Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türk Sanatında Kale Mimarisi

0 17.062

Yrd. Doç. Dr. Ali BORAN

Tarihin erken dönemlerinden itibaren kale mimarîsi, askerlik ve teknik ile savaş usullerinin ilerlemesine paralel olarak gelişme göstermiştir. Eski çağlarından günümüze kadar Türk sanatı, kendine özgün özelliğini korumuş ve dünya sanatı içinde de daima önemli bir yere sahip olmuştur. Öz Türkçede kıla – kütle ve kalav – kârgir anlamlarında kullanılan kale, Azericede “gala”, Başkurtçada “nığıtma”, Kazakçada “korğan”, Kırgızcada “çep” şeklinde söylenmektedir.[1] Türkler İslâmiyet’i kabul etmeden önce kale yerine “balık” kelimesini de kullanmışlardır. İslâmiyet’i kabulden sonra balık yerine kale sözcüğü yaygınlaşmıştır.[2] Karahanlı Türkleri ile Oğuz Türkleri ise “Balık” kelimesi yerine “Kent” sözünü kullanmışlardır. Kaşgarlı Mahmud, balık sözünün bu mânâsını bilmekte ve onun İslâmiyet’ten önce Türkler tarafından şehir ve kale anlamında kullanıldığı söylemektedir.[3] Kale kelimesinin kökü olan ve Arapça “ka-le’a” fiilinden gelen “kal” mastarı, “bir şeyi kökünden sökmek” manasına gelmektedir. “Kulâ’a” ve “Kullâ’a” kelimeleri “tepe gibi yüksek olan şey” anlamı taşımaktadır.

Tarih boyunca kaleler, genellikle şehirlerin etrafı, yol kavşağı, önemli yere giden ana yol, geçit yeri, dağlar arasındaki boğaz, denize uzanan burun, kıyıdan az uzaktaki adalar, köprü başları, denizlerin boğazları gibi stratejik yerlerde, arazinin tabii özelliklerinden de yararlanılarak inşâ edilmiştir. Kaleler yapılırken kolay ve az sayıda bir kuvvetle savunulabilmesi, gerektiğinde içeridekilerin dışarı çıkabilmesi için bir bölümün olması, uzun süre kuşatmalara dayanabilmesi, kalenin birkaç yönünün tabii şekilde korunması gibi unsurlar göz önünde tutularak inşâ edilmişlerdir. Kaleler çoğunlukla sürekli kalın bir duvar (sur, beden) ve duvar boyunca dizilen aralıklı burçlardan oluşmaktadır. Duvarlar genellikle taş, kimi zaman da tuğladan yapılır ve Horasan harcıyla örülür. Burçlar birbirini görebilecek ve korunabilecek biçimde konumlanırlar. Kale duvarlarının üstü, savunanların her yere yetişebilmelerini sağlamak amacıyla düz yapılır ve bu düzlüğe “seğirdim yeri” denir. Duvar üstünde “barbata” denen mazgallı bir korkuluk yer almaktadır. Kayalık tepelerdekiler hâriç, genellikle duvarların alt kısımlarında içi su dolu savunma hendeği bulunur. Kalenin girişini korumak ve hendek üzerinden geçişi sağlamak için iner-kalkar ahşap bir köprü yapılır.

Kale duvarlarının hemen önündeki toprak banda “tahte’l-kal’a (tahtakale)” denir. Bazı kale duvarlarının üst bölümlerinde “senkendaz” veya “küluhendaz” denen ve alt bölümlerindeki deliklerden taş, kaynar su vb. atılarak duvar diplerinin korunduğu ahşap ya da taş çıkmalar yapılmıştır. Kale mimarîsinin en önemli bölümü, kule veya burçlardır. Kulelerden birisi diğerlerinden yüksek ve sağlam tutulur. Bu kuleye balâhisar veya baş kule denilmiştir. Yiyecek ambarı, sarnıçlar ve koğuşlar kalelerde bulunması gereken bölümlerdir.[4]

Kaleler, genellikle iç kale, dış kale, şehristan ve ahmedek gibi bölümlerden oluşmaktadır. Ahmedek ve dış kale, bazı kalelerde bulunmamaktadır. Bunun yerine kale, sadece iç kale bölümünden ibaret olabilmektedir. İç kale; surlarla çevrili bir kentin en yüksek yerinde hükümdarın, beyin ya da komutanın oturmasına ayrılmış, en son savunma yeri olan kale bölümüne denir. Surlarla çevrili iç kalede, yönetici sarayı, beylerin konutları, darphâne, tutuk evi ve ibadethâne (câmi-kilise) gibi yapılar yer almaktadır. Kentin asıl bölümünü oluşturan şehristan (şehir), ticaret ve konut alanlarını, dînî ve diğer kamu yapılarını içine alan bölüme denmektedir. Kentin asıl bölümünü oluşturan şehrin etrafını çeviren sura da dış kale adı verilmektedir. Bir surla çevrili Türk kentlerinin şehristan bölümünde; mahalleler, çıkmaz sokaklar, saray, kamu yapıları, meydan, ulu câmi, vakıf kurumları ve pazar yerleri gibi bölümler genellikle yer almaktadır. Kalelerin tamiri yakın zamana kadar devam etmiştir. Bu bağlamda, burada kalelerin inşâ tarihine ya da köklü tamiratına göre bir sınıflama yoluna gidilerek dönem tasnifi yapılmıştır.

Orta Asya’daki Kaleler

(Hun, Göktürk, Uygur ve Büyük Selçuklu Dönemi)

Moğolistan’da yapılan arkeolojik kazılar sonucunda Hunlar’ın bazı şehirlerinin etrafının surlarla çevrili olduğu ortaya çıkmıştır. Göktürkler döneminde, 629 yılında Hnen-Çanğ Çin’den Hindistan’a giderken I-Gu şehrinde çöl kesiminde beş kule görmüştür. Bunlar yolun güvenliğine sağlayan askerî karakol niteliğindeki kalelerdir.

Çu ve Talas bölgesindeki en eski yerleşme yerleri ve şehirlerinin Türkler ve Soğdakların ortaklaşa kurdukları ve bu şehirlerin etrafının surlarla çevrili olduğu anlaşılmaktadır. Göktürk döneminde Çu Havzası’nda As Bara önemli bir şehirdir. Şehirler önce evlerin yapılması, sonra zamanla etrafının tümseklerle çevrilmesi, daha sonra da tümseklerin yerini duvarların alması şeklinde oluşmuştur.

Karahanlılara kadar şehirlerin genel ortak yönleri, dörtgen şeklinde küçük iç kalelerin olması ve ayrıca şehrin etrafının da surlarla çevrilmesidir. Surların etrafında bazen de hendek yer almaktadır. Bazı şehirlerin iç kalelerinin de etrafı hendekle çevrilerek koruması güçlendirilmiştir. Karahanlılar’da ise iç ve dış sur şeklinde iki surla oluştuğu dikkati çekmektedir.

Akbeşim Şehri: Dış kale, iç kale ve şehristan bölümlerinden oluşan bir şehirdir. Türklerin yerleşim alanlarının en eskilerinden biridir. Şehir planlaması olarak planlı bir uygulama göze çarpmaktadır.

Şırdak Bek Kalesi: Tiyan-Şan Dağları eteklerinde Isık-Göl’ün güneybatı yönünde uzanan, kervan yollarının kesiştiği yerde şehrin etrafını çeviren kale, dikdörtgen planlıdır. Köşelerde yuvarlak kulelerle tahkim edilen kalenin tek girişi mevcuttur. Kırgız Bahadır’ın kurduğu şehrin boyutları 117×120 m’dir. XVIII. yüzyıla kadar kullanılan kalenin yüksekliği 6 m’yi bulmaktadır. Malzemesi sıkıştırılmış pahsadır. Dıştan hendekle çevrilidir (Çizim: 1).

Gulça Kalesi: Şırdak-Bek Kalesi’nin batısındadır. Dikdörtgen planlı kalenin duvarlarında pahsa malzemeden yararlanılmış, kare burçlar aynı zamanda savunma anında atış yapmak için kullanılmıştır. Kale iki bölüme ayrılmıştır (Çizim: 2).

Teşik Kale: Tiyan-Şan bölgesindeki kale, dikdörtgen planlı, köşe kuleleri ve ortasındaki ikinci bir yapı ile şatoya benzer bir özellik göstermektedir (Çizim :3). Orta Asya’da sayısız kale-kentler yapılmış olmasına rağmen, bölgede kerpiç malzemenin kullanılması sonucu pek çok yapı sağlam olarak günümüze ulaşamamıştır.

Kara Hoça (İdikut): Doğu Türkistan’daki Uygur şehirlerinin başında gelmektedir. Şehrin etrafını çeviren surlar dörtgen planlıdır (Çizim: 4). Surlarda sırlı tuğla ile süslemeler mevcuttur.[5] Köşelerde yuvarlak çok sayıdaki burçlarla surlar güçlendirilmiştir.

Uygur şehirlerinden Kara-Hoca (İdikut) şehri, dış kale, iç kale ve şehristan bölümlerinden oluşmaktadır. Dış kale dikdörtgen planlı olup iki taraftan korunaklı giriş kapıları bulunmaktadır. Kalenin malzemesi sıkıştırılmış topraktandır. Bu dönemde daha pek çok kale-şehir modeli görülmektedir.[6]

Türkmenler, “Gala” olarak adlandırdıkları kaleleri iki şekilde yapmışlar ve “Ul galalar” (Büyük kaleler) ve “Kiçi galalar” (Küçük kaleler) diye de isimlendirmişlerdir. Türkmen kalelerinin formları dörtgen ya da çokgen planlıdır. Kale duvarları yüksek ve kapalıdır. “Gala garımı” şeklinde adlandırılan hendek uzunlamasına kazılmıştır. Kalede kerpiç (pahsa), taş ve tuğla malzeme kullanılmıştır. Merv’de “bişen kerpiç” tuğla malzemeden daha fazla yararlanılmıştır. Toprak dökülerek yapılmış kale içindeki bölümde “Erk” (iç kale) denilen kısım yer almaktadır.

Türkmen boylarının hepsi kendi kalelerini yapmışlardır. Bunların pek çoğu küçük kalelerdir. Obalarda boylar genellikle ayrı ayrı yaşadıkları için, kalelerin adları boyların isimleri ile bağlantılı olmaktadır. Eskiden gelen kale yapımcılığı geleneğinde, ailelerin kendi avlusunun (mülkünün) etrafında yaptığı duvarların dış cephesi kaleleri hatırlatmaktadır. Bu duvarlar aniden baskın olduğu zamanlarda kale görevi görmektedir. Bu şekildeki avluların örnekleri Ersarı, Halaç, Teke ve diğer boylar tarafından diğer Türk bölgelerinde de uygulanmıştır.

Sultan (Soltan) Kalesi (Türkmenistan): Aşkabad – Çarçev demiryolu üzerindeki Merv şehrinin tarihi M.Ö. VI- IV yy.’a kadar inmektedir. Sultan Alpaslan Merv’de tahta çıkmış, Sultan Sancar zamanında burası başkent yapılmıştır. Sultan Alparslan döneminde yapımına (1063-1072) başlanan kale, Sultan Melikşah (1072-1092) zamanında devam etmiş ve Sultan Sancar (1118-1157) döneminde tamamlanmıştır. Şehrin etrafını çeviren kale 374 hektarlık bir alanı kaplamaktadır. Düzgün olmayan dörtgen planlı, surlarda 200’e yakın burçla tahkim edilmiş ve kerpiç malzeme kullanılmıştır (Çizim: 5). Günümüzde yıkık durumda ve Sultan Kale’nin yakınında Küçük ve Büyük Kız Kaleleri ile Şaim Kalesi vardır. Küçük ve Büyük Kız Kaleleri küçük ölçekli ve dikdörtgen planlı olup yine kerpiç malzemeden inşâ edilmiştir.[7]

Merv’de Sultan Kale’den başka Erk Gala (Erk Kale), Gevir Gala (Gevir Kale), Ahdullah Han Gala (Abdullah Han Kale) ve Bayramlı Han Gala (Bayramlı Han Kale) vardır (Çizim: 6).

