Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlı’da Alman Mimarlar ve Eserleri

0 8.988

Mehmet YAVUZ

Tanzimat’la birlikte 1839’dan itibaren başlayan OsmanlI’nın Batılılaşma veya modernleşme çabaları, bizzat devlet tarafından yönlendirilen sanatta, özellikle de mimaride Batı anlayışını etkin hale getirmiştir. Bu etkinlik, 19. yüzyılın sonlarında Avrupa’dan getirtilip görevlendirilen mimarlarla son safhaya ulaşmıştır. İngiliz W. J. Smith, İtalyan G. T. Fossati, levanten A. Vallaury, İtalyan R. D’Aranco’nun başı çektiği bu süreçle Türk mimarisi Avrupa neo-klasik üslubunun etkisine girmiştir.[1] Bu çerçevede yüzyılın sonlarından itibaren, Hubert Goebbel, Albert Kortüm, Willhelm Dörpfeld, Spitta, A. Jashmund, Otto Ritter, Helmuth Cuno, Otto Kapp gibi Alman mimarların da Osmanlı ülkesinde, özellikle de başkent İstanbul’da, farklı sosyal tabakalardan oluşan Alman nüfusunun sosyo-kültürel ihtiyacını yansıtan; elçilik sarayı, hastane, okul ve banka binası gibi önemli yapılara imza attıkları görülür.

Bu mimarların Osmanlı adına başkentte anıtsal nitelikli yapılar yapması ise, hızlı gelişen askeri ve ticari ilişkiler neticesinde, Alman kapitalizminin Anadolu ve Bağdat Demiryolları’nın yapım imtiyazlarını elde etmeleriyle başlamıştır.[2] Bu bağlamda Alman mimarların İstanbul’daki eserleri, son devir Osmanlı mimarisi içinde hatırı sayılır bir grup oluşturur. Mevcut eserleri; Alman İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve Dernek, Kişi ve Sivil Kuruluşlar adına yapılan yapılar olarak üç grupta toplamak mümkündür.

Almanya ve tebası için yapılan yapılarda, örneğin elçilik binası, hastane, okul ve banka gibi binalarda, Alman misyonunu yansıtmak amacıyla, Prusya mimari anlayışı tercih edilmiştir.

Kronolojik olarak bakıldığında İstanbul’da Alman mimarların yaptığı ilk yapı İstanbul Gümüşsuyu’ndaki Alman Elçilik Sarayı’dır (Resim 1). Yapının inşası ile ilgili bilgilere arşiv kaynaklarından ulaşılmaktadır.[3]

Planlama ve inşaat çalışmalarını yürütmek üzere mimar Hubert Goebbel[4] 1870’te İstanbul’a gönderilmiştir. Goebbel, Beyoğlu-Yazıcı Sokak’taki eski elçilik binalarının arsasını dikkate alarak iki ayrı plan hazırlamış, fakat 5 Haziran 1870’te, Pera’da çıkan büyük yangın üzerine, elçilik sarayının daha güvenli bir yerde yapılması düşünülmüş ve Taksim Gümüşsuyu’ndaki arsa satın alınmıştır.[5] Goebbel, eski arsa için hazırladığı ikinci planda küçük değişiklikler yaparak yeni arsada uygulamaya koymuş ve 21. 04. 1874 tarihinde inşaata başlamıştır.[6] Ancak, Goebbel, 09. 09. 1874 tarihinde, tifüs hastalığından İstanbul’da ölmüş ve yerine, 04. 12. 1874’te Albert Kortüm[7] görevlendirilmiştir. Mimar Kortüm planda bazı değişiklikler yaparak inşaatı 1 Aralık 1877’de tamamlamıştır.[8] Yapı hizmete açıldıktan on yıl sonra ilk onarımlar da başlamış ve aralıklarla günümüze kadar devam etmiştir.[9]

Blok şeklindeki yapı, kısa kenarlarında birer çıkması bulunan, büyük dikdörtgen bir plan üzerine kurulmuştur (Çizim 1, 2). Taksim Meydanı’nın Marmara Denizi’ne bakan yamacında, sağlam kaya zemin üzerine, iki katı bodrum olmak üzere, altı katlı inşa edilen yapının her katında farklı boyutlarda pek çok odası mevcuttur. Yapının temelinde Arles’ten getirilen düzgün kesme taş malzeme, üst kısımlarda ise tuğla kullanılmıştır. Bodrum katlar, zemin kat ve köşeler rustik tarzda, çatı katı ise düz sıvayla sıvanmıştır. Tuğla malzemenin bir kısmı önce Livorno’dan getirilmiş, sonraları ise yerel tuğla fırınlarından sağlanmıştır.[10]

Genel olarak bakıldığında karşılıklı cephelerin birbirinin özdeşi olduğu görülür. Ancak ayrıntıya inildiğinde az da olsa farklı uygulamalar gözlerden kaçmaz.

Uzun cepheler on beş pencere aksı ile simetrik olarak tasarlanmıştır. Sade ve bütünlük arz eden her iki cephe Toskana düzeninde birer portikus ile hareketlendirilmiştir. Arka portikusunun önüne, Rönesans motifleri taşıyan iki kollu, bağımsız bir merdiven eklenmiştir. Sade çerçeveli zemin kat pencereleri kum taşı şeklinde sıvanıp, bodrum katlarla birlikte rustikleştirilmiştir. Aynı uygulamayı, Viyana-Alman, İstanbul-İngiliz ve İstanbul-Rus Elçilik binalarında da görmek mümkündür. Dört katlı ana cephenin üçgen alınlıklı ve plaster söveli dikdörtgen pencereli birinci katı ile sade tepelikli pencereli ikinci katı, Viyana-Alman Elçiliği, ve İstanbul-İngiliz Elçiliği binalarının aynı katları ile benzerlik taşır. Aynı uygulamayı İstanbul-Rus Elçiliği Binası’nın (1845) değişik yerlerinde de görmek mümkündür. Bu tür pencerelerin kullanıldığı, farklı işlevli pek çok yapıyı, Beyoğlu ve Galata gibi yabancıların ağırlıkla yaşadıkları çevrelerde de görmek mümkündür.[11] Üst katların koyu kahverengi tuğla kaplamaları bir Prusya geleneği olup, benzer örneklerine Prusya mimarisinin; cezaevleri, kışlalar, okullar, kiliseler, belediye sarayları ve büyük istasyon binalarında rastlanır. Özellikle Kortüm’ün bizzat çalışmalarına katıldığı Berlin-Postdamer Bahnhof’un (Postdam İstasyonu) bu özelliğinden etkilenmiş olduğu anlaşılıyor.[12] Berlin-Kaiser Wilhelm I’in Sarayı’ndan alınan son kat (attika katı) uygulamasına yine Berlin’de Bauhofstr 7’de bulunan bir evde (1877) ve Berlin-Das Kunstgewerbe Museum’da (1878) da rastlamak mümkündür.[13] Binanın çatı köşelerini, kanatları açık, oturur vaziyette on çinko döküm kartal süslüyordu. Berlin’de bir fabrikada döküldüğü bilinen bu kartallar, II. Dünya Savaşı sırasında kaybolmuştur.[14]

İç mekanların tasarımında, pahalı malzeme kullanımından kaçınılmış ve çoğu kez alçı ve mermer şeklindeki taklit uygulamalara yer verilmiştir. Süslemeler elçiliğin kullanımında olan odalarda, kabul ve bekleme salonları ile ana merdivenlerde yoğunlaşır. Duvar yüzeyleri profilli, yivli, korinth başlıklı plasterlerle hareketlendirilmiştir. Plaster ve arşitravların belirlediği yüzeyler, başlangıçta kırmızı alçı-mermer sıva (stucca luca’da) ile kaplı iken, 1893’te açık renk boya ile üzerinden boyanmıştır. Ayrıca alçı kornişler, kaideler ve başlıkların da altın yaldızlı olduğu bilinmektedir.[15]

Elçilik Sarayı’nın blok şeklindeki planı; 1870’li yıllarda Almanya’da İtalyan ve Alman Rönesansı’ndan türetilmiş ve literatürde de “modern” olarak nitelendirilmiştir. Bu anlayış içerisinde Almanya’da pek çok bina inşa edilmiştir. Bunlardan özellikle Berlin’deki Kaiser Wilhelm I’in Sarayı’nın (1834-36) uzun kolu, İstanbul’daki elçilik binasının yarı öncü bir uygulamasıdır. İç mekanların dağılımı ve düzenlenmesi bakımından, Vıctor-Rumpelmayer tarafından Viyana’da yapılan Alman Elçilik Binası (1877-1879) da İstanbul’daki Elçilik Sarayı ile benzerlikler taşır.[16] İstanbul’daki elçiliklerden, İtalyan villa mimarisinden esinlenerek tasarlanan Fransız Elçilik Binası (1847) ile planlarını W. J. Simith’in hazırladığı İngiliz Elçilik Binası (1844-1851) plan ve dış tasarımı bakımından Alman Elçilik Binası ile benzerlikler taşır.[17]

Alman Elçiliği’nin yazlık olarak kullandığı sefaretleri, diğer elçiliklerde olduğu gibi, Tarabya’da, geniş bir cephe ile denize açılan bahçe içindedir[18] (Resim 2). Almanya Hükümeti’ne verilen bu arsa üzerindeki tek köşk elçilik kullanımı için yeterli olmamış ve yeni köşklerin yapılması için mimar Dr. Willhelm Dörpfeld görevlendirilmiştir.[19] Yeni binaların yapımı için; Sergis Bey, Frankfurtlu bir mimar (ismi bilinmiyor) ve Cingria adında yerli bir mimardan proje teklifi alınmıştır. Sergis Bey’in projesi pahalı olacağı gerekçesi ile, Frankfurtlu mimarın projesi de masif yapılar olacağı gerekçesi ile reddedilmiştir. Geriye kalan mimar Cingria’nın, tuğla duvar üzerine ahşap kaplamalı, geleneksel Türk ve Doğu Sanatı izleri taşıyan projesi, W. Dörpfeld’in iç mekan düzenlemesinde yaptığı değişiklikler ile uygulanmış ve 27 Nisan 1887’de tamamlanarak Alman Elçiliği’ne teslim edilmiştir.[20]

Çatı katı ile birlikte üç katlı olan köşkler yerleşim bakımından tam bir simetrik düzen göstermezler. Osmanlı’dan kalan tek bina, bugün depo olarak kullanılan, eski mutfaktır. Ayrıca alt bahçede, üzerinde Aziz Georg’un tasviri bulunan bir çeşme, denize nazır tepe üzerinde I. Dünya Savaşı’nda ölen 265 Alman askeri ve Mareşal Goltz Paşa için bir şehitlik ile üst bahçede, 1835-1839 yılları arasında Türkiye’de bulunmuş Moltke’nin anısına dikilmiş bir anıt (obelisk) vardır.[21] Binaların en büyük ve en gösterişli olanı, Sefir Köşkü’dür. Köşkün üç cephesi açık olup bir cephesi ile yakınındaki Kançılarya (Kalem Odası) binasına bağlanmıştır. Park düzenlemesinde olduğu gibi, Sefir Köşkü’nün planı da tam simetrik değildir. Planın ortasında büyük bir salon, etrafında ise kabul odaları bulunur. Üst katlarda bulunan mekanlar ise sefirin özel kullanımına ait olanlardır. Dıştan sade bir görünüm sergileyen Sefir Köşkü’nün en hareketli cephesi boğaz cephesidir. Kançılarya Evi ile dört tarafı açık, küçük boyutlu Müsteşar ve Kançılar Evi de Sefir Köşkü ile benzer özellikler gösterir.

