Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Suriye Selçuklu Melikliği

0 19.746

Prof. Dr. Ali SEVİM

Uvakoğlu Atsız Devri

Suriye Selçuklu Melikliği henüz kurulmadan önce Suriye’ye ilk Türk girişini, Türkmen kuvvetleriyle Hanoğlu Harun, daha sonra Bekçioğlu Afşin ve Sunduk Beyler, Filistin’e de Kurlu et- Türkî gerçekleştirmişlerdir. Özellikle Kurlu Bey, beraberindeki Türkmen beyleriyle Suriye üzerinden Filistin’e gelip, başkenti Remle olan Büyük Selçuklu Devleti’ne tâbi bir Türkmen Beyliği kurmuş (1070) ve onun ölümü (1071) üzerine de beyliğin başına Uvakoğlu Atsız Bey geçmiştir. Oğuzların Kınık boyuna mensup olduğu, ilk kez tarafımızdan tespit edilen Atsız Bey, Suriye ve Filistin’deki Mısır Fatımî hükümranlığına son vermek suretiyle bu ülkelerin ilk kez Selçuklular tarafından fethini ve burada kurulan Türkmen Beyliği’nin sınırlarını genişletmek suretiyle Selçuklu Melikliği’ne dönüştürmeyi başarmıştır. Atsız Bey, askerî harekâta başlayarak yeniden Fatımîlerin eline geçen Remle’yi ele geçirdikten hemen sonra Filistin’in en önemli ve merkezî durumundaki Kudüs’e yürüyüp kuşatmış, fakat şehirdeki Fatımî valisinin Türk olması dolayısıyla kendisine bazı yerlerin yönetimini vermek suretiyle onunla bir anlaşma yaparak şehre girip Abbasî halifesi ve sultan Alp Arslan adlarına sünnî hutbesi okutmaya başlatmıştır (1071 sonları); ayrıca Kudüs’ü Selçuklu Melikliği’nin başkenti yapmıştır.

Atsız Bey, Kudüs’ün fethinden sonra Suriye’nin en önemli kenti olan Dımaşk (Şam)’ı ele geçirmek amacıyla devamlı olarak baskı altında tutmakta idi; bu arada da o, Filistin kıyı kenti olan Akkâ’yı kuşatıp sıkıştırmaya başladı. Çok geçmeden kendi emrindeki emîrlerden olan Şöklü, şehrin eski valisi olup Fatımî halifeliği vezirliğine atanan Bedrülcemalî’ye kızgınlıkları nedeniyle şehir ileri gelenleriyle bir anlaşma yapmak suretiyle kuvvetleriyle Akkâ’ya girip hâkim oldu (Ekim/Kasım 1074). Fakat Şöklü, emrinde bulunduğu Atsız’a isyan durumuna geçerek Akkâ’da bağımsız bir beylik kurma planları yapmaya başladı ve Dımaşk Fatımî valisi Muallâ ibn Münzev ve bir kısım Kilâboğulları kabile reisleriyle anlaşarak Atsız’a karşı bir ittifak yaptı. Şöklü’nün kendi aleyhine bütün bu girişimlerini yakından işleyen Atsız, Akkâ’ya yakın bir yörede müttefiklerinden yoksun olarak bastırdığı Şöklü’yü yenilgiye uğrattı (Nisan/Mayıs 1075), fakat onu izlemeyip yeniden Dımaşk’a yönelip kuşatma ve sıkıştırmaya devam etti. Öte yandan Şöklü, bu sıralarda Güney-doğu Anadolu’da fetihler yapmakta olan adı bilinmeyen Kutalmışoğulları’ndan birisine bir mektup yazıp onu Filistin’e davet etti. Bu daveti kabul eden Kutalmışoğlu, bir kardeşi ve amcaoğlu ile birlikte Taberiyye’de savaş hazırlıkları yapmakta olan Şöklü’ye katıldılar; bunlar, yardım sağlamak amacıyla da “Şiî Mısır Halifeliği’ne bağlı ve tâbi olduklarını” resmen açıkladılar. Bütün bunları yakından izleyen Atsız, Şöklü ve müttefiklerine karşı harekete geçip onları Taberiyye’de ağır bir yenilgiye uğrattı (1075); tutsak aldığı Şöklü ve bir oğlunu derhal öldürtmüş, iki Kutalmışoğlu ile amcaları oğlunu koruma altına alıp durumu tâbi olduğu Büyük Selçuklu Devleti sultanı Melikşah’a arzetti. Şöklü sorununu böylece çözümleyen Atsız, melikliğinin sınırlarını genişletmek amacıyla Haleb Mirdasoğulları emîrliğine bağlı Rafeniyye ile Fatımî yönetiminde bulunan Trablusşam ve Sur kentlerini ele geçirip Selçuklu Sultanı ve Abbasî halifesi adlarına sünnî hutbesi okutmaya başlatmıştır (1075/76). Bu arada sultan Melikşah’ın “Atsız’ın yerine, kardeşi Tâcüddevle Tutuş’u Suriye Selçuklu Melikliği’ne ataması” kararına karşı, Atsız’ın etkili ve anlamlı bir mektubu sultana göndermesi ve vezir Nizamülmülk’ün de Atsız’ı desteklemesi üzerine sultan, bu kararından vazgeçmiştir.

Atsız Bey, Suriye ve Filistin’in önemli konumdaki kentleri olan Kudüs, Remle, Taberiyye, Trablusşam, Sur, Akkâ, Humus ve Rafeniyye’yi fethedip Melikliği’nin sınırları içine aldıktan sonra 1070/71 yılından beri kuşatıp baskı altında tuttuğu Dımaşk’ı şehirdeki sivil ve askerî yöneticilerle halk arasındaki anlaşmazlık üzerine askerî birlikler komutanı ve şehrin ileri gelen yöneticileriyle vardığı anlaşma sonucunda, kente ve kalesine savaşmaksızın hâkim olmuş (Haziran/Temmuz 1076) ve Melikliği’nin başkentini Kudüs’ten Dımaşk’a nakletmiştir. Atsız, sıkıntı içinde bulunan halka yiyecek maddeleri getirttikten başka özellikle şehrin tahrip olan yörelerindeki konak yerlerini onartmıştır.

Askalan ve Yafa dışında, Filistin ve Suriye’nin önemli kentlerini fethile buralardaki Fatımî egemenliğine son veren emîr Atsız, şiî inançlı Fatımî devletine son vermek amacıyla Mısır’a bir sefer düzenleme hazırlıklarına başladı; bunda, Fatımî veziri Bedrülcemalî’nin izlemesinden kurtulup bir miktar askerle Mısır’dan kaçarak kendisine katılan İldenizoğlu’nun ikna ve teşviklerinin de etkisi olmuştu. Emîr Atsız, Mısır’da iç karışıklıkların sürüp gitmekte olduğu 1076 yılı başlarında, beş bin kişilik bir orduyla kıyı kesiminden ilerleyerek Fatımî kenti Rîf’e ulaştı ve 50 gün süren bir kuşatmadan sonra kenti fethetti, daha sonra da ileri harekâtını sürdürerek Kahire yakınlarına ulaştı (Ocak 1077 sonları). Fakat bu arada ordusunda bulunan Bedr b. Hâzım, iki bin kişilik Arap kuvvetiyle ordudan ayrılıp Kahire’ye giderek Fatımî ordusuna katıldı; ayrıca Mısır’a sığınan Şöklü’nün babası, Atsız’ın ordusunda bulunan yediyüz Türkmen atlısıyla ilişki kurup onları Fatımî ordusuna katılmaya razı etti; bu arada Fatımî veziri Berdülcemalî’nin sevkettiği iki bin atlı kuvveti, Atsız tarafından yenilgiye uğratıldı. Fakat bir süre sonra Kahire önlerinde yapılan savaşta, yedi yüz Türkmen atlı kuvvetinin Fatımî ordusuna katılması sonucunda Atsız, son derecede ağır bir yenilgiye uğradı ve beraberindeki çok az bir atlı kuvvetiyle Gazze ve Remle üzerinden Dımaşk’a gelmeyi başardı (Şubat 1077). Fakat Kahire yenilgisi üzerine, özellikle Filistin şehirlerindeki genellikle Arap yöneticiler, derhal Mısır Fatımî halifeliğine tâbi olmuşlardır. Bu olumsuz sonucun en önemli nedeni, kısa bir zamanda ve çok az bir askerî kuvvetle fethedilen Suriye ve özellikle Filistin’de mülkî ve askerî bakımlardan tam anlamıyla sindirilmiş bir Selçuklu egemenliği kurulamamış olmasıdır. Fakat buna rağmen Atsız, Anadolu’dan gelip kendisine katılan Türkmen kuvvetleriyle harekete geçerek başta Kudüs olmak üzere, kendisine isyan durumuna geçen Remle, Arîş, Gazze, Rîf, Yafa ve sait kent ve kalelere yeniden hâkim olmuştur.

Suriye Selçuklu meliki Atsız’ın Mısır seferinde yenilgi ve bozgun haberini alan sultan Melikşah, onun çarpışmalar sırasında öldürülmüş olabileceği düşüncesiyle kardeşi Tâcüddevle Tatuş’u Suriye Selçuklu Melikliği’ne atadı. Bunun üzerine Tutuş, Suriye’ye gitmek üzere Diyarbakır’a geldiği zaman “Atsız’ın ölmeyip Suriye’ye geri döndüğü” haberini alınca durumu, derhal sultan Melikşah’a bildirdi;

ayrıca Atsız’ın da kendisine gönderdiği mektubu alan sultan, Tutuş’a bir mektup yazıp “Atsız’ın yönetimindeki Orta-Suriye ve Filistin’e yürümeyip Haleb ve çevresine yönelmesini” bildirdi, Tutuş da sultanın bu emri gereğince Menbic’i aldıktan sonra Haleb üzerine harekete geçti. Öte yandan Filistin ve Suriye’yi yeniden ele geçirmek isteyen Fatımî veziri Bedrülcemalî, 1077/78 yılında, Nasruddevle el- Cüyûşî kumandasında Dımaşk’ı almak amacıyla sevkettiği ordunun başarısızlığı sebebiyle Ekim 1079’da ikinci kez gönderdiği büyük bir ordu, Filistin’i istilâ ve işgal ettikten sonra Atsız’ın savunduğu Dımaşk’a yürüyüp şehri kuşatma ve sıkıştırmaya başladı. Fatımî ordusunun çokluğu karşısında güç duruma düşen Atsız, bu sırada Haleb’i kuşatmakta olan Tutuş’tan yardım isteğinde bulundu, o da bunu kabul ile kuvvetleriyle birlikte Dımaşk’a yöneldi; bunun üzerine Fatımî ordusu, derhal Mısır’a dönmek zorunda kaldı. Öte yandan Atsız, Tutuş’u kent dışında karşılayıp itaat arzetmiş ve Dımaşk’ı ona vermişti. Fakat şehre giren Tutuş, Atsız ve kardeşinin kendisine karşı bazı şüpheli hareketleri nedeniyle kardeşiyle birlikte Atsız’ı yayının kirişiyle boğdurtmak suretiyle öldürttü. Atsız’ın böylece bertaraf edilmesinden sonra Tutuş, onun yönetimindeki bütün Suriye ve Filistin kentlerine hâkim duruma geçmiştir (1079).

