Prof. Dr. Refik Hüseynoğlu İBADOV
Şeki Hanlığı XVIII. yüzyılın ortalarında Azerbaycanda kurulan bağımsız hanlıklardan biridir. Şeki Hanlığı yalnızca komşu hanlıklarla değil, Osmanlı Devleti ile de sıkı ilişkiler kurmuştu.
Azerbaycan hanlıkları arasında önemli yer tutmasına rağmen, günümüze kadar bu Hanlığın tarihi yeterince araştırılmamıştır. 1997 yılında M. İsmayilov ve M. Bağırova’nın birlikte yazdıkları “Şeki Hanlığı” kitabı yayınlanmıştır. Ama yazarların yararlandıkları kaynaklar kanaatimizce yeterli değildir. Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Arşivi’nde bulunan malzemelerden çok az yararlanılmış, Rusya arşivlerindeki Şeki Hanlığı ile ilgili kaynaklar ise tamamen unutulmuştur. Bu ise Hanlığın tarihi ile ilgili bir çok konunun aydınlatılamamasına neden olmuştur. Ne yazık ki, Şeki Hanlığı’nın Osmanlı ile ilişkileri tamamen göz ardı edilmiştir. Sonuçta Hanlığın tarihine ait güzel bir araştırma yerine toplam 75 sayfadan ibaret popüler bir kitap ortaya çıkmıştır.
Bu nedenle, biz yazımızda bahsi geçen kitabın kaynaklarıyla birlikte Rus ve Türk arşivlerindeki kaynaklardan da yararlandık. Şeki topraklarında yazımıza konu olan Hanlık’tan önceki dönemlerde de bağımsız veya yarı bağımsız siyasi kuruluşlar kurulmuştur. Şeki Hanlığı kurulduğu dönemlerde Şeki, Albanya Devleti’nin kuzeybatı Dağlık vilayeti idi. VIII. yüzyılda Araplar, Azerbaycan’ı işgal ettikten sonra Şeki Hilafet’e dahil edilmişti. Arap hilafeti zayıflayıp parçalanınca X. yüzyılda Şeki’de bağımsiz Hanlık kuruldu ve komşu Şirvanşahlar Devleti’ne bağlı olan Şeki Hanlığı böylece bağımsızlığını kazanmış oldu.[1]
XIV. yuzyılın I. yarısında Şeki, tamamen bağımsız bir Hanlık oldu. 1551 yılında Safevi Şahı I. Tahmasb Şeki’nin bağımsızlığına son verip, onu Safeviler Devleti’nin yönetimi altına aldı. Bilindiği gibi XVIII. yüzyılın 20’li yıllarında Safeviler zayıflayarak yıkıldı. Avşar boyundan olan Nadir Şah, devletin arazisinde hakim oldu. Nadir, aktif bir fetih politikası yürüttüğünden onun büyük ordusunun masraflarının karşılanması için vergiler arttı. Şah’ın atadığı yöneticiler halkı insafcızca soyuyorlardı. Bu memurlardan biri de Melik Necefti.
Melik Necef’in insafsızlıklarından bıkan Şeki ayanları, onu Nadir Şah’a şikayet ettiler. Şah Şekililerin şikayetine cevap olarak halkın saygı duyduğu Hacı Çelebi adlı şahsı Melik Necef’in işlerini takip etmesi için görevlendirdi.[2]
Tarihi kayaklara göre Hacı Çelebi, XVI. asırda Şeki’de yönetimi elinde tutan Derviş Muhammed Han’ın soyundan gelmekteydi. Melik Necef, Hacı Çelebi’nin onu denetlemesini istemiyordu. Bunun için de, Hacı Çelebi’nin, vergilerin toplanmasına ve mukellefiyetlerin yerine yetirilmesine engel olduğunu ileri sürüp onu Şah’a şikayet etti.[3]
Nadir Şah, Hacı Çelebi’nin Derbent yakınındaki kapıya getirilip idam edilmesini emretti. Rivayete göre Hacı Çelebi bu durum karşısında kendini kaybetmemiş, Melik Necef’in halktan Şahın belirlediği vergilerin bir kaç katını aldığını ve kendisinin bu ek vergiye karşı çıktığını, Şahın belirlediği vergiye ise karşı gelmediğini açıklamıştır. Nadir Şah’ın veziri Mehdi Han, Şeki’de büyük nüfuza sahip olan Hacı Çelebi’nin idam edilmesinin halk arasında isyana sebep olacağına dikkat çekerek Şah’a onu bağışlamasını tavsiye etmişti. Şah’ın bağışlaması sonucu Hacı Çelebi idam ettirilmedi. Ancak, Hacı Çelebi ile Melik Necef arasındaki gerginlik gün geçtikçe daha da artmaktaydı. Melik Necef, onu tekrar Şah’a şikayet etmişti. Tekrar Şah’ın huzuruna davet edilen Hacı Çelebi, bu kez sağ kalamayacağını anlar ve kendi adamlarıyla birlikte 1743 yılında Melik Necef’i öldürtür.[4]
O dönemde Şirvan ve Doğu Gürcistan’da İran aleyhine isyanlar çoğalmıştı. İran Şahı Nadir Şah, Hacı Çelebi’yi cezalandırmak için 1744 yılının son baharında 15.000 kişilik orduyla Şeki seferine çıktı. Hacı Çelebi arkadaşlarıyla birlikte Şeki şehrinden 8 km. uzaklıkta Kış köyünün yakınlarındaki “Gelesen Göresen” kalesine sığındı. Yol dar derelerden geçtiği için Nadir Şah, ordusunun esas kuvvetlerini cephanesiyle birlikte Daşbulak köyü yakınlarında Kotan bölgesinde sakladı.[5] Savaş durmadan birkaç gün devam etti. Çarlılar, Balakenliler ve Dağıstanlılar Şekililerin yardımına geldiler. Şekililer, dar geçit ve sık ormandan yararlanarak arkadan Şahın ordusuna hücum ettiler. Nadir Şah 500 asker kaybederek Berde’ye geri çekilmek zorunda kaldı. Berde’de bir müddet kalan Nadir Şah, daha sonra Derbent’e ilerledi.[6]
1745 yılının başlarında Nadir Şah Ereş’e dönüp yeniden “Gelesen Göresen” kalesine saldırı düzenledi. Fakat, yine amacına ulaşamayınca hırsından Şeki’yi yaktı. Burada beş ay kaldıktan sonra Şah, kale önüne 3.000 asker bırakarak burayı terk etti. Yalnız 1746 yılının Mart ayında çıkan kıtlık ve kalede meydana gelen durum sebebiyle Hacı Çelebi, Nadir Şah’ın hakimiyetini tanıdığını bildirdi. Nadir Şah da Hacı Çelebi’yi affederek onu yeniden Şeki’ye hakim tayin etti.[7] Böylelikle Nadir Şah döneminde bağımsız Şeki Hanlığı’nın kurulması yolunda ilk adım atılmış oldu.
