Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Bir Askerin Siperdeki İlk Gecesi

0 16.441

“Güneşe, fırtınalara, soğuk ve yağmura karşı korunmasız siperlerde çamur ve toz içinde günler geçiriyor fakat dünyanın bütün vasıta ve imkânlarına sahip düşmanlarıyla aslanlar gibi dövüşüyorlardı. Bu ne sessiz, bu ne gösterişsiz bir vatan sevgisiydi! Allah adını yürekten tekrarlayarak saldırganın üzerine atılıyordu. Düşmanları da onlara hayrandı.

Liman Von SANDERS

BİR ASKERİN SİPERDEKİ İLK GECESİ

Sevgili Kardeşim Müfit Necdet’e,

Başları göklere doğru uzanmış, dağların üzerinde kartallar gibi uçuşan bulutlar, altın kurdelelerle işlenirken muhitin sükûn ve sükût ile titreyen kalbinde, karanlıkları yaran, zulmetlere meydan okuyan bir seda yükseldi.

“Silah başına!…”

Bu emir birkaç şahısta, birkaç ağızda tekrar ederek, yansıdı. Artık gölgeler dolaşıyor, fısıltılar çoğalıyor, bazen kısa, sert ve keskin emirler duyuluyordu. Mahmur gözler, aslan yürekler, cesur yiğitler karşılaştıkça, bir nakarat gibi; “Düşman taarruz ediyormuş“ deniliyor ve bu cümleyi hafif alaycı bir tebessüm takip ediyordu. Hiçbir yerde, hiçbir kimsede olağanüstülük, heyecan görülmüyordu. Ölüme karşı gitmeye hazırlanan bu cesur kahramanlar üzerinde küçük bir tereddüt bile hissedilmiyordu. Yalnız sükûn ve intizamla çalışan, düşmana karşı koyacak, ölümle çarpışacak fakat vatanı kurtarmaya azmetmiş, milletin namusuyla eğlenen, yurdun, Türk’ün mukaddesatıyla eğlenen, küçük görmek isteyen düşmanı kahredecek, şanlı bir destan ve kahramanlık görülüyordu. Genç subaylar kılıçlarını kuşanıyor, azimkâr gözlerle düşman istikametindeki yıldızlardan haberler sezmeye uğraşıyordu.

Bunlar da benim gibi, hepsi de genç, hepsi de yeni terfi etmiş, henüz gençlik devresinin ateşli ihtiraslarını yenmeden, gençliğin zevk ve emellerine doymadan, vatanın bağrında, alçalmış çizmelerle, boşa yürüyen düşmana haddini bildirmek için, namuslarına tecavüz edilmiş milletdaşlarının, hakaret görmüş kardeşlerinin intikamını almak için, din için, namus için, vatan için istikballerini çiğneyerek yurdun istikbali uğrunda hudutlara koşmuşlardı.

Ay, doğudan nurlu saçlarını dökerek, altın ışıklarıyla yolumuzu aydınlattı. Kâinatın boşluklarında hüzünler, elemler dolaştı. Gözler ilerde, tüfekler omuzda herkesin kalbinde nur ve iman fikrinde, din ve vatan endişesi içerisinde, Kuzey Yıldızı’nın izini takip ederek ilerliyordu. Uzaklardan duyulan birkaç silâh sesi, gecenin sessiz hüznünü yırtarak etrafa dağıldı.

Önde cüretkâr adımlarla dinç, vakarlı subaylar, arkasında gözleri vatanın her tarafına sokulmak isteyen düşmana; şimşekler, ateşler saçan bir kıta. Bunlar ayaklarının hareketiyle meydana gelen küçük, hafif çıtırtıları duymayarak, mehtabın ışıklarından sabahın olduğunu hükmeden bülbüllerin ötüşlerine asla ehemmiyet vermeyerek, etrafın yeşil ormanlıkları arasından gösterilen istikamette, düşmanı kahretmek için ilerliyordu. Sert, kısa ve emredici bir ses, gecenin mahmur karanlığı üzerinde uçuştu.

“İstikamet 34 Nolu Savunma Noktası!…”

Başlar sola, ayaklar sola, mangalar sola döndü. Artık yüksek, çetin, çakıllı, manalı bir dağ tırmanılıyordu. Mesafenin verdiği yorgunlukla terleyen yüzümü, beyaz “Mim” markalı mendile silerken, kalbimde saklayamayacağım bir acı duydum. Ruhum ezildi. Gözlerimde hayaller, beynimde birer birer mazinin tatlı hatıraları dolaştı. Batıya döndüm, İstanbul’un beyaz ufuklarına doğru üç senedir hasret çektiğim bir mevcudiyetin hayaline yemin ettim.

“Vatanı düşman ayakları, camileri haç gölgeleri altında görmektense, genç hemşirelerin namusları ayak altına alınmak, ihtiyar annelerin beyaz saçları hakaret edilmektense, senin; özellikle senin, Ey güzel hayali; düşman kucağında çırpındığını duymaktansa, şu yüksek tepenin bulutlara karışmış zirvelerinde bayrağım gibi kırmızı kanlara boyanarak ölümü isterim” dedim.

Ettiğim bu yemini uzaklardan duyulan düşman mermilerinin boğuk sesleri tekit etti. Yüksek, hâkim semalara karışan tepenin oyulmuş bağrında girdiğimiz siperlerden; önümüzde gümüş pırıltılarla akan derenin parıltısı; tabiatın mehtap ile konuşması görülüyor ve hissediliyordu.

Önümüz toprak, arkamız toprak, her yanımız toprak ve kim bilir ihtimal birkaç saat sonra büsbütün bu topraklara gömülmek için hayata veda edecektik.

Fakat hayır! Mukaddesatımı çiğnemek isteyen, Kabe’me haçlar yerleştirmek isteyen, bu sefil düşman cesetlerinden kan abidesi ve zafer teşkil etmeden ölmeyeceğim. Gözlerimde beyaz ve güzel bir hayâl, ellerimde ölüm püsküren küçük ve yuvarlak bombalar olduğu hâlde yürüdüm ve atıldım. İlk bombayı sevgilim nâmına ateşlerken batıya, onun diyarına bulutlarla selâmlar, hürmetler yolladım.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.