1. Giriş
Özellikle 20.yy.’ın ikinci yarısında hızlanan ve “Küreselleşme” olarak adlandırılan süreçte ortaya çıkan ve ülkeleri yakından etkileyen önemli bir eğilim ülkelerarası bloklaşmalardır. Batı Avrupa’da AB ve EFTA, Kuzey Amerika’da ABD ile Kanada arasında Serbest Ticaret Bölgesi Anlaşması, Uzak Doğu’da ASEAN ve buna ek olarak Japonya öncülüğünde 12 Pasifik ülkesinin bir ticari blok kurmak üzere yola çıkması, Ortadoğu’da Körfez Ülkeleri İşbirliği Konseyi yanında Magrep’te Tunus, Cezayir, Fas, Libya ve Moritanya’nın arasında kurulan işbirliği teşkilatı, Latin Amerika’da LAFTA gibi, oluşumlar, bir bloklaşma eğiliminin giderek yaygınlaştığını gösteriyor. Ekonomik, teknolojik, siyasal ve kültürel ilişkiler artırılarak ülkelerarası ilişkilerin bloklar içinde yoğunlaştırılması eğilimi sürdürülmeye çalışılmaktadır.[1]
Önümüzdeki yıllarda dünya ticareti ve ticaret anlaşmaları bloklar arasında olacaktır. Dış ticarette bölgeselleşme eğiliminin başta gelen sebepleri, küresel sanayileşme ve hızlı gelişen yeni teknolojilerdir. Dış ticaret alanındaki bu bölgesel gelişme şu sebeplere de bağlanabilir.[2]
- Bloklaşan ülkelerin gerek öteki ticaret blokları ve gerekse bağımsız ekonomilerle ilişkilerinde yüksek pazarlık gücüne sahip olma potansiyeli vardır.
- Çok taraflı ticaret sınırlıdır; belirsizliklerle doludur. Bölgesel ticaret bu konularda daha avantajlıdır.
- Serbest ticaret bölgelerinin dünya ticaretini geliştirme şansı oldukça büyüktür.
Bloklaşmanın Türkiye’ye etkileri ve gerektirdiği uyum ise çok açıktır. Blokların dışında kalan ülkelerin ihracatı, teknolojik, kültürel ve ihtiyaçlarının karşılanması sınırlanacağı gibi, ülke yalnızlığa da itilebilir.[3] Değişime uyum için Türkiye, AB ile ilişkilerini sıkılaştırmaya devam ederken, başka girişimler de yapmak durumundadır. Ortak çıkar alanlarını paylaştığı ülkelerle, AB ile olan ilişkilerinden farklı nitelikte ilişkilere girmek zorundadır. Doğu blokunda ortaya çıkan siyasal ve ekonomik liberalleşme, artık buna imkan da vermektedir. Kendi öncülüğünde Karadeniz’i çevreleyen ve Orta Asya’ya uzanan “Karadeniz Ülkeleri Arasında İşbirliği Örgütü” kurulması bu girişimlerden biridir. Çevre koruması, ulaştırma, turizm, balıkçılık, sınır ticareti, ortak yatırım gibi alanlarda işbirliği, Karadeniz çevresi ülkelerde olabileceği gibi, Doğu Akdeniz Ülkeleriyle de olabilir. Arasıra gündeme gelen, su sıkıntısı içindeki Orta Doğu Ülkelerine su satma projesi buna bir diğer örnektir. Bu girişimler doğrudan ekonomik katkılarının yanı sıra ülkelerarası barışı da güçlendirecektir.
Şüphesiz, Türkiye’nin, özellikle bir ekonomik işbirliğine ve bütünleşmeye gidebileceği bölgelerden en önemlisi, yeni ortaya çıkan Türk Cumhuriyetleridir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, Orta Asya’nın Türk Cumhuriyetleri en gelişmiş Türk Devleti olan Türkiye’nin çevresinde bir “Türk Bölgesi” oluşturmaya yönelik girişimlere başlamışlardır.[4]
2. Yeni Türk Cumhuriyetlerine Genel Bir Bakış
Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov’un “açıklık” ve “yeniden yapılanma” politikalarıyla başlayan yeni dönem, bütün dünyada ideolojilerin değişmesine, duvarların yıkılmasına, demokratikleşme ve milliyetçilik hareketlerinin yoğunlaşmasına, iktisadi üretim tarzlarının ve mülkiyet anlayışlarının, piyasa mekanizması kurallarına ve verimlilik ilkelerine doğru kaymasına yol açmıştır. Gorbaçov, bir anlamda, tarihi devamlılığı sağlayamayan kuvvetleri serbest bırakmıştır.[5]
İmparatorluk dağıldıktan sonra bu topraklar üzerinde yaşayan halklardan bir kısmı bağımsızlıklarını kazanmış ve dünya politikasına yeni güçler olarak katılmış bulunmaktadırlar. Bunlardan Türk olanlar Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan ve Kırgızistan Cumhuriyetleridir.
2.1. Siyasi Yapı
Uzun yıllar boyunca Sovyetler Birliği’nin kontrolü altında yaşamış olan Yeni Türk Cumhuriyetlerinin siyasi yapısı, bu devirde oluşturulmuş yapının bir devamı görünümündedir. Bağımsızlığı kazanan Cumhuriyetlerde henüz tam anlamıyla bir istikrardan söz etmek zordur. Sömürüden kurtulmalarına rağmen, Komünizmin ve çeşitli etkilerinin bütünüyle ortadan kalkmadığı ileri sürülebilir. Halklar kendi özgür iradesiyle hükümetlerini kuramamışlardır. Çünkü demokratik kurumlar mevcut değildir ve henüz bu ülkelerden tam anlamıyla elini çekmemiş olan Rusya ile mücadele devam etmektedir.[6]
Yeni Cumhuriyetlerde devam eden politik karmaşıklığın nedeni olarak, uzun süren yıllardan sonra Türk dünyasının yakınlaşma imkanının ortaya çıkması ve bunun dünyadaki güç dengesinin yeniden düzenlenmesine varabilecek kadar önemli sonuçlar doğurma potansiyeli gösterilebilir. Eski egemenlik alanını elinden çıkarmak istemeyen Rusya başta olmak üzere, dünya siyasal dinamiklerini yönlendiren sanayileşmiş devletlerin müdahaleleri, yeni Türk Cumhuriyetlerinin şu andaki durumunu ve çizecekleri rotayı etkilemektedir.[7]
2.2. Doğal Kaynaklar ve Ekonomik Yapı
Yeni Türk Cumhuriyetleri doğal kaynaklar yönünden oldukça zengindir. Bu ülkelerin yer altı ve yer üstü zenginlikleri hakkında sürekli ve sıhhatli istatistiki bilgi verilmemesine rağmen, yinede bazı kaynaklardan Türk Dünyası’nın bir doğal kaynaklar ve hammadde cenneti olduğu anlaşılmaktadır.[8]
Doğal kaynakların çeşitleri itibarıyla baktığımızda, petrol ve doğalgaz üretiminin Azerbaycan, Kırgızistan, Türkmenistan ve bugünkü Rusya Federasyonu içindeki bazı bölgelerde yoğun olduğu görülmektedir. Sadece Azerbaycan’ın petrol rezervleri yaklaşık 2 milyar tondur. Eski Sovyetler Birliği’nin en önemli kömür merkezi Türkmenistan’ın Karagan bölgesindedir ve rezervi 53 milyar tondur. Türkmenistan’da bol ve çeşitli maden kaynakları mevcuttur. Özellikle demir madeni rezervi açısından dünyanın en önde gelen ülkesidir ve bakır madeni açısından da eski Sovyetler Birliğini’nin ihtiyaçlarını tümüyle karşılayacak seviyededir.[9] Başta pamuk, ipek ve hububat olmak üzere tarımsal ürünler ve bir yerüstü zenginliği olarak ormancılık Türk Cumhuriyetlerinde oldukça yoğun bir potansiyele sahiptir.[10]
Çarlık döneminde olduğu gibi, Sovyetler Birliği döneminde de Türk Cumhuriyetleri ham madde üreticisi ve deposu olarak görülmüştür. Sürekli kontrol altında tutulan bu bölgede uygulanan başlıca Sovyet politikalarından biri, bu devletlerin ekonomilerini birbirinden tecrit etmek olmuştur. Uzun yıllar boyunca, Türk halklarının ekonomisi, bir diğerinden tam tecrit edilmiş bir yapıda kurulmuştur. Hatta normal ekonomik ilişkilerin kesildiği bile gözlenmiştir. Bu yolla Türk dünyasının ekonomik ve kültürel yakınlaşması engellenmiştir.[11]
İzlenen bazı yöntemlerle Slav kökenli nüfusun gelir ve refahı artarken, Orta Asya Cumhuriyetlerininki sürekli gerilemiştir. Orta Asya’da kişi başına düşen gelir Slav Cumhuriyetlerindeki oranın çok altındadır. Doktor, hastane ve yatak sayısı gibi sosyal göstergeler karşılaştırıldığı zaman da dengesiz bir oran ortaya çıkmaktadır. Bu bölgede, eski Sovyet idaresi kendi sömürgeci politikasını Çarlık dönemi politikalarına benzetmiştir. 1991 yılında yapılan bir Rus araştırmasında, “Orta Asya Cumhuriyetleri onbeş kardeşin en fakiridir.” diye belirtmektedir (Gumpel, 1994, s.19).[12]
Bu sebeplerden dolayı, Yeni Türk Devletleri, ayrı ayrı bakıldığında ekonomik olarak güçlü görünmemektedir. Fakat birbirini tamamlayıcı tarzda bir bütün olarak ele alındıklarında, çok güçlü bir ekonomik potansiyel ortaya çıkmaktadır. Rusya’nın ekonomisinin ihtiyaçları doğrultusunda oluşturduğu eski yapının, bu ülkelerin kendi çıkarlarına göre, serbest ve açık bir yapı haline dönüştürülmesi zaman isteyen bir süreçtir. Türkiye gibi belli tecrübelere sahip bir kardeş ülkenin yardımlarıyla, böyle büyük bir potansiyelin akılcı bir biçimde değerlendirilmesi sonucu, yakın bir gelecekte Türk dünyasının güçlü bir ekonomik blok haline dönüşmesi mümkündür.
Böyle bir aşamaya ulaşılabilmesi için, Yeni Türk Cumhuriyetlerinin siyasi bağımsızlıklarının yanı sıra ekonomik bağımsızlıklarına da kavuşmaları gerekmektedir. Merkezden yönetim sayesinde eski Sovyetler Birliği tarafından gerçekleştirilen ekonomik sömürüyü tamamen kaldırıp serbest bir yapıya kavuşmak için, bağımsız ekonomiler oluşturmak, üretim yapısını değiştirmek, maliye, döviz ve ödemeler bilançosu düzenlemelerini çağın ekonomik gerçeklerine uygun biçimde hayata geçirmek gerekmektedir.[13]
Sovyet sömürgeciliğinin bu ülkelerde bıraktığı bir diğer ekonomik miras, sermaye birikimindeki yetersizlik ve çarpıklıklardır. Yeniden yapılanma ve gelişme aşamasının başlangıcında olan Yeni Türk Cumhuriyetlerinde sermaye birikimi çok önemli bir rol oynayacaktır. Fakat, bu ülkelerde şu ana kadar sermayenin dağılımına yeterli önem verilmediğinden, mevcut sermayenin etkin kullanımı sağlanamamıştır. Ekonomik sömürü altında bulunduklarından dolayı, sermaye birikimi de sömürgecilik ilkelerine uygun olarak yerine getirilmiştir. Planlı ve maksatlı olarak Türk Cumhuriyetlerinde fabrikalar yerine yalnız Sovyet çıkarlarına hizmet eden üretim siloları geliştirilmiştir. Bu ülkelere gerektiği kadar sermaye dağıtılmamış, tersine kazandıkları paralar diğer bölgelere ve özellikle Rus bölgelerine aktarılmıştır.
3. Bağımsızlık Sonrası Yeni Türk Cumhuriyetlerinin Ekonomik Yapıları
3.1. Karşılaşılan Zorluklar
Orta Asya Cumhuriyetlerinin ekonomik, yeniden yapılanma süreci yavaş ve zor ilerlemektedir. Komünist gelişme stratejisi çerçevesinde, ulaşım, enerji sektörü ve sosyal alt yapılar, sadece üretilen ham maddeye cevap verecek ölçüde gelişmiştir. Verimli bir iletişim sistemi mevcut değildir ve kırsal bölgelerde niteliksiz iş gücü vardır. Bu olumsuz göstergelere, Yeni Cumhuriyetlerin aralarındaki kavgalar ve kendi ülkelerindeki karışıklıklar da eklendiğinde, dış yatırımcılar için cazip olmayan bir görüntü oluşmaktadır.
Pazar ekonomisine geçiş sürecinde ortaya çıkan işsizlik ve mevcut ekonomik ilişkilerden ani kopuşun vereceği zarar nedeniyle, bu ülkeler genel olarak kademeli bir geçişi tercih etmektedirler. Bu sürecin, her ülkede farklı zamanları gerektirdiği hesaplanmaktadır. Ancak birleşilen nokta, pazar ekonomisine geçişin yavaş gerçekleşecek olduğudur. Bunun sebeplerini şöyle sıralayabiliriz:[14]
- Eski Sovyetleri Birliği’nin dağılmasıyla var olan ekonomik sistemin yıkılması, ekonominin büyük oranda tekelleşmesi;
- Sovyet sömürgeciliğinin mirası olarak ekonomik yapının eksiklikleri;
- Ekonomik kalkınma için gerekli olan insan sermayesinin yokluğu;
- Yeniden yapılanma ve altyapının kurulması için gerekli sermayenin bulunmaması;
- Üretim araçlarında özel mülkiyetin ve gelişmiş bir girişimciliğin eksikliği;
- İstikrarlı bir para ve verimli bir banka sisteminin olmaması;
- Devlet ve ekonomi yönetiminde kabiliyetli kadroların bulunmaması;
- Sanayileşmiş ülkelerden hissedilebilir bir ekonomik yardımın gelmemesi;
- Eski Sovyet Cumhuriyetlerini imparatorluk sonrası devlet düzeninde birleşmeye zorlayan Rusya’nın uyguladığı siyasi ve ekonomik baskılar.
Değişim süreci içinde ortaya çıkan bazı diğer problemler de pazar ekonomisine geçişi zorlaştırmaktadır. Özellikle aşırı yüksek enflasyon ve devasa bürokrasi, gelmesi muhtemel olan yabancı sermayeyi korkutmaktadır.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, bağımsızlıklarını kazanan yeni devletler ekonomik olarak dünya ile bütünleşmelerini sağlayacak ve yabancı yatırımları ülkelerine çekecek olan bir dizi ekonomik, yönetsel ve yasal tedbiri gerçekleştirmişlerdir. Bunun neticesinde, uzak-yakın pek çok ülke bu yeni pazar ile yakından ilgilenmeye başlamıştır. Örneğin, şu anda Çin, Orta Asya ülkelerine zirai ürünler ihraç etmekte ve “küçük ölçekli işler” alanında yatırımlar yapmaktadır. Yeni Cumhuriyetler, özellikle Japonya, Güney Kore, Taiwan, Hong Kong, Singapur, Hindistan ve Pakistan’dan gelecek yatırımlarla ilgilenmektedirler.
3.2. Rusya’nın Yeni Türk Cumhuriyetlerine Bakışı
Yeni Türk Cumhuriyetlerinin dünyayla bütünleşmek amacıyla başlattıkları girişimlere rağmen bu bölgenin geleceği, belli oranda Rusya’nın tavrına ve milletlerarası toplumun bu bölgede olup bitenlere duyacağı ilgiye bağlıdır. Sovyetler Birliği dağıtıldıktan sonra, Rusya’nın eski politikasını terkedip, tekrar süper devlet rolü oynamaya niyeti olmadığını ifade eden sözleri ve tavırları, Batı’nın bazı çevrelerinde artık “Soğuk Savaş” döneminin sona erdiği kanaatını yaratmıştır.
Fakat kısa bir süre sonra, Rusya’dan Batı’nın beklentilerine ve kurduğu varsayımlara pek uymayan işaretler gelmeye başlamıştır. Rusya’nın siyasi kültürü ve dış politika gelenekleri, bu ülkeye dünya çapında gücünü göstermek ve olaylara kendi ölçülerine göre karışma alışkanlığı vermiştir. Rusya, “Bağımsız Devletler Topluluğu” adı altında yeniden örgütlenen devletleri, her bakımdan bağımsız ve eşit haklara sahip, özgürlükleri ve toprak bütünlükleri güvence altında olan devletler olduğunu söyleyebilmiş olsa bile, bu devletlere her alanda müdahalede bulunmaya devam etmektedir.
Orta Asya ülkelerinin yol, demiryolu, telekominikasyon, petrol boru hattı inşaası gibi alanlarda, petrol ve maden imtiyazları konularında da bölge cumhuriyetlerine devamlı baskı yaptığı gözlenmektedir. Rusya’nın bu faaliyetleri Batılı ve Türk işletmelerinde, bu ülkelerde yapabilecekleri yatırımlar açısından endişeler oluşturmaktadır. Fakat, Rusya içindeki ve dışındaki gelişmeler ve Birleşik Devletler Topluluğu’nun aldığı mesafeler çerçevesinde bakıldığında, geçmişi canlandırmak için ne derece kararlı olsalar da, Rusların bunu gerçekleştirmede ciddi engellerle karşılaşacakları ileri sürülebilir.[15]
Bir kere Rusya’da reform hareketleri, geriye dönülmesi mümkün olmayan bir mesafeye ulaşmıştır. Bu ülkelerde ortak mülkiyete geri dönülerek, herkesi devlet memuru ve kamu personeli haline getirecek bir kollektivisit sistemi yeniden oluşturmak imkansızdır. Son yıllarda iletişim teknolojisinde meydana gelen devrim niteliğindeki gelişmeler, bütün dünyayı birbirine bağlamıştır. Bu yüzden Birleşik Devletler Topluluğu ve Rusya’yı dış dünyadan tümüyle tecrit etmek mümkün değildir. Rusya’yı tek bir merkezden yönetmek ve kontrol altında tutmak artık imkansızdır. Dış dünya ile artan iktisadi, ticari fikri bağlar; ülke içinde vatandaşların artan hareketliliği; her şeyi öğrenme ve olup bitenlerden haberdar olma imkanları telekomünikasyon ağının yayılması, bilgisayar kullanımının artması, dış dünyadan insan ve malzeme taşıyan kara, deniz ve hava yollarının ulaştırma alanında yarattığı kolaylıklar, eski Sovyetler Birliği ülkelerinde bile bir “İletişim Devrimi” meydana getirmiştir.
Bütün bu gelişmeler sonucu, dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi, bu bölgede de “bilgi toplumu” ve “Küresel bütünleşmenin zorlayıcılığı” ön plana çıkmaya başlamıştır. Teknolojik gelişme ve değişme sürecinde geri kalmış olan ve dünya ölçüsünde cereyan eden rekabete yenilip yok olan eski Sovyet sisteminden arda kalan kurumların ve toplum düzenini, bu yeni süreçlerin etkisiyle değişime uğramasının kaçınılmaz olduğu ileri sürülebilir.
4. Eski Sovyetler Birliği’nde Yabancı Yatırımlar
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde artmaya başlayan uluslar arası sermaye hareketleri Sovyetler Birliğini de etkilemiştir. Başlangıç yıllarındaki kapalı ekonomi devrinde karşılaşılan zorluklar, bu ülkede özellikle ortak girişimler türünde yatırımların gündeme gelmesini sağlamıştır.[16]
4.1. Eski Sovyetler Birliği’nde Faaliyette Bulunan Ortak Girişimler
1990’lı yıllara doğru sistemde ve yapısal sınırlamalarda meydana gelen değişmeler, ortak girişimlerin sayısını hızla artırmıştır. Ortak girişimlerle ilgili yasal düzenlemeler basitleştirilmiş ve yumuşatılmıştır.
Eski Sovyetler Birliği’nde ortak girişimleri hızlandıran evsahibi ülke politikalarının üç ana hedefi vardı. Birincisi döviz girdilerini artırmak, ikincisi ileri teknoloji ve ekipmanlarda ilerlemeler kaydetmek ve üçüncüsü başarılı yönetici uzmanlar transfer etmektir. Ortak girişimler, iki ayrı ekonomik sistem (sosyalizm ve serbest pazar ekonomisi) bütünleşmesinde ve özellikle eski Sovyet ekonomik sistemin günümüz açık ekonomik sistemine yakınlaşmasında çok etkili roller oynayabilecek kurumlar olarak görülmektedir.
Eski Sovyetler Birliği’nde kurulan ortak girişimlerin önemli kısmının merkezi Rusya Cumhuriyeti’nde ve özellikle Moskova’dadır. Bu gelişmelerde yabancıların ve turistlerin bu bölgelerde yoğunlaşmış olması nedeniyle hizmet sektörünün gelişmiş hale gelmesi ve etnik çatışmaların az olması ihtimalinin payı vardır. Öte yandan, eski Sovyetler Birliği’nin uyguladığı sömürü politikasının doğal sonucu olan gelişmişlik farkları, yabancı sermayenin ilk etapta bu bölgelerde yoğunlaşmasının en önemli sebeplerinden birini oluşturmuştur.Bu yüzden, Türk Cumhuriyetlerinde kurulan ortak yatırımlarım oranı %2 gibi çok düşük bir seviyededir.[17]
Batılı ülkelerin Eski Sovyetler Birliği’nde ortak girişimlerde bulunma konusunda, bu ülkelerin mevzuatındaki yasak ve sınırlamalar sebebiyle, başlangıçta bazı şüpheleri vardı. Daha sonra, bu ülkedeki yenilik arayışları ve yerel ortakların katkıları sonucu yapılan bazı değişiklikler Batılı sermayenin işini kolaylaştırmıştır. Geniş pazarı ve doğal kaynaklarıyla aslında çekici bir gücü olan bu bölgelerde, ortak girişimlerin kurulmasında en büyük rolü bankalar oynamıştır. Bankalar, ortak girişim kurmak isteyen işletmeleri, ortaklığa küçük bir oranda hissedar olarak ve kredi vererek teşvik etmişlerdir.[18]
Batılı devletler Sovyetler’de ve diğer ülkelerde ortak yatırımları bulunan işletmeleri bir araya getirerek, ortak girişim kulüpleri oluşturmuşlardır (Joint Ventures Clup). Bu yolla tecrübelerini bir araya toplama ve bunlardan ortak bir biçimde yararlanma yollarını geliştirmişlerdir. Ayrıca, Batılı ülkeler, karşılarına çıkan risk ve zorlukları aşmak için, ticari alanda ortak teşebbüsler (Trading Joint Venture) ve konsorsiyumlar oluşturma yollarını denemişlerdir.[19]
4.2. Ortak Girişimlerin Karşılaşacakları Bazı Riskler ve Zorluklar
Pazar ekonomisine geçiş sürecini başlatan eski Sovyetler Birliği ülkeleri ile veya bu ülke işletmeleri ile yapılan ortak girişimlerin aşamaları konusunda ortaya çıkan bazı risk ve zorlukları şöyle sıralayabiliriz.[20]
- Yeni kurulan Cumhuriyetler, Sovyet idaresi altında yapılan ortaklık anlaşmalarını yeniden görüşmek istemekte, bu anlaşmalardaki kazançla ilgili bazı hükümleri kendi lehlerine çevirmeye çalışmaktadırlar.
- Yerel ortaklığın çoğu ortak girişimlerin yurt dışına seyahat ve yabancı pazarlara ulaşmak için bir fırsat olarak görmektedirler. İşletmenin kendisine sık sık ikinci derecede önem verilmektedir.
- Uygun bir ortak bulmak, anlaşma konusunda görüşmeler yapmak, ortak girişim anlaşmasının yapılması, genelde bir yılı bulmaktadır. Bu gecikmelerin ana sebebi, bu ülke yöneticilerinin ortak iş anlaşmaları yaparken temel aşamalar konusuna bile yabancı olmalarıdır.
- Ruslar ve Eski Sovyet Ülkelerinde bu anlaşmalara taraf olanlar, ortak girişimin sahasını ilgisiz alanlara doğru genişletmek istemektedirler. Yabancı yatırımcılar ise, riskin en aza indirgenmesi ve faaliyetlerin fazla yayılmasını önleme konularında yoğunlaşmaktadırlar.
Karşılaşılan politik risklere ve zorluklara karşı, Batılı ülkeler kendi işletmeleri için “politik risk uygulamaları” yapmışlar ve özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler için “ekonomik risk” teşvikleri verme yollarını geliştirmişlerdir. Bu uygulamalar sayesinde Batılı ortak girişimler giderek güçlenmiş ve gelişmişlerdir.
Bütün bu zorluklara rağmen, merkezi planlamanın yıkıldığı yerlerde ve yeni ortaya çıkan pazar ekonomilerinde ortak girişimlerin başarılı oldukları gözlenmektedir. Bu bölgelerde, diğer şirketlere verilmeyen öncelikler, teşvikler ve muafiyetlerin ortak girişimlere tanınması ve bu başarıların nedenleri arasında sayılabilir. Ortak girişimlerin başarısının devamı ve artması, bu ülkelerde piyasa mekanizması şartlarının bir an önce oluşturulmasıyla yakından ilgilidir.
Bununla birlikte, pazarın istenen mal ve hizmetler için yeteri kadar geniş olup olmadığı, tarafların sorumluluklarını tam anlamıyla anlayıp anlamadıkları ve tarafların girişimin genel faaliyetleri hususunda anlaşıp anlaşmadıkları konularında kesin bir bilgiye sahip olmak için dikkatli incelemeler yapılmalıdır. Ortaya çıkabilecek bu çeşit problemler çözüldüğünde, girişimler daha fazla başarı şansına sahip olabilmektedirler.[21]
Batılı ülkelerin Eski Sovyetler Birliğine ortak girişimler yoluyla girerken uyguladıkları yöntemler, bu topraklar üzerinde varlıklarını devam ettiren ve düzenlemeler açısından hala eskinin tesirinden önemli oranda kurtulamamış olan yeni Türk Cumhuriyetlerine yönelik faaliyetler gerçekleştirilirken dikkate alınmalıdır.
4.3. Türkiye’nin Eski Sovyetler Birliği’ndeki Ekonomik Girişimleri
1937 yılında yapılan anlaşmayla başlayan Türk-Sovyet ticari ilişkileri 1982 yılına kadar kliring (bir tür takas anlaşması) esasına göre ve geleneksel ürünlere dayalı olarak yürütülmüştür. Eski Sovyetler Birliği’ndeki ilk Türk-SSCB ortak yatırım uygulaması 1989 yılında gerçekleşmiştir. 1990 yılında tescilli ortak girişimlerin sayısı 89 rakamına ulaşmıştır. Bankalar arası işlemlerde ise, ilk olarak 13 Temmuz 1990’da Türk Eximbank ile Sovyetler Birliği Dış Ekonomik İlişkiler Bankası arasında 350 milyon Dolarlık uzun vadeli yatırım (Müteahhitlik) kredisi anlaşması imzalanmıştır.
Rusya ile girişilen ihracat-ithalat rakamlarına bakıldığında ise bu pazarla ilişkilerimizin istenilen düzeyde olmadığı görülmektedir. 1990 yılı itibarıyla Türkiye’nin toplam ihracatının ancak binde 4’ü pazara yöneliktir. İthalatta ise binde 5 dolaylarındaydı. Öte yandan Türkiye’nin bu yıllarda Sovyet ticaret hacmindeki payı %1 rakamına bile ulaşmamıştı.[22] Gerek Rusya, gerekse yeni kurulan Cumhuriyetlerdeki nüfus ve satın alma gücü ile oluşturmaya başladığı büyük pazarda yeterli pay alınabilmesi için, ticaret hacmi ve ortak girişim sayısı sağlıklı bir biçimde artırılmalıdır.
5. Türkiye’nin ve Türk İşletmelerinin Yeni Türk Cumhuriyetleriyle Ekonomik İlişkilerinin Genel Bir Değerlendirilmesi
5.1. İlişkilerde Karşılaşılacak Zorluklar
Bilindiği gibi, bugün bağımsızlığını yeni kazanmış Türk Cumhuriyetleri, Eski Sovyetler Birliği’nde kapalı bir ekonomik ve politik yapı içinde yaşadıklarından, dış dünya ile ilişkileri son derece sınırlı olmuştur. Yıllardır Sovyet diktatörlüğünün sömürüsü altında kalmış bu genç Cumhuriyetler, merkezi bir ekonomik yapıya sahip olduklarından piyasa ekonomisine son derece uzaktır. Bu nedenle de piyasa ekonomisinin kurumlarına, girişimcilerine, uzmanlarına, mekanizmalarına ve çağdaş teknolojiye sahip değildirler.[23]
Öte yandan, ekonomilerinin eski Sovyet ekonomisi gibi bir bütün olarak değil, tek tek bağımsız cumhuriyetler olarak radikal yapılanmaya ihtiyaçları olduğu açıktır. Eski moda, kullanılmayan ve ekonomik olmayan üretim dallarını gözden geçirmeleri ve kaynaklarını mukayeseli avantajlar ilkesine göre transfer ederek, üretimlerini modernize etmeleri gerekmektedir. Sözü edilen bu gelişmelerin kısa sürede gerçekleştirilmesi ihtimali azdır. Bu süreçte belirleyici olan faktörler, ülkelerin ulaşmaya çalıştıkları serbest piyasa ekonomisinin dinamikleri olacaktır. Hangi faaliyetin gerektiğini, hangisinin gerekmediğini serbest ekonominin şartları belirleyecektir. Bu durum, dünyayla bütünleşme sürecinde bir takım sancılara sebep olabilecektir.
Serbest piyasa ekonomisine geçiş sürecinde, cumhuriyetlerin belli bir dönem için yatırım ve teknolojiye olan ihtiyaçları ön plana çıkmaktadır. Ellerindeki hammaddenin ve kaynakların üretime geçmesinin sağlanması için, dış sermaye yatırımlarına ihtiyaçları vardır. Bu ise, Türkiye ve onun aracılığı ile Avrupa, Japonya veya diğer ülkeler tarafından gerçekleştirilebilir.[24] Türk sanayicisi ortak yatırımlar yaparak, doğrudan Türk sermayesi ile girerek veya batılı ve Japon işletmelerle işbirliği yaparak bu pazarda yerini alabilir.
Türkiye’nin yeni cumhuriyetlerle başlattığı ekonomik yakınlaşmanın karşılaştığı zorluklardan birisi taşıma alanında ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin Azerbaycan ve Orta Asya Ülkeleriyle sınırları yoktur ve geçilecek üçüncü ülkelerde Türkiye ile bu devletler arasındaki yakınlaşmaya sıcak bakmamaktadırlar. Bu durum, Türk girişimcilerini bu ülkelerde üretim yapmaya, yani doğrudan dış yatırıma zorlayan unsurlardan biri olarak da değerlendirilmektedir.
Ticaret ve yatırım alanındaki bir diğer zorluk, bu ülkelere gidecek işletmeler ve iş adamlarının birbirleriyle irtibatının sağlanması ve ihtiyaç duyulan alanların belirlenmesi konusundaydı. Bu zorluğu aşmak için, Türkiye 1992 yılında yarı resmi nitelikli bir kuruluş olan Türk İşbirliği Kalkınma Ajansını (TİKA) kurmuştur.
Yeni Türk Cumhuriyetlerinin karşı karşıya oldukları ekonomik zorlukların aşılması, yüksek bir potansiyeli olan bu ülkelerin ekonomik bir blokta bütünleştirilerek küresel rekabete yönlendirilmesi ve dolayısıyla dünya sisteminde önemli bir oluşumun ön plana çıkarılması gündemdedir. Dünya güç dengesinin değişmesine yol açabilecek böyle bir süreç içinde Türk devletlerinin biraraya gelmesinde ve uzun dönemde bir “birlik” oluşturmasında Türkiye gibi etkin bir güce görev düşmektedir. Fakat, böyle bir görev için “Ağabeylik” rolüne soyunmak olumsuz neticelere ve zorluklara yol açabilir. Bilindiği gibi Rusya federasyonunun “ağabey”liğini tatmış olan Türk Cumhuriyetleri, yeni bir ağabey istememektedirler.
Olayın bir başka yönü de, bağımsızlıklarını henüz kazanmış devletlerin, binbir güçlükle kazanılan bu bağımsızlıklarından taviz verme anlamına gelecek oluşumlara sıcak bakmayacakları gerçeğidir.[25] Ancak sayılan bu zorlukları hesaba katarak ve doğru çözümlerini bularak başlatılacak bir oluşuma girişirken ise çekingenliğe gerek olmadığı savunulmaktadır. İngiliz olmayan uluslardan bir İngiliz Milletler Topluluğu (Commonvealth) yaratan İngiltere örneği varken, Türk Cumhuriyetlerinden bir Türk Uluslar Topluluğu oluşturmaya çalışmak, Türkiye için doğal bir davranış biçimi olarak algılanabilecektir.[26]
Dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta’da, yalnızca tarihi, kültürel ve duygusal unsurlara dayandırılarak bir Türk dünyası dayanışmasının oluşturulamayacağı gerçeğidir. Ortak kültür temellerine sahip olmakla birlikte, yüzlerce yıl devam eden ayrı Coğrafyalar ve ayrı sistemler içinde yaşamanın doğal sonucu olarak, Türk uluslarının yapısında büyük farklılıklar ortaya çıkmıştır. Şiveler büyük ölçüde farklılaşmıştır. Tek bir dine bağlı gibi görünen Türk dünyasında, tarih boyunca çeşitli zıtlaşmaların temelini oluşturmuş mezhep farklılıkları ve komünist sistemin etkisiyle ortaya çıkan yorum farklılıkları söz konusudur. Bu nedenlerden dolayı, Azerbaycan dışındaki diğer Türk ülkeleriyle olan ilişkilerde, Türkiye çok ciddi çabalar göstermek zorundadır diyebiliriz.
5.2. İlişkilerde Türkiye’nin Rolü ve Gerçekleştirdiği Faaliyetler
Hükümetlerin aktif tavırlar alması gerçeğinin bilincinde olan Türkiye, kendi ulusal politikasına uygun olarak, bu ülkeler arasındaki ekonomik, siyasi ve teknik işbirliğinde aktif bir rol oynamaktadır. BDT içindeki Orta Asya Cumhuriyetlerinin ekonomik ve sosyal açıdan yeniden yapılanma çabalarına yardımcı olmak üzere teknik yatırımda bulunmakta anlaşmalar yapmakta ve krediler açmaktadır.
Bağımsızlığını kazanan Türk Cumhuriyetlerinin temsilcisi gibi görülen Türkiye, tüm bu Cumhuriyetleri Birleşmiş Milletlere, AGİK’e ve diğer bazı uluslararası örgütlere kabul ettirmiştir. Bağımsızlıklarını ilk tanıyan ülke olmuş ve hemen ekonomik yardımları başlatmıştır. Türkiye ile Orta Asya Cumhuriyetlerinin hükümetleri arasında yapılan görüşmelerin peşinden, Türk Hükümeti bu kritik dönemde ülkelerin zorlukları aşmasına yardımcı olmak üzere mali ve teknik işbirliğinde olduğu kadar uzman yardımında da bulunmaya karar vermiştir.[27]
Oldukça karmaşık bir yapı arzeden bu şartların getirdiği zorlukları aşmak için Türkiye’nin başlattığı girişimlerden bir diğeri de, daha önce kısaca değinilen bir kurumun oluşturulup, hayata geçirilmesidir. Sovyetlerin dağılmasıyla ortaya çıkan yeni uluslararası yapıda, rehber konumunun gereklerini yerine getirmek ve özel sektörün bu ülkelerdeki faaliyet ve yatırımlarına yardımcı olmak amacıyla 24 Ocak 1992 tarihinde Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) yarı resmi bir kuruluş olarak Ankara’da kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığına bağlı ayrı bir tüzel kişiliğe sahip olan bu kuruluş, geç kalmış olmakla birlikte, Türkiye ile gelişmekte olan devletler ve özellikle Yeni Türk Cumhuriyetleri arasındaki ilişkilerde önemli bir boşluğu doldurmaya adaydır.
Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı, Türkiye ile gelişmekte olan ülkeler arasında ekonomik, ticari, teknik, sosyal, kültürel ve eğitim alanlarında işbirliğini, projeler ve programlar aracılığı ile geliştirmek ve ilgili işlemleri yürütmek üzere kurulmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucunda bağımsızlıklarını kazanan devletlerin ve bunların arasında özellikle Türk kültür ve dilini paylaşan ülkelerin, geçiş döneminde içinde bulundukları durum, Türkiye’nin işbirliği faaliyetlerini geliştirmesi için stratejik bir fırsat penceresi oluşturmaktadır.[28]
5.3. İlişkilerin Geleceği Ne Olabilir
Türkiye, öncelikle bölgesel dengeler ve Sovyet sisteminden geriye kalanlarla ilişkiler açısından, Türk Cumhuriyetlerinin kendisine nasıl baktığını iyi analiz etmek zorundadır. Sovyet sisteminin sona ermesinden sonra, bir geçiş süreci olarak uygulamaya konulan Bağımsız Devlet Topluluğu’nun fazla uzun sürmesi beklenmemektedir. Birazda Rusya’nın zorlaması sonucu ortaya çıkan bu yapının muhtemel çöküşünden sonra, Türk Cumhuriyetleri için dikkate alınması gereken yollardan biri, siyasi ve daha büyük oranda ekonomik bir birlik haline dönüşmektedir. Bu varsayım, küresel gidişin kaçınılmaz ürünleri olan bölgesel bloklaşmalar gerçeğine uygun düşmektedir.
