Büyük Nutuk » Bölüm: 10.1
GÖRÜNÜŞTE BİZİM İÇİN YUMUŞAK SANILAN BİR POLİTİKA İLE, BİZİ İÇTEN YIKMA TEŞEBBÜSÜ
Saygıdeğer Efendiler, burada bir an durarak bakışlarımızı İstanbul’a çevirelim. Damat Ferit Paşa Hükûmeti’nin her türlü düşmanla ortak olan «silâhla sonuç alma plânı» uygulamada başarı kazanamamıştı. İç isyanlara karşı koyduk ve direndik. Yunan taarruzu en sonunda bir hatta durdu.
Yunanlıların ondan sonraki hareketleri de sınırlı alanlar içinde kaldı. İç isyanlara ve Yunan cephesine karşı ciddî tedbirler almakta olduğumuz görülüyordu. İçeriden ve dışarıdan gelen silâhlı hücumların, özellikle Ankara’daki Millî Hükûmet’i sarsamayacağı anlaşılıyordu. Bu itibarla, İstanbul’un silâhlı saldırı politikası iflâs etmiş bulunuyordu.
Bunu değiştirip, yeniden uzlaşma politikasına döner gibi görünerek, bizi içerden yıkma politikası gütmenin daha yararlı olacağına inandıklarına hükmedilebilirdi. Tıpkı 1919 Eylülünde Damat Ferit Paşa’nın birinci çekilmesinden sonra, Ali Rıza Paşa Kabinesi’nin gelmesiyle olduğu gibi, görünüşte bizim için yumuşak sanılan bir politika ile, bizi içten yıkma teşebbüsü yenilenecekti.
Bundan sonraki mücadelelerimizde, İstanbul vasıtasıyla yapılan iç ve dış teşebbüsler, bizi güçsüzlüğe düşürecek telkinler ve Yunan ordusuyla olduğu kadar, fakat anlaşılması ve anlatılması daha güç şartlar içinde, içerideki bozgunculara karşı uğraştığımız da görülecektir.
İstanbul’da hükûmetin başına Tevfik Paşa getirildi. Kabinede Dahiliye Nâzırı olarak Ahmet İzzet ve Bahriye Nâzırı olarak Salih Paşa’lar bulunuyordu. Tevfik Paşa Kabinesi derhal bizimle temas ve ilişki kurmak istedi.
Bu görevi esas itibariyle Ahmet İzzet Paşa üzerine aldı. Saray kurmay hey’etinde bulunan bir subay, Ahmet İzzet Paşa tarafından bazı notlarla Ankara’ya gönderildi. Bu notlarda, eskisine bakarak daha elverişli şartlarla, söz gelişi, İzmir’de Osmanlı hakimiyeti altında Yunanlılar tarafından özel bir yönetim kurulmasının kabulü gibi şartlarla, bir barış yapma ümidinde bulundukları ve her şeyden önce, İstanbul Hükûmeti ile bir uzlaşmaya varmanın önemli olduğu bildiriliyordu.
Ahmet İzzet Paşa’nın ve içinde bulunduğu hükûmetin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Hükûmeti’nin nitelik ve yetkilerinden haberdar olmadıkları, hâlâ İstanbul Hükûmeti’ni sürdürmeyi ve bu yolla millet ve memleketin kaderiyle, ilgili sorunları çözmeyi düşündükleri görülüyordu.
Ahmet İzzet Paşa’ya ve Tevfik Paşa Kabinesi’ne durumu bildirmek ve kendilerini aydınlatmak maksadıyla, gereken bilgi ve görüşleri etraflı olarak yazdırıp Ankara’ya gelen özel memura verdik ve kendisini 8 Kasım 1920 tarihinde İnebolu’ya doğru yola çıkardık.
12 Kasım 1920 günü, Zonguldak’tan Yüzbaşı Kemal imzalı kısa bir telgraf aldım. Bunda, şifreli bir telgrafı çekmek üzere İstanbul’dan gönderildim, deniyordu. Söz konusu, şifreli telgraf, Dahiliye Nâzırı İzzet Paşa’nın imzasını taşıyordu. İstanbul’da 9 Ekim 1920 tarihinde yazılmıştı.