1747’de Nadir Şah’ın öldürülmesiyle zaten çökmekte olan İran Devleti tamamen çöktü. 1743’te kurulan Şeki Hanlığı tamamen bağımsızlaştı ve Hacı Çelebi Kurban oğlu kendini bağımsız hakim ilan etti.
Azerbaycan’da hanlıkların kurulduğu bir devirde en kudretli hanlık Şeki Hanlığı idi. Hanlığın arazisi kuzeybatıda Dağıstan ve İlisu Sultanlığı, kuzeydoğuda Kuba Hanlığı, batıda Kahetya Gürcü Çarlığı ve güneyde Karabağ Hanlığı ile sınırdı. Kutkaşen, Ereş ve Gebele Sultanlıkları Şeki Hanlığı’na bağlıydı.[8]
Hanlığın merkezi Şeki şehriydi. Ancak, 1772’de Kış nehrinin taşmasıyla bu eski şehir neredeyse yok oldu, halkın bir kısmı başka yerlere göç etti, geride kalanlar ise yeni bir şehir kurdular.[9] Bu yeni kurulan şehir Nuha diye adlandırılmış ve 1964 yılına kadar bu adı taşımıştır.
1765 yılına kadar Şeki’nin etrafında kale duvarları yoktu ve bu yüzden de düşmanların saldırıları sırasında “Gelesen Göresen” kalesine sığınıyorlardı. 1765 yılında şehrin etrafına duvar yapıldı.[10] 1776’da yeni kurulan şehir de yapılan kale duvarlarıyla kapatıldı. Şehrin içinde Muhammed Hasan Kalesi olarak adlandırılan iç kale inşa edildi.[11]
Diğer hanlıklarda olduğu gibi Şeki’de de Han, sınırsız yetkilere sahipti. Muhammed Hasan Han’ın hakimiyyeti devrinde ‘Düsturil-Amel’ adlanan kanunlar düzenlenmiştir. Hanın yanında yakın adamlarından oluşan divan faaliyet gösterirdi. Hanın en yakın yardımcısı veziri idi. Serkeri ali, maliyye işlerinden, hazinedar ağası, Han hazinesinden, anbardar ağası da Han anbarlarındaki tahıl ve diğer gıda maddelerinden sorumluydu. Han sarayında çok küçük memurlar var idi. Bütün bu memurlara mevacip yerine ya bir yerin vergisini toplamak yetkisi verilir, ya da rençberler, yani toprağı olmayan işçiler verilirdi. Hazine için vergileri serkarlar toplarlardı.[12]
Hanlığın alanı Şeki, Haçmaz, Kutkaşen, Ereş, Padar, Ağdaş, Alraut ve Koynuk olmak üzere 8 bölgeye ayrılmıştı. Bu bölgeler Han tarafından atanan naibler tarafından yönetilirdi. Naib görevi çoğu zaman babadan oğla geçerdi. Onlara maaş olarak topladıkları vergi miktarının onda bir hissesi verilirdi. Naibler çoğu zaman zenginleşmek maksadıyla belirlenmiş olan vergilerin dışında ek vergiler alırlardı.[13]
Ayrı-ayrı köyler muhtarlar veya yuzbaşılar tarafindan yönetilirdi. Onlar da maaş almazlardı, hizmetleri karşılığında, toplanan verginin bir kısmı onlara verilirdi. Şehir, kelenter tarafından idare edilirdi. Şehir kulesinin reisi Kalebeyi unvanını alırdı. Esasbaşı şehirde halkın asayişine nazaret ederdi.
Pazarda düzeni korumakla sorumlu adam, bazar daruğası diye adlanırdı. Şehrin ayrı ayrı mahallelerine mahalle muhtarı bakıyordu. Bundan başka her mahallenin müdürü ve yüzbaşısı vardı.[14]
Hanlıkta üç mahkeme idaresi: divan, şeriat ve esnaf mahkemeleri faliyet gösteriyordu. Divan mahkemesinde genellikle devletçe önemli olan cinayet işlerine bakılırdı. Şeriat mahkemesinde varislik hukuku, emlak bölgüsü vb. problemlere bakılır ve nikah kıyılırdı. Esnaf mahkemelerinde ustalar, usta yardımcıları ve öğrenciler arasında ortaya çıkan tartışmaların halline çalışılmakta, esnaf kanunlarına uymayanlara para cezası kesilmekteydi.[15]
Hanlığın ordusuna Han rehberlik ediyordu. Ordunun esasını maaflar diye adlandırılan vergiden muaf şahıslar oluşturmaktaydılar. Ordudaki savaşçıların sayısı bazen on bin askere kadar ulaşabiliyordu. XVIII. Yüzyılın sonlarında Şeki Hanlığı’nın nüfusu 90 bine yakındı.[16]
Dediğimiz gibi Şeki Hanlığı kurulduğu zaman en güçlü hanlıklardan biri idi. Bunun için Hacı Çelebi Han, diğer hanları kendine bağlı duruma getirmeye, yeni topraklar tutarak sınırlarını genişletmeye şalışıyordu. 1747 yılında Azerbaycan’ın güneyinde hakimiyeti ele geçiren Emir Aslan Han, kuzey hanlıklarını da iktidarı altına almak için Azerbaycan’a saldırdığı zaman Şeki Hanlığı’nın ordusu tek başına onu yenip, Tebrize kadar kovmuş ve geri dönmüşlerdi.[17]
1750 yılında ise Hacı Çelebi Han, Azerbaycan topraklarına göz diken Gürcü Çarı II. Irakli’yi yenilgiye uğrattı. Hacı Çelebi Han, Karabağ Hanlığı’nın arazisini tutmak amacıyla Şamahı Hanı ile birleşerek oraya hucum etmiş, ama Hanlığın merkezi Bayat kalesini bir ay kuşatmada tutsa da başarı elde edememiştir.[18]
Hacı Çelebi Han’ın Şirvan’a ve aynı zamanda bütün Azerbaycan’a hakim olma isteği, onun Şeki’de yaptırdığı caminin mermeri üzerine işlettiği rütbesinde de açıkça görülür: “Şeki Hakimi, Şirvan Amiri Hacı Celebi Kurban oğlu. Tarih 1162 Hicri” (Miladi 1748-49 yılları).[19]
1752’de Teymuraz ve II. İrakli Gence’ye saldırmak için bir araya gelirler. Hacı Çelebi’nin beklenilen mukavemetini kırmak için onlar bir hileye baş vururlar; Karabağlı Penah Han’a, Hacı Çelebi Han’a karşı ittifak teklif ederler. Penah Han, Genceli Şahverdi Han, Karadağlı Kazım Han, İrevanlı Hüseynali Han ve Nahçivanlı Haydarkulu Han, Hacı Çelebi Han’a karşı savaş konusunu II. İrakli ile müzakere etmek için Gence’ye gelirken, II. İrakli’nin pusudaki ordusu aniden saldırarak onları esir alır.
