Eski Türk Dininin İsimlendirilmesi Üzerine
Eski Türk dini ile ilgili birçok problem vardır. Şimdiye kadar bu konuda yapılmış olan araştırmaları dikkate aldığımızda da söz konusu problemleri daha açık şekilde tesbit etmemiz mümkündür. Ancak biz doğrudan konuya geçmeden, durumun daha iyi anlaşılabilmesi için tarih ve dinler tarihi üzerinde kısaca durmak, aralarındaki mevcut ilişki ve farklılıklara dikkat çekmek istiyoruz.
Tarih insanların mekân ve zaman çerçevesi içinde meydana getirdikleri olayları, bu olayların sebep ve sonuçlarını ortaya koyan objektif bir bilimdir. Tarihçi olayların açıklamasını yaparken konu ile ilgili dokümanları (arkeolojik, etnografik. linguistik… vb.) ve olayları meydana getiren toplulukların ruhi durumlarını da dikkate almak zorundadır.
Dinler tarihi ise, tarihle aynı metodları kullanarak dini olayları ortaya koyma bilimidir. Böyle olmakla birlikte, tarihçi ile dinler tarihçisi arasında fark vardır. Şöyle ki; dinler tarihcisi bir dini incelerken hem tarihi, hem de incelediği dinin mahiyetini bilmek, dini bir olayın spesifik ve tarihi aşan (transhistorique) anlamını kavramak zorunda iken, tarihçi için böyle bir zorunluluk söz konusu değildir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, tarihi olaylar bir defaya mahsus olarak meydana gelirken, fenomeni yaratanın süreç olduğu dikkate alındığında, dini olaylar bir defaya mahsus, belli bir zaman ve mekânla sınırlı olarak ortaya çıkmaz. Dini inceleyen biri için ise, tarih tüm fenomenlere bağımlılığı ihtiva etmektedir. Hiçbir dini fenomenin saf halde bulunmayacağını göz önüne alırsak, dini olayları sosyo-kültürel, ve sosyo-ekonomik olaylardan bağımsız düşünemeyiz. Bu sebeple eski Türk dinini anlamak ve kavramak için de onu sadece bir yönü ile değil, birçok yönü ile ele almak zorundayız. Bu kısa açıklamadan sonra eski Türk dini ile ilgili görüş ve düşüncelere geçebiliriz.
Eski Türk dini ile ilgili ana kaynaklar bulmak oldukça zordur. Bu sebeple onların dini inanış ve âdetlerini ve bu konudaki bilgileri ancak kendilerine komşu olan halklardan, onların tuttuğu günlük ve yazdıkları kroniklerden öğrenmekteyiz. Ancak bu kavimlerin de Türkler hakkında verdikleri bilgilerin doğruluğu her zaman tartışma konusu olmuştur.
Eski Türk dini hakkında en önemli kaynak hiç şüphesiz Hoytu Tamir yazıtlarıdır. İlk defa bu yazıtlarda Tanrı’ya Iduk sıfatı verilmiştir. Bu yazıtlardan sonra 732 / 734 yıllarında Orkun ırmağı kenarına dikilmiş olan abideler gelmektedir. Bu abidelerin birer mezar kitabesi olması dini terminoloji olarak çok az kavram içermesine sebep olmuştur. Kuşkusuz kitabelerde zikredilen Tengri, Yer sub, Iduk, Umay, Kut, Küç, Ülüg, Türk Tengrisi kavramları ile bütün bir dini hayatı ifade etmek imkânsızdır.
Türkler 751 yılında yapılan Talas Savaşı neticesinde İslam alemini, Araplar da Türk Dünyasını tanıma fırsatı buldular. Türklerin inanç ve düşünceleri ortaçağ boyunca Müslüman Arap bilgin ve seyyahlarının dikkatini çekti ve onlar bu konu ile ilgili basit gözlemlere dayanan bilgiler verdiler. Ancak bu bilgin ve seyyahlar, semitik dinlerin kendilerine empoze ettiği din anlayışı ile problemleri ele alıp tesbitlerde bulundular. Bunların onunla ilgili önemli tesbitleri ise, Türklerin tek tanrıya inanmış oldukları gerçeği idi.
19. yüzyılda Avrupa’da başlayan dinler tarihi çalışmaları dini fenomenlerin tesbit, yorum ve açıklaması yerine, dinin kaynağının ne olduğu üzerine yoğunlaşmış; Spencer, Taylor, Durkheim, M. Müller vb. bu çalışmalara öncülük etmişlerdir. Daha sonra bu çalışmalar yurdumuzu da etkilemiş ve Ahmed Mithat Efendi bu konuda öncülük etmiştir. Ama ne yazık ki, bu araştırmalarda eski Türk dini ile ilgili hususlara rastlamak mümkün değildir. Yurdumuzda eski Türk dini konusunda ilk çalışma Ziya Gökalp[1] tarafından yapılmış olup, Gökalp bu çalışmasında eski Türk dinine Şamanizm denilemeyeceğine işaret etmiş, hatta bu tezini ısrarla savunmuştur. Ne var ki, Gökalp tarafından ileri sürülen bu tez M. Fuad Köprülü[2] ve A. İnan[3] tarafından bir türlü kabul görmemiş, bunlar eski Türk dinini Şamanizm olarak nitelemeyi ve adlandırmayı uygun görmüşlerdir. Hâlâ günümüz bazı araştırmacıları bu terimi anlamını bilmeden şuursuzca kullanmakta ve kavram kargaşasına sebep olmaktadırlar.