Tarabya’daki bu yapılar, Beyoğlu’ndaki benzerlerine kıyasla oldukça küçük boyutludur. Planlama açısından günün modasına uygun olarak hazırlanmışlar ve daha çok Türk mesken mimarisinin izlerini taşırlar. Dış tasarımda, ahşap kaplamalı yüzeylerdeki dilimli kemerler güney etkilidir. Bunlar bir kenara bırakılırsa, kullanılan ahşap panjurlu, dikdörtgen pencereler, kemerlerle dışa açılan kapalı balkonlar, geleneksel Türk evi üslubunun devamı niteliğindedir.[22] Ancak köşelere ve mekanların aralarına yerleştirilen poligonal kuleler Batı tesirlidir. Bu tür Batılı ve geleneksel unsurların bir arada kullanıldığı 19. yüzyıl sonlarına ait örnekler, Boğaz ve Marmara kıyıları ile adalardaki mimari eserlerde de karşımıza çıkar.[23]

İstanbul’da bizzat Alman İmparatorluğu tarafından yaptırılan bir diğer önemli yapı ise, anıt mahiyetindeki Alman Çeşmesi’dir. Sultanahmet Meydanı’ndaki çeşme, Alman İmparatoru Wilhelm Il’nin İstanbul’a 1898 yılında yaptığı ikinci ziyaretin anısına ve Türk-Alman dostluğunun simgesi olarak, Kaiser tarafından yaptırılıp Osmanlı Hükümeti’ne teslim edilmiştir. Çeşmenin yapım işi 1899 yılının yaz aylarında başlamış, meydan bu amaçla düzenlenmiş[24] ve büyük bir kısmı Almanya’da hazırlanan çeşmenin malzemesi gemiyle İstanbul’a getirilerek yerine kurulmuştur.[25]

Evkaf Nezareti tarafından devralınan çeşmeye, Kaiser’in ziyaret yılı için yapım kitabesi eklenmiştir. Çeşmenin açılış zamanı olarak önce II. Abdülhamid’in cülus yıldönümü olan, 1 Eylül 1900 tarihi düşünülmüştür. Ancak çalışmaların uzaması nedeniyle resmi açılış, İmparator’un doğumgünü olan, 27 Ocak 1901 tarihine denk düşürülerek görkemli bir törenle hizmete açılmıştır[26] (Resim 3). Açılış törenine Almanya İmparatorluğu Büyükelçisi Marschall von Bieberstein ile Dışişleri Bakanı Tevfik Paşa’nın yanı sıra pek çok davetli katılmıştır.[27]

Çeşme üzerinde, biri Almanca, diğeri Osmanlıca olmak üzere, iki kitabe bulunur. Fakat bu kitabelerde mimarlar hakkında bilgi yoktur. Kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre, çeşmenin tasarımına, Wilhelm II’nin bir desen çalışması ilham kaynağı olmuş, bu desenden yola çıkarak Kaiser’in özel danışmanı Mimar Spitta (1842-1902) tarafından planları hazırlanmış ve yapım sorumluluğu Mimar Schoele tarafından yürütülmüştür. Ayrıca yapının mimarları arasında Mimar Carlitzik ve İtalyan Mimar Joseph Antony de sayılmaktadır.[28] Su haznesi üzerindeki yedi satırlık bronz yazıt İmparator’un İstanbul’u ikinci ziyaret yılını gösterir ve şöyledir;

“Wılhelm II: Deutscher Kaiser” stiftete diesen Brunnen in dankbarer Erinnerung an seinen besuch bei seiner Majestet den Kaiser der Osmanen Abdulhamid II im Herbes des Jahres 1898”

“Almanya İmparatoru Willhelm II Bu Çeşmeyi Şevketlu Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid’i Ziyaretinin Bir Şükran Anısı Olarak 1898 Senesinin Sonbaharında İnşa Ettirdi”

Osmanlıca olan ikinci kitabe devrin ediplerinden, seraskerlik müsteşarı Ahmet Muhtar Bey tarafından kaleme alınmış ve kemerlerin iç yüzlerini dolanır şekilde, Mehmed İzzet Efendi namına, Hacı Nuri (Korman) Efendi tarafından, sülüs hattı ile yerlerine yazılmıştır.[29] Merdivenin tam karşısındaki kemerden başlayan sekiz beyitlik tarih kıtası şu şekildedir.

“Hazreti Abdülhamid Hanın muhibbi hâlisi Ziveri eklili haşmet, Kayseri âlitebâr Padişahı âli Osmani ziyaret kasdidüb Makdemiyle eyledi İstanbulu pirâyedâr Sûbesû câri olan âbi safa teşkil eder Âbi sâfii mûsafata misali âbdâr Rükni ak’vai hayat oldukça âbi canfezâ Pâyidar olsun bu te’sisi muhabbet üstüvâr Ya’ni Alman imparatoru, hükümdarı güzin Hazreti Vilhelmi Sani, kâmurani rûzigâr Bu mülâkatı muhabbet perveri tezkâr içün Eyledi bu çeşmesârı saha pirâyi karâr Vakfagiri hayret eyler çeşmi ehli dikkati Tarzi inşasındaki hissi bedii zernigâr Bi bedel târihi câridir lisanı lûleden Oldu bu çeşme mülâkate ne dilu yâdigâr (R. 1316) ”.[30]

Anıt çeşme, sekizgen planlıdır (Çizim 3). Batıdan yedi basamakla çıkılan bir platform üzerinde, sekiz somaki mermer sütun sekiz yuvarlak kemere oturtulmuş kubbeyi taşır. Mermer su haznesi ile parapet arasında bir çevre koridorunun bulunduğu platform üzerindeki kubbe içten yarım küre, dıştan sekiz kaburgalıdır. Çeşmenin kaidesi, su haznesi ve kemer dizisinde beyaz mermer, sütunlarında koyu yeşil somaki mermer, sütun kaideleri ve başlıklarında tunç döküm metal, kubbe kaplamasında ise bakır ve bronz döküm kullanılmıştır.

Çeşmenin batıya bakan kısmındaki merdivenlerin haricinde bütün cepheleri simetrik olarak düzenlenmiştir. Sekizgen kaidenin yedi yüzünde aynı kompozisyonlar içinde çeşmeler vardır. Her musluğun altına dairesel kesitli, geniş ve uzun mermer yalaklar yerleştirilmiştir. Orijinal metal döküm olan musluklar, diagonal yerleştirilmiş bitkisel kabartmalı tunç aynalıklara bağlanmıştır. Muslukların üstünde geometrik motifli bir zincirek kuşağı kaideyi dolanmaktadır. Kaidenin parapetleri üzerinde çeşmenin en gösterişli unsurları olan sekiz yekpare, koyu renkli somaki mermer sütun yükselir. Sütunların altlıklarında stilize edilmiş bitkisel ve dairesel zincirek kuşaklar dört ayrı şekilde, başlıklarında ise iki farklı desende kullanılmıştır. Sütunlar üzerinde uzanan sekiz yuvarlak kemer, dış yüzlerine yapılan altın yaldızlı mozaik süslemeleri ile kendilerini belli ederler. Doğrudan kemerler üzerine oturtulan yarım küre biçimli kubbe, taban planda olduğu gibi, dıştan sekizgendir. Kubbe eteğinde, üzerinde stilize bitkisel motiflerin olduğu, bronz döküm bir damlalık bulunur. Damlalıktan sonra girlant desenli bir kuşak, kubbe eteklerini dolanmakta, sonra ise bakır levhalar kalan kısımları kaplamaktadır. Kubbenin sekiz köşesi stilize desenli kaburgalarla vurgulanıp kilit taşı üzerinde stilize bir alemle sonuçlandırılmıştır.

Çeşmenin en gösterişli yönlerinden biri de yoğun süslemeli kubbe içidir. Tümüyle altın mozaik kaplı olan kubbenin tam merkezinde, iç içe sıralanmış dairesel kuşaklar içinde stilize çiçek ve geometrik motiflerle bezeli renkli bir göbek bulunur. Göbekle kemerler arasına sekiz adet madalyon işlenmiştir. Alternatif olarak sıralanmış bu madalyonlardan dördüne, açık yeşil zemin üzerine altın yaldızlı harflerle, II. Abdülhamid’in tuğrası, diğer dördüne ise Prusya mavisi zemin üzerine yine altın yaldızlı gotik harflerle, Willhelm II’nin markası olan, ‘W’ ve ‘II’ ile bunların üstünde bir taç işlenmiştir. Kemerlerin iç yüzlerini ise Mehmet İzzet Efendi’nin, mavi zemin üzerine altın harflerle yazdığı sekiz beyitlik sülüs hattı süslemiştir.[31] Mermer su haznesinin üzerinde geometrik bir kuşak ve taç biçiminde tunç döküm kapak bulunur. Su haznesi ile çeşmenin taban korkuluğu arasında, bir çevre koridoruna yer verilmiştir. Zemininin geometrik desenli mozaiklerle süslü olduğu bu dehlizin yanlarında, başka örneği olmayan, yedi mermer kanepe bulunur.

