Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlı Bürokrasisinden Bir Kesit: Defterhâne-i Âmire’nin Kuruluşu Ve Gelişmesi

0 14.634

Yrd. Doç. Dr. Erhan AFYONCU

Osmanlı İmparatorluğu’nun arazi kayıtlarını ihtiva eden, has, zeâmet, tımar, mülk, vakıf gibi arazi türlerini tayin ve tescil eden ana defterlerin saklandığı ve bu defterlerle ilgili günlük muamelâtın yapıldığı, kaynaklarda defterhâne-i âmire, defter-i vilâyet, defter-i hakanî, defterhâne-i hümâyûn ve defter-i dergâh-ı âli olarak geçen defterhâne Osmanlı bürokrasisinin en önemli dairelerindendir.

Defterhâne’nin Kuruluşu

Defterhâne-i Âmire’nin hangi tarihte kurulduğu tam olarak bilinmemektedir. Defterhâne’nin müstakil bir müessese olarak kuruluş tarihi D. Howard tarafından 1540’lı yıllara tarihlendirilmektedir. Howard, defter eminliğinin II. Bayezid devrinde ihdas edildiğini, ancak bu dönemde henüz müstakil olmadığını, hazine-i âmire şâkirdleri içerisinde yer aldığını yazmaktadır.[1] Bu neticeye II. Bayezid devrine ait bir in’amât (muhtemelen ruznâmçe) defterindeki kayıtlardan varmaktadır. Ancak defterin aslını görmediği[2] ve Ö. L. Barkan’ın yayınlandığı kısımları da[3] dikkatli incelemediği anlaşılmaktadır. Bu ruznâmçe defteri karışık olarak tutulmuş olup, kayıtlarında her zaman sistematik bir ayrım yapılmamıştır. Bir ödemenin yapıldığı gruba ait başlıklar her zaman konulmamış veya eksik bırakılmıştır. D. Howard’ın defter eminini, hazine-i âmire şâkirdleri arasında bulunuyor diye yorumladığı kayıtlara bakıldığında aynı başlığın altında tevkiî kâtipleri, berât emini, tercümanlar, divitdâr gibi görevlilerin, hatta bir casusun da yer aldığı görülmektedir.[4] Burada hazine-i âmire şâkirdi olanlar sadece ilk yedi-sekiz kişidir. Diğerlerinin o başlıkla ilgisi yoktur. Nitekim daha sonraki yıllara ait kayıtlarda Kâtibân-ı Hızâne-i Âmire ve Kâtib-i Tevkiî ve Gayrihu başlığı kullanılmıştır.[5] Ayrıca defter eminliği gibi tımar sistemine ait defterleri muhafaza eden ve muamelâtı yapan bir makamın şâkird derecesinde birisi tarafından yürütülmesi beklenilmez. Bu defterdeki kayıtlarda defter emini olarak gösterilen Pîrî Bey’in bir şâkirdinin de zikredilmesine yeterince dikkat edilmemiştir. Osmanlı bürokrasisinde şâkirdlerin de şâkirdi olduğuna dair bir kayıt görülmemektedir. Defterin daha sonraki yıllarına ait olan kısımlarında defterhâne kâtiplerinin de görülmesi[6] defter emininin hazinede bir şâkird olamayacağının yanısıra, defterhânenin bu dönemde kendi kâtip ve şâkirdleri bulunan müstakil bir müessese hâline geldiğini göstermektedir. 1499 yılındaki İnebahtı seferine defter emininin defterhâne ile birlikte katılması da bu durumu desteklemektedir.[7] Bütün bunlar gösteriyor ki Howard’ın defterhânenin 1540’lı yıllarda müstakil bir daire hâline geldiği görüşü kabul edilemez.

