Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

İngiliz Özel Harekât Birimi’nin (Soe) İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’deki Faaliyetleri

0 16.111

Yrd. Doç. Dr. Süleyman SEYDİ

SOE düşman kuvvetlerinin savaş planlarını zayıflatmak, işgal altındaki topraklarda gizli ordu kurmak ve kurulmasını teşvik etmek, mihver kuvvetleri aleyhinde propaganda faaliyetleri gerçekleştirmek ve stratejik ve askeri noktalara sabotaj düzenlemek ve bu faaliyetlere öncülük etmek amacı ile Temmuz 1941’de, Fransa’nın yenilerek savaştan çekilmesinden hemen sonra, savaş kabinesi kararnamesi ile kuruldu. SOE, bu zaman zarfında Londra merkezli organizasyondan İngilizlerin dünyanın değişik bölgesindeki komutanlıklarının sorumluluğu altında oluşturulan bölgesel birimlere ayrıldı.[1] Bu organizasyonun gizli tutulması için azami gayret sarf edildi. Organizasyon Savaş Ekonomisi Bakanlığı adı altında faaliyet gösteren bir bakanlık tarafından gerçekleştiriliyordu. Ekonomik savaş stratejileri ve yurt dışı ekonomik politikaları için birbirlerine gerekli bilgiyi sağlamalarına rağmen, Bakanlık ve SOE birbirinden tamamen ayrı tutuldu.[2] SOE’nin Nazi işgali altındaki topraklarda yürüteceği faaliyetler için karar alma mekanizmasında ciddi sorun yaşanmazken tarafsız ülkelerde yürüttüğü faaliyetler için durum tamamen farklı idi. Bu bağlamda bu çalışma, son zamanlarda açılan İngiliz belgelerinin ışığı altında (HS 3 dosyaları), SOE’nin İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’deki faaliyetlerini incelemektedir.

Birinci Dünya Savaşı’nda da tanık olunduğu üzere, Akdeniz ile Karadeniz arasındaki deniz ulaşımına ve Orta Doğu coğrafyasına hakim pozisyonda olmasından dolayı Türkiye, savaşın seyrini değiştirebilecek konumda bulunduğu için İkinci Dünya Savaşı’na katılan devletler, tarafsızlığını kendi savaş stratejilerinin gereği doğrultusunda kullanması için Türkiye’ye inanılmaz bir baskı uyguladılar. Stratejik konumunun hassasiyetinden dolayı müttefik ve mihver blokunun her ikisi de Türkiye’nin dostluğuna mecbur oldukları için Ankara, bu baskılara karşı koyabildi ve savaşın son anlarına kadar tarafsız kaldı.[3] Türkiye, 1941 yılının ilk yarısında Nazi ordusu tarafından kuşatıldığında yalnız başına kaldığının farkına vardı. Bulgaristan, Yunanistan ve Ege Adalarının Almanya tarafından işgal edilmesinden büyük bir endişe duydu.

Ankara’nın politikası zaman kazanmak; en azından silahlanmasını herhangi bir Alman saldırısına karşı koyabilecek düzeye ulaştırana kadar savaşa katılmamaktı. Ancak Türkiye’nin savaşa girmesi için Churchill yoğun çaba sarf etti ve hiçbir zaman Türkiye’nin kendi saflarında, Nazi kuvvetlerine karşı savaşa katılacağına olan inancını yitirmedi. Bununla beraber Londra Hükümeti’nin, herhangi bir Alman ültimatomu ya da saldırısı karşısında Türkiye’nin buna direneceğine olan inancı tamdı. Üstelik Türkiye’nin savaş dışında kalmaya veya müttefiklerden yana bir tarafsızlık politikası takip etmeye devam etmesi, emperyal konumunun Irak, İran ve doğu yolları üzerindeki hakimiyetinin korunmasını sağlaması açısından da İngiliz hükümetine önemli avantajları vardı.[4]