İSTANBUL’DA İKTİDAR MEVKİİNE GETİRİLEN TEVFİK PAŞA KABİNESİ ANKARA İLE TEMAS İMKÂNI ARIYOR
Bu telgrafta, İstanbul ile Zonguldak arasında Fransız telsizi ile haberleşmek üzere Fransız temsilcisinin izni alındığı bildirildikten sonra: «Hükûmet ile bir uzlaşma esası kabul edildi mi? Kabul edildiyse nerede buluşmanın mümkün olacağı ve hangi yolla gelmenin uygun düşeceği» sorulmakta idi.
İstanbul Posta ve Telgraf Genel Müdürü Orhan Şemsettin imzalı 11 Kasım 1920 tarihli bir emir de, Kastamonu Posta ve Telgraf Başmüdürlüğü’ne geliyordu. Bu emir, Ereğli Müdürlüğüne gönderilen ve resmi olmayan bir mektubun zarfından çıkıyordu. Emir aynen şudur:
Madde 1 – Anadolu ile hükûmet merkezi (İstanbul) arasında telgraf haberleşmelerinin bir an önce başlatılması gereklidir.
Madde 2 – Bu maksadın gerçekleştirilmesi için, bir taraftan Sapanca ile Geyve arasındaki ana hat üzerinde onarılabilecek durumda olan tellerin sür’atle kullanılabilir duruma getirilmesi, diğer taraftan da önemli yapım ve onarım çalışmalarını gerektiren İzmit, Kandıra, İncilli arasında yapım ve onarımına başlanması uygun görülmektedir.
Madde 3 – Sözü edilen onarımları yapmakla görevli olan İstanbul Fen Müfettişi Bekir Bey, emrinde bir başçavuş ve yeterince çavuşla İzmit’e harekete hazırdır.
Madde 4 – Ellerinde Dahiliye Nezareti yüksek makamının görev belgesini taşıyan bu memurlar, herhangi bir yerde onarım çalışmaları gereğini duyduklarında, tarafınızdan ilgili makamlarla haberleşilerek, kendilerine gereken yardımın sağlanması himmetlerinizden beklenmektedir. 11 Kasım 1920.
Bu telgraf üzerine gerekenlere verdiğimiz emir, İstanbul ile temas kurmaktan sakınılması ve telgraf hatlarını onarma bahanesiyle gelen olursa tutuklanması ile ilgiliydi.
Efendiler, İzzet Paşa’nın dolaylı olarak gönderdiği şifreli telgrafına cevap vermeyi, özel bir memurla gönderdiğimiz notların kendisince okunduğu haberini aldıktan sonraya bırakıyordum. İzzet Paşa’nın tarafımızdan, verilen bilgileri aldıktan sonra da görüşünde ısrar edip etmediğini anlamak istiyordum. Bu husus anlaşıldıktan sonra, İzzet Paşa’ya aracılar vasıtasıyla şu cevabı verdim:
Zâtıdevletleri ve Salim Paşa Hazretleri’nin de katılmaları gerekli olan hey’etle en kolay ve çabuk olarak Bilecik’te buluşmak mümkündür. İstanbul’dan ya Sapanca’ya kadar tren ve oradan otomobille veyahut da deniz yoluyla Bursa’ya ve oradan yine otomobille Bilecik’e teşrif buyurulabilir.
Bu yollar üzerinde şimdiden gerekenlere tebligat yapılmıştır. Yolculuğun, Aralık ayının ikisine kadar Bilecik’te bulunacak şekilde ayarlanmasına ve İstanbul’dan hangi tarihte hangi yolla hareket edileceğinin şimdiye kadar kullanılan vasıta ile Zonguldak’a bildirilmesini rica ederim. Yolculuğun mümkün olduğu kadar gösterişsiz yapılması hatırlatma kabilinden arz olunur. 25/26.11.1920.