Tımar sisteminin Orhan Gazi dönemine kadar inmesi[8] sebebiyle o dönemlerde tımarla ilgili işlemleri yürütecek bir teşkilâtın bulunması gerekir. Nitekim Orhan Gazi devrinden intikal eden vesikaların tahlili o devirdeki devlet işlerinin, kitâbet usûllerini oldukça iyi bilen bir kâtip zümresi ile bunları örgütleyen merkezî bir daire tarafından yürütüldüğünü göstermektedir.[9] Devlet idaresini ve bürokratik işlemleri yürüten divân-ı hümâyûnun mevcudiyeti de Orhan Gazi devrine kadar inmektedir.[10] Bu dönemlerde muhtemelen divân-ı hümâyûn bünyesinde bürokratik bir bölünme bulunmuyor ve nişancının[11] idaresinde bulunan dar bir kâtip kadrosu tımar, idarî ve mâlî işlere ait işlemleri bir arada yürütüyorlardı. Devletin büyüyüp, işlerin çoğalması ile birlikte XV. yüzyıl başlarında mâlî işler için ayrı bir müessese olarak defterdârlık ortaya çıktı.[12] Osmanlı bürokrasisinde üçüncü ayağı teşkil eden defterhâne ise tımar sisteminin ve merkezin ağırlığının gittikçe arttığı Fatih devrinde kurulmuş olmalıdır. Nitekim defterhâne ile ilgili ilk bilgilere Fatih’in teşkilât kanunnâmesinde rastlanmaktadır. Burada hazine ve defterhânenin, padişahın veziriazamdaki mührü ile defterdârın huzurunda açılıp-kapanması gerektiği zikredilmektedir. Ayrıca defterhâne kâtiplerinin gerek kâtip oldukları gerekse bayramlarda el öpmelerinin kanun olmadığından bahsedilmektedir.[13] Kanunnâme’de, defterhânenin âmiri olan defter eminliğinin de merâtibde önemli yerde bulunan bir makam olarak geçmesi,[14] muhtemelen defterhânenin Fatih devrinde müstakil bir daire şeklinde teşkil edilmiş olabileceğini düşündürtmektedir. Fatih’in teşkilât kanunnâmesinin elimizde bulunan nüshalarının orijinal kanunnâmeye sonraki devirlerde yapılmış ilave ve tadilâtı hâvî olduğu ve bu sebeple orada bulunan bilgilerin hepsinin Fatih devrine ait olarak kabul edilemeyeceği ileri sürülmektedir.[15] Fakat sonradan kanunnâme üzerinde yapılan değişiklikler cüzi noktalardan ibaret olmalıdır.[16] Fatih devrinde umumî tahrirlerin yapılmış olması[17] ve muhtemelen mufassal tahrir defterlerinin bu devirde başlaması,[18] mülk ve vakıf toprakların tımar sistemi içerisinde dahil edilmeye teşebbüs edilmesi,[19] askerî harekâtın çoğalması (ki seferlerde tımarlı sipahilerle ilgili işlemleri yürütecek bir birime duyulacak ihtiyaç artmış olmalıdır), merkezî devlet anlayışının getirilmesi çabaları[20] Fatih kanunnâmesindeki defterhâne ile ilgili bilgilerin o döneme ait olduğunu destekler mahiyettedir.

İlk dönemlerde nişancının emri altında uzmanlaşmamış kâtipler tarafından yürütülen tımar işleri, muhtemelen I. Bayezid devrinden itibaren merkezî devlet yapısının oluşmaya başlaması ve toprakların genişlemesi sebebiyle nişancının uhdesinde olan işlerin artması sonucu divân-ı hümâyûn bünyesinde bir kâtibe devredilmiş, XV. yüzyıldan itibaren merkezî bürokrasinin gelişmesine paralel olarak tımarla ilgili işlemleri yürütmek için müstakil bir müesseseye ihtiyaç duyulmuş ve XV. yüzyılın ikinci yarısında defterhâne-i âmire ihdas edilmiştir.

Osmanlı bürokrasisinin oluşumu yıllarında İlhanlı devlet teşkilâtının büyük tesiri olmuştur. Nitekim İlhanlı mâli bürokrasisi usullerine dair eserlerin erken tarihlerde Bursa’da istinsah edilmiş nüshalarına rastlanılması ve iki devletin bürokrasisinde kullanılan defterlerin arasındaki büyük benzerlik bu durumu açıkça göstermektedir.[21] İlhanlı Devleti’nde arazi tahrirlerinin sonuçlarını muhtevî kanun adı verilen defterler ve defter emininin görevlerine benzer işleri yapan defterdârîi memâlik unvanlı bir görevli bulunmaktadır.[22] Defterhâne-i âmire, Osmanlı mâlî bürokrasisinde olduğu gibi İlhanlı Devleti’ndeki tahrirle ilgili müesseseden etkilenerek kurulmuş olmalıdır.

Defterhâne’nin Gelişimi ve Yapısı

1. Defterhâne’nin Gelişimi

Defterhâne’nin XV. yüzyıl boyunca geçirdiği gelişme hakkında fazla malumatımız yoktur. Yalnız 1499’da İnebahtı seferinde görülmesi, askerî harekâta katılarak tımarlı sipahilerin işlemlerini yapabilen müstakil bir müessese hâline geldiğini gösterir. XVI. yüzyıl başlarında defterhâne ile ilgili bilgiler artmaktadır. Nitekim Mohaç (1526), Viyana (1529) ve Alman (1532) seferlerine defterhâne, defter emini ve yedi-sekiz kâtip ile katılmıştır.[23] Seferler esnasında merkezde kalan kâtip ve şâkirdler ile tımar tasarruf eden kâtip ve şâkirdler ve muhtemelen sefere katılmış olan, fakat bir ödeme yapılmadığı için elimizde kaydı bulunmayan şâkirdlerin bu yıllardaki durumu hakkında bir bilgimiz yoktur. Bunlar da dikkate alındığında defterhânenin bu tarihlerde yaklaşık 15 kişilik önemli bir daire haline geldiği ortaya çıkmaktadır.