Alman işgali ya da Türkiye’nin mihver bloğu ile işbirliğine girmesi gibi politik şartların değişme ihtimaline karşın SOE, Türkiye’de sabotaj, casusluk ve propaganda gibi yıkıcı faaliyetleri içeren geniş çaplı bir organizasyon kurmayı arzuluyordu. İzmir ve İstanbul’daki limanlarda bulunan alet ve vasıtalar, petrol stokları, krom madeni, Zonguldak endüstriyel bölgesi, Anadolu’daki demiryolu ağı ve Toros tünelleri, tahrip edilecek ilk hedeflerdi. Casusluk, karşı casusluk, gerilla savaşı, gizli paramilitarı ve paranaval operasyonlar vs. gibi bütün gizli savaş kavramlarını kapsayan işler SOE’nin ana görevi idi. Bu tür gizli faaliyetler, rüşvet, aldatmalar, sahte pasaport düzenlemeler, yaralama ve öldürme gibi değişik kanunsuz işler ya da gayri ahlaki metotlar içeriyordu. Türkiye’deki faaliyetleri, Fransa gibi Nazi işgali altında olan ülkelerle kıyaslandığında biraz farklı bir platformda oldu. Çünkü bu tür gizli faaliyetler ve resmi görevliler ile olan işbirliği gizli olarak yürütülmek zorundaydı. Bu durumu göz önünde bulunduran Türk yetkilileri, Almanları kışkırtmamak için SOE ile işbirliği yapmaya taraftar değildi. Türkiye ile işbirliği ve faaliyetlerinin boyutu konusunda İngiliz Dışişleri Bakanlığı ve SOE arasında da görüş farklılığı vardı. Dışişleri, Türkiye ile olan ilişkilerini tehlikeye atmak istemezken SOE, savaşı politik boyutundan çok askeri-stratejik açıdan değerlendiriyordu. Bu yüzden SOE’nin faaliyet alanı sınırlı idi. Ancak savaşın gidişatının kendi lehlerinde değişmesi durumunda zaman kaybetmemek ve ilk fırsatta uygulamaya koymak üzere hazırlamaları gereken planlar vardı.

SOE, faaliyetlerini İstanbul Konsolosluğu’ndaki Denizcilik Departmanı adı altında yürütüyordu ve bazı personelini, Balkan filosundan geriye kalan gemileri ile ilgilenen Goeland Denizcilik Şirketi ile paylaştı. Olası bir Alman işgali ihtimali için Türkiye’de muhtemel sabotaj ve tahliye planları hazırlamada ve ajan ağı oluşturmada başarılı oldular. Türkiyede’ki SOE, Kahire’de bulunan İngiliz Devlet Bakanı ve Orta Doğu Başkomutanlığı kontrolü altında olan Orta Doğu misyonunun salahiyeti içerisinde idi.[5] Fakat Eylül 1943 yılında bölgedeki politikaları ve faaliyetleri Dışişleri ve Orta Doğu Komutanlığı’nın kesin kontrolü altına verildi. Türkiyede’ki faaliyetleri ise İstanbul’dan, albay rutbesinde bir sorumlu tarafından yönlendirildi. Ayrıca İzmir Fethiye Adana ve Ankara gibi stratejik öneme sahip yerlerde de branşları vardı. İstanbul’daki SOE’nin Türkiye’deki bütün faaliyetlerini sevk ve idare eden kişi G. de Chastalein idi.

Aynı zamanda buradan Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Yugoslavya, Avusturya, Macaristan ve İtalya’daki faaliyetleri sevk ve idare de onun sorumluluğunda idi. Ankara’daki İngiliz elçiliği ile İstanbul’daki gizli birimlerle olan ilişkiler yanında işgal öncesi ve sonrası operasyon planlarını takip etmek onun görevleri arasında idi. Ticari denizcilik faaliyetlerinden Harris Burland, L. R. Harrop, İstanbul ile Balkan gizli istasyonları ve Türk şubeleri arasındaki sinyal gönderme trafiğinden sorumlu olmalarının yanında şifreleme ve şifre memurlarının, telsiz ve telgraf operatörlerinin eğitiminden ve işgal sonrası faaliyet gösterecek ekiplerin organizasyonunun yanısıra telsiz haberleşmeleri ve İstanbul’da bulunan Alman ve İtalyan ajanları ile temas da onların görevleri arasında idi.[6]

