Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Atatürk Devletçiliği Anlatıyor

0 11.805

Prof. Dr. Cihan DURA

İki Mustafa Kemal vardır: Biri benim, et ve kemikten, geçici Mustafa Kemal… Diğeri Ölümsüz Mustafa Kemal… Onu “ben” kelimesiyle anlatamam; o, ben değildir, o bizdir! O, ülkemizin her köşesinde yeni fikir ve yeni hayat için, büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasıyım sadece. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sensin; o Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan Mustafa Kemal, yaşaması ve başarılı olması gereken, Ölümsüz Mustafa Kemal sizlersiniz!

Bu yazıda Mustafa Kemal Türkiye Cumhuriyeti için vazgeçilmez gördüğü Devletçiliği anlatıyor. Ölümsüz Mustafa Kemal güncelliyor, düzenliyor.

* * *

1 – Türkiye cumhuriyeti milliyetçidir, halkçıdır, laik ve devrimcidir; aynı zamanda devletçidir. Devletçilik Cumhuriyetimizin dayandığı esaslardandır, benim ilkelerimdendir.

2 – Devletçilik nedir? Devletçilik milletin genel ve ortak çıkarlarına ait politik, düşünsel işlerde olduğu gibi, her türlü ekonomik işin bireylere bırakılmayıp devlet tarafından yapılmasının daha uygun olacağını savunan görüştür. Bu işleri devletin yapmaması, bireylere bırakması gerektiğini ileri süren görüşe ise “bireycilik” denir.

3 – Ancak bizim takibini gerekli gördüğümüz devletçilik, ılımlı devletçiliktir. Bu sistem; sosyalizm prensibine dayanan kolektivizm gibi, komünizm gibi bir sistem değildir. Onlar tüm üretim ve dağıtım araçlarını bireylerden alarak, milleti büsbütün başka esaslara göre düzenleme gayesini güden sistemlerdir. Özel ve bireysel ekonomik girişim ve faaliyete yer vermezler.

4 – Oysa bizim devletçiliğimiz; özel girişimi “esas” kabul eder, ama toplumun genel yararının gerektirdiği her noktada devleti görevli sayar. Bu çerçeve içinde devlet ne kutsaldır ne de ideolojik bir ögedir. Sadece dengeli, sağlıklı, huzurlu bir topluma ulaşmada etkili ve vazgeçilemeyecek bir araçtır.

5 – Devletin ekonomide görev almasını gerektiren birçok sebep vardır. Bunları aşağıda açıklıyorum. Fakat önce “sosyal insan” kavramını tanıtmalıyım: Devlet diyoruz, birey diyoruz, bu sözcükleri sık sık kullanıyoruz. Benim görüşüm, bu sözcükleri kullandığımız zaman, soyut manalarını anlamamalıyız; biricik gerçek olan sosyal insanı anlamalıyız, yani toplum içinde yaşayan bireyi, bireyleri anlamalıyız. Böyle bir insanın, yani sosyal insanın türlü çıkarları vardır. Bu çıkarların bir kısmı kişiseldir, diğer kısmı ortaktır. Toplumun yaşamını koruyup esirgeyen, ortak çıkarlardır. İyice düşünülürse bu iki çıkar birbirine denktir, birbiriyle aynı değerdedir. Çünkü sosyal insanın hayatı için her iki çıkar aynı derecede gereklidir. Buna göre, bizce devlet ve birey sözcükleri, genel ve özel çıkarlardan biri düşünüldüğüne göre ve fakat her iki halde de sosyal insanı anlatan ve açıklayan iki terimdir. Bu demektir ki biz yalnız başına birey ve bireylerden ayrı, onlardan soyutlanmış bir devlet düşünmüyoruz. Devlet bireylerin oluşturduğu ulusal topluluğun göze görünen şeklidir. Bu bakımdan devlet ve birey birbirine karşı değildir, tam tersine birbirinin tamamlayıcısıdır.