Osmanlı tımar sisteminde 1531 tarihinde yapılan bir düzenleme defterhânenin daha fazla gelişme ve büyümesine sebep oldu. Bu tarihte Kanunî Sultan Süleyman’ın fermânıyla tımarların dağıtılmasında beylerbeyilerin yetkileri yeniden düzenlendi. Beylerbeyiler bu tarihten itibaren sadece küçük gelirli tımarları (tezkiresiz tımar) tevcih edebileceklerdi. Büyük gelire sahip tımarlar (tezkireli tımar) için ise o timara hak kazanmış olan sipahiye, beylerbeyi tarafından verilecek tezkireyle, tayinini devlet merkezine teklif etme ve sipahinin tımarın gelirinden faydalanabilmesi için merkezden berat alması mecburiyeti getirildi. Bu durum defterhânede yapılacak işlerin artmasına ve buna paralel olarak da kalemin büyümesine yol açacaktı. Bu fermân kısa zaman zarfında olmasa da defterhânenin idârî faaliyetlerini önemli ölçüde artırdı.[24]

XVI. yüzyılda devletin büyümesine paralel olarak tımar sistemi genişledi, tahrir sistemi gelişti ve merkezî bürokrasi büyüdü.[25] Bunlara paralel olarak defterhâne de önemli bir gelişme gösterdi. Önceleri tahrirler, bu işi yapabilecek yeterli sayıda merkezî bürokrasi elemanı olmadığı için kadı, sancak beyi vs. gibi görevliler tarafından yapılırken, XVI. yüzyılın ikinci yarısındaki tahrirlerin büyük bir kısmını merkez bürokrasisinin kâtipleri gerçekleştirdi. Defterhâne, Divân ve Mâliye kâtipleri bu işte başı çekiyorlardı.[26] Artan işe paralel olarak kâtip ve şâkirdlerin de miktarı zamanla değişmiş ve XVI. yüzyıl başlarında muhtemelen 10-15 kişi olan defterhâne görevlilerinin sayısı 1577’de 40’a ulaşmıştır.

XVII. yüzyılda her ne kadar tımar sistemine müteallik olan tahrirler ortadan kalkmış ve tımar sistemi bozulmuşsa da yüzyılın ilk yarısında defterhâne büyümesini sürdürmüştür. 1620’lerde 85-90 kişiden oluşan büyük bir daire hâline gelmiştir. tımar sisteminin küçülmesi ve devletin personelde yaptığı indirimler sebebiyle kadrosu zamanla azalsa da XVIII. yüzyıl sonlarında defterhânede 60 kişi çalışıyordu.[27]

XVII. yüzyıldan itibaren devlet yapısının değişim geçirip tımarla idare edilen toprakların yavaş yavaş iltizam sistemine geçmesi ve avarız tahrirlerinin ön plana çıkması sebebiyle[28] defterhânenin nezâretinde olan tımar topraklarının önemli bir kısmı zamanla mâliye daireleri tarafından idare edilmeye başlamışlardır. Bu durum defterhânenin işlevini ve önemini azalttıysa da tımar sisteminin eskisine göre küçülmesine rağmen memleket topraklarının önemli bir kısmında uygulanmaya devam edilmesi sebebiyle Tanzimat’a kadar Osmanlı bürokrasisinin en önemli dairelerinden birisi olarak kalmıştır. Ayrıca defterhâne defterleri kütük mesabesinde kabul edildiği için mâliye ve divân kalemlerine kaynak hizmeti sunmuştur.

XVII. yüzyılda defterhâneye olumsuz etki eden hadiselerden bir diğeri de devlet işlerinin divân-ı hümâyûndan Bâb-ı âsafî’ye kaymasıdır.[29] Paşa Kapısı’nın ağırlık kazanmasıyla birlikte reisülküttâb ve sadâret kethüdâsı bürokrasinin en önemli memurları olmuşlardır.[30] Daha önce defter eminliğinden düşük bir memuriyet olan reisülküttâblık XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren öne geçmiştir. XVI. yüzyılda bürokraside başdefterdâr ve nişancıdan sonra gelen defter eminliği XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren önem kazanan Bâb-ı âsafî memuriyetleri sebebiyle daha geri plâna düşmüştür. Fakat bu gelişmelere rağmen defter eminliği Tanzimat’a kadar hacegânın üst kısmını oluşturan ve menâsıb-ı sitte adı verilen altı makamdan birisi olmaya devam etmiştir.[31]

