Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlı Devleti’nde Sosyal Güvenlik Sistemi

0 17.500

Bilindiği üzere Osmanlı Devleti, XIII. yüzyılın sonlarından XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar devam eden, çok uzun ömürlü bir siyasal kuruluştur. Bu uzun sürecin “klasik dönem” olarak isimlendirilen devresinde Osmanlı toplumunda halkın sosyal güvenliğinin nasıl sağlandığı, sosyal güvenlik teknikleri olarak nelerin yer aldığı ve modern sosyal güvenlik anlayışının hangi noktasında bulunduğu hususları hep merak edilegelmiştir.

Genellikle Osmanlı Devleti’ne ilişkin çalışmalarda yapılan Tanzimat öncesi ve Tanzimat sonrası ayırımı, Osmanlı Devleti’nde sosyal güvenlik sisteminin incelenmesi açısından da yapılabilir. Hatta, özelliği itibariyle Osmanlı Devleti’nde sosyal güvenlik sisteminin, biri Tanzimat’tan önceki devir (lonca devri) ve diğeri Tanzimat ve Meşrutiyet Devri olmak üzere iki dönemde incelenmesi gerekir. Biz de bu çalışmamızda Osmanlı Devleti’nde reayanın (halkın) sosyal güvenliği konusunu, genel itibariyle Tanzimat’tan önceki dönemi anlatan klasik dönem açısından ele almaya çalışacağız.

Hemen belirtmek gerekir ki, Osmanlı Devleti’nde toplum yapısı, biri askeriler (yönetenler) ve diğeri reaya (yönetilenler) olmak üzere iki ana grup altında ele alınmaktadır. Osmanlı toplum yapısı içinde reaya, askeri zümre dışında kalan, üretici olan, ticaretle uğraşan, vergi veren, yerleşik veya yarı yerleşik halk zümresini ifade etmektedir. Başka bir anlatımla reaya, şehirliler, köylüler ve göçebe aşiretlerden meydana gelmiş vergi yükümlüsü olan zümredir. Bu kesim, yönetici sınıf içinde yer almayan, meslek ve müstahsil grupları (köylüler, zanaatkarlar ve ticaretle uğraşanlar) olarak alt tabakayı oluşturmuş; sanayi, ticaret ve tarımla uğraşmış; devlete vergi vererek servet üretmiştir.

Osmanlı toplumunda reaya (halk) kapsamında öncelikle şehirde yaşayan kesim (şehirliler) yer almıştır. Bunlar, ziraatla meşgul olmamış; genellikle ticaret, endüstri ve benzeri işleri yapmış; geçimini ve kazancını bu gibi işlerden sağlamıştır. Genelde esnaf olarak adlandırılan bu gibi kimseler, devlet ekonomisine, pazarlarda sattıkları mallar dolayısıyla verdikleri vergilerle katkıda bulunmuşlar, buna bağlı olarak da meydana getirdikleri teşkilatlar sayesinde idarede söz sahibi olmuşlardır.

Reaya kapsamında yer alan ve şehir halkı dışındaki diğer bir üretici kesim de köylüler yani çiftçilerdir. Bunlar, devletin ekonomik yapısı ziraata dayandığı için, bu işle meşgul olmuşlar ve devlet açısından oldukça önem taşımışlardır.

Reayanın diğer bir kesimini ise konar-göçerler oluşturmuştur. Zaman içerisinde önemi azalmakla birlikte Osmanlı belgelerinde konar-göçer diye isimlendirilen yarı yerleşik kesim, diğerlerinden azçok farklı bir hayat tarzına sahip olmuşlar; bunlar, yaylak ve kışlak olarak isimlendirilen yerleşim yerlerine sahip bulunmuşlar; yaylakta hayvancılık, kışlakta ise basit tarım ile uğraşmışlardır. Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemindeki genel yapısı, konar-göçerleri ziraat alanlarında (mezraa) küçük çapta tarımla uğraşmaya zorlarken, bir yandan da onların köyler kurarak yerleşik vaziyete geçmelerine de zemin hazırlamıştır.

Osmanlı Devleti’nde, milletimizin ayırıcı bir vasfı olan muhtaç olana yardım ve zayıf olanı koruma özellikleri, emeğiyle hayatını kazanan ve bu emeğine pazar bulamadığı zaman sefaletle karşı karşıya kalan emekçi, işçi ve sanatkarlar açısından da geçerli olmuş; bunlar değişik yollarla korunmuş ve kendilerine yardım eli uzatılmıştır. İlk zamanlar dini bazı düşüncelerin etkisi altında yapılan bu yardımlar, sonradan tamamen ekonomik ve hukuki bir nitelik kazanmıştır. Genelde, dinin etkisi ile yapılan bu yardımların biri içeriden, diğeri ise dışarıdan olmak üzere iki yönden meydana geldiği söylenebilir. İçeriden yapılan ve mesleki dayanışma düşüncesine dayanan yardımlardır esnaf teşkilatları yolu ile gerçekleştirilmiş; dışarıdan yapılan yardımlarda ise vakıf kurumlarının etkisi görülmüştür.

Burada hemen vurgulamak gerekir ki, Osmanlı Devleti, kuruluşundan itibaren bağlı bulunduğu İslâm dininin gereklerine göre bir hukuk sistemini ve toplum yaşantısını esas almış; sosyal güvenlik alanında da bu dinin etkisi fazlasıyla hissedilmiştir. Genel olarak Müslüman topluluklarda devletin, memleketteki fakirleri gözetmek, muhtaçları korumak ve işi olmayanlara da yardım elini uzatmak gibi görevleri vardır. Devletin, bu gibi pek çok görevi olmasına rağmen, bu görevlerini yerine getirmede vakıflar gibi sivil toplum kuruluşları devlete yardımcı olmuşlar, onun görevlerini hafifletmişlerdir.

Yrd. Doç. Dr. Murat ŞEN

Atatürk Üniversitesi Hukuk Fakültesi / Türkiye

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.