Efendiler, İstanbul’da 23/24 Kasım 1920 tarihinde yazılan ve İstanbul’a varmış olan özel memurun imzasıyla İnebolu’ya gönderilen ve 27 Kasımda oradan Ankara’ya çekilen bir telgrafta, şu bilgiler veriliyordu:
«Bu gün 23.11.1920′de İzzet Paşa’nın yanında bulunduğum sırada, Hariciye Nâzırı, son siyasî durumla ilgili olarak aşağıdaki açıklamaları yapmıştır:
Yeni gelen İngiliz elçisi, Ermenistan, Gürcistan ve bir süre sonra, İzmir’le ilgili önemli konularda Osmanlı Hükûmeti lehine bir çözümün bulunacağını söylemiş. Bu elverişli durumdan yararlanarak memleketin geleceğinin sağlanabilmesi için büyük bir güçle çalışılarak fırsat kaçırılmamalıdır. Eğer Ankara, zaman kazanmak isteğindeyse bile, bir temas kurularak ilerideki kararlar birlikte alınmalıdır» dedikten sonra şu satırlar ekleniyor:
Açıklamalara ek olarak, İzzet Paşa, kendisine tarafımızdan gönderilen özetteki «şimdiye kadar yapılan mücadelelerin bugün bahşettiği ve sağladığı imkânlardan yararlanmak görevimizdir» cümlesine dayanarak: Eğer Anadolu gönderilecek hey’eti kabul etmezse, doğrudan doğruya benimle temas kurarak maksadımızı kendimiz kararlaştırmalıyız.
Bunu da kabul etmedikleri takdirde, söz konusu cümledeki görüşten vazgeçildiği anlaşılacağından, artık kabinede kalmayarak istifa edeceğini ve istersek İstanbul’u dikkate almayarak kendisinin de Anadolu’ya geleceğini söylemiş.»
Efendiler, aynı telgrafta, İstanbul basınında, İzzet Paşa’ya ait olduğu bildirilen şu demecin de yayınlandığı yazılıydı:
Hükûmetin Anadolu’ya özel bir memur göndermekten maksadı, Ankara’dakilerle bir temas kurulup kurulamayacağını anlatmak içindi. Oradan dönen memur, bu temasın kurulabileceğini anlattı ve haberleşme de yapılabildi. Elbette gereğinin yapılmasına çalışacağız.
Böyle bir demecin Anadolu’nun görüşüne uygun düşmeyeceği ve yalanlanması gerektiği ileri sürülmüş ise de, kabine bunu kabul etmemiş. Bununla birlikte İzzet Paşa, Tercümanı Hakikat gazetesine şu demeci de vermiş:
Memleketin yüksek çıkarları, şimdilik bu konuda basının susmasını gerektirmektedir. Bu bakımdan bir iki gün daha demeç vermekte mazuruz.
Efendiler, Tevfik Paşa, Ahmet İzzet Paşa, Salih Paşa, zamanın büyük adamları gibi tanınmışlardı. Millet bunları akıllı, tedbirli ve uzak görüşlü olarak biliyordu.
Bu sebeple Damat Ferit Paşa çekilip yerine, ileri gelenleri bu şahıslar olan bir kabine iş başına gelince, herkeste türlü türlü ümitler uyandı. Tevfik Paşa Kabinesi ilk anda Ankara ile temas ve ilişki kurmak isteyince, kamuoyunda iyi niyetine inanmamak için bir sebep görülemedi. Herkes Tevfik Paşa Kabinesi’nin iktidara gelmesini hayırlı saydı.
Bu kabinenin memleket ve milletin yüksek çıkarlarını gözetecek çare ve yolları bulmadan iktidara gelmiş olduğunu kabul etmek ve ettirmek gerçekten güçtü. Kaldı ki, kendileri de İstanbul çevrelerinde ve basında kullandıkları dille, kamuoyunu doğrulayacak bir tavır takınmış bulunuyorlardı.
BİLECİK GÖRÜŞMESİ KARARLAŞTIRILIYOR
Biz, gerçek durumun herkesin sandığı ve düşündüğü gibi olmadığına tamamen inanmış bulunuyorduk.
Ancak, İstanbul’un kurtuluş çaresi olarak ileri sürdüğü uzlaşma ve görüşme tekliflerini, kamuoyunu inandırmaya yarayacak şartları hazırlamadan reddetmeyi uygun bulmadık. Onun için, özellikle İzzet ve Salih Paşa’ların da içinde bulunacağı bir hey’etle Bilecik’te görüşmeyi uygun bulduk. Bu zatlarla görüştükten sonra, halkın bütün inanış ve görüşlerindeki yanlışlığın anlaşılacağına şüphem yoktu. Bir de, her ne olursa olsun, kamuoyunca yukarıda işaret ettiğim vasıfları ile tanınmış olan bu zatların, İstanbul’da hükûmet kurmalarının millî gaye için ne kadar zararlı olduğu meydandaydı.