Defterhâne, divân-ı hümâyûnun bünyesi içerisinde bulunmasına rağmen divân kalemleri (beylikci, tahvil, ruûs, amedî) arasında yer almamaktadır. Aynı şekilde defterdârlık ile de bir bağlantısı bulunmamaktadır.[32] Defterhâne-i âmire başdefterdârın emri altında da değildi.[33] Defterhâne-i âmire, Divân (daha sonra Bâb-ı âsafî[34]) ve Bâb-ı defterî’nin yanında devletin üçüncü ana dairesidir.[35] Fakat defterhâne, Bâb-ı âsafî ve Bâb-ı defterî gibi birçok alt kalemi bünyesinde barındıran bir daire değildir. Defterhâne-i âmire bazı işbölümlerine ayrılmasına rağmen Tanzimat’a kadar tek bir kalem olarak varlığını sürdürmüştür. Defterhâne’nin XVIII. yüzyılda mufassal, icmal ve ruznâmçe olarak üç kalemden oluştuğunu d’Ohsson yazmaktadır.[36] Muhtemelen bu d’Ohsson’un defterhânedeki ana defter türlerini alt kalemler olarak yanlış anlamasından ve yorumlamasından meydana gelmiştir. Tanzimat’a kadar olan döneme ait inceleyebildiğimiz vesikalarda defterhânenin üç alt kalemden oluştuğuna dair hiçbir kayda rastlanmadığı gibi defterhânenin bir odadan ibaret olduğu da görülmektedir.[37] Eğer böyle bir bölünme olsaydı, her kalemin başında birer kisedâr (divân kalemlerinde olduğu gibi) bulunması gerekirdi. Oysa vesikalarda defterhânede sadece bir kisedârdan bahsedilmektedir. O da mufassal, icmal, ruznâmçe kisedârı olarak değil defterhâne kisedârı diye zikredilmektedir.[38] Bu sebeplerle defterhâne-i âmireyi alt kalem bölümlenmesi olmayan bir daire olarak kabul etmek daha doğru olacaktır.

Defterhâne’nin âmiri olan defter emini daha önce emri altında olduğu nişancı ile zamanla müsavî hâle gelmiş ve onun işlerinin bir kısmını devralmıştır. 1836’da nişancılığın kaldırılmasından sonra tuğra işleri de defter eminine verilmiştir. Önemli işlere dair fermânların üzerine Bâbıâli, diğerlerine de defter emini tarafından tayin edilen tuğrakeşler tuğra çekmekteydi.[39] 1838 yılından sonra ceride nezâretinin, muhâsebeciliğe dönüştürülmesi sırasında defterhânedeki tuğrakeşlik lağvedildi. Defterhâne’de yaptıkları işlerin birbirleriyle olan ilgisi göz önüne alınarak ceride muhâsebeciliğine bağlandı.[40] Ancak 1842 yılında yeniden kurulan defterhâne 1871’de nezârete dönüştürülerek defter-i hakanî nezâreti adını aldı.[41] Bundan sonra her ne kadar defterhâneye müteallik eski işlere de bakılıyorsa da, çok farklı yeni işlevleri (tapu vs.) oluştuğundan eski defterhâne- i âmire ile fazla bir alâkası kalmamıştır.

2. Defterhâne Binası

İstanbul’un fethinden önce Osmanlı bürokrasisine ait evrak ve defterlerin nerelerde bulunduğuna dair fazla bir malumatımız yoktur. Fetihden sonra ise ilk evrak mahzeni olarak Yedikule mevkii kullanılmıştır.[42] Topkapı Sarayı’nın yapılmasından sonra Osmanlı bürokrasisine ait defter ve evrak buraya intikal etmiştir. Defterhâne, divân-ı hümâyûn toplantılarının muntazaman devam ettiği sıralarda Topkapı Sarayı’nın ikinci avlusunda yer alan Kubbealtı’nın üçüncü kubbesi altında bulunmaktaydı.[43] Kâtipler ikinci kubbenin altında çalışırken, defterhâneye mahsus defterler muhtemelen divâna ait diğer defterlerle birlikte üçüncü kubbenin altındaki odada saklanırdı. Defterler burada eyalet adlarıyla sıralanmış sandıkların içinde bulunurdu.[44] Muamele görmüş evrak da müsveddeleriyle birlikte üzerinde daire adı ve yılı yazılmış bir torbaya konulur ve deri kaplı sağlam sandıklara yerleştirilerek aynı yerde muhafaza edilirdi. Yaptığımız incelemede burasının tek bir oda olduğunu ve ayrıca mahzenleri bulunmadığını tespit ettik.[45] Mâliyeye ait defterler ve evrak ise Kubbealtı’nın yanında bulunan mâliye defterhânesinde bulunurdu. 1665 tarihinde Topkapı Sarayı’nın harem kısmında çıkan yangında defterhânenin üst kısmı yanmış ve bir kısım malzeme de zarar görmüştür.[46]

Divân günlerinde defterhâne, mâliye defterhânesi ve hazine, padişahın veziriazamdaki mührü ile defterdârın nezâretinde mühürlenir ve açılırdı.[47] Eğer çavuşbaşı elçi uğurlamak gibi bir iş için divândan ayrılmış ise defterhâne ve diğer yerleri kapucular kethüdâsı mühürlerdi.[48]

