Büyük Nutuk » Bölüm: 6.5
Nihayet, 6 Mart günü kim ve ne olduğunu anlayamadığımız biri tarafından şu haber verildi:
İstanbul, 6.3.1920
Hey’et-i Temsiliye’ye
Sadrazamlığa, Bahriye Nâzırı Salih Paşa’nın getirildiği arz olunur.
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Genel Sekreter Vekili
Hâlit
Bu telgrafın arkasından da şu telgraf geldi:
Meclis-i Meb’usan, 6.3.1920
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne
Pek mukaddes Halife Hazretleri, şimdi Meclis-i Meb’usan Başkanı’nı yüksek huzurlarına kabul şerefini bahşederek, sadrazamlığı, Âyân Meclisi’nden eski Bahriye Nâzırı Salih Paşa’ya verdiklerini ferman buyurmuşlardır. Salih Paşa da kabineyi kurma işi ile meşgul bulunmakta olduğundan, bunalımın yarın akşama kadar tamamiyle ortadan kalkacağı bildirilir.
Meclis-i Meb’usan Başkanı
Celâlettin Arif
Efendiler, Rauf Bey’in de aynı günde fakat daha kabine başkanı belli olmadan verdiği bilgiler vardır. Dikkate değer olduğu için bu bilgileri veren telgrafı olduğu gibi bilginize sunuyorum:
Kişiye özel, çok ivedi
Dakika geciktirilemez. Harbiye Nezareti, 6.3.1920
Ankara’da 20′nci Kolordu Komutanlığı’na
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne:
1 – Dün gece İzzet ve Salih Paşa’larla görüştüm. Her ikisine de sadrazamlık teklifi yapılmamıştır. Vekâlet eden, kabinede kimin yer alacağını bilmiyor.
Eski Dahiliye Nâzırı Reşit Bey’in, Saray’la Fransız ve İngiliz elçilikleri arasında mekik dokuduğu inanılır kaynaklardan haber alınmıştır. Bir söylentiye göre, kendisi sadrazamlığa getirilecektir. Önceki gece Padişah, Tevfik Paşa’yı kabul etti. Daha sonra Ferit Paşa’yı kabul ederek saat 17.00’den 22.00′ye kadar görüştü.
Dünkü cuma günü Baltalimanı’nda, Ali Kemal ve eski Dahiliye Nâzırı Mehmet Ali de bulunduğu halde, uzun görüşmeler yapıldı. Daha sonra Rahip Frew’unda katılmasıyla görüşmeler Ali Kemal’in evinde devam etti. Celâlettin Arif Bey, dün 16.00′da huzura kabul edildi. Bugünkü bunalımın devama tahammülü olmadığından, milletin ve milletvekillerinin güvenini kazanabilecek bir kabinenin bir an önce iş başına getirilmesi konusundaki ısrarlı maruzata karşı, Padişah, durumun nezaketini aynı şekilde kavradığını ve Kuva-yı Milliye’nin gereğini belirttikten sonra, içeride ve dışarıda güven uyandırabilecek bir kimsenin atanmasının pek acele yapılamayacağı ve pazara kadar düşünmek gerektiği şeklinde cevap vermişler.
Yukarıda bilginize sunulan hususlardan edindiğim şahsî sezgim, Padişah’ın İngilizler ile konuşmakta ve yazışmakta olduğu ve Londra’dan cevap beklemekte bulunduğu kanaatını vermektedir. Her halde durum pek bunalımlıdır. İngilizlerden ümitli olurlarsa, Ferit Paşa’nın sadrazamlığa getirilmesi de uzak bir ihtimal değildir.
Kısacası, şimdiye kadar Padişah doğrudan doğruya Tevfik ve Ferit Paşa’lardan başka kimseyi kabul etmemiş ve Ferit Paşa ile görüşmesi de gizli olmuştur. Saray’ın adamlarından, güvendiğinizi bildiğim bir zat, Perşembe günü, Padişah’ın pek yakınları adına bendenizi özel olarak gördü ve düşüncemi sordu. Cevap olarak, bugünkü durumu saltanat, devlet ve millet yararına yürütebilecek kimsenin, zâtıdevletleri olabileceğini, fakat şu sırada işgal altındaki İstanbul’a dönmeniz mümkün olamayacağına göre, İzzet Paşa’nın iş başına geçmesi gereğini açık bir dille söyledim.