Tâcüddevle Tutuş Devri

Daha önce de kısmen genel olarak ifade edildiği üzere, sultan Melikşah’ın, Suriye Selçuklu Melikliği’ne ataması, hattâ Mısır ve Mağrıb’ı da fethetmesi buyruğu üzerine bu sırada Gence Selçuklu valisi bulunan Tâcüddevle Tutuş, beraberinde, kuvvetleriyle birlikte Bekçioğlu Afşin, Sunduk, Demleçoğlu Mehmet, Duduoğlu, Tutak, Türkman, Aytekin es-Süleymanî vs. adlı Türkmen beyleri olduğu hâlde, Kuzey-Suriye’ye yönelip Mirdasî emîri Sabık’ın yönetimindeki Haleb’i kuşatmaya başladı, fakat kendisine katılan vasal Musul emîri Müslim’in kendisi aleyhine olumsuz hareket ve davranışları üzerine Diyarbakır yörelerine gitmiş ve Müslim’i sultan Melikşah’a şikâyet edip ondan yardım istemişti. Bunun üzerine sultan, Tutuş’un beraberinde bulunan Aytekin es-Süleymanî’yi yanına çağırtmış ve ondan Müslim’in tutum ve davranışları hakkında bilgi almıştır (1079).

Kuzey-Suruye’de giriştiği bu ilk hareketinde başarılı olamayan Tutuş, bir süre sonra yeniden Kuzey-Suriye’ye yönelip Menbic, el-Fâyâ, ed-Deyr, Azâz ve Cibrîn Kûrastâyâ kalelerini ele geçirip buralara askerlerini yerleştirmiş, daha sonra da Haleb üzerine yürüyüp pek başarılı olmayan bazı çarpışmalarda bulunmuştur. İşte bu sırada o, daha önce değinildiği üzere, Dımaşk’a yönelip Atsız’ı bertaraf ettikten sonra onun yönetimindeki Suriye ve Filistin kentlerine hâkim olmuştu. Tutuş, melikliğin başkenti Dımaşk’ta halka âdil davrandığı gibi şehir içinde ve yörelerinde birçok imar faaliyetlerinde bulunmuş ve şehirde hayat normale dönmüştür. Böylece Suriye’de yönetim el değiştirmek suretiyle burada Selçuklu Devleti yenilenmiş oldu.

Tutuş, Suriye Selçuklu Melikliği’ne böylece hâkim olduktan sonra Haleb’i de ele geçirmek amacıyla askerî hazırlıklara başladı. Bunu haber alan Haleb emîri Sâbık, ırktaşı Müslim’e haber gönderip “Şehri Tutuş’a değil kendisine teslim edeceğini” ima etmiştir; onun bu tutumunu hoş karşılayan Müslim, tâbi olduğu sultan Melikşah’ın “Selçuklu Devleti Hazinesi’ne yıllık 300 bin altın vermesi” karşılığında onayını aldıktan sonra kalabalık Arap kuvvetleriyle Haleb’e yöneldi ve çok geçmeden de şehir yöneticileri arasındaki anlaşmazlıktan yararlanmak suretiyle Haleb’e girip şehre hâkim oldu (Haziran 1080), ayrıca şehir valisi Sâbık ve kardeşleriyle yaptığı anlaşmayla iç kaleye de hâkim olmayı başardı (Ekim 1080); böylece 1060 yılından beri Haleb’i yöneten Mirdasoğulları ailesinin buradaki egemenliğine son vermiş oldu. Çok geçmeden Kuzey-Suriye’deki birçok kaleleri de ele geçiren Müslim, hüküranlık alanını genişletmiştir?

Yönetimi altındaki Musul ve yörelerinden başka Suriye ve hattâ Filistin’de de kendi Arap egemenliğini kurmayı gerçekleştirmeye çalışan Müslim, Suriye’deki küçük Arap emîrliklerinin yönetimlerindeki kent ve kaleleri almak suretiyle onları kendine tâbi bir duruma getirmiştir. Fakat bu emîrliklerin yöneticileri (Vessab, Şebîb, Halef, Munkiz vs.) Tutuş’a baş vurarak onu Haleb’i almaya teşvik ettiler. Onların bu önerisini kabul eden Tutuş, kuvvetleriyle Haleb’e yönelip bazı akınlarda bulundu. Bu sırada Cezîre’de bulunan Müslim, Haleb’e kuvvet sevk edip Tutuş’a karşı savunma önlemleri alma girişiminde bulundu; fakat Tutuş’un ordusunda bulunan ünlü Türkmen emîri Artuk Bey’in saldırıları üzerine bu kuvvetler, Haleb’e girememişlerdir. Öte yandan sultan Melikşah, Tutuş’a bir mektup gönderip “Haleb önlerinden Dımaşk’a dönmesini ve Artuk Bey’in de kendisine İsfahan’a gelmesini” bildirdi, bunun üzerine Tutuş, Dımaşk’a, Artuk Bey de İsfahan’a gittiler. Özellikle Artuk Bey gibi kalabalık Türkmen kuvvetine sahip bir emîrin Tutuş’tan ayrılmasını, dolayısıyla Tutuş’un zayıf bir duruma düşmesini fırsat bilen Müslim, kalabalık Arap kabile kuvvetleriyle Dımaşk’a yönelmiş, hattâ şehri alma hususunda Fatımî halifesi el-Mustansır Billah’tan da yardım vaadi almıştır. Bu sırada Antakya yörelerinde fetihler yapmakta olan Tutuş, Müslim’den önce Dımaşk’a gelip savunma önlemleri aldı. Öte yandan Dımaşk’a gelip kuşatmaya başlayan (Haziran 1083 sonları) Müslim ile Tutuş kuvvetleri arasında yapılan savaşta başarılı olamayan Müslim, geri çekilmek zorunda kalmıştır.

Tâcüddevle Tutuş ile Büyük Selçuklu Devleti vasalı Müslim arasında, Suriye ve Filistin hükümranlığı için mücadeleler sürmekte iken Türkiye Selçuklu Devleti’ni kuran Kutalmışoğlu Süleymanşah’ın Bizans valisi Philaretos Brachamios’un yönetiminde bulunan Antakya’yı fethettiğine şahit oluyoruz. Son derecede sert ve acımasız bir yönetim sürdüren Philaretos’un, şehirde bulunmadığı bir sırada, oğlu Barsama, şehir Şıhnesi (Askerî vali) İsmail ile işbirliği yaparak, bu sıralarda başkent İznik’te bulunan Süleymanşah’ı, şehri teslim etmek üzere Antakya’ya davet ettiler. Daveti kabul eden Süleymanşah, aşağı-yukarı 300 atlı kuvvetiyle İznik’ten hareketle, kendisinin bu gelişinden özellikle Müslim’in haberdar olmaması için, geceleri sürekli hareket ve gündüzleri vadilerde saklanmak suretiyle Antakya önlerine geldi. O, derhal kendisini davet eden Barsama ve İsmail ile işbirliği yapmak suretiyle Antakya’ya girip hâkim oldu (Aralık 1084). Çok geçmeden Süleymanşah, bu sırada 300 atlı kuvvetiyle kendisine katılan Mencekoğlu adlı bir Türkmen Beyi ile harekete geçerek şehrin iç kalesini de ele geçirdi (Ocak 1085).

Süleymanşah’ın Antakya’yı ele geçirmesinden sonra Haleb’i alma ihtimalini düşünen Müslim, ona özel bir mektup gönderip “Daha önce Antakya hâkimi olan Philaretos, vasal olması dolayısıyla sultana yıllık vergi göndermekte idi, şimdi de şehre sen hâkim olduğun için bu vergiyi senin göndermen gerekir, aksi takdirde sultana isyan durumu almış olursun” dedi. Süleymanşah ise ona gönderdiği cevapta “Sultana itaat, benim biricik şiârımdır”. Daha önceki Antakya valisi, kâfir olduğu ve İslâm cihadından korunmak için cizye (Baş vergisi) veriyordu. Halbuki bir Müslüman ve sultana tâbi olan ben, nasıl baş vergisi öderim” dedi. Böylece anlaşmazlığa düşen Süleymanşah ve Müslim, Amîk ovası yöresindeki Kurzâhil’de tutuştukları savaşta (Haziran 1085), Müslim’in kuvvetleri, ağır bir yenilgiye uğramış, Müslim de çarpışmalar sırasında hayatını kaybetmiştir.

Süleymanşah, Kurzâhil savaşından sonra Haleb üzerine yürüyüp kuşatmaya başladı; şehrin kendisine teslimi hususunda Şerif Ebû Ali Hasan ve kaleyi elinde tutan Sâlim b. Mâlik ile yapılan müzakereler sonucunda “Şehrin, sultan Melikşah’ın onayını aldıktan sonra kendisine teslimi” hususunda anlaşmaya varıldı; bunun üzerine Süleymanşah, kuşatmayı kaldırıp Haleb’in güney yörelerindeki Maarretünnûman, Kefertab, Lâtmin ve Kınnesrin kent ve kalelerini ele geçirmiştir. Fakat daha sonra o, yeniden Haleb’e gelip kuşatmaya başladı (Nisan/Mayıs 1086). Öte yandan “Şehrin Süleymanşah’a teslimi” hususunda sultan Melikşah’tan hiç bir haber alamayan Şerif Ebû Ali Hasan, bu kez, bu sırada Dımaşk’ta bulunan Tâcüddevle Tutuş’a haber gönderip “Şehri kendisine teslim edeceğini” bildirdi. Bunun üzerine Tutuş, kuvvetleriyle birlikte, beraberinde ünlü Türkmen emîri Artuk Bey olduğu hâlde, Süleymanşah’ın kuşatmakta olduğu Haleb üzerine yöneldi ve çok geçmeden de her iki taraf kuvvetleri Aynu Seylem yöresinde savaşa tutuştular. Süleymanşah, beraberindeki bazı emîrlerin kuvvetleriyle birlikte Tutuş’a katılmaları üzerine, bozguna uğrayıp savaş meydanından ayrılarak ıssız bir yere çekildi. Bunun üzerine Tutuş, birkaç adamını gönderip onu yanına çağırtmış, fakat yenilgiyi bir türlü kabullenemeyen Süleymanşah, bıçağını kalbine saplayarak hayatına son vermiştir (Haziran 1086).

Savaştan sonra Tutuş, Şerif Ebû Ali Hasan’a haber gönderip “Şehri kendisine teslim etmesini” bildirmiş, fakat o, “Sultanın ordusuyla Haleb’e gelmekte olduğunu” ileri sürüp şehri ona teslim etmekten vazgeçmiştir. Fakat çok geçmeden Tutuş, şehir ve kale yöneticilerinin anlaşmazlığa düşmeleri sonucunda, Haleb’e girip şehre hâkim olmuştur (Haziran 1086).

