Osmanlı İmparatorluğu’nda Kadınların Sosyo-Ekonomik Statüsü: XIX. Yüzyılın Başlarında Yafa Kadınlarının Durumu
Osmanlı İmparatorluğu’nda kadınların ancak 1. Dünya Savaşı öncesinde önemli bir sosyo-ekonomik rol oynamaya başladığı ve beraberinde medeni hallerinde değişikliklerle karşılaşıldığı genel olarak kabul edilir. O zamana kadar, kadınlar medeni halde olduğu gibi sosyo-ekonomik konularda da büyük ölçüde ailelerindeki erkeklere bağımlıydılar. Bununla birlikte Osmanlı İmparatorluğu’ndaki on altıncı yüzyıldan on dokuzuncu yüzyıla kadar olan Şer’i mahkemelerinin kapsamlı incelenmesi kadınların ekonomiye, özellikle ticarete, etkin bir şekilde katıldığını ortaya koyuyor. Bazı durumlarda bu kadınlara Şer’i kanunlar ve geleneklere göre medeni hallerinde değişiklik yapma ve boşanma talebinde bulunmalarını sağladı.
Son yirmi yılda bilim adamları bu konuyu ele aldılar ve Müslüman kadınlarının XVII ve XVIII. yüzyılda bile Osmanlı yönetimi altında ekonomik hayatla ilgilerini ve medeni hallerinde değişiklik yapma yetkilerinin bulunduğunu kanıtlamaya çalıştılar. H. Gerber XVII. yüzyıldaki Bursa kadınları ve R. C. Jannings XVII. yüzyılın başlarındaki Kayseri kadınları üzerine olan çalışmalarında XX. yüzyıldan önceki İslam toplumunda kadınların Sosyo-ekonomik statüsünün ikinci planda olduğu yönündeki geleneksel görüşe karşı çıktılar. İkisi de sicillerdeki çalışmalara dayanarak Bursa ve Kayseri kadınlarının Sosyo-ekonomik hayatta etkin bir şekilde yer aldığını kanıtladılar.[1] Jannings bu iki şehrin mali hayatıyla Anadolu kadınlarının derin ilgisini Türk geleneklerinin etkisi olarak açıklamayı önerdi. Gerber, Jannings’in bu önerisine katılmakta tereddüt etti. Aşağıda tartışılan, XIX. yüzyılın baslarında Yafa sicili Gerber’in görüşünü destekliyor. Fariba Zarinebat şehri kadınların ekonomik hayata (faizle para verme, gayri-menkul alım satımı, ikametgâh birimleri, dükkanlar ve hamamlar kiralama) katıldıklarını doğruluyor.[2]
Bazı bilim adamları Khul olarak bilinen (ki bu boşanmada kocasının rızasını ve genellikle bir miktar ödemeyi ya da tazminatla boşanmayı gerektirir) ve kadınlar tarafından girişilen medeni hallerindeki değişikliklere dikkatlerini yönelttiler. Madeline C. Zilfi’nin yazdığına göre: “XVII ve XVIII. yüzyılda diğer yerlere nazaran İstanbul, Anadolu, Suriye, Kıbrıs, Mısır ve Filistin için mahkeme kayıtlarında Khul’da beklenmedik bir sıklık gözlenmiştir.[3] Genellikle kadının kocasına boşanmadan vazgeçmesi halinde çeyizinin tümünü ya da bir kısmını bırakması, boşanmayı takiben üç aylık ücret talebi ve eğer reşit olmayan çocuk varsa ayrıca ek olarak tazminat önerir. Bununla birlikte kadın Khul boşanma halinde reşit olmayan çocuğuna ödeme yapmakla yükümlüyse ve daha sonra ödeyemeyeceğini ispatlarsa, Ebu Su’ud dahil olmak üzere çeşitli Osmanlı müftülerinin fetvalarına göre eşi ödeme yapmak zorunda bırakabilir. Kadın ödeyebildiği zaman eşine geri ödemek zorundaydı.