Erk Kale (Türkmenistan): Eski Merv’in en önemli yapısı olan yapı, iç kale işlevini görmektedir. Türkler tarafından tamir edilerek kullanılan kale, çokgen planlıdır ve etrafını hendek çevirmektedir.[8] Abdullah Han Kale (Türkmenistan): Yeni Merv’de, 1407-1409 yıllarında inşâ edilmiştir. Dıştan hendekle çevrili kale, yine dıştan 44 tane kule ile de desteklenmiştir. Kalenin doğu, batı ve güney duvarlarında üç kapı açılmış, kerpiç malzeme kullanılmıştır. Bölgenin en önemli kalelerinden olan bu kale, dikdörtgen planlı ve kalın surları kerpiç malzemedendir.[9]

Bayram Ali Han Kale (Türkmenistan): Abdullah Han Kale’nin batısındaki kaleden günümüze, dış kalenin bir kısmı ile bunun etrafını çeviren hendekten çok az şey ulaşmıştır. X. yüzyılda yapılmaya başlanan kale, XI-XII. yy.’da önemli bir konuma sahip olmuş ve 1885’te Rus işgâlinden sonra terk edilmiştir.[10]

Köhne Urgenç Kalesi (Türkmenistan): Harzemşahlar’a başkentlik yapan şehrin etrafını çeviren kale çokgen planlıdır (Çizim: 7). Kerpiç malzemenin kullanıldığı kalede Ak Kale ve Daş Kale kalıntıları da vardır.[11]

Buhara Kalesi (Özbekistan): Şehrin etrafını çeviren kalenin yapım tarihi bilinmemektedir. Halk arasındaki efsaneye göre Alp Er Tonga tarafından yapılmış ve Cengiz Han orduları tarafından yıkılmıştır. Burada hükümdar sarayı, câmiler, türbeler ve kuyumcu atölyeleri vardır.[12]

Hive Kalesi (Özbekistan): Özbekistan’ın kuzeyindeki bu şehrin etrafını çeviren kale, Amuderya’nın aşağı kesimindeki Harezm bölgesindedir. Kale Harzemşahlar, Moğollar ve Özbek İlbars Hânedanlığı dönemlerinde kullanılmıştır. Orta Asya’nın en sulu tarım havzasına sahip olan kent, her dönemde önemini korumuştur. İç ve dış kaleden oluşan ve kerpiç malzemeden yapılan kale, Han döneminde yoğunlukla kullanılmıştır.[13]

Anadolu’daki Kaleler

(Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ile Beylikler Dönemi)

Türkler, Anadolu’ya geldikleri zaman eski çağlardan kalma, çoğu sağlam vaziyette pek çok kale ile karşılaşmışlardır. Günümüze kadar gelebilen kalelerin çoğu tamir edilerek, bazı bölümler eklenmiş ve Türkler tarafından kullanılmıştır. Kaleler, yörenin iklim ve topografya özelliğine en iyi biçimde uydurularak şekillendirilmiştir. Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi yalnızca ülkenin nüfus yapısını değil, yerleşme sistemini de köklü biçimde değiştirmiştir. Bununla birlikte, söz konusu değişimin ilk dönemi konusunda pek az şey bilinmektedir. 1071’den önce başlayan Türk akınları ülkenin en batısına dek uzanmış ve Süleyman Şah İznik’i başkent yapmışsa da, bu aşamada Türklerin yerleşme sistemi ve kentler üzerinde, dolayısıyla kalelerde önemli değişiklik yapıp yapmadıkları belli değildir.

Anadolu’da Türkler tarafından alınan yörelerde XII. yüzyıl öncesine ait fazla bir yapıyla karşılaşılmaması da bu döneme kadar Türklerin savaşlarla uğraştıklarını göstermektedir. XI. yüzyıldan itibaren Anadolu’da Türk yerleşmeleri hızlı bir biçimde başlamış, XIII. yüzyıl sonunda da tamamlanmıştır. Bizans döneminde Anadolu’nun yol güzergâhlarına ve deniz kenarlarına kaleler inşâ edilmiştir. Türkler Anadolu’ya geldikleri zaman Orta Asya’da da alışık oldukları kale mimarîsi ile karşılaşmışlardır. Anadolu’nun Türkleşmesinde fethedilen bölgelerdeki kalelerin önemli bir rolü vardır. Kalelerin alınması ile Türk iskanı bakımından yeni bir oluşum başlıyor ve her kaleye yeteri kadar asker koymak gerekiyordu. Böylece beylerin gücü ve ileriye gitme olanağı azalıyordu ve beyler bir ölçüde o bölgede kalıyorlardı. Saltuk Bey’in Erzurum yöresinde, Artuk Bey’in Diyarbakır ve Mardin yöresinde hüküm sürmesi buna örnek olarak verilebilir.[14] Türk güçleri kalelerde aileleri ile beraber kalmışlar ve kale-şehir öğesi de böylece gelişmeye başlamıştır.

Fethedilen kalelere bazı eklemeler yapılmışlar ya da kendi teknikleri ve mimarî geleneklerine göre Türkler yeniden inşa etmişlerdir. Anadolu Selçuklu döneminde Anadolu imar edilmiştir. Bu imar faaliyetinde yerel Türk beyleri de önemli bir yere sahiptir. Anadolu Selçuklu Sultanı Alâaddin Keykubad zamanında diğer mimarî eserlerde olduğu gibi kale inşâsında da zirveye ulaşılmıştır. Bu dönemde Konya dış kalesinin yapımı (1221), Sivas surlarının tamiri (1224), aynı yıl Kayseri iç kalesinin inşası, 1225’te Antalya iç kalesinin yapımı, 1227-1229’da Alanya iç ve dış kalelerinin yapımı, 1226’da Alanya Kızıl Kule’nin tamamlanması ve 1231 yılında Kâhta Kalesi’nin tamiri gibi örnekler verilebilir.[15] Ayrıca iç kalesi olmayan kalelere iç kale eklenmiş; kale câmii, hamam ve diğer ihtiyaçları karşılamak için de çeşitli yapılar yapılagelmiştir. Anadolu’da Türkler yeni yerleşim yerlerinin yanına kaleler kurmuşlardır. Kalenin geliri yakın köylerden sağlanmıştır. Babadan oğula geçen bu düzenlemeyi, Selçukludan Osmanlıya kadar kalelerde görmek mümkündür.

Ardahan Kalesi: Şehir merkezinde Kura Nehri’nin kenarında Büyük Selçuklu döneminde Sultan Alparslan zamanında yapılmış olmalıdır. Kale içindeki mescit ve hamamın 1068 tarihinde Sultan Alparslan tarafından yaptırıldığı bilindiğinden, kale de bu tarihler arasında inşâ edilmiş olmalıdır. Kânûnî Sultan Süleyman zamanında (1555-1556) yeniden inşâ edilen kale dikdörtgen bir plana sahiptir. Kale çokgen planlı kulelerle desteklenmiş olup, içinde kale mescidi ile hamam mevcuttur. Günümüzde ise askerî kışla olarak kullanılmaktadır.[16]

Kazan Kale: Ardahan’ın kuzeydoğusunda, Kure Vadisi’nin kenarındaki doğal tepe üzerinde Türkistan’dan gelen Türkler tarafından VIII-IX. yüzyıllarda kurulmuş olan kale yaklaşık kareye yakın bir planda ve kesme taş malzemeden yapılmıştır. Bu kalenin gözetleme kulesi, bölgenin güvenliği için inşâ edilmiştir.[17]

Kars Kalesi: Şehrin kuzeyindeki yalçın tepe üzerinde yer alan iç kale ile tepenin eteğindeki dış kaleden oluşmaktadır. İç kale, Karadağ tepesinin şekline göre yapılmıştır. Selçuklu döneminde XI. yy.’da yeniden yapılan kale, Osmanlı zamanında Kânûnî Sultan Süleyman’ın emriyle Kars Kalesi’nin 1548’de tamir edilmesinden kısa bir süre sonra Safevîler tarafından yeniden yıkılmıştır. Sultan III. Murad zamanında (1579) yenilenen kale, bugünkü hâlini o dönemdeki onarımdan almıştır.[18] Dış kale ve iç kaleden oluşan Kars Kalesi’nden günümüze, iç kale sağlam olarak gelmiş, dış kaleden ise fazla bir şey ulaşmamıştır. İç kale doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen bir plana sahip olup, beş kat surla çevrilmiş ve iki giriş kapısı mevcuttur. Ayrıca iç kalede bir mescid ve türbe bulunmaktadır.

Pasinler (Hasankale) Kalesi: Erzurum’un Pasinler ilçesindeki kale, çağlar boyunca geçiş yolunu kontrol altında tutmuştur. Doğal tepe üzerindeki yapı, topografyaya uygun olarak düzgün olmayan dörtgen planlıdır. Yol güzergâhı üzerinde olması nedeniyle kalenin yapım tarihi, tarih öncesi dönemlere kadar götürülebilmektedir. 1049 yılında bölge Türklerin eline geçmiştir. Bu tarihten sonra kale yenilenmiş olmalıdır. Zamanla yıkılan kale 1336-1339’da İlhanlı Hacı Toğay tarafından eski temelleri üzerine yeniden yaptırılmıştır. İç ve dış kale bölümlerinden ibaret yapının dış kale kısmı günümüze ulaşmamıştır.[19] Kalede kesme taş malzeme kullanılmıştır.

Erzurum Kalesi: Doğu Anadolu Bölgesi’nin yüksek ovalarından biri olan Erzurum ovasının güneydoğusunda kurulan şehrin etrafını dış kale çevirmektedir. İpek Yolu (Kervan Yolu) üzerinde yer alması, Roma ve Bizans dönemlerinde uç şehir olması gibi özelliklerinden dolayı önemli bir yerleşim yeri konumundadır. Doğudan Anadolu içlerine açılan önemli bir merkezdir. Dış kale şehrin topografyasına uygun şekilde yapılmıştır. İç kale şehrin ortasındaki tepede düzgün olmayan dikdörtgen planlı olarak kurulmuştur. Erzurum Kalesi’nin ilk inşaat tarihi tartışmalıdır. Ancak M.Ö. I. binde yapıldığı genel olarak kabul edilmektedir.[20] 1048’de hasar gören kale, 1080 yılında kurulan Saltukoğulları tarafından yeniden yapılmıştır. 1514 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Kânûnî Sultan Süleyman’ın I.-II. İran seferleri (1534-1548) sırasında Erzurum Kalesi iki kez tamir geçirmiştir. 4 Temmuz 1827’de Erzurum’u işgal eden Ruslar, dış kalenin taşlarını sökerek “Rus Kalesi” denilen yeni bir kale yapmışlardır. 1853 Kırım Harbi öncesi Erzurum Tabyaları’nın yapımında da Erzurum dış kalesinin taşları kullanılmıştır. 1867-1874 yıllarında kale tekrar onartılmış, ancak I. Dünya Savaşı’nda Ruslar’ın işgâline maruz kaldığından günümüze çok az iz kalmıştır. İç kale ise, günümüze sağlam olarak gelmiş ve 1976 yılında da bir tamir geçirmiştir.[21] Dış kalede Tebriz Kapı, Kars Kapı ve Erzurum Kapı vardır.

İspir Kalesi: Çoruh Nehri’nin doğusunda ve şehrin kuzeybatısındaki tepedeki İspir iç kalesinin güney ve güneybatı tarafları sarp kayalıklardan oluşmaktadır. Doğu taraftaki merdivenlerle iç kaleye çıkılmaktadır. İspir Kalesi’nin çekirdeğini oluşturan iç kalenin hangi tarihte yapıldığı bilinmemekle birlikte, M.Ö. 665 yılında yörede egemen olan Sakalar’ın yaptığı tahmin edilmektedir. 1071’den sonra ise Erzurum yöresinde egemenlik kuran Saltuklular (1071-1202) kaleyi yeni baştan yapmışlardır. Kale bölgede Türk hâkimiyetinin kurulmasında önemli rol oynamıştır. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. 1535 yılında da Kânûnî Sultan Süleyman hem iç kaleyi hem de içindeki mescidi tamir ettirmiştir.[22]

Bayburt Kalesi: Çoruh Irmağı’nın yukarı havzasında ve bu ırmağın kenarında yer alan kale, Bayburt’a hâkim, şehrin kuzeyindeki tepede inşâ edilmiştir. Şehirden 60 m. kadar yükseklikteki kale, Karadeniz’i Basra körfezine bağlayan ticaret yolunun üzerinde yer almaktadır. Tepenin konumuna göre yapılan iç kale, düzgün olmayan dörtgen bir plan göstermektedir. 3000 m uzunluğunda ve 500 ile 900 m. arasında değişen genişliktedir. Saltuklular zamanında yeniden yapımına başlanmış, Anadolu Selçuklu hükümdarı Rükneddin Süleyman’ın kardeşi Mugıseddin Tuğrul Şah’ın Erzurum Emirliği zamanında tamamlanmıştır.[23] Bilâhare, İlhanlı, Eretna ve Akkoyunlu hâkimiyetinde kaldıktan sonra, 1514’de Osmanlı topraklarına katılmıştır. Kânûnî Sultan Süleyman ve Sultan II. Murad zamanında da 925 (1574) tamir edilmiştir. 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında büyük ölçüde yıkılmış, 1967’de tamir edilmiştir. Genel yapı karakteri olarak Selçuklu dönemi özelliklerini yansıtan Bayburt iç kalesinin içinde câmi, kilise ve evler bulunmaktadır.

