Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türk’ün Alın Yazısı Ölüm ve Göç

0 16.480

Mustafa ÖZTÜRK

Bugün yurt içi ve yurt dışında Türkiye’yi sanık san­dalyesine oturtup yargılamak ve yargılatmak gibi bir çaba görüyoruz. Meğer ne çok suç işlemişiz: Ermeni soy­kırımı, Pontus soykırımı, Yezidi ve Süryani soykırımı. Yetmedi, Dersim soykırımı, Rum soykırımı. Allah’tan korkmazsan iftira atmak kolaydır. Peşin hükümlüysen tarihî gerçeklere aldırmazsın. Kalbin kinle doluysa çılgınca saldırırsın. İşte bir kısım medyanın ve sözüm ona aydın geçinenlerin yaptığı budur. Kendilerince, Türkiye’yi federasyonlara çevirmek isteyen Batılı emper­yalist efendilerine mesaj gönderiyorlar: Verdiğiniz görevi yapıyoruz.

Biraz tarih okusalar, gerçeklerin peşine düşseler ve bu yurdun çocuğu olmanın bilincini birazcık yürekle­rinde hissetseler, asıl soykırım ve katliamlara maruz kalanın Türk milleti olduğunu görürlerdi.

Tarihin ışığında düşünün ve hayal edin:

Osmanlı devleti gibi bir devleti kurmak, genişletmek, tâ Viyana’ya, Yemen’e, Cezayir’e kadar gitmek; bu geniş coğrafyada adaleti tesis etmek hangi fedakârlıklarla gerçekleşmiştir? Bu sorunun cevabı Osman Gazi’nin, “Bizim davamız, kuru bir cihangirlik davası değil­dir.” sözünde aranmalıdır.

Türk milleti hâkimiyet kurduğu hiçbir coğrafyada adaletten ayrılmadı. Sadece Osmanlı’nın değil, diğer Türk devletlerinin egemen olduğu topraklarda da halk, sulh ve sükûn içerisinde yaşamıştır.

Osmanlı’nın fethettiği ülkelerin insanlarına göster­diği merhameti ve uyguladığı adaleti biz Türkler, maa­lesef, o ülke insanlarından görmedik. Talihimizin dön­düğü Viyana kuşatmasından (1683) Sakarya Zaferi’ne (1921) kadar geçen zamanda biz Osmanlı Türkleri çok acı çektik. Sadece Batı Türkleri olan bizler mi? Doğu Türkleri de Rus ve Çin boyunduruğuna düşerek kırıl­dılar, öldüler.

Viyana ile Sakarya arasındaki mekân ve zamanı bir düşünelim. Bu mekân ve zamanda ölen ve öldürülen kaç Türk vardır, sayısını Allah bilir. Ancak, bir muka­yese yaparak bir sayı verebilir ve bir sonuca ulaşabiliriz:

Günümüzün Dede Korkut’u, tarihçi hocamız Prof. Dr. Mustafa Kafalı der ki: “Anadolu’daki Türk nüfusu ile Balkanlardaki Türk nüfusu eşitti. Çünkü her ikisi de aynı miktarda sipahi çıkarıyordu.”

Şimdi sormak hakkımız değil midir? Balkanlardaki bu Türkler nereye gitti?

Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Makedonya ve diğer Balkan ülkelerindeki mevcut Türk nüfusunu toplasak, bugün 1.500.000’i bulmaz. Bu miktara, Cumhu­riyet döneminde Türkiye’ye göç eden 1.800.000 kişiyi ilave etsek 3.300.000 eder. Gerisi nerede?

