Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türk Mimarisinde Külliye

Hunat Hatun Külliyesi
0 13.948

Türk Mimarîsinde külliye kuruluşlarını anlamak ve okuyucuya aktarabilmek, külliyenin zamanı için tarifi, anlamı, fonksiyonel ve sosyal önemine açıklık getirmeyi gerektirmektedir. En basit anlamı ile, külliye “çeşitli fonksiyonel yapı birimlerinin birarada planlanıp inşa edildiği sosyal kuruluş” olarak tanımlanabilir. Bir külliyeyi meydana getiren yapılar, başta cami ve türbe olmak üzere, medrese, tıp medresesi, darüşşifa, imaret (aşevi), tabbane (misafirhane), han-kervansaray, arasta-çarşı, hamam, sıbyan mektebi, kütüphane, sebil, çeşme, muvakkithane, köprü ve bazı ek yapılar olmaktadır. Ancak bu yapıların tamamının bir külliyeyi oluşturduğu söylenemez. Bu yapılardan birkaçının birarada planlanıp inşa edilmesi, kuruluşun “külliye” adı ile tanınmasına yeterli olmuştur.

Külliye adı ile tanıdığımız bu fonksiyonel yapılar topluluğu daha önceleri hangi adla anılmakta idi? Şüphesiz yaptıranın adı, yapı topluluğunun adlandırılmasında birinci derecede önemli olmakta ve bu kuruluşlar, kurucunun adı ile tanınmaktadırlar. “Fatih Külliyesi”, “Kanunî Sultan Süleyman Külliyesi (Süleymaniye Külliyesi)” gibi. Ancak inşa edildikleri yıllarda, külliye adı ile tanıdığımız bu kuruluşların farklı bir kelime ile adlandırıldığını kaynak ve vakfiyelerden öğreniyoruz. Bu kuruluşların yapıldıklarında, “imaret” kelimesinin anlam ve sosyal içeriği ile ifade edildiklerini görmekteyiz. İstanbul’da “Fatih İmareti”, Edirne’de “II. Bayezid İmareti”, İstanbul’da “Sultan Selim İmareti”, “Haseki İmareti”, “Süleymaniye İmareti” ve “Atîk Valide İmareti” gibi.

Bu kuruluşlar, özellikle kitabelerinde “İmaret” kelimesinin yer alması ve ayrıca yönetmelik niteliğindeki vakfiyelerinde “imaret” adı ile belirtilmiş olmakla dikkati çekmektedir. Bu noktada “imaret” kelimesinin hukuk, kültür, medeniyet ve imarla ilgili olarak çeşitli tanımları yapılabilmekte ise de, konumuzla ilgili tanımı, imar kapsamı içinde olanıdır. Ancak yakın geçmişten beri, “imaret” kelimesinin “aşevi” anlamında yerleşmiş bir terim olarak kullanımı ile karşılaşmaktayız. Mevcut imaret yapılarının üzerinde “imaret” kelimesinin yer aldığı bir kitabe görülmemekte, halkı doğrudan ilgilendiren aşevi olduğundan, imaret kelimesi bir yakıştırma olarak aşevi için kullanılmış olmaktadır. Sadece Anadolu’daki Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerine ait farklı fonksiyonel yapılara baktığımızda, yapıların işlev amacı ve planlaması ne olursa olsun (cami, türbe, medrese, darüşşifa gibi), kitabelerinde “imaret” kelimesinin yer aldığını görüyoruz. Hatta mimarî ile ilgili kitabelerde değil, Milâs’taki Ahmet Gazi Camii’nin ahşap minber kitabesinde de, “imaret” kelimesini buluyoruz.

Osmanlı dönemi içindeki örneklerimiz ise, “imaret” kelimesinin anlamının yapı ile ilgili olduğunu, dolayısı ile işlevsel yapılar topluluğu olan kuruluşları ifade etmek için kullanıldığını ve çağı içinde “külliye” kelimesinin yerini tuttuğunu göstermektedir. Bu kuruluşların inşasından sonra, bulundukları yerler “yeni imaret” adı ile anılmıştır. Edirne’de II. Bayezid’in yaptırdığı külliye, bu semtin “Yeni İmaret” adı ile anılmasını sağlamış, bu kuruluştan sonra Edirne’de ilk yapılan yapı “Eski İmaret” adı ile anılmıştır. Bu tür kuruluşların örneklerini, Osmanlı döneminde Anadolu’da ve İstanbul’da bulmak mümkündür. Fatih’in, İstanbul’da, Osmanlı sosyal yapısına uygun hale getirerek yenilediği Bizans’tan kalan Pantepoptes Manastırı Kilisesi’nin “Eski İmaret” adı ile anılması ve kendi adına kurduğu külliyenin “Yeni İmaret” adı ile tanınması gibi. İstanbul’daki iki önemli külliyeyi de, Kanunî Sultan Süleyman, Mimar Sinan’a inşa ettirdiği halde, Şehzadebaşı’ndaki oğlu Şehzade Mehmed’in adı ile, Süleymaniye’deki külliye ise kendi adı ile anılmaktadır.