Çarlar, esir hanlarla Gürcistan’a doğru yol alırlar. Onlar, hanları kendilerine bağımlı duruma getirmek, hanlıkların tahtına kendi taraftarlarını oturtmak ve bu yolla da, her hanlıktan haraç almak istemekteydiler.
Hacı Çelebi Han, Gürcü Çarlarına karşı çıkarak ordusunu Kür Nehri’nin sol kıyısına yerleştirdi. Daha sonra ise, II. İrakli tarafından bu hanların esir alındıkları haberini aldı. Bu haberin arkasından ise Gürcü ordusunun peşine takılan Hacı Çelebi Han, Tiflise Üç-dört kilometre kala Gürcü ordularına yetişti. Çarlar esirleri bırakıp kaçtılar. Bunun sonucunda Çelebi Han, Borçalı ve Kazağı ele geçirdi ve oğlu Ağakişi Bey’i buraya hakim tayin etti. Ama Teymuraz, Kabarda’dan gelmiş 2000 kişilik ordunun yardımıyla Ağakişi Bey’i Borçalı ve Kazak’tan çıkardı.[20] Hacı Çelebi Han’la Gürcü Çarları arasında düşmanlık daha sonraları da devam etmiştir.
Hacı Çelebi Han, Şamahı ve Bakü’yü elinde tutmak istiyordu. Bunun için de 1755’te Ağsu’yu ele geçirdi. Yalnız Gubalı Hüseyneli Han’ın işe karışması Çelebi Han’ı geri dönmek zorunda bıraktı.[21]
1755 yılında Hacı Çelebi Han vefat etmişti. Onun yerine hakimiyete oğlu Ağakişi Bey geldi. Onun da Hanlığı uzun sürmedi. 1759 yılında kayınpederi Kazıkumkulu Muhammet Han, Ereş’e gelerek onu görüşmeye çağırdı ve haince öldürdü. Bundan sonra Muhammet Han, hanlığın arazisini talan etdi ve Han hazinesini ele geçirdi. Hacı Çelebi’nin büyük torunu Hüseyin Han, yardım için Karabağlı Penahali Han’a baş vurdu. Penah Han’ın yardımıyla Muhammet Han Şeki arazisinden kovuldu. Hüseyin Han tahta çıktı.[22] Hüseyin Han Gubalı Feteli Han’la birleşip Şamahı Hanlığı’na karşı savaşarak onun arazisini bölüştürmeyi kabul etti. Her müttefik birer taraftan Şamahı Hanlığı’nın arazisine sokuldular. Şamahı hakimleri Muhammed Said ve Ağası Han yenilgiye uğradılar ve Hüseyin Han’a teslim oldular. Hüseyin Han, Feteli Han’ın yönlendirmesiyle Ağası Han’ın gözlerini çıkardı ve Derbent’e gönderdi. Şamahı Hanlığı’nın arazisi Guba ve Şeki Hanlıkları arasında paylaşıldı. Sedere ve Kasayı bölgeleri Yeni Şamahı Şehri ile birlikte Şeki Hanı’na, beyliğin kalan arazisi ise Eski Şamahı Şehri ile birlikte Guba Hanı’na verildi.[23]
Şeki Hanı, kendisine daha az arazi düştüğü iddiası ile paylaşımdan hoşnut değildi ve onun emriyle Şamahı’dakı Şeki naibi Manaf bey, Gubalıları Şamahı Hanlığı’ndan kesinlikle sıkıştırmak ve bu Hanlığın topraklarını Şeki Hanlığı’na katmak için Feteli Han’a suikast düzenlemeyi planlıyordu. Fakat Gubalı Feteli Han olayı zamanında duydu ve tedbirli davrandı. Kendisi 1768 yılında 18 Ağustos’ta Yeni Şamahı’yı ele geçirdi. Manaf Bey’i de tutuklayıp Derbent’e yolladı.[24] Manaf Bey’e yardım için gelen Şeki kuvvetleri dağıldı. Feteli Han Şamahı Hanlığı’nı tamamen ele geçirdi. 1769 yılında Hüseyin Han Şamahı’yı almak için yeni bir girişimde bulunduysa da başarılı olamadı. Feteli Han’la, kendisi için kötü şartlarda bir anlaşma yaptı. Hüseyin Han, Şamahı Hanlığı için olan bütün taleplerinden kesin olarak vaz geçti, hatta gerekirse Guba Hanı’na askeri güçle yardımda bulunmayı vaat etti.[25]
1779 yılında Hüseyin Han’ın amcası, Hacı Çelebi Han’ın oğlu Ebdülkadir, suikast düzenleyerek Hüseyin Han’ı katletti ve devleti ele geçirdi. Ebdülkadir Han Hüseyin Han’dan farklı olarak Gubalı Feteli Han’la ittifaka yöneldi. 1784 yılında Feteli Han, Karabağ’a saldırdığında Ebdülkadir ona yardım etti. Bu da Karabağlı İbrahim Han’ı sinirlendirdi ve intikamını almak için o, Hüseyin Han’ın Karabağ’a kaçmış olan oğlu Muhammedhasan Ağa’yi Çara gönderdi. Bu davranışının amacı oradan ordu toplayıp Şeki Hanlığı’nı ele geçirmek idi. Muhammedhasan Ağa böyle de yaptı.