Diyarbakır Kalesi: Dicle Nehri’nin batı ucunda, Karacadağ’a kadar uzanan geniş Bazalt Yaylası’nın üzerinde kurulmuştur. Dicle Vadisi’nden 100 m. yükseklikte olup, arazinin doğal yapısı, kalenin şeklini sınırlamaktadır. Arazinin topografyasına uygun olarak yapılan Diyarbakır Kalesi, köşeleri yuvarlatılmış dikdörtgen biçiminde bir plan göstermektedir. Dış kale, 1.3 x 1.7 km’lik düz bir alanı kaplamaktadır. Dış kalenin önemli kapıları ise Dağ Kapı (kuzeyde), Mardin Kapı (güneybatıda), Urfa Kapı (batıda), Yeni Kapı (doğuda)dır. Hz. Ömer döneminde İyaz b. Ganem tarafından 639 da İslâm topraklarına katılmıştır (Çizim: 8). 899 yılında Abbâsîler tarafından surlar yeniden yaptırılmış, 1011 yılında ise Mervânîler surları tamir ettirmiştir.[24]

Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah döneminde onarılan kalenin üzerine tamir kitâbesi konulmuştur. Nisanoğulları (1142-1183), Artukoğulları (1183-1232), Eyyûbîler (1232-1240), Anadolu Selçukluları (1240-1302), Akkoyunlular (1401-1507) ve 1515 tarihinden sonra da Osmanlı döneminde kale çeşitli tamirler görmüştür. 1524-1526 tarihleri arasında Kânûnî Sultan Süleyman tarafından iç kale genişletilerek bugünkü hâlini almıştır. Osmanlı döneminde kalede ilâveler, yeni yapılar ve onarımlar yapılmıştır. 1815 yılında dış kale ve iç kale onarılmış, Cumhuriyet döneminde de küçük tâmiratlar geçirmiştir. Tamamına yakın kısmı günümüze ulaşan kalelerin başında gelmektedir.

Gaziantep Kalesi: Anadolu’yu Mezopotamya ve Mısır’a bağlayan yolların merkezindeki Gaziantep, bu önemini Osmanlı’nın sonuna kadar hep korumuştur. Şehrin ortasındaki tepe üzerine Bizans İmparatoru Justianos tarafından 527-565 tarihinde inşâ ettirilmiştir. 1481’de Mısır Sultanı Kayıtbay kaleyi onarttırmıştır. Giriş kapısındaki kitâbeye göre de 1557’de Kânûnî Sultan Süleyman döneminde kale yeniden tamir görmüştür. Dâire planlı kalede 36 kule ve burç vardır. Burçlar ve kuleler, kare ve çokgen planlıdır. Giriş, kuzeybatıdaki kulenin içinden ve asma merdivenle sağlanmaktadır. Yapının etrafını çeviren hendek günümüzde mevcut değildir. Kalede düzgün kesme taş malzeme kullanılmış olup, içinde dehlizler, gizli yol, câmi ve hamam kalıntıları vardır.[25]

Urfa Kalesi: Şehrin güneybatısındaki Damlacık Dağı’nın kuzey eteğindeki tepede, iç kale ile şehri kuşatan dış kaleden oluşmaktadır. Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı mancınıklar hâlen iç kalede durmaktadır.[26] İç kalenin M.Ö. IV. yüzyılda Abgarlar tarafından yapıldığı ve daha sonraki dönemlerde ve özellikle Haçlı Seferleri sırasında oldukça önem kazandığı anlaşılmaktadır. Akkoyunlu Uzun Hasan ve 1516’da Osmanlılar’ın eline geçmesinin ardından tamir edilerek kullanılmıştır. İç kale tepenin topografyasına uygun olarak yapılmış, doğu ve güney kısmındaki kayalar kesilerek hendek hâline getirilmiştir. 25 burçla tahkim edilen iç kalede cam, cephânelik, erzak ambarları, sarnıçlar bulunmaktadır. Dış kale dikdörtgen planlıdır. Bey Kapısı, Samsad Kapısı ve Harran Kapısı vardır. Duvarlarda Selçuklu ve Akkoyunlu dönemine ait kitâbeler mevcuttur. Urfa Kalesi Türkiye’deki en önemli kaleler arasında yer almaktadır.

Kâhta Kalesi: Adıyaman’a 60 km. uzaklıkta bulunan Kocahisar Köyü yakınındaki tepenin üzerinde, Eski Kâhta’nın içinde inşâ edilmiştir. Orta Çağ’da Kâhta Kalesi, Samsat-Malatya arasındaki şark yolunu kontrol altında bulunduran önemli bir sınır kalesidir. Ayrıca Haçlı Seferleri esnasında da önemli bir konuma sahiptir. Bu nedenle her devlet elinde tutabilmek için buraya büyük seferler düzenlemiştir. İç kale, Kâhta çayından yaklaşık 200 m. yüksekliktedir. Kâhta iç kalesinin kuruluş tarihi bilinmemektedir. Ancak M.Ö. XI. yüzyılda Hititler tarafından kurulduğu tahmin edilmektedir. Roma ve Bizans döneminde de kullanılan kale, 1071’den sonra Türklerin hâkimiyetine girmiştir. XII. yüzyılın başından itibaren Haçlı seferleri nedeniyle önemli bir sınır kalesi durumunda olan Kâhta Kalesi, Yavuz Sultan Selim tarafından 1516-1517’da Osmanlı topraklarına katılmıştır.[27] Doğal tepenin üzerine kurulan yapıda düzgün kesme taş malzeme ile yapılmış olup planı tepenin şekline göre düzenlenmiştir (Çizim: 9).

Hasankeyf Kalesi: Dicle Irmağı’nın güneyinde 100 m yükseklikteki bir kaya kütlesi üzerinde bulunan ve Roma döneminde İran sınırını kontrol altında tutan iç kale, Diyarbakır’ı Cizre’ye bağlayan önemli kara ve su yolu üzerinde bulunmaktadır. Hasankeyf Kalesi’nin iç kale niteliğinde olduğu, kalenin eteğinde oturan halk için bir dış kale yapılmadığı anlaşılmaktadır. Bölgenin Türkler tarafından fethinden sonra kalenin surları yeniden yapılmış, şehirdeki yapılar ise tamir görmüştür.[28] Kale doğal bir korumaya sahip, dört taraftan dik yamaçlara kaya kütlesinin üzerinde bulunmaktadır. İç kaleye iki patika yoldan çıkılmaktadır. İki çıkış yolu da kale kapılarıyla kontrol altına alınmıştır. Eski Hasankeyf şehrinin bulunduğu doğal tepe üzerinde yer almaktadır. Düzgün bir plan göstermeyen Hasankeyf iç kalesi, kaya kütlesinin şekline göre yapılmıştır.

Mardin Kalesi: Anadolu’dan Bağdat’a uzanan yolun üzerinde ve Mezopotamya yerleşim bölgelerine açılması gibi, konumundan dolayı Ortaçağda önemli ticaret yollarının kavşağındadır. Kalenin uzunluğu 800 m, genişliği 30 ile 150 m. arasında değişmektedir. Kale, doğal kayalığın şekline göre inşâ edilmiştir. Mardin Kalesi’nin[29] 1108’den sonra da Artukluların hâkimiyeti görülmektedir. Bu dönemde kale içinde imar faâliyetlerinde bulunulmuş ve surları da tamir edilmiştir. Mardin Kalesi, 1402-1432 tarihleri arasında Karakoyunlular’ın, 1432-1514 yıllarında da Akkoyunlular’ın egemenliği altında kalmıştır. Akkoyunlular zamanında surlar tamir görmüş ve bir de câmi yaptırılmıştır. Osmanlı döneminde ise 1549-1550 ve 1574 tarihlerinde kale tamir görmüştür. XVIII. yüzyılın ortalarında iç kale ve dış kaledeki yerleşmeler terk edilmeye başlanmış, XIX. yüzyılda da iç kale tamamen boşaltılmıştır. İç kale surlarının taşları ev yapımında kullanılmak üzere sökülmüştür.

Maraş Kalesi: Maraş’ın ortasında, yığma bir tepe üzerine Hititler zamanında (M.Ö. 1660-1190) yaptırılmıştır. Kahramanmaraş Güneydoğu Anadolu’yu batıya; Doğu Anadolu’yu güneye bağlayan bir yerdeki kale, dikdörtgen plana sahiptir. Dulkadiroğulları’nın (1337-1522) hâkimiyeti döneminde kale tamir görmüş ve bugün mevcut olmayan kitâbeye göre Osmanlılar zamanında 1509 yılında yeniden tamir ettirilmiştir.[30]

Konya Kalesi: Konya iç kalesinde yapılan kazılar sonucunda kalenin tarihinin M.Ö. 2000’e kadar indiği tespit edilmiştir.[31] Roma ve Bizans devrinde yapılan iç kale, 1173 tarihinde II. Kılıç Arslan ve III. Kılıç Arslan (1203) zamanındaki tamir ve eklemelerle son şeklini almıştır. I. Alâaddin Keykubad tahta geçince iç kalenin dışardan gelen saldırılara, sel ve iç tehlikelere karşı şehri koruyamayacağı için dış kalenin yapımını 1221 emretmiştir. Aynı yıl içinde 140 burç, 140 bey tarafından yaptırılmıştır. Şehrin etrafını çeviren dış kalede Lârende, Telli, Aksaray, Çeşme, Ayas, Ertaş, Lâdik, Sille, İstanbul, Antalya, Yeni Kapı kapıları bulunmaktadır (Çizim:10). Ayrıca surlarda 140 burç ve yüzeylerde kabartmalar yer almaktadır. Fatih Sultan Mehmed, Konya’yı Osmanlı topraklarına kattıktan sonra, iç ve dış kaleyi tamir ettirmiştir. 1589 yılında da III. Murad tarafından da tekrar onartılmıştır.[32] XVIII. yüzyılda kale önemini yitirmiş, bu tarihten sonra da dış kale yıkılmaya başlamıştır. 1896 yılında iç kalenin surları tamamen yıkılmıştır. Bugün iç kalenin batı eteklerinde yer yer kalıntılar görülmekte ve dış kale surlarından ise hiçbir şey kalmamıştır.

Karahisar (Afyonkarahisar) Kalesi: Ege ve Marmara bölgelerini Orta ve Doğu Anadolu’ya bağlayan önemli bir yol güzergâhındaki kale, kentin ortasındaki 226 m. yükseklikteki yalçın kayalığın üzerinde kurulmuştur. M. Ö. XIV yy.’da Hititler tarafından yapılmış, Anadolu Selçuklu Hükümdarı Alâaddin Keykubad tarafından yıkık kale yeniden inşa edilmiştir. Bu dönemde yapı devlet hazinelerinin korunması sebebiyle “Karahisar-ı Devlet” adını almıştır. Osmanlı döneminde de tamir edilen kale, yalçın kayalığın konumuna göre şekillenmiştir.[33]

Alanya Kalesi: Kale, denize uzanan Kandeleri Burnu üstündedir. Denizden yüksekliği 260 m.’yi geçmektedir. Kalenin inşâ edildiği dağlık burun 800 m.2’yi geçmektedir. Surların uzunluğu 7 km’yi bulmaktadır. Alanya, Kıbrıs Krallığı’na bağlı iken 618 (1217-18) yılında Alâaddin Keykubad tarafından Selçuklu topraklarına katılmıştır. İlk olarak Roma döneminde inşâ edilen kale, Alâaddin Keykubad burayı fethettiğinde yıkık durumdadır. Sultan, Alâiyye’yi alır almaz kalenin yapımını da başlamıştır. Kaleyi 623-629 (1226-1232) tarihleri arasında Mimar Ebu Ali Halebî el-Kitâbî’ye inşâ ettirmiştir. Kale, 1293 yılında Karamanoğulları’nın egemenliğine girmiş, 1427’de de Memlûklüler’in eline geçmiştir. Gedik Ahmed Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu savaşsız Alanya’yı Osmanlı topraklarına katmıştır (876-1471). Kânûnî Sultan Süleyman döneminde kalede inşâ faâliyetlerinin devam ettiği görülmektedir. 1955 yılında da kalede onarım yapılmıştır. Günümüze sağlam şekilde ulaşan Türk kalelerinin en önemlilerinden biri durumundadır.[34] Alâiyye Kalesi, kuleler, tersane, şehristan ve iç kale bölümlerinden oluşmaktadır. Kalenin kuleleri, Konya kalesinin kuleleriyle aynı sayıda olup, yapım teknikleri bakımından da benzerlikler göstermektedir.