Divân toplantılarının önemini kaybetmesinden sonra, XVIII. yüzyılda defterhâne At Meydanı’nda bulunan İbrahim Paşa Sarayı’na taşınmıştır. Vesikalarda burasının adı Fazlı Paşa Sarayı olarak geçmektedir.[49] Defterhâne’nin buraya ne zaman taşındığı tam olarak tespit edilememektedir. Fakat 1 Şaban 1156 (19 Eylül 1743) tarihli binâ emini Süleyman Ağa’nın sunduğu bir arzda Fazlı Paşa Sarayı’nda defterhâne-i âmire ve tevkiî kalemi için tahsis edilmiş odaların tamir edilmekte olduğu ve odaların üzerlerini örtmek için gereken 18.000 vukiyye kurşunun cebehâne-i âmireden verilmesi istenmektedir.[50] Muhtemelen bu tarihte Fazlı Paşa (İbrahim Paşa) Sarayı’nın bir kısmı defterhâneye tahsis edilmiş ve tamir edildikten sonra hizmete girmiştir. Daha sonraki yıllarda defterhânenin sarayın birinci avlusunda (bugünkü İstanbul Tapu-kadastro Bölge Müdürlüğü’nün arkasında) yapılmış bir binada bulunduğu görülmektedir.[51] Burası 1236 (1820) yılında yenilenmiştir.[52]

22 Zilhicce 1168 (29 Eylül 1755)’de çıkan yangın defterdâr kapısı ve mehterhâne ile birlikte deftehâneyi de etkilemiştir.[53] Defterhâne’nin hasar miktarı hakkında bir bilgimiz yoktur. Muhtemelen fazla bir zarar görmemiştir. Oysa bu yangında defterdâr kapısı büyük tahribata uğramış olduğu için defterdârlık da Fazlı Paşa Sarayı’na nakledilmiştir.[54] 27 Ramazan 1223 (16 Kasım 1808) tarihinde vuku bulan Alemdar vakasında çıkan yangın da defterhâneyi etkilemiştir.[55] Defterhâne binasında defter eminleri tarafından vakıf olarak ihya edilen bir caminin de bulunduğu görülmektedir.[56]

Defterhâne binasının boşluk kısmında incir ağacının altında enteresan bir mezar vardır. Mezarın baş tarafındaki kitâbede davasına ve sırrına sahip çıkıp bu uğurda öldüğü ve bu yüzden defter-i hakaniye gömüldüğü yazılıdır. Ayrıca buradaki beyitlerin arasına 20 Rebiülevvel 1180 (26 Ağustos 1766) tarihi kaydedilmiştir. Yine burada defter emini Emirganlı Mustafa Efendi tarafından 1161 (1748) tarihinde yazılmış bir levhada ser verip sır vermeyen Server Dede ifadesine rastlanılmaktadır.[57] Burada yatan kişinin kim olduğu tam olarak belli değildir. İ. Hakkı Konyalı 1940’lı yıllarda yaşlı tapu ve kadastro memurlarından dinlediği şu menkıbeyi nakletmektedir: Vazifesine çok bağlı bir defter emini olan Server Efendi defterhâne kayıtlarının muhafazasına ve herhangi bir suistimale meydan vermemek için dışarı çıkarılmamasına çok dikkat edermiş. Toprak ve otlak sınırı yüzünden iki kasaba arasında çıkan ve çatışma ihtimali gösteren bir ihtilafın akşamın geç vaktinde saraya aksetmesi üzerine, padişah ilgili defteri istetmiş. Fakat Server Efendi: “Fatih hazretlerinin bir kanunnâmesiyle defterhâneden gece vakti defter çıkarılması men edilmiştir. Hünkârım beni af buyursunlar. Gece vaktinde defteri dışarı çıkartamam” diye cevap vermiş. Belki de kendisinin imtihana tabi tutulmuş olduğunu sanıyordu. Padişaha menfi cevap gelince gazaba gelerek bu küstah defter emininin idamını emretti. Sabahleyin huzura kabul edilen sadrazam defter emininin hareketinde haklı olduğunu arzedince, padişah hükmün yerine getirilmemesi için ikinci fermânı göndermişse de zamanında yetişememiştir. Bunun üzerine padişah bu vazife kurbanı defter emininin defterhâneye gömülmesini irade buyurmuştur.[58]

Bu rivayetin doğruluk derecesini bilemiyoruz. Fakat XVIII. yüzyıl sonlarına ait bir vesikada, defterhâne kâtiplerinin önemli miktarda gelirleri olduğu halde, iş sahiplerine ser vermek olur sırrı ayan eylemek olmaz diye defterhânede medfun babanın hilâfına rüşvet aldıklarından bahsedilmektedir.[59] Bu vesika defterhânede bulunan mezarda yatan kişinin usûlsüz iş yapmadığı için öldürüldüğünü desteklemektedir. Fakat buradaki mezarın bir defter eminine mi yoksa bir defterhâne görevlisine mi ait olduğu belli değildir. XVIII. yüzyılda görev yapmış defter eminleri ve kâtipleri arasında Server isminde birisini tespit edemedik. Muhtemelen Server ismi sonradan izafe edilmiştir. Bu mezar daha sonra bir efsane haline gelmiş ve defterhâne görevlilerinin pîri olmuştur. Mezar ve ilgili rivayetler defterhâne kayıtlarının önemini belirtmesi açısından enteresandır.