Baskından sarsılmış Ebdülkadir Han, Şamahı’dan kovulup Ağası Han’ın yanına kaçtı. Ama Ağası Bey, onu Muhammed Hasan Han’a verdi. Ebdülkadir ve oğulları öldürüldü. Muhammedhasan ağa Şeki Hanı oldu.[26]
Muhammedhasan Han çok akıllı bir insan idi. O, Şeki Kalesi’ni yaptırmış, Hanlık için ‘Düsturu’l Amel’ isimli özel kanunname yazmıştı.[27] Aynı kanunname ile Hanlıkta mevcut olan vergi sistemi, fiyatlar, feodal-köylü ilişkileri vb. sorunlar düzene girmiş oldu. Ne yazık ki bu kanunnamenin aslı günümüze kadar gelmemiştir. Muhammedhasan Han akıllı olmakla beraber aynı zamanda çok zalim bir insan idi. O, sadece hakimiyete gelebilmek için Abdulkadir Bey’i ve oğlunu katletmekle kalmayıp, daha sonralar da şüphelendiği akrabalarının birkaçını ortadan kaldırmıştır. O, kardeşlerinden birini ve annesi Ereş Sultanı’nın akrabası olan Feteli Beyi kör etmişti. Diğer kardeşi Selim Bey’i de öldürmeye çalıştı. Fakat Selim Bey, Muhammed Hasan Han’ın hareketlerinden şüphelenerek birkaç beyle Çar’a kaçarak kurtulmuştu.[28]
Muhammedhasan Han da babası Hüseyin Han gibi Gubalı Feteli Han’a karşı cephe almış ve Feteli Han’ın amansız düşmanı Ağası Han’la ittifaka girmişti. Fakat 1785 yılında başlayan savaşta muttefikler mağlubiyete uğradılar. Ağası Han, Feteli Han’ın huzuruna gitmek zorunda kalmış ve çocuklarıyla birlikte hapsedilerek Kuba’ya gönderilmişti. Muhamedhasan Han da kendi ablasını Feteli Han’a, Feteli Han’ın ablası Huri Peyker Hanım’ı da kendine nikahladı.[29] Daha sonraları 1788 yılında Muhammedhasan Han yeniden Avarlarlar birleşerek Feteli Han’a karşı geldi ama yine yenilgiye uğrayarak affedilmesini istedi.[30]
1789 yılında Feteli Han’ın ölümünden sonra Kuba Hanlığı’nın zayıflamasından yararlanan Muhammedhasan Han, bu Hanlığı Şamahı’da sıkıştırdı ve Şamahı Hanlarının hakimiyetini tesis etti. Ama Muhammedhasan Han’ın Şamahı Hanlığı’nı kendine bağımlı tutma isteği Şamahılı Mustafa Han tarafından tepkiyle karşılandı. Mustafa Han, Muhammedhasan Han’ı zayıflatmak amacıyla Gebele ve Ereş sultanlarını ona karşı kışkırttı. Ama Muhammedhasan Han, isyandan başarıyla çıktı ve her iki sultanı da görevinden aldı.[31]
Bu olayın hemen ardından Muhammedhasan Han eski düşmanı, Guba’nın yeni hakimi Seyhalı Han’la birleşti ve 1794 yılında Mustafa Han’ı Şamahı’da tahttan indirip, yerine kardeşi Kasım Ağa’yı oturtmak amacıyla Ağsu’yu ablukaya aldı. Fakat yağan şiddetli yağmurun da yardımıyla Mustafa Han’ın taraftarları ablukayı yardılar.[32]
Şeki Hanlığı Osmanlı Devleti ile de ilişkilerini sürdürüyordu. 1787 yılında Kafkasya’daki Rus ordularının kumandanı P. S. Potyemkin, Osmanlı’dan gelen Kapıcı Başı Muhammet Salih Bey’in, Hoylu Mehmet Han’ın yanına geldiği, sonra oradan da Karabağlı İbrahim Halil Han’ın yanına giderek getirdiği hazineyi ve mektupları Şeki Hanı Muhammethasan Han’a gönderdiği konusunda haber alır.[33] Karabağ’dan Mehmed Salih Bey, Şamahı’ya Gubalı Feteli Han’ın ziyaretine gitmiş ve buradan Şeki’ye dönmüştür.[34] Osmanlı temsilcisinin Şeki Hanlığı’nı ve diğer Azerbaycan hanlıklarını Osmanlı himayesi konusunda ümitlendirmek için gelmiş olduğu Rus kumandanlığının aldığı bu bilgiyle doğrulanmaktadır.[35]
1795 yılında Ağa Muhammed Han Kacar, Kuzey Azerbaycan’a doğru ilerlediğinde Muhammedhasan Han, ona karşı gelmek yerine, düşmanlık ettiği Hanlardan öc almak için onu destekledi. Ağa Muhammed Han’ın Şamahı’yı ele geçirmek için gönderdiği orduyla birleşti.
Muhammedhasan Han’ın bu davranışı ise eski rakibi Selim Han için başka bir fırsat doğurdu. O, Han’ın Şeki’de olmamasından yararlanıp 1795 yılının Aralık ayında Çar’dan ve Avaristan’dan topladığı orduyla Şeki’ye saldırdı ve Kacar’a düşman gözüyle bakan Şeki halkı, Selim Bey’in tarafına geçti. Muhammed hasan Han, Şeki’ye geri döndu ve Selim Bey’le savaşta yenilip Ağa Muhammet Han’ın yakınında yerleşen ordu kampına misafir oldu. Hakimiyetten indirilmiş olan Muhammet Hasan Han, artık Ağa Muhammet Han için gerekli değildi ve hatta onun casus olduğundan şüphelenerek, gözlerini oydurup Tebriz’e gönderdi. Hanlığı ele geçiren Selim Han, kardeşi Muhammet Hasan Han’ın bütün çocuklarını öldürttü.[36]
Selim Han, Ağa Muhammet Han’ın teslim olma teklifini reddetti ve kaçınılmaz bir saldırıdan korunmak için, şehir halkını “Gelesen-Göresen” kalesine götürüp savunma hazırlıklarına başladı.[37] Muhammedhasan Han Şeki’de yeniden hakimiyyeti ele geçirmek fikrinden vazgeçmek istemiyordu ve yardım için eski düşmanlarından olan Şamahılı Mustafa Han’a başvurdu. Şeki Hanlığı’nı ele geçirmek için fırsat arayan Mustafa Han, büyük bir orduyla Şeki’ye saldırdı. Karşı koyamayan Selim Han, Karabağ’a, arkadaşı İbrahim Han’ın yanına kaçtı. Muhammedhasan Han yeniden Şeki’de hakimiyeti ele geçirdi, ama Mustafa Han’la araları bozuldu. Mustafa Han, onu tutuklayıp Şamahı’ya hapse gönderdi. O, aynı zamanda Selim Han’ı da Karabağ’dan getirtip yanında sakladı, kendi amca oğlunu Şeki’ye naip olarak atadı. Ama Şeki halkı buna karşı çıktı ve 1804 yılında Mustafa Han, Selim Han’ı yeniden Şeki’ye göndermek zorunda kaldı. Muhammedhasan Han, Guba’ya, Derbend’e ve buradan da Car’a, son olarak da Rusların yanına gitti.[38]
Şeki Hanlığı’nın büyük bir bölümünde tarım yapılıyordu. Hanlık arazisinde tarım, hayvancılık ve ipek böcekçiliği gelişmiş sektörlerdendi. Buğday tarım alanında en fazla üretilen ürünlerdendi. İpek böcekçiliğinin durumu hakkında bilgi veren bir kaynakta o dönem ipek hazırlamak için 13 köyde 202 dut bağı olduğunu belirtmektedir.[39]
Zıraat alanında ilkel teknoloji kullanılmaktaydı. Başlıca tarım araçları hış ve 8-10 hayvanla çekilebilen kotan (saban) idi. Sulama sisteminde de durum pek parlak değildı. Toprakların önemli kısmı ağaların elinde idi. Bu topraklar mülk ve tiyul olmak üzere ikiye ayrılırdı. Mülkler tam olarak sahiplerinin elinde idi. Onu satmak, pay vermek, miras olarak bırakmak, değişmek mümkündü. Tiyul ise hazineye ait olup, kullanım için ayrı-ayrı beylere geçici veya sürekli olarak verilmiş topraklardı. Kışla ve yayla olarak adlandırılan otlaklar esasen beylerin elinde idi. Hayvan besleyen köyluler, para karşılığı bu otlakları kullanabiliyorlardı. Vakıf toprakları camilere ve diğer dini idarelere ait topraklardı. Vakıf topraklarından hazineye hiçbir vergi ödenmiyordu.