Çıkar Çatışması

Türkiye gibi tarafsız ülkelerde dış işlerinin çıkarları genellikle daha baskındı. SOE, askeri harekâtın seyri ile ilgilenirken İngiliz Hükümeti diplomatik ilişkilerin devamıyla ilgileniyordu. Bu anlamda SOE, Alman işgaline karşı hazırlıklara başlamak ya da işgal altında veya düşman topraklarına yönelik haberleşmeyi sağlamak amacıyla tarafsız ülkelerde faaliyet göstermek için çaba sarfediyordu. Bunu gerçekleştirebilmek ve işgal sonrası plan hazırlanabilmesi için Türkiye’ye çok sayıda ajan sızdırılması SOE’nin faaliyetlerini yürütmesi için çok önemli idi. Ancak onların Türkiye’deki faaliyetleri, dış işlerinin sıkı takibi yanında bu tür faaliyetlerin iki ülke arasındaki ilişkilere ciddi zarar vereceği gerekçesiyle Türkiye sınırları içinde hareket kabiliyetleri İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Sir Hughe Knatcbull-Hugessen tarafından kısıtlanmıştı. Dışişleri’nin bu ihtiyatlı politikasından dolayı SOE, Türkiye’deki faaliyetlerini Alman işgaline endekslemek zorunda kalmıştı. SOE, bu doğrultuda, planlar yapılarak Türkiye’nin Almanya’ya krom ihracatını engellemek için birtakım sabotaj faaliyetleri ve Türk limanlarını ve İzmir sahillerini -Ege adaları başta olmak üzere Alman işgali altındaki bölgelerden bilgi toplamak üzere- ajanlarını göndermek için üs olarak kullanıyordu. Bütün yasak ve engellemelere rağmen SOE, Türkiye’de birçok kanunsuz icraatta bulundu ve daha maceralı planlarına hayatiyet kazandırmak için siyasi makamlara baskı yapmayı sürdürdü.

Türk yetkililerinin İngiliz Orta Doğu Başkomutanlığı tarafından yapılan istekleri reddetmesinden dolayı, SOE kendi planlarına Ankara’nın haberi olmadan işlevsellik kazandırma konusunda çaba sarf etti. Ancak Dışişleri, Türkiye’de gerçekleştirilecek olan bu türden askeri nitelikteki sabotaj faaliyetlerinin, mutlak surette Türkiye’nin bilgisi ve onayı dahilinde gerçekleştirilmesi konusunda uyarıda bulundu. Çünkü geniş çaplı SOE organizasyonu kurmak, malzeme ve teçhizat sağlanmasını zorunlu kılacaktır ki, bu süreçte Türk otoriteleri böyle bir kuruluşun varlığını keşfedeceklerdir. Bu da İngiltere’nin Türkiye üzerindeki hedeflerine engel olacaktı. Bu yüzden Dışişleri, SOE’den kendi başına imha planı hazırlamamasını ve görevinin sadece danışmanlıkla sınırlandırılmasını istedi.[7]

Ancak askeri açıdan Orta Doğu Başkomutanlığı ve SOE, zamanı geldiğinde sabotaj faaliyetlerini harekete geçirmek için Türkiye’de bir casusluk şebekesi kurma konusunda çok istekli idiler. Özellikle Anadolu’nun güneyindeki demir yollarının imhası için etkili bir sabotaj hazırlığı, İngilizler’in Orta Doğu’daki varlığına yönelebilecek tehlikelerin savuşturulması açısından çok önemli idi. Çünkü, kara yolunun uygun şartları haiz olmamasından dolayı, Alman kuvvetlerinin Anadolu’da ilerlemesi büyük oranda demiryollarını kullanabilmesine bağlıydı. Bundan dolayı, Güney Anadolu’ya doğru uzanan demiryolu üzerindeki köprülerin uçurulması ve Toros dağlarındaki tünellerin imhası ile Alman ilerleyişi belli bir süre önlenebilecekti. Bu sebeple Joint Planning Staff Alman ordusunun Türk topraklarına girmesi halinde bu imha planlarının derhal faaliyete geçirilmesinin “çok acil bir zorunluluk” olacağını kabul etti.[8] Ancak, bu durum karşısında Türkiye, savunma hattını İngilizlerin çıkarına uygun olan güney bölgesinden ziyade, Trakya’da ya da Batı Anadolu’da kurmak isteyeceğinden, bu konuda desteği sağlama ihtimali azdı.

