Hasankeyf’de Artuklu, Eyyûbî, Akkoyunlu Ve Osmanlı Dönemi Mimarî Eserleri
Prof. Dr. M. Oluş Arık başkanlığında bir ekip tarafından Hasankeyf’de başlatılan kazı çalışmaları sonucu, bir çok soruya cevap bulunacaktır. İlk iskân edilmeye başlandığı dönemden, günümüze değin çeşitli milletlerin ve devletlerin egemenliğinde kalan Hasankeyf, bugün Batman’a bağlı bir ilçe konumundadır. Belirlenebilen ilk buluntular Urartu Dönemi’ne aittir. Daha erken çağlarda, özellikle mağara sakinleri tarafından iskân edilen yörenin kesin olarak kimliğini tespit etmek mümkün değildir. Kale’nin en üst kesiminde yer alan mezarlar, bu alanın, kutsal bir mekân olarak düşünüldüğünü kanıtlar. Roma ile İran arasında sık sık el değiştiren ve Roma’nın sınır kalelerinden biri olan Hasankeyf’de, bu dönemde bir şatonun yaptırıldığı da kayıtlarda belirtilmektedir. Bizans çağında Hıristiyanlar için yaptırılan kilise ve mağara kiliseler, İslâmi dönemde de varlıklarını sürdürebilmişlerdir.
VII. yüzyıldan itibaren Müslümanlarla tanışmaya başlayan yöre, Hamdanoğullarının, Mervanoğullarının Büyük Selçukluların ve nihayet Artukoğullarının hakimiyetine geçmiştir. Artukluların Hısnı Keyfa Kolu’na başkentlik yapan Hasankeyf’de ilk önemli eserlerle yapılaşmaya gidilmiştir. Bunlar arasında, Köprü, Büyük Saray, Güney Burç Saray (?) ve Kale’deki Ulu Cami’nin ilk yapılışını sayabiliriz. Bir buçuk asra yakın ayakta durmayı başarabilen bu kol, yöreye hakim olan Eyyûbîler tarafından tarih sahnesinden silinmiştir. Fakat Hasankeyf bu dönemde de önemini koruyabilmiş, Eyyûbî sultanlarının oturduğu, daha sonra Mısır’daki Eyyûbî Devleti’ne yollandığı bir merkez statüsünde kalabilmiştir. Kısa bir süre Akkoyunluların eline geçen Hasankeyf XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı topraklarına katılmıştır. Bugünkü mevcut yapılanmanın ağırlık noktasını Eyyûbî Dönemi eserleri oluşturmaktadır. Bu yıllara ait cami, medrese, türbe gibi yapılar, plân açısından değişik uygulamaların sergilendiği tipik örnekleri oluştururlar.
Artuklu Dönemi
Hasankeyf Kalesi
Yapım yılı-dönemi: Hısnı Keyfa veya Hasankeyf Kalesi’nin ilk iskan tarihini belirleyebilmek mümkün değildir. Urartu Dönemi’ne ait buluntular, yörenin M.Ö. IX. Yüzyılda yerleşime alan olduğunu göstermektedir. Bu tarihten sonra yöreye egemen her ulusun uğrak yeri olan Hasankeyf; Roma döneminden Osmanlı’ya kadar önemini korumuştur. Kaledeki mevcut eserler Artuklu, Eyyûbî ve daha sonrasına aittir. Kale kapılarından üçüncüsü üzerinde yer alan kitabe Eyyûbî Dönemi, 826 H. (1423 M.) yılını içermektedir. Dicle’nin güney kıyısında, sarp bir kayalık üzerine kurulan Hasankeyf Kalesi doğal bir korumaya sahiptir. Dört taraftan çok dik yamaçlara sahip kaya kütlesine insan eliyle açılmış iki yoldan çıkılır. Bu çıkışlardan en işlek olanı, anıtsal kapılarıyla doğudakidir. Fazla işlek olmayan diğer yol, daha sarp bir patikayla batıdan dar bir geçitle Dicle’ye bağlanır.