Zaten gelecekte milyarlık bir Çin gücüyle, gücünü büyük ölçüde koruyan Rusya arasında beş ayrı devletin bağımsız statüsünü sürdürebileceğini düşünmek biraz zordur. Bu büyük güçler arasında dengeyi sağlayabilecek tek çözüm, mümkün olduğu ölçüde siyasi nitelikli veya en azından ekonomik nitelikli bir Türk Topluluğu oluşturulması olacaktır. Günümüzde siyasi bağımsızlık, bir ülkenin gelişmesinde önemli bir etken olmakla birlikte, tek başına yeterli olmamakta, dünya pazarındaki aşırı rekabete direnç gösterebilecek sağlam bir ekonomiyle desteklenmesi gerekmektedir. Türk Cumhuriyetlerinin ayrı ayrı bu işi başarabilmeleri çok güç görülmektedir.[29]
Böyle bir topluluğun oluşmasında en önemle faktör, Yeni Türk Cumhuriyetlerinin sahip olduğu zengin iktisadi kaynaklarını, piyasa ekonomisi tecrübesini yıllardır yaşayan Türkiye ile birlikte değerlendirme isteklerinin olup olmadığıdır. Cumhuriyetlerin her biri kendi başına hareket ettiğinde, iktisadi gelişme çabalarında yeterli derecede başarı sağlayabilmeleri oldukça şüpheli görülmektedir. Sahip oldukları imkanları birleştirdikleri takdirde, söz konusu ülkelerin iktisadi ve politik gelişmelerinin çok daha kolay ve hızlı bir şekilde gerçekleşebileceği tahmin edilmektedir.
Türkiye’nin uzun yıllardan beri kazandığı piyasa ekonomisi tecrübesi, bu ülkelere aktarılabilir ve uygulanabilir. Tecrübeye ve bilgiye sahip kurum ve kişilerden bu konuda istifade edilebilir. Bu karşılıklı dayanışma ve yardımlaşma hareketi belli bir program çerçevesinde yürütülebilirse, kuşkusuz çok daha yararlı sonuçlar doğurabilecektir.
Türkiye, müslüman bir ülke olması sebebiyle Orta Asya Devletleri’ne, Slav devletlerinden daha yakındır. Türkiye, ayrıca laik bir ülke olarak, İran ve Suudi Arabistan gibi kökten dinciliğin hakim olduğu ülkelerle kıyaslanınca, 70 yıl boyunca Ataist düşüncelerle yoğrulmuş ülkeler açısından yeni politik düşüncelere geçişte, daha iyi bir model olarak görülebilir. Türkiye’nin faaliyetleri, bölgedeki kökten dinci etkiyi geriletmek amacıyla Avrupa Birliği’ne üye devletler ve ABD tarafından da zaman zaman desteklenmektedir.[30]
Uzun dönemde gerçekleştirilmesi düşünülen bir Türk Topluluğu’nun ilk ve temel adımı ekonomik alanda gerçekleştirilebilir. Özellikle kâr amaçlı yaklaşımı esas alan özel sektör desteklenmelidir. Böylelikle, serbest piyasa ekonomisinin gerçeklerine uygun ekonomik yapılar vasıtasıyla daha sağlıklı ilişkiler oluşturulabilir. Yeni Türk Cumhuriyetleriyle Türkiye arasında mevcut olan, fakat tek başına yeterli olmayan kültürel ve tarihi yakınlık hayata daha canlı bir biçimde geçirilebilir. Türkiye, özel sektörün bölgedeki siyasi istikrarsızlıktan korkmadan yatırım yapabilmesini sağlamak için, devlet tarafından garanti mekanizmalarını işletmelidir. Aksi halde bunu gerçekleştiren ve bölgeye bizden daha uzak olmayan Avrupa ve Uzak Doğu ülkeleri, Türkiye’nin bu bölgeye, ekonomik olarak etkin bir şekilde girmesine izin vermeyeceklerdir.[31]
6. Türk işletmelerinin Yeni Türk Cumhuriyetleri Pazarına Giriş Sebepleri ve Giriş Yöntemleri
6.1. Giriş Sebepleri
Türk işletmelerinin Yeni Türk Cumhuriyetlerinde faaliyette bulunmalarını teşvik edici uygun bir ortamın varolduğu ileri sürülmektedir. Bu ortamı hazırlayan sebeplerin bazıları ülkeler arasındaki ortak değerlerden; bazıları ise Türk işletmelerinin ya da gidilecek ülkelerin kendi özel istek ve hedeflerinden kaynaklanmaktadır.
6.1.1. Ortak Değerler
Küreselleşme sürecinin önemli alt sistemleri içinde sayabileceğimiz bloklaşma hareketlerinden birinin, Türkiye önderliğindeki yeni cumhuriyetler arasında gerçekleşmesi ihtimali ileri sürülmektedir. Ülkelerin tarihi, kültürel ve etnik yakınlıkları ve birbirlerine sıcak bakışları böyle bir bölgesel birliğin alt yapısını oluşturabilir. Ülkeler arasındaki kültürel yakınlıklar, bu ülkelerde faaliyette bulunacak olan işletmelerin yönetimsel davranışlarıyla ve yönetimsel felsefeleriyle uyumun sağlanmasına destek olabilir. Bu yakınlık, geniş anlamıyla teknik bilginin aktarılmasını da içeren teknoloji transferini kolaylaştırabilir ve işletmelerin hükümetle olan ilişkilerinde olumlu sonuçların alınmasını sağlayabilir.
Küresel işletmelerin faaliyetlerini etkileyen çevresel unsurların içinde yer alan sosyo-kültürel unsurlar yönünden bakılınca Türkiye ile Yeni Cumhuriyetlerin pek çok benzer yönü görülebilir. Gerek Türkiye, gerek bu ülkeler yüksek güç aralıklı toplumlardır; belirsizlik çekinceleri yüksektir; düşük bireyselcilik anlayışına sahiptirler ve geleneksel erkek değerleri ön plandadır. Sayılan bu ortak sosyo¬kültürel yönler nedeniyle, Türk işletmelerinin bu toplumlara uyum sağlaması ve daha rahat hareket etme imkanı bulmaları mümkün olabilir.
Öte yandan, küresel işletmelerin faaliyette bulundukları ülkelerden en çok dikkat ettikleri “politik risk” faktörü açısından, bu ülkeler Türk işletmeleri için oldukça uygun bir yapı arzeder. Çünkü, politik riskin temelinde kültür farklılıkları, milli ideolojilerin uyuşmazlıkları, siyasi ufuk farklılıkları ve milli egemenlik anlayışındaki farklılıkların doğurduğu çatışmalar yatmaktadır. Ayrıca, Türkiye ile Yeni Türk Cumhuriyetleri arasında yapılan ve politik risklere karşı işletmelere güvenceler veren ikili anlaşmalar göstermektedir ki, bu ülkeler arasında karşılıklı bir güven ortamı ve işbirliği için istek mevcuttur. Bu da politik riskin aza indirgenmesinde önemli bir faktör olarak görülmektedir.
Ülkeler arası bloklaşmalara giden bir yolun ilk adımının genellikle ekonomik birliklerden geçtiği, dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan örneklerden gözlenmektedir. Serbest rekabet ve açık pazar ekonomisi kuralları içinde gerçekleştirilmesi gereken ekonomik bütünleşme sürecinin önemli bir adımı ise sermaye ve teknoloji gibi üretim faktörlerinin bölge içinde dolaşımını sağlayacak olan özel sektör işletmelerinin etkin biçimde devreye sokulabilmesidir. Daha geniş ekonomik sınırlara ulaşmayı hedefleyen bu tip bloklaşmaların oluşturulmasında, ulus-devlet sınırlarını aşabilen ve çeşitli ülkelerdeki faaliyetlerini birbirleriyle ilişkilendirebilen küresel nitelikli işletmelerin önemli roller üstlenebileceği sanılmaktadır. Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasında oluşturulabilecek olan böyle bir ekonomik işbirliği sayesinde, tarafların birinde mevcut olan teknoloji, sermaye ve bilginin, diğerlerinde mevcut olan doğal kaynaklar ve ucuz emekle birleştirilmesi mümkün olabilir.