Ölüm ve göç, tarih boyunca Türk’ün alın yazısı. Türk destanlarından birinin de “Göç” adını taşıması, bu ger­çeği yansıtıyor. Tarihçiye kulak verelim:

“Son iki yüzyılda Osmanlı Devleti’nin sivil nüfusunun dörtte biri Balkanlar ve Kafkasya’da meydana gelen etnik ve dinî soykırım ile buna bağlı gerçekleşen göçler neticesinde eksilmiştir. Bu, yaklaşık 5 milyon insana tekabül etmektedir.”[1]

Erciyes Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nevzat Özkan, “Tehcir ve Mübadele” adlı makalesinde, “Rusla­rın Kırım’ı işgal ettiği 1771’den Demirperde’nin çöktüğü 1990 yılı başlarına kadar Türkiye’ye;

NEREDEN GÖÇ EDİLDİ        KİŞİ SAYISI
Bulgaristan 1.991.700
Eski Yugoslavya 1.192.000
Yunanistan 1.284.600
Romanya 500.100
Kıbrıs 45.200
Azerbaycan 87.000
Kuzey Kafkasya 866.000
Kırım 2.120.000
Eski SSCB 25.000
Doğu Türkistan 28.000
Afganistan 4.350
TOPLAM 8.143.950

Kişi göçmüştür.[2] demektedir.

Her Türk tarihini iyi bilmelidir, özellikle gerileme ve çöküş devirlerini… Neden geri­ledik, kimler ihanet etti, millet olarak zaaflarımız nelerdir? Bu sorular üzerinde çok durup doğru yanıtlar aramalıyız.

Titiz bir araştırma neticesinde ulaşılan bu sayı, insanı ürkütüyor ve düşündürüyor. Bu insanlar, niçin çok sıkın­tılı yolculukları göze alarak yollara düştüler? Eminim, göç yollarına düştüklerinde sayıları daha fazlaydı. Kimini Karadeniz yuttu, kimisi Meriç’te boğuldu, kimi de Bul­gar, Rum çetelerinin kurşunlarıyla şehit oldu.

Bazıları tarihimizi zaferlerden ibaret zannederler. Yanlıştır. Tarihimizin öyle hüzünlü sayfaları vardır ki gözyaşlarınızı tutamazsınız: Çeşme ve Navarin’de donanmamızın yakılması, 93 harbi, Balkan bozgunu. Birinci Dünya Savaşı… Millet olarak yaşadığımız acı ve karşı­laştığımız felâketlerin büyüklüğünü kavrayabilmek için haritalara bakmak gerekir. O büyük coğrafyada bugün kaç devlet var, hiç saydınız mı?

Türk devlet ve milletini soykırımcı ilan etmeye kal­kanlar, Ermenistan, Yunanistan ve Bulgaristan’ın nasıl kurulduğunu, bir araştırsınlar. Görecekleri şey, sadece ve sadece Türklere karşı yapılan etnik temizliktir.

Fransa, İngiltere ve Rusya tarafından kışkırtılan ve desteklenen 1821 Yunan isyanında bir çırpıda 30 bin Türk’ü katlettiler. Papazlar önderliğinde başlatılan isyanın sloganı “Hıristiyanlara huzur, konsoloslara saygı, Türklere ölüm!”dü. Balkanlarda Türkler ve diğer Müslüman milletler o kadar öldürüldüler ki kan su gibi aktı, kemikler dağ olup yığıldı. Yıl 2009 oldu da Balkanlar hâlâ durulmadı.

J. Mc Carthy, “Ölüm ve Sürgün” adlı çok önemli ese­rinde 93 Harbi de denilen 1877-1878 Osmanlı-Rus har­binde 1.253.500 kişinin göç etmek mecburiyetinde kal­dığını yazar. Bu sayının 515.000’i Osmanlı toprakla­rına yerleşmiş. Katledilen sivil Müslüman-Türk sayısı ise 261.973 olup bölgedeki eski nüfusun yüzde 17’sini teşkil etmektedir.