Kutkaşen ve Ereş Sultanlıklarını kapsayan Şeki Beyliği’nde de ahali, köylü ve hakim sınıf olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Han ailesinin üyeleri, sultanlar, melikler, ağalar ve ali ruhaniler hakim sınıfına dahil idiler. Hakim sınıf içinde en yuksek şahıs Han idi. Sonra sultanlar ve melikler gelmekteydi.
İcma toprakları devlet toprağı olsa da ahalinin kullanımındaydı. Bu toprağı kullanan köylüler beyin tebaasıydı. Toprak kirasını ve ödemekle yükümlü oldukları diğer vergileri ödüyorlardı. Ama bu topraklar ve onların üzerinde yaşayan köylüler sahipkara verilemezdi. Aile içindeki 15 yaşından yukarı kişilerin sayısına uygun olarak bölünürdü.[40]
Köylüler reiyet ve rençberler olarak iki gruba ayrılıyorlardı. Kendi toprağı olup, başka toprak sahibine çalişan ve bunun karşılığında onlara vergi veren köylüler, reiyet diye adlanıyordu. Rencberler ise toprağı olmayıp, ama başka bir zengın adama veya köy sahibine çalışarak bunun için onlardan para alıyorlardı.
XV. yüzyılın sonlarında Hanın dut bağlarında 3280 rençber çalışıyordu. Bu devirde Hanabad ve Caferabad köylerinin ahalisi çoğunlukla rençberlerdi. Caferabad köyünde yaşayan rencberlerden her yıl üç kile pirinç, uç kile buğday, bir kürk ve 40 manat para alınmaktaydı. Rencberler mülkedarın ve tiyuldarın izni ile bir işten diğerine geçebiliyorlardı, Han ise özel ferman ile rencberleri yeni sahiplerine tahkim ediyordu. Bazan rencberler başkaları tarafından alınıp satılabiliyordu.[41]
Bu dönemde reiyetler çeşitli vergiler veriyorlardı. Ürün vergisine Malcehet denirdi ve buğday ürününün 1/3’ini teşkil ediyordu. Şeki Hanlığı’nda Malcehetin para ile ödenilen kısmına Töycü denirdi.[42] Köylüler bayram günlerinde kendi ağalarına bayram armağanı götürür, darğalık, ihracat ve diğer vergileri de ödüyorlardı. İhracata “tırnaklık” da denirdi. Hanın vezirinin payı için vezirlik vergisi alınıyordu. Hanın atları için alaf (5000 yuk) adlı vergi toplanıyordu.[43] Belirtilen bu vergilerin dışında bağ parası, toy harcı, gibi 30 kadar vergi ve mukellefiyet vardı.[44] Büyük toprak sahipleri kendi topraklarını ürünün yarısını almak şartıyla kiraya verirlerdi. Örneğin; Ereş Sultanlığı’nın Köylütağı Köyü’nün 28 ailesi dut bağlarında ipekçilikle uğraşıyor ve ürünün yarısını toprak sahibine veriyorlardı.[45]
Şeki Hanlığı’nda sanatkarlık önemli ölçüde gelişmişti. Sanatkarlık esasen Hanlığın merkezi olan Şeki şehrinde üst düzeydeydi. İpekçilik bu sanat dalları içinde en fazla gelişenlerindendi. Şeki ipek ustaları yüksek kaliteli ipek üretiyorlardı. Çömlekçilik, boyacılik, miskerlik (bakırcılık), demircilik, metal işleme, dokumacılık, tekeltuzluk, debbağlık, keçecilik, kalaycılık, marangozluk, kuyumculuk vb. sanat alanları da vardı. XVIII. yüzyılın sonu, XIX. yüzyılın birinci yarısına ait bir habere göre Şeki şehrinde 147 ayakkabıcı, 33 keçeci, 178 debbağ, 39 boyacı, 36 taş yonucu, 56 demirçi, 22 kalaycı, 29 değirmenci, 154 terzi, 42 marangoz, 235 papakçı, 82 paltacı, 20 nalbant, 41 kuyumcu vb. gibi çeşitli sanat müessesesi vardı.[46]
Bu arada tekelduzluk sanatının Azerbaycanda sadece Şeki’de yayılmış olduğunu belirtmek gerekir. Bu işle esasen erkekler uğraşıyorlardı.[47] İmalat yerinde genellikle usta ve usta yardımcıları olurdu. Sanatçılar, uğraştıkları sanat dalına göre şehrin bir mahallesine yerleşirlerdi ve mahalle o sanatın adını alırdı. Şeki’de şalbaf (kuşak dokuyanlar), sabuncular, altıncılar, demirciler, çömlekciler, bağbanlar, koyuncular vb. mahalleleri vardı.[48] Sanatkarların “esnaf” adını taşıyan birlikleri vardı. Bazı sanatkarlar ferdi çalışırlardı ve onlar “esnaf” üyesi değillerdi. “Esnaf”ın her bir uyesi dini adetlere uymalı ve dini ayinleri yerine getirmek zorundaydı. Aşağı yukarı bütün esnafların kendi sancakları armaları bulunmaktaydı. Armada ise genellikle o sanat dalına ait aletler tasvir edilirdi. Şeki aydınlarından Rasim Efendizade esnafların sancaklarını şöyle tasvir ediyordu: “Kırmızı kumaş üzerinde kullab dikilmiş, gulubetin saçağı ve kutaz ile süslenmiş halde her esnafın kendisine ait sancakları vardı. Bu özellikler her esnafın kendi sanat dalına ait aletleri andırırdı. Tekeltuzlar ise bunları ipek ile işlerlerdi[49]”.
Bayramlarda, önemli günlerde veya başka hanlıklardan misafir geldiğinde esnaflar onların karşısına kendi bayraklarıyla çıkmak zorundaydılar.[50] Esnaflar, her ne kadar genel şehir yönetimine tabii olsalar da iç hayatlarında nesilden nesile geçen adetleri, kendi idare heyetleri, kuralları, toplantıları, genel şura ve mahkemeleri vardı.