6 – Bugün Devlet kurumunun, dünyada giderek önem kazandığını görüyoruz. Milletlerde özgürlük ve uygarlık ilerlediği ölçüde, devletin görev ve sorumlulukları çoğalıyor. Hayat çoğaldığı ölçüde araçlar, organlar da çoğalıyor. Çok organsa çok ve büyük kuvvetle yönetilir. Kuvvet çoğaldıkça kurallar da çoğalır. Bir toplumun organ ve kuralı ise devlettir. Toplum çıkarına hizmet eden kamu kuruluşlarının artırılması, devletin, önemle göz önünde tutacağı bir sorundur. Bu sayede, salt çıkar amacı güden faaliyetler de sınırlanmış olur. Bu durum yurttaşlar arasındaki ahlakî dayanışmanın gelişmesine yardımcı olan önemli bir etkendir.

7 – Devlet bir toplumun ortak çıkarını düşünür, toplumun ilerlemesini düşünür. Bu bakımdan devletin amacı, bireyden farklıdır. Bireylerin özel çıkar isteğinden ne dereceye kadar uzaklaştırılabileceği incelenmeye değer bir konudur. Özel çıkar çoğu kez genel çıkarla çelişki halindedir. Özel çıkarlar en nihayet rekabete dayanır. Oysa yalnız rekabetle ekonomik düzen kurulamaz. Aksi kanıda olanlar kendilerini bir hayal karşısında aldanmaya terk edenlerdir.

8 – Sonra, bireyler, şirketler devlet teşkilatına kıyasla zayıftır. Sosyal sakıncaları da vardır serbest rekabetin…, zayıflarla kuvvetlileri yarışta karşı karşıya bırakması gibi… Bir de bireyler bazı büyük ortak çıkarları tatmine yeterli olamazlar. Bu gibi işlerde bireylerin kurmaya imkân bulamayacakları geniş ve kuvvetli bir teşkilat gerekebilir. Veya bireyler yeterli çıkar elde edemeyecekleri için, bu gibi işlerden vazgeçerler. Oysa o işler millet bakımından yaşamsal bir öneme sahiptir, devlet onları yapmaya mecburdur. Devlet işletmeciliğinin verimsiz olduğu, kâr edemediği savı doğru değildir. Hükümetler devlet işletmelerinin kârlı, verimli çalışmasını isterlerse, bunu sağlamak ellerindedir. Şu kesindir ki, devletin politik ve düşünsel hususlarda olduğu gibi, bazı ekonomik işlerde de düzenleyiciliğini prensip olarak kabul etmek uygun görülmelidir. Bu takdirde karşı karşıya kalınacak zorluk, devlet ve bireyin karşılıklı faaliyet alanlarını ayırma sorunudur.

9 – Ben bu sorunu Medeni Bilgiler kitabında şöyle ele aldım: Devleti yönetenlerin düşünüp kararlaştırması lazım gelen sorunlar vardır. Bunlardan birincisi, devlet ve bireyin karşılıklı faaliyet alanlarının sınırlarını çizmek ve bu hususta dayanılacak kuralları belirlemektir. Diğeri ise vatandaşın bireysel girişim ve faaliyet özgürlüğünü sınırlamamaktır. Prensip olarak devlet bireyin yerine geçmemeli, bireyin gelişmesi için gerekli genel koşulları göz önünde bulundurmalıdır. Bireyin kişisel faaliyeti, ekonomik ilerlemenin esas kaynağı olarak kalmalıdır. Bireylerin gelişmesine engel olmamak, onların her alanda olduğu gibi, özellikle ekonomik alandaki özgürlük ve girişimleri önünde devletin kendi faaliyetiyle, bir engel oluşturmaması demokrasinin en önemli esasıdır. Bireyin gelişmesinin engellenmeye başladığı nokta, devlet faaliyetinin sınırını çizer.