Kütahya Kalesi: Şehrin ortasındaki doğal tepede, üzerinde Bizanslılar tarafından daha önce var olan kale üzerine yapılmıştır. 1080’den sonra Selçuklu, Germiyanoğulları ve son olarak da Osmanlı Devleti zamanında tamirat ve yenilemelerle günümüze ulaşmıştır. Surlarda beş evreye ait izler mevcuttur. V-VIII. yüzyıla dek Bizans izlerine rastlamak mümkündür. Bizans öncesine ait izler de birkaç yerde görülmektedir. Kütahya Kalesi iç kale, orta ve aşağı kale olmak üzere üç bölüm olarak topografyaya uygun şekilde olup belli bir plan şekli yoktur. Çift surdan oluşan kale, Germiyanoğulları döneminde (1302-1411) uzatılmış, Osmanlı döneminde Fatih Sultan Mehmed zamanında bütün kale yeniden elden geçirilmiş ve aşağı kale eklenmiştir. Aşağı kaledeki burçlar kare planlı olarak Osmanlı kale mimarîsinin güzel bir örneği durumundadır.[35]

Kastamonu Kalesi: Karadeniz Bölgesi’nin önemli bir yol güzergâhındaki kale, vadiden 112 m. yüksekte kurulmuştur. İlk yapım tarihi bilinmemekte, Bizans İmparatoru Komnenos tarafından ve Selçuklular’ın bölgeyi fethinin ardından tamir edildiği anlaşılmaktadır. Daha sonra Çandaroğulları ve Osmanlılar, yeniletme ve genişletme ile burayı bir Türk kalesi hâline gelmiştir.[36] Kale, vâdinin kenarında tabii bir tepe üzerinde dikdörtgen planlı iç kale ve günümüzde mevcut olmayan dış kaleden ibarettir. İç kaleye kuzeydoğudaki dik bir yoldan çıkılmaktadır. Malzeme olarak moloz taş ve kireç kullanılmış, surlar değişik planlı burçlarla kuvvetlendirilmiştir.

Ankara Kalesi: Ankara iç kalesinin yapılış tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Kentte askerî garnizon kuran Hititler ya da Frigya Kralı Midas (M.Ö. VII. yy.da) tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır. Dış kale, Bizans İmparatoru Constantin tarafından 668’de yeniden yaptırılmıştır. 1073’te Selçuklular’ın, 1101’de de Haçlılar’ın eline geçmiş, 1227 yılında yeniden Anadolu Selçukluları’nın hâkimiyeti altına girmiştir. Alâaddin Keykubad kaleyi tamir ettirmiştir. Yapının kuzeybatı kapısındaki kitâbede (Bend Deresi tarafındaki) 1249 yılında Selçuklu Sultanı II. Keykâvus’un kaleyi tamir ettirdiği ve bazı eklemeler yaptırdığı yazılıdır. Osmanlı Devleti zamanında da kale önemini korumuş, bu dönemde fazla bir ilâve ve tamir olmamıştır.[37] Cenab Ahmed Paşa, Celâli İsyanı’ndan korunmak için dış kaleyi tahkim ettirmiştir.[38] Ankara Kalesi, iç kale ve şehri kuşatan dış surlardan oluşmaktadır. Dış surlar, kuzey-güney doğrultusunda uzanmaktadır. 20 kulesi bulunan dış kaleden günümüzde çok az şey kalmıştır. İç kale, güney ve batı sur duvarları bir dik açı yapmaktadır (Çizim: 11). Doğu duvarı tepenin topografyasına göre düzenlenmiştir. Doğu, batı ve güney duvarlarında 15-20 m.de bir 42 tane beşgen kule yerleştirilmiştir.

130 x 330 m. boyutlarında 43.000 m2’lik bir alanı kaplayan iç kale, dikdörtgen planlı ve dört katlıdır. İç kalenin güneydoğu köşesinde Doğu Kalesi, kuzeydoğu köşesinde ise kalenin en yüksek yeri olan Ak Kale (Ali Taşı) bulunmaktadır. Dış surlarda güneyde Hisar Kapı ve Zindan Kapı, kuzeydoğu köşesinde Parmak Kapı, batıda Genç Kapısı yer almaktadır.

Ankara Kalesi, tarih boyunca değişik amaçlarla kullanılmıştır. Savunma işlevinin yanı sıra, zindan, devlete ait önemli vesikaların ve belgelerin konulduğu, değerli eşyâların ve paraların saklandığı bir yer olarak iç kale işleviyle örtüştüğü görülmektedir.

Divriği Kalesi: Toroslar’ın kuzeydoğuya açılan ve Doğu Anadolu dağlarıyla birleşen kollarının belirdiği dağlık bir alanda, Fırat nehrinin kollarından biri olan Çaltı ırmağı ile birleşen derenin yamacında, kayalıklar üzerinde kurulmuştur. Çaltı ırmağından 200 m yükseklikteki kalenin genişliği 1.5 km’yi bulmaktadır. Batı ve güney cepheleri hâriç, diğer cepheler sarp kayalıklar ve uçurumlar ile Çaltı vâdisine inmektedir. Divriği Kalesi’nin inşâ tarihi bilinmemektedir. VII. yüzyılda yapıldığı ve 1142’den önce harap halde bulunduğu bilinen Divriği Kalesi, bu tarihten sonra Mengücekoğulları tarafından yeniden inşâ edilmiştir. Kale 1236-1237 ve 1252 tarihlerinde de tamir görmüştür. 1276-1277 yıllarındaki İlhanlı istîlâsı sırasında Abala Han’ın verdiği emirle kale temelinden yıkılmıştır.[39]

Divriği Kalesi sırasıyla Eretnalılar, Memlûklüler (1391) Osmanlı Devleti ve tekrar Memlûklüler (1401) egemenliğinde kaldıktan sonra, 1514 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından kesin olarak Osmanlı topraklarına katılmıştır. XVII. yüzyılın başında harap haldeki Divriği Kalesi, E. Çelebi’nin gezisi esnasında (1649) sağlam bir yapı durumundadır. Daha sonraki yıllarda kale terk edilmiş, günümüzde iç kalenin surlarının büyük kısmı yok olmuştur. Kayalık üzerinde kurulan kalenin düzgün bir planı yoktur. İç kale ve dış kale bölümlerinden oluşmakta ve bugünkü hâliyle Mengücekoğulları’nın bölgede yaptığı en önemli kalelerin başında gelmektedir (Çizim: 12-13). İki kapısı bulunan iç kalenin duvarlarında düzgün kesme taş malzeme kullanılmıştır.

Çorum Kalesi: Çorum iç kalesinin inşâ kitâbesi ve vakfiyesi yoktur. İç kalenin Dânişmendler (1095-1175) zamanında veya Anadolu Selçukluları döneminde yapılmış olduğu sanılmaktadır.[40] Anadolu Selçuklu hâkimiyetinden sonra İlhanlılar ve Eretna Beyliği’nin toprağı olan Çorum, Çelebi Mehmed devrinde Osmanlı topraklarına katılmış, bundan sonra Osmanlı yönetiminde kalmıştır. 1609 yılında Çorum iç kalesine bir varoş eklenmiştir. Bu tarihte varoşun etrafına sur çekildiği tahmin edilmektedir. Dış kale günümüzde mevcut değil ve ne zaman yıkıldığı da bilinmemektedir. İç kale günümüze sağlam ulaşmış Türk kalelerinden biridir. Çorum’un güney doğusundaki doğal tepe üzerinde bulunan kale kare planlıdır. Fazla bir yüksekliği olmayan tepe, günümüzde şehir ile bütünleştiği için yüksekliği belli değildir.

Sinop Kalesi: Şehrin eski mahallesinde, deniz kenarındaki kale, Pontuslar zamanında (M.Ö. 72) yapılmıştır. Bölgenin Türkler tarafından fethinin ardından İzzettin Keykâvus zamanında 1215’de Mimar Ebu Ali Halebî el-Kitâbî tarafından yeniden inşa edilmiştir. İki bölüm halindeki iç kale Türk kale mimarîsinin şaheseridir. Güneydeki bölümde hapishane kısmı, asma köprü vardır. Kuzeydeki kısım ise şehri denizden gelecek saldırılara karşı korumaktadır. Sinop kalesi aynı zamanda ipek yolunun önemli noktalarından biridir.[41]

Kayseri Kalesi: Erciyes Dağı’nın eteğinde, düz bir arazi üzerine kurulmuş ve ilk zamanlardan itibaren önemli bir kale durumundadır. İç ve dış kale bölümlerinden oluşan Kayseri Kalesi, genel hatlarıyla üçgen bir plan göstermektedir. Şehrin etrafını kuşatan dış kale surlarında yedi tane kapı açılmış, bu surlardan fazla bir şey günümüze ulaşamamıştır. Kayseri İç Kalesi’nin ilk inşasının Roma ve Bizans döneminde yapıldığı belirtilmekte ise de[42] Sultan Alâaddin Keykubad zamanında 1224 senesinde inşâ edildiği anlaşılmaktadır. Alâaddin Keykubad adına da bir kale kitâbesi mevcuttur. İç kale Anadolu Selçuklu kale mimarîsinin en önemli yapısındandır (Çizim:14). 1466’da Fatih Sultan Mehmed Konya ve Kayseri’yi Osmanlı topraklarına katmış ve iç kaleyi tamir ettirmiştir. XVIII. yüzyılda iç kalede bazı eklemeler yapılmış, XIX. yüzyılın sonunda da kale büyük hasar görmüştür. 1975’lerde başlayan tamirat 1988’de bitirilmiştir. Onarımı tamamlanan iç kale, 1988’den itibaren çarşı haline getirilmiştir. Asıl giriş bölümü kuzeybatı tarafta, iki yanı aslan kabartmalı kapıdan sağlanmaktadır. İç kale düzgün olmayan dörtgen planlıdır. Kale çokgen ve kare burçlarla tahkim edilmiş ve seğirdim yeri yapıyı baştan sona dolaşmaktadır. Surlarda düzgün kesme taş malzeme kullanılmıştır.

Karaman Kalesi: Karaman Kalesi’nin XII. yüzyılda yapıldığı, Karamanoğulları zamanında XIII- XIV. yüzyılda da yenilendiği sanılmaktadır. Karamanoğulları zamanında iç kale, beylerin oturduğu yer hâline dönüşmüştür.[43] Karaman’ın Osmanlı topraklarına katılmasının ardından valilerin oturduğu yer olduğunu E. Çelebi’den öğrenmekteyiz. İç kale günümüze sağlam şekilde ulaşmış, içi 1990’dan sonra tiyatro hâline getirilmiştir.

