Öğretmenlerime…
Bindokuzyüzaltmışlı yılların nostaljisini yaşamak isteyen herkes, “Senede bir gün…” şarkısını dinlemek için, büyük kentlerdeki “pasta hane” denilen ve gençlerin buluşma yerleri olan mekanlardaki paralı müzik kutularına attıkları 25 kuruşu (o zamanın parası ile) hatırlarlar… “Senede bir gün” şarkısı zamanın en “romantik” şarkısıydı ve çoğu genci ulaşılmaz hayallere daldırır ve farklı alemlere götürürdü…
Fakat bu yazımızın konusu bu şarkı değil, yine de “senede bir gün” ifadesini hatırlatıyor…
Geçen haftalarda sadece “senede bir gün” hatırlanan “öğretmenler günü” kutlandı. Hepimizi yetiştiren, bizlerde emeği olan öğretmenler…
Hayatta tek ideali “ilkokul öğretmeni olmak” üzere yola çıkan bendenizin birçok kademeden geçerek bugünlerime gelmeme katkı yapan tüm Türk Öğretmenlerini gönül dolusu muhabbetle, sevgiyle, saygıyla anmak istiyorum bugün…
***
İlk öğretmenim Eşref Çakmak…
Yıl 1953, Zırkıbaz Köyü İlkokulu öğretmeni Eşref Çakmak…
Ve ardından yine aynı okulda o kutsal görevi devralan öğretmenim Kadir Göçer…
İkinizin de sağ olduğunu ve İstanbul’da yaşadığınızı duydum…
Eğer bu satırlarımı okursanız 1953-1958 yıllarına, Zırkıbaz Köyüne bir yolculuk yapınız lütfen…
Okul numarası 27 olan, yalınayak, “grizet” bezden entarili, dazlak kafalı, doğru dürüst Türkçe bilmeyen, ürkek bir öğrenciniz vardı…
Hatırladınız mı?…
İşte o benim…
Bu satırlarla sizlere ulaşmak isteyen, bendeki benim… öğrenciniz Ramazan…
Eşref öğretmenim, hatırlar mısın mezarlık ardındaki tarlanın irice alıç ağacının altında “açık hava dershanesinde” verdiğiniz ilk dersi…
Elinize aldığınız her nesnenin “Türkçe” adını söyleyerek, ardından koro halinde 48 kişiye kelimeyi tekrarlattığınız dersi…
***
Henüz Akçadağ İlk Öğretmen Okulundan mezun olmuş, filinta gibi bir delikanlıydınız… Tertemiz takım elbiseniz, parlayan ayakkabınız, sonradan “briyantin” olduğunu öğrendiğim, sürüp de parlayan taralı saçlarınız, soğuk kış günlerinde kaşkollü kalın paltonuz… evet her şeyiniz… duruşunuz, konuşmanız… bizler için ulaşılması hayal bile değildi o günlerde…
İmrenerek, hayranlıkla bakardık size sevgili Eşref öğretmenim…
İlk kez öğrettikleriniz, ilk kez alıştırdıklarınız, ilk kez söyledikleriniz… her şey gözlerimin önünde sinema şeridi gibi geliyor…
Duruşunuz, bakışınız, konuşmanız beni o kadar etkilemişti ki hayatım boyunca hiç unutmadım sizi… Senede bir gün değil hep aklımda, zihnimde oldunuz…
Verdiğiniz ilk ışıkla ben de öğretmenlik mesleğini seçmiştim…
Tek idealim sizin gibi bir öğretmen olmaktı… Tanrı fazlasını nasip etti…
O yoksul köylerin sahipsiz cevher yavrularına sizin gibi ışık olmak…
Bugünlerde “öğretmenler günü” diye uydurma kutlamalar, törenler yapılıyor…
Bu törenleri yapanlar, yaptıranlar, öğretmene nutuk atanlar, önce kendilerini yetiştiren Eşref Çakmakları, Kadir Göçerleri tanımalılar… Onları senede bir gün değil “her gün” hatırlamalıdırlar…
“Öğretmen” kelimesinin taşıdığı derin mananın tonlarca ağırlığı altında ezildiklerini hissetmeliler…
Öğretmen olmak kolay iş mi?…
***
Cumhuriyetin kurulmasından sonraki ilk işi, “ÖĞRETMEN” yetiştirmek olmuş olan Gazi Paşayı hatırlamalılar…
Sizin yetişmenizde Atatürk, bizlerin yetişmesinde sizin kuşak görev aldı.
Peki yetti mi? Yetmedi, çünkü Cumhuriyet nimetlerinden yararlanılarak Gazi Paşanın kurduğu Cumhuriyet karşıtları öğretmen yerine “HOCA” yetiştirme yarışına girdiler…
Okul sayısından çok Cami açma yarışına girdiler…
İslamiyet gibi kutsal bir değeri iki kaleme indirgediler; türban ve mescit…
Ve bunlar yine de takkiye yapmaya devam ettiler, ülkede her şey ALLAH’a havale edilmeye başlandı…
Cumhuriyet kazanımları tehlikede…
Bize öğrettikleriniz vatan, millet, bayrak, onur, milli menfaat bugünlerde “fantezi” değerler sayılmakta… En kötüsü, sanki, ulusal devlet onurunu zedeleyen, geleneklere sığmayan uygulamalar olmakta…
Türk’ü düşman gören, asırlardır Türk’e kin besleyen ezeli düşmanlar yine sahnedeler… Taassuplaşma, yobazlaşma, menfaatleşme düşüncesi, her türlü kutsal değerin üzerinde tutulmakta, bu özellikler pirim yapmakta, siyasi ve ekonomik rant sağlamakta… Ne yazıktır ki cahilliğin itibar, feodalizmin işbirlikçilik olarak değer kazandığı bir zaman dilimindeyiz… Kişiliksiz, ruhsuz, idealsiz, vurdumduymaz, ne yaptığını bilemeyen bir toplum ortaya çıkmış… Bunun günahı kimde?
***
Evet sevgili öğretmenlerim, işte böyle…
Uzaklardan da olsa size sevgi, saygı dolu yüreğimle açılmak istedim; geçmişe bir yolculuk yapmak istedim… Sizin de üzüldüğünüz bu manzaraların oluşmasına sebep olan hayatın acı gerçeklerini sizlerle paylaşmak istedim…
Ve iyi ki sizlerle birlikte Zırkıbaz Köy İlkokulunda o unutulmaz günleri yaşamışım diye övünmek geliyor içimden… Yokluk, sefalet çoktu amma insanlık vardı, idealizm vardı, yurt, bayrak, millet, cumhuriyet sevgisi vardı…
“Senede bir gün” hatırlanan öğretmenlerden bu duygu ve değerleri bulmak, geliştirmek, yeni gençlere anlatmak ne kadar mümkün, bilemiyorum… Bunu düşünmek bile bana acı veriyor… Size de veriyor mu sevgili öğretmenlerim, veriyor mu?…
Sevgiyle, saygıyla, muhabbetle ellerinizden öpüyorum…