Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı
Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı ile XX. yüzyılın ilk çeyreği, Osmanlı tarihinin en çalkantılı dönemini teşkil etmektedir. Bu dönemde gelişen olaylar hakkında değişik düşünce ve yorumların ortaya konulmuş olması tabiidir. Bu yorum ve düşünceler ortaya konulurken esas olan, tarihi gerçeklere bağlı kalmak ve olayları objektif bir tarzda değerlendirebilmektir. Zaten sosyal ilimlerde mutlak doğruya varabilmek fazla mümkün değildir. Zira zaman içerisinde olaylar hakkında yeni bilgiler ve belgeler ortaya çıktıkça meselelere bakış açısında da değişiklikler olmaktadır. Hele araştırılan olaylar yaşadığımız dönemi de ilgilendiriyor ise o zaman, yapılan çalışmalar ayrı bir önem kazanmaktadır.
Bu anlamda, Osmanlı Devleti’nde anayasa ve hukuk alanında meydana gelen gelişmeler, yönetim tarzı olarak cumhuriyeti tercih etmiş olan Türkiye’nin hukuk alanındaki gelişmelerine de bir altyapı teşkil etmesi bakımından da ehemmiyet kazanmaktadır.
Osmanlı Devleti’nde anayasa hareketleri, Avrupa’da bu alanda ortaya çıkan hareketlerden kısa bir müddet sonra başladı. Avrupa’da parlamentolar çağı olarak adlandırılabilecek olan XIX. yüzyılın çeyreğine girildiği dönemde artık meşruti yönetim adeta Osmanlı Devleti için de kaçınılmaz olmuştu. Nitekim 1876’da tahta çıkan II. Abdülhamid, daha önceden anlaşıldığı üzere kısa bir müddet sonra, 23 Aralık 1876’da Kanun-ı Esasî’yi ilan etti. Zamanın ve tarihin eseri olan Kanun-ı Esasî gereği 1877’de açılan ilk Osmanlı parlamentosu II. Abdülhamid tarafından tatil edildi. Her ne kadar II. Abdülhamid tarafından meclisin tatili hadisesi Kanun-ı Esasî’nin padişaha tanıdığı yetkiler arasında ise de, tatil hadisesinin otuz yıl gibi oldukça uzun bir müddet olması bu hususta tartışmalara sebebiyet vermiştir. Zira sistemi meşruti yapan husus, Meclis-i Mebusan’ın mevcut olması idi. Dolayısıyla sisteme meşruti rengi veren Meclis-i Mebusan’ın kapalı olması, rejimin temeli hakkında da kuşkuları beraberinde getirmiştir. Bu durum 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanına kadar sürmüştür. Bu dönemle birlikte özellikle siyasi sahada bir rahatlamanın ve bununla beraber bir fikir patlamasının ortaya çıktığı görülmektedir. Nitekim 1908’i takip eden yıllarda o zamana kadar rastlanmayan sayıda ve çeşitte siyasi partilerin ortaya çıktığını görmekteyiz. Bu dönemde yapılan seçimler ve meydana gelen Meclis-i Mebusanlarda bariz bir şekilde İttihat ve Terakki’nin hakimiyeti mevcuttur. Bu da tabiidir. Zira İttihat ve Terakki, II. Meşrutiyet’in ilanında en etkili olan teşkilattır. Bu nedenle, özellikle 1913-1918 yılları arasında İttihat ve Terakki Cemiyeti, adeta muhalefetsiz olarak tek başına Meclis-i Mebusan’a ve hükümete hakimdir.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bu hakimiyeti I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar devam etti. Osmanlı Devleti’nin bu savaştan yenik olarak çıkması İttihat ve Terakki yönetiminin de sonunu getirdi. Enver, Talat ve Cemal Paşalar yurt dışına kaçarlarken İttihat ve Terakki muhalifi düşünceler yoğunluk kazandı. Bunun neticesinde, İttihat ve Terakki’nin hakim olduğu dönemden kalan Meclis-i Mebusan, o düşüncenin devamı olan kişilerle dolu olduğu fikrinin de tesiriyle 21 Aralık 1918’de Sultan Vahideddin tarafından feshedildi. Bu tarihten son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ının açılacağı tarih olan 12 Ocak 1920’ye kadar artık Osmanlı Devleti’nde meclissiz günler başlamıştı.
Gerçi Kanun-ı Esasî’nin hükmüne göre, dört ay içerisinde seçimlerin yapılarak meclisin yeniden açılması gerekiyordu. Ancak bu dönemdeki hükümetler Kanun-ı Esasî’nin bu hükmünü uygulamaktan imtina etmişlerdir. Şüphesiz bunun değişik sebepleri vardı. Öncelikle, oluşacak Meclis-i Mebusan’ın hükümetlerin uygulamalarına muhalefet edebilecekleri endişesi vardı. Ayrıca, Mondros Mütarekesi hükümlerine dayanan İtilâf devletleri Osmanlı ülkesinin değişik bölgelerini işgal etmişlerdi. Bu durumda yapılacak bir seçimde, işgal altındaki bu bölgelerden Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na mebus seçilmesi adeta imkansız gibi görülüyordu. Eğer bu bölgelerde seçim yapılamaz ve bölge halkları temsilcilerini meclise gönderemezler ise bunun, işgal altındaki yerlerin fiilen Osmanlı Devleti’nden ayrıldığı anlamına gelirdi ki bu da hiçbir Osmanlı Hükümeti’nin göze alabileceği bir husus değildi.