28 Ağustos 1941 tarihinde İngiliz Genel Kurmayı, Türkiye’nin rızası olmadan operasyonların yapılmasına karşı çıkan Dışişleri’nin itirazları ile SOE’nin isteklerini tatmin edecek bir orta yol çözümünü kabul etti: Kuzey Suriye’de görevi yalnızca Güney Anadolu demiryollarına sabotaj düzenlemek olacak olan ve gerekli teçhizatlarla donatılacak bir organizasyonun kurulması.[9] Bu plana göre sabotaj ekibi, Alman işgali durumunda Türkiye’ye yardım için giden İngiliz kuvvetlerine katılmak ya da Türkler Alman saflarında savaşa girerse planlanan sabotajları gerçekleştirmek üzere Türk topraklarına gireceklerdi. Buna göre, sadece küçük bir ajan grubunun Türk topraklarına keşif için girmesine izin verildi. Ancak bu aşamada, imha için gerekli malzemelerin Anadolu’ya taşınmasına müsade edilmedi.[10]

Ancak Orta Doğu Komutanlığı, Almanlar Türkiye’ye girdikleri takdirde, Kuzey Suriyede’ki bu hazırlıkların İngiltere’nin Anadolu’daki amaçlarını karşılamayacağı gerekçesiyle buna itiraz etti. Çünkü Anadolu’da Alman ilerleyişi, büyük ihtimalle, Tarsus tünelleri gibi önemli hedeflerin kendi ajanları tarafından müdahalesi ile birlikte gerçekleşecekti. Dolayısıyla Kuzey Suriye’deki SOE ajanlarının bu bölgede başarılı bir operasyon yapma ihtimali azalıyordu. Ayrıca Türkiye-Suriye sınırının da kapatılma ihtimali, Anadolu’ya sızmak isteyen İngiliz ajanlarının geçişlerini ve patlayıcı maddelerin naklini zorlaştıracaktı. Bu durumda başka plan yapmak için de ajan yetersizliğinden dolayı vakit kalmayacaktı. Bu yüzden Orta Doğu Komutanlığı, başarılı sonuç alınabilmesi için, SOE’nin Güney Anadolu’da patlayıcı maddelerden oluşan ikmal deposu oluşturmasına ve acil durumda planı uygulayabilmek ve de Alman ajanları ile yarışabilmek için Türkiye’ye yeterince ajan sızdırılmasına derhal izin verilmesini tavsiye etti. Bunun için de ajanlara resmi kılıf bulmak amacıyla konsolosluk ve ticari görevlerin artırılmasını istediler.[11] Ancak Türk otoritelerince anlaşılma riskinden dolayı Dışişleri Bakanlığı, ajanların ve malzemelerin artırılmasından ziyade azaltılmasını istedi. Ön hazırlık için gerekli olan malzemelerde, ajanların normal bagajlarında taşıyabileceklerinden fazlasını Türkiye’ye sokmamalarını istedi.[12]

Büyükelçinin Şikâyeti

SOE’nin Türkiye’de bu tür faaliyet göstermesine ilk tepki Hugessen’den geldi. Hugessen, Londra’ya “Bununla kimin hedef alınacağını anlamıyorum, ancak Türk rejimini rahatsız etmek için Anadolu’daki gayrimemnun kitleler üzerinde projeler yapılacağını tahmin ediyorum ve bunun da çıkarlarımıza vereceği ciddi zarardan başka bir şey hayal edemiyorum” şeklinde görüş bildirdi.[13] Hugessen, SOE projesinin, Türkiye’nin Almanların kendi topraklarından Orta Doğu’ya doğru ilerlemelerine müsaade edebileceği varsayımının gerçekleşmesinin ihtimal dışı olduğuna inanıyordu.

Londra’ya, Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Von Papen’in, Türk Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu’nu kabineden uzaklaştırmak için yaptığı başarısız girişimi ve bunun Ankara’da yaptığı olumsuz etkileri hatırlattı ve mevcut hükümeti bütün imkanları kullanarak desteklemenin, İngiliz hükümetinin çıkarına olduğunu belirtti. Büyükelçi, SOE’nin öngördüğü projelere, İngiliz hükümeti ve kendi elçiliği bazında, Türk hükümeti ile var olan ilişkileri tehlikeye atacağı endişesi ile karşı çıktı.[14] Dışişleri SOE’nin Türkiye’deki bütün faaliyetleri kendisinin ona yöneltimiyle gerçekleşeceğini ve siyasi anlamdaki yeraltı faaliyetlerinin ancak kendisinden izin alınmak suretiyle gerçekleşeceği güvencesini vererek Hugessen’in endişesini gidermeye çalıştılar.[15]

Gerçekten de SOE ajanları, büyükelçiye defalarca zor anlar yaşattılar. Çünkü birçok defa Hugessen, bu ajanların illegal faaliyetlerine kılıf bulmaya mecbur kaldı. Mesela SOE, Türk polisince tutuklanan ajanlarının kurtarılması için elçiden sık sık kendi adlarına olaya müdahale etmelerini istedi. Bu tür olaylar ise Türk yönetim birimlerinde, İngilizlerin kendilerini savaşın içine çekmeye çalıştıkları yönünde endişeye sebep oldu. Bu yüzden Büyükelçi, SOE ve Dışişlerine, artık kendisinin SOE ajanları adına hiçbir harekete girişmeyeceğini bildirdi.[16]

Hugessen’in bu tutumu üzerine Alexander Cadogan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, prensipte İngiliz hükümeti ve yurt dışındaki temsilcilerinin, kendilerine mal edilen herhangi bir açıklama ve ajan olayını inkar etmeye yetkili kılındıklarını ve bu şekilde olaydan kendilerini sıyırabileceklerini söyledi. Cadogan, Hugessen’e, yine de Türk Hükümeti ile olan ilişkileri tehlikeye atmadan, SOE ajanlarını kurtarabilmek için arka plandan elinden gelen bütün yardımı yapmasını istedi.[17]

Bu açıklama Hugessen’i rahatlatmadı. Ankara’da Türk otoriteleri ile muhatap olan kendisiydi ve onları İngiliz Dışişlerinde herkesten fazla kendisi tanıyordu. Bu nedenle, İngiliz elçiliği açıkça bu tür faaliyetlerde gözükmüyorsa da Türk hükümeti, elçiliğin bu olaylarla olan bağlantısını öğrenecek ve onları sorumlu tutacaktı. Hugessen bu noktada “Bu tür faaliyetler bizim Ankara üzerinde tesis ettiğimiz nüfuzu yıkmaktan başka işe yaramaz. Bu tür faaliyetlerle benim bağlantım olması imkansızdır ve zaten iki ülke arasındaki iyi ilişkileri devam ettirme sorumluluğum da buna engeldir” diye cevap verdi.[18] Ayrıca Hugessen, birçok defalar, “Yer altı faaliyeti gerçekleştirmek üzere Türkiye’ye gelecek herhangi bir SOE temsilcisini kabul etmektense istifa ederim” şeklinde görüş belirtmişti.[19]

SOE de, Hugessen’in kendilerinin Türkiye’deki faaliyetlerine yönelik tutumundan şikâyetçiydi. De Chastelain, -Türkiye’deki SOE faaliyetlerinden sorumlu kişi- büyükelçiye, İstanbul’un Sırp, Yunan ve diğer milletlerden gayrimemnun kitlelerle dolu olduğunu ve hatta bunların bazılarının Almanlara karşı kendilerinden daha fazla saldırgan niyette olduklarını vurguladı. Dolayısı ile SOE, Türkiye’de gerçekleştirilen her sabotaj, propoganda ve yer altı faaliyetinden sorumlu tutulamayacağı şeklinde iknaya çalıştı. Chastelain herhangi bir şey yapılacağında Hugessen’e sormak zorunda olma talihsizliğindeyim ve yine talihsizlik ki, elçiliğin diğer birimleri bizim Londra’ya gönderdiğimiz telgrafları okuma ve Londra ve Kahire’den Hugessen’in politikasına aykırı olarak bize gelen emirleri öğrenme imkanlarının olması da bir o kadar talihsizliktir’ diye yakındı.[20]