Bu bakımdan, görüşmeden sonra da, kendilerinin İstanbul’a dönmelerine müsaade etmeme gereği bence normaldi. İşte bu düşüncelerledir ki, İzzet Paşa hey’etiyle Bilecik’te görüşme kararlaştırıldı. Görüşme 2 Aralıkta değil, fakat 5 Aralıkta oldu.
Efendiler, bu görüşmeyi beklerken, o güne kadar cephede ve Ankara’da geçen olayları da kısaca bilginize sunayım:
Efendiler, hatırlarsınız ki, İzzet Paşa’nın özel memurunun İnebolu üzerinden İstanbul’a hareket ettirildiği 8 Kasım 1920 günü, Fuat Paşa’nın Moskova Büyükelçiliği, İsmet ve Refet Paşa’ların da Batı Cephesi’nde görevlendirilmeleri kararlaştırılmıştı. İsmet Paşa ertesi gün cepheye hareket etti. 10 Kasımda göreve başladı.
O zamanlar Ethem Bey’in yakın arkadaşı bulunan bir zatın, Eskişehir’den 13 Kasım 1920 tarihli bir şifreli telgrafını aldım. Bu telgrafta deniliyordu ki:
Ethem Bey’in, Fuat Paşa Hazretleri’nin yanında Rusya’ya gideceği söylentisi cephede ve gerideki halk arasında kötü niyete yorulmaktadır. Bu gibi kimselerin çevrenizden uzaklaştırılması, zâtıdevletlerinin diktatörlük ilân edeceğiniz zannını uyandırmıştır…
Efendiler, Ethem ve kardeşlerinin Türkiye’den uzaklaşmaları, gerçekten Türkiye’nin de kendilerinin de yarar ve selâmeti bakımından yerindeydi. Bu sebeple, Fuat Paşa’ya, kendileri istedikleri takdirde, bunları da birlikte alıp uygun şekilde görevlendirilebileceklerini söylemiştim. Ethem Bey’in arkadaşı tarafından yazılan bu telgraftaki ifadelerin, yalnız arkadaşının düşüncesi olduğu ve gerçeğe uygun bulunduğu elbette kabul edilemezdi.
Çünkü ne cephenin ne de halkın, Ethem Bey’in Rusya’ya gönderilip gönderilmeyeceği konusu ile ilgisi yoktu. Özellikle: «ben diktatör olmak istiyorum; fakat Ethem ve benzerleri engeldir. Onun için bu gibileri uzaklaştırıyorum» zannından söz edilmesi büsbütün dikkatimi çekti.
ETHEM VE TEVFİK KARDEŞLERİN MUHALEFETE GEÇMESİ
ismet Paşa’nın cephede çalışmaya başlamasından sonra, Ethem Bey, rahatsızlığını ileri sürerek Ankara’ya geldi ve burada uzun süre oturdu. Onun yokluğunda, kardeşi Yüzbaşı Tevfik Bey, Ethem Bey’e vekâleten Kuva-yı Seyyare’nin başında komutanlık ediyordu.
Durumu gerektiği gibi aydınlatabilmek için, bir olaylar zincirinin bazı ana noktalarına işaret etmek uygun olur. Kuvve-i Seyyare Komutanlığı, Karacaşehir’de, kendisine bağlı olmak üzere, gizlice Karakeçili adında bir birlik kurmuştu. Bu kuruluş hakkında Batı Cephesi Komutanlığı’nın bilgisi yoktu.
Böyle bir birliğin varlığı 17 Kasım 1920′de tesadüfen öğrenildi. Cephe Komutanlığı’nın bu birliğin varlığı hakkında bilgi istemesi ve birliğin teftişe hazırlanması emri Ethem Bey tarafından yerine getirilmedi. Cephe Komutanlığı’nca, sivil işlere ve geri hizmetlere karışılmaması için verilen genel emre aykırı olarak, Kuvve-i Seyyare Komutanlığı, Kütahya bölgesinde, her şeyde gösterdiği müdahale ve zorbalığını daha da artırdı.
Cephe komutanı, Ethem Bey Kuvve-i Seyyare’sinin, öteki gezici kuvvetlerden ayrılması için «Birinci Kuvve-i Seyyare» diye adlandırılmasını emrettiği halde, Ethem Bey ve kardeşi, bunu dikkate almak şöyle dursun, bu emre rağmen kendi kendine «Umum Kuva-yı Seyyare ve Kütahya Havalisi Komutanı» şeklinde bir komutanlık durumu ortaya çıkardı.