Osmanlı Dönemi

Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Genel Müdürlüğü’nde Osmanlı sınırları içindeki pek çok kalenin tamir edildiğine dair belgeler mevcuttur. Bunlardan birkaç örnek aşağıda verilmiş olup, arşiv çalışmamız devam etmektedir:

Şam İç Kalesi: “Şam-ı Şerîf’in İle Kalesi’nin ekser kısımların, vukû bulan zelzeleden yıkılması nedeniyle tamir edilmesi gereği ve tâmîrâtın yapıldığına ilişkin kayıt, 1172 yılı”.[44]

Edirne Kalesi: “Bu yıl (1166) mübarek Ramazan ayında vukû bulan zelzele-i azîmede mahmiyye-i Edirne Kalesi içerisinde bulunan cephelerle de vukû bulan yıkıların tâmîrâtı, mahzen-i mezkûr üzerine Horasan ve kireç konularak tecdîdi, derûn-ı cebehânede vâki münhedim olan sakaf-ı mescid-i şerîfin tecdîdi, neferan odaları, kışlık ve orta sofa, mutfak odabaşı odaları ağa ve harem odalarının etrafına tecdîd olunacak duvarların yapılması”.[45]

Lefkoşe Kalesi: “Cezire-i Kıbrıs’ta vâkî Lefkoşe Kalesi’nin mürûr-i zaman nedeniyle muhtac-ı tamir olan yerlerde inhidâma karîb olup tamire muhtaç olan mahaller ve binâ olunacak mahaller ile tâmîrât için gerekli levâzımâtı beyan etmektedir. Benf kapısının şimâlinde tabyada münhedim olan kısımlar ve Magosa kapısı kurbunda vâkî tabyada münhedim olan kısımlar.[46]

Silistre Kalesi: “Silistre Kalesi’nin kulelerinin, burçlarının ve kale içerisinde bulunan Merhum Sultan Bâyezîd Han ve diğer bazı kısımların tamire muhtaç olduğunu ve bu tâmîrâtla ilgili keşifler içerir belge. Bu belgede yapılacak işler arasında su kenarı duvarının yenilenme ve top tabyalarının yenilenmesi”.[47]

Niğbolu Kalesi: “Niğbolu Kalesi 1166 yılında tamir ve tekmil olunacak mahaller ve bu amaçla Vilâyet-i Evkâf’ta Eflak Voyvodası marifetiyle satın alınan kereste tedarikiyle ilgili bilgi verilmektedir”.[48]

Anadolu’nun fethinin ardından Selçuklu ve beylikler tarafında yapılan kaleler Osmanlı Devleti zamanında da artarak devam etmiştir. Anadolu Selçuklu dönemindeki kale faâliyetleriyle Anadolu, Osmanlı zamanında da üç kıtaya açılmıştır. Çünkü XIX. yüzyıla kadar bölgelerin kesin fethi, kalelerin alınmasıyla sağlanmıştır. Osmanlı döneminde ilk yapılan kale, Osman Gazi’nin Bursa’nın fethi sırasında (1314) doğuda Kaplıca Kapısı’nda, batıda dağın eteğinde Balabancık’taki Balabancık Hisarı’dır. Bu iki kale, Bursa Kalesi’ni fethin öncesinde gözetleme ve Bursa’nın fethini hızlandırma amacına yöneliktir. Bu tarihten önce bir kale inşâ edilip edilmediğini şimdiki bilgiler ışığında bilemiyoruz. Osmanlı Devleti zamanında, önceki dönemlere ait kentlerin büyük çoğunluğu kullanılmıştır. Kenti çeviren kaleler ise garnizon ve yöneticilerin kalmaları amacıyla iç kaleye dönüştürülmüştür. İstanbul, Ankara ve İznik gibi kentlerin surları kendi sınırını hiç aşamamış ve eski önemini Osmanlı döneminde koruyamamıştır. Zaten bu surların koruma işlevi yoktur. Aksine düzen içinde ayak bağı olmuşlardır. Surlarla korunan bir kenti gereksiz kılan şey, ülke sınırları içindeki uzak kentler için sağlanmış güvenlik düzeni ve savaşmaya alışık bir ordu tarafından belirlenmiş askerî koşullardır. Merkezî yönetim surlarla çevrilmiş kentlere fazla güvenmemiştir. Profesyonel ordu ile güvenliği sağlamıştır. Öte yandan kent dokusunun düşük yoğunluğu ve kent dışı varoşların ise çok yaygın olması mantıklı bir kent suru yapımını zor, hatta imkânsız kılmıştır.

Osmanlı Devleti, gerçek savunma sistemi çok büyük olmayan ve çoğunlukla şehir dışında stratejik önemi olan yerler ile limanları korumak için kaleler yapmıştır. Bunların pek çoğu XVI. yy.’dan önce inşâ edilmişlerdir. İstanbul’un fethi öncesinde yapılan Boğaziçi ve Çanakkale Boğazı’ndaki kaleler Osmanlı kalelerinin şaheserlerindendir.

Osmanlı Devleti, Anadolu’daki birçok şehirde Celâlî isyanları, Ruslar ve İranlılar ile devamlı anlaşmazlık içinde olmaları gibi nedenlerle kent surlarını korumuş; bir kısım surlar yeniden yapılmış ve iç kaleler tahkim edilmiştir. Amasya, Ankara, Bursa, Yarhisar, İznik, Edirne, Diyarbakır, Gaziantep, Giresun, Kayseri, Silifke, Kastamonu, Hatay, Konya, Kütahya, Manisa, Rize, Sinop, Hoşap, Kâhta, Maraş, Van ve Kars gibi şehirlerde eski surların korunduğu ve yer yer yenilendiği anlaşılmaktadır.

Çimbi Kalesi: Osmanlı Devleti’nin Rumeli’de ilk fethettikleri kale günümüze ulaşamamıştır. Muhtemelen yeri Gelibolu’nun kuzeyinde, Bolayır ile kavak deresi arasındaki Kazan-ağzının güneyindedir.[49] Bu kale, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’da yapacağı iskânların başlangıcı olması nedeniyle büyük bir öneme sahiptir.

Anadolu Hisarı: İstanbul Boğazı’nın en dar yerinde, İstanbul’u fethetmek isteyen Yıldırım Bâyezîd, Göksu deresi ağzında, kayalık üzerinde 797 (1394-1395) yılında bir kale yaptırmıştır. Yıldırım Bâyezîd bu kaleyi bir garnizon olarak kullanmış ve İstanbul üzerinde baskı sağlamıştır. Fatih Sultan Mehmed 1452’de Avrupa yakasında Rumeli Hisarı’nı yaptırırken, Anadolu Hisarı’nın deniz tarafına hisarpeçe inşâ ettirmiştir.[50] İstanbul’un fethinden sonra asıl fonksiyonunu yitiren Anadolu Hisarı, XVII ve XVIII. yüzyıllarda Karadeniz’den gelen akınların durdurulmasında rol oynamıştır. 1825’e kadar sağlam olan kalenin 1830’dan sonra hisarpeçelerinin bazı bölümleri yıktırılmıştır. 1926 ve 1965 yılında tamir gören kale günümüzde müze olarak kullanılmaktadır. Anadolu Hisarı düzgün olmayan dikdörtgen planlıdır. Düzgün kesme taş malzemeden yapılan kale, Türk mimarlığının önemli bir eseridir

Rumeli Hisarı: İstanbul Boğazı’nın en dar yerinde, Anadolu Hisarı’nın karşısında Rumeli yakasında yer almaktadır. İstanbul’un fethinden önce Anadolu Hisarı’nın karşısında, İstanbul’un kuşatılması sırasında, boğazın kontrolünü sağlamak amacıyla Fatih Sultan Mehmed tarafından 1452 Martı’nda bizzat Fatih Sultan Mehmed Han’ın da bulunması ile inşaat başlatılmıştır. Dört ay gibi kısa bir süre içerisinde Mimar Müslihiddin’in yönetiminde kale tamamlanmıştır. 1460 ve 1464 yıllarındaki depremde hasar görmesi üzerine Fatih Sultan Mehmed tarafından tamir edilmiştir. 1510, 1773 ve 1794 yıllarında da yeniden tamir görmüştür.[51] 1918 yılında da İsviçreli mimar tarafından restorasyona tâbi tutulmuştur. 1955 yılında esaslı bir tamir görmüş olup, 1958’de de müze haline dönüştürülmüştür. Rumeli Hisarı’nın bulunduğu yerde, deniz kıyısından batıya doğru yükselerek dikleşen kayalıklar iki tepe oluşturur. Tepedeki iki büyük kule ve sahilde bir kuleyle üçgen gibi görünmesine karşın düzgün bir plan göstermemektedir. Batıdaki kara bölümünün savunmasına büyük önem verilmiştir. Beş kapısı bulunan Rumeli Hisarı’nın surlarını ilk yapıldığı tarihte deniz suları dövmekte iken günümüzde karada kalmıştır.

Yedikule Hisarı: Başkule olarak da isimlendirilen Yedikule, Bizans İmparatoru I. Theodosrus tarafından 390 yılında, imparatorların savaş dönüşünde şehre girdikleri kapı (Zafer Takı) olarak yapılmış ve 1453’te Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul ile beraber fethedilmiştir. Fetih sırasında belirli kısmı yıkılan Yedikule, 1457-1458 yıllarında tamir edildikten sonra savunma amacıyla kullanılmıştır. Bu tamir esnasında beş kule olan kaleye iki kule daha eklenmesiyle Yedikule ismini almıştır. Düz bir arazi üzerinde inşa edilen Yedikule Hisarı, beşgen bir plana sahip olup, üçgen şeklindeki köşelerde büyük kule ile her kolda birer yarım yuvarlak burçlarla tahliye edilmiştir. Surların kalınlığı 5 m, yüksekliği 14 m’yi bulmaktadır. Fatih Sultan Mehmed zamanındaki tamirde bir mescid ve çeşme eklenmiştir. İç kale halini alan Yedikule Hisarı’na Fatih döneminde devlet hazinesi konmuştur.[52] III. Selim döneminde hapishane hüviyetinden çıkmış, 1895 yılında Müzeler Müdürlüğüne bağlanarak bir müzeye çevrilmiştir.

Kale-i Sultâniye ve Kilitbahir Kaleleri: Fatih Sultan Mehmed tarafından Çanakkale Boğazı’nı kontrol altında tutabilmek için Anadolu ve Rumeli yakalarında kale yapımına başlanmıştır. Anadolu yarımadasının batıya doğru çıkıntı teşkil eden Biga bölgesi ile Gelibolu yarımadası arasında uzanarak Ege ve Marmara denizini birleştiren en dar yerinde, Rumeli sahilinde Kilitbahir Kalesi; Anadolu yakasında da Sultan Kalesi’ni inşa ettirmiştir. Bu kalenin Fatih Sultan Mehmed’in emriyle Yakup Paşa tarafından 1463-1464 yıllarında yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Kale-i Sultânî (Sultan Kale)nin iki tarafı denize, bir tarafı da karaya bakmaktadır. Kale kareye yakın bir plan göstermektedir. Dış kale ve iç kale bölümlerinden oluşan kalede iki câmi ve cephânelik bulunmaktadır. Kânûnî Sultan Süleyman tarafından 1551 yılında tamir ettirilmiştir. Sultan II. Selim zamanında eklemeler yapılmıştır. XIX. yüzyılda tahrip olan kalenin deniz tarafındaki dış suru ile burçları Sultan Abdülaziz devrinde (1863) yıktırılmıştır. Yıktırılan kısımlara toprak tabyalar eklenmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında kale geniş ölçüde tahrip edilmiş, 1968 yılından sonra ise yeniden tamir görmüştür.

Sultan Kale’ye karşı dağ eteğinde yapılan Kilitbahir Kalesi üçgen biçimli, üçgen yapraklı yonca biçiminde bir duvarla çevrilmiştir. İç kalenin etrafını alçak bir duvar çevirmektedir. Kalenin etrafında suyunu denizden alan geniş bir hendek vardır. Kaleye kuzeyden hendek üzerine inen ahşap bir köprüden girilmekte iken günümüzde bu köprü yok olmuştur.[53]

Fatih Sultan Mehmed devrinde başlayan kale yapımı, Kânûnî Sultan Süleyman dönemi sonuna kadar sürmüştür. Özellikle de bu iki padişah dönemi kale yapımının zirvede olduğu bir dönemdir. Osmanlı toprağı içinde stratejik öneme sahip pek çok kale tamir edilmiş ya yeniden inşa edilmiş yada yapılmıştır.

Özi Kalesi (Kırım): Kale Dinyeper ve Dinyester ırmakları arasında kalan bölgenin kontrolünü sağlamaktadır. Kırım yarımadasını kontrol altında tutan ve uç nokta konumundaki kale, stratejik açıdan Osmanlı Devleti’nin Kuzey Karadeniz’deki en önemli savunma yapılarının başında gelmektedir. Osmanlı Devleti, Özi Kalesi’ni Karadeniz’in ve Tuna yollarının kilidi olarak gördüğü için bu kaleye her dönemde büyük önem vermiştir. Kale, Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlı topraklarına 1475 yılında katılmasının ardından Mengi Giray tarafından “Kara Kirman” adıyla 1492’de inşa edilmiştir. Yukarı, orta ve aşağı kale şeklinde üç bölüm halindedir. Yukarı kale dörtgen planlı ve etrafı hendekle çevrilidir. Aşağı kale Hasan Paşa tarafından 1626-1627 yıllarında yapılmıştır.

