Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Büyük Nutuk » Bölüm: 11.4

0 13.886

TEVFİK PAŞA VE ARKADAŞLARI ANADOLU’YU İSTANBUL HÜKÛMETİ’NE BAĞLAMAYA ÇALIŞIYORLAR

Tevfik Paşa, kabinesini toplamış, cevap verdi. Bunu da olduğu gibi bilginize sunacağım:

İstanbul, 29.1.1921

Ankara’da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne

İlgi: 28 Ocak 1921 tarihli üç ayrı telgrafları.

Bugünkü Hükûmet, İstanbul ile Anadolu’nun birleşmesindeki menfaatlere öteden beri değer verdiğinden bu maksatla iş başına gelmiş ve şimdiye kadar bu uğurda çalışmıştır.

Milletin hâkimiyet haklarını korumak için sarf ettiğiniz emeklerin ve verdiğiniz kurbanların, karşısında bulunduğumuz elverişli durumu yarattığına, onda büyük ölçüde etkisi olduğuna inanıyoruz. Bu sebeple millete bir yarar sağlayacak olan tekliflerinizi kabule hazırız. Bu bakımdan bildirdiğiniz hususlarla ilgili görüşlerimizi aşağıda açıklıyorum:

Konferansa dolaylı olarak çağrılmanız tabiîdir. Çünkü İtilâf Devletleri’nin temsilcileri buradadır. Bu bakımdan durumun, İstanbul’da bulunan ve sizinle işbirliği yapmaya çalışan bir hükûmet vasıtasıyla bildirilmesi pek tabiî görülmelidir.

Şimdiye kadar Anadolu’yu tanımaya bile lüzum görmeyen Avrupa hükûmetlerinin, özellikle Anadolu delegelerinin konferansta bulunmasını şart koşmaları, sevindiricidir. Bu bakımdan, bir şekil meselesine takılarak bu mutlu değişiklikten yararlanmamak, millete karşı üzerinize aldığınız görev ile asla bağdaşmaz.

Zaten aramızda birleştiğimiz ilân edildikten sonra, delegelerimiz ayrı gayrı değil, tekvücut demek olur. Delegeler kararlaştırılan esaslar çerçevesinde konuşacaklarına göre, bu konuda bir sakınca düşünülemez. Bundan dolayı devlet ve millete karşı yüklendiğimiz görev, bu tarihî anda, bize uzatılan elden yararlanmamızı kesinlikle emretmektedir.

Bundan kaçınmanın, Yunan iddiaları karşısında savunmasız kalınmasına ve memleketimizin daha uzun zaman harp felâketlerine sahne olmasına yol açacağı düşünülmelidir. Aslında, isteklerimizi konferans huzurunda öne sürmek ve hakkımızı Avrupa’da duyurmak, konferansın sonuçsuz kaldığı farzedilmiş olsa bile, yine zarar getirmez.

Zâtıâlilerinin ve arkadaşlarınızın vatanseverlikleri, bu fırsatın kaçırılmayacağının güvencesidir. Şimdiye kadar eski hükûmetlerce alınmış ve her iki taraf için kötü sonuç vermiş olan kararların kaldırılması tabiî olduğundan, aramızda artık ayrılık ve gayrılık kalmamıştır.

Ancak, İstanbul işgal altında bulunduğundan, burada hükûmet işlerinin büsbütün ve tamamen İtilâf Devletleri’nin eline geçmesine ve böylece antlaşmadaki İstanbul’la ilgili maddelerin yürürlüğe konmasına yol açacaktır.

Ayrıca, harp halinde bulunduğumuz Yunan askerlerinin su sırada İstanbul ve dolaylarında bulunuşu da, bu teklifleri uygulanamaz bir duruma getirmiştir. Kabinemizin iş başında kalma düşüncesiyle bu görüşlerin bir ilgisi bulunmadığı konusunda teminat vermeyi bile gereksiz bulurum.

Esasen bugün bir an önce çözülmesi gereken asıl sorun, vakti yaklaşmakta bulunan konferansa delegelerimizi yetiştirmekten ibarettir. Biz konferansta bulunmadığımız takdirde, Yunanlılar katılacaklarından, yokluğumuzda hüküm giymek ve dolayısıyla davamızı kaybetmek tehlikesi ile karşılaşacağımız için, bu konuda tarafımızdan sorumluluk kabul edilemeyeceğini bildirir; toplantı gününden önce konferansta bulunmak menfaatimiz gereği olacağından, delegelerinizin acele buraya gönderilmesini rica ederim.

Sadrazam

Tevfik

Saygıdeğer Efendiler, Tevfik Paşa ve hükûmeti, İstanbul ve Anadolu’nun birleşmesi için çalışmış olduğunu söylüyor. Doğrudur. Biz de aynı şey için çalışmakta idik. Şu farkla ki, Tevfik Paşa ve arkadaşları, Anadolu’yu, eskiden olduğu gibi İstanbul’a bağlamak ve tutsak etmek istiyordu.