Defterhâne yanında başka bina yapımına müsaade edilmemiştir. Tarihsiz bir vesikada: defterhâne yanında bazı binaların yapıldığı ve bunun defterler için tehlike meydana getireceğinden dolayı yapılan yerlerin yıktırılarak arsalarının istimlak edileceğinden bahsedilmektedir.[60]

Defterhâne, XX. yüzyılın başlarına kadar İbrahim Paşa Sarayı’nın birinci avlusundaki binada bulunmuştur.1320 (1908) yılında bugünkü Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’ne ait bina yapılmış ve arkada kalan defterhâne binası ile bağlantı kurularak iki binada hizmet verilmiştir.[61]

Yrd. Doç. Dr. Erhan AFYONCU

Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 9 Sayfa: 860-864


Dipnotlar:
[1] Douglas Howard, The Ottoman tımar System and Its Transformation, 1563-1656, İndiana University, Doktora Tezi (1987), s. 54-56.
[2] Muhtemelen ruznâmçe defteri olan bu defter 1503-1510 (909-916) yıllarına ait hazineden verilen in’âm, tasadduk, nökeriye türü harcama kayıtlarını ihtiva emektedir. Ö. Lütfi Barkan nereden aldığını göstermeden bu defterin 909 yılına ait kayıtlarını yayınlamıştır (Defterin aslı için bk. Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet Yazmaları, nr. O. 71).
[3] Ö. L. Barkan, “İstanbul Saraylarına ait Muhasebe Defterleri, Belgeler, sayı: 13 (Ankara 1979), s. 296-380. Defter emini s. 308 ve 352’de geçmektedir.
[4] Ruznâmçe Defteri, s. 11, 40; Krş. Ö. L. Barkan, Aynı makale, s. 308, 352.
[5] Ruznâmçe Defteri, s. 174.
[6] Ruznâmçe Defteri, s. 422, 442.
[7] M. Tayyib Gökbilgin, “Un registre de dependes de Bayazid II. durant la campagne de lepante de 1499”, Turcica, V (Paris 1975), s. 85, 91.
[8] Nicoara Beldiceanu, XVI. yüzyıldan XVI. yüzyıla Osmanlı Devleti’nde tımar, çev. M. Ali Kılıçbay, Ankara 1985, s. 18.
[9] Halil İnalcık, “Reisülküttâb”, İslâm Ansiklopedisi, IX, 672.
[10] Yusuf Halaçoğlu, XIV-XVII. yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilâtı   ve Sosyal Yapı, Ankara 19952, s. 8; Recep Ahıshalı, “Divân-ı Hümâyûn Teşkilâtı”, Osmanlı, VI, Ankara 1999, s. 24-25.
[11] Nişancılığın mevcudiyeti Orhan Gazi dönemine kadar indirilmektedir (Bk. M. Tayyib Gökbilgin, “Nişancı”, İslâmAnsiklopedisi, IX, 299).
[12] İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı, Ankara 1986, s. 325-326; Mübahat S. Kütükoğlu, Defterdâr, TDV İslâm Ansiklopedisi, IX, 95.
[13] Abdülkadir Özcan, “ Fatih’in Teşkilât Kanunnâmesi ve Nizâm-ı Âlem İçin Kardeş Katli Meselesi”, Tarih Dergisi, sayı: 33 (İstanbul 1982), s. 44, 46.
[14] Aynı makale, s. 36-37, 41.
[15] Bu iddialar için bk. A. Özcan, “Aynı makale”, s. 15-16. Kanunnâmedeki defter emini ile ilgili bilgileri D. Howard, II. Bayezid devrine ait kabul etmektedir (Bk. Aynı tez, s. 54-55).
[16] Halil İnalcık, “Osmanlı Hukukuna Giriş”, Osmanlı İmparatorluğu, Toplum ve Ekonomi, İstanbul 1993, s. 328.
[17] Hicrî 835 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-ı Arvanid, nşr. H. İnalcık, Ankara 1954, giriş, s. 18.
[18] Bu konuda bk. Erhan Afyoncu, Osmanlı Devlet Teşkilâtında Defterhâne-i Âmire (XVI-XVIII. yüzyıllar), Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 1997, s. 22.
[19] Zeki Arıkan, “Hamid Sancağı’ndaki tımar Düzenine İlişkin Araştırmalar”, TED, sayı: 12 (İstanbul 1982), s. 104-126.
[20] Fatih devrindeki askerî faaliyetler ve merkezî devlet yapısının oluşumu için bk. Halil İnalcık, “Mehmed II”, İslâm Ansiklopedisi, VII, 506-535.