Kuzey Suriye’de vasallar arasında ortaya çıkan huzursuzluk ve kan dökülmeye neden olan mücadeleler üzerine sultan Melikşah, beraberinde, ünlü Selçuklu komutanları Porsuk, Bozan ve Kasîmüddevle Aksungur olduğu hâlde, ordusuyla İsfahan’dan hareketle Tekrit, Harran, Urfa (Buraya Bozan’ı vali atamıştır), Câber ve Menbic üzerinden Haleb yörelerine değin geldi. Bunun üzerine Tutuş, Haleb iç kalesini kuşatmayı bırakıp Dımaşk’a hareket etmiştir. Çok geçmeden sultan Melikşah, Haleb’e ulaşmış, şehir ve kalesi kendisine derhal teslim edilmiştir (Aralık 1086). Böylece şehre giren sultan, dört bin atlı kuvveti emrine verdiği Kasîmüddevle Aksungur’u Haleb Şıhneliği’ne, Nuh et- Türkî’yi’de kale kumandanlığına ve Tâcürrüesâ ibnü’l-Hallal’ı da vergi işlerine atadı. Sultanın Haleb’de bulunduğu sıralarda başta kardeşi Tutuş olmak üzere, bütün vasal emîrler, kendisine itaat ve tâbi olduklarını arzetmişlerdir. Bu arada sultan, emrine bir miktar asker verdiği Alpoğlu Yağısıyan’ı Antakya Şıhneliği’ne, vezir Hasan’ı Divan işlerine atadı. Daha sonra sultan, Samandağı’na gidip Akdeniz’e ulaşmış, bu nedenle Tanrı’ya şükür ettikten sonra Antakya üzerinden Haleb’e dönmüş, buradan da Bağdat’a gitmiştir. Kuzey-Suriye seferi sonucunda sultan Melikşah, buralara valiler atamak suretiyle bölge yönetimini doğrudan doğruya Büyük Selçuklu Devleti’ne bağlamış, bölgede huzur ve sükunu sağlamış, hükümranlık alanlarını genişletmek amacıyla bütün Suriye’ye hâkim olmak isteyen Tutuş’u da Orta-Suriye ve Filistin yönetiminde bırakmıştır.

Bütün bu olaylardan sonra Tutuş, ordusuyla Dımaşk’tan hareketle Mısır Fatımîlerinin yönetiminde bulunan Sayda ve Beyrut’u fethile buralara valiler atamış (Haziran / Temmuz 1087), böylece Atsız ve Tutuş’un çabaları sonucunda Lâzkiye, Antartus, Trablusşam, Akka, Yafa, Beyrut vs. gibi Suriye ve Filistin kıyı kentlerinin büyük bir bölümü Selçuklu yönetimine alınmış oldu. Bu arada Haleb Selçuklu valisi Kasîmüddevle Aksungur da Haleb ve yörelerinde huzuru sağladıktan sonra Ermeni yönetiminde bulunan Berzûye kalesini teslim almıştır (Ekim / Kasım 1089).

Suriye’deki söz konusu Selçuklu fetihleri üzerine Fatımîler, Nasrudevle el-Cüyûşî kumandasında sevkettikleri kuvvetlerle Sayda, Beyrut, Akkâ ve Cübeyl kıyı kentlerini işgal ettikten başka Dımaşk’ı da kuşatmışlarsa da başarılı olamamışlardır. Bu Fatımî işgali ve saldırısı üzerine Tutuş, derhal sultan Melikşah’a başvurup “Haleb valisi Aksungur, Antakya valisi Yağısıyan ve Urfa valisi Bozan’ı Fatımîlere karşı girişeceği askerî harekâtta kendisine yardıma gelmeleri hususunda onlara buyruk göndermesi” isteğinde bulundu. Çok geçmeden sultanın buyruğunu alan adları geçen emîrler, Tutuş’a katılmışlardır. Birleşik Selçuklu kuvvetlerinin giriştiği hareket sonunda Humus ve Irka kalesi ele geçirildi (Ağustos 1091). Fakat Ebu’l-Hasan b. Ammar’ın yönetimindeki Trablusşam kuşatması sırasında, Tutuş’un Aksungur ve Bozan ile anlaşmazlığa düşmesi üzerine bu iki emîr, Haleb ve Urfa’ya dönmüşler, Tutuş da Dımaşk’a çekilmek zorunda kalmış (1091 sonları), böylece Fatımîlerle mücadele yapılamadığı gibi işgal edilen Suriye ve Filistin kıyı kentlerinin geri alınması da mümkün olmamıştır.

Kuzey-Suriye seferinden sonra Bağdat’a giden sultan Melikşah’ın ölümü (19 Kasım 1092) üzerine Tâcüddevle Tutuş, Büyük Selçuklu Devleti sultanı olma girişimlerine başladı. Bu cümleden alarak o, Haleb, Antakya ve Urfa valileri Aksungur, Yağısıyan ve Bozan’a mektuplar göndererek “Melikşah’ın ölümü üzerine Büyük Sultanlığı’nı ilân ettiğini ve hizmetine girmelerini” bildirdi, onlar da Tutuş’un bu isteğini kabul ettiler. Çok geçmeden kuvvetleriyle birlikte kendisine katılan bu emîrlerle Tutuş, harekete geçerek Rahbe, Rakka ve Nusaybin’i teslim aldıktan sonra İbrahim b. Kureyş’in yönetimindeki Musul’u savaşmak suretiyle ele geçirmiş (Nisan 1093), şehrin yönetimine Sâdudevle Ali b. Müslim ile annesi olan kendi halası Safiye Hatun’u atamıştır.

Hükümranlık alanlarını kısa sürede genişleten Tutuş, Abbasî halifesi el-Muktedî Biemrillah’a özel bir elçi gönderip “Büyük Selçuklu Devleti sultanı sıfatıyla Bağdat’ta kendi adına hutbe okutmasını” istedi. Fakat halife, Tutuş’un bu isteğini yerine getirmemiş, “Ancak Horasan ve Maşrık’ta hükümran olarak İslâm âlemine hâkim olması, kardeş çocuklarından hiç birisinin taht müddeisi olarak ortaya çıkmaması ve başkent İsfahan’daki Selçuklu Devleti Hazinesine sahip olması hâlinde bu isteğini yerine getireceğini” ona bildirdi. Halifenin bu isteklerini yerine getirmek amacıyla Tutuş, beraberinde Aksungur, Yağısıyan ve Bozan olduğu hâlde, ordusuyla İsfahan’a yürüyüp Büyük Selçuklu Saltanatını ele geçirmek için Elcezire üzerinden Diyarbakır’a geldi. Kent yöneticisi Ebu’l Hasan, Melikşah’ın ölümü üzerinde oğlu taht müddeisi Berkyaruk’a haber gönderip “Diyarbakır vilâyetini kendisine teslim edeceklerini” bildirdi ise de bu gerçekleşmedi; bu nedenle Ebu’l-Hasan’ın daveti üzerine Tutuş, harekete geçerek Elcezire ve Diyarbakır vilâyetine hâkim duruma geçmiş ve bura yöneticilerine hil’atler verdikten başka Ebu’l Hasan’ı vezirliğe, eski vezir Ebû Tâhir’i vilâyet işlerine, Zahîrüddin Tuğtekin’i de Saray Nazırlığı’na atamıştır; böylece Diyarbakır vilâyetinde Tutuş “Büyük Sultan” ilân edilmiştir. Hiç vakit kaybetmeden beraberindeki adları geçen emîrlerle Azerbaycan yönüne hareket eden Tutuş’u yolu üzerindeki kent ve kaleler, “Büyük Sultan” olarak tanımışlardır. Fakat öte yandan taht müddeisisi olup Rey, Hemedan ve daha birçok bölge ve şehirlere hâkim duruma geçen Berkyaruk, Tebriz’e kadar gelmiş olan amcası Tutuş’a engel olmak için kuvvetleriyle Rey yakınlarına ulaştı; bunu haber alan Aksungur ve Bozan, kuvvetleriyle birlikte bir gece Tutuş’tan ayrılıp Berkyaruk’a katıldılar; bunun üzerine kuvvetleri son derecede azalan Tutuş, Dımaşk’a dönmek zorunda kaldı.

Taht müddeisi Berkyaruk’a katılan emîr Aksungur ve Bozan, emirlerine verilen kuvvetlerle valilik yaptıkları Haleb ve Urfa’ya gelip bu kez Berkyaruk adına hutbe okutmaya başladılar (Ekim/Kasım 1093), bu arada Berkyaruk da sultanlığını onaylatmak için Bağdat’a hareket edip Musul’a ulaşmıştı. Öte yandan saltanatı ele geçirmek için Berkyaruk’la mücadele etmek amacıyla Dımaşk’ta askerî hazırlıklar yapmakta olan Tâcüddevle Tutuş, Aksungur ve Bozan’ı Berkyaruk adına Haleb ve Urfa’ya dönüp göreve başladıklarını haber alınca kuvvetleriyle kendisine katılan Antakya valisi Yağısıyan ile birlikte harekete geçerek Haleb ve yakınlarına kadar geldi. Bu arada Berkyaruk, Bozan ile beraberindeki emîrlerden Gürboğa ve Abakoğlu Yusuf’a “Derhal Aksungur’a yardıma gitmelerini” emretti. Bir süre sonra Haleb yakınlarındaki Seb’în yörelerinde yapılan savaşta, Bozan ve Gürboğa’yı beklemeden Tutuş’un ordusuna saldıran Aksungur, Abakoğlu Yusuf’un da Tutuş tarafına geçmesi üzerine ağır bir yenilgiye uğradı ve tutsak alındıktan sonra boynu vurulmak suretiyle öldürüldü. Çok geçmeden Tutuş, Bozan ve Gürboğa’nın içinde bulunduğu Haleb’e girip hâkim olmuş, yakalattığı Bozan’ı boynunu vurdurmak suretiyle öldürtmüş, Gürboğa’yı ise Humus’a gönderip hapse attırmıştır.