Hem de düşman kuvvetlerinin işgali altında bulunan İstanbul’a… Tevfik Paşa ve arkadaşları Anadolu’yu İstanbul Hükûmeti’ne bağlamaya çalışıyor. Öyle bir hükûmete ki, dünyada varlığına göz yumuyorsa düşman emellerinin gerçekleşmesini kolaylaştırmaya yardımcı olacak nitelikte kabul edildiği içindi.

Tevfik Paşa ve arkadaşlarına göre, elverişli bir durumun doğmuş olmasında Anadolu mücadelesinin çok büyük etkisi vardı. Ama bu durumu yaratan yalnız Anadolu’nun mücadelesi değildir. İhtimal ki, bu ihtiyar diplomat, bu kerameti, kendisinin iktidar mevkiine gelmesinde hayal ediyordu.

Tevfik Paşa’ya şu şekilde cevap verdim.

Ankara, 30.1.1921 İstanbul’da Tevfik Paşa Hazretleri’ne

TEŞKİLÂT-I ESASİYE KANUNU’NUN TEMEL MADDELERİNİ TEVFİK PAŞA’YA BİLDİRDİM

27.1.1921 ve 28.1.1921 tarihlerinde yazdığım üç telgrafla yüksek şahsiyetlerine, gereken ve benimsenip uygulanması zarurî olan bütün hususları açıklık ve kesinlikle bildirmiş olduğuma inanıyorum.

Buna rağmen, 29 Ocak 1921 tarihli telgrafınızda durumun daha gereken anlayış ve isabetle değerlendirilmemekte olduğunu gördüm. Durumun önemi ve zamanın nezaketi dolayısıyla, yüksek şahsiyetleri ile birlikte sayın arkadaşlarınızın ve özellikle Zâtışâhâne’nin her bakımdan bir kez daha aydınlatılmalarına yardımcı olmanız bir görev hükmüne giriyor.

Düşünce ve değerlendirmelerinizden doğru sonuçlar alınmasını kolaylaştırmak maksadıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce kabul ve uygulanmakta olan Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun temel maddelerini aşağıda olduğu gibi bildiriyorum:

Teşkilât-ı Esasiye Kanunu

Temel Maddeler

1 – Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Yönetim şekli, halkın mukadderatını bizzat ve fiili olarak yönetmesi ilkesine dayanır.

2 – Yürütme kuvveti ve yasama yetkisi, milletin tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi’nde belirir ve toplanır.

3 – Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare edilir ve hükûmeti «Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti» adını taşır.

4 – Büyük Millet Meclisi, iller halkınca seçilmiş üyelerden oluşur.

5 – Büyük Millet Meclisi’nin seçimi iki yılda bir yapılır. Seçilen üyelerin üyelik süresi iki yıldır ve yeniden seçilmek mümkündür. Eski Meclis, yeni Meclis toplanıncaya kadar göreve devam eder. Yeni seçimlerin yapılmasına imkân görülmediği takdirde, görev süresi yalnız bir yıl uzatılabilir. Büyük Millet Meclisi üyelerinden herbiri, yalnız kendini seçen ilin ayrıca vekili olmayıp aynı zamanda bütün milletin vekilidir.

6 – Büyük Millet Meclisi’nin Genel Kurulu, Kasım başında, davetsiz toplanır.

7 – Şeriat hükümlerinin uygulanması, bütün kanunların yürürlüğe konması, değiştirilmesi, yürürlükten kaldırılması, antlaşma ve barış imzalanması ve vatan savunmasıyla ilgili savaş ilâm gibi temel haklar Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Kanun ve tüzüklerin düzenlenmesinde, halk için en yararlı ve zamanın ihtiyacına en elverişli fıkıh ve hukuk hükümleriyle, örf ve âdetler ve teamüller esas olarak alınır. Bakanlar Kurulu’nun görev ve sorumluluğu özel kanunla belirtilir.

8 – Büyük Millet Meclisi, hükûmeti oluşturan bakanlıkları, “özel kanun gereğince seçtiği bakanlar vasıtasıyla yönetir. Meclis, yürütme ile ilgili işlerde bakanlara görev tayin eder; gerekirse bunları değiştirir.

9 – Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu tarafından seçilen başkan, bir seçim dönemi süresince Büyük Millet Meclisi Başkanıdır. Bu sıfatla Meclis adına imza atmaya ve Bakanlar Kurulu kararlarını onaylamaya yetkilidir. Bakanlar Kurulu üyeleri içlerinden birini kendilerine başkan seçer. Ancak Büyük Millet Meclisi Başkanı, Bakanlar Kurulu’nun da tabiî başkanıdır.