Alman Çeşmesi’nin tasarımı, geleneksel Türk çeşme mimarisi açısından bakıldığında, sıradışıdır. Ancak çokgen bir kaide üzerinde sütunların taşıdığı kemerler ve kubbe örtüsü Türk sanatına yabancı değildir. Özellikle baldaken türbe ve şadırvan mimarisinde bu tip yapı örneklerine rastlamak mümkündür. Bu örneklerden Anadolu’da Eskivan’daki İkiz Kümbetler[32] ilk akla gelenlerdir. Bu örneklerin dışında Ahlat’ta Akkoyunlulara ait Emir Bayındır Kümbeti’nin (1491) de yarım baldaken şeklindeki silindirik gövdesi ve bodur sütunları ile Alman çeşmesiyle benzerlik taşıdığı söylenebilir. Ancak bir meydan çeşmesi olmasına rağmen Alman Çeşmesi’nin, 18. yüzyıldan itibaren müstakil yapılar olarak görülmeye başlayan, Ayasofya III. Ahmet Çeşmesi (1728), Azapkapı-Saliha Sultan Çeşmesi (1732) gibi meydan çeşmeleri[33] arasında işlevinden başka benzerliği yoktur. Su yapılarından şadırvanlar içinde Alman Çeşmesi’yle benzeştirebileceğimiz en yakın örnek, İstanbul Sultanahmet Camii Şadırvanı’dır (1617). Çeşmenin tam bir öncü modeli olmadığı gibi tam bir geç örneği de yoktur. Yalnızca, eserlerinde Alman etkisi görülen, Mimar Kemalettin’in Mahmut Şevket Paşa Türbesi (1913), kare planlı ve yarı baldeken tipinde olmasına rağmen, form açısından Alman çeşmesiyle benzeştirilebilir.[34]

Alman mimarların eserlerinden ikinci önemli grubu, Osmanlı Hükümeti adına yapılan büyük çaplı yapılar oluşturur. Bu binaların tasarımında, örneğin Sirkeci Garı’nda, Türk-İslam sentezli mimari unsurlar kullanılırken, Haydarpaşa Garı’nın dış tasarımında Avrupa neo-klasık üslubu ağırlıktadır. İç tasarım ve süslemede diğer sivil yapılarda olduğu gibi daha çok geleneksel Türk sanatı unsurlarına yer verilmiştir.

Anıtsal nitelikli bu yapılar Rumeli ve Anadolu-Bağdat Demiryolları kapsamında yapılmıştır. Bunlardan ilki, İstanbul’u Avrupa’ya bağlayan Rumeli demiryollarının başlangıç noktasında, Eminönü ile Sarayburnu arasındaki Sirkeci Garı’dır. Hattın başlangıç kısmında ilk etapta geçici binalar inşa edilmiştir.[35] Fakat Osmanlı Hükümeti, ülkenin bu ilk istasyonunun, imparatorluğun ihtişamını yansıtacak şekilde görkemli olmasını arzu ediyordu. Bu doğrultuda demiryolu şirketi tarafından hükümete iki ayrı plan sunulmuştur. Ancak, çıkan anlaşmazlık nedeniyle karar kılınan plan uygulanamamıştır. Sonunda, 11 Şubat 1888’de, maliyeti daha uygun olacak, tek katlı yeni bir istasyon binasının yapımına izin veren İrade-i Seniye uyarınca bugünkü istasyonun yapımına başlanmış ve 3 Mayıs 1890’da tamamlanarak, II. Abdülhamid adına Müşir Hamdi Paşa tarafından törenle hizmete açılmıştır[36] (Resim 4).

Yapının yan yüzlerinde dört ayrı tarih kitabesi vardır. Bu tarih kitabelerinden doğudakiler, 1889 tarihli olup başlangıç, batı yan yüzdekiler ise, M. 1890 tarihli olup binanın bitiş yılını gösterir. Bu kitabelerin haricinde, yapının kuzeye bakan ana giriş kapısının taç kısmında, elips şeklinde hazırlanmış mermerin üzerinde II. Abdülhamid’in tuğrasının izleri vardır. Ayrıca taç kapı formundaki ana girişin gül penceresi üzerine gelen ve tuğla renginde sonradan boyanmış[37] olan dört kartuşun da kitabe olduğu bilinmektedir. Mektubi Seraskeri Muhtar Efendi tarafından tanzim edilmiş, 3 Mayıs 1890 tarihli bu kitabede;

“Ulu Hakan himmet ederek buyruk verdi,
Demiryol için bu gönül çeken istasyonu yaptırdı,
Tarihini ilan için çıktı özel bir tren,
Sultan Hamid yaptırdı bu süslü ve gönül çeken istasyonu”[38]

beyitleri yer almaktadır ki, bu da gar binasının II. Abdülhamid tarafından yaptırıldığını açıklığa kavuşturmaktadır.

Yapının mimarı, Prusyalı A. Jashmund’dur.[39] Dönemin etkili ve önemli mimarlarından olan A. Jashmund,[40] TBMM Milli Saraylar Arşivi’nde bulunan bir belgeden anlaşıldığına göre, Berlin-Mimarlık Akademisi’nde görevli iken, Türk mimarisini incelemek üzere İstanbul’a gönderilmiş ve daha sonra Osmanlı Devleti tarafından hem öğretim görevlisi olarak hem de çeşitli devlet dairelerinin inşaatlarını kontrol etmekle görevlendirilmiştir.[41] İstanbul’daki Alman Elçilik Sarayı’ndaki yapı müşavirliği yanı sıra, başta Sirkeci Garı olmak üzere Bahçekapı-Germania Hanı ve Mabeyinci Ragıp Paşa’ya yaptığı köşklerle adını duyurmuştur. Verimliliğiyle diğer Alman mimarlardan öne çıkan A. Jashmund, A. Vallaury’e benzer üslüp çelişkileri ile de dikkati çeker. Ancak gerek Yüksek Mühendis Mektebi’ndeki bilgileri ile gerekse pratikteki uygulamaları ile, önce öğrencisi sonra da asistanı olan Mimar Kemalettin’in yetişmesinde ve dolaylı olarak da I. Ulusal Mimarlık Akımı’nın oluşmasında önemli etki ve katkıları olmuştur.[42]

Gar binasının yapımında, kaide kısımları ve köşelerinde Marsilya-Arden’den getirilen siyah taşlar,[43] kapı ve pencerelerinde beyaz mermer, zemin katlarda ara dolgularda mermer ve tuğla almaşık olarak kullanılmıştır. Üst kısımlar ise tuğla örgülü ve sıva kaplıdır. Doğu-batı doğrultusunda konumlandırılan yapı, tümüyle aksiyal simetrik olarak planlanmıştır (Çizim 4). Planın tam ortasında yapının en geniş ve yüksek mekanı olan büyük salon yer alır. Kuzey cephede kademeli birer poligonal saat kulesi ile sınırlandırılan bu mekan, arduvaz kaplı bir manastır tonozu ile örtülmüştür. Ana cephelerden her iki yönde ileri taşırılan bu mekan, kanatlarda iki katlı düzenlenen köşk şeklindeki bölümler ile bakışımlı ve simetrik hale getirilmiştir. Arada kalan tek katlı kollar ise yolculara hizmet veren bekleme salonları, bilet gişeleri, polis bürosu, emanet odaları, lokanta ve WC gibi küçük boyutlu hizmet odaları şeklinde simetrik olarak planlanmıştır.

Ara mekanların üstü, aynalı tekne tonozu hatırlatan ahşap tavanlarla örtülmüştür. Yapının batı kanadındaki iki katlı köşk kısmının zemin katı süsleme bakımından garın en gösterişli yeridir. Gar Müdürlüğü olarak kullanılan bu mekanların düz tavanları alçı kabartma ve bitkisel kalemişi bezelidir. Tavan kornişine kadar olan duvar yüzeyleri de dikdörtgen panolara ayrılarak, köşeleri ve göbek kısımları altın yaldızla doldurulmuştur.

Garın dış tasarımında geniş yüzeyler, sade kornişlerle yatay ve dikey bölümlere ayrılmış ve arada kalan kısımlar, yuvarlak kemerli ikiz pencereler, Bursa kemerli ve at nalı kemerli üçlü pencereler ile dışa açılmışlardır. Bu tür seçmeci uygulamaları I. Ulusal Mimarlık Akımı anlayışında yapılan binalarda da görmek mümkündür. Bu pencere açıklıkları arasına, Avrupa etkili yuvarlak gül pencereleri de dahil etmek gerekir. Sirkeci Garı’nın, ana giriş holü kenarındaki poligonal kuleleri ve oryantalist etkili açıklıkları ile Taksim’deki Topçu Kışlası’nın anıtsal giriş bölümüne benzediği görülür.[44] Garın İslami kimlikli bu cephe tasarımı, Hicaz demiryolu üzerindeki büyük şehir istasyonlarından, Şam ve Medine istasyonlarının tasarımını da doğrudan etkilemiştir.[45] Ancak Jashmund’un kişisel tercihi ile devrin eklektik anlayışı içine soktuğu bu çeşitlilik, geleneksel Türk mimarisine ters düşmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun bu ilk büyük gar binası, bir uç istasyonu olmasına karşılık, rayların tek tarafına yapılmıştır. Bu özelliği dikkate alındığında gar binasının geçiş istasyonları grubunda bulunan ve pek çok uluslararası istasyon binasına örnek olan Honnever Hamptbohnhof’un (1876-79) benzer çizgilerini taşıdığı görülür. Sirkeci Garı’nın bakışımlı ve simetrik uzun planı, işlevsel açıdan da Hannever-Hamptbahnhof’un planıyla ortak yönlere sahiptir. Sirkeci Garı bunun dışında, Trier- Hauptbahnhof’un (1896) ana cephesi ve Bremen-Hauptbahnhof için hazırlanan projelerin gar binaları ile de benzeşir.[46]

Sirkeci Garı, Avrupa’daki bu öncü örneklerden hareketle şeklini belirlerken, kendinden sonra Osmanlı sınırları içinde yapılan pek çok gar binasının plan ve tasarımını da etkilemiştir. Bunlardan en karakteristik olanları, Trakya’da, Mimar Kemalettin tarafından tasarlanan; Filibe Garı (1908) ve Edirne Garı’dır (1907-1914). Özellikle ulusal mimari anlayışıyla tasarladığı Edirne Garı açıkça Sirkeci Garı’nın izlerini taşır. Bu etkileşimin nedeni, Mimar Kemalettin’in Jashmund’un Sirkeci Garı’nı tamamladığı yıllarda asistanlığını yapmış olması ve hatta Sirkeci Garı’nın çizimlerinde çalışmış olabilme ihtimalidir.[47] Sirkeci Garı’nın plan ve tasarımı, Anadolu-Bağdat ve Hicaz demiryolları üzerinde, başta Halep, Şam ve Medine garları olmak üzere, pek çok istasyon binasına da etki etmiştir.[48]

Osmanlı adına yapılan ikinci büyük yapı, boğazın Anadolu yakasında; Kadıköy ile Üsküdar ilçeleri arasında, Anadolu ve Bağdat Demiryollarının başlangıç noktasındaki Haydarpaşa Garı’dır. Haydarpaşa’daki ilk gar binası, mütevazi bir bina olarak yapılmıştı.[49] Fakat Anadolu ve Bağdat Demiryolu’nun yapılmaya başlanmasıyla garın önemi ve yükü artmıştır. Bu nedenle Anadolu Demiryolları Şirketi ile Osmanlı Devleti yeni bir gar binasının yapımı için Philipp Holzmann İnşaat Şirketi’yle anlaşmıştır.[50] Genel müdür Mr. Ed. Huguenin’in yönetimi altında, 1906 yılının 30 Mayısı’nda bugünkü gar binasının yapımına başlanmış ve 19 Ağustos 1908’de yolcu salonu hizmete açılmıştır. Binanın tamamı ise 1909 yılının ortalarında bitirilmiştir (Resim 5).