[4] Amira Sonbol, Judith E. Tucker ve diğerleri de aynı sonuca ulaşarak Khul’u tartıştılar:[5] Kadınlar şeriat tarafından dayatılan kısıtlamalara rağmen medeni hallerinde değişiklik yapabiliyorlardı: (a) evlendiği zaman, reşit değilse yetişkin yaşına ulaşma şartıyla boşanma talebinde bulunabiliyordu. (b) Kocası evlilik görevlerini yerine getiremiyorsa boşanabiliyordu. Elbetteki kadın, mahkemeyi kendi lehinde karar vermesine ikna etmek için sebeplerini ortaya koymak ve onları ispatlamak zorundaydı. Bununla birlikte, kadınlar (aşağıda belirtilen) mahkeme tarafından onaylanan çeşitli sebeplerle boşanma talebinde bulunabilirdi. Kadınlar mahkemede ya kendileri yer alırlardı ya da vekil yollarlardı, ancak, Zilfi’ye göre kadın ve erkek eşlerin çoğu mahkemede yer alırdı ve kendilerini savunurlardı.[6]
Bu makale, Yafa Kadı siciline dayanılarak on dokuzuncu yüzyılın başında Yafa ile bağlantılı olarak yukarıda belirtilen mevzuları konu alır. Makale, Arap geleneklerinin kadınların Yafa’daki ekonomik hayata olan yoğun ilgisine katkıda bulunduğunu ve kadınların mahkemeyi boşanma taleplerini onaylamaya ve hatta bazı dönemler için çocuklarının bakımının kendilerine bırakılmasına ikna etmek için ekonomik açıdan yeterince güçlü olduklarını ispatlamaya çalışacaktır.
Bu makalenin, Napolyon’un Yafa’yı kuşatması ve fethini takip eden yılları ele alması dikkat çekmektedir. Bu yok edici, yıkıcı ve kanlı bir işgaldi. Ayrıca, Fransa’nın Mısır’a olan müdahalesi 1801’de sona erdi. Fransa’nın bölgeyi boşaltmasının hemen ardından Yafa’nın kontrolü için Osmanlı kontrolündeki Mısır ve Suriye eyaletlerinin valileri arasında bir mücadele patlak verdi. Sonuçta Yafa’de bazı aksiliklerle karşılaşıldı.
Bununla birlikte şehir hızlı bir ekonomik iyileşme yaşadı. Napolyon’un Filistin’den çekilmesinin iki yıl sonrasında, Yafa’da kadınların da aralarında olduğu varlıklı vatandaşlar vardı. Belki de şehrin hemen yeniden yapılanması ve göçmenlerin akını yeni ekonomik fırsatlar yarattı ve kadın ve erkekten oluşan varlıklı grubun yeniden ortaya çıkmasına katkıda bulundu. Ticaret merkezi, liman şehri ve seyyahlar için ana geçit olmasının yanı sıra, Yafa’nın çevresine de hizmet eden bir sanayi merkezi olduğunu belirtmek gerekir. Yağ, un ve sabun gibi temel ürünlerin üretimine ev sahipliği yaptı.
Bu süreçte kadınların ilgisinin büyüklüğüne şöyle bir baktıktan sonra sırada evlilik ve boşanma istatistikleri vardır. Örneğin, 1800-1801’de[7] kırk evlilik ve otuz altı boşanma davası sicilde kayıtlıydı. Boşanma davalarının on sekizini kadınlar başlatmıştır. Bu kadınlar kocalarından boşanacak ve hatta çocuklarını büyütmenin mali sorumluluğunu üzerlerine alacak kadar varlıklıydılar. Böyle yaparak, eski kocalarından çocuğun bakımını almak için şeriata göre haklarından vazgeçtiler. Görülüyor ki kadınlar boşanma halinde haklarını içeren şeriat kurallarını iyi bilirdi ve şeri mahkemelere kendilerine olan güvenlerini sergilerlerdi. 1800-1801 yılında bazı davalarda boşanma için başvuru sebepleri şeriatta belirtilenlerdi. Bunların başında erkeğin eşlik görevlerini yerine getirememesidir. Ancak böyle olduğu doğrulanan davalarda bile kadınlar genellikle çeyizlerini kocalarına bırakarak belli bir miktarda parayı da kocalarına teklif etmek zorundaydılar. Bu ayrıcalığın sebebi Şeriattaki şarttı; boşanma talebi doğrulansa bile kadının kocasının rızasına ihtiyacı vardı ve kocası genellikle para karşılığı razı olurdu.