Sanatkar birliğinin lideri, üç yılda bir seçilen ustabaşı idi. Onlar, üretimin yanı sıra zabıta ve mahkeme işlerine bakıyordu. Han Divanhanesi kendi emir ve gösterişlerini sanatkarlara, ustabaşı ve esnaf büyükleri aracılığıyla bildiriyordu. Ustabaşı yönetimlerindeki sanatkarlar arasında yapılan anlaşmaları onaylar, çırakların eğitim süresini belirler, sanatkarların toplum içindeki davranışlarına dikkat ederdi.[51] Ustabaşı aynı zamanda fiyatları belirler, ham madde satıcılarıyla anlaşmalar yapardı. Sanatkarlar ferdi kurallarla ham mal alamazlardı, mal esnaf tarafından toptan alınır ve daha sonra sanatçılar arasında paylaştı rılırdı.[52]
Ustabaşının 2 veya 3, bazen de 4 yardımcısı bulunurdu. Büyük diye adlandırılan bu yardımcılar, Ustabaşının tüm emirlerini yerine getirir, hastalandığı veya başka yere gittiği zaman onun yerine geçerlerdi. Büyükler esnaf mahkemelerine toplantı üyeleri olarak katılırlardı.
Esnafların genel toplantısında dükkan sahibi sanatkarların işi ile ilgili her hangi bir konuda kararlar alınabilirdi. Ustabaşı her hangi bir önemli konuda iş yapmadan önce onu toplantıda tartışmalı, bütün ustaların fikirlerini öğrenmeliydi. Esnafların toplantısında çeşitli tasarrufat konularına bakılır, çırak kabul edilir, yardımcılar (kargerler) ustalığa yükseltilirlerdi.[53]
Ticarette olduğu gibi sanatkarların da merkezi çarşı idi. Sanatkar dükkanlarının çoğu bir çarşıda toplanmıştı. Yalnız kendisinin ayrıca dükkanı ve imalathanesi olan sanatkar usta diye adlandırılırdı. Ustaların sanatkar teşkilatının bütün işlerine iştirak etme, ustabaşı seçilme hakkı vardır. Usta yardımcısı veya karger herhangi bir ustanın yanında çalışırdı. İmkanı varsa kendine dükkan açıp sanatkar ve usta adı alabilirlerdi.
Sanatkar imalathanesinde usta ve kargerden başka öğrenciler de bulunurdu. Sanatkarın karakterine göre çırakların yaşları da değişebilirdi. Örneğin; Terzi, ayakkabıcı ve benzeri imalathanelerin çıraklığına 9-15 yaş arası çocuklar kabul edilirlerdi. Çırak, ustanın isteklerini yerine getirirdi. O, dükkana herkesten önce gelmeli, bahçeyi, dükkanı, dükkanın önünü temizlemeli ve ustanın sabah çarşıdan aldığı şeyleri evine götürmeliydi. Çırak ayrıca ustanın evinin bahçesini süpürüp, ahırı temizler, suyunu taşır, odun keser, ot biçer, ekmek pişirmeye yardım eder ustanın eşi hamama gittiğinde onu takip eder, yükü ve çocuğu taşımaya yardımcı olurdu.
Çıraklık devresi, sanatın karakterine, sanat anlayışına ve öğretmenin takdirine bağlıydı. Çıraklar az da olsa ‘öğrenci’ adıyla para alırlardı. Kendi sanatını mükemmel öğrenmiş olan çırak yarım öğretmen, yani çaylak derecesini alıyordu.[54]
Şeki Hanlığı’nda hem iç hem dış ticaret gelişmişti. Sanatkarların bir çoğu kendi mallarını kendileri satıyor, küçük ticaretle uğraşıyorlardı. 1824 yılında Şeki’de 400’den fazla dükkan ve haftalık ticaret merkezleri kullanılıyordu. Bu dükkanlar içinde, sadece Muhammedhasan Han’a ait 204 dükkan vardı.[55] Haftalık ticaret merkezlerinde daha çok tarım ürünleri satılıyordu.
Pazarlarda kanunların uygulamalarına ve vergi tahsiline ‘darğa’ adı verilen şahıslar bakıyorlardı. Pazarlar aynı zamanda siyasi merkezler olarak da gelişmişti. Burada Han’ın fermanları halka okunur, olası olaylar hakkında bilgiler belirtilir, ve askeri kararlar hakkındaki bilgiler burada ahaliye duyurulurdu.
Şeki’nin dış ticaretinde ipek ve ipek üretimleri önemli yer tutmaktaydı. İpeğin putu = (16 kg.) 36-48 gümüş manata satılıyordu.[56] Farklı şehir ve ülkelerden gelmiş olan tacirler hanlarda barınıyorlardı.
Şeki’de, Gence, Tebriz, Şamahı, Lezgi ve Ermeni kervanları bulunmaktaydı. Haydutlardan korunmak için hanlar kale gibi inşa ediliyordu. Hanların alt katında ticaret mallarının korunması için depo, yukarı katlarda ise tacirlerin yaşamaları için odalar bulunuyordu. Akşamları hanların kapıları kapanır ve şehirle ilişkisi kesilirdi.[57]
Şeki’den ipek ve diğer köy ürünleri; buğday, pirinç, meyve, yağ, bal, tütün, at, inek, bufalo vb. ihraç edilmekteydi. Buraya boya, çit bez, şeker, demir ve ağaç ürünleri, sabun, İran ve Rusya’dan gelen giyim kuşam malları, petrol, tuz, bakır, barut, ip gibi çeşitli ürünler getirilmekteydi.[58]
Şeki, aynı zamanda transit ticaretinin merkezlerindendi. İran’dan buraya getirilen İran ve Batı Avrupa mallarının bir kısmı Şeki’den Dağıstan’a ve diğer vilayetlere götürülüyordu. Osmanlı’dan getirilen Osmanlı ve Fransa mallarının bir kısmı Şeki’nin kendisinde tüketilse de esas kısmı komşu vilayet ve ülkelere götürülüyordu.
Tacir ve zanaatkarların sırayla dizilmiş mağazalar topluluğuna ‘dalanbazar’ deniyordu. Şeki şehrinde toplam 8 dalanbazar vardı. Aynı çeşit mallar belirli ticari mağaza sıralarında satılıyordu. Bu mağaza sıraları o mağazalarda satılan malların adını taşıyordu. Örneğin; başmakçılar sırası, ipekçiler sırası gibi. Aynı zamanda çeşitli malların satıldığı mağazalar sırası da vardı ve bu sıra karışık mallar sırası olarak adlandırılmaktaydı.[59]
Hayvan, kuş, yeşillik, meyvelerin satıldığı özel yerler vardı. XVIII. yüzyılda Şeki Hanlığı’nda Rus, Hollanda, İran, Hint paraları ile birlikte Hanlığın kendi darbhanesinde basılan Han Abbasileri da kullanılmaktaydı. Gümüş Abbasiler ve fulus olarak adlandırılan bakır paralar Şeki’nin kendi darbhanelerinde kesiliyordu.