Yapı üzerindeki iki tarih kitabesinden biri, uzun koldaki bir kapı üzerinde ‘M. 1908’ tarihini, diğeri ise geçiş salonlarındaki kemerlerden birinin kilit taşı üzerinde, ‘H. 1325’ tarihini taşır. Binanın mimari tasarımını Frankfurtlu iki Alman mimar ve mühendis olan Otto Ritter ve Helmuth Cuno yapmıştır. Bu mimarların gözetiminde inşaatta 1500 İtalyan taş ustası ve çok sayıda işçi çalışmıştır.[51] Görkemli bina denizin doldurulması ile elde edilmiş yapay bir zemin üzerine inşa edilmiştir. Temelde kullanılan açık pembe granit taşlar, Hereke’den getirilmiştir. Binanın ana strüktürü, demir putrellerin bulonlama (vidalama) sistemi ile birbirine bağlanmasından oluşur. Dolgu malzemesi ise tuğladır. Bu ana iskelet dışardan; Lefke (Osmaneli) İstasyonu civarındaki taş ocağından çıkartılan açık nefti rengindeki taşlarla kaplanmıştır.[52] Çelik ve ahşap konstruksiyonlu çatı ve kule külahlarının örtülmesinde ise arduvaz kullanılmıştır.

Gar binası, iki kolu farklı uzunlukta olan, ‘U’ şeklinde bir plana sahiptir (Çizim 5). 2552 m2’lik bir alan üzerinde beş katlı olan garın peronları kuzeydoğuya bakan avlu içinde toplanmıştır. Planlamada yolcuların ve istasyonun ihtiyacını karşılayan farklı işlevli pek çok mekan, zemin katta toplanmıştır. Bu nedenle zemin katta tam bir simetrik mekan kurgusundan söz edilemez. Kısa kolda çoğunlukla istasyon yönetimine ait odalar, dar bir koridor etrafında sıralanmıştır. Yolcuların ihtiyacı olan; çay ocağı, bekleme salonları, berber, WC, postane, karakol, market ve gar lokantası gibi mekanlar ise uzun kol üzerinde ve tek taraflı yerleştirilmiştir. Bilet gişeleri, rezervasyon büroları ve seyahat acenteleri giriş çıkışı sağlayan büyük salonların yanlarında konumlandırılmıştır. Birinci katla birlikte üst katlarda yine ‘U’ şeklinde bir koridor etrafında sıralanmış, büro olarak kullanılan, geniş ve yüksek tavanlı odalar bulur. Planın doğu ve batı köşelerine, kademeli olarak daralan, dairesel planlı kuleler yerleştirilmiştir.

Yapının cephelerinden kısa ve uzun kollar benzer şekilde tasarlanmıştır. Tasarımda farklı mimari elemanlar, örneğin; rustikleştirilmiş zemin katlar ve köşeler yanında, yuvarlak kemerli, sepet kulpu kemerli, basık kemerli ve dikdörtgen şekilli pencereler, gruplar halinde alternatif olarak dizilmiştir. Tasarımda yalnızca farklı pencere formları ile yetinilmemiş, aksine cepheler; geniş kornişler, boğumlu balkon korkulukları, işlemeli konsollar, belirgin kilit ve üzengi taşları, pencere aralarına yerleştirilmiş yarım sütunce ve plastrlar, içleri plastik dolgulu üçgen alınlıklar, kabartma şeklinde süslenmiş panolar ile ana cephede iki kat boyunca uzanan, sade fakat ağır sütunlarla daha da hareketlendirilmiştir. Anıtsal bir görünüm sergileyen bu tasarım anlayışını, 20. yüzyıl başında Avrupa’da uygulanan ‘Neo Rönesans’ üslubu içerisinde değerlendirmek gerekir.[53] Ana cephedeki bu anıtsallık, köşelere yerleştirilen ve aynı mimari elemanlarla şekillendirilen kademeli ve silindirik kuleler ile daha da arttırılmıştır. Bu tür köşe kuleleri, Avrupa mimarisinin bir özelliği olarak, istasyon binaları yanı sıra sivil ve kamu binalarında silindirik veya poligonal olarak iki, dört ya da her köşede birer olarak kullanılır.[54] Köln-Hauptbahnhof (1891-1894) ve Paris, Gare de Lyon (1900) bu konuda örnek olarak gösterilebilir. Özellikle, Gare de Lyon iki katlı olmasına rağmen, dış tasarımı bakımından Haydarpaşa Garı ile yakın benzerlikler taşır.[55]

Tasarımda mimari elemenların yanında kabartma şeklinde yapılmış kenger yaprakları, meyveler, bitkisel panolar, kıvrık dallar, vazoda çiçek motifleri, gonca güller, çiçekler, çelenk ve rumiler ile alınlık içlerinde güneş kursu ve hilal ile TCDD’yi temsil eden kanatlı tekerlek motifleri öne çıkanlarıdır. Figürlü plastik süsleme olarak, kapı sövelerinde balık figürleri, ejder başları, şaha kalkmış deniz atları ilginç kompozisyonlardandır.

Zemin katın geçiş salonları da alçı süslemeri ile dikkat çeker. Sepet kulpu kemerli büyük kapıların içleri vitray süslüdür.[56] Yüksek kemerlerin iç yüzlerinde, ejder başlı hayali kuşlar, dallara kondurulmuş yarı naturalist kuş figürleri, sitilize kıvrık dal, çiçek ve yaprak motifli bitkisel alçı bezemeler mevcuttur. Kapı ve kemerlerin yüzleri, bitkisel karekterli S ve C dizilerinin oluşturduğu alçı kabartmalarla vurgulanmıştır. Salonların volta döşemeli tavanlarının kasetli geniş yüzeyleri de alçı kabartmalı bitkisel süslemeye sahiptir. Ayrıca Gar Lokantası’nın duvar ve ayak yüzleri, boy hizasına kadar Mehmet Emin Usta’nın hazırladığı çini panolarla kaplanmıştır.[57]

I. İşletme Bölge Müdürlüğü’nün anıtsal giriş kapısı karşısında katlara çıkışı sağlayan beyaz mermer basamaklı ve görkemli merdivenler, düzgün ve kaliteli taş işçiliği yanında, zarif korkulukları ile de dikkat çekerler. Odaların süslemelerinden yalnızca ‘Permi Odası’nın orijinal kalemişi süslemeleri günümüze ulaşabilmiştir. Bölge Müdürü’nün çalışma odası da büyük ölçüde ilk günkü gibi olup, burada II. Abdülhamid için yapıldığı sanılan, abonoz ağacından, sedef kakmalı yuvarlak bir sehpa ile oyma işçilikli dört ahşap sandalye dikkat çekicidir.[58]

Haydarpaşa Garı’nın asimetrik ‘U’ plan şeması genellikle uç/baş istasyonlarında uygulanan modellerden biri olup, bu modelde raylar ‘U’ şeklindeki avluda son bulur. Öncü modellerinin Avrupa’da bulduğu bu plan tipinin en karakteristik örnekleri; Berlin-Stettiner Bahnhof (1874-1876), Zürih-Merkez İstasyonu (1865-1871), Metz III İstasyonu ve Londra-Victoria İstasyonu’dur. Bunların dışında Berlin- Anhalter Bahnhof (1872-80), München-Bahnhof’un ilk planı (1847-1849) ile genişletme planı (1876¬1884) ve Frankfurt-Hauptbahnhof’un (1883-1888) planı da temelde bu şemadadır. Söz konusu bu yapılar temel planda ‘U’ formunda olmalarına karşılık üst yapıları ve cephe düzenlemeleri birbirinden farklıdır.[59]

Alman mimarların yaptığı eserler arasında diğer bir grubu da dernek, kişi ve sivil kuruluşlar için yapılan binalar oluşturur. İki ülke arasındaki siyasi, askeri ve ticari ilişkilerin hızlı bir şekilde gelişmesi ile İstanbul’daki Alman nüfusunun sayısında artış olmuş ve bu insanlara sağlık, sosyal yardım ve eğitim vermek amacıyla çeşitli dernekler kurulmuştur. Öncelikle Alman denizcileri ile çalışmak için gelen yoksul Almanlara sağlık ve sosyal yardım hizmeti vermek için bir dernek kurulmuştur.[60] İstanbul’daki ilk Alman Hastanesi, 6 Nisan 1846’da, Galata’da Yüksek Kaldırım Sokağı’nda kiralanan bir evde, Dr. F. Stoll’un yönetiminde açılmıştır.[61] Kiralanan bu ilk binanın küçük olması nedeniyle, Kasım 1846’da, hastane yine Galata’da, başka bir binaya taşınmıştır.[62] Mart 1851’e gelindiğinde, dernek içindeki tartışmalar büyümüş ve ortaya iki ayrı hastane çıkmıştır.[63] Bunlardan Prusya destekli olan Beyoğlu-Sıraselviler’de yeni bir arsa satın alınmış[64] ve 1875 yılı sonbaharında yeni hastane binasının yapımına başlanmıştır. Kırk yataklı planlanan bu hastane binası, 1876’da tamamlanmış ve 14 Ocak 1877’de düzenlenen bir törenle hizmete açılmıştır.[65] Bu hastaneye de zamanla ilave bölümler yapılmıştır.[66]

Bugünkü hastane Taksim Sıraselviler’de dört yönden sokakla çevrili, yaklaşık 8210 m2’lik yamuk bir arsa üzerinde, yedisi büyük, üçü küçük toplam on binadan oluşur. Külliye gibi, duran ana binanın ilk mimarı, Alman İmparatorluğu Elçilik Sarayı’nın yapımını başlatan Hubert Goebbel’dir. Ancak H. Goebbel’in, 09.09.1874’teki ani ölümü üzerine yerine görevlendirilen mimar Albert Kortüm, selefi gibi eş zamanlı olarak, hastanenin inşaat faaliyetlerini de sürdürmüş ve 1876’da tamamlamıştır.[67]

Alman Hastanesi’nin bu işleve yönelik planlamasını Avrupalı diğer büyük devletlerin İstanbul’daki hastane kuruluşlarında, örneğin; Beyoğlu’ndaki İngiliz Hastanesi’nde (British Seamans Hospital-1855), Fransızların 1904’te yıkılan ilk hastanesi Fransız Lape Hastanesi (1858) ile Fransız Parteur Hastanesi’nde (1896) ve İtalyan Hastanesi’nde (Ospedale İtaliano, 1876)[68] de görmek mümkündür.