Acaba sık sık sözü edilen Şamanizm nedir? Önce bunun tanımını yapmak gerekmektedir. Eliade’a göre: Şamanizm hem mistik hem büyü hem de kelimenin geniş anlamında din olan arkaik vecd tekniklerinden biridir.[4] Couliano ise bunu bir din olmaktan ziyade, gayesi insanlar âlemine paralel, ancak görünmez ruhlar âlemi ile ilişkili ve beşeri işlerin yönetimin de ruhların desteğini sağlamaktan ibaret ekstazik ve terapötik metodlar toplamı[5] olarak tanımlamaktadır. Burada bir hususu özellikle belirtmek gerekir. O da, Şamanizm’in bir din olması ile, bir dinde Şamanî unsurların bulunup bulunmadığı konusunun birbirlerinden ayrılmasıdır. Zira dinin Şamanizm olması ayrı, bir dinde Şamanî unsurların bulunması ayrıdır.
Başta rahmetli hocam Tanyu olmak üzere, Türk din tarihçileri Şamanizm’in bir din olmadığı, eski Türk dinine Şamanizm denilemeyeceği kanaat ve inancındayız. O zaman şöyle bir soru akla gelmektedir. Madem ki, eski Türk dini Şamanizm değilse, o zaman eski Türk dinini nasıl isimlendirmek lazımdır?
Yukarıda ifade ettiğim gibi, kitabelerde kullanılan terimlerle bir dini tam olarak kavramak, ifade etmek imkânsızdır. Ama burada dikkati çeken temel kavram Tanrı’dır. Şimdiye kadar Türk dini ile ilgili araştırma yapanlar da Türk dininin Tanrı ekseninde şekillendiğinden hareket etmiş, diğer kavramları yarı dini kavramlar olarak görmüşlerdir. Bu durum bir bakıma ikincil kavramların neden oluşamadığı sorusunu akla getirmektedir. Buna şöyle cevap vermek mümkündür Budizm, Taoizm, Hıristiyanlık (Nesturilik), Mani dini gibi evrensel dinler Türk düşünce sistemini tahmin edilenden çok daha erken devirlerde etkilemiş, bu dinlerin baskısı altında kalmış olan eski Türk dini, kendi özbenliğini ifade edip ortaya koyacak terminolojiyi oluşturamamış ve bu sebeple de kendini hep ödünç terimlerle ifade etme yolunu seçmiştir. Bu da yeni problemlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bütün bunlar gözönüne alındığında da eski Türk dininde esas kavramın Tanrı olduğu açıktır. Öyleyse Tanrı inanışı üzerinde durmak gerekmektedir.
Hunlar, Gök Tanrı’ya inanıyor, onu daha sonra Kaşgarlı Mahmud’un da ifade edeceği üzere; hem Gök, hem de Tanrı anlamını içeren Tengri kelimesi ile ifade ediyorlardı.[6] Göktürkler de aynı anlamda Tengri kelimesini kullanıyor, Tonyukuk Kitabesi’nde ayrıca Türk Tanrısı kavramına yer veriyorlardı. Burada bir hususu hatırlatmak gerekir. O da bütün Türk boylarının eskiden olduğu gibi, üniversel dinlerle temastan sonra da Tanrı kelimesini kullanmış olmalarıdır. Ancak 762 yılında Mani dinini kabul eden Uygurlar sebebi pek anlaşılmasa da Tanrı kelimesinin başına Kün, Ay, Kün-ay kelimelerini ilave ederek, Kün Tengri, Ay Tengri, Kün-ay Tengri kavramlarını oluşturmuşlardır.Acaba sözü edilen, kendine inanılan bu Tanrı hangi özelliklere sahiptir?
Eski Türkler Tanrı’nın antropomorfik bir özellik taşımadığından hareketle onun resim ve heykellerini yapmamışlardır. İşte bu Tanrı gerek yapılan folklorik araştırmalardan, gerekse kitabelerden anlaşılacağı üzere yaratıcı bir özelliğe sahiptir.
Fonksiyonel olup olmaması açısından bakıldığında ezeli ve ebedi yani bengü, mönke, mengü olan, hakanlara güç ve kut veren, kozmik düzenin, toplumun organizasyonu ile insanların kaderinin kendisine bağlı olduğu Tanrı, Sami kültür ağırlıklı dinlerde olduğu gibi müdahaleci değildir. O, insanların işlerine doğrudan karışmayıp sosyal düzen bozulduğu zaman bu düzenin korunması için bakanlara yardım eder. Bu özelliği ile Türk Tanrısı Deus Otiosus bir karakter arzetmektedir Bu husus daha sonra İbn Sina ve Farabi’nin düşüncesinde de kendini göstermektedir.