10 – Yurttaşların bireysel ve toplumsal özgürlük, eşitlik, dokunulmazlık ve mülkiyet haklarını saklı tutmak önemli esaslardandır. Bu hakların sınırı devlet varlığı otorite sınırı içindedir. Bireyin ve tüzel kişilerin faaliyeti genel çıkarlara aykırı olamaz. Bireyler haklarını kullanırken, topluma zarar veremez, kamu kaynaklarına zarar veremez. Kanunlar bu temele göre yapılır.

11 – Her yurttaş ticaret özgürlüğüne sahiptir, çalışma ve sanat özgürlüğüne sahiptir. Hayatını kazanmak için istediği işte, meslekte ve sanatta serbestçe çalışabilir. Ancak bu özgürlük, kamunun iyiliği adına, haklı birtakım yasal kayıtlara ve koşullara bağlıdır. Örneğin bir sütçü, bir fırıncı birtakım sağlık kurallarına uymak zorundadır. Bir tüccar yabancı ülkelerden getireceği malları, gümrük vermeden ülkeye sokamaz. Kimse ülkede istediği gibi öğretmenlik, avukatlık, doktorluk yapamaz; bunun için yasal olarak birtakım niteliklere sahip olması gerekir. Bunlardan başka devletin, siyasi açıdan veya toplumun çıkarı ve güvenliği bakımından tekeli altında bulundurduğu işleri başkaları yapamaz.

12 – Mülkiyet bireyin yüksek haklarındandır. Bireysel mülkiyet, bir insanın, emeğinin ürünü olan her şeye sahip olmasıdır. Fikir ve kalem ürünü olan her eser de sahibinin hakkıdır. Mülkiyet bireyin, devletin müdahale edemeyeceği haklarındandır. İnsan namuslu bir şekilde sahip olduğu mal ve mülkünü istediği gibi kullanabilir, satabilir, istediğine verebilir, onları yok edebilir, yıkabilir. Geçmişte böyle değildi, aksi idi; insanları, istemedikleri halde, aileleriyle oturdukları yerle birlikte satabilirlerdi.

13 – Mülkiyet hakkını sınırlayan tek bir husus vardır, o da kamulaştırmadır, toplum çıkarları için kamulaştırmadır. Bununla birlikte hükümetin, belediyelerin, yerel yönetimlerin, ne gibi lüzum ve zorunluluklarla, hangi usul ve şekilde kamulaştırma yapabilecekleri yasalarla belirlenmiştir.

14 – Devletin ve hükümet teşkilatının, yurttaşlara karşı yetkileri vardır; ancak görevleri de vardır. Bunlar önce iki esas görev olarak karşımıza çıkar: Bir, yurttaşın özgürlüğünü korumak; iki, milletin bağımsızlığını korumak. Daha açık bir deyişle: birincisi, yurttaşların her türlü özgürlüğünü dokunulmaz kılmak; bunun için ülke içinde güvenliği ve adaleti sağlayıp devam ettirmektir. İkincisi, milletin bağımsızlığını güvende ve koruma altında bulundurmak; bunun için de dış politikayı ve diğer milletlerle ilişkileri iyi yönetmek, içerde her türlü savunma kuvvetlerini daima hazır bulundurmaktır. Denilebilir ki, devlet kurulmasından amaç, bu iki görevin yerine getirilmesini sağlamaktır. Çünkü onlar yurttaşların birey olarak yapamayacakları işlerdir. Hatta yurttaşların bu görevlerin bir bölümünü bile yapmaya kalkışmaları doğru değildir. Zira o zaman anarşi olur, devlet diye bir şey kalmaz ortada.