Ticaretle uğraşanlardan bazı vergiler alınıyordu. Darğalık, kasaphane parası, berberhane parası, sabun parası, değirmen parası, hamam parası ve rehdarin’i buna örnek olarak verebiliriz. Rehdari, gümrük vergisiydi. Hem şehre mal getirip satanlardan, hem de başka yerlere mal götüren tacirlerden alınıyordu. Rehdari’nin değeri malın kalitesi miktarıyla orantılıydı. Rehdari’yi ödememek için tacirlerin bir kısmı kaçak ticaret yapıyordu. “Düsturil-Amel”de kaçak ticaret yapan tacirlere cezalar verilirdi.[60]
Rehdari ve diğer çeşitli ticaret vergi ve rusumunun toplanılması işi İltizama havale edilirdi. İpek, yün ve pamuk parçaları bazı renkler ile boyamak işi de iltizamcıların yetkisindeydi. İltizamcılardan başka hiç kimsenin sabun ticareti yapma yetkisi yoktu. Ticari sahaların bu kadar kısıtlanması, ülkede ortaya çıkan feodal çatışmalar ve dış baskınlar gibi etkenler ticaretin gelişmesinde önemli engel oluşturmaktaydı.
Şeki Hanlığı, kültür düzeyini yakalamış hanlıklardan biriydi. Şeki şehri önemli medeniyet merkeziydi. Bu şehirde birçok şair yaşamış, eserler vermişti. Saray şairi Rafi ve Müştak lakabıyla yazan Muhammed Hüseyin saray şiiri adetlerine sadık kalarak, nazire yazma geleneğini devam ettirmişlerdir.
Şiirlerde dini fikirler ön plandaydı. Şairlerin çoğu Farsça yazıyorlardı. Azeri Türkçesiyle yazanlar da aruz veznini kullanıyorlardı, onlar eserlerinde anlaşılmayacak derecede Arapça ve Farsça kelimelerle birlikte bu dillerin gramer özelliklerine de yer vermişlerdi.[61]
Şair Nebi’nin manzum tarihi gibi eserler halk arasında sevilen eserlerdi. Nebi, Hacı Çelebi ve Muhammedhüseyin Han’ın zamanında geçen olayları nazma çekmiştir. Nebi, hem klasik, hem de halk şiiri özellikli eserler yazmış, şiirlerinde halkın hayatı ve düşmanlara karşı mücadelesi önemli yer almıştır. Nebi, medhiye tarzında şiirler de yazmıştır.
Hacı Çelebi’nin, Nadir Şah’a karşı yaptığı mücadeleyi anlatan şiiri oldukça ilginçtir. Şairin Hacı Çelebi’nin oğlunun (Ağakişi Bey’in) ölümü üzerine yazdığı ‘ağlar’ redifli mersiyesi’ zamanının siyasi ve sosyal olaylarını da aksettirir.[62] Hanlık döneminde Şeki’de Süleyman adlı bir şair yaşarmış. Anlatılanlara göre şairin büyük Azerbaycan şairi Molla Penah Vakıf üzerinde de büyük etkisi olmuştur. Vakıf, Süleyman’ın şiirlerine nazire yazmıştır. Süleyman’ın eserlerinde lirizm önemli yer tutar.[63] Zare lakablı şair, muhtarların köylülere yaptığı ıstırap ve eziyetini konu almış. Zulmün ve adaletsizliğin yer yüzünü tuttuğunu söyleyen şair şöyle yazmaktadır:
Çok çekipdir bikarı daruge Fakirde ne kaldı azuge Naley-i halk oldu arşa direk Kim ede çare senden başka gere.[64]
Hanlıklar zamanında Şeki’de resim ve mimarinin önemli abidelerinden biri olan Han Sarayı, Şeki Kalesi’nin içinde bulunuyordu. Kale her taraftan derin hendeklerle çevrilmişti. Kale duvarlarının uzunluğu bir kilometreden fazla idi.[65] Şeki’deki İsfahani, Tebriz, Lezgi vb. hanlar mimarinin güzel örneklerindendi. Şeki Kalesi’nin güney tarafında, Kurcana Nehri’nin sağ sahilinde XVIII. yüzyılın sonunda iki han yapılmıştı. Yukarı Han Orta Çağ Batı Avrupa yapılarına benzemekteydi. Gösterişli iki kattan oluşan hanın sütunlu galerileri, balkonları, ticaret odaları, büyük bir bahçe ve yüksek duvarları vardı.[66] Şeki şehrindeki evler plansız, sokaklar yamuk ve dar idi. Zenginlerin evleri çoğu zaman iki katlı olup, odalara bölünmekteydi. Yoksulların evleri ise genellikle bir ya da iki odalı, bir katlı, üzeri ot yığını ile kapanmaktaydı. Evler ve kenarlarındaki duvarlar nehir kumu ile yapılmaktaydı. 1836 yılının kayıtlarına göre Şeki’de 2791 ev vardı. Şehirde, dağlardan borularla getirilmiş su kullanılmaktaydı.[67] Şeki’de ressamlık da gelişmiş sanat dallarındandı. Han Sarayı duvarlarındaki işlemeler, duvar resimleri bu devirdeki resim sanatının en güzel örneklerindendir. Bilindiği gibi XIX. yüzyılın başlarında Rusya Azerbaycan’ı işgal etmeye başlar ve 1803 yılında Rus ordusu Balaken’i 1804 yılının Ocak ayında birkaç aylık muhasaradan sonra yeni bir baskınla Gence Kalesi’ni ele geçirirler. Genceli Cevad Han Ruslara karşı son nefesine kadar çarpışmış ve şehit düşmüştü.[68]
1804 yılında Rusya ile İran arasında Güney Kafkasya’da hakimiyet için savaş başladı. Şekili Muhammed Hasan Han’ın ablası Genceli Cevad Han’ın hanımı olduğu için Şekili Muhammet Hasan Han Ruslardan nefret ediyor ve savaşta İran tarafında yer alıyordu. Bu olay, Rusya taraftarı olan Şamahı Hanı Mustafa Han ile de arasının açılmasına sebep oldu. Böyle olunca Mustafa Han, eski Şeki Hanı Selim Han’la yakınlık kurdu. Selim Han da Rusya gibi bir gücü arkasına alan Mustafa Han’a olumlu cevap verdi ve Rus ordusunun Kafkasya’daki komutanı Sisyanov’dan Şeki’de kendi hakimiyetinin yeniden sağlanması konusunda yardım istedi. Karşılığında her yıl Rusya’ya 7.000 çervon (altından olan Rus para birimi) vereceğini ve Şeki’ye Rus askeri üssü kuracağını vaad etti.