[21] Z. Velidî Togan, “Moğollar devrinde Anadolu’nun İktisadî Vaziyeti”, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, I (İstanbul 1931), s. 14-15; N. Göyünç, “İmâd es-Serâvî ve Eseri”, Tarih Dergisi, sayı: 20 (İstanbul 1965), s. 73-75; Aynı yazar, “Tarih Başlıklı Muhâsebe Defterleri”, Osmanlı Araştırmaları, X (İstanbul 1990), s. 4-20; Aynı yazar, “Osmanlı Maliyesinde İlhanlı Teirleri”, Scripta Hierosolymıtana, vol. XXXV, Aspect of Ottoman History Papers From Ciepo IX (Jerusalem 1994), s. 162-166.
[22] İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal, Ankara 1984, s. 215-216, 241-243.
[23] Feridun M. Emecen, “Sefere Götürülen Defterlerin Defteri”, Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan (İstanbul 1991), s. 244.
[24] D. Howard, Aynı tez, s. 58; Aynı yazar, “The Historical Development of the Ottoman Emperial Registry (Defter-i Hakani); Mid-fifteenth to Mid-Seventeenth Centuries”, Archivum Ottomanicum, XI (The Hague 1988), s. 220-221; M. Tayyib Gökbilgin, “Kanunî Sultan Süleyman’ın tımar ve Zeamet Tevcihi ile İlgili Fermânları”, Tarih Dergisi, sayı: 22 (İstanbul 1967), s. 37-43.
[25] XVI. yüzyılda Osmanlı bürokrasisinin gelişimi için bk. Cornell H. Fleischer, Tarihçi Mustafa Âlî, Bir Osmanlı Aydın ve Bürokratı, çev. Ayla Ortaç, İstanbul 1996, s. 222-232; Erhan Afyoncu, “Tanzimat Öncesi Osmanlı İmparatorluğu’nda Bürokrasi”, Türkiye Günlüğü, sayı: 58 (Ankara 1999), s. 183-184.
[26] Bk. Erhan Afyoncu, “Osmanlı Devleti’nde Tahrir Sistemi”, Osmanlı, VI, Ankara 1999, s.
[27] Başbakanlık Osmanlı Arşivi (=BOA), Tahvil Defterleri, nr. 84, s. 4-14; Erhan Afyoncu, “Defterhâne”, TDV İslâm Ansiklopedisi, IX, s. 101.
[28] Devletin geçirdiği değişim için bk. Linda Darling, Revenue-Raising and Legistimacy, Tax Collection and Finance Administration in the Ottoman Empire, 1560-1660, Leiden 1996; H. İnalcık, “Military and Fiscal Transformation in the Ottoman Empire, 1600-1700”, Archivum Ottomanicum, I (The Hague 1980), s. 283-337.
[29] Bürokrasideki bu değişim için bk. Muzaffer Doğan, “Divân-ı Hümâyûn’dan Babıâli’ye Geçiş: Bâb-ı Âsafî’nin Oluşumu”, Osmanlı, VI, Ankara 1999, s. 199-210.
[30] Recep Ahıshalı, Osmanlı Devlet Teşkilâtında Reisülküttâblık (XVIII. yüzyıl), İstanbul 2001; Muzaffer Doğan, Sadâret Kethüdâlığı (1730-1836), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi (İstanbul 1995), s. 1-14.
[31] Erhan Afyoncu, “Defter Emini”, TDV İslâmAnsiklopedisi, IX, s. 92.
[32] Birçok araştırmacı büyük bir yanlışlık yaparak defterhâne-i âmire ile defterdârlığı aynı kabul etmektedir (Bk. Ahmet Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, İstanbul 1995, s. 40; Bahaeddin Yediyıldız, “Osmanlı Toplumu”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, I (İstanbul 1994), s. 463).
[33] Defterhânenin başdefterdâra tabi olduğuna dair hiçbir kayıt bulunmamaktadır. Defterhâne kâtiplerinin defterdâra tabi olarak gösterilmesi de yanlıştır. Bu şekilde yanlış yapılmış bir yorum için bk. H. İnalcık, “Reisülküttâb”, s. 673.
[34] Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki tasnif sisteminde defterhâne-i âmire, Bâb-ı âsafî kalemlerinden birisi olarak gösterilmektedir (Bk. Mesude Çorbacıoğlu, “Osmanlı Devlet Teşkilâtında Mevcut Kalemler ve Görevleri”, Tarih Boyunca Paleoğrafya ve Diplomatik Semineri (İstanbul 1988). Fakat defterhâne-i âmire hiçbir zaman Bâb-ı âsafî’nin kalemlerinden olmamıştır.