Balkan Harbi’yle ilgili ölüm ve göç rakamları daha yüksek ve daha korkunçtur. Ağanoğlu’ndan aktarıyo­rum:

“Mezalim ve göçün bilânçosuna bakıldığında durumun korkunçluğu ortaya çıkmaktadır. 1911 senesinde Osmanlı’nın elinde bulunan Rumeli’nin Müslüman nüfusu 2.315.293 kişidir. Oysa ki Balkan Harbi sonrası farklı yıllarda yapılmış olan Yunan, Bulgar ve Yugoslavya kaynaklarında, bu ülkelerce Balkan Harbi’nde alınan topraklarda kalan Müs­lüman nüfusa bakıldığında bu nüfusun 870.114 kişi olduğu görülmektedir. Fark 1.445.179 kişi­dir ki böylece toplam nüfusun yüzde 62’si eksilmiş olmaktadır. Bunun ne kadarının göç, ne kadarı­nın katliam sonucu öldürüldüğünü kesin sayılarla bilmek imkânsız ise de, Justin Mc Carthy’nin yapmış olduğu demografik analiz metodlarıyla, yak­laşık bir neticeye varılabilmektedir.

Bu metoda göre, 1.445.179 kişiden Türkiye’ye göç edenlerin sayısı olan 812.771 kişi çıkarılınca, Balkan Harbi esnasında katliam sonucu öldürülen Müslüman sayısı 632.408 kişi olarak çıkmaktadır. Bu sayı zapt edilmiş Osmanlı Rumelisi’nin toplam nüfusunun yüzde 27’sine tekabül etmektedir.”[3]

Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan’ın kuruluş yılla­rında toprakları küçük ve nüfusları azdı. Sonraki sene­lerde sınırlarını genişlettiler, Osmanlı’dan yeni topraklar aldılar, bu topraklardaki Müslümanları sistematik kat­liamlarla yok ettiler, Türk nüfusu erittiler. Bu konuda, Girit örneği bize en sağlıklı bilgiyi vermektedir.

“Girit adasında nüfus oranları takip edildiğinde göç ve Rumlar tarafından gerçekleştirilen katli­amın korkunç boyutları ortaya çıkmaktadır.”[4]

Yıl    
Müslüman Hıristiyan
1821 160.000 127.000
1876 95.746 135.780
1900 33.496 269.319
1911 27.852 307.812

Bugün Girit’te yaşayan bir Müslüman Türk ailesi var mıdır, hiç sanmıyorum.

Yunanlılar 15 Mayıs 1919 – 9 Eylül 1922 tarihleri arasında Anadolu’da da korkunç katliamlar yaptılar.

“15 Mayıs 1919’da İzmir işgal edilmiş, 24 saat içinde 5.284 Türk katledilmiştir. 21 Mayıs 1919’da Menemen işgal edilmiş, işgal sırasında 1.017 Türk katledilmiştir.”[5]

Her il ve ilçenin işgalinde, Müslüman sivil halk, kadın-erkek, yaşlı-genç demeden katledilmiştir. “Aydın’ın işgal gününde 2.000 Türk öldürülmüştür.”[6]

Yunan işgali, Batı Anadolu Türk nüfusunun yarı­dan fazlasını yok etmiştir. “Yabancı ve yerli basın mensuplarının oluşturduğu komisyon raporlarına göre, Turgutlu’da 6.000 haneden 5.800 ev yakıl­mış, ancak 200 ev yangından kurtulabilmiştir. 20.000 olan Türk nüfusundan geriye ancak 8.000 kaldığı, yirmi günden beri her yerden ceset çık­tığı”[7] belirtilmiştir.