Salih Paşa, Meclisin kapatılması ihtimalinin bulunduğunu da ima ediyor. Birinci Başkan Vekili Hüseyin Kâzım Bey’in de Saray ve İngilizler ile Meclis adına dolap çevirdiği anlaşılıyor. Bilgilerinize sunulur.
Celâlettin Arif Bey, bugün saraya gidecek. Durumu pek açık bir şekilde Padişah’a anlatacak. Muhalifleri iktidar mevkiine getirirse, Anadolu’daki teşkilâtın sarsılacağını ve böylece, Doğu’daki, sonuç olarak kendileri için zararlı olacak prensiplerin memleketimize gireceğini ve halifeliğin Müslümanların gözünde düşeceği durumu açıklayacak ve Anadolu’dan millî teşkilât merkezlerinden bu konuda gelmiş olan bütün telgrafları gösterecek ve bu konu ile ilgili olarak ayrıca yazılı bir rapor da sunacaktır. Rapor birlikte yazılmıştır. Suretini daha sonra takdim ederiz (Rauf).
2 – Bu telgraf, 6.3.1920 günü öğleden sonra saat 17.15′te Harbiye telgrafhanesine verilmiştir.
Harbiye Nezareti Başyaveri
Salih
Efendiler, Rauf Bey’in sadrazam bulmak söz konusu olurken, benden bahsetmesi elbette gereksizdi. Aramızda asla böyle bir şey konuşulmuş değildi. Ben, aslında İstanbul Hükûmeti’nin yaşayacağından ümitli değildim. Osmanlı Devleti’nin ömrünü tamamlamış olduğuna artık çoktan inanmıştım. Osmanlı Devleti’nin sadrazamlık makamına geçmek gibi zayıf ve anlamsız bir düşüncenin benim kafamda yeri olamayacağı tabiî idi. Ben gelip geçmesi tabiî olan inkılâp safhalarını sakin bir şekilde takip ederken, yarının tedbirlerinden başka bir şey düşünmüyordum.
Rauf Bey, sözünü ettiği Celâlettin Arif Bey’in raporunun suretini de gönderdi (Belge: 245). Kabine kurulduktan sonra da şu bilgileri verdi:
Harbiye (Nezareti) 8.3.1920
20′nci Kolordu Komutan Vekilliğine
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne:
1 – Kabine şöyle kurulmuştur: Sadrazam Salih Paşa; Şeyhülislâm Dahiliye Nâzırı. Hariciye Nâzırı Safa Bey, Harbiye Nâzırı yerlerinde bırakılmış; Bahriye Nâzırlığına Salih Paşa vekil, Nafia Nâzırlığına Tevfik Bey asıl Maliye Nâzırlığına Tevfik Bey vekil. Devlet Şûrasına Abdurrahman Şeref Bey vekil, Maarif Nâzırlığına Abdurrahman Şeref Bey asıl, Evkaf Nâzırlığına eski Şeyhülislâm Ömer Hulûsi Efendi asıl olarak, Adliye Nâzırlığına Celâl Bey, Ticaret Nâzırlığına Defterhane Emini Ziya Bey.
2 – Celâl Bey’in tutumunu bilmiyoruz. Bu şekil Damat Ferit Paşa’ya zaman kazandırmak için sarayın bir tertibidir. Salih Paşa, bir bunalımı önlemek suretiyle vatana yararlı bir hizmet yaptığı inancındadır. Bizim düşüncemiz bu kabineye güvenoyu vermemektir. Bunu sağlamak için grupta çalışıyoruz. Ferit Paşa tehlikesi hâlâ vardır. Ona göre tedbirler alınması arz olunur.
3 – Dikkate değer bir nokta olarak şunu da arz edelim: Salih Paşa, Meclis-i Meb’usan içinden nâzır almanın imkânsızlığı anlaşıldıktan sonra, dışarıdan alınacak kimselerin tesbiti için grubun düşüncesini soracaktı. Sonradan, bundan vazgeçerek, adları bilginize sunulan kimselerden ibaret kabineyi kendiliğinden kurmuştur, efendim (Rauf).
Harbiye (Nezareti) Başyaveri
Salih
TRAKYA’DA CAFER TAYYAR BEY’İN TUTTUĞU YANLIŞ YOL
Efendiler, İstanbul bunalımı üzerine yaptığım açıklamalar epeyce uzadı. İstanbul’da zaten öteden beri süregelmekte olan durumdan, daha birçok şeyin ortaya çıktığına şahit olacağız.