Orta kesimi yoğun bir yapılanmaya sahne olan kalenin, güneybatı tarafı, yerleşimin olmadığı, kutsal alan ve mezarlıktır. Sarnıç ve kanallar bu kesimdedir. Yer yer küçüklü, büyüklü burçların ve sur duvarlarının, kalenin korunmasından ziyade içerideki halkın emniyetini sağlamak için yapılmış olması gerekir. Kalenin en manzaralı ve sarp kısmına hükümdar ailesi yerleşmiştir. Kalenin doğu ve güneydoğusundaki vadide mağara iskânı olarak niteleyebileceğimiz çok sayıda ev ve işyeri mevcuttur. Kayalara oyulan evlerde XX. yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar yöre halkı oturmuştur. Yaklaşık 2000 kadar evin yer aldığı Kale, dar sokakları, üst üste binmiş evleri, iç içe açılan odaları, kuyuları sarnıçlarıyla tam bir Orta Çağ yerleşim yeri görünümündedir. Evlerin aralarında ibadet yapıları da bulunmaktadır. Evler, genelde ortada bir avluya açılan eyvan şeklinde bir bölümle burayla bağlantılı bir veya iki odadan ibarettir. Konutların çoğu kayaya oyulmuş olup, ön kısımları moloz taş, nadiren kesme taş ile örülüdür. Pek çok evin önünde kuyular bulunur. Hasankeyf Kalesi’nin belki de en önemli ve ilgi çekici bölümü, güney ucuna yakın kesimdeki yüksek tepedir. Yükseltinin zemininde, kayaya oyulmuş iki mezar ve libasyon çukuru dikkat çekicidir. Mezarlar Urartu geleneğini sürdürmesi açısından önemlidir. Kutsal alanın hemen güneyinde kalenin en önemli su tesisi yer alır. 50×8 m. boyutlarındaki dev sarnıç bir kanalla kalenin yerleşim yerine bağlanmıştır.
Kale Kapıları: Doğu Yol I. Kapı: Kaleye asıl çıkışın kuzeydoğu köşede, birkaç kapının sıralandığı dönemeçli yoldan olduğu görülmektedir. Derenin doğu ve batısında, sağlam taş duvar örgüsü görülmektedir. Bu denli kaliteli ve büyük taş malzeme diğer yapılarda görülmez. I. Kapının, burası olması gerekir. Tarihi kaynakta yedi kadar kapısından söz edilen Hasankeyf Kalesi’nin doğu kesiminde dört kapı günümüze ulaşabilmiştir. Doğu Yolu II. Kapı: Kaleye çıkış yolunun ilk dönemecinde yer alan II. Kapı büyük ölçüde tahrip olmuştur. Düzgün kesme taşlarla örülen kapının atkı taşının solunda yer alan aslan figürlü taş dikkati çeker. Kapıyı oluşturan malzemenin Kızlar Camisi’nden getirildiği kesindir.
Çünkü adı geçen Cami’nin, aynı özellikte bezekli taşları mevcuttur. Doğu Yolu III. Kapı: Dükkan sıraları önünden yukarı doğru çıkan yolun kuzey yöndeki kıvrımı üzerinde Kale kapıları içerisinde en muhteşemi ile karşılaşırız. Kapının giriş kısmı, atkı taşı ve alınlık süslemesiyle dikkat çeker. Alınlık üzerinde, tek bir satırdan oluşan ve üsten bir silme ile sınırlanan kitabe yer alır. Kapının üst kesiminde, iki göz halinde yağ dökme bacası görülmektedir. Doğu Yolu IV. Kapı: Batı kısmı tamamen yıkılmış olan kapı, kuruluşuyla bir öncekini hatırlatır. Son kale kapısının batı yönünü oluşturan yamaçta sur duvarlarının kalıntıları görülmektedir. Batı yolu: Kaleye çıkışı sağlayan ikinci bir yol Kale’nin batısında yer alır. Giriş, Dicle nehri kenarındaki kayaya oyulan bir yolla başlar.
Kayaya oyulan basamaklı bir tünel iki üç dönemeç sonra bir vadiye ulaşır. Bazen düz, bazen basamaklı yolla kapıya (Sır Kapısı) ulaşır. Kuzey yolu: Kalenin bir üçüncü çıkışı, -buna suya iniş yolu demek daha doğru olur- kuzey kesimdeki sarp yüzde bulunur. Doğrudan doğruya kalenin su ihtiyacını karşılamak maksadıyla açılmış bir yoldur. Özellikle Urartu yerleşim alanlarında görülen bu tür suya ulaşan tünellerin sayısı oldukça kabarıktır. Küçük Saray’ın batısında kaleye ulaşır. Suya inen bir diğer tünel, yine aynı yüzeyin, biraz daha batısında bulunmaktadır.
Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye