Viva Zapata: Yaşasın Tatar Çarığı
J. Steinbeck’in senaryosunu yazdığı, E. Kazan’ın yönettiği, M. Brando ve A. Queen’in oynadığı Viva Zapata’yı herkes izlemese de çoğu kişinin duymuşluğu vardır. Film, Meksikalı köylü devrimci Emiliano Zapata’yı anlatır. Hiç okul yüzü görmemiş Zapata, Huerto’yu devirdikten sonra ele geçirdiği başkanlık sarayına girince “Burası insanın içini kötülükle doldurur.” deyip köyündeki yoksul hayatına dönmüş ve 39 yaşında öldürülmüştür. “Yurdun ve halkın özgürlüğüne düşman olanlar, bu dava uğruna kendini feda edenlere her zaman haydut gözüyle bakmışlardır.” cümlesini kurabilen bu “cahil köylü”nün soyadı (Zapata), İspanyolcada “bot” demek olan zapato sözcüğünden devşirilerek “ayakkabı tamircisi” anlamı kazanmış metonimik bir meslek adıdır.
İspanyol Kraliyet Akademisi Real Academia Española’nın (RAE) yayımladığı Diccionario de la Lengua Española’da sözcüğün Türkçe kökenli olduğu yazılı. Bu durum S. Nişanyan’ın dikkatini çekmiş ve sözcüğün peşine düşmüş. Nihayet Saadet Çağatay’ın Karaçayca Birkaç Metin’de “Kazan lehçesinde köylünün giydiği ve bir nevi ıhlamur ağacı kabuğundan yapılmış olan ayakkabıya çabata denir.” bilgisine ulaşmış. Fakat kelimeyi başka bir yerde bulamadığı için bu takibat kendi ifadesiyle çaresizlikle sonuçlanmış. Blogundaki 24.04.2013 tarihli “Hayalet Kelimelerin Peşinde” başlıklı yazısında “Pes ettim. Vallahi çözemedim. Siz şimdiye dek benim bir kelime hakkında böyle çaresiz kaldığımı gördünüz mü hiç? İşte oluyor.” diyerek zapata’nın İtalyanca ve Fransızca biçimlerine değinip yazısını noktalamış.
Zapata ve ciabatta’nın Fransızca biçimi ise sabot sözcüğüdür. Bunlar sağlık personelinin giydiği beyaz ve lacivert renkli bildiğimiz sabo terlikleri. Türkçeye, Fransızca telaffuzu (sabo) ile girmiş. Fransızcanın online etimoloji sözlüğü http://www.cnrtl.fr’de sözcüğün 16. yüzyıldaki anlamı “tek parça ahşapın oyulmasıyla yapılan köylü ayakkabısı” olarak verilmiş. O halde bu terliklere bir tür takunya denebilir. Sabot, Arapçaya (sabata) ve başka Avrupa dillerine de girip yayılmış. Özellikle Hollanda’nın tahta saboları çok ünlü ve rengarenk desenli olanları turistik eşya mağazalarında satılır. Sabot sözcüğünden türeyen ve özgün anlamı “takunya üretimi” olan sabotage (sabotaj), “Sanayi Devrimi sırasında makinaların kullanımı protesto eden işçilerin ayaklarındaki ahşap saboları makinelere atıp çalışmaz hale getirmeleri.”nden dolayı bambaşka bir anlam kazanmış. Fransız anarşist propagandist Emile Pouget’in Le Sabotage (1910) adlı broşüründe verdiği bu bilgi Fransızcanın etimoloji sözlüklerinde pek rağbet görmese de tüm dünyada popülarite kazanmış; hatta sözcüğün Fransızcadaki türevlerinden saboter (Türkçede sabote etmek olarak kullanılır), “bir işi bilinçli olarak engellemek” anlamıyla yaygınlaşmıştır.
Çabata Tatarlarda ıhlamur ağacının liflerinden örülürdü. Tatar şair ve edebiyatçıların bir kısmı çabata örmeyi bilir ve eserlerinde sık sık çabatadan söz eder. Çabata yapabilen şairlerden biri olan Hesen Tufan, otobiyografisinde kaba saba Mordva çabatası değil, mükemmel Tatar çabatası örmekte ustalaştığını söyler. Bu bağlamda Mordvaların da bir Fin-Ogur halkı olduğunu hatırlamak gerek. Daha 30 yaşındayken ölen ve ardında muhteşem lirik şiirler bırakan Tatar şairi Hadi Taktaş’ın çocukluk arkadaşına ithafen yazdığı “Mokamay” şiirinde çabata, Mokamay’ın trajik hayatını simgeler:
Birge çabatalar ürip yörgen çakta
Sin ostarak minnen üreydiñ,
Minim matur idip ürelmavnı
Buldıksızlıgımnan küreydiñ
Nik son bu bolay buldı eli
Niçik helaketiñi kürmediñ
Nik, Mokamay, soñ, sin tormışıñnı
Çabatañday matur ürmediñ!
Türkiye Türkçesi şöyledir:
“Birlikte çabatalar örüp gezdiğimiz zamanlarda
Sen benden daha ustaca örerdin
Benim güzelce öremeyişimi
Beceriksizliğime bağlardın
Neden acaba bu böyle oldu ki
Niçin tükenişini görmedin
Neden Mokamay acaba sen hayatını
Çabatan gibi güzel örmedin?”
Timérgalin, mezkur makalesinde XIX. asrın ortalarına kadar Rusya’nın “çabatalı” olduğunu; onu hem kadınların hem de erkeklerin giydiğini, sadece Vladimir gubernasındaki Mıt köyünden Moskova’ya yılda 500 bin çabata gönderildiğini; Ruslarda çabatanın sağ ve sol ayaklar için ayrı ayrı örüldüğünü; Mordvalarda, Çuvaşlarda ve Tatarlarda ise çabatanın sağının solunun ayrılmadığını anlatır. Bütün bu verilere, 18. yüzyılın birinci yarısında Hıristiyanlığı reddetmeleri yüzünden sosyal statülerini ve mal varlıklarını kaybeden kaybeden Tatar mirzalarının ironik biçimde “çarıklı bey; züğürt ağa” anlamında çabatalı mirza olarak adlandırıldığını da eklersek, çabatanın Tatar kültüründeki yeri tüm derinliğiyle görülebilir.
Kökeni hangi dil olursa olsun, çabata yüzyıllar boyu Tatar kültürünün ayrılmaz parçası olagelmiştir. 1950’li yıllara kadar milyonlarca köylünün temel ayak giyimi çabata olduğu için Tatarcada “çabatalı Rusya” deyimi ortaya çıkmış. Tatarlar çabatadan uzunluk ölçüsü olarak da yararlanmış. Rusya’da çabata heykelleri bile var. Bunlardan biri Vologda oblastının Velikiy Uystyug şehrinde 2,5 metre yüksekliğinde kavak ağacından yapılmış olan, diğeri de Smolensk oblastının Vyazma şehrinde 1,5 metre yüksekliğindeki taştan yapılmış olan. Tatar araştırmacı Marat Abdullin, Tatarstan yeşleri gazetesinin 12.04.2014 sayısında “Çabata heykelge layık” başlıklı yazısında bu heykellerin resimlerini vermiş (http://www.tatyash.ru/get.php?12067|52.htm). Eylemlerini XX. yüzyıl başlarında gerçekleştiren Tatarların Jesse James’i ünlü haydut ve at hırsızı Şekür Karak, çaldığı atların nallarından ses çıkmasından diye onlara çabata giydirirmiş. Hatta “çabata biyüvi” adında bir halk dansı bile var Tatarların. Bu dansı merak edenler https://www.youtube.com/watch?v=oC6207XrJpc linkinden izleyebilir. Günümüzde sadece müzelerde görülen çabatayı Ural civarındaki müze, sinema, tiyatro ve turistik hediye dükkanları için ören az sayıda usta kalmıştır.
Sözcüğün İtalya, İspanya ve Fransız dillerine geçerken izlediği rota 13. yüzyıldan itibaren izlenebilir haldedir. Zira Fransa kralı IX. Louis’in emriyle Orta Asya halklarını Hristiyanlaştırmak için 1253’te Altın Ordu Devleti’ne gidip Batu Han’la görüşen Rubruck ve ekibi başta olmak üzere, Volga bölgesini çok sayıda İtalyan, Alman, Fransız tüccar, misyoner ve seyyah ziyaret etmiştir. Codeks Cumanicus’un yazıldığı dönemde (XIV. yüzyıl) Özbek Han ve Berdibek Han’ın Venediklilerle yaptıkları ticaret anlaşmalarının iki dilli (Kumanca-Latince) olduğu ve Codex’in yazılma sürecinde bölgede uzun yıllar kalan İtalyan tüccarların kültürel ve filolojik alış verişlerden izole olamayacakları dikkate alınırsa, Neo-Latin dillerde sadece çabata değil, başka Kıpçakça sözcüklerin bulunması sürpriz etkisi yaratmamalıdır.
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Kaynak: Türk Dil Kurumu, Türk Dili Dergisi, Cilt: CX Sayı: 777 Eylül 2016
Ihlamur sözcüğünün etimolojisini araştırırken, önce Nışanyan’ın ‘çabata’ ile ilgili yazısına, oradan da sizin bu mükemmel yazınıza ulaştım. Takdir ve hayranlıkla okudum. Görgü, sezgi ve bilgiye dayanan gerçek bir araştırma yazısı. Müsaadenizle tebrik etmek isterim.