Müsaade buyurursanız, tekrar İstanbul’a dönmek üzere, biraz da Edirne taraflarındaki duruma göz atalım. Şimdiye kadar yaptığım genel açıklamalar sırasında, yeri geldikçe Trakya’yı da teşkilât ve tasarılarımızın hiçbir vakit dışında tutmadığımızı anlattığımı sanırım. Edirne ile olan ilişki ve haberleşmelerimiz, memleketin her yeriyle olduğu gibi devam ettirilmekteydi.
Yapılan haberleşmelerimizdeki dikkate değer bazı noktaları yüksek hey’etinize açıklayarak bildirmek uygun olur:
1′inci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey, 31 Aralık 1919 tarihli pek etraflı bir raporunda, Trakya ve özellikle Batı Trakya’da Yunanlıların yaptıkları işleri ve giriştikleri teşebbüsleri pek güzel açıklıyordu. Bu olağanüstü çalışmalara karşı kendisinin gerektiği gibi tertibat alamadığından şikâyet ediyordu.
«Kolordusunun bu durumda ve ileride ortaya çıkabilecek olaylar karşısında, görevini yapmaya imkân verecek bir durum almasına General Milne’in müsaade etmediğinin, haberleşme sonunda anlaşıldığını» haber veriyordu (Belge: 246).
General Milne’in tertibat almamıza müsaade etmeyeceğine elbette şüphe yoktu. Bu açık gerçeği yazışma yoluyla anlamaya bilmem nasıl bir düşünce ve mantıkla kalkışılmıştı?
Cafer Tayyar Bey’e 3 Ocak 1920 tarihinde verdiğim talimatta, gönderdiğimiz gizli yönetmeliğe uyularak silâhlı birlikler kurulmasını yeniden hatırlattım. «Askerî durumun değiştirilmesi ile elde edilemeyen yararların bu şekilde elde edilmesi gerekir» dedim (Belge: 247).
Harbiye Nâzırı Cemal Paşa’ya da yine aynı tarihte durumdan bahsederek, Yunanlıların Doğu Trakya’da olsun, hazırlıklarına engel olmasını yazdım (Belge: 248).
Trakya Paşaeli Cemiyeti’nin gönderdiği raporlarda, gerektiği gibi teşkilât kurulamamakta olduğuna işaret ediliyor ve bazı yüksek dereceli memurlardan şikâyet ediliyordu (Belge: 249). Bu gibi memurlara, öteden beri bazı uyarılarda bulunuyordum (Belge: 250). Asıl şikayet Cafer Tayyar Bey’den gelmeye başladı. Örnek olarak, bununla ilgili olarak okuyacağım şu mektup bir fikir verebilir sanırım:
26.1.1920
Sayın Paşam,
Arif Bey’in, Trakyalılar hakkında söylediklerini doğrularım. Trakya Cemiyeti maddî güçle desteklenmemiştir. Maalesef Cafer Tayyar hepimizi aldatmış. En küçük bir teşkilâtlanmaya girmemiş, bir tek tüfekle bile silâhlandırma yolunu tutmamıştır. Cafer’i şahsını düşünmekle suçlarım. Bulgaristan olaylarından da tamamen habersiz, tam bir gaflet içindedir.
Son günlerde, Cafer’in tümenlerine gönderdiği yazılı bir emir tesadüf eseri olarak elimize geçti. Yunanlıların yaptıklarından ve niyetlerinden, bu durum karşısında, artık Müdafaa-i Hukuk talimatı uyarınca, millî teşkilâta başlamak gerekirken, komutanların bu konuda, subaylar vasıtasıyla halka yardım edip etmemek hakkındaki düşüncelerini soruyor. Artık düşününüz… Allah millî meselelerde aldatanları kahretsin. Fakat aldanmış olanlara da çok yazık!
Sonuç: Bulgar askeri Batı Trakya’yı boşaltarak gittiği, beş on memurla 150 – 200 jandarmadan başka kuvveti bulunmadığı halde, kendisinden ihtilâl ve savaşla vatanı savunmasını beklediğimiz Trakya bir şey yapamadı. Cafer bu durumun üzüntüsünü çekti mi bilmem.
Bu yüzden, artık Topçu İhsan’ı, Baytar Rasim’i (zeki, hareketli, ölçülü, kendisine güvenilir bir arkadaş) teşkilât kurmak üzere Trakya’ya göndereceğiz. Buradan silâh da göndereceğiz. Kör olası Cafer, yalnız bunları serbest bıraksın. Gölge etmesin başka ihsan istemeyiz.