15 – Bir yurttaşın kendi kendine yapamayacağı başka işler de vardır. Örnek vereyim: Bir yurttaş kendi kendine, yabancı bir devletle siyasi bir temasta bulunabilir mi, ilişki kurabilir mi? Elbette hayır! Bir yurttaş ülke savunmasında etrafına toplayabileceği birtakım kimselerle kendi başına harekete de yetkili değildir. Kendi özgürlük ve hakkını, kendi maddî kuvvetine dayanarak sağlamaya kalkışamaz. Bunlar bireylerin kuvvet ve girişimleri ile değil, milletin iradesine sahip bulunan devletin kudret ve nüfuzu ile sağlanabilir.

16 – Yukarda devletin iki esas görevi olduğunu, bunların yurttaşın özgürlüğü ile milletin bağımsızlığını korumak olduğunu belirttim. Ancak bunların dışında, devletin ilgili bulunduğu başka görevler de vardır. Bunlar yollar, demiryolları gibi bayındırlık işleri, eğitim ve öğretim işleri, sağlık işleri, sosyal yardım işleri, tarım, ticaret, sanayiye ait ekonomik işler gibi görevlerdir.

17 – Devlet ülkenin güvenlik ve savunması için yollarla, demiryollarıyla, limanlarla, deniz araçlarıyla yakından ilgilidir; telgrafla, telefonla, her türlü ulaşım araçlarıyla, milletin bütün kaynaklarıyla yakından ilgilidir. Ülke yönetiminde, ülke savunmasında, bu saydıklarım toptan, tüfekten, her çeşit silahtan daha önemlidir.

18 – O zaman daha önce değindiğim şu soru çıkar karşımıza: Devlet hangi işleri üzerine alabilir? Bu, hep sorulacak olan, zamana ve zemine göre yanıtlanması gereken bir sorudur. Ben, Medeni Bilgiler kitabımda şöyle yanıtladım bu soruyu: Devlet genellikle, zaman ve mekânda daimî bir özel nitelik gösteren ekonomik işleri üzerine alabilir. Örneğin bir iş ki büyük ve düzenli bir yönetim gerektirir, özel girişim elinde tekelleşme tehlikesi gösterir ya da genel bir ihtiyacı karşılar, o işi devlet üzerine alabilir. Madenlerin, ormanların, kanalların, demiryollarının, deniz taşımacılığı şirketlerinin devlet tarafından yönetilmesi yukarda açıkladığım türden işlerdir. Para ihraç eden bankaların millîleştirilmesi, su, gaz, elektrik ve benzerlerine ait işlerin yerel yönetimler tarafından yapılması da aynı türden işlerdir.

19 – Bir devlet ülke güvenliğiyle ilgili görevlerinden vazgeçebilir mi? Elbette hayır! Bu hizmetler yaşamsaldır, her zaman gereklidir büyük bir toplum için. Yoksa ülkenin varlığı da tehlikeye girer, geleceği de. Bu hizmetler bireysel çıkar aracı yapılamaz, esas olan kamunun çıkarıdır. O da ancak devletçilikle sağlanır.

20 – Devletin ilgilenmesi gereken işlerden ekonomik olanlar; devletin zorunlu görevlerinden görünmemekle birlikte, bu son görevlerin yerine getirilmesinde etkilidirler. O alanlardaki işleri bireylere ve şirketlere bütünüyle bırakabilmek için bir şeyden emin olmak lazımdır: Söz konusu işler, devlet müdahalesi ve yardımı olmaması durumunda, devletin, esas görevlerini yerine getirmesinde zorluk yaratmamalıdır. Görülüyor ki ekonomik ve kimi sosyal işler bir yandan da bireylerin çıkarları ile ilgilidir. Bunun içindir ki bireyciler bu işlere devletin karışmasını kişi özgürlüğüne saldırı olarak görürler. Fakat söz konusu işler içinde, dolayısıyla, bütün milletin ortak menfaatine değinen ve onu ilgilendiren noktalar da vardır. Bu sebeple biz devletçilerin haklı oldukları noktaları kabul etmenin yerinde olduğunu düşündük.

Prof. Dr. Cihan DURA

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.