Aksungur ve Bozan’ı bertaraf edip Kuzey-Suriye, Elcezire ve Urfa’ya yeniden hâkim olan Tutuş, ordusuyla Diyarbakır topraklarına yönelmiş, bu arada da oğlu Mahmut’u tahta geçirmek amacıyla Berkyaruk’la mücadele hâlinde olan Terken Hatun’la elçiler aracılığıyla evlenme anlaşması yapmıştı. Tutuş, Berkyaruk’un Bağdat’ta bulunmasını fırsat bilerek ondan önce başkent İsfahan’a varmak amacıyla süratle Azerbaycan üzerinden Hemedan’a yöneldi; bu arada Terken Hatun, Tutuş’la birleşmek üzere İsfahan’dan Hemedan’a gelmekte iken yolda hastalanmış ve geri döndüğü İsfahan’da vefat etmiştir (Eylül/Ekim 1094); onun ölümü üzerine kuvvetlerinin büyük bir bölümü Tutuş’a katılmıştır. Böylece saltanat mücadelesinde Berkyaruk’a karşı daha güçlü bir duruma gelen Tutuş, Dımaşk’ta bıraktığı oğlu Rıdvan’a bir mektup gönderip “Kuvvetleriyle birlikte süratle kendisine gelmesini” bildirdi. Tutuş’un bütün bu hareketlerini yakından haber alıp izleyen ve bu sıralarda Bağdat’tan Nusaybin’e gelen Berkyaruk, az bir kuvvetle Erbil üzerinden İsfahan’a hareket etmiş, bunu haber alan Tutuş, Türkmen emîri Abakoğlu Yakub’u ona karşı göndermiş, yapılan savaşta Berkyaruk bozguna uğramış, bunun üzerine halife el-Müstazhir Billah Bağdat’ta “Sultan” olarak Tutuş adına hutbe dahi okutmuştur. Öte yandan kuvvetleri tarafından yalnız bırakılan Berkyaruk, kendine sadık emîrlerle İsfahan’a güçlükle ulaşmış, melik Mahmut’u tahta geçirmeyi planlayan bazı emîrler tarafından hile ile şehre alınıp hapse atılmıştır. Fakat Mahmut’un ölümü (Ekim 1094) üzerine bu kez bu emîrler, Berkyaruk’un “Sultan” olarak tanıdılar. Öte yandan bu gelişmeleri haber alan Tutuş, Cerbazakân ve Rey kentlerini ele geçirdikten sonra İsfahan’da Selçuklu emîrlerine “Kendisini sultan olarak tanımalarını” bildirdi, onlar da ona olumlu cevap verdiler (Şubat 1095). Fakat bu arada tutulduğu şiddetli hastalıktan kurtulan Berkyaruk, emîrlerin de onayını alarak Tutuş’a karşı harekete geçti ve Rey yakınlarındaki Daşilu (Taşlı) köyü yörelerinde iki taraf savaşa tutuştu; yapılan çarpışmalarda Tutuş, yaralı olarak tutsak alındıktan sonra başı kesilmek suretiyle öldürülmüş, böylece Berkyaruk, sultan olarak Büyük Selçuklu Devleti tahtına oturmuştur (Şubat 1095 sonu).

Haleb Selçuklu Melikliği Fahrü’l-mülûk Melik Rıdvan Devri

Babasına yardıma gitmekte olan Fahmü’l-mülûk Rıdvan, Fırat ırmağı kıyısındaki Âne ilçesine geldiği zaman babasının savaşta yenilgiye uğrayıp öldürüldüğünü haber alınca süratle Haleb’e gelip vezir Ebu’l-Kasım el-Hârezmî tarafından karşılanmış ve babasının yerine Suriye Selçuklu Melikliği tahtına oturtulmuştur; bir süre sonra Tutuş’un öteki oğlu Dukak, Cenahüddevle Hüseyin ve Antakya valisi Yağısıyan da Haleb’e gelmişlerdir. Böylece Büyük Selçuklu Devleti’ne tâbi olarak Haleb Selçuklu Melikliği’ni kurmuş olan Rıdvan, babasının hâkim olduğu memleketlere kendisinin de hâkim duruma geçmesi amacıyla beraberinde veziri Cenahüddevle, Antakya valisi Yağısıyan ve Abakoğlu Yusuf olduğu hâlde, Suruç ve Urfa’ya bir sefer düzenlemiş, Artukoğlu Sökmen’in yönetimindeki Suruç’u almaktan vazgeçmiş, fakat Ermeni Hetumoğlu Toros’un elindeki Urfa’yı ele geçirdikten sonra şehir iç kalesini Yağısıyan’a vermiştir(1096). Daha sonra Rıdvan, babasının emîrlerinden Karaca et- Türkî’nin elinde bulunan Harran’a da hâkim olmak istemişse de beraberindeki emîrler arasında çıkan anlaşmazlık nedeniyle Haleb’e dönmek zorunda kalmıştır; bu anlaşmazlık sonucunda Yağısıyan ve Abakoğlu Yusuf, Rıdvan’ın hizmetinden ayrılmışlardır.

Kardeşi Şemsü’l-mülûk Ebû Nasr Dukak’ın kendisinden Haleb’den gizlice ayrılıp Dımaşk’a giderek orada, yine Büyük Selçuklu Devleti’ne tâbi Dımaşk Selçuklu Melikliği’ni kurması üzerine melik Rıdvan, Suruç emîri Sökmen’le işbirliği yaparak Dımaşk üzerine yürüyüp şehri kendi Haleb Melikliği’nin sınırları içine almak amacıyla harekete geçerek kuşatmaya başladı ise de başarılı olamayarak Haleb’e dönmek zorunda kaldı.

Melik Rıdvan ve melik Dukak arasında cereyan eden hâkimiyet mücadelesinden yararlanan Mısır Fatımîleri Ebu’l-Kasım Şâhinşah kumandasında gönderdiği bir orduyla Suriye Selçuklularına ait olan ve bu sırada İlgazi ve Sökmen’in içinde bulunduğu Kudüs’ü işgal etmişlerdir (Ağustos 1096); böylece Filistin’de Selçuklu hükümranlığı son bulmuştur.

Bu sıralarda melik Rıdvan, kendisine karşı ihanete varan girişimlerde bulunan Abakoğlu Yusuf’u öldürtmüş ve onun yönetimine verdiği Buzâa ve Menbic’i nâibler göndererek teslim almıştır. Bu olaydan bir süre sonra kardeşi melik Dukak’ın hükümranlığına son vermek isteyen melik Rıdvan, beraberinde veziri Cenahüddevle Hüseyin olduğu hâlde, ikinci kez Dımaşk üzerine yürümüş, fakat Dukak, veziri Tuğtekin ve Yağısıyan’ın aldıkları önlemler sonucunda savaşmaksızın Haleb’e dönmek zorunda kalmıştır (Ocak/Şubat 1096/97). Rıdvan’ın bu hareketine karşılık vermeyi kararlaştıran melik Dukak, veziri Tuğtekin’le kuvvetleriyle harekete geçerek kendilerine katılan Yağısıyan’la birlikte Hama ve Kefertab topraklarına yağma akınlarında bulundu, bu arada da Yagısıyan, Sökmen’in yönetimindeki daha önce kendisine ait olan Maarretünnûman’ı yeniden ele geçirdi. Dımaşk kuvvetlerinin melikliğine ait topraklara girmesi üzerine Rıdvan, Sökmen ve kuvvetleriyle birlikte harekete geçerek Kınnesrin yörelerinde bulunan Dukak’ın ordusuna saldırıya geçti ve yapılan çarpışmalarda Dukak ağır bir yenilgiye uğradı (Mart 1097) ve beraberindekilerle Dımaşk’a dönmek zorunda kaldı, Yağısıyan ise bozgun hâlinde Antakya’ya dönmüştür. Bu zaferden sonra melik Rıdvan’la kardeşi Dukak arasında bir anlaşma yapılmış, dolayısıyla Rıdvan’ın adı, Dımaşk ve Antakya’da Dukak’ın adından önce hutbelerde okutulmuş, böylece Rıdvan, Dımaşk Melikliği’ne hâkim duruma geçmiş oldu.

Kınnesrin savaşından sonra melik Rıdvan’ın, veziri ve babalığı Cenahüddevle Hüseyin ile arası açılmış, çok geçmeden de Antakya valisi Yağısıyan, Haleb’e gelip Meliklik işlerini yönetmeye başlamış, Cenahüddevle ise Haleb’den ayrılarak Humus’a gitmiştir (Temmuz/Ağustos 1097).

Bu olaylardan çok geçmeden Haleb ve Dımaşk Selçuklu Meliklikleri arasındaki anlaşmazlık ve çatışmalardan yararlanarak melik Rıdvan’ı kendi tarafına çekmek amacıyla Mısır Fatımî halifesi el- Müsta’lî, özel bir elçi heyeti gönderip “Fatımî halifeliğine tâbi olması, dolayısıyla hâkim olduğu yerlerde şiî hutbesi okutması, hutbede, önce el-Müsta’lî, sonra veziri Efdal, daha sonra da kendi adının yer alması, bunlara karşılık da kendisine malî ve askerî yardım yapılarak Dımaşk’ı alması sağlanacak” kapsamlı önerilerde bulundu. Bunu kabul eden ve kardeşi Dukak ve babalığı Cenahüddevle ile arası açık bulunması nedeniyle güç durumda kalan melik Rıdvan, Haleb ve öteki hâkim olduğu memleketlerde sünnî hutbeyi kaldırıp şiî hutbesi okutmaya başladı, sünnî kadı ve hatîbleri de değiştirip buralara, şiî inançlı kimseleri atadı (Ağustos 1097). Böylece Suriye Selçuklularının Haleb kolu Mısır Fatımî Halifeliği’ne maddî ve manevî bağlarla bağlanmak suretiyle tâbi bir duruma gelmiş ve tarihte ilk kez, bir Selçuklu meliki, şiî Mısır Fatımî Halifeliği’ni metbû tanımıştır. Fakat bununla birlikte kendisinin en yakın dostları Yağısıyan ve Sökmen, derhal Haleb’e gelip Rıdvan’ı çok ağır bir şekilde kınamışlar ve “Derhal şiî hutbesini kaldırmasını” ondan istemişlerdir. Hükümdarlığının devamını bu iki emîre borçlu olan Rıdvan, dört hafta süreyle şiî Fatımî Halifeliği adına okuttuğu şiî hutbesini kaldırıp yeniden sünnî Abbasî Halifeliği ve Büyük Selçuklu Devleti adlarına değiştirmek zorunda kalmış, bu arada Abbasî halifesi el-Müstazhir Billah’tan gönderdiği özel bir elçiyle özür dilemiştir (Eylül 1097).

Melik Rıdvan, söz konusu hutbe sorunu dolayısıyla Haleb’e gelen emîr Yağısıyan ve Sökmen’le “Humus’a çekilip âdeta bağımsız bir emîrlik kuran Cenahüddevle Hüseyin’e ve kardeşi Dukak’a karşı birer sefer düzenleme” hususunda anlaşmaya vardıktan sonra onlarla birlikte harekete geçmişse de “Haçlıların Yağısıyan’ın valisi bulunduğu Antakya’ya yönelmeleri” haberi üzerine söz konusu seferler yapılamamıştır. Bu arada melik Rıdvan, bu seferlerin yapılamamasında veziri Ebu’n-Necm Hibetullah’ın da etkisinin olduğunu tespit etmiş, bu nedenle onu azledip Ebu’l-Fazl Hibetullah’ı vezirliğe atamıştır. Bu arada melik Rıdvan, kötü ve zulme varan yönetimi dolayısıyla huzursuzluk çıkaran Haleb Reisi Berekât el-Fav’î’yi öldürtmek suretiyle bertaraf etmiş ve yerine Sâid b. Bedi’i atamış, böylece Haleb Melikliği’nde huzur ve sükûnu sağlamıştır (1098 ortaları).