Edirne hattını, İngilizler, kendi askerleriyle teslim alıyor. Yunanlılar Hadımköy, Çorlu, Lüleburgaz’da toplanıyor.
Bulgaristan kaynaşıyor. Yunan eşkiyalığı artmakta, halkın şikâyeti karşısında vali elini oğuşturmakta, Cafer âcizliğini göstermekte. Trakya’nın bolşevikliğe karşı yabancı kuvvetlerin yığınak yeri olması, Bulgarların saldırılarına uğraması beklenebilir. Orada kuvvetli bir pençe ve beyin lâzım. Ne Cafer ne vali bu işin ehli de değillerdir, fedakâr da değillerdir.
İşte durum budur. Ben bunlarla çok uğraşıyorum. Geçen gün bir şifrenizi almış, pek üzülmüş ve şifre ile açıklama rica etmiştim. Cevap alamadım. Paşam, şahsî bir siyaset güttüğümü mü zannediyorsunuz? Yoksa maksadı kavramayacak, durumu etraflı olarak anlamayacak ahmaklardan olduğumu mu zannediyorsunuz? Her iki durumu da protesto ederim. İnancım ve gayem birdir.
Hiç şaşmadan yürüyorum. Yalnız, başka bir şey düşünüyor da bana söylemek istemiyorsanız, ona bir şey demem.
Açıkça bildirmenizi rica ederim. Sert ve azarlayıcı sözlere son derece üzülürüm. Bu, beni çalışmaktan alıkoymaz. Beni muhalefete geçirmez. Fakat, arada pekâlâ bir kişilik meselesi doğurabilir.
Buna dikkatinizi çeker, bir gerçek ortaya çıkmadan ve benim neler çektiğimi anlamadan teşebbüslerde bulunmamanızın, mevkiinizden beklenen ve hiç ihmal götürmeyecek olan incelik ve yumuşaklık gereği olduğunu, şuracıkta belirtmeme müsaade buyurunuz. Saygılarımı sunar, başarılar dilerim Paşam.
Vasıf
Efendiler, Edirne’den gelen yazılardan ve raporlardan, bence, yanlış bir görüş takip edildiği anlaşılıyordu. Şimdi okunan mektupta da bu yanlış görüşün benimsendiğini gösteren cümleler vardır. Bu yanlış tutumu düzeltmek için, öteden beri belirtilen görüşlerimizi, 3 Şubat 1920 tarihinde Cafer Tayyar Paşa’ya ve İstanbul’da Rauf Bey’e bir kez daha bildirdim.
Tekrar ettiğim görüş şuydu:
Doğu ve Batı Trakya’nın millî bir bütün olarak tasavvur ve ifadesi doğru bir politika değildir. Doğu Trakya, itiraz ve tartışma kabul etmez şekilde yurdumuzun bir parçasıdır. Batı Trakya ise, bir antlaşma ile daha önce terkedilmiş olan bir bölgedir.
Olsa olsa, Doğu Trakya, Batı Trakya’nın kurtarılmasına çalışanların bir hareket üssü olabilir.
Doğu ve Batı Trakya’nın birliği üzerinde ısrarla direnmek, Doğu Trakya üzerinde de bazı iddiaların ileri sürülmesine yol açabilir.
Bulgarların da Adalar Denizi’nde iktisadî bir çıkış kapısı istemeleri, üzerinde ayrıca düşünülmeye değer. Bulgaristan içinde bu bakımdan gayret sarfedilmelidir (Belge: 251).
Cafer Tayyar Paşa da, memurlardan, ileri gelenlerden ve halktan şikâyet ediyordu. 7/8 Mart 1920 tarihli bir şifresinde, «bizde halk her işi hükûmetten beklemekte; sivil idare âmirlerinin nemelâzımcı tutumları yüzünden millî teşkilât yüksek emirlerinize uygun olarak kurulamamaktadır.
İl sınırları içinde sık sık yapmakta olduğum teftişlerde, özellikle köylülerle sıkı temas kurmaktayım… Fakat, her köye gitmek mümkün olamıyor». «Teşkilâtın köklü ve yaygın olması hepimizin ortak isteği olup, bunun da ileri sürülen sakıncaların ortadan kaldırılmasına çalışmakla gerçekleştirilebileceği bilgilerinize sunulur» diyordu (Belge: 252).