İstanbul’da Alman dernekleri tarafından kurulan bir diğer yapı ise, özel yabancı okul statüsündeki Alman Lisesi’dir. Bugün Beyoğlu-Şahkulu Bostanı Sokağı’nda bulunan okulun tarihi 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanır.[69] 1871’de Prusya Devleti’nin Alman İmparatorluğu’na dönüşmesi ile sağlanan birlik, etkisini İstanbul’da da göstermiş ve 1873’te mevcut iki Alman okulu birleşmiştir. Artan öğrenci sayısı nedeniyle yeni bir okul yaptırmak amacıyla Beyoğlu’nun (Pera) güneyinde ve Galata Kulesi’nin yakınında bir arsa satın alınmıştır.[70] Bu arsa üzerine; 11 derslikli karşılıklı iki ayrı okul binası ve bir de jimnastik salonu yapılmış ve Ağustos 1872’de buraya yerleşilmiştir.[71] Ancak bu binaların da ihtiyaca cevap verememesi ve 1894 depreminde binaların ağır hasar görmesi, yeni bir okul binasının yapılmasını zorunlu kılmıştır. 1895’te, Dr. Eisen, Dr. Düring ve Alman Elçiliği müşaviri mimar Jashmund’un verdiği raporlar doğrultusunda, Galata Mevlevihanesi’nin arkasında, bugünkü binaların üzerinde bulunduğu, 4000 m2’lik arsa satın almıştır. Temmuz 1896’da on beş derslik ve bir tören salonundan oluşan ana binanın yapımına başlanmış, 14 Eylül 1897’de hizmete açılmıştır. 1901’de okulun sağ kanadına bitişik bir arsa daha satın alınmış ve buraya 1903’te kız okulu için beş katlı bir ek bina yapılmıştır[72] (Resim 6).

Bu binanın cephelerindeki seçmeci anlayış, devrin pek çok resmi binasında da uygulanmıştır. Örneğin, Avusturyalıların Galata’daki Sankt Georg Hastanesi,[73] hem kitlesel hem de ön cephe tasarımı bakımından Alman Lisesi ile büyük benzerlikler gösterir. Osmanlı’daki bu tür yabancı okulların planlamasında Avrupa’daki örnekler dikkate alınmıştır. Genelde, ‘L’ ya da ‘H’ şeklinde hazırlanan okul planlarında, binalar 3-5 katlı, blok şeklinde, uzun kütlelerden oluşur. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı’da da, Avrupa’daki ve ülke içindeki örnekler dikkate alınarak, resmi ve özel Türk okulları açılmaya başlanmıştır.[74]

Alman mimarların şahıslar adına yaptıkları eserlerin başında Mabeyinci Ragıp Paşa’nın, Caddebostan sahilinde kendisi ve kızı için yaptırdığı köşkler gelir. Köşkler tek parça, büyük bir arsa bulunmadığı için iki ayrı arsa üzerinde inşa edilmiştir. Üzerlerinde yapım kitabesi yoktur. Ancak kızı için yaptırdığı köşkte, 1983’te tamamlanan restorasyon çalışmaları sırasında, tavan süslemelerinde 1907 yılının çeşitli aylarına ait tarihler ve birkaç nakkaş imzası tespit edilmiştir. Buradan hareketle köşklerin yapım yılı 1907 olarak kabul edilir. Köşklerin mimarının A. Jashmund olduğu sanılmaktadır. 1983’ teki restorasyonda Athanasios Beşiktaşlis adına rastlanması, köşklerin özellikle süslemelerinde Rum ustaların çalıştığını göstermektedir.[75]

Mabeyinci Ragıp Paşa’nın, Kurmay Albay Mısırlı Tosun Bey ile evli olan kızı için yaptırdığı ilk köşk, 1800 m2’yi aşan ve denize kadar uzanan bir koruluk içinde yapılmıştır. Bahçe içinde; köşkten başka bir büyük havuz ve bir de mutfak olarak kullanılan müştemilat bulunmakta idi.[76] Genel olarak kübik bir görüntü sergileyen Kızının Köşkü, kârgir bir bodrum üzerine üç katlı olarak inşa edilmiştir. Üst katların ana malzemesi tuğla olup dıştan ahşapla kaplanmıştır. Katı simetrik planda, her katta bir hol ve birer büyük salon ile bunların etrafında sıralanmış dört kare odadan oluşan mekanlar vardır (Çizim 8). Yapıya göre hayli büyük olan merdiven holü, oldukça gösterişlidir. Katların en gösterişli odaları büyük salonlardır. Dış tasarımında karşılıklı cepheler genelde simetrik çizgiler taşır. Geniş bir saçak altına alınan cepheler, balkonlar, çıkmalar, uzun dikdörtgen pencereler ve ahşap rustikalarla hareketlendirilmiştir. Orta katın üçer gözlü kapalı balkonları ile alt ve üst katın açık balkonları cephelerin düzen ve hareketlilik kazanmasında belirleyici olmuşlardır (Resim 7).

Köşkte başlıca süslemeler, tavanlar ve kornişlerinde yoğunlaştırılmıştır. Tavanların süslenmesinde birbirinden farklı desenlerin kullanılmasına özen gösterilmiştir. Genellikle, “madalyon veya panoları birleştiren çıtalar ve korniş, konsol gibi kısımlar ahşap, büyük göbeklerin bir kısmı tual, bir kısmı ahşap, bazı çok plastik bölümler ise alçıdır”.[77] Tezyinatta kullanılan bu süsleme elemanlarının renklendirilmesinde altın yaldızın yanı sıra genellikle yumuşak ve açık renkli pastel tonlar tercih edilmiştir. Süsleme açısından zemin kat ile üst katın tavanları arasında belirgin bir farklılık göze çarpar. Desenler arasında akant yapraklı madalyonlar, rozet çiçekleri, ayyıldızlı bordürler, rumi ve palmetli, hataili kalemişi süslemeler, gülbezek dolgulu kasetler dikkat çekicidir. Ayrıca, klasik dönemin çini desenlerinden etkilenilerek hazırlanan, Türk neoklasik akımının kalemişi örnekleri de vardır.

Mabeyinci Ragıp Paşa’nın kendisi için yaptırdığı köşk, kızı için yaptırdığı köşkten daha büyük olup, o zamanki Caddebostan Plajı’nın hemen yanıbaşında bulunuyordu. Dıştan ahşap kaplı ve dört katlı olan bu köşk, 105.000 altın harcanarak, diğeri gibi, 1907 yılında yaptırılmıştır.[78] Asimetrik planı, kulesi ve hareketli cephe düzenlemesi ile oldukça gösterişlidir. Köşkün dekoratif amaçlı kemerli balkonları, sütunları, konsolları, panjur ve pencere formları ile tasarım bakımından diğer köşkle aynı görüntüleri sergilemesi, köşklerin mimar ve ustalarının aynı olduğunu kanıtlamaktadır. Ancak bu ortak özellikler dışında köşkün diğerinden; kuleleri, çatı alınlıkları, giriş kapıları gibi pek çok farklı yönleri de bulunmaktadır (Resim 8).

Bu iki yapının planında, geleneksel Türk sivil mimarisinde işlevsel açıdan aynı olan, konak, köşk ve yalı gibi konutlarda, tipolojik bakımından bulunması zorunlu; oda, eyvan, hayat, sofa gibi merkezi plana dayalı öğelerin pek dikkate alınmadığı görülmektedir. Bunun nedeni özellikle, II. Abdülhamid Dönemi’nden sonra yapılan konak, köşk veya yalıların yabancı mimarlar tarafından, Avrupa modellerine göre yapılmış olmasıdır. Bu sebeple söz konusu devirden sonra yapılan bu tür konutları, kesin bir tipoloji içine sokmak zordur.[79] Ancak köşklerinin dış tasarımında, ahşap kaplamalı yüzeylerde, kullanılan ahşap panjurlu, dikdörtgen pencereler, kemerlerle dışa açılan kapalı balkonlar, geleneksel Türk evi üslubunun devamı niteliğindedir. Ragıp Paşa’nın kendi köşkündeki poligonal köşe ve çatı kuleleri ise Batı tesirlidir. Bu tür Batılı ve geleneksel unsurların bir arada kullanıldığı 19. yüzyıl sonlarına ait örnekler, Boğaz ve Marmara kıyıları ile adalarda karşımıza çıkmaktadır.[80]

19. yüzyılın sonlarında, Batı’da olduğu gibi, gelişen ticaret ve buna bağlı olarak oluşan büyük şirketler, sanayi kuruluşları, bankalar ve sigorta kuruluşları, kendilerini temsil için görkemli yapıları, Osmanlı İmparatorluğu’nun; İstanbul, İzmir ve Beyrut gibi geniş ticaret hacmi bulunan liman şehirlerinde yapmaya başlar. Başkent İstanbul’un Galata, Eminönü ve Pera (Beyoğlu) semtlerindeki bu tür yapılar önce yabancılar, sonra da yerli zenginler tarafından yapılmıştır. Önemli kira gelirlerinin elde edildiği bu han türlerinin yapımına devlet de yaptırdığı vakıf hanları ile dahil olmuştur. Bu yapıların plan tasarımında arsa, sokaklar ve çevredeki yapıların durumu önemli rol oynar.