6.1.2. Türk İşletmelerinden Kaynaklanan Sebepler
Ülke içinde yeterli büyüklükteki pazara sahip olmayan, dolayısıyla yeterli talebe ulaşamayan Türk işletmeleri için, Yeni Türk Cumhuriyetleri daha geniş bir pazar ve büyük bir tüketici potansiyeli demektir. Türkiye’deki taleple tam istihdama ulaşamayan ve ölçek ekonomilerinin avantajlarından faydalanamayan gelişmiş Türk işletmeleri için daha büyük bir pazara açılma işlemi, hem kendi başına önemli bir aşama sayılabilir, hem de gelişmiş ülkelerin işletmeleriyle küresel bazda girişilecek olan rekabetin ilk etabı olarak görülebilir.
Ülke sınırı dışında oluşan yeni pazarlara kavuşmanın dışında, bu ülkeler Türk işletmeleri için yeni sermaye imkanları da yaratabilir. Özellikle orta ve küçük ölçekli işletmelerin, bu ülkelerin aynı nitelikteki işletmeleriyle gerçekleştirecekleri ortak girişimler sayesinde yeni sermaye adacıkları oluşturulabilir.
Yeni küresel işletmeler niteliğinde değerlendirilebilecek olan Türk işletmelerin, bu pazarın içinde veya dünyanın başka bir bölgesinde, geleneksel küresel işletmelerle rekabet edebilmesinde temel avantajlardan biri uygun maliyet ve uygun fiyattır. Yeni Cumhuriyetlerin büyük doğal kaynaklar potansiyeli, bu ülkelerde girişimlerde bulunacak Türk işletmeleri için ucuz hammadde anlamına gelmektedir. Buna, bu ülkelerdeki ucuz işgücü faktörünü de ilave ettiğimizde, düşük maliyetlerle üretim yapılabilmenin mümkün olduğunu görebiliriz.
Türk işletmelerinin karşılaştırmalı avantajlarını oluşturan unsurlardan bir diğeri uygun yer seçimidir. Küresel işletmeleri açıklayan teorilerden biri olan yerleşim teorisi, işletmelerin yerleşmek için seçtikleri pazarları tercih etme sebepleri üzerinde durur. Yukarıda sözü edilen ucuz emek ve hammaddenin yanı sıra, taşıma masraflarını da azaltan böyle yakın bir pazara yönelen Türk işletmelerinin nispi avantajlarını artırabilecekleri öne sürülmektedir.
Bilindiği gibi geleneksel küresel işletmelerin doğrudan dış yatırımlarının çok önemli bir bölümü gelişmiş ülkelere akmaktadır. Dolayısıyla, az gelişmiş bölge özellikleri taşıyan bu pazarlara, kısa zamanda çok yoğun bir biçimde büyük Batılı girişimcilerin girmesi beklenmemektedir. Geleneksel küresel işletmelerin egemen olduğu bölgelerde, bunlarla rekabet etmesi güç olan Türk işletmelerinin, henüz ortaya çıkan bu pazarlarda böyle bir zorlukla yoğun biçimde karşılaşması uzak ihtimaldir.
Meseleye sektörel bazda bakıldığında, Türk işletmelerinin yüksek teknolojiyi ve çok büyük sermayeyi gerektirmeyen alanlarda faaliyetlerini yoğunlaştırmakta olduğunu görüyoruz. Batılı küresel işletmelerle doğrudan rekabete girişilmesi zor olan sektörlerde de, kültürel yakınlığın kendilerine verdiği avantajlar Türk işletmeleri tarafından değerlendirilmektedir. Özellikle, bu ülkelerde kendilerine olan güveni arkasına alan işletmeler, Batılı işletmelerin’de içinde bulunduğu çok taraflı büyük ortaklık ve konsorsiyumlara katılmakta, hatta bunların yönlendiricisi olmaktadırlar.
Gelişmekte olan ülkeler grubunda yer alan Yeni Türk Cumhuriyetlerinin ülkelerinde yapılacak yatırımlar konusunda tercihlerinin yeni küresel işletmelerden yana olacağı ileri sürülebilir. Özellikle ilişkileri göz önüne alındığında, Türk işletmelerinin bu konuda şansı olduğu söylenebilir. Bu durumun sebeplerini şöyle sıralamak mümkündür.
- Rusya tecrübesini taşıyan bu ülkeler, kendilerini yeniden sürekli dış bağımlılık tehlikesi ile karşı karşıya bırakabilecek dev boyutlu yatırımlara şüphe ile bakmaktadırlar. Küresel yatırımlar konusunda çok büyük tecrübeleri ve ortaklıklarda kesin söz sahipliğini isteyecek belirgin ekonomik ve teknolojik üstünlükleri olmayan Türk işletmeleri bu endişeleri azaltabilir. Bir başka deyişle, gelişmekte olan Yeni Cumhuriyetler, yeni gelişmekte olan küresel bir ülke kökenli Türk işletmelerini, eski sömürgeci efendilerinin işletmelerinden bir kurtuluş olarak görebilir ve sıcak karşılayabilirler.
- Türk işletmelerinin getireceği teknoloji, Batılı işletmelerinkinden daha fazla emek yoğundur. Bu teknolojinin, bir yandan, benzer altyapıya sahip olan bu ekonomilere uyarlaması kolaylıkla yapılabilirken; öte yandan, bu ülkelerde yaşanan istihdam problemlerinin çözümüne katkıda bulunulabilir.[32]
- Yeni küresel işletmeler yerel problemler konusunda, geleneksel küresel işletmelerden daha duyarlıdır. Kendi ülkelerinde yabancı sermayeye karşı oluşan hassasiyeti bildiklerinden, aynı şeye gittikleri ülkede dikkat ederler. Öte yandan, yeni küresel işletmeler de, yerel ortaklarından daha az çekinirler. Çünkü, bunlar gelişmiş teknoloji ve stratejilerin yerel ortaklar tarafından öğrenilmesi gibi konularda, küresel işletmeler kadar endişelere sahip değildirler.
Gelişmekte olan evsahibi ülkeler, dış yatırımların kendilerini sürekli dış bağımlılığa maruz bırakmasını istemezler. Geleneksel küresel işletmelerin giriştiği yatırımlar bu açıdan daha uzun vadeli ve bağlayıcı olarak görülmektedir.[33]
- Bazı iddialara göre, yeni küresel işletmeler ilk ilişkilerini etnik bağlar vasıtasıyla kurarlar. Pek çok durumda bu ilişki, yeni küresel işletmelerin sosyal problemlere sebep olan, yerel azınlık gruplarıyla yakından ilgili olması anlamındadır. Örneğin, ekonomik yönden avantajlı olmalarına rağmen, Hindistanlı işletmeler B. Afrika’da, Taiwanlı ve Singapurlu işletmeler Endonezya’da soğuk karşılanırlar. Bunlar, hükümetler tarafından, yerel azınlık gruplarının güçlenmesine katkıda bulunuyorlarmış gibi değerlendirilebilirler. Bu durumun aksine, dünyanın bazı yönlerindeki az gelişmiş ülkeler, diğer az gelişmiş ülkelerin işletmelerini ve özellikle etnik yakınlıkları olanları, tanıdık ABD veya eski sömürgeci efendilerinin işletmelerinden bir kurtuluş olarak görüp, sıcak bir şekilde karşılayabilirler. (Wells,1977, s.152)
Yeni küresel işletmelerin ilk ilişkilerini kurarken, gelişmekte olan ülkelerdeki etnik bağlardan yararlandıkları iddiaları ve bu ülkelerin eski sömürgeci efendilerinden kurtulma arzuları birlikte değerlendirildiğinde, Türk küresel işletmelerinin, Sovyetler Birliği’nin baskısından kurtulan yeni Türk Cumhuriyetlerindeki avantajlı konumları ortaya çıkmaktadır.