Batı-Avrupa devletleri, Hz. İsa’nın doğduğu Kudüs’ü İslâmlardan almak, İslâmiyetin Hıristiyanlık aleyhine yayılması, Selçukluların Bizans egemenliğindeki Anadolu, kısmen Suriye ve Filistin’e hâkim olup buralarda birer devlet kurmaları, Çaka Bey’in İzmir’de bir Türk Beyliği kurup Rumeli’de Bizans’ı ciddi olarak tehdit eden Peçeneklerle işbirliğine girişmesi ve nihayet Batı-Avrupa’nın kavimler göçünü izleyen yıllarda büyük bir iktisadî bunalıma düşmesi sebepleriyle Haçlı Seferleri düzenleyerek harekete geçmişlerdir. Bir süre sonra Haçlılar, Urfa’da ilk Haçlı devletini oluşturan Urfa Haçlı Kontluğu’nu (10 Mart 1098), Antakya’da Antakya Haçlı Prensliği’ni (30 Haziran 1098) ve nihayet Kudüs’te de Haçlı Krallığı’nı kurmuşlardır (15 Temmuz 1099).

Haçlıların Antakya üzerine yürüyüp kuşatmaya başlamaları üzerine şehir valisi Yağısıyan, başta Büyük Selçuklu Devleti’nin Musul valisi Gürboğa olmak üzere bütün Müslüman emîrlere kendisine yardıma gelmelerini bildirdiği sırada oğlu Şemsüddevle ile de melik Rıdvan’a yardım çağrısında bulundu. Bunun üzerine Rıdvan, kendisi bizzat sefere katılmayıp, bir miktar askerî birliği Şemsüddevle’nin emrine vermekle yetinmiştir. Fakat bu kuvvetler, yolda Haçlılar tarafından baskına uğramaları üzerine Haleb’e dönmek zorunda kaldılar (Mart 1098).

Haçlıların Antakya’yı işgal ile burada bir prenslik kurmaları, Haleb Selçuklu Melikliği için son derecede ciddi bir tehlike yaratmıştır. Nitekim çok geçmeden Melikliğe ait Azaz valisi Ömer, Haçlı liderlerinden Godefroi ile işbirliği yapıp isyana kalkışmış, fakat Rıdvan’ın azimli tutumu karşısında başarılı olamamıştır. Bu olaydan bir süre sonra Raymond, Godefroi ve Flandır Kontu Robert, önce er- Rûc, daha sonra da el-Bâre ve Maarretünnûman’ı işgal ile buralara Hıristiyanları yerleştirmişlerdir (Aralık 1098); çok geçmeden Haçlılar, yine Haleb’e bağlı el-Cezr, Zerdana ve Sermin kale ve kentlerini de işgal ile Haleb’i âdeta kuşatma durumuna geldiler. Bunun üzerine kuvvetleriyle harekete geçen Rıdvan, Haçlılarla Kellâ yörelerinde yaptığı savaşta ağır bir yenilgiye uğramış ve Haleb’e dönmek zorunda kalmıştır. Bu savaştan hemen sonra Haçlılar, Haleb’e bağlı Kefertab ve el-Hâzır kalelerini de işgal etmişlerdir (Temmuz 1101). Haleb’i de kesinlikle işgal etmeyi planlayan Antakya prensi Bohemund’un, bu hususta pek çok hazırlıklar yapmışsa da Danişmend Gazi Gümüştekin’in saldırıları karşısında Malatya hâkimi Ermeni Gabriel’in yardımına gitmesi üzerine melik Rıdvan, harekete geçerek Haçlıların depo ettikleri bütün yiyecek maddelerini ele geçirmiş, Humus emîri Cenahüddevle de Esfûnâ kalesini Haçlılardan geri almıştır. Rıdvan, bu arada Cenahüddevle ile de anlaşıp barışmış, fakat Cenahüddevle Humus’ta Bâtınîler tarafından öldürülmüş, bunun üzerine Humus, Dımaşk meliki Dukak tarafından ele geçirilmiştir.

Musul Selçuklu valisi Çökürmüş ile Hasankeyf emîri Sökmen’in kumandasındaki ordunun, II. Baudouin, Joscelin, Bohemund ve Tankred gibi Haçlı reislerini Harran’da Belîh çayı yörelerinde ağır bir yenilgiye uğratmaları, hattâ Baudouin ve Joscelin’in tutsak alınmalarını fırsat bilen melik Rıdvan, kuvvetleriyle harekâta başlayarak el-Cezr, el-Fûa, Sermin, Maarretü Masrîn ve öteki bazı bucak ve kaleleri Haçlı işgalinden kurtarmış, bu arada kendine bağlı emîrlerden Şemsü’l-havâs Yaruktaş da Savveran’ı fethetmiştir. Rıdvan, ayrıca Bâlis ve el-Fâyâ’yı da Cenahüddevle’nin adamlarından teslim almıştır (1104). Böylece Haleb Melikliği bir süre de olsa Haçlı baskı ve tehdidinden kurtulmuştur.

Haçlılara karşı kazandığı bu başarılardan sonra melik Rıdvan, kardeşi Dukak’ın ölümü (Haziran 1104) üzerine ordusuyla Dımaşk’a yönelmiş, bir süre kuşatmış, “Kentte kendi adına hutbe okutup para bastırmayı” kabul ettirdikten yani Dımaşk Selçuklu Melikliği’ni kendine tâbi kıldıktan sonra Haleb’e dönmüştür. Bu olaydan aşağı-yukarı bir yıl sonra (Mart 1105) bu sırada Antakya Prensliği’nin yönetimini üzerine alan Tankred, öteki Haçlı kontluklarından da yardım alarak Haleb Selçuklu Melikliği’nin önemli konumunda bulunan Artah üzerine yürüyüp kuşatmaya başladı. Buna karşılık yedi bin kişilik bir kuvvetle Tankred’in harekâtına engel olmak isteyen Rıdvan, onunla giriştiği savaş sonunda yenilgiye uğrayıp Haleb’e çekilmek zorunda kaldı (Nisan 1105). Bunun üzerine Tankred, Artah’ı işgal ettikten başka Haleb’e bağlı birçok kaleyi ele geçirmiş ve pek çok yerleri de tahrip etmiştir.

Bu ağır yenilgi üzerine melik Rıdvan, melikliğini Haçlı istilâ ve işgalinden korumak amacıyla Artukoğlu İlgazi, İspehbud Sabave, Sincar emîri Arslantaşoğlu Alpı ile anlaşmaya varıp Haçlılara karşı bir ittifak yapmıştır. Fakat adları geçen müttefik emîrler arasında çıkan anlaşmazlık, özellikle Musul valisi Çökürmüş’ün siyasal oyunları sonucunda, Rıdvan’ın Haçlılara karşı kurmayı başardığı bu ittifak da böylece dağılmıştır.

Melik Rıdvan, melikliğinin sınırları içinde bulunan Efâmiye kalesinin Fatımîlerle işbirliği yapan Selçuklu vasalı Humus emîri Halef b. Mülâib’in yönetimine geçmesi üzerine, şiî dâisi Sermin kadısı Ebu’lfeth es-Sermini ve Bâtınî reisi Ebû Tahir es-Sâig ile ilişkiler kurmak suretiyle bu önemli kaleyi ele geçirmeyi başardı (Şubat 1106), fakat çok geçmeden siyasî girişim ve askerî hareketlerde bulunan Antakya prensi Tankred, kuvvetleriyle süratle Efamiye’ye yönelip bu önemli kent ve kaleyi işgal etti (Eylül 1106). Bu arada Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Muhammed Tapar, melik Rıdvan’ın Bâtınîlerle sıkı bir işbirliğine başlaması üzerine onu şiddetle kınamış, bu nedenle Rıdvan, Haleb’deki Bâtınîleri şehirden çıkartmak zorunda kalmıştır (1107/1108).

Melik Rıdvan, Haleb’i ele geçirme planlarını uygulamayı sürdüren Haçlılara karşı Musul Selçuklu valiliği’ne atanan Çavlı Sakave’ye bir mektupla başvurup “Suriyeliler, Haçlıları yurtlarından uzaklaştırmada aciz kaldılar” diyerek ona Suriye’ye gelmesi için çağrıda bulundu. Fakat bu sıralarda Musul’a hâkim olma mücadelesi veren Çavlı’nın “Önce Musul’u ele geçirdikten sonra Haleb’e gelip Haçlıları buradan uzaklaştıracağı” önerisini kabullenen melik Rıdvan, Haleb’i sıkıştırmakta olan Antakya prensi Tankred ile barış yapıp Rahbe’yi İlgazi ile birlikte kuşatmakta olan Çavlı’ya katıldı. Müttefikler, Rahbe’yi ele geçirdikten sonra Musul’a yönelip ele geçiren Anadolu Selçuklu hükümdarı I. Kılıç Arslan ile Hapur ırmağı yörelerinde yaptıkları savaşı kazanıp (Temmuz 1107) Musul’a hâkim oldular. Bununla birlikte Rıdvan, kendisiyle yaptığı “Haleb’i Haçlılara karşı koruma ve onları bölgeden uzaklaştırma” anlaşmasını yerine getirmeyen, ayrıca müttefiki İlgazi’yi tutuklayan Çavlı’dan korkup çekinmesi nedeniyle kuvvetleriyle birlikte Haleb’e dönmek zorunda kalmıştır.

Sultan Muhammed Tapar tarafından Musul Selçuklu valiliğinden azledilen Çavlı Saka ve Belîh çayı savaşında tutsak alınan Baudouin ve Joscelin’i serbest bıraktıktan sonra sultana karşı Suriye ve Irak’taki yöresel emîrlerle ittifak girişimlerinde bulunmuş, melik Rıdvan ise Çavlı’ya karşı Nümeyroğulları kabilesiyle bir ittifak yapıp Haleb’e dönmüştür. Bu arada Çavlı, Haleb Selçuklu Melikliği’ne ait Bâlis’e yürüyüp işgal etti (Eylül 1108). Bunun üzerine Rıdvan’ın Antakya prensi Tankred’le bir ittifak yapmasına karşılık Çavlı da Urfa kontu Baudouin’le bir anlaşma ve ittifak yapmıştır. Çok geçmeden iki taraf arasında Tellü Bâşir yörelerinde yapılan şiddetli bir savaş (Ekim/Kasım 1108) sonunda ağır kayıplara uğrayan Baudouin, Joscelin, Çavlı ve beraberlerindeki öteki emîrler, geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Bu arada pek çok ganimet ele geçiren Tankred, Antakya’ya, Rıdvan’ın kuvvetleri de Haleb’e dönmüşlerdir. Böylece Çavlı’nın Haleb’e de hâkim olma girişim ve çabaları ise başarılı olamamıştır.

Haçlıların Suriye ve Filistin’deki işgal ve istilâları karşısında, bu bölgelerdeki Selçuklulara tâbi, özellikle Haleb ve Dımaşk Selçuklu Meliklikleri ile öteki Arap emîrliklerin çok zor durumlara düşmeleri üzerine Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Muhammed Tapar’ın buyruğu üzerine Haçlılara karşı harekete geçen Selçuklu ordusu, (1110 Seferi) Urfa üzerine yürüyüp kuşatmaya başlamış, fakat başarılı olamamıştır.