[35] P. G. İnciciyan, XVIII. yüzyıl sonlarında Osmanlı bürokrasisini üç ana kalem olarak göstermektedir (Bk. “ XVIII. Asrın Sonunda Osmanlı Devleti”, çev. Ohannes Bogosyan, Hayat-Tarih, sayı: 3 (İstanbul 1963), s. 68). Osmanlı bürokrasisindeki bu üçlü bölünme C. Findley tarafından da tespit edilmiştir (Bk. Osmanlı Devletinde Bürokratik Reform, Bâbıâli (1789-1922), çev. Latif Boyacı- İzzet Akyol, İstanbul 1994, s. 62).
[36] Tableau général de L’Empire Ottoman, VII, Paris 1791, s. 193. Bu görüşü daha sonraki araştırmacılar da benimsemiştir (Bk. Uzunçarşılı, Osmanlı Merkez ve Bahriye Teşkilâtı, Ankara 1988, s. 95-96).
[37] BOA, Cevdet-Dahiliye, nr. 2080.
[38] Bk. Erhan Afyoncu, Aynı Tez, s. 97-98.
[39] Uzunçarşılı, Merkez-Bahriye, s. 227.
[40] Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilâtında Reform, İstanbul 1993, s. 101-102.
[41] Uzunçarşılı, Merkez-Bahriye, s. 96.
[42] Y. Halaçoğlu, Osmanlılarda Devlet Teşkilâtı ve Sosyal Yapı, s. 28.
[43] M. d’Ohsson, Tableau Général de L’Empire Ottoman, III, Paris 1791, s. 4-5, 211-212; Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l-Beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osmân, haz. Sevim İlgürel, Ankara 1998, s. 57.
[44] Du Loir, Les Voyages du Sieur Du Lor (1640-1641), Paris 1654, s. 81-82’den naklen Eremya Çelebi Kömürciyan, XVII. Asırda İstanbul, çev. Hrant D. Andreasyan, İstanbul 1938, s. 129-130.
[45] Defterhâne’nin bulunduğu yer ziyaretçiye açık olmayıp, multivizyon odası olarak kullanılmaktadır. Burayı görmeme müsaade eden Topkapı Sarayı Müzesi yetkililerine teşekkür ederim.
[46] Silahdar Fındıklılı Mehmed Ağa, Tarih, I, nşr. Ahmed Refik, İstanbul 1928, s. 384, 390.
[47] Fatih’in Teşkilât Kanunnâmesi, s. 44; Gelibolulu Mustafa Âlî, Künhü’l-ahbâr, İÜ. Ktp. , TY, nr. 5959, vr. 90a; Eyyûbî Efendi Kanûnnâmesi, nşr. Abdükadir Özcan, İstanbul 1994, s. 28-29; Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanûnnâmesi, Milli Tetebbular Mecmuası, sayı: 3 (İstanbul 1331), s. 499, 510.
[48] Erhan Afyoncu, Aynı Tez, s. 12.
[49] İbrahim Paşa Sarayı ile Fazlı Paşa Sarayı’nın aynı yer olduğu hakkında bk. Nurhan Atasoy, İbrahim Paşa Sarayı, İstanbul 1972, s. 33-34; İ. Hakkı Konyalı, İstanbul Abidelerinden: İstanbul Sarayları, I, s. 99-100, 150, 183, 198-199.
[50] BOA, Cevdet-Maliye, nr. 18149.
[51] N. Atasoy, Aynı eser, s. 43, 78.
[52] N. Atasoy, Aynı eser, s. 39-41; Sedat Kumbaracılar, “Defter-i Hakanî”, Hayat Tarih, II/6 (İstanbul 1971), s. 35.
[53] Ahmed Vâsıf, Tarih, I, İstanbul 1219, s. 66.
[54] BOA, Maliyeden Müdevver Defterler, nr. 19295, s. 1 vd.
[55] Mustafa Cezar, “Osmanlı Devrinde İstanbul’da Yangınlar ve Tabiî Afetler”, Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İncelemeleri, I, İstanbul 1963, s. 367.
[56] BOA, Cevdet-Evkaf, nr. 12665; İ. H. Konyalı, Aynı eser, s. 281.
[57] İ. H. Konyalı, Aynı eser, s. 285-286; N. Atasoy, Aynı eser, s. 37-38, 83-84.
[58] İ. H. Konyalı, Aynı eser, s. 287.
[59] Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, D. 3208/2. Ö. Lütfi Barkan bu vesikayı numarasını belirtemeden zikretmektedir (Bk. Hüdâvendigâr Livâsı Tahrîr Defterleri, I, Ankara 1988, giriş, s. 10).
[60] BOA, Cevdet-Mâliye, nr. 25428.
[61] N. Atasoy, Aynı eser, s. 41.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.