10 – Teşkilât-ı Esasiye’nin bu maddelere aykırı düşmeyen hükümleri eskisi gibi yürürlüktedir.

Bizce, yukarıda saydığım temel maddelere aykırı hareket etme imkân ve yetkisinin bulunmadığını yüksek şahsiyetlerinin dikkatlerine önemle arz ederim. Meclis Başkanlığı ile başlayan haberleşmenizin, gerektirdiği işlemlerin yürütülmesi Bakanlar Kurulu’na bırakılmıştır, efendim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

Mustafa Kemal

İLK TEŞKİLÂT-I ESASİYE KANUNU’MUZUN TARİHÇESİ

Saygıdeğer Efendiler, bu telgrafımda temel maddeleri bildirilmiş olan Teşkilât-ı Esasiye Kanunu, bu tarihten henüz on gün önce, yani 20 Ocak 1921′de Meclis’ten çıkmıştı. Bu kanun, Meclis’in ve millî hükûmetin durum ve yetkisini, şekil ve niteliğini tespit ve ifade eden ilk kanundur. Meclis, 23 Nisan 1920′de açıldığına göre, bu ana kanunun Meclis’ten çıkarılabilmesi için dokuz ay kadar bir zamanın geçmesi zarurî olmuştu. Bu zaruretin nereden doğduğu hakkında bir fikir verebilmek için, müsaade buyurursanız kısa bir açıklamada bulunayım:

Bilindiği üzere, Meclis’in açılmasından hemen sonra, pek gerekli esasları içine alan bir önerge vermiştim. Meclis ve onun Bakanlar Kurulu, bu esasları ilk günden yürürlüğe koymuş ve uygulamaya başlamıştı. Bir yandan da, kurulmuş olan Temel Haklar Komisyonu (Hukuk-ı Esasiye Encümeni Anayasa Komisyonu), bu önerge metni esas almak üzere, bir kanun tasarısı hazırlamaya başladı. Nihayet dört aylık bir süre sonunda, bu Komisyon, «Büyük Millet Meclisi» nin Kuruluş ve İşleyişi ile İlgili Kanun Maddeleri (Büyük Millet Meclisi’nin Şekil ve Mahiyetine Dair Mevadd-ı Kanuniye)» başlıklı sekiz maddelik bir tasarıyı Meclis’e getirdi. 18 Ağustos 1920 tarihinde çok acele görüşülmesi kararıyla gündeme alınan bu kanun maddelerinin uzunca bir gerekçesi vardır.

Komisyon tutanağının, Büyük Millet Meclisi’nin tarifini yapan satırları arasında şu cümleler yazılıydı: «Halife ve Padişah’ın esareti ve diğer olayların da buna eklenmesi ile ortaya çıkan güçlük karşısında, kurulan Meclis’imizin sonsuz olarak bugünkü şekli ile devam etmesini kabul etmek, aşırı ve özel durumlara tabiî bir şekil vermek olur.

Halbuki, olağandışı durumların süreklilik kazanamayacağı bir kuraldır. Buna göre, çiğnenen hilâfet ve saltanat hakkı ile, millet ve vatanın istiklâli yeniden kazanılıncaya ve kabul ettirilinceye kadar bu durumun devamı, ancak, ana hedef olan bu kutsal gayelerin gerçekleşmesiyle Meclis’in tabiî bir duruma girmesi uygun görülmüştür. Onun için ikinci maddenin birinci fıkrası «amacın gerçekleşmesine kadar» şartına bağlanmıştır.

Gerçekten de, Meclis’in ne zamana kadar toplanmakta devam edeceği konusunda belirli bir süre ve sınır konmamıştı.

Bu sebepler ve bu görüş dolayısıyla, daha 1920 Ağustosunda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin durum ve niteliği bakımından devamlı olmadığı inancının hâkim olduğu anlaşılıyor.

Kanun maddelerinin birincisi de, «Büyük Millet Meclisi, yasama ve yürütme güçlerini kendinde toplar, devlet idaresini doğrudan doğruya ve tek başına ele almıştır» şeklindeydi. Bu madde ile Meclis’e verilen yetkinin bile, gerekçeye göre geçici olması lâzım geleceği tabiîydi. Niteliği bakımından geçici olan bir kuruluşun yetkisi de, var olduğu sürece mevcuttur.

Temel Haklar Komisyonu’nun görüş ve kararı Meclis’te olduğu gibi benimsendi. Hattâ Meclis üyelerinden birçoğu, maksadın açıklanmasında, Komisyon’un ifadelerini eksik bularak, bu ifadelere açıklık getirilmesi teklifinde bulundular. Dediler ki, birinci maddenin başına «Hilâfet ve Saltanat ile vatan ve milletin istiklâli kurtarılıncaya kadar…» şeklinde açıklık verecek ibareyi eklemek gerekir.