Selçuklu ordusunun Urfa Haçlı Kontluğu’na karşı giriştiği Urfa harekâtına katılmamış olan melik Rıdvan, Haçlı kuvvetlerinin Urfa’ya yardıma gitmelerini fırsat bilerek Haçlıların işgal ettikleri yerleri geri alma harekâtına başladı ise de Tankred’in Urfa’dan dönmesi üzerine harekâtını durdurup Haleb’e döndü. Tankred, çok geçmeden Rıdvan’ın bu askerî harekâtına karşılık vermek üzere harekete geçip Esârib’i kuşatmaya başladı. Bunun üzerine Rıdvan, Tankred’e “20 bin altın karşılığında kuşatmadan ayrılmasını” bildirmişse de bu parayı az bulan Tankred, bunu kabul etmemiş ve aralarında bir anlaşma yapılamamış, çok geçmeden de Esârib Haçlıların işgaline uğramıştır (Aralık/Ocak 1110/1111). Harekâtını sürdüren Tankred, Zerdana ve Bikisrâil kalelerini de işgal etmiştir. Çok güç bir durumda kalan melik Rıdvan, Tankred ile “20 bin altın, 10 baş at ve aldığı Ermeni tutsakları geri verme” karşılığında bir barış yapmak zorunda kalmıştır. Bu Haçlı istilâ ve işgali üzerine Haleb çevresinde oturan halkın buralardan göç etme hazırlıklarına başlamaları üzerine Rıdvan, hazineye ait 60 parsel araziyi çok ucuz fiyatlarla satmış, böylece halkın göçünü engellemiştir.

Tankred’in söz konusu Haleb ve çevresini istilâ ve işgali üzerine, Rıdvan’ın girişimleriyle Haşimî ailesinden birisinin başkanlığında, sûfî, fakih ve iş adamlarından oluşan bir heyet, bu sırada Bağdat’ta bulunan sultan Muhammed Tapar’a giderek ondan Haçlılara karşı yardım isteğinde bulundular, ayrıca bu heyete katılan kimseler, Bağdat’ta büyük gösteriler yaptılar, hattâ, halifenin ve sultanın özel camilerine Cuma günü gidip hatîbi aşağı indirerek hutbe okuduğu minberi parçaladılar. Bu olaylar üzerine sultan, Musul valisi Mevdud’un komutasında hazırlattığı orduya, Ahlat emîri Sökmen el-Kutbî, İlbeyi ve Zengi, Ahmedîl, Ebul-Heycâ, İlgazioğlu Ayaz da kuvvetleriyle katılmışlardır. Bu Selçuklu ordusu, Harran’dan Suriye’ye gelip Joscelin’in yönetiminde bulunan Tellü Bâşir’e yönelip kuşatmaya başladı (Temmuz 1111 sonları), fakat orduda çıkan huzursuzluk nedeniyle kuşatma sürdürülememiştir. Bu arada Rıdvan, bir mektupla başvurduğu başkumandan Mevdud’a “Gerçekten ben, mahvolmuş durumdayım, bu yüzden de Haleb’den ayrılmak istiyorum, bu nedenle buraya süratle geliniz” demiştir. Bunun üzerine Haleb önlerine gelip karargâh kuran Selçuklu ordusu, bölgede yağma ve kötü hareket ve davranışlara girişti. Bu durum karşısında Selçuklu ordusunu çağırdığına âdeta pişman olan Rıdvan, Selçuklu askerlerinin bu hareketlerine engel olmak için bazı önlemler almak zorunda kaldı. Bu arada Selçuklu ordusuna katılan Dımaşk emîri Tuğtekin’in “Ordunun Haçlılarla savaşmak üzere Suriye’ye yayılmaları” önerisi üzerine Selçuklu ordusu, Haleb önlerinden ayrıldı (Eylül 1111 başları), daha sonra da ordudaki emîr ve kumandanlar memleketlerine döndüler. Böylece Haçlılar karşısında ciddî bir sarsıntı geçiren Haleb Selçuklu Melikliği de âdeta kaderiyle başbaşa bırakılmış oldu.

Gittikçe artan Haçlı istilâ ve işgalleri sebebiyle Haleb’de âdeta kuşatılmış bir durumda kalan melik Rıdvan, Dımaşk Selçuklu emîri Tuğtekin’i Haleb’e davet ettikten sonra onunla “Gerektiği takdirde birbirlerine malî ve askerî yardımda bulunmak ve Dımaşk’ta Rıdvan adına hutbe okutup para bastırmak, yani Rıdvan’a tâbi olmak” şartlarıyla bir anlaşma yaptı (1112 başları). Fakat Kudüs kralı I. Baudouin’in Dımaşk yörelerine yönelip istilâya başlaması üzerine Tuğtekin’in çağrısıyla Musul Selçuklu valisi Mevdud, Temîrek ve İlgazioğlu Ayaz’la birlikte ordusuyla harekete geçip Haçlıları Taberiyye yörelerinde ağır bir bozguna uğrattılar (Haziran 1113). Tuğtekin, aralarındaki anlaşmaya göre Rıdvan’ı da yardıma çağırmışsa da o, bunu kabul ile Tuğtekin ve müttefiklerine yardıma gitmemiş, ancak 100 atlı kuvveti göndermekle yetinmiştir. Bunun üzerine Tuğtekin, Rıdvan’ın tâbiiyetinden çıkıp onun adını hutbe ve paralardan derhal çıkarmıştır (Ağustos 1113).

Bu olaylardan sonra oldukça yıpranan melik Rıdvan, kendisini takatten düşüren bir hastalık sebebiyle Haleb’de vefat etmiş (10 Aralık 1113), cesedi Meşhedü’l-melik’e gömülmüştür. Melik Rıdvan, 18 yıllık bir hükümdarlık döneminde, hâkim olduğu memleketlerde güven ve sükûnu sağlamada büyük çaba ve fedakârlıklar göstermiş, bu nedenle ünlü Haleb tarihçisi İbnü’l-Adîm, “Ölümünden sonra Haleb yönetiminin son derecede kötü bir duruma geldiğini ve Meliklik erkânının onun yokluğunu şiddetle hissetiğini” özellikle belirtmiştir.

Melik Alp Arslan Devri

Melik Rıdvan’ın ölümünden sonra 16 yaşındaki oğlu Tâcüddevle Ebû Şucâ Alp Arslan Muhammed el-Ahras, Haleb Selçuklu meliki oldu. Bu sıralarda Haleb Melikliği, Haçlı tehlikesiyle birlikte Bâtınî faaliyetlerinin etkisi altında bulunuyordu; Melikliğin yönetim işlerini Baba adıyla tanınan Rıdvan’ın hâdimlerinden Lülü yürütmekte, vezirlik makamında Ebu’l-Fazl, ordu komutanlığında Gümüştekin el-Baalbekî, Haleb yerli muhafız kuvvetleri kumandanlık görevinde ise Haleb Reisi Sâid bulunuyorlardı, böylece Rıdvan’ın yönetim kadrosu, ayen korunmuş oluyordu.

Alp Arslan, tahta geçer geçmez iki kardeşi Mubarekşah ile Melikşah’ı derhal öldürtmüş, böylece bütün meliklik işlerini bizzat elinde tutmayı sağlamış oldu. Bu arada Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Muhammed Tapar, kendisine bir mektup gönderip “Vaktiyle baban, Bâtınîler konusunda bana muhalefet ediyordu, halbuki ben, şimdi senden, benim bir evlâdım olarak onları yok etmeni istiyorum” demiştir; esasen Meliklik erkânı da bu hususta kendisini uyarmakta idiler. Bunun üzerine Alp Arslan, başta Bâtınî reisi Ebû Tahir olmak üzere İsmail ed-Dâî, kardeşi el-Hakîm el-Müneccim ve öteki Bâtınî ileri gelenlerini yakalatıp boyunlarını vurdurmak suretiyle öldürtmüş, 200 Bâtıniyi de etkisiz bir hâle getirmiştir; böylece Haleb yönetimine âdeta hâkim bir durumda olan Bâtınîler bertaraf edilmiş oldular.

Melik Alp Arslan, Bâtınîlere kesin bir darbe vurup onları bertaraf ettikten sonra Haçlılarla mücadelelerde bulunmak ve Melikliği’nin yönetimini daha sağlam bir duruma getirebilmek için kendisine yakın olan bazı devlet erkânının tavsiye ve önerileri sonucunda, Dımaşk emîri Tuğtekin’e bir mektupla başvurup “Haleb’e gelip Meliklik işlerini ve orduyu iyi bir düzene sokmasını” bilirdi. Bu dâveti olumlu karşılayan Tuğtekin, bütün sorunların görüşülüp karara bağlanabilmesi için onu Dımaşk’a çağırdı, bu arada ona tâbilik ve bağlılığını göstermek için de Dımaşk’ta sultan Muhammed Tapar’ın adından sonra onun adını hutbelerde okutup, ayrı şekilde adına para da bastırdı (Şubat 1114). Tuğtekin’in bu dâvetini kabul eden Alp Arslan, kendisine yakın meliklik erkânıyla Dımaşk’a gitti; onları şehir dışında karşılayan Tuğtekin, Alp Arslan’ı, vaktiyle amcası Dukak’ın oturduğu meliklik tahtına oturttu, kendisine ve erkânına çok değerli armağanlar takdim etti. Bir süre sonra Alp Arslan ve heyeti, Tuğtekin ve beraberindeki heyetle birlikte Haleb’e geldiler. Fakat çok geçmeden melik Alp Arslan’ın, Tuğtekin’in tasarladığı Haleb yönetimindeki ıslahata henüz başlamadan ondan habersiz olarak Melikliğin yüksek düzeydeki yöneticilerini tutuklama ve öldürtmeye başlaması ve ayrıca kendisiyle hiç ilgilenmemesi üzerine derhal Dımaşk’a geri dönmüştür.

Tuğtekin’in Dımaşk’a dönmesi üzerine atabek Lülü, Meliklik yönetimini tam anlamıyla tek elinde toplamış, tahakküme başlayarak bir çok kimselerin mal ve paralarına el koymaya başlamıştı. Melik Alp Arslan ise Meliklik yönetimiyle hiç ilgilenmeyip zevk ve sefa âlemine dalmış, hattâ meliklik erkânına karşı pek hoş olmayan hareket ve davranışlarda bulunmaya başlamıştı. Bunun üzerine atabek Lülü, melikliğin ileri gelen mülkî ve askerî erkânının destek ve yardımlarıyla melik Alp Arslan’ı öldürmüştür.

Sultanşah Devri

Melik Alp Arslan’ı öldürtmek suretiyle Halep Melikliği’ne tam anlamıyla hâkim olan atabek Lülü, henüz altı yaşında bir çocuk olan Alp Arslan’ın kardeşi Sultanşah’ı Meliklik tahtına oturtmuş, Şemsü’l- havâs Yaruktaş’ı ordu kumandanlığına, azlettiği Ebu’l-Fazl’ı yeniden vezarset makamına getirmiştir.

