Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Uygurlar

0 20.913

Prof. Dr. Ahmet TAŞAĞIL

Türk Tarihinde Uygurlar

Orta Asya Türk tarihinin eski devrinde bozkır coğrafyasında bozkır kültürüyle kurulan üçüncü devlet Uygur Kağanlığı’dır. Uygurlar VIII. asrın ortasında Gök-Türklerden (Göktürk) sonra bağımsızlıklarını kazanıp kendi devletlerini kurdular. Bu kağanlık yaklaşık yüz yıl devam ettiken sonra Kırgızlar tarafından yıkılınca ikiye ayrılan Uygurların bir kısmı Kansu-Ordos bölgesine, diğer bir kısmı ise Beşbalık bölgesine geldiler. Takip eden asırlar içinde her iki grup da hayat tarzını değiştirerek yerleşik kültüre geçtiler. Maniheizm, Budizm ve İslam dinlerinin de etkisi buna katılınca eski Türklerin farklı bir yönleri ortaya çıktı. Neticede yerleşik hayat tarzı onlara günümüze kadar gelen eşsiz sanat eserleri meydana getirme fırsatı tanıdı. Dolayısıyla Uygurlar, Türk tarihinin çok farklı bir cephesini oluşturdular.

Uygur adı Çin kaynaklarında Huei-ho, Wei-ho, Huei-hu, Wei-wu-er gibi şekillerde transkribe edilmiştir. Uygur adına 974 yılında yazılan Chiou Wu Tai Shih adlı Çin kaynağında şahin gibi dolaşan hücum eden anlamı verilmektedir.[1] Yine uy (akraba, müttefik) ten geldiği ve On Uygur adının 10 müttefik manasında olduğu da bildirilmiştir.[2] Daha başka anlamlar da verilmiştir.

Uygurların kökenleri konusu kaynaklar tarafında aslında açıkça bildirilmesine rağmen günümüzde tam anlaşılamamıştır.[3] Bunun sebebi İslam öncesi devrede boylar ve onların tarihi gelişimlerinin bilinmemesidir. Orta Asya tarihinin bilinen devirlerinden özellikle X. asra kadar boy analizleri yapılamazsa diğer hanedanların tarihlerini de anlamak mümkün değildir.

Kökenlerinden Bağımsızlıklarına Kadar-Uygurlar

Diğer taraftan Uygurların meydana getirdiği zengin tarih onların, Çinli tarihçiler tarafından kökenlerinin eskide aranmasına sebep olmuştur. Aslında Hun, Gök-Türk, Juan-juan vb. büyük devletlerin hepsinin mazisinin derinlere bağlanmış olması Orta Asya tarihinde yaptıkları etkiden dolayı normal karşılanmalıdır.

Uygurların kökeni konusunda kilit konumunda olan Kao-ch’e (Kanglı) boylarıdır. Aslında boylarla ilgili yazımızda da belirttiğimiz gibi Kao-ch’elar tek bir boydan müteşekkil değildiler. Ancak, Töles konusundan da anlaşılacağı üzere içlerinde Uygur adının ilk transkripsiyonuna benzer bir boy isminin bulunması meseleyi aydınlatmaktadır. Ama Kao-ch’eların hepsi Uygur değildir. Sadece Yüan-ho adlı kabile Uygurların adının ilk şekli olarak görünmektedir. 605 yılından sonra aynı isim Wei- ho şekliyle yeniden Töles boylarının içinde yerini almıştır. Bu sırada Tola Irmağı’nın kuzeyinde bulunan Uygurlar, Bugu, Tongra, Bayırku, Fu-lo gibi diğer Töles boyları ile birlikte yaşıyorlardı ve adları geçen bu boylarla beraber bir erkin tarafından idare ediliyorlardı. Dolayısıyla 605 yılı dolaylarında onların küçük bir kabile olduğu sonucuna varıyoruz. Çünkü sayılarının on bin ve bunun yarısının asker olduğu vurgulanmıştır. Tola ırmağının kuzeyinde yaşayan Töles boylarının içlerinde gösterilmesi ve kökenlerinde açıkça bunun belirtilmesi konuyu netliğe kavuşturmaktadır. Zaten söz konusu Töles boyları Dokuz Oğuz kavramıyla Uygur kağanlığının ana unsurunu oluşturacaktır.[4]

627 yılını takiben Doğu Gök-Türk devleti hızla zayıflayınca Sir Tarduşlar, doğudaki Töles boylarının içindeki en kuvvetli boy olarak ön plana çıktı. Çin tarafından da tanınan Sir Tarduş birliği 646 yılına kadar Ötüken bölgesi ve Tola Irmağı civarına hakim oldu. Onlara bağlanan Uygurların unvanı Huo İlteber idi. Bu tarihte Sir Tarduşlar zayıflayıp askeri güçleri dağılınca, çok sayıda boy Çin’deki T’ang hanedanıyla ilişki kurup onlardan askeri unvanlar alırken, Uygurlar da boş durmamışlardı. Onlar da irtibata geçip Çin’den generallik unvanları aldılar. Zaten Uygurların adı, 627 yılında vergilerin artırılması üzerine Gök-Türklere isyan eden boylar arasında da geçmektedir. O zaman reisleri P’u-sa idi. Hatta üzerlerine gönderilen yüz bin kişilik Gök-Türk ordularını yenmeleri şöhretlerinin artmasına sebep olmuştu. Doğu Gök-Türk Kağanı İl (Hsie-li) onların üzerine yeğeni T’u- li’yi göndermiş, o da yenilmişti. Fakat, yine de 646 yılına kadar Uygurların adından söz edilmez. 646’da Sir Tarduşların mağlup edilmesi sırasında Uygurlar Çinlilere yardımcı olmuşlardı. Bu arada P’u-sa’nın yerine oğlu Tu-mi-tu Uygurların başındadır. 648 yılında Altay Dağlarında bağımsızlığını ilan eden Ch’e-pi Kağan liderliğindeki Gök-Türkleri de Çinliler, Karluk, Uygur ve Buguları kullanmak suretiyle mağlup etmişlerdi. Daha sonra Çin hakimiyetini tanımayan Batı Gök-Türk beylerinden A- shih-na Ho-lu’nun bozguna uğratılması için hazırlanan Çin ordusuna Uygurlardan yaklaşık elli bin kişilik bir ordu reisleri Po-jun liderliğinde katılmış, Taşkent’e kadar ilerlemişlerdi. Po-jun, 661-664 yılları arasında ölünce yerine, önce kızkardeşi Pi-li-tu geçti. 680 yılında ise Uygurların başında Tu-chie-chih adlı reis görülmektedir.[5]

717 yılında Uygur İlteberi ile Kargan’da savaşan Bilge Kağan onu mağlup edip doğuya kaçmasına sebep omuştur.[6] Bu bilgiler ışığında Uygurların 740’lı yıllara kadar fazla bir varlık gösteremediklerini anlıyoruz. Ancak, dahil oldukları Dokuz Oğuz birliği isyanlarda daima ön planda bulunmuştur.

Bağımsızlıklarının Kazanılması ve Devletlerinin Gelişmesi

742 yılına gelindiğinde Uygurların çok kuvvetli bir şekilde tarih sahnesinde belirdiğini müşahede ediyoruz. II. Gök-Türk Devleti, Bilge’nin ölümünden sonra hızla zayıfladığında Karluk, Basmıl ve Uygurlar ön plana çıktılar. Aslında onların iç karışıklığa düştüğü sırada Çin imparatoru devreye girmiş ve Sun Lao-nu adlı elçiyi Uygur, Karluk ve Basmıllara göndererek onları Gök-Türklere karşı tahrik etmişti. Neticede ayaklanan bu üç boy 742 yılında Gök-Türk Kağanı Kutlug’u öldürdüler. Basmılların reisi kağan seçilirken Uygurlar doğu (sol), Karluklar batı (sağ) kanat yabguluklarını aldılar ve hep beraber Çin’e elçi göndererek resmen tanındılar. Mağlup Gök-Türklerin arta kalanları kendi aralarında Ozmış’ı (Wu-su-mi-shih) kağan seçtilerse de yine Çinlilerin teşvikiyle adı geçen üç boy Ozmış’a saldırıp onu da öldürdü.