İmaret adı ile sistemli yapı toplulukları olarak inşa edilen külliyelerin, bu noktada inşa edildikleri yerin çevresinde yaşayanlarla sosyal ilişkisi başlamış ve devam etmiştir. Külliye kuruluşu, sadece yaptıranın hayır anlayışı ile ilişkili olmayıp, işlevsel yapıların ihtiyaca cevap verebilecek çeşitlilikte ve hacimde olması da önemli olmuştur. Bu ise her dönemde külliyeyi yaptıranın sosyal ve ekonomik durumuna bağlı olarak değişmiştir. Ekonomik durumun en güçlü olduğu dönemlerde büyük ölçekli, görkemli yapılardan oluşan külliyeler inşa edilmiş, özellikle II. Bayezid ve Kanunî dönemlerinde gelişmesini tamamlayan Hassa Mimarlar Ocağı’nın mimarları ve Mimar Sinan ile onun ekolünden yetişen mimarlarla külliye mimarîsinde önemli anıtsal kuruluşlar meydana getirilmiştir. Bu kuruluşlar, bir yandan çağın mimarî anlayışına “Klasik mimarî” adını kazandırırken, bir yandan da Anadolu’da, menzillerde yeni yerleşim yerlerinin kurulmasını ve zamanla buraların şehirleşmesini sağlamıştır. Edirne, İstanbul, Amasya, Manisa gibi, zamanı için büyük şehirlerde ise, şehir dokusu içinde eski semtlerin yeniden mâmur hale gelmesine veya yeni semtlerin doğmasına sebep olmuştur.

Erken Osmanlı Dönemi külliye kuruluşlarından başlayarak, külliyenin şehir dokusu içinde, yol ve ticaret merkezleri ile ilişkisinin, daima mimarları tarafından göz önünde tutulan önemli bir nokta olduğu anlaşılmaktadır. Menzil külliyelerinin kuruluşunda da, yol ile külliyenin konumu ve ticarî hayat arasındaki ilişkiye daima önem verilmiştir. Menzil kuruluşlarında, önemli bir nokta da, bunların kurucularından önce, yöre sakinlerinin bu menzil yerlerinin (derbend, dideban, bel, belen, geçit derek, madik), şenlendirilmesi arzu ve isteğinin, devlet ileri gelenleri tarafından gerçekleştirilmiş olmasıdır.

İnşa edilen bu külliye kuruluşlarının devamlılığını sağlamak için vakıflar tesis edilmiş ve vakfiyeler düzenlenmiştir. Külliyelerin inşa edildikleri yöre halkı ile ilişkisi, sadece dinî olmamış, ticarî, eğitsel ve sosyal yardım anlayışı ile iç içe sürdürülmüştür. Külliye yapılarında tabbane, han (kervansaray), dükkanlar, arasta ticarî hayatla ilgili olarak var olurken, camiye cemaat sağlanmış, medrese, mektep, kütüphane yapıları, külliyenin çevre halkının çocukları için birer eğitim merkezi olmuştur. Bazı külliyelerde, tıp medresesi üniversite düzeyde hekim yetiştirirken, darüşşifa yapıları, hem sağlık, hem de tıp öğretimi yapılan eğitsel kurumlar olarak halka hizmet sunmuştur. İmaret yapıları ise, külliyede görev yapan tüm personel ve öğrencilerin yanı sıra, hastalara, konuklara ve fakir çevre halkına hizmet vermiştir.

Külliye kuruluşları, kurucunun ekonomik gücüne bağlı olarak, farklı sayıda ve çeşitlilikte fonksiyonel yapı birimleri içerirken, külliyenin planlanmasında yerin topografyası, yapıların şekillenmesinde önemli rol oynamış, gerek külliye yapılarının konumlanmasında, gerekse fonksiyonel birimlerin, mekân özelliklerini koruyarak planlanmalarında, tercihler yeni plan arayışları ile yorumlanmıştır.

Her fonksiyonel yapı birimi, kendi türü içinde, hem plan, hem de cephe anlayışı yönünden gelişmelerle inşa edilmiştir. Külliye mühendisleri-mimarları, ölçek olarak, yüzyıllar boyunca Türk mimarîsinde devletlerin gelişen siyasi ve ekonomik gücü ile paralellik gösteren yapı toplulukları inşa etmişler, ancak çağın külliye anlayışında meydana gelen farklılaşmayı da eserlerinde vurgulamışlardır.

Prof. Dr. Gönül CANTAY

Mimar Sinan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.