Muradov. Gradostroitelstvo Azerbaycana XIII-XVI yy., Bakü, 1984.
[16] Muhammad ibn Hinduşah Nahçivani. Dastur al-katib Fi Tayyn al-maratib t. II, Moskva, 1976.
[17] Raşid-ad. Din. Cami-at-Tavarih, Baku, 1957.
[18] Ağababa Rzayev. Nesireddin Tusi. Heyatı, Elmi, Dünya görüşü, Bakı, 1996.
[19] L. Bretanskiy, A. Salamzade. O stroitelstve Observatorii v Marage, v kn. “İskusstvo Azerbaycana”, t. V, Baku, 1956.
[20] Hamdallah Kazvini, Nuzhat al-Kulub, Baku, 1983.
[21] Raşid-ad. Din. Perepiska, Moskva, 1971.
[22] Azerbaycanda neşriyyat işi, Bakı. 2000.
[23] G. A. Pugaçenkova, L. İ. Rempel. Vıdayuiesya Pamyatniki Arhitekturı Uzbekistana, Taşkent, 1958
[24] Ş. E. Ratiya. Meçet Bibi-Hanım v Samarkande, Moskva, 1950.
[25] Naşuhüs-silahi (matrakçı). Beyan-ı menazil-i sefer-i İrakeyn-i Sultan Süleyman Han, Ankara, 1976.
[26] B. Rudasenova. Zodçestvo Sentralnoy Azii. HI vek, Taşkent, 1976.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.