Küçük Hasan Paşa Kalesi (Kırım): Özi Kalesi’nin güneyinde, Hasan Paşa tarafından 1626’da, Özi nehrinin kenarında yedi ayda tamamlanmıştır. Dikdörtgen planlı kalenin surlarında taş malzeme kullanılmıştır.[54]

Kefe Kalesi (Kırım): Kale, Kırım’ın en önemli liman kenti olan Kefe Limanı’nı korumaktadır. Fatih Sultan Mehmed, Karadeniz’i bir Türk gölü haline getirmeyi amaçlıyordu. 1475 yılında Gedik Ahmed Paşa komutasındaki bir donanma ile Kefe ve Kırım fethedilmiştir. Kefe, Osmanlı Devleti’nin fetih yıllarından itibaren Kırım Hanlığı’nı kontrol ettiği bir üssü durumuna gelmiştir. Bu şehir aynı zamanda bir şehzade sancağı durumundadır. Kuş bakışı olarak bir hilâli andıran ve iç ve dış kale bölümlerinden oluşan kale, Karadeniz sahilinde, körfez limanın batısı ve güneyi arasında, deniz kenarından Yapraklı denilen dağın tepesine kadar topografyaya uygun olarak yapılmıştır.[55]

İsmail Kalesi (Ukrayna): Tuna Nehri üzerindeki kale, III. Selim zamanında 1794-1795 yıllarında yeniden yapılarak bu ismi almıştır. Günümüze kadar ulaşmayan kalenin içinde han, 8 câmi ve 4 mezarlık vardı.[56]

San’a Kalesi (Yemen): Yemen’in başkenti Sana’daki kale, şehrin etrafını kuşatmaktadır. Osmanlı Devletinin Yemen’i 1536’da almasının ardından kale yenilenmiştir. Kale şehrin topografyasına göre yapılmış olup düzgün bir plan göstermez. Surlarda düzgün kesme taş malzeme kullanılmıştır.

Selçuk Kalesi: Selçuk yerleşim yerinin kuzeybatısında, Ayasoluğ tepesi olarak bilinen yerde, Küçük Menderes delta ovasının güneydoğusundaki bir tepe üzerinde, Ege bölgesini iç bölgelere bağlayan önemli bir kavşaktadır. Ovadan yaklaşık 100 m’lik bir yüksekliği vardır.[57] 1090’da kale Türklerin eline geçmiş, 1097’de de Bizanslılar tekrar geri almışlardır. Menteşe Beyliği tarafından 1304 yılında tekrar Türk hâkimiyeti altına alınan kale, 1309’da da Aydınoğlu Mehmed Bey tarafından Aydınoğulları toprağına katılmıştır. Bu dönemde kale tamir edilmiş ve bir câmi yaptırılmıştır. Aydınoğulları burayı deniz seferi ve ticareti için önemli bir liman şehri olarak kullanmışlardır. Yıldırım Bâyezîd zamanında (1389-1390) Selçuk Kalesi Osmanlı toprağına katılmış ise de 1402 Ankara Savaşı’ndan sonra tekrar Aydınoğulları’nın eline geçmiştir. II. Murad, 1425 yılında bölgeyi Osmanlı topraklarına katmıştır. Selçuk Kalesi, Beylikler ve Osmanlı döneminde önemli bir üs durumundadır. Fatih ve Kânûnî Sultan Süleyman döneminde kaleye büyük bir önem verildiği anlaşılmaktadır.

Çeşme Kalesi: Urla yarımadasının batı ucunda, bu yarımadanın karşısındaki Sakız Adası’na en yakın olduğu yerdeki kale, II. Bâyezîd tarafından 1508 tarihinde Mehmed bin Ahmed bin Muallim isimli mimara yaptırmıştır. Çeşme Kalesi, 1770 yılındaki deniz savaşında ve 1821-1828 yılları arasındaki Yunan isyanında büyük bir işlev görmüş ve bu tarihlerde hasar görmüştür. XIX. yüzyıldan sonra kale, askerî özelliğini yitirmiştir. 17 Mayıs 1919’dan 18 Eylül 1922’ye kadar Yunan işgâline mâruz kalmıştır. 1950’den sonra ise tamir edilmiştir. Kalenin en alçak yeri sahil şeridinde, en yüksek yerinin yüksekliği 38 m. olan meyilli bir arazi üzerinde kurulmuştur. Böylece bütün burç ve mazgalları, seğirdim yollarıyla batı yönünde limana hâkimdir. Doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen bir plan göstermekte olan Çeşme Kalesi, Anadolu’da Türklerin yaptığı önemli kalelerdendir.[58] İçinde câmi, sarnıç ve çeşme bulunmaktadır.

Van Kalesi: Van ovasının ortasında yükselen yalçın kayalığın üzerine kurulan iç kale ile bunun güneyindeki dış kaleden oluşan Van Kalesi, Çaldıran savaşından (1514) sonra ve I. İran seferi esnasında (1534) alınmışsa da sonradan tekrar Safevîler’in eline geçmiştir. Osmanlı Devleti’nin II. İran seferinde (1548) Van Kalesi Osmanlı topraklarına katılmıştır. Kânûnî Sultan Süleyman tarafından iç kale tamir ettirilmiştir. 1548 tarihindeki tamirden sonra Osmanlı kalesi özelliği kazanmıştır. İran’la ilişkilerde bu kale önemli görevler üslenmiştir.

Hoşap Kalesi: Van-Hakkari karayolunun kuzeyinde, şehrin içinde bulunan Hoşap Kalesi, Urartular zamanında Van’dan Urmiye Gölü’ne ulaşan güneydoğu ordu yolunu korumak amacıyla kurulmuştur. Osmanlı Devleti’ne tâbi Mahmûdî Beyliği zamanına kadar geçen süre içinde kalenin durumu hakkında fazla bilgiye sahip değiliz. İç kalenin giriş kapısı üzerindeki kitâbeye göre, 1052 (1643) yılında Mahmud Süleyman Bey tarafından yaptırılmıştır. Tanzimat Fermanı’na (1839) kadar Mahmûdî Beyliği’nin merkezi durumunda olup, bu tarihten sonra kale terk edilmiştir. Kalenin terk edilmesinin ardından halk tarafından taşınabilen elemanları götürülmüştür.[59] Yalçın kayalık üzerinde kurulan kale, tepenin topografik konumuna göre inşâ edilmiştir. Dereden yaklaşık 150 m. yükseklikte olup, doğu-batı doğrultusunda kurulan Hoşap Kalesi, iç kale ve dış kale bölümlerinden oluşmaktadır. Dış kale, iç kalenin doğu, batı ve kuzey yönlerinde yapılmıştır. Düzgün olmayan dikdörtgen planlı iç kale, 27.60 x 69.00 x 123.00 x 140.00 m ölçülerinde olup, içinde mescid, saray, sarnıç, zindan, seyir köşkü, harem, selâmlık, fırın ve hamam bulunmaktadır.

Silistre Kalesi (Bulgaristan): Tuna nehri üzerinde, nehre dökülen ırmaklardan biri etrafında Yıldırım Bâyezîd tarafından kurulmuştur. İki kapısı ve 11 kulesi bulunan kalede Yıldırım Bâyezîd adına bir de câmi vardır.[60]

Üsküb Kalesi: Sultan II. Murad tarafından 1446 yılında tamir edilerek kullanılan kale, Vardar Nehri’nin kıyısında, şehrin batı tarafında ve Yahudi Mahallesi ile Pazar Mahallesi arasındadır. Üsküb’ün ortasındaki kale, beşgen planlı olup, çok sayıda burcu vardır. Yalçın kayalığın ortasında yer almakta olup, bölgeyi kontrol etmektedir.[61] Bugün kaleden birkaç sur kalıntısı kalmıştır.

Koca Sinan Paşa Kalesi (Kırım): Kosova’nın eski Kakanik kentindeki kaleyi Koca Sinan Paşa 1594 yılında yaptırmıştır. Kakanik vâdisinin girişinde ve Lepenats deresinin sağ tarafındaki kale, taş malzemeden yapılmıştır. Yol güzergâhını kontrol altında tutan yapı, II. Dünya Savaşı’nın ardından motel hâline dönüştürülerek büyük kısmı yıkılmıştır.

Prizren Kalesi (Kırım): Kosova’nın Prizren kentindeki kale Roma döneminde yapılmış, Osmanlı zamanında da yenilenmiştir. Prizren’in güneydoğusunda Bistriça vâdisinin sol tarafındaki tepede yer almaktadır. Moloz taşla yapılan kale, 1798 ve 1831’de tamir görmüştür. Osmanlı-Avusturya savaşlarında önemli rol üstlenen kale, günümüzde harap durumdadır.[62]

Dıraç Kalesi (Arnavutluk): Adriyatik Denizi’nin kenarındaki limanın güvenliğini sağlamak için kurulan kaleyi 1501-1502 yılında Osmanlı Devleti yeniden inşâ etmiştir.[63] Kale, düzgün olmayan dikdörtgen planı, başkulesi, seyirdim yeri ve burçları ile XVI. yüzyılda Mora’daki kaleler ve Fatih döneminde Çanakkale Boğazı’ndaki kalelerle malzeme, işçilik ve işlev olarak çağdaştır.

Ebubekir Kalesi (Mısır): Osmanlı Devleti’nin Mısır’ı fethinin ardından İskenderiye’nin doğusunda, Ebubekir’de 1527-1528 yılında inşâ edilmiş olan kale, Ebubekir limanını kontrol altında tutmaktadır. Sekizgen planlı ve etrafı hendekle çevrilidir.[64]

Eski Dimyat Kalesi (Mısır): Mısır’ın fethinden sonra Nil Nehri’nin Akdeniz’e karıştığı noktada, limanı kurumak amacıyla yapılmış olan kale, dikdörtgen planlı olup, dört burçla tahkim edilmiştir.[65]

Zigetvar Kalesi (Macaristan): 1566 yılında Kânûnî’nin katıldığı son seferde, Kânûnî’nin ölümünden sonra kale fethedilmiştir. Kale, kareye yakın dikdörtgen planlı, dört köşede birer burç ve etrafında da hendek yer almaktadır.

Estergon Kalesi (Macaristan): Tuna Nehri kenarındaki kale Osmanlı döneminde onarılarak kullanılmıştır. Kale’ye yeni eklemelerle Osmanlı kalesi haline gelmiştir.

Kanija Kalesi (Macaristan): Kale Sultan III. Murad zamanında alınmıştır. Gölün ortasında bulunan kalenin dört tarafında da birer tabya yer almaktadır. Osmanlı Devleti’nin batıdaki sınır kalelerinin en önemlisidir. İçinde üç câmi vardır.[66]

XIX. yy’.ın başlarından itibaren sanayinin gelişmesiyle birlikte topların hem güçleri, hem de atış menzili artmıştır. Çok kuvvetli topların gülleleriyle parçalanan kale ve surların taşları adeta şarapnel tesiri göstererek kaledeki kimseler için daha tehlikeli olmaktadır. Kale mimarîsinde en büyük değişiklik, topçuluğun gelişmesi sonucu olmuştur. Böylece Yeni Çağ içinde kale yapımı, yüksek surların yerine alçak surların inşâsı tarzında bir gelişme göstererek, top atışlarına hedef olmaktan çıkmıştır. Osmanlı devrinde bu yeni kaleleri yapmak üzere II. Mustafa tarafından Fransa’dan Macar asıllı askerî mühendis François Baron de Tott getirilerek, İstanbul ve Çanakkale Boğazı’ndaki kalelerin tahkîmâtı, bu yeni sistemlere göre yaptırılmıştır. Bu sebeple XIX. yy.’ın başlarından itibaren top güllelerine taş duvardan daha dayanıklı ve önünde geniş bir hendeği bulunan toprak yığınlarından meydana getirilmiş bir tahkîmat şekli denilebilecek tabyalar yapılmaya başlanmıştır. Tabyalar, düşmanın saldıracağı taraftan 5-10 m. kalınlığında bir toprak yığınıyla takviye edilmişlerdir. Yarı yüksekliğe kadar toprak içine gömülü olarak yapılan bu tabyalar, üstten ve üç taraftan kalın bir toprak örtü ile kaplanması sebebiyle uzaktan hemen hemen hiç görünmezler. Böylece tabyalar hem düşman gözünden saklanmakta, hem de topçu ateşinden korunmaktadır.