Ancak bunların dışında keşfedilmesine imkan olmadan yapılabilecek işler de vardı ve Chastelain bunları gerçekleştirmek için kendi insiyatifini kullandı. Bunu yaparken tamamen yalnız da değildi. Ankara’da İngiliz donanma ateşesi SOE’nin Türkiye’deki faaliyetlerinin kendileri için önemli olduğuna inanıyor ve onların görüşlerini paylaşıyordu. Herhangi bir risk olmadan yapılabilecek işlerde Hugessen’in onayı olmasada geretiğinde kendi insiyatifini kullanmayı kabul etmişti.[21]

İstihdam

SOE’ye istihdam olayı Türkiye gibi tarafsız bir ülkede hiç de kolay bir olay değildi. Bu Türkiye’nin Alman saldırısını tahrik etmemek için izlediği ihtiyatlı politikasının yanında İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın -kendi stratejileri açısından SOE’nin faaliyetleri için önemli olduğunu kabullenmesine rağmen- bu tür faaliyetlerle Türkiye’yi kendilerinden uzaklaştırmamak için dikkatli davranmasının da rolü vardı. Bu düşüncenin bir parçası olarak Dışişleri 1941 yılının başlarında SOE’nin bünyesine herhangi bir Türk ajanı almasını ve elçilik görevi kılığında İngiliz ajanı temin etmesini yasakladı. Ancak SOE’nin planlarını uygulayabilmek için Türk ajanlarına ihtiyacı vardı.

Yabancıların gerçekleştireceği faaliyetler kolaylıkla farkedileceğinden Türklerden oluşacak ajan şebekesinin resmi otoritelerin dikkatinden kaçma ihtimali çok daha yüksekti. SOE tabii ki Türk ajanlarını seçerken çok dikkatliydi. Öncelikle doğal yeteneğinin yanında resmi makamlarla da iyi ilişkileri olması ya da stratejık bölgelerden birinde belli bir nüfuzu olması gerekiyordu.[22] Dışişleri SOE’nin Türkiye’deki faaliyetlerine sınırlama getirmeden önce SOE’nin planlarını gerçekleştirmek üzere dört Türk ajanını kendi organizasyonlarına almışlardı. Bu ajanlar Dışişlerinin yasağının devam etmesine rağmen SOE’ye bir çok Türk ajanı temin ettiler. Bu ajanlardan biri liberal görüşlerinden dolayı görevinden uzaklaştırılan eski bir emniyet müdürü olan Adnan Cağaloğlu idi. Bu eski görevinden dolayı idari alanlarda iyi bağlantıları olması nedeniyle SOE onun tam bu işin adamı olduğu düşüncesindeydi.[23]

Gerçekten de Adnan Cağaloğlu SOE’nin Türkiye’deki organizasyonuna radyo operatörü telgrafçı, gemici gibi o zaman için bu işlerde kalifiye eleman olarak aranan kişiler getirdi. Aslında Türkiye’deki yüksek oranda işşizlik gerçeği de SOE’nin faaliyetleri için gerekli olan elemanların bulunmasını kolaylaştırdı.