Uğradıkları felaketlerden yılmayan Gök-Türkler, en nihayet Ozmış’ın oğlu Pai-mei’i kağanlığa getirdilerse de (744 yılı) başarılı olamadılar.[7] 745 yılında bu kağan da Uygurlar tarafından öldürülerek ortadan kalktı. Böylece Gök-Türk Devleti tarihe karışırken Uygurlar, Orta Asya sahnesinde bağımsız devletleri ile yerlerini alıyorlardı. Zaten Uygurlar ile Basmılların arası açılmış, Karluklar da Uygurların tarafını tutunca Basmıllar yenilmişlerdi. Gök-Türk siyasi gücü de tamamen ortadan kalkınca Uygurlar bağımsızlıklarını ilan ettiler (745).[8]

Uygurların, Karluk ve Basmıllara göre daha kuvvetli olmasının sebebi hiç şüphesiz kalabalık Dokuz Oğuz boylarının kendi yanlarında yer almalarıdır. Bu Dokuz Oğuz kabilesi Bugu, Bayırku, Hun (Qun), Bayırku, Tongra, Sse-chie (İzgil), Ch’i-pi, A-pu-sse, Ku-lun-wu-ku, A-tielerdi (Ediz). Bunlara Uygurlar da katılınca On Uygur olarak anılmaya başladılar. Yani Uygur Devleti’nin başlangıçta halkını bu boylar meydana getirmişlerdir. Bu sebepten dolayı Uygurlar bazı İslam kaynaklarında Dokuz Oğuz olarak kaydedilmişlerdir.[9]

Uygurlar kendi içlerinde de dokuz uruga (küçük kabile) bölünmüşlerdi: Bunlar Yağlakar, Uturgar, Kürebir, Baga Sıgır, Ebirçeg (Abırçak), Hazar, Hu-wu-su, Yagmurgar ve Ayabire adlarını taşıyorlardı.[10]

Bağımsızlıklarını kazandıktan sonra Uygur Kağanlığı’nın ilk hükümdarı Kutlug Bilge Kül oldu. Yeni bir imparatorluk doğarken doğuda ve batıda Uygurların toprakları genişlemeye başlamıştı. İlk etapta Uygurlara bağlanan topraklar batıda Altay dağları ile doğuda Ssu-wei arasında uzanıyordu. Doğu Gök-Türk Devleti’nin eski topraklarını kaplamışlardı. Karluklar ise daha üst seviyede olan sol yabguluğu aldılar. Adı geçen Uygur Kağanı 747 yılına kadar yaşadı. Bu tarihte ölünce devleti her bakımdan geliştirecek olan oğlu Bayan Çor (Mo-yen Çor), tahta geçti.[11]

Bayan Çor Kağan’ın devri her bakımdan Uygur Devleti’nin geliştiği sağlam temellere oturduğu bir dönem sayılır. Çünkü sekiz yıllık süre içerisinde devlet her bakımdan büyümüş, etrafındaki boy ve devletlere üstünlüğünü kabul ettirdiği gibi teşkilatlanmasını tamamlamıştır. Öncelikle Hun ve Gök-Türk Dönemlerinde olduğu gibi Orta Asya’daki boyları kendine bağlamaya çalışmıştır. İlk zamanlarda Bayan Çor’un kağanlığı halkın bir kesimi tarafından tanınmak istenmemiş olmalıdır. Onlar Bayan Çor’un babası vaktinde yabgu ilan edilmiş olan, Tay Bilge Tutuk’u kağan ilan ettiler. Kıtanlar ve Tatarlar da onlara katılınca Bayan Çor için tehlike büyüdü. Bükekük civarında iki gün yapılan çarpışmalarda Kıtan ve Tatarları mağlup etmeyi başarınca kendi soyundan gelen bütün kabileler dönüp ona bağlandı. Beyleri ve diğer ileri gelenleri cezalandırıldı. Buna rağmen kağan geri dönünce halk yeniden ayaklanıp Kıtan ve Tatarlardan bir daha yardım istedi. Ancak, istedikleri yardım gecikince, Bayan Çor onları çok ağır bir bozguna uğrattığı gibi sürülerini ve kadınlarını alıp döndü. Arkasından Selenga’nın kuzeybatısında Kıtan ve Tatarları ağır bir bozguna uğrattı. Kaçmaya çalışan Kıtanlar kendiliğinden teslim olurken, Tatarlar Keyra kaynağında ve Üç Birkü suyunda sıkıştırılıp, askerlerinin yarısı öldürüldükten sonra teslim alındılar. Diğer isyancılar Tuzlu Altır Gölü civarında mağlup edildikten sonra devletin doğu tarafındaki huzursuzluklar sona erdi (750’den önce).

750 sonbaharında Kem boyunda yaşayan Çikler itaat altına alındı. Aynı yılın ilk baharında Uygurlar kuzey batı Mançurya’daki Tatarları mağlup etti. 751’de bir kez daha Çikler yenildiği gibi Kırgızlar da baskına uğratıldı. Bu seferleri yapan Bayan Çor’un bir kumandanı idi. Kendisi aynı sıralarda Bolçu (Urangu) nehri üzerinde Karlukları yendi. 752 yılında çatışmalarda ise Basmıllar, Türgişler, Karluklar mağlup edildiler. Şine Usu Yazıt’ından anlaşıldığına göre Bayan Çor kağan’ın iç savaşları en azından 755 yılına kadar devam etmiştir.

Kuruluşları sırasında Uygurların müttefiki olan Karlukların batısında Türgişler yaşıyordu. Karlukların gücü zaten biliniyordu. Bunlar zamanla Türgişlerle birleşince önemli bir rakip oluyorlardı. Dolayısıyla Karluklar üzerine seferin gereği ortaya çıktığında, Bayan Çor batıya doğru ilerledi. Altay- Tanrı dağları arasındaki Cungarya-Tarbagatay bozkırlarındaki Karluklar yenilerek, batıya doğru çekildiler. Arkalarından Türgişler de mağlup olunca Uygur Devleti’nin sınırları Seyhun ırmağına kadar genişledi.

Kuzeyde Yenisey’in batı kolu Kem ırmağı civarında yaşayan Çikler de Bayan Çor Kağan’a bağlanırken, bu bölgenin güçlü boyu Kırgızlar henüz ona boyun eğmemişlerdi. Bu arada Selenga civarında isyan eden Sekiz Oğuz ve Dokuz Tatarlar mağlup edildiler. Artık Orta Asya’da herkes Uygurların siyasi üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalmıştı.

Bu arada Çin tarihinin en parlak hanedanlarından olan T’ang kendi içinde karışmıştı. 751 yılındaki Talas Savaşı’nda uğradıkları mağlubiyet, onların Orta Asya’dan ellerini çekmesini sağladı. Ardından Soğd asıllı An Lu-shan’ın çıkardığı isyan T’ang İmparatorluğu’nu tamamen karıştırdı (755).