Kocanın uzun müddet evde olmaması da diğer bir boşanma sebebiydi. Kocasının uzun süreli evde olmadığını ve kendisini hiçbir destek olmadan -Hac durumunda olduğu gibi, parasız, malsız ve bazen evsiz- bırakmış olduğunu doğrulamak için kadının şahitlere ihtiyacı vardı.[8] Bazı durumlarda, kadının geçimini kazanabildiği ve çocuklarına bakabildiği görülürdü. Bazı geçimini sağlayamayan kadınlar mümkün olduğunca çabuk yeniden evlenmek için derhal boşanmakta ısrar ederdi. Ancak diğerleri varlıklıydı; iyi bir eş düşünür ve acele etmezdi.
Diğer kadınlar dolaylı yollardan boşanmaya girişirlerdi. Bu davalar kadın kocasıyla anlaşmazsa, adamın boşanmak için karısını tehdit ettiği tartışma ve münakaşaları gerektirirdi. Kadın anlaşmayı reddettiği anda boşanma mahkemenin onayıyla kendiliğinden yürürlüğe girerdi. Bu durumlarda mahkeme genellikle çeyiz, nafaka ve diğer mali destekleri için kadının haklarını desteklerdi. Aslında erkekler bu tür tehditlerde bulunurlarsa eşlerine bir fırsat verirlerdi: “Tartışmalarımız konusunda kadıyı bilgilendirirsen boşanırız…” “Benimle Bosna’ya yerleşmeye gelmezsen, [Mısır’da, başka bir davada] boşanırız…” Bu gibi bir talebe uymayı reddederek kadın boşanabilirdi.[9]
Mahkemede ve dışında kadınlar genellikle yakın akrabaları, babaları ya da profesyonel temsilcileri tarafından temsil edilirlerdi. Görüşmeler sırasında, yukarıda belirtildiği gibi kadınlar çeyizlerini kocalarına bırakmaya, çocuklarını büyütmenin mali sorumluluğunu kendileri üstlenmeye ve şeriata göre eski kocasının ödemek zorunda olduğu nafaka haklarından vazgeçmeye razı olurdu. Bazı kadınlar boşanmada anlaşmayı sağlamak için eski kocalarının kendilerine olan borçlarını bile affetmeye hazırlardı. Fatimah’ın davası buna bir örnektir:[10] hatta bazı kadınlar boşanmak için büyük miktarda para, mücevher veya altın ve gümüş paralar ödemek istiyorlardı.[11]
Boşanmak için, kutsal olarak kabul edilen Şer’i haklardan vazgeçmek ve boşanma hakkını bir bedel ödeyerek alabilmek, sadece bağımsız olarak yaşayabilecek ve çocuklarının geçimini temin edebilecek bir seçeneğe sahip kadınlar için tercih olabilirdi. Sicil kadının temel zenginlik kaynaklarının ikisini belirtiyor: (a) miras; (b) ekonomik faaliyet, başlıca ticaret.
