Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Kurucular Meclisi

0 20.208

Hüseyin Nihâl ATSIZ 

1040 yılında kurulan “Batı Türkeli”nin yani Türkiye’nin cumhuriyet çağı gerçekten bir cumhuriyet değildir. 14 Mayıs 1950’de gerçek bir cumhuriyet kurulmuş ve meşru bir hükümeti iş başına gelmişse de bu hükümet, devlet idaresini gayrı-meşru bir hükümetten devraldığı için büyük güçlükler içindedir. Bu güçlükler yeni hükümetin beceriksizliğinden yahut işlerin çapraşıklığından değil, meşru hükümetin gayrı meşru hükümete halef olmasından ve o gayrı meşru hükümeti meşru bir hükümetmiş gibi saymasından doğuyor.

Cumhuriyet çağının birinci ve sonuncu Millet Meclisleri milletin isteği ile namuslu seçimlerle seçilmiş kanunî meclislerdir. Diğerleri ise seçimle değil, diktatörlerin tâyini ile ahbap kayırmak, geçim sağlamak, köle yetiştirmek için kurulmuş gayrı meşru meclislerdi. Bu meclislerde tek partinin adamları oturur ve bu adamlar hep birden el kaldırır, yılda 200 kanunu ittifakla çıkarır, adam döver veya öldürür, ırz ve namusa taarruz eder, saylavlık maaşından başka türlü yerlerden de kazanç sağlar ve Türkiye’nin on yılda asırları aştığını, bütün milletleri geçtiğini söyleyerek millî mazimize mukaddesatımıza söverlerdi.

Sonradan bir evvelki Millet Meclisinde muhalif bir parti vardı. Fakat o meclis de meşru değildi. Çünkü millet her yerde demokratlara oy verdiği halde gayrı meşru hükümet baskı ve hile ile reyleri kendi adamlarına saydırarak çoğunluğu kazanmış ve dört yıl daha iktidarda kalmıştı. 1946 seçimlerinde yapılan sahtekârlık sayesinde Ankara’dan seçilmeyen İsmet İnönü ve İstanbul’dan seçilmeyen Recep Peker seçilmiş gibi gösterilerek başkan ve başbakan olmuşlar, fakat bütün dünyanın gördüğü bu iğrenç sahtekârlık dolayısıyla İspanya ve Ürdün’den başka hiçbir yabancı hükümet tarafından tebrik edilmemişlerdi.

Yeni demokrat hükümeti yorup yıpratacak en korkunç şey, gayrı meşru meclislerin çıkardığı kanunlarla iş görmek mecburiyetinde olmasıdır. Kanun meşru bir anlaşmadır. Bir haydut çetesini diktaları kanun yerine geçerse onu kanun diye yürüten topluluktan hayır gelmez. Halk Partisi zamanındaki Türkiye’de ise bir Kölemenler hükümetinden başka bir şey yoktu. Çünkü Halk Partisi kendi tüzüğünü anayasaya geçirmiş ve cam istediği zaman da anayasaya aykırı kanunlar çıkarmaktan çekinmemiş, işkence anayasa ile yasak edildiği halde Halk Partisi zamanında yurttaşlara yapılan işkence Bolşevik Moskofların memleketindeki işkencelerden hiç de aşağı kalmamıştır. Bunları görüp bilen, şahit olan ve çeken bir insan sıfatıyla söylüyorum.

Bu duruma göre, meşru demokrat hükümetin gayrı meşru hükümet zamanında yapılan kanunlar devleti idare etmeğe hakkı var mıdır, yok mudur? Bu hukukî konuyu erbabına bırakarak aklın ve mantığı sesine kulak verirsek şu sonuca varırız:

Türkiye cumhuriyeti 1950 Mayısında kurulmuştur.

Ondan önceki 1923-1950 çağı gayrı meşru ve müstebit bir diktatörlük zamanıdır. Diktatörlüğü yapan Halk Partisi, bilhassa onun ileri gelenleridir.

Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Müstakil Gurup gibi maskaralıklarla milletin ve dünyanın gözünü boyamaya kalkan ve boyadık zannedecek kadar da zekâdan mahrum olan bu partinin yaptığı kanunlar kanun olmak vasfına haiz değildir. Çünkü kanunları, millet tarafından namuslu seçimlerle seçilen millet meclisleri yapar. Halbuki birinci ve sonuncusu müstesna, Millet Meclisleri namuslu seçimlerle değil; tehditler, dalavereler ve emirlerle tâyin edilmiştir.

Halk Partisinin memlekete demokrasiyi bizzat verdiği hakkındaki iddia da boş ve gülünçtür. Yabancılara karşı eşsiz bir aşağılık duygusuyla hareket eden Halk Partisi ve onun şefi, Amerikan ve İngiliz elçilerinin ihtarları dolayısıyla demokrasiye razı olur görünmüş ve 1946 seçiminde 60 kadar muhalif millet vekilinin çıkmasına göz yummuş, fakat ötekilerini yine tayin ve hileyle kendi adamlarından yaptırmıştır.

1950 seçimlerinde Halk Partisi Doğu illerinde baskı ve vaktiyle astırdığı şeyhlerin oğullarından yardım dilenme gibi aşağılıklara, Batıda para dağıtma ve vaid gibi küçüklüklere düşmekle beraber söktüremeyip yenilmiş ve böylelikle meşru hükümet iş başına gelmiştir.

Fakat bu meşru hükümet gayrı meşru hükümetin yaptığı kanunlarla (!) iş görmek mecburiyetindedir. Halbuki bütün bu kanunlar, hakikî, kanun olmadıktan başka, millet için değil, çetenin görüş ve menfaatlerine göre hazırlanmıştır.

O halde ne yapmak lâzımdır.

Yapılacak şey şudur:

Dünya tarihinde eşi olmayan bir şekilde kan dökülmeden ve ihtilâl olmadan meşru bir hükümet gayrı meşru bir hükümetin yerine geçmiştir. Bu yeni hükümet ihtilâlsiz iş başına geldiği için gayrı meşru kanunları da ihtilâlsiz bir şekilde değiştirecektir. Bunun da başlangıcı yeni anayasayı hazırlamak olmalı, bu anayasayı hazırlamak için de Kurucular Meclisi faaliyete geçmelidir.

Artık Kurucular Meclisinin nasıl seçileceği, anayasayı yalnız hazırlamakla mı iktifa edeceği, yoksa hazırladıktan sonra milletin reyine mi arz edeceği meseleleri teferruatından ibarettir.

Yeni meşru hükümetin basarı göstermek ve millete hizmet etmek için yapacağı ilk iş yeni anayasayı hazırlayacak bir Kurucular Meclisini toplantıya çağırmaktan ibarettir.

Orkun, 1 Aralık 1950, Sayı: 9

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.