Bu hanlardan biri İstanbul-Eminönü’nde, Sultanhaman Caddesi ile Fındıkçılar Sokağı’nın kesiştiği köşede Deutsche Orientbank adına yapılan Germania Han’dır. Yapının ana giriş kapısı üzerindeki, ‘Deutsche Orientbank A. G.’ yazısı dışında, yapılışına ışık tutacak herhangi bir tarih ya da usta/mimar kitabesi yoktur.[81] Fakat, Alman Mimar A. Jashmund tarafından yapıldığı sanılan bu bina İstanbul’un ilk betonarme binalarından biri olması nedeniyle, XX. yüzyılın başlarına tarihlenir[82] (Resim 9).

Binanın planı, arsası nedeniyle, ikiz kenarlı bir üçgen şeklinde olup, meydana bakan cephesi daire şeklinde yumuşatılmıştır. Yapı, bir bodrum kat üzerinde, asma katlı yüksek bir zemin kat ve onun üzerinde altı katlıdır. Dairesel planlı meydan cephesi altıncı kattan itibaren sütunlu bir galeri üzerine yerleştirilen ve çatıdan yürüyerek ulaşılan, fonksiyonsuz, bakır kaplı, miğfer şeklinde kubbeli bir mekan ile taçlandırılmıştır.[83] Yan cepheler simetrik olarak tasarlanmıştır. Birinci kat ‘Deutsche Orientbank A. G.’nin hizmet yeri olarak planlanmıştır. Banka girişi, anıtsal bir kapı ile meydan cephesinden sağlanmıştır. Han odaları şeklinde tasarlanan üst katların girişi Fındıkçılar Sokağı’ndan mütevazı bir kapıyla sağlanmıştır (Çizim 9). Dış tasarımda, zemin katın uzun dikdörtgen pencereleri ve ağır taş kaplamaları klasik anlayışta, sade sıvalı üst katların modern anlayıştaki uzun plasterleri, kabartma şeklindeki panolar, plastik başlıklı sade plasterler ve farklı pencereler devrin seçmeci anlayışını yansıtır. Kubbeli silindirik meydan cephesi Batı etkilidir. Bu tür kulelere Avrupa’da özellikle saray ve şato karakterli yapılarda rastlamak mümkündür.[84] Genel olarak bakıldığında, Germania Han’ın dış tasarımı, 19. yüzyılın orta Avrupa mimari anlayışını yansıttığı ifade edilebilir.[85] Germania Han, arsası, sokaklarla olan bağlantısı ve bu özelliklere dayalı cephe tasarımı ile İstanbul’da aynı işlevli üç yapı ile yakın benzerlik gösterir. Bunlardan öne çıkanı, Galata’da, Deutsche Bank’ın eski binası olarak kullanılan Minerva Han’dır (1911-1913) Minerva Han’ın daha eski olduğu ve tasarımı bakımından Jashmund’u etkilediği söylenebilir.

Türk han mimarisinin son halkası içindeki Germania Han kendinden sonraki benzer yapıları da etkilemiştir. Özellikle Germenia Han’la karşı karşıya bulunan ve Jashmund’un asistanı Mimar Kemalettin tarafından yapılan, I. Vakıf Hanı’nın (1911-1918) meydan cephesi, açıkça Jashmund’un Mimar Kemalettin üzerindeki etkilerini gösterir.[86] Benzer bir başka tasarımı yine Mimar Kemalettin’in Beyoğlu-Ağahamamı Sokak’taki III. Vakıf Hanı’nda (1911-1913) da görebiliriz.