Efendiler, General Milne, Cafer Tayyar Paşa’ya askerî durumu değiştirtmiyor. Vali ve mutasarrıflar tarafsız kalıyor. Her işi hükûmetten bekleyen halka, millî teşkilâtın kurulmasında yardım ve öncülük etmiyorlar. Bu sakıncalar giderilmedikçe, teşkilâtın köklenip yaygınlaşması da mümkün görülmüyor.
KARAKOL CEMİYETİ İSTANBUL’DA TEŞKİLÂTINI GENİŞLETMEYE ÇALIŞIYOR
Efendiler başka bir münasebetle Karakol Cemiyeti’nden ve onun çalışmalarını yasaklama konusundaki teşebbüslerimizden bahsetmiştim. Bu cemiyetin İstanbul’da hâlâ teşkilâtını genişletmeye çalıştığı anlaşılıyordu. Yeniden şöyle bir uyarıda bulunmak gerekti:
Yazı ile 12.3.1920
Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı
Albay Şevket Beyefendi’ye
İstanbul’da bulunan teşkilâtımızın gayeye hizmet konusunda yetersiz olduğu anlaşılmaktadır. Çeşitli zamanlarda ve özellikle bugünlerde Ankara’ya gelen ve durumu bilen bazı kimselerin verdiği bilgilere göre, bundaki başarısızlık sebebi, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti teşkilâtı adı altında Karakol Cemiyeti tüzüğünün uygulanmaya çalışılmasından ileri gelmektedir.
Karakol Cemiyeti’nin tüzüğü, birçok kimseyi teşkilâtla ilişki kurmaktan ürkütmüştür. Bu sebeple, Müdafaa-i Hukuk Teşkilâtı Tüzüğü’nün esaslarına göre teşkilâtlanmak, özellikle İstanbul için yeterlidir.
Çünkü, İstanbul’da asıl gücü fikir akımlarını birleştirmede aramalıdır. İstanbul’da fiilî hareketler ve özel teşebbüsler için kurulacak silâhlı teşkilâtta bile, Müdafaa-i Hukuk Tüzüğü ekinin uygulanması gerekir.
İstanbul Merkez Hey’eti’nin ve ona bağlı şubelerdeki yönetim kurullarının ortaya çıkmasında bir sakınca görülüyorsa, bu kurullara girecek olan kimseler şahıslarını gizli tutabilirler.
Bu esaslar çerçevesinde kurulmuş ve kurulacak olan teşkilâtın ve bunların merkez hey’etleri ile yönetim kurullarını oluşturan kimselerin adlarının güvenilir bir vasıta ile gönderilmesine yüksek lûtuf ve yardımları özellikle istirham olunur efendim.
Hey’et-i Temsiliye adına
Mustafa Kemal
İSTANBUL’DAKİ KUVA-YI MİLLİYE BAŞKANLARININ TUTUKLANMASI HAKKINDA LONDRA’DAN GELEN EMİR
Şimdi, isterseniz yeniden İstanbul’a dönelim. 11 Mart 1920 tarihli bir telgrafta, Rauf Bey şu bilgileri veriyordu: 10 Mart 1920 günü öğleden sonra, İtilâf Devletleri’nin temsilcileri toplanmışlar.
Londra’dan gelen ve İstanbul’daki Kuva-yı Milliye başkanlarının tutuklanması emrini içine alan bir meseleyi görüşmüşler ve emri yerine getirmeye karar vermişler. Bu bilgi, güvenilir bir kimseye sağlam bir kaynaktan gizlice verilmiş ve bu gibi kimselerin bir an önce İstanbul’dan uzaklaşmaları gereği bildirilmiş. Bu durumu çeşitli ihtimallere göre değerlendirdikten sonra, işin sonuna kadar İstanbul’da kalarak namus görevini yerine getirmeye karar vermişler.
Sadrazam Salih Paşa, bu duruma bile bile yol açmaktaymış. Onun için kabineyi düşürmeye çalışacaklarmış. Başaracaklarına da güveniyorlarmış (Belge : 253).
Rauf Bey’in, bu telgrafın arkasından aynı gün gelen kısa bir telgrafında, «son arz ettiğimiz hususlar ve hükûmetin durumu hakkında bir türlü düşüncelerinizi öğrenemediğimizden, telgrafın size ulaşmamış olmasından ve sağlığınızdan haklı olarak endişe ediyorum. Cevabınızı bekliyoruz.» denilmekteydi.