Adı geçen hanedanın imparatoru Hsüan-tsung’un kırk dört yıllık saltanatı bu yılda ölünce bitti ve yerine Su-tsung tahta geçti. Söz konusu isyan T’ang hanedanının çatırdamasına yol açarken, yeni imparator böylece Uygurların yardımıyla düştüğü çaresiz durumdan çıkmaya çalışıyordu. Uygur kağanı bir Uygur prensesini gelin olarak gönderdi. Bayan Çor’un hedefi evlilik yolu ile akrabalık kurmak suretiyle T’ang hanedanını etki altına almak idi. Yine birçok devlet adamını başkente yollayarak, yeni diplomatik girişimlerde bulundu. Arkasından kendisi çıktığı büyük seferde Çinli devlet adamı Kuo Tsu-i ile birlikte Çin’e doğru ilerledi ve Sarı Irmağın kenarında Çin’e saldıran Türk asıllı T’ung-lo (Tonra) boyunu yendi. 757 yılında Çin’e tekrar Yabguları ile birlikte dört bin asker ve çok sayıda at göndermişler, Çinliler de onları büyük ziyafetle karşılamışlardı. Söz konusu Yabgu bundan sonra isyanın bastırılması işine girişti. Hsiang-chi’ye giden ordu Feng Suyu kenarında asileri yendi. Neticede isyancıların eline geçen başkent Ch’ang-an geri alındı. Arkasından diğer önemli şehir hatta yazlık başkent olan Lo-yang’ı geri almak üzere harekete geçtiler. Uygur kuvvetleri yine Yabgu idaresinde ilerleyip asileri tamamen bozguna uğrattılar. Hatta Lo-yang’ı da yağmalamışlardı. Onların sayesinde ülkesine tekrar sahip olan İmparator Su-tsung, ağır hediyelerle Uygur kumandanlarını ödüllendirdi. 758 yılında İmparator, Bayan Çor Kağan’a küçük kızını gelin olarak gönderdi. Tarihte Çin imparatorlarının öz kızlarını yabancı ülkelere gelin olarak göndermeleri çok nadirdir. Herhalde bu Uygurların Çin’e yaptığı yardımların karşılığı olmalıdır. Söz konusu prensesin adı Ning-kuo idi ve muhteşem bir merasimle Bayan Çor Kağan’a gönderildi. Kağan büyük bir devlet adamlığı örneği göstermiş; kendisine sunulan muhteşem hediyeleri devlet adamlarına dağıtmıştır.[12]

Uygur Kağanlığı’nı her yönden geliştiren yükselten Bayan Çor Kağan 759 yılında ölünce yerine oğlu Bögü geçti. Bu kağan adına 759 yılında Moğolistan’ın Moğoltu Irmağı-Orgotu dağı-Şine usu gölü civarında bir yazıt dikilmiştir.[13] Yazıtta Bayan Çor Kağan’ın zaferleri, başarıları anlatılmaktadır.

Bögü Kağan ve Maniheizm’in Kabulü

Bögü Kağan’ın taşıdığı Bögü adı, akıl ve feraset sahibi, alim, sihirbaz anlamlarını taşımaktadır. Bir başka unvanı Tanrıda Kut Bulmış İl Tutmış Alp Külüg Bilge idi. Çin kaynaklarında yeni kağanın adı İ-ti-chien sonra Mo-yü olarak da yazılmıştır.

Bögü Kağan, Çin’e karşı uyguladığı politikada değişiklik yaptı. Asi Shih Chao-i’nin de etkisinde kalarak yeni Çin imparatoru Tai-tsung’un gönderdiği elçilere yüz vermediği gibi tahkir de etti. Buna karşılık Çinli elçi eski dostluklarından verilen hediyelerin çokluğundan bahsederek, onu etkilemeye çalıştı. Hatta daha önce Çin’de savaşan Yabgu’nun yanında yeni imparatorun olduğunu dahi vurgulamıştı. Bu arada Çin’in kuzey sınırları Uygurlar tarafından akınlara maruz kalmıştı. Ancak, Çin’in daha derinlerine girme işi Pu-ku Huai-en tarafından engellendi. Çünkü, bu ülkeyi yakından tanıyan Pu-ku Huai-en, Uygurların menfaatine değil zararına sonuçlar çıkacağını biliyordu. Çok zengin, geniş ve kalabalık olan Çin ve kültürü kuzeyden gelen kavimleri yutuyordu. Söz konusu akınlardan sonra sakinleşen Uygurlar, ordularını yeniden düzenlediler. Artık, T’ang hanedanına yardıma niyetlenmişlerdi. Pu-ku Huai-en, doğu kanadının idarecisi tayin edilirken, Uygur askerlerini geçtikleri yerleri yağmalamamaları için, Çinliler ordunun yolunu değiştirmeye çalışıyorlardı. Neticede Bögü Kağan, Sarı Irmak’ın kuzeyindeki Shao-chou’da konakladığında yanındaki Çinli veliahdı ve kumandanları tören dansı yapmadıkları için azarlayarak, tam anlamıyla hakim olduğunu gösteriyordu. O sırada Uygurlara ihtiyacı olan Çinli devlet adamları uğradıkları hakaretlere ses çıkaramamışlardı. Arkasından Pu-ku Huai-en, Uygur kuvvetlerine kumanda ederek asi Shih Ch’ao-i’yi bozguna uğrattı. Bu isyanın bastırılması karşılığında T’ang imparatoru Tai-tsung, Kağan’a birçok hediyeler gönderdiği gibi, ayrıca yıllık iki bin ailenin vergi gelirini ona yollamaya razı oldu.

762’deki bu seferin Uygur tarihinde bir başka etkisi daha olmuştur. Söz konusu seferler esnasında Mani rahipleri, Bögü Kağan’la tanışmışlar, onu etkileyerek, onunla birlikte dört rahipleri Uygur başkentine gelmişlerdi. Onların anlattıklarına hayran olan Kağan, hayvani gıdalar yemeyi yasaklayan, savaşçılık duygusunu zayıflatan bu dini resmen kabul etti. Kağanın hedefi Uygurların bozkır hayatını bırakıp şehirli olmalarını sağlamak, dolayısıyla ülkeyi daha mamur hale getirmekti.

Bögü Kağan, Maniheizm’i kendi halkına kabul ettiren bir hükümdar (Orta ve Doğu Asya’da başka yok) olarak göze çarpmaktadır. Fakat, onun bu dine neden sempati duyduğu anlaşılamaktadır. Lo-yang’ın asi An Lu-shan’ın elinden kurtarılması esnasında 762 Kasımı’ndan 763 Şubatı’na kadar şehrin yakınında kalan Uygur askerleri, etrafı yağmalamışlardır. Bu sırada Manici rahiplerle tanışan Bögü onları Karabalsagun’a dönerken yanında götürmüştür. Götürülen dört rahibin en ünlüsü Juei-hsi (nüfuz edici vekar ve sükunet) adlı biri idi.[14] Karabalsagun’da Uygur devlet adamları arasında bu dinin kabulu hakkında uzun tartışmalar meydana geldi. Kabulüne karşı çıkan devlet adamlarını adı geçen rahip ikna ederek susturmuştu.[15] Daha sonra kağan halkı onarlı gruplara böldü ve her grubun başına birini getirerek geri kalan dokuzunun eğitimini verdi. Çin’deki Budizm’e karşı Maniheizm’in tercih edilmiş olma ihtimali de vardır. Çünkü, en büyük rakip her han Uygurlar için tehlikeli olabilirdi. Ama esas neden Bögü Kağan’ın halkının yerleşik hayatı öğrenmesini istemesidir. Dolayısıyla halk zenginleşecek, kuvvetli Budist Çin’in etkisi yerine zayıf Türkistan şehir devletçiklerinin etkisinde kalacaktı.[16] Üstelik tüccar Soğdluları yanına çekerek mali açıdan da güçlenecekti. Mani dininin resmen kabulünden[17] sonra Uygur merkezine kadınlı erkekli seçkin rahiplerden oluşan heyetler geldi. Maniheizm dünyasında kağanın ve Uygurların şöhreti arttı.[18] Bu arada Bögü Kağan ileri bir adım daha atarak Mani dininin Çin’de de yayılması için teşebbüse geçti. 768’de Lo-yang’da Mani tapınaklarının kurulması için T’ang imparatoru emir vermek zorunda kalır.

