Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Bir Kitap Okudum…

0 10.928

Roza KURBAN

Bir kitap okudum hayatım değişti, tabirini duymuştum. Bir kitap benim hayatımı değiştirmedi ama polislere olan görüşümü değiştirdi. Hayatta herkes kendi mesleğini yapar, öğretmen öğretmenlik, terzi terzilik, mühendis mühendislik, doktor doktorluk, yazar yazarlık vs. 30 yıl polis memuru olarak Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde görev yapan Memet Şerif Alper’in 2013 yılında Ankara’da yayımlanan “Şerif’in Kasabası” adlı kitap, polislere olan fikrimin kökten değişmesine neden oldu. Genelde ellerinde cop, bellerinde tabanca taşıyan, görevleri gereği soğukkanlı olan, yüzlerinde hiçbir gülümseme belirtisi olmayan, neredeyse robot gibi görünen polislere oldum olası bir sempati duymamışımdır. Kitaba başlarken de aynı ön yargı içerisindeydim. Polislerin duygusuz oldukları fikrinden yola çıkarak, bir polis ne yazabilir ki düşüncesinden kendimi alıkoyamıyordum. Hikâye ve şiirlerden oluşan “Şerif’in Kasabası” kitabını okudukça düşüncelerimin ne kadar yanlış olduğunu anladım. 1942 yılında Elazığ’ın Palu ilçesinin Aşağı Mahalle’sinde dünyaya gelen Memet Şerif Alper, geçmişini, köklerini, kasabasını, dağ ve nehirlerini, köylüsünü anlatmış kitabında. Alper, Palu’yu şu satırlarla kaleme almış: “Palu, Elazığ’ın doğusunda Mastar dağı kanyonunda bulunan vadi içinde, etrafı bahçelerle süslenmiş, Murat nehrinin içinden geçtiği şirin bir beldedir.” (Alper 2013: 26). Şerif Alper’in her hikâyesinde, her cümlesinde, her mısrasında memleket sevgisi, memleket özlemi göze çarpıyor. Bu sevgi ve özlem bazen gençlik özlemi ile örtüşerek duyguların doruk noktasına ulaşmasına vesile oluyor. Hikâyelerde, Anadolu insanının sıcaklığına, samimiyetine, saflığına, geleneklerine bağlılığına rastlamak mümkündür. Alper’in, Palu beldesini bu kadar güzel anlatması elbette doğup büyüdüğü toprakların insanlarını tanımasından ileri gelmektedir. Hikâyelerin etkileyici olmasının bir diğer nedeni ise tüm yazılanların gerçek hayat hikâyeleri olmasıdır. Yaşanan olayların ve yaşatılan geleneklerin hikâye olarak okurlara aktarılması Memet Şerif Alper’in bir nevi geçmişle yüzleşmesidir. Bu kitap sayesinde hayatımda hiç görmediğim Palu’yu, Palu’nun doğasını, insanlarını tanıdım. Hikâyeleri okurken bazen güldüm, bazen hüzünlendim… Memet Şerif Alper, polis memuru olarak görev yaptığı Yeşilhisar (Kayseri), Adilcevaz (Bitlis), Tunceli, Ankara, Malatya’da yaşanan acı tatlı anılarını da unutmamış hikâyelerinde. Gittiği her yerde çeşitli insanları tanımış. Kayseri ile ilgili: “Tez vakitte halkı beni, ben de halkı sevmiştim. Fakat örf ve adetleri doğup büyüdüğüm yerlerin adetlerine benzemiyordu. Kadınlar çalışıyor, erkekler kahvelerde vakit geçiriyordu.(Alper 2013: 140). İnsan ister istemez her gittiği yeri ve o yerin kültürel özelliklerini, kendi memleketi ve memleketinin kültürü ile kıyaslıyor.

Kitabı okurken bazen kendimi buldum hikâye ve şiirlerde… Bilhassa memleket özlemi, sıla, gurbet söz konusu olduğunda. Alper kendi ülkesi içinde bu duyguları yaşayan birisi, ben ise gurbet ellerde. Fakat ne olursa olsun dert aynı, memleket özlemi değişmiyor. Sıla konusunun şiirlerde yoğun bir şekilde kaleme alındığını söylemek mümkün:

Kaderimiz bu bizim alışsak dedik,
Ekmek ile soğanı bal diye yedik,
Otuz yıl gurbet ellerde kaldık,
Sılaya bir türlü kavuşamadık.  (Alper 2013: 210).