Genel olarak bir tabya, cephesi düşmanın geliş yönünün ters tarafında kalan ve kalın bir toprak tabakasıyla örtülmüş yan yana odalardan oluşmaktadır. Askerin talim ve toplanma yeri olarak kullanılan geniş bir dış avlunun bir kenarında sıralanan bu odalar kışla, revir, cephanelik, depo olarak kullanılmaktadır. Tabyayı meydana getiren bu binalar, dışardan bir hendekle çevrilmişlerdir. Tabyalarda arazi durumuna göre iç ve dış avludan biri veya ikisi bulunmaktadır.

Osmanlı Devleti 93 Harbi’nden önce, Rusya’ya karşı doğuda Erzurum, Kars, Ardahan, batıda Tuna boyundaki Şumnu, Silistre, Varna, Rusçuk, Vidin ve Plevne’de pek çok tabya yaptırmıştır. Daha sonra Edirne ve Ege Denizi üzerinden gelebilecek bir tehlikeye karşı da Çanakkale Boğazı’nın iki yakası tabya ile takviye edilmiştir. Uçak ve tank gibi tahrip gücü yüksek olan yeni savaş araçlarının icadıyla birlikte bu tabyalar önemini kaybetmişlerdir.

Ramazan Tabyası: Ardahan’ın kuzeyinde Kura Nehri’nin batısında tepede, Osmanlı – Rus Savaşı öncesinde 1877-1878’de yapılmış olan bu tabya, Batum, Ahıska, Kars ve Erzurum yollarını kontrol altında tutmaktadır. Genel plan olarak “U” şeklinde ve doğu batı ucunda üçer, kuzey yönünde ise altı hücre vardır. Tabyanın çevresinde savunma hendeği ile güneyde ön siper yer almaktadır.[67] Ahali Tabyası: Ardahan şehrinin içinde Halil Efendi Mahallesi’nin kenarında, Osmanlı-Rus Savaşı öncesinde 1877-1878’de halk tarafından yapılmış ve iç içe iki dizi halinde ve aralarında hendek vardır.

Erzurum Azîziye Tabyaları: Kars yolunun geçtiği Hamam deresini tutmak için yapılan bu üç tabya, “C” şeklinde bir plan üzerine yerleştirilmiştir.[68] Sultan Abdülaziz tarafından 1867-1872 tarihinde yapılmıştır. Erzurum’da bu tabyalardan başka 18 tabya daha Osmanlı döneminde inşâ edilmiştir.

XIX. yy.da ateşli silahların önem kazanması üzerine yeni bir gelişme gösteren kaleler, XX. yüzyılda modern imkânlar ile de önemini yitirmiş ve yeni kale yapımına gerek kalmamıştır.

İnsanlığın ortak ürünlerinden belki de en önemli yapı tasarımı olarak karşımıza çıkan kaleler, XX. yüzyıla kadar önemini hep kurumuştur. Kentleri, yol güzergâhlarını, limanları ve sınırları koruyan kaleler, Türkler açısından ayrı bir öneme sahiptir. Yaptığımız araştırma sonunda sadece Anadolu’da 1000’e yakın kale olduğunu tesbit ettik. Bu kalelerin büyük çoğunluğu Türkler tarafında kullanılmıştır. Hunlar’dan Osmanlı Devleti sonuna kadarki uzun bir tarih ve geniş bir coğrafya içinde Türkler, kale mimarîsinde önemli bir merhale kat etmişlerdir. Bu nedenledir ki Türkler, askerî açıdan büyük başarılar elde etmişler ve üç kıtayı yönetmişlerdir. Tespitini yaptığımız bu kalelerle ilgili çalışmamız maddî destek bulunduğu takdirde kısa süre içinde bilim dünyasına aktarılacaktır. Günümüzde pek çoğu yıkık ya da metruk haldeki bu ata yâdigârı kaleler bizlerin yakın ilgilerini beklemektedir.