Görülüyor ki, Ethem Bey ve kardeşi, emirleri altındaki birlikleri teftiş ettirmiyorlar, verilmemiş yetki ve ünvanları kendi kendilerine takınıyorlardı.
«Bütün Kuva-yı Seyyare Komutan Vekili Tevfik» imzasıyla 21 Kasım 1920′de Cephe Komutanlığı’na gelen bir raporda, «13′üncü düşman tümeninin Emîrfakıhlı, İlyasbey, Çardak, Umurbey üzerinden gelmekte olduğu» ve «kendi bölgesinde bulunan Gördeslilerin düşman askerini çağırdıkları» yolunda bilgi vardı.
Oysa, gerçekte ne düşman tümeni ilerliyordu ve ne de Türk halkı düşmanı çağırmıştı. Bu bilgilerin özel maksatlarla verildiği anlaşılacaktır. Müslüman halkın düşmanı çağırması yalnız bir tek sebeple açıklanabilirdi ki, o da tarafımızdan zulüm ve eziyet göreceklerine inanmalarıdır. İşte Cephe Komutanı, durumu bu noktadan ele alarak verdiği genel emirde demişti ki:
Muharebenin doğurduğu bunalım sırasındaki kızgınlıkların etkisiyle zorlayıcı sert tedbirler alınmasına kesinlikle engel olmak gerekir. Hainlikleri ne derece kesinlikle anlaşılmış olursa olsun, hiçbir köy asla yakılmayacak, halktan hiç kimse hiçbir birlik tarafından hiçbir suçla idam edilmeyecektir. Casuslukları ve daha başka suçları ortaya çıkmış kimselerin, göz altında İstiklal Mahkemeleri’ne gönderilmeleri gerekir.
Umum Kuva-yı Seyyare Komutan Vekili Tevfik Bey, bu emre de karşı çıktı.
Efendiler, düşman, kuvvetlerini toplu bulundurmak maksadıyla aldığı tertibat yüzünden, Kuva-yı Seyyare bölgesindeki bazı yerleri boşaltmıştı. Buralarda, sivil idare kuruluncaya kadar, halkın güven içinde idaresi için, hemen teşkilât kurulmasına lüzum vardı. Bu sebeple jandarma hizmetinde bulunmuş ve iyi halli tanınmış kimselerden seçilen yüz elli mevcutlu bir sahra jandarma bölüğü teşkil edilerek «Simav ve Bölgesi Komutanlığı» adı altında bir komutanlık kuruldu.
Bu komutanlık, sınırları belli bir bölge içinde güvenlik işlerine bakacaktı. Yarbay İbrahim Bey adında bir zatın görevlendirildiği bu komutanlığa yönetim ve inzibat bakımından bu bölgedeki askerlik şubeleri de bağlanacaktı.
Ordu birliklerinin ve Kuva-yı Seyyare’nin komutanları yalnız askerî harekâttan sorumlu olacaklardı. Bu bölge komutanlığının kurulması dolayısıyla, o bölge halkına, Cephe Komutanlığı tarafından yazılan bildiride: «Sizin her türlü dertlerinizi dinlemek, adaletli bir yönetim kurmak maksadıyla Simav’da bir Bölge Komutanlığı kuruyorum» cümlesi vardı.
Bu cümleyi, Kuva-yı Seyyare Komutanlığı tarafından kötüye yorulacağını göreceğiniz için, özellikle kaydediyorum.
Düşmandan kurtarılan bu kasabalar halkı, kurtuluş tarihinden başlayarak iki ay süreyle askerlik hizmetinden muaf tutulmuşlardı. Umum Kuva-yı Seyyare Komutan Vekili Tevfik Bey, birtakım düşünce ve sebeplerle bu bölge komutanlığına da itiraz etti.
Tevfik Bey, 23 Ekim 1920 tarihli bir raporunda: «Bir düşman tümeninin taarruzu üzerine, kuvvetlerini Gönen köyü kuzeyindeki sırtlara çektiğini» bildiriyor ve «sol kanadımda bulunan Cumburdu kesimini emniyete alınız» diyor.