Şerif der ki gurbette çok çektim çile,
Derdimi anlatsam, Murat nehri gelirdi dile,
Dostlarım ağlamasın düştüğüm hale,
Kerem gibi yanışım buna nedendir.  (Alper 2013: 216).

Şerif Alper der ki gurbet büker belimi,
Sıladan ayrılmak tez getirir ölümü…(Alper 2013: 240).

Kitapta kimler yok ki, elektrik lambasını mum sanarak üfleyip söndürmeye çalışan Şevket Ağa, Emniyet Genel Müdürlüğü’nde odacılık yapan uyanık Bayram, çoban Zülfo, fırıncılık yapan ve eli açık olan Mılla Mevlüt vs. Hepsi ayrı ayrı bir hayat dersi veren hikâyeler… Bir dilim ekmeğin hayat kurtaracağını kim düşünebilir ki? Düşünülmesi güç olsa da Mılla Mevlüt’ün hayatı, dilenciye verdiği ekmek sayesinde kurtulmuş. Ve daha neler, neler… Bir de Memet Şerif Alper’in torunları Alper ve İzel’e yazdığı mektup bana çok dokundu. Yazma kültürünü yok eden iletişim araçları bugün, eskiden iletişimin olmazsa olmazı olan mektupların sonunu getirmiştir. Ben de eski geleneklerden birisi olan mektupları yaşatmaya çalışan bir insan olarak mektupların yok olma noktasına gelmesinden rahatsızım. Bazen bayramlarda yakınlarıma göndermek için kart arıyor bulamıyorum, fakat pes etmiyor bulana kadar ısrarla arıyor ve gönderiyorum… ‘Mektup geleneğini sürdürmenizi isterim’ diye torunlarına seslenen Memet Şerif Alper mektubuna şöyle devam etmiştir: “Sevgili torunlarım, kendinizi geliştirin; iyi okuyun, iyi yazın. Güzel anları belgelemek adına bize sizin kurduğunuz güzel cümlelerle donanmış mektuplar yollayın…(Alper 2013: 164).

Kız çocuklar babalarına düşkün olurlar genelde. Elbette bunun istisnaları da vardır hayatta. Sevmek bir tarafa, babalarından düşmanmış gibi kin nefretle söz eden çocuklar da gördüm hayatımda. Oysa Memet Şerif Alper, eşi ve Feyziye, Ayşegül, Selda adlı kızlarıyla mutlu, birbirine ölümüne bağlı bir aileye sahiptir. Kitabın son sözü kızları tarafından kaleme alınmıştır. Satırları okurken gerçek bir aile sıcaklığını, babaya olan sevgiyi hissettim… Babalar kız çocukların kahramanı ve aşkıdır. Ben babamı âşık olacak kadar tanıyamadım, onun için bu satırları imrenerek gözyaşları içinde okudum. Sevgi hayatta para ile satın alınamayan bir değerdir, bilenlere… “Canımız yandığında, canın yanar… Dağ gibisin; en zor zamanlarımızda, başımızın sıkıştığı ve yardıma muhtaç olduğumuz anda sırtımızı yasladığımız… Sadece varlığını bilmek bile, omuzlarımız dik yürümemize yetiyor. Bizim iyiliğimizi, bizden daha çok istersin… Üçüncü çocuğun da kız olunca belki biraz hüzünlendin, ama bizi erkek çocuklardan daha iyi yetiştirdin. Her işimizi, kendi kendimize yapmayı öğrettin ve kimseye muhtaç olmamayı da…”  (Alper 2013: 269).

Hüzünlerini, sevinçlerini kaleme alan Memet Şerif Alper’in “Şerif’in Kasabası” kitabı beni farklı diyarlara götürdü, birçok olaya tanıklık etmemi sağladı. Gurbet ellerde yaşamanın zorluklarını ve hasret içinde geçen memuriyet hayatının ekmek kavgası peşine düşen herkesin hikâyesidir.  

Çıktık Palu’dan, düştü gurbete yolumuz.
Belki uğrar bir gün sana, tabutumuz, ölümüz.
Geçim sıkıntısı, ekmek kavgası, sana ayandır halimiz.
Ne ahbap kaldı ne arkadaş; ne soracak bir dost buluruz. (Alper 2013: 175).

Roza KURBAN

Kaynakça:

  1. Alper, Memet Şerif, Şerif’in Kasabası, Ankara 2013.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.