Yrd. Doç. Dr. Ali BORAN

Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 7 Sayfa: 878-892


Dipnotlar :
[1] Ahmet Bican Ercilasun vd, Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü, I, Ankara, 1991, s. 428.
[2] Balık: Kale, şehir İslâmlık’tan önce Türklerce kullanılmış, Çağatayca’da ise “balik” olarak isimlendirilmiştir. Bkz.; Divanü Lügati’t-Türk Dizini, (Çev: Besim Atalay), Ankara , 1996, 5.
[3] Faruk Sümer, Eski Türklerde Şehircilik, Ankara, 1994, s. 1.
[4] Kalelerle ilgili ayıntılı bilgi için bkz.; O. Piper, Burgenkunde, München, 1912, s. 10-12; S. Tay, The History of Fortification, London, 1954, s. 20-30; A. Gabriel, La Cite de Rbodes, Paris, 1921-1922, s. 50; a.mlf., İstanbul Türk Kaleleri (Çev: A. Ilgaz), İstanbul, 1941, s. 177; İ. Utkular, Çanakkale Boğazında Fatih Kaleleri, İstanbul, 1953; M. Wiener, Burger Der Kreuzritter, Berlin, 1966, 85; M. Murtaza ez-Zebîdî, Tâcü’l Arûs, V, Mısır, 1306, s. 479-480; O. Zirojevic, “Palanka”, Studia Balcanica, no: 3, 1970, s. 173-180, F.C.E. Winter, Greek Fortification, London, 1971, s. 47-78; C. E. Arseven, “Kale”, Sanat Ansiklopedisi, II, 1993, 908; N. Sevgen, Anadolu Kaleleri, I, Ankara, 1959, 5; M. Streeck, “Kale”, İslâm Ansiklopedisi, VI, İstanbul, 1993, 124; V. Barthold, “Farsça’da Ark-Erk (Kal’e), (Citadel)”, Belleten, XI11/50, 1949, 327; S. Eyice, “Kale”, Türk Ansiklopedisi, XXI, Ankara, 1974, 137; N. Djelloul, “Les Fortifications de Bizerte l’Epoque Ottomane”, Arab Hictorial Rewiev For Ottoman Studies, 7-8, Zağvan, 1993, 163-204; a.mlf., Les fortification Cötieres Ottomane de la Regence de Tunis (XVI e-XIX 2 Siecles), Zağvan, 1995, 10-30; M. Z. Pakalın, “Kale”, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, II, İstanbul, 1993, 143-144; A. Ödekan, “Kale”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, II, İstanbul, 1997, 932; Tuncer Baykara, Türkiye’nin Sosyal ve İktisadi Tarihi, Ankara, s. 60-69; A. Boran, Anadolu’daki İç Kale Câmi ve Mescidleri, Ankara, 2001, s. 10; a.mlf., “Osmanlı Dönemi Kale Mimarîsi”, Osmanlı, 10, Ankara, 1999, s. 347-363; D. Hasol, Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü, İstanbul, 1990, 261; M. Sözen – U. Tanyeli, Sanat Kavram ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1986, 120; Muhammed Mamedov-Ruslan Muradov, The Architecture of Turkmenistan, A Concise History, Mockba, 1980; E. Kluckert, “Le Château Fort au Moyen Âge, Chevalerie et Cultire de Cour”, L’art Gothique, Paris, 1999, 240-242; B. Borngasser, “Les Châteaux et L’heresie Catheres en France Meridionale”, L’art Gothique, Paris 1999, 116-118; Y. Attagarriev-O. Berdiev vd, Türkmenistan’ın Arjitectura Yadigarları, Leningrad, 1974, 100; Erol Yıldır, Kuzey Kafkasya’da Vaynah Kule Mimarîsi, İstanbul, 1997, 14; Kemal Gökan, “Kıbrıs’ın Kaleleri, Gezi, 13, İstanbul, 1998, s. 78-93; Kakacan Bayramov, “Türkmen Kaleleri”, II. Müzecilik Seminer Bildirileri, 19-23 Eylül 1994, İstanbul, 1995, s. 116; N. Çam, “Osmanlı Tabyaları”, Osmanlı, 10, Ankara, 1999, s 343-346 Georgina Herrmann, Monuments of Merv Trachtional Buildings of the Kaarakum, London, 1999.
[5] M. Cezar, Anadolu Öncesi Türklerde Şehir ve Mimarlık, İstanbul, 1971, s. 73.
[6] Cezar, a.g.e., 74; K. Rheidt, “Kent mi Köy mü ? Orta ve Geç Bizans Anadolu’sunda Konut ve Yerleşme”, Tarihten Günümüze Anadolu’da Konut ve Yerleşme, İstanbul, 1997, 221.
[7] K. Bayramov, a.g.e., 116; Yaşar Çoruhlu, “Sultan Sancar Türbesi’nin İçinde Bulunduğu Tarihi Doku”, Uluslararası Dördüncü Türk Kültürü Kongresi Bildirileri, 4-7 Kasım 1997, Ankara, 1999, s. 194-204.
[8] Herrmann, a.g.e., s. 16.
[9] Herrmann, a.g.e., s. 14-15
[10] Herrmann, a.g.e., s. 19.
[11] Bayramov, a.g.e., s. 117; Mamedov vd., a.g.e., s. 60
[12] G. Ramazanoğlu, Orta Asya’da Türk Mimarîsi, Ankara, 1998, 237.
[13] N. Kaşıkcı – H. Yılmaz, Orta Asya – Anadolu Göç Coğrafyası, İz Bırakanlar, Ankara, 1999, s. 164.
[14] Tuncer Baykara, Türkiye’nin Sosyal ve İktisadi Tarihi (XI-XIV. Yüzyıllar), Ankara, s. 61, a.mlf, “Osmanlı Devleti Şehirli Bir Devlet midir?”, Osmanlı, 5, 1999, s. 528-529.
[15] Kemal Özergin, Anadolu Selçuklularından Alâaddin Keykubad I. Dönemi Kitâbeleri, (İ. Ü. Edebiyat Fak. Tarih Bölümü Basılmamış Mezuniyet Tezi), İstanbul, 1955, s. 6-18.
[16] H. Gündoğdu, Kaleler ve Kuleler Kenti Ardahan, Ankara, 2000, s. 39-42; P. Tuğlacı, Osmanlı Şehirleri, İstanbul, 1985, s. 31; E. Çelebi, Seyahatname (Çev: M. Çelik), C. II, s. 322; Sevgen, a.g.e., s. 5
[17] Gündoğdu, a.g.e., s. 48
[18] Sevgen, a.g.e., 192; a.mlf., “Kars Kalesi”, Pirelli, 10 va.; Tuğlacı,a.g.e.,s 202.
[19] İ. H. Konyalı, Erzurum Tarihi, İstanbul, 1960, s.463; H. Gündoğdu, “Pasinler ve Çevresindeki Tarihi Kalıntılar” Tarihte ve Günümüzde Hasankale (Pasinler), İzmir, s. 231-276; H. Karpuz, “Erzurum ve Çevresindeki Bazı Selçuklu Kaleleri”, II. Millî Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri (1-2 Haziran 1992), Konya, 1993, s. 162.
[20] H. Gündoğdu, Şehr-i Mübarek Erzurum, Ankara, 1989, 137; Sevgen, a.g.e. s. 104.
[21] Sevgen, a.g.e., 113; Beygu, a.g.e., 26; H. Karpuz, “Erzurum ve Çevresindeki Bazı Selçuklu Kaleleri”, I.-II. Millî Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri, Konya, 1993, 158; D. Kınık, “Erzurum”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, I, İstanbul, 1997, 549-550.
[22] Gündoğdu, a.g.e., 1989, 210 va.; F. Kırzıoğlu, Milli Tarih ve Edebiyatımızda 27 Asırlık Türklük Bölgesi İspir, Erzurum, 1970, 7 vd.; E.Çelebi, a.g.e., 649; Karpuz, a.g.e., 1993, 161.
[23] S. Karakoyunlu, Bayburt Tarihi, Ankara, 1990, 99 vd.
[24] B. Darkot, “Diyarbakır”, İslâm Ansiklopedisi, III, 602; S. Savcı, “Diyarbakır İç Kalesi”, Karacadağ, V, 52, Diyarbakır, 1942, 461; N. Sevgen, “Diyarbakır Kalesi”, TTOKB, 74, 1948; B. Gunkut, Diyarbekir Tarihi, 1937, 30 vd.; M. Sözen, Diyarbakır’da Türk Mimarîsi, İstanbul, 1971, 15; S. Çetintaş, “Diyarbakır Kalesi”, Kara Amid, II, 1972, 87; Gabriel, “Mardin ve Diyarbakır Vilayetlerinde İcra Olunmuş Bir Arkeologya Seyahati Hakkında Rapor”, Türk Tarih Etnoğrafya Dergisi, I, 1933, 134 vd.; M. V. Berchem – J. Strzgowski, Amida, Paris, 1910, 7-28; Sözen, a.g.e., 20; Sevgen, a.g.e., 93;, 2325; İ. Yılmazçelik, XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır (1790-1840), Ankara, 1955, 20; Ş. Beysanoğlu, Diyarbakır Tarihi, I-II, Ankara, 1996, 132-441.
[25] Yurt Ansiklopedisi, “Gaziantep”, IV, İstanbul, 1982, s. 2969-3073.
[26] M. Sözen, Anadolu’da Akkoyunlu Mimarîsi; İstanbul, 1981, s. 191.
[27] F. Dirimtekin “Commagene Kummachi-Tegaramme” TTOKB, 27, 306, İstanbul, 1970, 4 va.; “Adıyaman”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, I, İstanbul, 1997, 20-21.
[28] H. Yurttaş, Hasankeyf Yapılarının Sanat Tarihimizdeki Yeri, I, (A. Ü. Sosyal Bil. Ens. Arkeoloji ve Sanat Tarihi Anabilim Dalı, Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum, 235 vd.; Gabriel, a.g.e.(1940), 59 -60, 305; a.mlf., “Hasankeyf ve Tarihi Köprü”, (Trc.: N. Akurt), Karayolları Belleteni, 172, Ankara, 1964, 23 vd.; C. Cahan, “Contribution a L’Histoire du Diyar Bakr au Qatorzieme Siecle”, Journal Asitatique, 245, Paris, 1955, 67 vd.
[29] Ara Altun, Mardin’de Türk Devri Mimarîsi, İstanbul, 1971, 16-29; A. Gabriel, Voyages Archeologiques Dans LaTurqie Orientale, I, Paris, 1940, 12.
[30] Hamza Gündoğdu, Dulkadirli Beyliği Mimarîsi, Ankara, 1986, s. 75; Sevgen, a.g.e., s. 257.
[31] M. Akok, “Konya Şehri İçindeki Alâeddin Tepesinde Türk Tarih Kurumu Adına Yapılan Arkeolojik Kazıların Mimarî Buluntuları”, Belleten, XXXIX, 154, Ankara, 1975, 217 vd.
[32] M. Önder, Mevlânâ Şehri Konya, Ankara, 1971, 53 vd.; T. Baykara, Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, Ankara, 1985, 32; F. N. Uzluk, Anadolu Selçukluları Devleti Tarihi, III, Ankara, 1952, 29.
[33] Tuğlacı, a.g.e., 192-193; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul, 1996, 158-159.
[34] I. N. Sevgen, a.g.e., 35 vd.; T. Hacıhamidoğlu, “Alanya Selçuklu Kalesi”, Antalya I. Selçuklu Eserleri Semineri (22-23 Mayıs, 1984), 1986, 32; S. Lloyd – D. S. Rice, Alanya (Alaiyya), (N. Sinemoğlu), Ankara, 1989, 2 va.; E. Merçil, “Alaiyye Beyliği”, DİA, II, İstanbul, 1989, 332 va.
[35] İ. Hakkı Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, İstanbul, 1932, s. 12-13; Ara Altun, “Kütahya’nın Türk Devri Mimarîsi” Bir Deneme Atatürk’ün Doğumunun 100. Yılına Armağan Kütahya, İstanbul, 1981-1982, s. 188-198; Clive Foss, “Kütahya Yüzey Araştırması, 1982”, I. Araştırma Sonuçları Toplantısı, İstanbul, 23-26 Mayıs-1983, s. 151-156; M. Çetin Varlık, “XVI. Yüzyılda Kütahya Şehri”, VIII. Türk Tarih Kongresi- II, Ankara, 1981, s. 1480-1491.
[36] Mahmut Akok, “Kastamonu Şehri Tarihi İç Kalesi”, Belleten, C.IX, S.35, Ankara, 1945, s. 401-404; Sevgen, a.g.e., s. 201.
[37] H. Akgün, “Ankara Kalesi”, Amfora, I, Nisan, 1993, 12; A. Erzen, İlk Çağda Ankara, TTK, 93.
[38] Evliyâ Çelebi, a.g.e., II, 713.
[39] M.V. Berchem-H. Edhem, Materiaux Pour Un Carpus İnscriptionion Arabicorum, I, Tıbkı Basım, Kahire, 1910, 86; N. Sakaoğlu, Türk Anadolu’da Mengücek Oğulları, İstanbul, 1971, 113 vd; E. Çelebi, III, 167.
[40] Ö. Bakırer, “Başlangıçtan Fatih Dönemine Kadar Çorum”, Çorum Tarihi, Çorum, (ts), 64; İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I, 277; İ. Şahin, “Çorum”, DİA, VIII, İstanbul, 1993, 373 vd. 63.
[41] V. M. Ramsay, Anadolu’nun Tarihî Coğrafyası (Çev. M. Pektaş), İstanbul, 1960, 27; Sevgen, a.g.e., s. 290; Turan, a.g.e., s. 131, 302.
[42] A. Gabriel, Kayseri Türk Anıtları, (Çev.: A. A. Tütenk), Ankara, 1954, 35; a.mlf., Monuments Turcs D’Anatolie, Kayseri, Niğde, İstanbul, 1, 1930, 23 va; M. Akok, “Kayseri Şehri Tarihi İç Kalesi”, Türk Arkeoloji Dergisi, XXVIII-2, Ankara, 1976, 10 vd.; Sevgen, a.g.e., 210.
[43] Y. Önge, “Karaman Kalesi”, Önasya, IV, 46, 1969, 8 va.; G. Totaysalgır, Karaman (Lârende), Konya, 1944, 27, vd; Çelebi, a.g.e., IX, 33.
[44] BOA., D. BŞM. BNE, NO:15914, s. 45-47.
[45] BOA., D. BŞM. BNE, NO:15914, s. 47-72.
[46] BOA.., D. BŞM. BNE, NO:15914, s .73-75.
[47] BOA., D. BŞM. BNE, NO:15914, s. 89-91.
[48] BOA., D. BŞM. BNE, NO:16074, s. 1-17.
[49] M. M. Aktepe, “Osmanlı’ların Rumeli’de İlk Fethettikleri Çimbi Kal’ası”, Tarih Dergisi, I, İstanbul, 1949-1950, 283-307.
[50] Ayverdi, Osmanlı Mi’mârîsinin İlk Devri, I, İstanbul, 1966, I, 501 vd.; Gabriel, a.g.e., 45 vd.; Goodwin, a.g.e., 102; Sevgen, a.g.e., 47 vd; S. Eyice, “Anadolu Hisarı”, DİA, III, 1991, 147 va.; E. Çelebi, a.g.e., I, 354; İ. Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitâbeleriyle Üsküdar Tarihi, I, İstanbul 1997, 20 vd; W. Müller – Viener, Bildelexikon Zur Topographie İstanbuls, 1977, 332-333.
[51] A. Gabriel, a.g.e., 49 vd.; a.mlf., Rumeli Hisarı, (Çev: F. Karatay), İstanbul, 1959, 101 vd.; Sevgen, a.g.e., 271 vd.; Ayverdi, a.g.e., 626; H. Dağtekin, “Rumeli Hisarı, Hisar Bahçesinde Yaptığım Kazı”, Türk Tarih Kongresi, V, Ankara, 1967, 329 vd.; O. Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarîsi, İstanbul, 1991, 537; M. Önder, Türkiye Şaheserleri, 73; S. Eyice, “Rumeli Hisarı”, İ.A,, IX, 773 vd; Müller – Viener, a.g.e., 335-336
[52] H. Ethem, Yedikule Hisarı, İstanbul, 1932, 8 vd.; H. V. Yenisoğancı – N. Bayraktar, Yedikule Hisarı, İstanbul, 7; A. Gabriel, a.g.e., 154; Ayverdi, a.g.e., IV, 666; S. Eyice, İstanbul, İstanbul, 1955, 95; Arseven (M. Kara), a.g.e., 110; S. Eyice; “Yedikule Hisarı ve Avlusundaki Fatih Mescidi”, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Yıllığı, X, 1962, 80 vd.
[53] Utkular, a.g.e., 27; Eyice, a.g.m., 146; M. M. Cerasi, Osmanlı Kenti, İstanbul, 1999, 186; Sevgen, a.g.e., 91-96; Pîrî Reis, Kitâb-ı Bahriye, I, Ankara, 1988, 205.
[54] C. Orhonlu, Osmanlı Tarihine Ait Belgeler, Telhisler (1597-1607), İstanbul, 1970, s. 78-79; Bozkurt Ersoy – S. Belıaeva, “Özi Kkalesi (Ukrayna – Ochakiv) Arkeoloji Çalışmaları, Uluslar Arası Dördüncü Türk Kültürü Kogresi Bildirileri, 4-7 Kasım 1997, Ankara, 1999, 264-268; O. Aslanapa, Kırım ve Kuzey Azerbaycan’da Türk Eserleri, İst., 1979.
[55] Y. Öztürk, Osmanlı Hâkimiyetinde Kefe 1475-1600, Ankara, 2000, s. 3, 193-196; E. Çelebi, a.g.e., VII, s. 391.
[56] İ. Kuyulu Ersoy, “Ukrayna’daki Türk Dönemi Eserleri”, IV Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazıları ve Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, 24-27 Nisan 2000, Van, 2000, 195-203.
[57] Z. Arıkan, “XIV-XVI. Yüzyıllarda Ayasolug” TTK, Belleten, LIV, 209, Ankara, 1990, 121, vd; Sevgen, a.g.e., 69; G. Wiplinger – G. Wlach, Ephessus, Vienna, 1996, 172; E. Çelebi, VIII, 551; B. Darkot, “Ayasoluk”, İslâm Ansiklopedisi, II, 56, va.
[58] M. Aktepe, “Çeşme”, DİA, VIII, İstanbul, 1993, 287; Tuncer Baykara, “Çeşme Kalesi”, Belleten, LIV, 210, Ankara, 1990, 624; Konyalı, a.g.e., 165 vd.; A. Yüksel, Osmanlı Mimarîsi Bayezid, Yavuz Sultan Selim Devri, İstanbul, 1983, 89; E. Çelebi, a.g.e., VIII, 539.
[59] M. Top, Hoşap’taki Mahmûdî Beylerine Ait Mimarî Eserler, Ankara, 1998, 11 va; A. S. Ülgen, “Hoşap (Mahmudiye) Kal’ası”, İlâhiyat Fakültesi Dergisi, II, Ankara, 1953, 83 vd; Sevgen, a.g.e., 137 vd.; a.mlf., “Hoşap Kalesi”, Coğrafya Dünyası, I, 1950, 80 vd.
[60] E. H. Ayverdi, Avrupa’da Osmanlı Mimarî Eserleri, Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk, IV, İstanbul, 1982.
[61] M. İnbaşı, Osmanlı İdaresinde Üsküb Kazası (1455-1569), (Atatürk Üni. Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum, 1995, 37-40.
[62] Raif Vırmıça, Kosava’da Osmanlı Mimarî Eserleri, I, Ankara, 1999, 358.
[63] Kiel, M. Kiel, Ottoman Architecture in Albania 1385-1912, İstanbul, 1990, 96-99; Pîrî Reis, Kitab’ı Bahriye,Denizcilik Kitabı,(Haz. Y.Senemoğlu), İstanbul, 1973, II, 333.
[64] A. Bayhan, Mısır’da Osmanlı Devri Mimarîsi, (Yüzüncü Yıl Üni. Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi), Van, 1997, 406.
[65] Bayhan, a.g.e., 384.
[66] E. H. Ayverdi, Avrupa’da Osmanlı Mimarî Eserleri, Romanya-Macaristan, İstanbul 1977, 33; F. Yenişehirlioğlu, Türkiye Dışında Osmanlı Mimari Yapıları, Ankara, 1989, 45.
[67] Gündoğdu, a.g.e., 2000, s. 216-222
[68] N. Çam, Erzurum Tabyaları, Ankara, 1993, 29-38, a.mlf, a.g.e., 1999, s. 344.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.