Türk asıllı bir boydan gelip daha sonra Çin’e giderek orada yerleşen Pu-ku Huai-en, yukarıda da görüldüğü gibi Uygurlarla birlikte T’ang imparatoruna karşı isyancılarla savaşıp önemli başarılar kazanmıştı. Ancak, söz konusu isyan bastırılınca doğan boşlukta bu sefer kendisi isyan etti (764). T’ang’ın ünlü devlet adamı kendisini durduramayınca, ertesi yıl iki yüz binden fazla Uygur, Tibetli, Tangut ve Nu-la gruplarını yanına çekerek daha da genişletti. Ancak, Pu-ku Huai-en’ın ani ölümü, T’ang hanedanını kurtarmıştır. Geride kalan asilerden Tibetliler ülkelerine geri dönerken, katılan Uygurlar Çin ile anlaştı. Daha sonra Uygurlar ve Çinliler hep birlikte Tibetlileri mağlup ettiler.

Bu hadiseler dolayısıyla Bögü Kağan’ın o dönem için Çin’den istediklerini elde ettiğini görüyoruz. Sürekli gönderilen hediye ve vergilerle Uygurlar ekonomik açıdan kalkınırken, Çin’de sıkıntılar başladı. 769’da Bögü Kağan da bir Çin prensesi ile evlenmek için teklifte bulunduğunda derhal kabul edildi. Çünkü Uygurların her dediğini yapan Çinliler, onları kızdırmak istemiyorlardı. Bu arada Uygurlar, ticari ilişkilerde de artık başarılı oluyorlardı. Her bir atın karşılığında çok fazla ipek alıyorlardı. Siyasi ilişkilerdeki üstünlük ticari ilişkilere yansımıştı. Bu durum 778 yılına kadar devam etti. Önceden isyanlardan dolayı çok yıpranan T’ang hanedanı kendini artık toparlamaya başlayıp 778 yılında sınırlarda ufak çapta da olsa askeri başarılar elde edince durum birden değişti. Çin başkenti Ch’ang-an’da uzun süreden beri kalan ve rahat bir şekilde yaşayan Uygur tüccarlarına karşı tavır aldılar. Bögü Kağan, bunun üzerine Çin’e saldırdı, ilk çarpışmada galip gelerek 10 bin Çinli öldürdü ise de Tai-chou valisi onu mağlup etmeyi başardı. Artık iç isyanlardan kurtulan T’ang hanedanı kendini toparlamış ve nüfusu artmıştı.

Uygur Kağanlığı’nı içinde halk unsurunu oluşturan Dokuz Oğuzlar ve de tüccar kavim Soğdlular, Bögü Kağan’ı Çin’e karşı büyük bir sefer tertip edilmesi için ikna ettiklerinde başbakan konumundaki vezir Tun Baga Tarkan, buna engel olmaya çalıştı başarılı olamayınca da Kağan ve yakınlarını öldürterek ortadan kaldırdı.[19] Devletin başına kendisi geçti.[20]

Tun Baga Tarkan

Yeni kağanın unvanı Alp Kutlug Bilge idi ve 789 yılına kadar on yıl tahtta kaldı. Artık T’ang hanedanı güçlendiği için eskisi gibi Çin’e karşı hakimane davranışlar gösteremedi ve barış yanlısı bir politika izledi. Onun döneminde Çin’de yukarıda bahsettiğimiz Uygur tüccarlarının yanında Dokuz Oğuzlar da serbestçe dolaşıyorlar ve ticaret yapmalarının yanında yerli halka zarar veriyorlardı. Bunların başında Tudun unvanlı biri bulunuyordu. 780’de imparator olan Te-tsung, onların ülke sınrlarının dışına çıkmasını istedi. Önce Çinliler onlardan çekinmişlerdi. Ancak, aralarında nifak çıkararak, kolayca böldüler ve daha sonra başta Tudun olmak üzere hepsini öldürdüler. Uygur Kağanı Alp Külüg Bilge’nin tepkisini de hediye ve yalanlarla önlediler.

786 yılında Sha-t’o Türkleri, Uygurların vergileri artırıp mallarını ellerinden alması dolayısıyla, onlardan ayrılıp Tibetlilerle ilişki kurdular. Akabinde onlarla birlikte Beşbalık’ı işgal ettiklerinde, Uygurlar geri alamadılar. Aynı Kağan 788 yılında bir Çin prensesi ile evlendi. Bu devirde gerçekleşen bir başka olay Hsi ve Shih-wei gibi Moğol kabilelerinin Çin’e saldırılarının Uygurlar tarafından önlenmek istemesi, ama başarısız olunmasıdır.[21] Tibetlilerin kuvvetlenip Beşbalık, Kuca, Kaşgar, Hoten, Karaşar gibi önemli stratejik şehirlerde Orta Asya tarihinin akışını birden değiştirmiştir. Karlukların doğu grubu ve Sha-t’o’ların Tibetlilerin tarafını tutması Uygurların işini zorlaştırıyordu. 790’da Beşbalık Tibetlilerin eline geçince T’ang imparatorları Orta Asya’dan çekildi.

Tun Baga Tarkan’ın (Alp Kutlug Bilge Kağan) 789 yılında ölümü üzerine yerine oğlu To-lo-ssu, Ay Tengride Kut Bulmış Külüg Bilge unvanıyla geçti.[22] İki yıl kadar kısa süren hükümdarlığı döneminde Tibetlilerin işgal ettiği Beşbalık kurtarılmaya çalışıldı ve bunda başarılı olundu. 790 yılının başında adı geçen kağan muhtemelen kardeşi veya hatunu tarafından zehirlenerek öldürüldü. Kardeşi hemen kendini kağan ilan etti ise de devlet adamları kabul etmeyip öldürülen kağanın oğlunu tahta geçirdiler.[23]

Diğer Kağanlar ve Devletin Güçlenmesi

Kağan olduğunda henüz 16-17 yaşlarında bulunan A-ch’o (Feng-ch’eng) Kağan, devlet idaresinde kontrolü sağlayacak durumda değildi. O sırada Tibet seferinde bulunan Başbakan Hsie Yü chia-ssu’nun (İl Ögesi) dönüşünde ondan çok çekinmiş; kendisinin genç tecrübesiz olduğunu söyleyip onu takdir ederek durumunu rahatlatmıştır. Takip eden yıllarda Çinlilerle iyi ilişkiler kurulmuş, Tibet üzerine seferler küçüklü büyüklü devam etmiştir. Nihayet Ling-chou’da Tibetliler ağır bir bozguna uğratıldılar.[24]

795 yılında adı geçen Kağan yerine oğul bırakmadan ölünce yerine Yaglakar kabilesinden olmayıp Hsie-tie kabilesinden gelen evlatlık olduğu anlaşılan kişi Ay Tengri’de Ülüg Bulmış Alp Ulug Bilge unvanıyla kağanlığa devlet adamları tarafından getirildi. Yeni kağan ilk iş olarak Karluk isyanını bastırdı. Daha sonra Tibetlileri bozguna uğrattı ve kuzeydeki Kırgızlara karşı büyük bir zafer kazandı. Tarihi İpek Yolu üzerinde çok stratejik mevkide bulunan Doğu Türkistan ve özellikle Turfan’ın üzerinde hakimiyet sağlanması devlete çok şey kazandırmıştı. Kuzeydeki zengin demir yataklarını kullanan Kırgızlar, İran’dan Çin’e kadar elde ettikleri kaliteli demiri satıyorlardı. Onların Uygurlara bağlanması ile demir ticaretinin kontrolu Uygurların eline geçti. Onun faaliyetleri Karabalsagun Yazıtı’nda teferruatıyla anlatılmıştır. Daha sonra Tanrı dağları havalisindeki Karluklarla savaşan bu kağan önce Tibetlileri kesin olarak bu bölgeden uzaklaştırdı. Akabinde Karluklar Fergana’ya kadar sürüldüler. Kuca ve Karaşar tamamen Uygurların eline geçti. On yıl tahtta kalıp devleti eski gücüne kavuşturan, Ay Tengride Ülüg Bulmış Alp Ulug Bilge Kağan, 805 yılında öldü.[25] Yeni kağanın adı Tengride Bolmış Alp Külüg Bilge idi. Üç yıl gibi kısa sayılabilecek bir süre kağanlık yapan bu hükümdar dönemine ait bilgi kaynaklarda fazla değildir. Tahta çıkışında Çinliler elçi gönderip kutlamışlardı. Bunun yanında 806 yılında Mani dini rahipleri Uygur elçileri ile beraber Çin başkentine gelmiş ve kendilerine bir ibadethane kurmuşlardı. Onlarla birlikte çok sayıda Uygur Çin’e gidip bu ülkede çeşitli koloniler kurmuşlardı. Bu kağan da 808 yılında ölünce[26] yerine Ay Tengride Kut Bulmış Alp Bilge Kağan geçmiştir. Diğer kağanlara göre epey uzun süre tahtta kalan bu Uygur hükümdarı döneminde bir önceki kağanın elde ettiği başarıların sonucu görülmüş, savaş meydanlarında çok az çarpışmalar yapılsa da devletin kudreti kendini yabancılarla ilişkilerinde göstermiştir. Ülkenin içinde herhangi bir boy isyanının çıkmaması sağlanan huzurun belirtisiydi.