Rauf Bey’e ve bilgi için 15′inci ve 3′üncü Kolordulara 11 Mart tarihinde şu bilgileri vermiştim:
11.3.1920
Dün akşam, yani 10/11 Mart 1920′de, Ankara’da Fransız temsilcisi Yüzbaşı Boizeau (Buazo)’nun tercümanı olup bize öteden beri gizli haberler getiren biri Ankara’daki İngiliz temsilcisi Withall (Vitol)’ün, aldığı bir telgraf üzerine, bütün eşyası, ağırlıkları ve yanındaki adamlarıyla birlikte bugün Ankara’dan ayrılarak İstanbul’a hareket edeceğini ve bu trenden sonra, demiryolu ulaşımının İngilizlerce durdurulacağını ihbar etti.
Adı geçen Withall, bugün gerçekten haber verildiği şekilde yola çıktı. Bu bakımdan tren seferlerinin de kesilmesi kuvvetle tahmin edilmektedir. Bu durumun, İstanbul’da İtilâf Devletleri’nce alınan tedbirlerle ilgili bulunduğuna şüphe yoktur.
Mustafa Kemal
Rauf Bey’in son telgrafına da şu cevabı vermiştim:
Kabineye güvensizlik oyu vererek, sizlerin bir hücuma geçmeniz o kadar kuvvetli bir sebebe dayandırılamayacaktır. Grubun dayanışma ve direnme derecesi ile işbirliği yapma konusundaki kesin tutumu üzerinde açık bir düşünce ve kanaata varmadıkça, Salih Paşa’nın Grup Yönetim Kurulu’yla görüşmeden hareket etmesini, bir şartlılık meselesi yapma hususundaki kararınız hakkında hiçbir fikir ileri süremem.
İngilizlerin tutuklama kararına karşı, Meclis’in, cesaretle sonuna kadar görevine devamı pek yararlı ve parlaktır. Ancak, sizinle birlikte, kendileri ileriki teşebbüs ve çalışmalarımız için çok gerekli olan arkadaşların sonunda bize katılmalarını sağlayacak çarelerin düşünülmüş ve bulunmuş olması şarttır.
Aksi takdirde, grubun birlik halinde ve kararlılık içinde hareketini düzenleyebilecek kimselerin şimdiden görevlendirilmesi ve sizlerin hemen buraya gelmeniz gerekir. Buraya gelecek kimseler arasında, memleketi temsil edebilme niteliğini taşıyanlarla, gerektiğinde hükûmet kurabilecek ve yönetebilecek değerde olanların bulunması önemlidir. İtilâf Devletleri’nin zorlayıcı tedbirlere başvuracaklarına şüphe yoktur… v. b. (Belge: 254).
Efendiler, Rauf Bey’i ve öteki şahısları tam zamanında çağırmış olduğumuz, olaylarla hem de üç dört gün geçmeden belli oldu. Ancak, ne yazık ki, bu davetimiz, gereken önem ve ciddiyetle dikkate alınacak değerde görülemedi. Rauf Bey ve Vasıf Bey gibi kimseler, en sonunda büyük bir uysallıkla Malta’ya gittiler. Bu durumu biliyorsunuz.
Son dakikaya kadar Anadolu’ya geçmek ve Ankara’ya gelmek fırsat ve tedbirlerinin bazı bazı arkadaşlar tarafından hazırlandığı ve sağlandığı bana anlatılmıştır. Eğer böyle idiyse, bu kimselerin Ankara’ya gelmeye razı olmayıp İngilizlere teslim olmayı ve Malta’ya gitmeyi tercih etmelerindeki sebep ve özür, cidden incelenmeye değer.
Gerçekten, Türkiye’nin durumunun ve geleceğinin şüpheli, karanlık, tehlikeli görüldüğü varsayımına göre, bu karanlık tehlike içine atılacakların, korkunç ve müthiş bir sonla karşılaşma kuruntusunun etkisi ile en sonunda bir süre kalmak üzere, düşmana teslim olmayı daha uygun bulacakları gözden uzak tutulamaz. Bununla birlikte, ben burada böyle ağır bir yargıya varmaktan çekinirim. Bu düşünceyledir ki, bu şahısları Malta zindanlarından kurtarmak için her fırsattan yararlanarak mümkün olan teşebbüslerde bulunmaktan geri durmadım.