Çok geçmeden Lülü ve askerî erkân, Haçlı tehlikesine karşı Dımaşk emîri atabek Tuğtekin ve öteki Müslüman emîrlere mektup gönderip onları yardıma çağırmışlar, fakat onlardan hiç bir olumlu cevap alamamışlardır. Haleb tarihçisi İbnü’l-Adîm’in ifade ettiği gibi “Ne gariptir ki Haleb gibi Kuzey- Suriye’nin en önemli merkezî konumunda bulunan kentine hiçbir Müslüman emîr sahip çıkmıyor ve Haçlı tehlike ve baskısı da böylece sürüp gidiyordu.

Haleb Selçuklu Melikliği’nin içte ve dışta endişe verici tehlikelerle başbaşa kalması dolayısıyla ümitsizliğe düşen atabek Lülü, bu kez, sultan Muhammed Tapar’a mektup yazıp “Meliklik hazinesiyle Haleb’i kendisine teslim edeceğini, bu sebeple askerî kuvvet göndermesini” bildirdi. Sultan, Haçlılarla savaşmak, ayrıca Büyük Selçuklu kuvvetleriyle savaşarak isyan durumuna gelen Mardin emîri İlgazi ve Dımaşk emîri Tuğtekin’i cezalandırmak amacıyla Hemedan emîri Porsukoğlu Porsuk’u Çavuş Bey ve Gündoğdu ile birlikte büyük bir orduyla “Önce İlgazi ve Tuğtekin’le savaşıp bunları etkisiz hâle getirmesini, daha sonra da Haçlılarla mücadeleye girişmesini” emretti. Çok geçmeden harekete geçen Selçuklu ordusu, Haleb’e yönelmiş, başkumandan Porsuk, Lülü’ye ulaklar gönderip “Haleb’in derhal kendisine teslimini” istemiştir. Haleb’i Selçuklu ordusuna teslimden vazgeçen Lülü, bu kez İlgazi ve Tuğtekin’e elçiler gönderip “Haleb’i kendilerine teslim edeceğini, buna karşılık Dımaşk’a bağlı bir yerin yönetiminin kendisine verilmesini” bildirdi. Bunun üzerine Tuğtekin, İlgazi ile birlikte Haleb’e gelip Selçuklu ordusuna karşı savunma durumuna geçtiler. Öte yandan bunu haber alan Porsuk, Haleb’e gitmeyip Dımaşk’a bağlı olan Hama’ya yürüyüp ele geçirdi. Bunun üzerine Tuğtekin ve İlgazi, Selçuklu ordusuna karşı Kudüs kralı Baudouin, Trablus prensi Pons ve Antakya prensi Roger’le birleşerek Efâmiye kalesi önlerinde karargâh kurdular (1115 başları). Bu sırada Şeyzer’de konaklayan Selçuklu ordusu ve müttefikler, birbirlerine saldırmaya cesaret edemeyerek memleketlerine döndüler. Bu arada Selçuklu kuvvetleri, Haçlıların elinde bulunan Kefertab ile Haleb’e bağlı Buzâa’yı ele geçirmişlerdir. Selçuklu ordusu, Haleb’e yürümeyi planladı ise de Antakya prensi Roger’in Haleb’e yönelen Selçuklu ordusunun ağırlıklarını bir baskınla ele geçirmesi üzerine Selçuklu ordusu İran’a dönmek zorunda kaldı. Böylece atabek Lülü de Haleb yönetimini elinde tutmayı başarmış oldu.

İki yıla yakın bir süre Haleb Selçuklu Melikliği’nin yönetimini tekelinde toplayan atabek Lülü, Melikliğin iç ve dış sorunlarını çözmede hiçbir başarı gösterememiş, böylece korku ve endişeye kapılması sonucunda, bütün mal ve hazinesiyle Haleb’den ava çıkma bahanesiyle ayrılarak Câber kalesi hâkimi Mâlik b. Sâlim’in yanına gitmek üzere ayrılmış, fakat yolda emîr Sungur’un girişimleri sonucunda öldürülmüş ve beraberindeki hazine, Haleb’den gelen bir temsilciye teslim edilmiştir. Böylece Lülü’nün Haleb Melikliği yönetimindeki tahakkümü de sona ermiş oldu.

Lülü’nün öldürülmek suretiyle bertaraf edilmesi üzerine, Rıdvan’ın hâdimlerinden eski ordu kumandanı Şemsü’l-havâs Yaruktaş, Dımaşk’tan gelip Haleb yönetimini üzerine almayı başardı (Mayıs 1117). Bu arada Selçuklu emîri Aksungur el-Porsukî, Haleb’e hâkim olmak için harekete geçmiş, fakat başarılı olamamıştır. Kendi hâkimiyetini sağlamlaştırmak amacıyla Yaruktaş, Antakya prensi Roger’le el-Kubbe kalesi ile bir miktar para vermek suretiyle bir ittifak yapmıştır; bu arada da o, Haleb kalesine çıkıp burasını ele geçirmek istemişse de başarılı olamayıp Haleb’den uzaklaştırılmış ve onun yerine Haleb ordu kumandanı Ebu’l-Meâlî el-Muhsin atanmıştır.

Haleb Selçuklu meliki bulunan ve çok küçük yaşta olan Sultanşah’ın nâiblik yetkilerini ellerinde tutan devlet erkânının başarısız yönetimleri sonucunda, Meliklik ileri gelenleri ve kumandanlar, çok sayıda Türkmen kuvveti bulunan ve deneyimli bir yöneticilik vasfına sahip bulunan Mardin Artuklu emîri İlgazi’yi “Haleb’e gelip yönetimi ele almasını ve Haçlılarla mücadele etmesini” kararlaştırdılar. Çok geçmeden Mardin’e gelen Haleb heyetinin önerilerini kabul eden İlgazi, beraberinde oğlu Temürtaş (Demirtaş) ve yakın adamları olduğu hâlde, az sayıda bir kuvvetle Haleb’e gelmiş, fakat onun “Şehre alınıp alınmaması” hususunda Haleb yöneticileri arasında anlaşmazlık çıkınca İlgazi, derhal Haleb’den ayrılmış, fakat sonunda onun şehre alınmasına karşı çıkanlar ikna edilince İlgazi, Haleb’e gelip kaleye çıkmış, buradaki askerleri ve yöneticileri çıkartıp yerlerine kendi adamlarını yerleştirmiştir; o, ayrıca melik Sultanşah ve ablaları ve kız kardeşlerini de kaleden çıkarıp başka bir eve nakletmek suretiyle onları âdeta göz altına almıştır. Böylece Suriye Selçuklu Melikliği’nin Haleb kolu, fiilen ve resmen sona ermiş oldu (1117/18).

Dımaşk Selçuklu Melikliği Şemsü’l-mülûk Dukak Devri

Babası Tutuş’un Rey savaşında yenilip hayatını kaybetmesi üzerine Dukak, beraberinde Aytekin el-Halebî ve bir miktar askerî birlik olduğu hâlde, Diyarbakır üzerinden kardeşinin bir Selçuklu Melikli’ği kurduğu Haleb’e gelmişti. Fakat çok geçmeden Dukak, babasının hâdimlerinden Savtekin’in, yönetimi ele almak üzere Dımaşk’a çağırması üzerine, gizlice Haleb’den ayrılıp Dımaşk’a geldi; kendisini karşılayan Savtekin, askerî birlik ve kumandanların onayını alıp Dukak’ı babasının yerine Dımaşk Selçuklu Melikliği tahtına oturttu. Bu sırada Dımaşk’ta Şıhne olarak Sâlâr Hısnuddevle Bahtiyar, yerli muhafız komutanı olarak da Emînüddevle Ebû Muhammed bulunuyorlardı. Böylece Haleb’den başka Dımaşk’ta da yeni bir Selçuklu melikliği kurulmuş oldu. Çok geçmeden Tutuş tarafından Meyyâfârikin (Silvan) Valiliği’ne atadığı oğlu Dukak’a atabek yaptığı Zahîrüddin Tuğtekin, Dımaşk’a gelip Dukak’ın hizmetine girmiş ve Dukak tarafından Melikliğin bütün yönetim işlerini ona verilmiş, fakat buna karşı çıktığı tespit edilen Savtekin, öldürülmek suretiyle bertaraf edilmiştir. Bu olaydan bir süre sonra melik Rıdvan’ın hizmetinde bulunan Antakya valisi Yağısıyan, aynı şekilde Rıdvan’ın tutum ve davranışlarına maruz kalan vezir Ebu’l-Kasım el-Hârezmî ile birlikte Dımaşk’a gelip Dukak’ın hizmetine girmişlerdir; hattâ Dukak, Yağısıyan’ın öneri ve tavsiyesiyle Ebu’l-Kasım’ı vezirliğe atamıştır.

Babasının hâkim olduğu memleketlere kendisinin de hâkim olma girişimlerinde bulunan, fakat başarılı olamayan melik Rıdvan, bu kez, kardeşi Dukak’ın kurduğu Dımaşk Selçuklu Melikliği’ne hâkim olup ortadan kaldırmak amacıyla birkaç kez askerî harekâta girişmişse de pek başarılı olmamış, böylece Dukak, Dımaşk Melikliği’ni korumuş oldu.

Haçlılar’ın Urfa’yı işgal ile burada bir kontluk kurmalarından sonra Antakya’ya yürümeleri üzerine şehir valisi Yağısıyan’ın askerî yardım istemesi üzerine Dukak, beraberinde atabeği Tuğtekin olduğu hâlde, kuvvetleriyle birlikte Dımaşk’tan hareketle Humus’ta kendisine katılan Cenahüddevle Hüseyin ile birlikte Şeyzer yörelerine gelip konakladılar, çok geçmeden de el-Bâre’yi işgal eden bir kısım Haçlı kuvvetlerine ani bir baskın yapıp onları geri çekilmek zorunda bıraktılar (Aralık/Ocak 1097/98), fakat esas kalabalık Haçlı kuvvetlerinin harekete geçmeleri üzerine geri çekilmek zorunda kaldılar. Haçlıların Antakya’yı kuşatmaya başlamaları üzerine harekete geçen Selçuklu ordusuna kuvvetleriyle Dukak ve atabeği Tuğtekin de katıldı. Bu kuvvetlerin Tellü Mennes’e geldikleri zaman şehir halkının Haçlılarla işbirliği yaptıkları ortaya çıkınca melik Dukak, kuşattığı şehir halkının kendilerine karşı savaşmaması üzerine onlara “Ceza olarak bir miktar para ödemelerini” bildirdi; daha sonra Dukak, Selçuklu ordusuyla birleşerek Antakya’ya yöneldi ve Haçlılarla savaşa başladı. Bilindiği üzere savaşı ovada kabul eden Selçuklu ordusu, yenilgiye uğradı, bunun üzerine Selçuklu ordusundaki öteki emîrler gibi Dukak da Sökmen ve Cenahüddevle ile birlikte Dımaşk’a döndü.