Dış ilişkilerde ise en büyük rakip Tibetlilerdi. Eski devirlerine nazaran çok kuvvetlenen Tibetliler, İpek Yolu’na gözlerini dikmişler, özellikle Turfan ve onun doğusundaki toprakları zaman zaman istila etmişlerdi. Sha-t’oların Uygurlarla aralarının açılmasını fırsat bilip, onları kendilerine bağladılar. Bu yüzden aralarında uzun mücadeleler oldu. Genelde Uygurlar galip geliyordu. Nitekim onların elindeki Liang-chou’yu ele geçirdiler. Sha-t’olar da Tibetlileri bırakıp gelip Uygurlara bağlandılar. Karşılığında Çin’den dönen Uygur elçileri Tibetliler tarafından soyuldu. Uygurlar’da boş durmayıp 812 yılında Gobi çölünü geçen Uygurlar, Tibetlilere akın yaptılar. Yine Tibetlilerin Uygurların başkenti Karabalsagun bölgesine kadar sefer düzenleyip başarılı olamadıkları bilinmektedir

Uygur Kağan’ının İ-nan-chu (İnanç?) adlı elçiyi 813 yılında Çin’e göndererek bir Çin prensesiyle evlenme talebinde bulunduğunu görmekteyiz. T’ang hanedanının imparatoru bu talebi masraflarının ağırlığı yüzünden reddetmek istemiş; ancak bunu açıklamaya çekinip oyalama yoluna gitti. Çinli devlet adamları Uygurların kızıp büyük problemler çıkaracağını söylüyorlardı. Uygur Kağanı 820’de Alp Tarkan başkanlığındaki bir heyeti daha yollayıp evlilik yolundaki ısrarını tekrarlayınca İmparator Hsien-tsung çaresiz kabul etmek zorunda kaldı.

Devletin Zayıflaması ve Yıkılışı

Ay Tengride Kut Bulmış Alp Bilge Kağan, 821 yılının başında ölünce[27] Kün Tengride Ülüg Bulmış Alp Küçlüg Bilge Kağan tahta geçti. Bu arada Çin’de de taht değişikliği olmuş, ölen Hsien- tsung’un yerini Mu-tsung almıştı. Yeni kağanın üç yıllık saltanatında daha önce söz verilen Çinli prenses gelin olarak geldi. Bu evlenme dolayısıyla kaynaklarda enteresan bilgiler kaydedilmiştir. 824 yılında bu kağanın da ölümü üzerine[28] devleti çökertecek olan Hazar Tegin, Ay Tengride Kut Bulmış Bilge Kağan unvanıyla kağan oldu.

Çin entrikaları bu dönemde yoğun bir şekilde devletin içini karıştırıken, Çinliler bol hediyelerle kağana hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Tabii ki devletin zayıflamasında daha önceki kağanın zamanında gelen Çinli Prenses T’ai-ho’nın entrikalarının büyük rolü vardı. 832 yılında bu başarısız kağan öldürülerek saltanatına son verildi.[29] Yerine Ay Tengride Kut Bulmış Alp Bilge Kağan unvanıyla Hu Tegin geçti. Yeni kağan öncekine hiç benzemiyordu. Devleti nispeten toparladı ise de daha sonra bazı devlet adamlarının ihtilal yapmak teşebbüslerini engellemeyi başardı. Fakat, bakanlarından Kürebir, Sha-t’olarla ona saldırıp öldürdü. Yerine Hazar (Ho-sa) Tegin’i kağan olarak tahta geçirdi (839). 839 yılında çok ağır bir kış olmuş, Uygurların hayvan sürülerini çoğu telef olmuştu. Bu da siyasi bunalımı daha da ağırlaştıran ekonomik kıtlığı ortaya çıkardı. Dolayısıyla bir türlü ülkeye huzur gelmemişti. Çünkü önceki kağanın tahttan indirilişi sırasında merkezde olmayan kumandanlardan Külüg Baga, Kırgızların yanına giderek onlarla birlikte yüz bin süvariyle Uygur başkentini basarak Hazar Tegin ve Kürebir’i öldürdü. Kağanlık otağı dahil bütün değerli varlıkları Kırgızların eline geçti.[30]

Yıkılışlarından sonra Uygurların on beş boyu Karluklara yani batı yönüne doğru gitti. Bir grup Tibet’e, diğer bir grup da Kuca’ya sığındı. Geride kalan on üç boy kendi aralarında Üge (Wu-chia) Tegin’i kağan seçmişlerdi (840).[31] Bu arada Kırgızların baskın sırasında ele geçirdikleri Çin asıllı T’ai- ho Prensesi geri aldılarsa da kendi aralarında anlaşamadılar ve Sha-t’oların desteği ile adı geçen prenses kurtarılarak Çin’e götürüldü. Devletin eski dirliğini sağlayamayan Üge Kağan 847 yılında öldürülüp ortadan kaldırıldı.[32]

Batıya doğru giden grup ikiye ayrılarak bir kısmı Kuca’ya, diğer kısmı Beşbalık’a yerleşti.

Kansu Uygurları

Orhun bölgesinde kendilerine hayat olmadığını anlayan Uygurlar, bundan sonra iki kola ayrılarak değişik ülkelere göç ettiler. Bir grup Kansu bölgesine giderek Kan-chou Uygur Devleti’ni kurdu. Ancak, bu devlet genelde Çin’e bağlı kalmış, önce T’ang hanedanı (907’ye kadar) sonra beş hanedan devrinde (960 kadar) iyi ilişkilerini sürdürmüştür. Bazen karşı gelseler de herhangi bir büyük çatışma olmamıştır.[33]

911 yılında Tun-huang’ı ele geçiren Uygurların başında Jen-mei kağan olarak görülmektedir. Bu yılda ve iki sene öncesinde Çin’e elçiler göndermişlerdi. 924 yılında Tegin’in yolladığı zengin hediyelerle elçi seferi tekrarlandı. Bundan sonra sırasıyla onların başında A-tu-yu ve Jen-yu kağanlık yaptılar. 937-946 yılları arasında Altun unvanlı elçilerinin adından bahis vardır.

Görüldüğü gibi fazla bir askeri varlık gösteremeyen Kansu Uygurları, 940’tan sonra Liaolara (Kıtanlara), 1028’den sonra Tangutlara, 1226’da Moğolların hakimiyetine girdi. Günümüzde hâlâ Sarı Uygurlar adıyla varlıklarını sürdürmektedirler.[34]

Beşbalık Uygurları

Orhun bölgesindeki siyasi varlıklarını kaybedişlerinden sonra bir kısım Uygur da Beşbalık bölgesine gitmişti. Wo-nie Tegin unvanlı birinin idaresi altında idiler. Merkezleri Ordubalık’ta öldürülen son kağanlarının yeğeni Mengli’yi seçtiler (856).