Kadınlara büyük miktarlarda para ve mülk miras kalırdı, ancak sicil bunları nasıl kullandıklarını belirtmiyor. Zira, kadınların ekonomik faaliyetlere olan ilgisi en azından bazılarının miraslarını işe girmek, bir iş kurmak, geliştirmek ya da bir mülk almak için kullandıklarını gösterebilir. Bazen erkeklerden kadınlara ve kız çocuklarına büyük miraslar kalırdı. Örneğin; Jebelyalı (Yafa’nın bir banliyösü) bir tüccar 23,070 kuruş bıraktı ve bu para iki dul kadın (her birine 1,441.9 kuruş), iki kız kardeş (her birine 7,613.1 kuruş) ve erkek kardeşinin oğlu (4,960 kuruş) arasında paylaştırıldı.[12] Yafa’nın yönetimindeki bir memur 35,308 kuruşluk menkulünü iki karısına (her birine 2,206.7 kuruş) ve iki kızına (her birine 15,447.3 kuruş) bıraktı.[13] Diğer bir davada bir fırıncının dul karısı 612,5 kuruşluk ve üç kızının her biri 535,9 kuruşluk mirasa kondu; bu davada paraya ek olarak fırını miras olarak alan iki erkek çocuk da vardı.[14]
Kadınların varlığı anne ve büyükanneleri tarafından bir sonraki neslin temsilcileri olan kadınlara verilen hediyelerle de tanımlanabilir. Safıya adında bir kadın torununa altın ziynetler ve Mısır’a ait altın paralar bırakmıştır. Başka bir kadın bütün varlığını ve yine altın ziynetlerle, Mısır’a ait altın ve gümüş paralarını miras bıraktı.[15]
Bu, ekonomik alanda kadınların ilgisinin incelenmesine yol açıyor. Bazıları komisyon için toptancılar ve perakendeciler arasında komisyonculuk yapmışlardır. Beyrut’tan Yafa’ya göç eden bir kadın Yafa’da perakendeciler arasında tüccarların mallarını dağıtarak yüzde iki oranında komisyon alıyordu. Sicil kadının bu yoldan geçimini kazandığını belirtir.[16] Bu konuda bir temsilcinin çeşitli görevlerini kadının nasıl yerine getirdiği konusunda hiçbir detay yoktu. Tahminen malları taşıma ve perakendecileri satın almaya ikna etme kabiliyetinin olması gibi özel nitelikler ve yetenekler gerekirdi.
Sicile göre, bazı kadınlar ticaret şirketlerine para yatırırdı. Bazen Hatice adlı kadının yaptığı gibi, Müslüman olmayanlarla bile, ortak ticari şirketlere üye olurlardı. Hatice, Ermeni bir tüccarla Yafa’da ortak bir ticari şirket kurdu.[17] Diğerleri ise kendileri işe atıldılar. (Yafa’ya Mısır’dan gelen) Hasane adlı bir kadın Yafa’daki perakendecilere un temin etmek için bir toptancı şirketi kurdu.[18]
Kadınlar taşınmaz mallarda da yatırım fırsatları elde etmeye çalıştı. Sicilde mirasa kondukları ya da satın aldıkları ve geçimlerini kazandıkları Yafa civarındaki ev, bağ, portakal bahçeleri, bahçeler ve diğer alanlara sahip olan kadınların örnekleri bulunur. Bazı durumlarda kendi mallarını kendileri yetiştirirlerdi.[19]
Mevcut olan soru kadınların XIX. yüzyılın başlarında sosyo-ekonomik bir rol oynayıp oynamadığı değildir. Çünkü sicil açıkça tersini göstermektedir. Soru, kadınların mirasla mal sahibi olmalarını, ekonomik ve mali alanda yer almalarını hangi durumların mümkün kıldığıdır. Cevap Napolyon’un bölgeye olan darbesinde yatmaktadır. İlk olarak Yafa’yı fethinin sırasında birçok erkeğin katledilmesi kadınlara aile malları, tasarruflar ve aile bireylerinin kalanları için sorumluluklar yüklemiştir. Diğer bir deyişle, I. Dünya Savaşı’nın öncesinde ve savaşın olduğu sırada kadınların statüsündeki büyük değişiklik de Filistin’i fethetmek için Napolyon’un teşebbüsünün temelleri vardı. Bunun da ötesinde Napolyon’un çekilmesinden sonra Yafa’ya gelenler, herhangi bir yere yeni göç edenler gibi, hemen yeni bir düzen kurmaya aşırı hevesliydiler. Başarılı ve şanslı olan kadınlar boşanmak için kocalarına mali ayrıcalıklar sağlamayı dahi göze almaktaydılar.
Tel Avıv Üniversitesi / İsrail
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 14 Sayfa: 25-27