Melik Dukak, daha önce babası Tutuş’un hâkim olduğu Diyarbakır ve çevresine hâkim olmak amacıyla beraberinde veziri Muhammed el-Acemî olduğu hâlde, bir miktar kuvvetle Dımaşk’tan hareketle Rahbe üzerinden emîr Altaş’ın yönetimindeki Meyyâfârikin’e geldi. Çok geçmeden bölgenin bütün emîrleri huzuruna gelerek kendisine tâbi olduklarını arz ettiler. Hâkim olduğu bölgede bazı icraatta bulunan melik Dukak, Dımaşk’a geri dönmüştür.

Teberiyye Haçlı prensi Tankred, kuvvetleriyle harekete geçerek Dımaşk Melikliği sınırları içinde bulunan Sevâd’a saldırıp (Mayıs 1100 başları) birçok ganimet ele geçirmiştir. Bu kuvvetler Kudüs kralı Godefroi de Boullon’un asıl Haçlı kuvvetlerine ulaşmak için geri dönerken, Dukak’ın sevkettiği atlı kuvvetlerin saldırısına uğrayıp ağır kayıplar vermiş, Tankred, güçlükle kralın kuvvetlerine katılmıştır. Böylece Haçlıları Sevâd yörelerinden uzaklaştıran Dımaşk atlı birlikleri Dımaşk’a dönmüşlerdir. Yenilgiye uğramasına rağmen atlı kuvvetleriyle harekete geçen Tankred, Sevâd topraklarına her gün yağma akınları yapmakta idi. Bunun üzerine Dukak, yağma akınlarını durdurması için Tankred’e bir miktar altın ve armağanlar vermeyi önermesine karşılıklı, o, Dukak’a altı deneyimli şövalye gönderip “Dımaşk’ı terketmesi, ya da Hıristiyanlığı kabul etmesi” önerisinde bulundu. Buna son derecede kızan Dukak, şövalyelere “Ya İslâmiyeti kabul, ya da ölümü tercih etmelerini” bildirdi; ancak İslâmiyeti kabul eden bir şövalye dışında beş şövalye başları kesilmek suretiyle öldürüldüler. Bunu haber alan Tankred, yeniden Sevâd topraklarına şiddetli akınlara başladı; Dukak’tan yardım alamayan Sevâd emîri, Tankred’in vasallığını kabul etmek zorunda kaldı.

Kudüs kralı Godefroi’nin ölümü üzerine onun yerine krallık tahtına oturması kararlaştırılan Urfa kontu Baudouin, bir askerî birlikle Antakya üzerinden Lâzkiye’ye gelmiş, buradan da Kudüs’e doğru hareket etmişti. Bunu haber alan melik Dukak, Cenahüddevle Hüseyin ile birlikte kuvvetleriyle onu yakalamak amacıyla Beyrut yönünde ilerlemeye başladı. Öte yandan Baudouin, Cebele ve Trablusşam üzerinden Nehrü’l-kelb boyunca uzanan tarihî bir yoldan geçmekte idi. İşte tam bu sırada Dukak ve Cenahüddevle’nin kuvvetleri, paniğe kapılan Baudouin ve kafilesine saldırıya geçtiler. Yapılan çarpışmalarda birçok Haçlı askeri öldürüldü ise de gece karanlığından yararlanan Baudouin, Kudüs’e ulaşıp krallık tahtına oturdu (Kasım 1100).

Trablusşam emîri Ebu’l-Hasan Ali b. Ammar, kendisine tâbi Cebele emîri İbn Süleyha’nın isyana başlaması üzerine, Dukak’a başvurup “Cebele’yi ele geçirip Dımaşk Melikliği’ne bağlamasını” bildirdi. Bunun üzerine Dukak, Tuğtekin’le birlikte Cebele’ye yürüyüp kuşatmaya başladı, fakat son derecede sağlam surlara sahip olan kenti ele geçiremedi, bu arada Tuğtekin’in de çarpışmalar sırasında yaralanması sebebiyle kuvvetleriyle Dımaşk’a geri döndü (1110/1101). Bununla birlikte Haçlıların saldırı ve baskıları karşısında İbn Süleyha, Tuğtekin’e özel bir ulak gönderip “Cebele’yi teslim etmek istediğini, kendisinin hazine ve ailesiyle Dımaşk, ya da Bağdat’a gidip ikamet edebilmesi için bir askerî birliği kendisine göndermesi hususuda melik Dukak katında girişimde bulunmasını” bildirdi (Haziran 1101). Tuğtekin, Diyarbakır’dan Dımaşk’a gelen (Temmuz 1101 sonları) Dukak’a durumu arz etmiş ve onayını aldıktan sonra da oğlu Tâcülmülk Böri’yi bir miktar kuvvetle Cebeli’ye gönderdi. Çok geçmeden Böri’ye Cebele’yi teslim eden İbn Süleyha, bütün ağırlıklarıyla Dımaşk’a gelip ikamete başladı. Bunu haber alan İbn Ammar, “İbn Süleyha’yı kendisine teslim etmesini, onun hazinesinden başka 300 bin altın da vereceğini” melik Dukak’a bildirdi ise de o, bunu kabul etmeyerek İbn Süleyha’yı hazinesiyle birlikte Bağdat’a gönderdi. Fakat bu arada Böri’nin kötü yönetiminden memnun olmayan Cebele halkı, İbn Ammar’ı “Şehri kendisine teslim edeceklerini” bildirdi; bunun üzerine İbn Ammar, bir askerî birlik gönderip Cebele’yi savaşla teslim aldı, bu arada Böri de tutsak alındı. Böylece Cebele, yeniden Trablusşam Emîrliği’ne bağlanmış oldu.

Haçlı liderlerinden Raymond de Saint Gilles’in, Trablusşam’ın kuzeyindeki kıyı kenti Antartus’u işgal ile Trablusşam’ı tehdit eder bir duruma gelmesi üzerine İbn Anmar, melik Dukak ve Humus emîri Cenahüddevle Hüseyin’den yardım istedi. Melik Dukak bu yardım seferine bizzat katılmayıp iki bin kişilik bir kuvvet göndermiş, bu sırada Humus’ta bulunmayan Cenahüddevle’nin nâibi Yâhız da kuvvetleriyle Trablusşam’a yöneldi; böylece Dımaşk ve Humus kuvvetleri, İbn Ammar’ın kuvvetleriyle birleşerek Antartus yönüne hareket ettiler. Öte yandan Raymond da kuvvetleriyle Antartus yakınlarına gelip karargâh kurdu; çok geçmeden iki taraf arasında yapılan savaşta müttefik Müslüman kuvvetleri, bozulup geri çekilmiş ve çarpışmalarda oldukça ağır kayıplar vermiş, bu nedenle memleketlerine dönmüşlerdir (Nisan 1102).

Daha önce babası Tâcüddevle Tutuş’un hâkimiyetinde bulunan Rahbe’nin emîr Kaymaz’ın eline geçmesi üzerine melik Dukak, Tuğtekin’le birlikte derhal Rahbe’ye yönelip kuşatmışsa da ele geçiremeyerek Dımaşk’a döndü. Fakat emîr Kaymaz’ın ölümü (Kasım/Aralık 1102) üzerine şehir yönetimine emîr Hasan’ın hâkim olmasından sonra melik Dukak, Tuğtekin’le birlikte harekete geçip Rahbe’yi kuşattıktan bir süre sonra sıkıntıya düşen halk, şehri ve kalesini Dukak’a teslim etmek zorunda kaldı (Mart/Nisan 1102). Şehirde işleri düzene koyan Dukak, buraya Muhammed eş- Şeybanî’yi nâib olarak atadıktan sonra Dımaşk’a döndü (Nisan 1103).

Dokuz yıl (1095-1104) Dımaşk Selçuklu Melikliği tahtında oturan Şemsü’l-mülûk Ebû Nasr Dukak, yakalandığı verem hastalığından kurtulamayarak hayata gözlerini yummuş (8 Haziran 1104), cesedi, annesinin Dımaşk’ın kuzey-doğusundaki Meydanü’l-ahdar’da kente hâkim bir tepe üzerinde yaptırdığı büyük bir mescidin havlusundaki Kubbetü’t-tavâvîs adıyla anılan ve daha sonra kendisinin de gömüldüğü mezarlığa defnedilmiştir.

Melik Dukak’ın ölümü üzerine, vasiyeti uyarınca 1 yaşındaki oğlu Tutuş, Meliklik tahtına oturtuldu, fakat yönetim, yine atabek Tuğtekin’in uhdesinde bulunuyordu. Melik Dukak, melikliği sırasında, kendisine karşı herhangi bir olumsuz hareketinin olmaması için oniki yaşındaki kardeşi Muhyiddin Ertaş’ın Baalbek valisi Gümüştekin Tâcî’ye gönderip Baalbek kalesinde tutuklatmıştı. Fakat Tuğtekin, Ertaş’ı hapisten çıkartıp Dımaşk’a getirtti ve onu, Meliklik tahtına oturttu (Eylül 1104). Fakat annesi ve bazı yakınları, kendisine “Dımaşk’tan gizlice kaçıp Baalbek’e giderek oradaki emîr ve kumandanlarla birleşip Haçlılardan da yardım almak suretiyle Dımaşk’a gelip şehri Tuğtekin’den alarak meliklik tahtına oturmasını” tavsiye ettiler. Bunun üzerine Ertaş, emîr Aytekin’le birlikte Baalbek’e değil de Harran taraflarına gittiler (Ekim 1104) ve Kudüs kralı I. Baudouin’e de mektup gönderip yardım isteğinde bulundular; kralın, onların bu isteğini olumlu bulması üzerine de Kudüs’e gidip kralı Dımaşk’a saldırması hususunda teşvik ettiler. Fakat bu sıralarda Fatîmilerin, Filistin’i Haçlılardan kurtarma harekâtına başlamak üzere olmaları nedeniyle Baudouin, onların önerisini kabulden vazgeçti. Bunun üzerine Ertaş, Aytekin’le birlikte Kudüs’ten ayrılıp Rahbe’ye giderek kent yönetimini eline aldı (Mart/Nisan 1105). Bir süre sonra buradan da ayrılarak doğu yönüne hareket eden Ertaş, yolda vefat etti. Öte yandan atabek Tuğtekin, Ertaş’ın Dımaşk’tan ayrılması üzerine hutbeyi Tutuş adına okutmaya başlamış, fakat çok geçmeden onun da ölümü sonucunda Selçuklu ailesinden Meliklik tahtına geçecek bir kimsenin olmaması sebebiyle Dımaşk Selçuklu Melikliği fiilen sona ermiş oldu. Bundan sonra Dımaşk’ta Tuğtekin’in atabeklik yönetimi kurulacak, onun ölümünden (Şubat 1128) sonra da yerine geçecek olan oğlu Tâcü’l-mülûk Böri’nin adına izafeten Böriler Hanedanı Devri başlayacaktır.

Prof. Dr. Ali SEVİM

Türk Tarih Kurumu / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 4 Sayfa: 764-777

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.