“Alaşehir’de 4.000 haneden geriye 100 ev kal­mıştır. Ayrıca 10 cami, 20 mescit, tren istasyon binası, 20 köy yakılmış, bu köylerin halkının büyük bir kısmı öldürülmüştür; 11.500 olan Türk nüfu­sundan geriye 5.000 kişi sağ kalmıştır. Çocuklar dahi katledilmiş, 14 yaşın altında ancak 400 çocuk kalmıştır.”[8]

“15.000 nüfuslu Salihli’de 8.000 kişi kalmış­tır.[9]

Yunan, en korkunç ve iğrenç işleri bozulup kaçar­ken yaptı. Tahrip taburları köy ve kasabaları harabeye çevirdi. Manisa’da yangın iki gün sürdü. “Manisa’nın kıymetçe yüzde 99’u yakıldı.”[10]

Türkiye’nin Cumhuriyet yılları, doğuda Ermeni’nin, Rus’un; batıda Yunan’ın yıktığı şehir ve kasabaları yap­makla geçti. Cumhuriyet’e ve Atatürk’e saldıranlar, konuya bir de bu açıdan bakmalıdırlar.

Türkiye’nin alnında soykırım lekesi yoktur. Biz Türk­ler ezelden beri, sivil halkla uğraşmadık, masumları kat­letmedik, sadece karşımıza dikilen ordularla savaştık.

Biz Türkler asırlardan beri savunma savaşları yapı­yoruz, ırzımızı, namusumuzu; malımızı, mülkümüzü korumaya çalışıyoruz. Sarıkamış’a Rusları, Çanakkale’ye İngilizleri, Sakarya’ya Yunanlıları biz mi davet ettik?

Koskoca bir imparatorluktan elimizde bir Anadolu kalmış; yüz yıllardır öldürülüyoruz, sürülüyoruz, yine de “soykırımcı” diye itham ediliyoruz. Bu, nasıl bir iştir; bu, nasıl görülmedik bir kahpeliktir.

Anlatmaya çalıştığımız gibi “soykırımcı” sıfatına uygun olanlar Yunanistan ve Bulgaristan’dır; bu yazı­nın konusu olmamakla beraber, Ermenistan’dır. Her üçü de Türk kanı içen terör örgütü çeteler tarafından kurul­muşlardır. Bu bir itham değil, tarihî belgelerin ortaya koyduğu bir gerçektir.

Her Türk tarihini iyi bilmelidir, özellikle gerileme ve çöküş devirlerini. Neden geriledik, kimler ihanet etti, millet olarak zaaflarımız nelerdir? Bu sorular üzerinde çok durup doğru yanıtlar aramalıyız. Bir de işgal edi­lip düşman eline düşen bir ülkede nelerin olabileceğini düşünerek vatan savunmasına en büyük önemi vermeli, en yüksek dikkati göstermeliyiz. Unutmayalım ki bugün Irak ve Gazze’deki trajedilerin bin beterini, bizim mille­timiz tarihi boyunca binlerce kez yaşadı.

Türk milleti hâkimiyet kurduğu hiçbir coğrafyada adaletten ayrılmadı. Sadece Osmanlı’nın değil, diğer Türk devletlerinin egemen olduğu topraklarda da halk, sulh ve sükûn içerisinde yaşamıştır.

Kaynak: Kayseri Türk Ocağı Dergisi Sayı: 100 Nisan-2009


Dipnotlar:
[1] H. Yıldırım Ağanoğlu, Osmanlıdan Cumhuriyet’e Balkanların Makûs Talihi: Göç, Kum Saati Tarih Dizisi, 2001, s:17 
[2] Nevzat Özkan, Tehcir ve Mübadele, Kayseri Türk Ocağı Sayı 96, Aralık 2008 
[3] H. Yıldırım Ağanoğlu, a.g.e, s:93-94
[4] H. Yıldırım Ağanoğlu, a.g.e, Süleyman Beyoğlu’nun “Girit Göçmenleri”adlı yazısından, s:41
[5] A. Nedim Çakmak, İşgal Günlerinde İşbirlikçiler- Hüsnüyadis Hortladı, Kum Saati Yayınları, İstanbul 2006, s:204
[6] A. Nedim Çakmak a.g.e, s:243
[7] A. Nedim Çakmak a.g.e, s:248
[8] A. Nedim Çakmak a.g.e, s:250
[9] A. Nedim Çakmak a.g.e, s:252
[10] A. Nedim Çakmak a.g.e, s:259
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.