Mehmet YAVUZ

Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 15 Sayfa: 400-411


Dipnotlar :
[1] S. Eyice; “19. Yüzyılda İstanbul’da Batılı Yazarlar, Ressamlar, Mimarlar, Edebiyatçılar ve Müzisyenler”, 19. Yüzyıl İstanbulu’nda Sanat Ortamı, İstanbul 1996, s. 29-32; Z. Çelik; 19. Yüzyılda Osmanlı Başkenti-Değişen İstanbul, İstanbul l996, s. 105, 113, 117; C. Can; İstanbul’da 19. yy. Batılı ve Levantan Mimarların Yapıları ve Koruma Sorunları, Yıldız Tek. Üni., Fen. Bil. Enst. Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 1993, s. 46, 216, 257; A. Nasır; Türk Mimarlığında Yabancı Mimarlar Üzerine Bir Deneme, İ. T. Ü., Fen Bil. Enst., Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 1991, s. 65, 70, 71; S. Denel; Batılılaşma Sürecinde İstanbul’da Tasarım ve Dış Mekanlarda Değişim ve Nedenleri, Ankara 1982, s. 40.
[2] D. Dursun; “Almanya”, mad., TDV. İA, C. 2, s. 511, 512; O. Moreau; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Askeri Misyonları”, Osmanlı, Ankara 1999, C. 2, s. 338, 339; F. O. Gaerte; 664 Das Deutsche Kaiserlische Palais in İstanbul, İstanbul 1985, s. 22, 28, 29; L. Rathmann; Berlin- Bağdat, Alman Emperyalizminin Türkiye’ye Girişi, (Çeviren: R. Zarakolu), İstanbul 1983, s. 8, 11; M. Baydur; “Osmanlı-Alman İlişkilerinde Anadolu ve Bağdat Demiryollarının Yeri”, Osmanlı, Ankara 1999, C.             2, s. 346.
[3] B. Schwantes; Die kaiserlich-Deutsche Botschaft in Istanbul, Frankfurt am Main 1997; Dokumentation-Kulturhistorische Bauten der Bundesrepublik Dentschland in Istanbul, Berlin 1989. s. 7; M. Cezar; XIX. Yüzyıl Beyoğlusu, Istanbul. 1991, s. 49.
[4] Hubert Goebbel, 1834’te Köln’de doğmuştur. 1855’te girdiği Berlin İnşaat Akademisi’nden 1863’te mezun olmuştur. 1865’te bakanlık yapı komisyonuna girmiş, 1867-1870 arası Ticaret Bakanlığı’na alınmış ve aynı zamanda Yapı Akademisi’nde hocalık yapmıştır. Ayrıca İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya’ya inceleme gezileri yapıp bilgilerini artırmıştır. 1871’in sonbaharından 9 Eylül 1874’teki ölümüne kadar İstanbul’daki elçilik ve hastane inşaatlarını yürütmüştür. Bk, B. Schwantes; a.g.e., s. 33, 34.
[5] Beyoğlu’nda uygun bir arsa bulunamadığından, Taksim Gümüşsuyu’nda, Müslüman Mezarlığı kenarındaki 6926 m2’lik arsa sahipleri ikna edilerek, yaklaşık 95.000 Altın Mark (285.095 Mark) karşılığı, 15 Mayıs 1874 tarihinde yapılan antlaşma ile satın alınmıştır. Bk., B. Schwantes; a.g.e., s. 45, 46; F. İrez-H. Aksu; Boğaziçi Sefaretleri, İstanbul 1992, s. 14, 15; M. Cezar; XIX. Yüzyıl Beyoğlusu, İstanbul 1991, s. 49.
[6] B. Schwantes; a.g.e., s. 46; F. O. Gaerte; Das Deutsche Kaiserlische Palais in İstanbul, İstanbul 1985, s. 41.
[7] A. Kortüm, 1845 yılında Neuhof’da doğmuştur. Berlin Yapı Akademisi’nden 1867 yılında mezun olmuştur. Stolp-Danziger ve Potsdam-Magdeburg demiryolu inşaatlarında istasyon binası mimarı olarak çalışmışt, Ocak 1874’te Prusya Hümeti mimarı olmuş, şubat 1874’den itibaren C. Schwatlo’nun yanında Berlin Merkez Postanesi’nin inşaatında çalışmış, kasım 1874’te de İstanbul’daki elçilik inşaatı ile görevlendirilmiştir. Almanya’ya döndükten sonra çeşitli görevlerde bulunmuş ve 29. 07. 1921’de Schwerin’de ölmüştür. Bk., B. Schwantes; a.g.e., s. 53-55.
[8] Toplam 6926 m2 olan arsanın, 2520 m2’sine inşa edilen Elçilik Sarayı ve ek binalar 2. 214. 250 Mark’a mal olmuştur. B. Schwantes; a.g.e. s., s. 47, 50; F. O. Gearte; a.g.e., s. 47, 48; Dokumentation-Kulturhistorische Bauten Der Bundesrepublik Deuschland in İstanbul, Berlin 1989, s. 5, 8; S. Böhme; 120 Jahre Kaiserliches Palais, (tarihsiz) s. 3.
[9] İlk olarak 1888’de teras çatısı onarılmış, 1891’de A. Jashmund’un danışmanlığında çatı örtüsü ve Şenlik Salonu’nun boyası yenilenmiştir. 1906’de II. Abdülhamid elçiliğe su hattı ile birlikte küçük bir çeşme hediye etmiştir. Son olarak 1898’de beyaz yağlı boya ile boyanmış olan dış cepheler temizlenmiş ve orijinal tuğla kaplamalar ile içerdeki orijinal alçı-sıva (stucco-lustro) ve alçı-mermer sıvalar (stuckmarmor) ortaya çıkarılmıştır. Bk., B. Schwantes; a.g.e., s. 158, 160, 162; Dokumentation., s. 8, 30.
[10] Dokumentation., s. 8, 9; F. O. Gearte; a.g.e., s. 41, 46; B. Schwantes; a.g.e., s. 39.
[11] B. Schwantes; a.g.e., s. 119-150, Z. Çelik; a.g.e., s. 104-114.
[12] B. Schwantes; a.g.e., s. 90.
[13] B. Schwantes; a.g.e., s. 250, 251.
[14] K. Nohlen; “Reprasentation und Sparsamkeit. Politische Aspekte beim Bau des Kaiserlichen Botschaftsgebaudes in Istanbul”, Das kaiserliche Palais in İstanbul und die Deutsch Türkischen Beziehungen. İstanbul 1989, s. 21; G. Müller-Chorus; “A La Recherche des Aıgles Perdus”, Das kaıserliche Palais in İstanbul und Die Deutsch-Türkischen Beziehungen, İstanbul 1989, s. 23-30.
[15] Dokumentation., s. 10; B. Schwantes; a.g.e., s. 66.
[16] B. Schwantes; a.g.e., s. 93, 124, 130, 131.
[17] M. Cezar; a.g.e., s. 34, 35, 39-45; B. Schwantes; a.g.e., s. 138, 142-144; A. Nasır; a.g.e., s. 326.
[18] W. Dörpfeld, Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün Atina şubesinde görevli olup daha önce Troya’da H. Schliemann ile birlikte çalışmıştır. Köşklerin bulunduğu arsa Şehzade Abdülhamid Efendi’ye ait olup, II. Abdülhamid tahta çıktıktan sonra yazlık ikametgah olmak üzere, 1880’de Alman Devleti’ne verilmiştir. Bk., F. İrez-H. Aksu; Boğaziçi Sefarethaneleri, İstanbul 1992, s. 22, 26; S. Böhme; a.g.e., s. 12; C. Meyer-Schlichtmann; Von der Preussischen Gesandschaft zum Doğan- Apartmanı, İstanbul 1992, s. 43.
[19] Yapılacak yazlıkların müteahhitliği İngiliz şirketi ‘Constantinople Land and Building Company Ltd’e verilmiştir. Sözleşme gereği şirket inşaatı, 01.04.1887’ye kadar tamamlayacak, bunun karşılığında 60. 750 Mark nakit para ve Pera, Yazıcı Sokak’taki eski elçiliği alacaktı. C. Meyer- Schlichtmann; a.g.e., s. 43; S. Böhme; a.g.e., s. 12; Dokumentation., s. 40, 41.
[20] S. Böhme; a.g.e., s. 12; Dokumantation., s. 40, 41.
[21] A. Batur; “Alman Elçiliği Yazlık Köşkleri”, mad., DBİA., C. I, s. 211; F. İrez-H. Aksu; a.g.e., s. 26, 46.
[22] Dokumentation., s. 40.
[23] M. B. Tanman: “Azaryan Köşkü” mad., DBİA. C. 1, s. 502.
[24] B.O.A., 316 nolu İradei Seniye.
[25] R. E. Koçu; “Alman Çeşmesi” mad., İst. A., C. II, s. 727; İ. H. Konyalı; “Alman Çeşmesi” mad., Tarih Hazinesi, C. 1. İstanbul 1951, s. 386; İ. H. Tanışık; Alman Çeşmesi, İstanbul Çeşmeleri I., s. 298; İ. H. Konyalı; a. g. mad., s. 386; A. Batur; “Alman Çeşmesi”, mad., DBİA, C. I. s. 208, 209.
[26] A. Kössler; “Die Deutsche Kaiser Wilhelm II in Konstantinopel (1889, 1898, 1917)” Das Kaiserlische Plais in Istanbul und Die Deutsch-Turkischen Beziehungen. İstanbul 1998, s. 39; F. O. Gaerte; a.g.e., s. 56; A. Batur; a. g. mad., C. I. s. 208.
[27] Paris-Le Figaro gazetesinin yazdıklarına göre; açılış töreninde mızıka, Hamidiye Marşını çalmış, şenlikler içinde sağlık ve selâmet duaları edilmiş ve kurbanlar kesilmiştir. Ayrıca Sultan çeşmeye, biri kendisi diğeri imparator için, resmi mühürlü iki gümüş ibrik hediye etmiştir” Bkz. A. Kössler; a.g.e. m., s. 39.
[28] A. Batur; a.g. mad., s. 208; S. Eyice; “Alman Çeşmesi”, mad., TDV. İA. C. II. s. 507.
[29] Ş. Rado; Türk Hattatları, İstanbul, (Tarihsiz) s, 231; R. E. Kocu; a.g. mad., s. 727, 728; A. Batur; a.g. mad., s. 208, 209.
[30] R. E. Koçu; a.g. mad., s. 728; İ. H. Konyalı; a.g., mad., s. 386-387.
[31] R. E. Koçu; a.g. mad., s. 728; S. Eyice; “Alman Çeşmesi”, mad., TDV. İA, s. 507; A. Batur; “Alman Çeşmesi” mad., s. 209.
[32] Fakat ilki 1789, diğeri 1796 tarihli olan bu kümbetler, kaidelerinin kısa, örtülerinin külah olmaları ile Alman çeşmesinden farklılık gösterirler. Bk., O. C. Tuncer; Anadolu Kümbetleri, Ankara 1992, C. 2, s. 226; A. Kılcı; “Van Gölü Çevresindeki Baldaken Tarzı Türbeler” Yüzüncü Yıl Üniversitesi Van Gölü Çevresi Kültür Varlıkları Sempozyumu Bildirileri, Van 1996, s. 23.
[33] Y. Önge; Su Yapıları, Ankara 1997, s. 22.
[34] Y. Yavuz; Mimar Kemalettin ve I. Ulusal Mimarlık Dönemi, Ankara 1981, s. 30; A. Nasır; a.g.e., s. 120; O. Aslanapa; Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1986, s. 472.
[35] F. Yürükçü; “Garlarımız (II) Sirkeci Garı”, Demiryol, No: 718, 1985, s. 21.
[36] Bunlardan, 1 Aralık 1872 tarihini ve Lang-Hirsch imzasını taşıyanına A Planı ve 10 Mayıs 1873 tarihni ve Hirsch imzasını taşıyan ikincisine ise B Planı adı verilmiştir. A Planında; bir istasyon binası, eşya ambarları, diğer gerekli tesisler ile hükümet tarafından yaptırılacak rıhtım ve antrepoların yapılması öngörülüyordu. Sadrazam Esat Paşa’nın arzusu üzerine hazırlanan B Planı ise; büyük bir gar binası, lüzumlu birkaç bina ve daha büyük tasarlanmış bir rıhtım ve antrepoları içeriyordu. Bk., B. O.A., Dairei Umur-u Ticaret ve Nafia, No. 57,; S. Toydemir; “Sirkecide İstasyon Tesisi”, Demiryol, Sayı I, Ekim 1951, s. 17; F. Yürükçü; “Garlarımız (II) Sirkeci Garı”, Demiryol No: 718, 1985, s. 21.
[37] Tuğra ve kitabenin doğal şartlardan değil de, bizzat kazınarak yok edildiği anlaşılmaktadır! Bk. M. Yavuz; 19. Yüzyıl Sonu 20. Yüzyıl Başlarında İstanbul’da Alman Mimarların Yaptıkları Mimari Eserler, Atatürk Üni. Sos. Bil. Enst. Yayınlanmamış Y. L. T., Erzurum 2001, s. 101.
[38] F. Yürükçü; “Garlarımız (II) Sirkeci Garı”, Demiryol, No: 718, 1985, s. 21.
[39] Y. Yavuz; a.g.e., s. 14; A. Batur: “A. Jasmund “, mad., TDV. İA. C. 4. s. 317-318; M. Sözen; Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarisi, Ankara, 1984, s. 5, 6; Z. Çelik; a.g.e., s. 116; M. Cezar; Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdi Bey, İstanbul 1971, s. 131; F. Yürükçü; “Garlarımız (II) Sirkeci Garı”, Demiryol No: 718, 1985, s. 21, 22.
[40] A. Jashmund’un biyografisi için bkz. A. Batur; “A. Jasmund”, mad., TDV İA C. 4. S. 317, 318.