[69] Selim Han’ın annesi Borodino Savaşı’nın kahramanı olan Gürcü Bagration’un kız kardeşi idi. Damarında Gürcü kanı taşıyan Selim Han’ın bu isteği Azerbaycan hanlıklarını ele geçirmeyi planlayan Sisyanov’un da amaçlarına uygun olması sebebiyle ilgisini çekti. Selim Han, Karabağlı İbrahim Han’ın akrabası olduğu için Sisyanov aynı zamanda bu durumu Karabağ Hanlığı’na karşı bir koz olarak kullanmayı da düşünmüştü.[70] Rus saldırılarına karşı direnebilmek için Şekili Muhammed Hasan Han, Dağıstan’ın kuvvetli ailelerinden yardım istedi ancak kayda değer bir yardım alamadı. Mustafa Han ve Selim Han birlikte Şeki’ye saldırdılar, Muhammed Hasan Han’ı esir aldılar. Ama, Mustafa Han Şeki’yi kendi yönetimine geçirmek istiyordu, bu yüzden de Şeki’ye naib olarak kendi adamını atamak düşüncesindeydi. O, hem Selim Han’a, hem de kör kardeşi Feteli Bey’e Şeki’de hakimiyeti teklif ederken bir başka şahsı Şeki’ye naib atayarak Muhammed Hasan Han’ın tüm mal varlığını ele geçirmesini istedi. Aldatıldığını gören Selim Han, kardeşi Feteli Bey’le birlikte Şeki halkını da arkalarına alarak yeniden hakimiyeti ele geçirdi.[71]
Mustafa Han, 1805 yılının Mart ayında Şeki Hanlığı’nın sınırlarına yaklaştı fakat, Azerbaycan’daki Rus ordusundan da yardım alan Selim Han tarafından yenilgiye uğratıldı.[72] Selim Han, kendi rakiplerinden ve İran tehdidinden korunmak düşüncesiyle Rus yönetimi altına girme kararını verdi. 21 Mayıs 1805 tarihinde General Sisyanov’un Gence yakınlarındaki Kürekçay sahilinde bulunan kampına gelerek eniştesi Karabağlı İbrahim Han’la birlikte bir hafta sonra Rus yönetimi altına girmek hususunda anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre Selim Han her yıl Rusya’ya 7. 000 çevron haraçla birlikte Şeki’de 500 kişilik Rus askerinin bulunabileceği bir üs vererek onların ve hayvanlarının beslenmesini, kışın yakıtlarını temin edecekti.
Daha sonra Selim Han Rusya ile ilişkileri kesti. Bunda Rus askeri yetkililerinin Hanlığın iç işlerine kaba bir şekilde müdahale etmelerinin etkisi büyüktü. 1806 yılının Haziran ayında Şuşa yakınlarındaki Çar Ordusunun komutanı Lisaneviç’in emriyle İbrahim Han ve Selim Han’ın kız kardeşi ve ailesi birlikte katledildiler.[73] Bu olay Selim Han’ı Rusya’ya karşı çıkmaya zorladı. Şeki’de bulunan 300 kişilik Rus askeri birliğine saldırarak birkaç askeri öldürdü ve Rus askerlerini Hanlığın arazisinden kovdu.[74]
Rusya, Şeki Hanlığı üzerine General Nebolsin’in komutasında büyük kuvvet gönderdi. 22 Ekim 1806 tarihinde Şeki yakınlarında olan savaşta Selim Han yenildi ve Abbas Mirza’nın kampına kaçtı. Çar yönetimi, İran Şahı’nın karşı çıkmasına rağmen Rusya’ya sığınan Höklü Caferkulu Han’ı Şeki’ye Han olarak atadı.[75]
Selim Han, İran’dan Şeki’ye kendi adamlarını göndererek halkı Rus birliklerine karşı koymaya çağırdı. Bu yüzden, Kafkasya’daki Rus ordularının baş komutanı General Gudoviç, Cafer Kulu Han’a yazdığı mektupta Şeki halkının silahtan arındırılmasının zaruri olduğunu yazdı. Halk sakinleşinceye kadar Şeki’de 3 askeri birlik bulundurmayı, ayrıca, Şeki beylerinden ve sadık adamlarından 500 kişilik silahlı birlik oluşturmalarını tavsiye etti. Ancak, Aşağı ve Yukarı Göynük köylerinin ahalisi isyan edip Cafer Kulu Han’a karşı çıktılar. Rus askeri birlikleri ile onlara sadık olan yerli beylerin kuvvetleri isyanı bastırdılar.[76]
Bu arada Osmanlı Devleti’nin Selim Han’ı Şeki Han’ı olarak tanığını da belirtmek gerekir. 13 Mart 1813’te Şehzade Sultan Abdülhamid’in doğumu münasebetiyle Şekili Selim Han’a, Şeki ve Şirvan Hanlarına ‘name-yi hümayun’ gönderilmişti.[77] Daha sonra 22 Haziran 1829’da diğer Azerbaycan hanları gibi Selim Han’a da Mekke, Medine ve Cidde ile Taife şehirlerinin Vahabilerin elinden kurtarılması münasebeti ile düzenlenen şenlikler konusunda da bilgiler verildi.[78]
Daha sonra Selim Han, Osmanlı’ya göç etmiş, ona Erzurum Gümrükhanesi hesabından beş kese mevacip verilmişti.[79] 1822 yılında Selim Han’ın Ankara’da ikametine izin verildi.[80] Birinci Rus-İran savaşı İran’ın yenilgisiyle bitti ve 12 Ekim 1813 tarihinde yapılan anlaşmayla diğer Kuzey Azerbaycan Hanlıkları gibi Şeki Hanlığı da Rusya’ya dahil oldu.
İran bu anlaşmaya uymayarak 1826 yılında Velihat Abbas Mirza komutanlığında Kuzey Azerbaycan’a girerek Rusya’ya karşı saldırılar başlattı. Çarlık askeri yönetiminin zulmünden rahatsız olan Azerbaycan halkı da isyan etti. Şeki’de büyük olaylar başladı. Rus ordusu, Şeki’deki isyanı bastırmak amacıyla Selim Han’ın İran’da yaşayan oğlu Hüseyin Han’ı Şeki Hanlığı’nın başına getirdi. Daha sonra, Rus ordularının Şemkir ve Gence yakınlarındaki İran orduları üzerinde kazandığı zafer sonrası eski hanlar, Azerbaycan topraklarından kaçmaya başlamışlardı. Nitekim 19 Ekim 1826 tarihinde Rus ordusu Şeki’yi yeniden ele geçirdi ve bunun üzerine Hüseyin Han da İran’a kaçtı.[81]
Prof. Dr. Refik Hüseynoğlu İBADOV
Lenkeran Devlet Üniversitesi / Azerbaycan
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 7 Sayfa: 73-81