Beşbalık, Turfan, Tanrı Dağları etrafına yerleşmişlerdi. Beşbalık Uygurları sıralarda Tibetlilerin yoğun baskısı altındaki T’ang hanedanı tarafından tanındı. İpek Yolu üzerinde olması ve tabii kaynaklara sahip bulunması sebebiyle kısa süre içinde zenginleşti. 873 yıllarında başlarında Buku Cin adlı birini görüyoruz. Bu arada Maniheizm onların desteği ile Çin’de yayıldı. 911’de Kansu Uygurlarının Tun-huang’ı alması üzerine Çin’den koparak tamamen bağımsız oldular. Ancak, Tibet, Karluklar arasında sıkışan Uygurlar hakkında Çin’de de kuvvetli bir devlet hüküm sürmediği için fazla kayıt tutulmamıştır. Anlaşılan o ki, Turfan, Hami, Kaşgar, Beşbalık, Kuca gibi şehirlerde sanat, edebiyat, ve ticaret sahasında kendilerini geliştirdiler ve ortaya güzel eserler koydular. 947’de başkentleri Koço, yazlık merkezleri de Beşbalık’ta bulunuyordu. 948’den sonra hükümdarları İduk-kut unvanı ile anılmaya başlamıştır.[35]

Beşbalık Uygurlarında Budizm daha fazla yayılmış, hatta Maniheizm’in yerini almıştı denebilir.[36] Daha sonraki asırda az olmakla beraber Nesturi Hıristiyanlığı, İslamiyet özellikle Karahanlı Devri’nde kabul görmüştür. Bunu takiben Çin’e de buradan yayılmıştır.[37]

Karahıtay Devri’nde İduk-kut Barçuk Art Tegin adlı bir hükümdarları bulunuyordu ve bu İduk Kut 1209 yılında Cengiz Han’a bağlanmıştı. Moğollar Devri’nde İduk-kut sülalesi varlığını devam ettirdi ve 1368 yılında son İduk Kut Ho-shang Ming İmparatorluğu’na teslim oldu. Karahıtay ve Cengizoğulları Dönemi’nde birçok Uygur yüksek görevler almıştır (Tata Tonga gibi). Uygur kültürünün izleri zenginliğinden ve derinliğinden dolayı Orta Asya’nın doğusunda ve batısında her zaman hissedilmiştir.[38]

Uygur Devri’nin Genel Karakteri

Uygur Kağanlığı Gök-Türk Devleti’nin sahip olduğu mirasın üzerine kurulduğu için, bu devletin yani bozkır kültürünün geleneğini sürdürüyordu. Ancak, zamanla Çinlilerle fazla yakınlaşma, Maniheizm’in girmesi hayat tarzını eskisine göre değiştirmelerine sebep oldu. Soğdluların devlet mekanizmasında yer alıp etkili olmalarının da rolü vardı. Yukarıda da söylediğimiz Uygur devleti Dokuz Oğuz boyları üzerinde yükselmişti. Yani halk unsurunun esası onlardı. Zaten, diğer kalabalık Karluk, Türgiş gibi boylar Orta Asya’nın batısına Sır Derya, Çu, Talas, İli gibi ırmakların havzalarında yoğunlaşmıştı. Dokuz Oğuz tabiri Çin kaynaklarında doğudaki Töles boylarına verilen addır ve 627 yılında ilk defa kullanılmıştır. Bunun yanında Uygurlar kendi içlerinde on kabileden müteşekkildiler. İlk hanedanın adı Yaglakar kabilesinden geliyordu ve 795’e kadar bu durum devam etti.

Kuruluşlarında yenilmelerinden sonra Basmıllar hakkında fazla dikkate değer kayıt bulunmaması onların eski gücünü kaybettiğini göstermektedir.

Bayan Çor Kağan bazı Çinli ve Soğdlu ustalara Selenga üzerinde Ordu Balık adında bir şehir kurdurtmuştur.

Uygur Kağanlığı’nın sınırları doğuda Shih-weilere kadar uzanıyordu. Diğer taraftan batıda Altaylar, Çin’de Kansu-Ordos’a kadar Gobi çölünün güneyi Beşbalık, Turfan havzası sınır sayılabilirdi. Ancak Tibetlilerin bazen baskınları yüzünden elden çıkıyordu. Bir de Beşbalık’taki kağan Fu-t’u kalesi bir ara Karlukların eline geçmişti.Kuzeyde ise Kırgızların itaate alınmasından sonra sınır hakkında herhangi bir şey bilinememektedir.

İkinci hanedandan itibaren unvanların değişmesi ay ve kün gibi Maniheizm’in etkisini açıkça gösteriyordu. Ama 795’ten sonra Beşbalık, Koço, Kuca, Aksu, Karaşar, Kaşgar gibi şehir krallıkları üzerinde Uygur nüfuzunun artması bundan sonra olmuştur.

Karabalsagun, devletin merkeziydi ve devlet meclisi burada toplanırdı. Gök-Türklerin kullandığı bütün unvanların aynı zamanda Uygurlar tarafından kullanıldığını görüyoruz. Ama bazı unvanların karşılıkları değişmişti. Mesela Çince kökenli olan Tutuk unvanı askeri vali yerine boy reisi anlamına geliyordu. Sayıları 11 tane olup siyasi görevlerinin yanında devlet için vergi toplarlardı. Hükümdarlık babadan oğula geçerken, Tun Baga Tarkan, 779’da bir ihtilalle onu tahtından indirerek kağan olmuştu. Ancak, o da hanedandan geliyordu. Bakanlarının çoğu Mani dinine girdikten sonra Soğdlulardan seçiliyordu. XI. yüzyılın başlarından itibaren Mani dini ağırlığını iyice hissetirmeye başladı. 807’de Çin’e giden Uygur elçilerinin yanında Mani rahipleri de vardı. Halbuki 779’da ihtilal yapan Tun Baga Tarkan, Manicileri devletten uzak tutmuştur. On üç hükümdarın yedisinin hanımı Çinli idi.

On üç kağandan yedisinin unvanında şu terimlerden biri bulunurdu: Tengride, ay tengride, kün tengride. Bu hakimiyetin gökten, güneşten ya da aydan geldiğine inanıldığını göstermektedir.[39] Aslında bir bakıma Uygur kağanlarının söz konusu unvanlarla hükümdarlıklarının sadece Uygurlarla değil, bütün dünyanın hükümdarı olduğu düşüncesinin varlığının sonucunu çıkarmak da mümkündür.

Her ne kadar Çin imparatorları Uygur kağanlarının kendileri tarafından tayin edildiğini iddia etseler de aslında Uygur kağanları onlara karşı daima hakimane bir tavır takınmıştır. 762’de asi Shih Chao-i’ye karşı T’ang hanedanına yardım için Çin’e giden Bögü Kağan, Çin veliahdının kendi önünde dans etmesini istemiş, diğer Çinli memurlar buna karşı çıkınca dövülerek öldürülmüşlerdi. Uygurlarda ilginç bir nokta da zayıf hükümdarların sık sık tahttan indirilerek öldürülmeleridir.

821 yılında Ordu Balık’ı ziyaret eden Arap seyyahı Tamim İbn Bahr’ın bildirdiğine göre Manicilik şehirli halkın bağlı olduğu iki dinden biri idi.[40] Yani bütün propagandalara rağmen Mani dini tam olarak yaygınlaşmamıştı.

Uygurlarda toplumsal yapı hızlı bir değişim göstermiş, özellikle ekonomi de ve düşünce tarzında şehirleşmeye doğru atılımlar yapılmıştır. Henüz devletlerinin kuruluş aşamasında 744’te Çin kaynaklarında Uygurlar hakkında sulak ve otlakları bulmak için gezerler, atçılık ve okçulukta ustadırlar gibi kayıtlar vardır.[41] Aslında daha sonraki dönemlerde de büyük kısmı göçebe olarak kalmaya devam etmiştir. At, sığır, koyun ve deve yetiştirmek ekonomilerinin temeli idi. Tabiiki en değerli hayvanlar koyun ve at olarak göze çarpmaktadır. Atların özellikle Çin’le yapılan ticarette ön plana çıktığı bilinmektedir.