Bazı Türk destan ve hikâyelerinde Tanrı’nın çocuklarından bahsedilmekle birlikte, Eliade’ın de ifade ettiği gibi, Türk Tanrı anlayışında kutsal evlilik (hierogamie)e rastlanmaz.[7] Yani Türk Tanrısı Asur, Babil, Yunan ve Roma tanrıları gibi tanrıçalarla evlenmezler. Aslında Türkler’in zihni mentalitelerinde ve dil mantıklarında Sami ve Hint-Avrupa dil ailesine mensup kavimler gibi erkek-dişi ayrımına rastlanmaz. Türkler kainatı bir bütün olarak kavrarlar. İşte bu yüzden Türklerde kadın-erkek ayrımı da yoktur.
Gök Tanrı anlayışının neolitik çağda ortaya[8] çıktığından hareketle günümüze kadar bu Gök Tanrı’nın orijinal şeklini koruyup korumadığı tartışılabilirse de, tarihin ilkel diye nitelendirebileceğimiz teofani (theophanie)leri değiştirdiğini kabul edersek, Harva’nın da belirttiği gibi, Tanrı’nın da ilkel ve belirsiz biçimde kalmadığını ifade edebiliriz. Hatta bu şekillenmede üniversel dinlerle ilişkinin etkili olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu etkilerin hiçbir zaman Tanrı’nın orijinal strüktürünü değiştirmeyi başardığını ise kabul etmek imkânsızdır.
Salamon Reinach başta olmak üzere bir kısım araştırmacı Moğol devri etkisi ile ortaya çıkmış Erlik’i Bay Ulgen’in karşısına yerleştirerek eski Türk dini sisteminin dualist bir karakter arzettiğini ifade etmişlerse de,[9] bu görüşe katılmak mümkün değildir.
Eski Türk dini Monoteizm’dir. J. P. Roux bu monoteizmi politeizmle iç içe girmiş bir monoteizm olarak nitelemekte,[10] bir bakıma Hıristiyan monoteizmini eski Türk dinine uygulamak gibi bir davranış sergilemektedir. Bu görüşü benimsemek mümkün olmadığı gibi, onu henoteizm olarak nitelemek de imkânsızdır.
Gök Tanrı ekseninde şekillenmiş olan eski Türk dini monoteizmini basit benzetmelerle Hanifilik olarak isimlendirmek de bizce yanlıştır. Bu yanlış ve farklılıkların birinci sebebi; eski Türk yazıtlarının farklı değerlendirilmesi yanında, çok geniş bir coğrafi alanda yaşayan Türk kavimlerinin herhangi birinde tesbit edilmiş inanışların genelleştirilmesi, ikinci sebebi ise; dinin kendi terminolojisi dışında, hemen hiç kullanmadığı terim ve terminoloji ile adlandırılması yoluna gidilmesidir. Eğer bir din kendi terminolojisi dışında başka bir dinin terminolojisi ile izah edilirse, bu, izah edilen dini o dinin kalıpları arasında hapsetmek anlamına gelir ve bu da söz konusu dini anlaşılmaz duruma sokar.
Burada eski Türkler acaba kendi dinlerini nasıl adlandırıyorlardı? diye bir soru sorulabilir. Bu konuda kesin bilgiler olmamasına rağmen Sovyetler Birliği döneminde bazı Türk topluluklarının kendilerinin Şamanist oldukları hakkında nitelemelere karşı çıktıkları bilinmektedir. Kendi dinlerinin isimlendirilmesine gelince, yapılan araştırmalar ve elde edilen dokümanlar gösteriyor ki, eski Türkler dinle iç içe bir hayat yaşıyorlardı. Toplum geliştikçe din de bu gelişmeye paralel olarak gelişiyordu. Günlük hayatın bir parçası olan din, Yahudilik, Zerdüştlük, Budizm… vb. gibi ayrı toplumsal gerçeklik olarak kurumsallaşmamıştı. Bu sebeple olmalı ki, Türkler kendi dinlerine bir isim vermemişlerdir.
Sonuç olarak denilebilir ki, eski Türk dini animistik, totemistik ve atalara tapınma gibi bir takım özellikler gösterse de onu Lev N. Gumilev’in belirttiği gibi halkın Gök Tanrı’ya, aristokratların da atalara tapındıkları[11] şeklinde ikili bir şemaya oturttuğu, nitelik yönünden de bir nevi animatizm olarak ifade ettiği düşünceye katılmak mümkün olmadığı gibi, J. P. Roux’nun dediği gibi Moğol etkisi ile yeniden canlandırılmış bir çeşit Şamanizm olarak da kabul etmek mümkün değildir. Bize göre eski Türk dini, Gök dini, Gök Tanrı merkezli, onun etrafında şekillenmiş, tamamen kendine özgü bir monoteizmdir ve onu ancak Gök Tanrı Dini olarak isimlendirmek mümkündür.
Kaynak: Umay Günay Armağanı. Ankara 1996: 34-39.