Yukarıda bahsedilen sebeplerden dolayı seçimleri erteleyen Osmanlı hükümetleri, aldıkları kararlara dayanak olması ve Meclis-i Mebusan’a da bir anlamda alternatif olması düşüncesiyle bir Saltanat Şûrâsı toplama yoluna gitmişlerdir. 26 Mayıs 1919’da İstanbul’da Damat Ferit Paşa’nın başkanlığında toplanan Saltanat Şûrâsı, kendisinden beklenen neticeyi veremediği gibi meclissiz bir dönemin nabız yoklamasından ileri de gidemedi.
İçte bu gelişmeler olurken, Paris’te toplanmış olan konferans, Osmanlı Devleti temsilcilerini dinlemek üzere resmi davette bulundu. Bu gelişme, özellikle Damat Ferit Paşa Hükümeti tarafından çok olumlu değerlendirmelere sebebiyet verdi ise de sonuç tam bir başarısızlık oldu. Bu başarısızlık, Damat Ferit Paşa Hükümeti’ne karşı Anadolu’da gelişen muhalefeti iyice arttırdığı gibi, Sivas Kongresi sonrasında Heyet-i Temsiliye tarafından alınan ve uygulamaya konulan İstanbul Hükümeti ile ilişkileri kesme kararı hükümetin durumunu iyice zora soktu. Nihayetinde sadrazamlık koltuğunda daha fazla oturamayacağını anlayan Damat Ferit Paşa istifa etti ve yerine Ali Rıza Paşa Hükümeti kuruldu.
Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin kurulması Milli Mücadele liderleri tarafından memnuniyetle karşılandı. Bu memnuniyet, hükümet tarafından Bahriye Nazırı Salih Paşa’nın Mustafa Kemal ve arkadaşları ile görüşmek üzere Amasya’ya gönderilmesi ile iyice arttı. 20-22 Haziran 1919 tarihleri arasında Amasya’da yapılan mülakâtta gündeme gelen en önemli konuların başında Meclis-i Mebusan’ın nerede toplanacağı konusu gelmekte idi. Salih Paşa, İstanbul üzerinde ısrar ederken, Mustafa Kemal Paşa meclisin Anadolu’da toplanması fikrinde ısrar ediyordu. Netice’de meclisin, Anadolu’nun güvenli bir bölgesinde açılması karar altına alınarak protokol imzalandı. Ancak bu karar Ali Rıza Paşa Hükümeti tarafından kabul edilmedi. Bunun üzerine Sivas’ta yapılan Kumandanlar Toplantısı’nda, çeşitli alternatifler gözden geçirildikten sonra Meclis-i Mebusan’ın İstanbul’da açılması kabul edildi. Ayrıca Meclis-i Mebusan’da faaliyetleri organize etmek üzere Rauf Bey’in mecliste bulunmasıda kararlaştırıldı.
Ali Rıza Paşa Hükümeti tarafından alınan karar gereği başlanılan 1919 seçimleri, mevcut şartlar içerisinde olabildiğince tarafsızlık içinde yapılmıştır. Ancak bu seçimler karşısında Heyet-i Temsiliye’nin etkisiz kalmasını beklemek mümkün değildir. Zira oylanan, aynı zamanda Milli Mücadele’nin geleceği idi. Bu nedenle Heyet-i Temsiliye, seçilmesini istediği bazı şahısların seçilmeleri için kararlar almış ve bunu gerekli yerlere iletmişti. Fakat bütün bu faaliyetler hiçbir zaman seçimlerin bağımsızlığını gölgeleyecek ölçüde olmamıştır. İşgal altında bulunan ve işgal kuvvetleri tarafından seçim yapılmasına müsaade edilmeyen bölge halkları ise, kendilerinin Osmanlı Devleti’ne bağlılıklarını gösterebilmek ve işgalleri tanımadıklarını ifade edebilmek için mümkün olan her yola başvurarak temsilcilerini seçmişler ve Meclis-i Mebusan’a göndermişlerdir. Bunlardan, İzmir mebuslarının mebuslukları meclis tarafından kabul edilirken Adanalılar adına İstanbul’daki Kilikyalılar Cemiyeti’nde yapılan oylamada seçilen Adana mebuslarının mebuslukları Meclis-i Mebusan tarafından kabul edilmemiştir.
Atatürk Üniversitesi Erzincan Eğitim Fakültesi / Türkiye