İkinci maddedeki «amacın gerçekleşmesine kadar» ifadesi yerine de, aynı açıklığın verilmesi gerektiği ileri sürüldü. Bu konu hayli tartışmalara yol açtı. Bazı milletvekilleri, yalnız, «hilâfet» kelimesini koyalım, «saltanat» ı da içine alır, dediler.

Bazı hoca efendiler, buna razı olmadılar. «Hilâfet manevî bir görevdir» görüşünü ileri sürdüler. «Hilâfet’te ruhbanlık yoktur» itirazına, hoca efendiler: «Saltanat, yalnız hükmettiği memleketleri içine alır. Hilâfet ise, bütün dünyadaki Müslümanları kapsar» diye cevap verdiler.

Bu tartışmalar günler ve günlerce devam etti. Çatışan görüşlerden biri açıktı: «Halife ve Padişah vardır ve var olacaktır. O var olunca, bugünkü durum, şekil ve yetki geçicidir. Hilâfet ve Saltanat makamı otoriteyi ele alıp faaliyete geçme fırsatını bulunca, siyasî teşkilâtla ilgili esasların ne olduğu bellidir, bilinmektedir.

O bakımdan yeni bir şey düşünmek söz konusu değildir. Hilâfet ve Saltanat makamı yeniden işler duruma gelinceye kadar, Ankara’ya toplanmış olan birtakım insanlar, geçici tedbirlerle çalışacaklardır.»

HİLÂFET VE SALTANAT KONULARI ÜZERİNDE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NDE YAPTIĞIM AÇIKLAMALAR

Buna karşı olan görüşte açıklık yoktu. «Saltanat millete geçmiştir, saltanat kalmamıştır; Hilâfet de saltanat demektir, o halde onun da varlığının bir anlamı yoktur» şeklinde açık ve kesin konuşulamıyordu. Otuz yedi gün sonra, 25 Eylülde, bir gizli oturumda, Meclis’e bazı açıklamalar yapmayı yararlı saydım. Ortaya atılan duygu ve düşüncelere gerekli cevapları verdikten sonra, başlıca şu görüşleri ileri sürmüştüm:

«Türk milletinin ve onun tek temsilcisi bulunan yüce Meclis’in, vatanın ve milletin istiklâlini, hayatını kurtarmaya çalışırken, hilâfet ve saltanatla, halife ve sultanla bu kadar çok meşgul olması sakıncalıdır. Şimdilik bunlardan hiç söz etmemek yüksek menfaatlerimiz gereğidir.

Eğer maksat, bugünkü Halife ve Padişah’a bağlılık ve sadakattan ayrılmadığını söylemek ve belirtmekse, bu zat hâindir.

Düşmanların vatan ve millet aleyhinde kullandıkları bir maşadır. Buna halife ve padişah deyince, millet onun emirlerine uyarak düşmanın emellerini yerine getirmek mecburiyetinde kalır.

Hâin veyahut makamının kudret ve yetkilerini kullanması yasaklanmış olan zat, zaten padişah ve halife olamaz. O halde «onu tahttan indirip yerine derhal diğerini seçeriz» demek istiyorsanız, buna da bugünün durum ve şartları elverişli değildir. Çünkü tahttan indirilmesi gereken zat, milletin yanında değil, düşmanların elindedir.

Onun varlığını yok sayarak bir diğerine itaat etmek tasavvur ediliyorsa, bugünkü halife ve sultan haklarından vazgeçmeyerek İstanbul’daki kabinesiyle, bugün olduğu gibi makamında oturup faaliyetini devam ettireceğine göre, millet ve yüce Meclis, asıl gayesini unutup da halifeler davasıyla mı uğraşacaktır? Ali ile Muaviye devrini mi yaşayacağız? Özet olarak, bu konu geniş, nazik ve önemlidir. Çözümü, bugünün işlerinden değildir.

Meseleyi kökünden çözmeye girişecek olursak, bugün içinden çıkamayız. Bunun da zamanı gelecektir.

Bugün koyacağımız kanunî esaslar, varlığımızı ve istiklâlimizi kurtaracak olan Millet Meclisi’ni ve milli hükûmeti güçlendirmeyi hedef almış bir anlam ve yetkiyi içine almalı ve ifade etmelidir.»

Efendiler, bu açıklamalarımdan bir hafta önce, ben de Meclis’e bir tasarı vermiştim. 13 Eylül 1921 tarihli olup siyasî, sosyal, idarî, askerî görüşleri özetleyen ve idarî teşkilât ile ilgili kararları içine alan bu tasarı, Meclis’in 18 Eylül 1921 tarihli toplantısında okundu. İşte, bu tarihten daha dört ay geçtikten sonra yürürlüğe giren ilk Teşkilât-ı Esasiye Kanunu bu tasarıdan çıkmıştır.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.