An Lu-shan’ın oğluna karşı 757’de çıkılan seferde 4 bin kişilik Hun ordusuna günlük 20 sığır, 200 koyun, 2900 kg. tahıl verilmesi etin ne kadar çok tüketildiğini göstermektedir. Zamanla Mani dininin etkisiyle olmalıdır ki 980’de Turfan bölgesini ziyaret eden Çinli seyyah Wang Ye-te fakir Uygurların et yediğini bildirmektedir. Hayvancılığın yanında daha Maniheizm öncesinde dahi tarımın Uygurlar arasında var olduğunu biliyoruz. Daha sonra Maniheizm’in tesiri ile yaygınlaşmıştır. Mani din adamları soğan benzeri şeyleri yiyorlardı. 821 yılına gelindiğinde her ne kadar ziraat yaygınlaşsa da otlakların önemi hâlâ devam ediyordu.[42] Karabalsagun yine büyük bir şehir olup ziraat yaygın bir şekilde yapılmakta idi. Arkeologların çalışmalarına göre değirmen taşları, harman tokmakları, kullanılıyor, hatta sulama yapılıyordu. Bazı Uygur mezarlarında ölü ile birlikte gömülen darı gibi tahıl kalıntılarına rastlanmıştır.[43] Ziraatin gelişmesine paralel olarak şehircilik de gelişmiştir. Kağanın emri ile iki şehir inşa edilmiştir. Bunlardan biri Baybalık olup kağanın emri üzerine 757 yılında kuruluş çalışmalarına başlanmıştı. Diğeri ise Karabalsagun idi. İçinde kağanın sarayı olan Karabalsagun’un etrafı surlarla çevriliydi ve 12 büyük demir kapısı vardı. Nüfusu kalabalık olup çarşıları, esnafı mevcuttu. Bunun yanında şehre hakim çok uzaklardan görülebilen altından bir çadır olduğu ve bunun sarayın düz damının üzerinde olduğu ayrıca yüz kişi sığdığı kaydedilmiştir.[44] Büyük Uygur Kağanlığı devrinden başlayarak, Beşbalık, Koço gibi şehirlerin etrafında Uygur nüfusu birikti. Beşbalık Uygurları döneminde şehir kültürü buralarda çok gelişti. Şehirleşmenin sonucunda ticaretin de Uygurlar, lüks eşyalara ihtiyaç duymaya başladılar. At-ipek ticareti hiç görülmediği kadar artmıştı. Uygurlar elde ettikleri ipeğin fazlasını ya başka ülkelere ihraç ediyorlar ya da para birimi olarak kullanıyorlardı.

T’ang hanedanını temelinden sarsan An Lu-shan İsyanı bertaraf edilince bazı Uygurlar Çin’de kalmışlardı. Onlar orada zenginleştiler ve bankerlik yapmaya başladılar. Zamanla bu durum öylesine gelişti ki, IX. asrın sonlarına doğru Çin’i hemen bütün maliyesini bunlar kontrol edecek hale gelmiştir.

Uygurlar deve ve ata dayalı basit bir ulaşım sistemi kurmuşlardı.

Çok kalabalık gruplar halinde yola çıkıldığında atların, develerin, arabaların beraber kullanıldığı kervanlar kullanılırdı. 820 senesinde binlerce Uygur ve Çinlinin bulunduğu kafile Ch’ang-an’dan Uygur başkentine doğru yola çıkmıştı.

Her ne kadar şehirleşme olsa da çadır önemli bir barınak yeri olarak varlığını devam ettirmiştir. Zenginlerin iki veya daha fazla çadırı olurdu şeklinde kayıtlar bulunmaktadır.

Eserini IX. asrın ortalarında yazmış olan el-Cahız’a göre Uygurlar Mani dinini kabul ettikten sonra Karluklara yenilmeye başlamışlardı. Yeni kabul edilen din Uygur kağanlarının savaş isteklerini köreltmiş olmalıydı. Belki Uygurlar arasında bozkır ve şehirli olmak üzere iki farklı hayatın ortaya çıkması devletin temelini sarsan bir başka sebepti. Devletin başkent dışındaki otoritesi zayıflamış, dolayısıyla boy reislerine fırsat çıkmıştı. Lüks ve gevşek hayat askeri mücadelelere karşı devlet adamların gücünü bitirirken, iktidarı ele geçirmek için vezirler fısat kolluyorlardı.

Ordu geleneklere uygun olarak kağanların emrinde idiyse de gevşeme sonucunda Tutuklar ön plana çıkıyorlardı. Onlar da kağanlara sadakatle bağlı olmuyorlardı.