6.2. Giriş Yöntemleri
Yeni pazarlara giriş kararı veren küresel işletmelerin izleyecekleri bazı yöntemler vardır. İlk yöntem işletmenin kendi ülkesinde ürettiği malı ihraç etmesi, yani ticaret yapmasıdır. İşletmelerin ikinci olarak lisans ve teknik anlaşmalar yoluyla dış pazarlarda etkinliklerini arttırabilirler. Ticari marka, patent ve teknolojik süreci kullanma haklarıyla ilgili olduğundan lisans ve teknik anlaşmalar daha çok gelişmiş ülke küresel işletmelerinin başvurduğu bir yöntem olarak gelişmiştir. Türk işletmelerinin yeni Cumhuriyetlerde asıl kullandıkları yöntem ise, doğrudan yatırımlar olarak ortaya çıkmaktadır.
6.2.1. Ticaret
Türk dünyasının ekonomik işbirliğinin önemli sahası, başlangıçta ticaret olarak görülmektedir. Yeni Türk Cumhuriyetleri arasında ticaret ilişkilerinin kurulması ve hızla arttırılması için oldukça büyük ve elverişli imkanlar vardır. Çünkü bu ülkelerin ekonomileri, ticaret açısından tamamıyla biri diğerini tamamlamaktadır. Türkiye ise, nispeten gelişmiş teknolojik yapıya ve sanayi ve tarım ürünleri üretimi potansiyeline sahiptir. Fakat bazı hammaddelere ihtiyaç duyulmaktadır. Diğer Türk Cumhuriyetleri büyük hammadde kaynaklarına sahip iken teknoloji ve sermaye konusunda yetersizdirler. Bütün bunlar göstermektedir ki, bu ülkelerin açıkları ve fazlalıkları ticaret yoluyla birbirinin ihtiyaçlarını karşılayacak durumdadır. Bu şekilde bir ticaret, bütün taraflara fayda sağlayacak ve Türk dünyasının hızla güçlenmesine yardımcı olacaktır.[34]
Sovyetler Birliği içinde bulundukları dönemden başlayarak Yeni Türk Cumhuriyetleriyle geliştirilen ticari ilişkiler, bağımsızlık döneminde artarak devam etmiş ve önemli bir potansiyele ulaşmıştır. Buna karşın Yeni Türk Cumhuriyetlerindeki yasal düzenlemelerin, bankacılık, sigortacılık ve kambiyo sisteminin henüz yetersiz olması ticareti zorlaştıran unsurlar olarak ortaya çıkmaktadır. Nakliye konusundaki problemler, geçilmesi gereken üçüncü ülkelerin takındığı olumsuz tavırlar ve ülkelerdeki döviz kıtlığının sebep olduğu takas sistemi, bu ülkelerle yapılan ticareti zorlaştıran diğer faktörlerdir.[35]
6.2.2. Doğrudan Dış Yatırımlar
Başta ihracatta karşılaşılan korumacılık tedbirleri olmak üzere, ulaştırmadaki problemleri ve diğer zorlukları aşmak için başvurulan doğrudan dış yatırım yöntemlerinden ilki “Bağlı İşletmeler” kurmak, ikincisi “Ortak Girişimler” de bulunmaktadır.
Yerel ortaklıklara güvenmeyen, bunların yönetiminde kabiliyetli olmadıklarını gören, yerel işletmelerin yetersiz olduğunu tespit eden ve yerli ortaklarla çatışmaya girebileceğini düşünen girişimciler yatırımda bulunacakları ülkelerde kendilerine bağlı işletmeler kurarlar. Yeni Türk Cumhuriyetlerindeki belirsiz yapı ve geçiş döneminin zorlukları karşısında, bu ülkeye giden diğer yabancı girişimciler gibi, Türk işletmeleri de bağlı işletmeler kurmuşlardır. Bununla birlikte yapılan araştırmalar göstermiştir ki, Türk işletmeleri doğrudan dış yatırım yöntemi olarak gittikçe belirginleşen bir tarzda Ortak Girişimler kurma eğilimine yönelmektedirler. Bu eğilimin temel sebeplerin şöyle sıralanabilir.
- Uzun süreli ülke dışı tecrübesi olan büyük ölçekli geleneksel küresel işletmeler, kontrolün tamamen kendilerinde olması isteğiyle, bağlı işletme türü doğrudan dış yatırımların kurulmasını arzu etmektedirler. Oysa Türk işletmeleri gibi dış yatırım tecrübeleri yeterince gelişmemiş olan yeni küresel işletmeler, politik ve ekonomik riski azaltmak için ortak girişim yöntemine eğilim göstermektedirler. Yeni küresel işletmelerin sınırlı kapasiteleri de, bu eğilimde belirleyici rol oynamaktadır. İşletme sermayesi, fabrika ve bazı ekipmanlar gibi eksiklikler yerel ortaklar sayesinde giderilmeye çalışılmaktadır.
- Serbest piyasa ekonomisine geçiş dönemini yaşayan ve politik risk açısından sakıncalar taşıyan Yeni Cumhuriyetlerde, kamulaştırma gibi risk ihtimallerini en aza indirgeyecek önlemlerden biri olarak, yine ortak girişimler gündeme gelmektedir.
- Küresel işletme stratejileri konusunda geliştirilen yöntemler göstermiştir ki: Uluslar arası ortamda, geleneksel küresel işletmelere karşı, yönetim, ar-ge, pazarlama gibi içsel; ekonomik ve sosyal değişimlere uyum gibi dışsal alanlarda zayıf olan yeni küresel işletmelerin uygulayacakları en uygun strateji “ortak girişimlerde” bulunmaktadır.
Sayılan bütün bu faktörler göz önüne alındığında, Türk işletmelerinin Yeni Türk Cumhuriyetleri pazarlarına girerken kullanacakları en uygun yöntemin “ortak girişimlerde bulunmak” (Joint Venture) olacağı ileri sürülebilir.
7. Sonuç
Küresel sürecin rasyonel gerçekleri çerçevesinde gerçekleştirilecek akılcı yaklaşımlar sayesinde, yakın bir gelecekte Türk dünyasının güçlü bir ekonomik blok haline dönüşmesi mümkündür. Türkiye’nin uzun yıllardan beri kazandığı piyasa ekonomisi tecrübesi bu ülkelere aktarılıp uygulanmalıdır.
Türk sanayicisi ortak yatırımlar yaparak, tamamen Türk sermayesi ile girerek, Batılı veya Japon işletmelerle işbirliği yaparak, bu ülkelerin sermaye ve teknolojiye olan ihtiyaçlarını karşılayabilir ve bu pazardaki yerini gerektiği ölçüde alabilir ve almalıdır.
Yeni Cumhuriyetler için uygun bir model özellikleri taşıyan Türkiye, bu ülkelerle karşılıklı dayanışma ve yardımlaşma hareketlerini belli bir program çerçevesinde yürüttüğü takdirde, yararlı sonuçlar elde edebilir. Bu sürecin alt yapısı oluşturulurken, atılacak ilk ve en gerekli adımlardan biri, Türk işletmelerinin bu ülke pazarlarına sağlıklı bir biçimde girmeleri olarak değerlendirilebilir.
Özellikle kâr amaçlı yaklaşımı esas alan özel sektör vasıtasıyla, serbest piyasa ekonomisinin gerçeklerine daha uygun ve tutarlı ilişkiler kurabilir. Yeni Cumhuriyetlerle Türkiye arasında mevcut olan, fakat tek başına yeterli olmayan kültürel ve tarihi yakınlık, ekonomik işbirliğinin öncülük ettiği bir “Türk Bölgesi”ne dönüştürülebilir.
Nevşehir Valisi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 18 Sayfa: 935-945