[41] TBMM Milli Saraylar Arşivi’nde bulunan belge için bkz. A. Nasır; a.g.e., s. 78, 81.
[42] Mehmet Yavuz; a.g.e., s. 45-49.
[43] F. Yürükçü; “Garlarımız (II) Sirkeci Garı”, Demiryol, No: 718, 1985, s. 22.
[44] T. Saner; 19. Yüzyıl İstanbul Mimarlığında Oryantalizm, İstanbul 1998, s. 82.
[45] Zira Şam İstasyonu, bir başka Alman Mimar Palmer tarafından planlanmıştır. Medine İstasyonu ise Jashmund ve onun Ürdünlü asistanı Tuqan’a atfedilmektedir ki, bu da etkileşimin nedenini açıklamak için yeterlidir. Ayrıca Jashmund, II. Abdülhamid’in isteği üzerine Hicaz Demiryolları için danışmanlık yapmış ve birçok mühendislik işini yürütmüştür. Bkz. A. M. Fahmy; “Between Mustical and Military: The Architecture of the Hejaz Railway (1900-1918)”, Aptullah Kuran İçin Yazılar, İstanbul 1999, s. 370.
[46] Mehmet Yavuz; a.g.e., s. 172, 173.
[47] Y. Yavuz; a.g.e., s. 14.
[48] Bu büyük şehir istasyonları hem olgun planları, hem de dış tasarım bakımından büyük ölçüde Sirkeci Garı’nı hatırlatırlar. Bk., A. M. Fahmy; a.g.m., s. 369; M. Aksay; Hicaz Demiryolu Fotograf Albümü, İstanbul 1999; Mehmet Yavuz; a.g.e., s. 173, 175.
[49] S. Eyice; “Haydarpaşa “ mad., TDV. İA., C. 7, s. 17; Y. Salman; “Haydarpaşa Garı” mad., D.       B. İ. A., C. 4. s. 30; Ş. Koçer; Haydarpaşa Gebze Demiryolu Hattında 19. Yüzyılda Yapılmış Demiryolu İstasyon Binaları, I.T.U. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Y. L. T., İstanbul 1995, s. 22.
[50] E. Toker; “Bir Dönemin Simgesi Haydarpaşa Garı”, Gezi, Sayı 8, Mayıs 1998, s. 23.
[51] Servet-i Fünun; Nr. 896, s. 180; S. Eyice: a.g. mad., TDV İA C. 17, s. 39; Ş. Koçer; a.g. m. s. 23; Y. Salman; a.g. mad., s. 30; F. Yürükçü; “Haydarpaşa Garı”, Demiryolu, Sayı. 5, s. 11; E. Toker; a.g.m., s. 70.
[52] Servet-i Fünun; Nu. 896, s. 181; Ş. Koçer; a.g.m., s. 24; E. Toker; a.g.m., s. 72.
[53] S. Eyice; a.g. mad., TDV. İA. C. 17, s. 39; Y. Salman; a.g. mad., s. 30.
[54] W. Koch; Baustilkunde, München 1994, s. 296-335; Bildatlas der Weltkulturen- Renaissance, Augsburg 1998, s. 168, 169, 170, 221.
[55] Mehmet Yavuz; a.g.e., s. 175, 176.
[56] Alman ressam Linneman’ın yaptığı bu vitraylar 1979’daki tanker kazasında zarar görmüş ve mimar ve vitray ustası Şükriye Işık tarafından yenilenmiştir. Bk., Ş. Koçer; a.g.e., s. 26; E. Toker; a.g.m., s. 72.
[57] E. Toker; a.g.m., s. 80; Ş. Koçer; a.g.e., s. 26.
[58] Ş. Koçer; a.g.e., s. 27; Y. Salman; a.g. mad., s. 30; E. Toker; a.g.m., s. 78.
[59] U. Krings; Bahnhofsarchitektur, München 1985, s. 161-260; Mehmet Yavuz; a.g.e., s. 175, 176.
[60] Elçilik vaizi Carl Forsyth Major’ın öncülüğünde, 1 Eylül 1844’te, “Evangelische Asyl zu Constantinopel” adında bir dernek kurulmuştur. 14 Kasım 1845’teki toplantıda, Alman Katoliklerinin de üye olabilmesi için derneğin adı, ‘Evangelisch-Deutsche Wohlthatigkeitsverein in Constantinopel/Evangelist Alman Hayır Cemiyeti-İstanbul’ olarak değiştirilmiştir. Bk., Dokumentation., ” s. 45; A. B. Ordu; Dokumente zur Geschichte des Deutschen Krankenhaus in İstanbul. Marburg 1982, s. 15, 19; M. Kriebel; Die Anfange der deutschen evangelischen Gemeinde in Konstantinopel- İstanbul von 1843 bis 1850. İstanbul 1993, s. 24-27.
[61] M. Kriebel; a.g.e., s. 28, 29; A. B. Ordu; a.g.e., s. 22, 23.
[62] A. B. Ordu; a.g.e., s. 24; M. Kriebel; a.g.e., s. 40.
[63] Avusturya Elçiliği destekli Katolik grup, ‘Deutsche Wohlthatigkeitsverein/Alman Hayır Cemiyeti’ adında başka bir dernek kurup ikinci bir hastane açmıştır. Prusya Elçiliği destekli diğer grup da Sakız Ağacı Sokak’daki eski binadan, Beyoğlu-Telgraf Sokağı’nda daha büyük bir evde, yeni bir hastane kurmuşlar. İstanbul’daki bu iki Alman hastanesi bir müddet varlıklarını rekabet içinde sürdürmüş, fakat Prusya Hükümeti destekli derneğinin hastanesi olan ve bugün de mevcut olan hastane, kısa sürede gelişirken, diğer Alman hastanesi kapanmak zorunda kalmıştır. Bk., A. B. Ordu; a.g.e., s. 29.
[64] F. O. Gaerte’nin verdiği bilgilere göre, hastane yapımı için gerekli arsayı sadrazam hediye etmeye söz vermiş ancak bu sözünü yerine getirememiştir. Bunun üzerine Alman Hayır Cemiyeti arsayı kendi parasıyla satın almış ve bina yapmak üzere Almanya İmparatorluğu’na teslim etmiştir. Bkz. F. O. Gaerte; a.g.e., s. 12.
[65] A. B. Ordu; a.g.e., s. 42; Dokumentation., s. 45.
[66] 1889’da küçük bir hastane binası, 1892’de de morg ve çamaşırhane bölümleri açılmıştır. 1903’te bulaşıcı hastalıklar için ayrı bir bina, 1904’te yaşlılar yurdu, 1907’de bir çocuk hastanesi ve bir yetimhane açılmıştır. 1973’e kadar Kaiserwert Vakfı tarafından işletilen hastane, bu vakfın dağılması üzerine Federal Almanya Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’na bağlanmıştır. Eylül 1993’te Almanya ile Türkiye arasında imzalanan bir protokolle, Almanya, Hastane üzerindeki haklarını İstanbul Erkek Liseliler Vakfı’na devretmiştir. Bk., A. B. Ordu; a.g.e., s. 51; Dokumentation., s. 45.
[67] A. B. Ordu; a.g.e., s. 157; B. Schwantes; a.g.e., s. 33; Dokumentation., s. 45.
[68] N. Yıldırım; “İngiliz Hastanesi”, mad., DBİA. C. 4. s. 173,; “İtalyan Hastanesi”, mad., DBİA., C. 4. s. 303; “Beyoğlu Belediye Hastanesi”, mad., DBİA., C. 2. s. 220; “Fransız Lape Hastanesi”, mad., DBİA. C. 3. s. 335;.
[69] İstanbul’daki ilk Alman okulu, 1850’de elçilik bünyesinde, ‘Evangelische Gemeinde/Evangelist Cemiyeti’ tarafından kurulmuş, 1857’de Beyoğlu-Aynalı Çeşme Sokağı’ndaki yeni bir okul binasına geçilmiştir. Fakat Alman nüfusu, dini müfredatlı bu dernek okuluna çocuklarını göndermek istememişler, bu nedenle, 01 Aralık 1867’de ‘Deutsche und Schweizere Schulgemeinde/Alman ve İsviçre Okul Cemiyeti’ni kurup, 1 Mayıs 1868’de başka bir Alman okulu olan, ‘Deustsche Bürgerschule/Alman Halk Mektebi’ni açmışlardır. Bk., J. Joraschek: “Ein kurzer Abriss der Baugeschichte von den ersten Anfangen his Heute”, 125 Jahre Deutsche Schule İstanbul- Festschrift, İstanbul 1993, s. 103; O. Soehring; 1868-1968 Alman Lisesi/Deutsche Schule İstanbul- Festschrift zum 100 Jahrigen Bestehen der Deutschen Schule İstanbul 1868-1968, s. 12; O. Soehring a.g.m., s. 12; G. Fricke; “Neunzig Jahre Deutsche Schule”, 1868-1968 Alman Lisesi/Deutsche Schule İstanbul (Tarihsiz), s. 21; G. Nurtsch; “Skizzen aus der Frühgeschichte der Deutschen Schule ın İstanbul”, 125 Jahre Deutsche Schule İstanbul. Festschrift, İstanbul 1993, s. 69-70.
[70] C. Lippod; “Das erste eigene Gebaude der Deutschen Schule İstanbul” 125 Jahre Deutsche Schule İstanbul. Festschrift, İstanbul 1993, s. 93-102. Ayrıca bu arsanın bugün Doğan Apartmanı olarak bilinen binanın arsası olduğu yönünde görüşler de vardır. Bkz. B. Özgüven; “Alman Lisesi”, mad., DBİA. C. I. s. 212-213; K. M. Schlichtmann; a.g.e., s. 37-41.
[71] Bu binaların mimarı olarak, 02. 10. 1871 tarihli “La Turquie” gazetesi İstanbullu M. F. Cumin’in ismini vermektedir. Bk., V. Lippol; a.g.m., s. 96. Bu okul, 1893-1907 yılları arasında ortaokul ve yüksek kız okuluna dönüştürülmüş ve Almanya’daki okullarla eşit hale getirilmiştir. Bundan sonra okul, Alman İmparatorluğu’nun okul sistemine göre, ilk okulu, ticaret okulu, Pera’da bir kız okulu ile Haydarpaşa ve Yedi Kule’de ilkokul şubeleri bulunan bir okula dönüştürülerek büyük itibar kazanmıştır. Okulun ek binası için bkz. J. Joraschek; a.g. m; s. 103, 104.
[72] G. Fricke; “Neunzig Jahre deutche Schule”, 90 Jahre Deutsche Schule İstanbul, Festschritf, Bergisch Gladbach 1940?, s. 19, 20; “Neunzing Jahre Deutsche Schule”; 1868-1968 Alman Lisesi., s. 22, 23; J. Joraschek; a.g. m; s. 103, 104.
[73] N. Yıldırım-F. Tuncer; “Sankt Georg”, mad., DBİA, C. 6, s. 452-453.
[74] Resmi okullardan ilki, bizzat Padişah Abdülaziz, Sadrazam Ali Paşa ve Maarif Nazırı Saffet Paşa’nın çabaları ile, Fransa’daki eğitim ilkeleri dikkate alınarak, 1868’de Beyoğlu-Galata Sarayı’nda ‘Mektebi Sultani’ adıyla açılmış, zamanla ‘Galatasaray Mektebi’ ve son olarak da Galatasaray Lisesi adını almıştır. Özel Türk okullarının ilklerinden biri de, ‘Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye’ tarafından, 1868-1873 yılları arasında Fatih’te yaptırılan Darüşşafaka Okulu’dur. Bk., C. Koçak; “Tanzimat’tan Sonra Özel ve Yabancı Okullar” mad., TCTA. C. 2, İstanbul 1984, s. 491; N. Sakaoğlu; “Galatasaray Lisesi”, mad., DBİA. C. 3, s. 369-370; N. Sakaoğlu; “Darüşşafaka”, mad. DBİA. C. 3. s. 1.
[75] Y. Demiriz; “Caddebostan’da Mabeyinci Ragıp Paşa’nın Kızı İçin Yaptırdığı Köşk Hakkında Bazı Notlar”, Semavi Eyice Armağanı, İstanbul 1992, s. 366; “Ragıp Paşa Köşkleri”, mad. DBİA, C. 6, İstanbul 1993, s. 296, 297; B. N. Şahsuvaroğlu; Göztepe, İstanbul 1969, s. 113.
[76] Y. Demiriz; a.g. mad., s. 297; Y. Demiriz; a.g.m., s. 364.
[77] Y. Demiriz; a.g.m., s. 366.            
[78] B. N. Şahsuvaroğlu; a.g.e., s. 113; Y. Demiriz; a.g. mad., s. 297.
[79] D. Kuban; “Konaklar”, mad., DBİA, C. 5, s. 51-55.
[80] M. B. Tanman: “Azaryan Köşkü” mad., DBİA. C. 1, s. 502.
[81] ‘Deutsche Bank’ önceleri ‘Bankalar Caddesi’ ile ‘Yüksek Kaldırım’ın kesiştiği noktadaki Minerva Han’da (1911-1913) faaliyet gösteriyordu. Bankanın zamanla ‘Deutsche Orientbank’a dönüşmesi ile Eminönü’ndeki bugünkü binaya taşındığı anlaşılıyor. Bk., Z. Toprak; “Bankacılık”, mad., DBİA, C. 2, s. 47.
[82] M. S. Genim; İstanbul, Eminönü Belediyesi İmar Müdürlüğü, 22 Pafta, 397 ada, 15 parselde kayıtlı arşiv dosyası.
[83] C. Can; a.g.e., s. 332; M. S. Genim; İstanbul-Eminönü Belediyesi İmar Müdürlüğü, 22 Pafta, 397 ada, 15 parselde kayıtlı arşiv dosyası.
[84] W. Koch; a.g.e., s. 311, 312.
[85] Y. Yavuz; a.g.e., s. 11; C. Can; a.g.e., s. 332.
[86] Y. Yavuz; a.g.e., s. 35; “Birinci Vakıf Hanı”, mad., DBİA, C. 2, s. 243.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.