Prof. Dr. Ahmet TAŞAĞIL

Ahmet Yesevî Üniversitesi / Kazakistan

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 2 Sayfa: 215-224


Kaynaklar:
♦ Chiou T’ang Shu 195. Bölüm (CTS).
♦ Hsin T’ang Shu 217A. Bölüm (HTS).
♦ Chiou Wu Tai Shih (CWTS).
♦ T’ung Tien (TT).
♦ Tsu-chih T’ung-chien (TCTC).
♦ Ts’e-fu Yüan-kuei (TFYK).
♦ T’ung Chih (TC).
♦ Wen-hsien T’ung-k’ao (WHTK).
♦ T’ang Huei Yao (THY).
♦ Şine Usu Yazıtı.
♦ Karabalasagun Yazıtı.
♦ Pelliot, Kao-tch’ang, Qoço, Hoouo-tcheou et Qara-Khoja, Journal Asiatique, 1912.
♦ R. Hamilton, Les Ouighours a l’epoque Cinq Dynasties d’apres les documents Chinois, 1955. J. R. Hamilton, Toquz Ouguz et On-Uygur, Journal Asiatique, 250, 1962.
♦ Eberhard, Çin’in Şimal Komşuları, Ankara 1942.
♦ Chavannes, Documents sur les Tou-kioue Occidentaux, Paris 1941.
♦ Ögel, İlk Töles Boyları, Belleten, sayı 48 1948.
♦ Ögel, Uygurların Menşe Efsanesi, DTCF Dergisi, VI, 4, 1948.
♦ Taşağıl, Gök-Türkler II, Ankara 1999.
♦ Taşağıl, Gök-Türklerin Sonu ve Belgeleri, Belleten, 236, 1999.
♦ G. Pulleyblank, Some Remarks on the Toquzughuz Problem, Ural-Altaische Jahrbücher, 1956.
♦ G. Pulleyblank, A Sogdian Colony in inner Mogolia, T’oung Pao, 41, 1952.
♦ Mori, On Chi-li-fa (Eltabar, Eltabir) and Chi-chin (irkin) of T’ieh-le Tribes, Acta Asiatica, 9, Tokyo 1965, s. 53 vd.
♦ Mackerras, The Uighur Empire 744-840, According to the T’ang Dynastic Histories, Canberra 1968, s. 1, 2 vd.
♦ Çandarlıoğlu, Sarı Uygurlar ve Kansu Bölgesi Kabileleri, Taipei 1968.
♦ Çandarlıoğlu, Ötüken Bölgesindeki Büyük Uygur Kağanlığı (İst. Üniv. Basılmamış Doç. Tezi) İstanbul 1972.
♦ Ö. İzgi, Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi (Hukuk Vesikalarına Göre) Ankara 1987.
♦ N. Orkun, Eski Türk Yazıtları, Ankara 1994.
♦ Chavannes-P. Pelliot, Un traite manicheen retrouve en China, Journal Asiatique, 10, 1911.
♦ Bang-A. V. Gabain, Türkische Turfan-Texte II, Sitzungsberichte der Preussischen Akademi der Wissenschaften, 1929, s. 416-417.
♦ Mackerras, Uygurlar, Erken İç Asya Tarihi (terc. Ş. Tekin), İstanbul 2000 s. 444-445.
♦ Ligeti, Bilinmeyen İç Asya, Ankara 1986s. 250-260.
♦ Ş. Tekin, Mani Dininin Uygurlar Tarafından Devlet Dini Olarak Kabulü, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, Ankara, 1964, s. 1-11.
♦ W. K. Müller, Uigurica II, Abhandlungen der Preussischen Akademie der Wissenschaften, 1910.
♦ Ecsedy, Uighurs and Tibetans in Pei-t’ing 790-791, Acta Orientalia, XVII, Budapest 1964.
♦ Tsai Wen-shen, Li Te-yü’nün Mektuplarına Göre Uygurlar, Tai-pei 1967.
♦ Pelliot, Kao-tch’ang, Qoço, Heuo-tcheou et Qara-Khoja, Journal Asiatique, 1912, s. 570, 603 Ö. İzgi, Wang Yen-te Seyahatnamesi, Ankara 1988.
♦ Gousset, Bozkır İmparatorluğu (terc. R. Uzmen), İstanbul 1981.
♦ Ögel, Sino-Turcica, Taipei 1964.
♦ Kızlasov, İstoriya Tuvı srednie veka, Moskova 1969.
♦ Minorsky, Hudud al-alam The Region ef the World, London 1937.
♦ Minorsky, Tamim ibn Bahr’s Journey to the Uighurs, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, 12, 1948, s2-. 283.
♦ Barthold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, Ankara 1987.
♦ A. Wittfogel, History of Chinese Society Liao, Philadelphia 1949.
♦ P. Roux, Orta Asya (çev. Lale Arslan) İstanbul 2001.
Dipnotlar :
[1] J. R. Hamilton, Les Ouighours a I’epoque Cinq Dynasties d’apres les documents Chinois, s. 61.
[2] Hamilton, Toquz Ouguz et On-Uygur, s. 40 vd.
[3] W. Eberhard, Çin’in Şimal Komşuları, Ankara 1942, s. 73; Chavannes, Documentssur les Tou-kioue Occidentaux, s. 87; B. Ögel, İlk Töles Boyları, s. 811-826; B. Ögel, Uygurların Menşe Efsanesi, s. 17-24.
[4] CTS 195, s. 5195; HTS 217A, s. 6111; WHTK 2718a.
[5] Uygurların bu devri hakkında bilgi veren Çin kaynakları CTS 195, s. 5195-5198; HTS 215A, 217A, s. 6111-6114; THY 94, s. 1688, 1690, 1691; WHTK 2718, a, b. Ayrıca bkz. A. Taşağıl, Gök-Türkler II, Ankara 1999, s. 46, 47.
[6] Bilge Kagan Yazıtı, Doğu, 36-38 satırlar.
[7] CTS 194A, s. 5177; HTS 215B, s. 6055; TFYK 975 20b; TCTC 215, s. 6863; A. Taşağıl, Gök-Türklerin Sonu ve Belgeleri, Belleten, 236, 1999, 23-42.
[8] CTS 195, s. 5198; HTS 217A, s. 6114; WHTK 2718c.
[9] J. Hamilton, Toquz-Oguz…., 27, 41, 44; E. G. Pulleyblank, Some Remarks on the Toquzoghuz Problem, Ural-Altaische Jahrbücher, 1956, s. 35-42; M. Mori, On Chi-li-fa (Eltabar, Eltabir) and Chi-chin (irkin) of T’ieh-le Tribes, Acta Asiatica, 9, Tokyo 1965, s. 53 vd.
[10] CTS 195, s. 5198; HTS 217A, s. 6116; WHTK 2718c.
[11] Uygur devletinin kuruluşu için ayrıca bkz. C. Mackerras, The Uighur Empire 744-840, According to the T’ang Dynastic Histories, Canberra 1968, s. 1, 2 vd.; G. Çandarlıoğlu, Ötüken Bölgesindeki Büyük Uygur Kağanlığı (İst. Üniv. Basılmamış Doç. Tezi) İstanbul 1972, s. 10-15, 20 vd.; Ö. İzgi, Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi (Hukuk Vesikalarına Göre) Ankara 1987, s. 14-27.
[12] CTS 195, s. 5198-5201; HTS 217A, 6115-6117; WHTK 2718c.
[13] Şine Usu Yazıtı için bkz. H. N. Orkun, Eski Türk Yazıtları, Ankara 1994, s. 163-186.
[14] Chavannes ve Pelliot, Un traite manicheen, s. 191-192.
[15] W. Bang-A. V. Gabain, Türkische Turfan-Texte II, Sitzungsberichte der Preussischen Akademi der Wissenschaften, 1929, s. 416-417.
[16] C. Mackerras, Uygurlar, Erken İç Asya Tarihi (terc. Ş. Tekin), İstanbul 2000, s. 444-445.
[17] L. Ligeti, Bilinmeyen İç Asya, Ankara 1986, s. 250-260, Ş. Tekin, Mani Dininin Uygurlar Tarafından Devlet Dini Olarak Kabulü, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, Ankara, 1964, s. 1-11.
[18] F. W. K. Müller, Uigurica II, Abhandlungen der Preussischen Akademie der Wissenschaften, 1910, s. 95.
[19] Bögü Kağan hakkında Çin kaynakları için bkz. CTS 195, s. 5201-5208; HTS 217A, 6117¬6121; WHTK 2719a, b.
[20] C. Mackerras, The Uighur Empire, s. 59 vd.
[21] H. Ecsedy, Uighurs and Tibetans in Pei-t’ing 790-791, Acta Orientalia, XVII, Budapest 1964, s. 83-104.
[22] CTS 195, 5208-5210; HTS 217A, s. 6121-6124; WHTK 2719a, b.
[23] CTS 195, s. 5210; HTS 217A, 6124; WHTK 2718 b, c.
[24] CTS 195, s. 5210; HTS 217A, 6124; WHTK 2718c.
[25] CTS 195, s. 5210 vd.; HTS 217A, 6125-6126.
[26] CTS 195, s. 5211; HTS 217A, 6126.
[27] CTS 195, s. 5210-5211; HTS 217A, s. 6126-6129.
[28] CTS 195, s. 5211-5213; HTS 217A, s. 6129-6130.
[29] CTS 195, s. 5213; HTS 217A, s. 6130.
[30] CTS 195, aynı yer; HTS 217A, aynı yer.
[31] 840 yılında Uygurların yıkılışından sonraki durumları CTS 195, s. 5213-5215; HTS 217B, s. 6131-6134’te bildirilmektedir.
[32] Bu konuda tafsilatlı bilgi için bkz. Tsai Wen-shen, Li Te-yü’nün Mektuplarına Göre Uygurlar, Tai-pei 1967, s. 1-65.
[33] J. R. Hamilton, Les Ouighours., s. 127 vd.
[34] Aynı eser, s. 129 vd.
[35] P. Pelliot, Kao-tch’ang, Qoço, Hoouo-tcheou et Qara-Khoja, Journal Asiatique, 1912, s. 570, 603 Hamilton, aynı eser, 130 vd.; Kültürleri için ayrıca bkz. Ö. İzgi, Wang Yen-te Seyahatnamesi, Ankara 1987.
[36] R. Gousset, Bozkır İmparatorluğu (terc. R. Uzmen), İstanbul 1981.
[37] B. Ögel, Sino-Turcica, Taipei 1964, s. 10 vd.
[38] B. Ögel, aynı eser, 1-28, 67-217; K. A. Wittfogel, History of Chinese Society Liao, Philadelphia 1949.
[39] J. Hamilton, Les Ouighurs, s. 139, 141.
[40] V. Minorsky, Tamim İbn Bahr’s Journey to the Uighurs, BSOAS, 12, 1948, s2-. 283.
[41] CTS 195, Uygur Bölümü.
[42] Minorsky, Tamim İbn Bahr’s Journey, s. 283.
[43] L. R. Kızlasov, İstoriya Tuvı srednie Veka, Moskova 1969, s. 85 vd.
[44] Minorsky, s. 283
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.