Düşmanın ciddî bir taarruzu olmamıştır. Kuva-yı Seyyare Komutanlığı’nın maksadının, ordu birliklerini cepheye sürdürüp, kendi kuvvetlerini geride toplamak olduğu anlaşılmıştı.
Cephe Komutanı İsmet Paşa, Tevfik Bey’in verdiği bilgileri ciddiye alarak, gerekenlere gerektiği gibi emirler vermiş olmakla birlikte, kendisinden de, «taarruz eden düşmanın aşağı yukarı kaç top kullanmakta olduğunu» ve «Kuruköy’den yol boyunca Çamköy’e doğru bir düşman harekâtının yapılıp yapılmadığını» sordu ve Cumburdu vadisinin İslâmköy’e doğru emniyete alınmasının Güney Cephesi’ne ait olduğunu bildirdi.
Tevfik Bey, 24 Kasım 1920 tarihinde Cephe Komutanlığı’na yazdığı telgrafta iğneleyici birtakım sözlerden sonra, «bendeniz, kuzey ve güney cephelerinin her ikisinin de hükûmetin emrinde olduğunu sanıyorum. Mademki değildir, idaresizlik yüzünden, boş yere burada vatan evlâtlarını kırdıramayacağım.
Yirmi dört saate kadar sol kanadımız kuvvetli bir şekilde korunmadığı takdirde, Kuva-yı Seyyare’yi Efendiköprüsü civarına çekeceğim. Bu konuda sorumluluğun kime ait olduğunu hükûmet bulsun, Efendim» diyordu. Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, Kuva-yı Seyyare Komutanı’na cevap verdi ve dedi ki: «12′nci Kolordu, sol kanadımızdan kırk kilometre uzaktadır.
Bundan başka, geri çekilmiş olan düşmanı keskin taarruzla ve zorla yerinden atmak görevi birliklerimize verilmiştir. Bu bakımdan Kuva-yı Seyyare, düşmanı takip eden müstakil bir süvari tümeni durumundadır.
Düşmanın üstün kuvvetle taarruzlarına karşı yalnız başına tedbirler alır; düşman mevziî ve ciddî bir hareket yaptıkça, buna karşı kesin savaştan kaçınır. Bu görevler süvari tümenlerine verilir. Güney Cephesi’nde kuvvetli süvari birliği olmadığından, sizin cephenizi süvari kuvvetleri ile genişletmek mümkün değildir. Güney Cephesi Kuva-yı Seyyarelerle yalnız dış kanadından temas ve bağlantı sağlayabilir. Bu da lâzımdır. Kısacası, cephemiz iyi idare edilmektedir… v.b.»
Efendiler, Batı Cephesi Komutanlığı elbette ordunun kuvvet durumu ve miktarı ile ilgili bütçesini düzenlemek istiyordu. Bu maksatla 22/23 Kasım 1920′de bütün cephe birliklerinden kuvvetlerinin mevcudu ile ilgili muntazam birer liste istedi.
Cephe birliklerinin hepsinden cevap geldi. Kuva-yı Seyyare istenilen mevcut listesini göndermedi. Bu konuda cepheden istenen açıklamaya gelen cevapta, Tevfik Bey diyordu ki; «Kuva-yı Seyyare ne bir tümen ne de düzenli bir kuvvet haline getirilemez…
Bu serserilerin başına ne bir subay ne de askerî memuru koymak mümkün olmadığı gibi, kabul ettirilmesi de mümkün değildir.
Çünkü, subay gördüler mi Azrail görmüşçesine isyan ediyorlar. Bizim birliklerimiz Pehlivan Ağa, Ahmet Onbaşı, Sarı Mehmet, Halil Efe, Topal İsmail gibi adamlar tarafından idare edilmektedir. Bölük eminleri de yazdığını okuyamaz ve okuduğunu yazamaz adamlardandır. «Sen yapamıyorsun» diye bunların değiştirilmesi imkânı da yoktur. Kuva-yı Seyyare’nin şimdiye kadar olduğu gibi gelişigüzel idare edilmesi zarurîdir… Aslında, Kuva-yı Seyyare, disiplin ve düzene sokulmak şöyle dursun, böyle bir düşüncenin doğmakta olduğunu sezdiği anda dağılır. Rica ederim, bu yazdığım şeyleri bir şeye yormayınız…»