Diğer önde gelen Türk casusu eski tüccar, sanayici ve zengin bir iş adamı olan Hacı idi. Hacı’nın Türk-Yunan sınırı boyunca uzanan pirinç tarlası vardı ve bu bölgede, özellikle de Edirne’de politik etkisi çok güçlüydü. Atatürk önderliğinde kazanılan bağımsızlığa kadar geçen süreçte kendinin kurmuş olduğu milis güçlerinin de lideriydi. Bu süre zarfında Hacı, Bulgarlar ve Yunanlılara karşı savaştı. Kendisi Atatürk Genel Kurmayı’nın direk emirleri altında faaliyet göstermiş ve ona bu pirinç tarlaları hizmetlerine karşı bir ödül olarak verilmişti. O zamandan sonra Hacı Türk hükümeti yetkilileri ile sürekli diyalog halindeydi ve özellikle Cumhurbaşkanı Özel İstihbarat Teşkilatı Başkanı Fuat Balkan ile güçlü dostluk ilişkileri vardı. Ayrıca Hacı Türk Gizli İstihbarat Teşkilatı için de bir çok işler yapmıştı. Kendisi hararetli bir Alman düşmanı ve İngiliz dostu idi. Ancak Sovyetler ve Amerikalılara fazla sıcak bakmıyordu. Alman işgalinin gerçekleşmesi halinde bir çok defa İngilizlerin yardımı olmadan dahi kendi başına milis kuvvetleri kurabileceğini söyledi. Hatta Hacı müttefiklerin Yunanistan’ı işgal etmesi durumunda 200 adamı ile sınırı geçip Almanların haberleşme hattına saldırıda bulunmayı teklif etti. Bu, Alman saldırısı halinde, Hacı daha çok kişiyi toplayabilir, diye SOE’yi cesaretlendirdi. Hacı saldırı durumunda Ege Denizi’nden Edirne’ye doğru uzanan sınır boyunca faaliyet gösterecekti ve belkide Edirne’den ileri Karadeniz’e doğru faaliyetlerini yayacaktı.[24]

Bir diğer SOE ajanı Orta ve Doğu Anadolu’da iyi bir diyaloğu olan yerli işadamı Hulusi Bey idi. Kendisi işgalde faydalanılmaktan ziyade Alman malzeme nakline müdahalede bulunmak üzere teşkilata dahil edilmişti. Yine işgal halinde kendisinin ciddi bir faaliyet gösterebileceğine dair bir beklenti yoktu ama özgüvene sahip olan bir kişi olarak kendisinin kurye ya da postacı olarak kullanılabileceği hesapları vardı.[25]

Bir diğer ajan da Kuzey Suriye sınırına yakın mesafede bir Kürt kabilesinin reisi olan İlyas’tı. Suriye’de akrabaları bulunan Islahiyeli bir grup Türk ile temas halindeydi. Kilis bölgesindeki Suriye sınırında ve de Adana’da kilit konumdaki resmi görevlerde adamları vardı. İslahiye’deki Türkler ineklerini otlatmak amacıyla Suriye tarafına geçmek için yerel polisten kağıt alabiliyorlardı. Tabii ki bu Güneydoğu Anadolu ile Suriye arasında iletişimi kolaylaştırıyordu. İlyas, Almanların tüm Türkiye’yi işgal etme ihtimalinin yüksek olduğu 1941 yılının başlarında teşkilata alınmıştı. Ancak 1943 ortalarında Türkiye’ye olabilecek Alman saldırısının Batı Anadolu ile sınırlı kalacağına inanıldığından dolayı SOE İlyas ile olan bağlantısına son verdi.[26]

Türkiye tarafsız kaldığı sürece mevcut SOE ajanlarının herhangi bir sabotaj ya da yer altı faaliyetri yürütmeleri ve işgal sonrası yapılacak faaliyetlere hazırlık amacıyla patlayıcı madde depoları oluşturma, telsiz-telgraf istasyonları kurma gibi eylemler yasaklandı. Ancak bu yasaklara rağmen Alman işgalinin vukuu halinde bu tür planlara kalkışmak için çok gecikmiş olunacağından, SOE kendi yöntemleri ile çalışmalarına devam ettmek zorundaydı. Bu yüzden SOE İstabul’daki temsilcilerine fabrikalarda çalışan İngilizlerden takviye yapma ihtimalinin araştırılması istedi. Dolayısıyla Karabük Demir Çelik Fabrikası ya da İstanbul’da Shell Petrol Şirketi gibi ingiliz personelin bulunduğu işletmeler Türkiye’deki SOE’ye eleman bulmak için bulunmaz fırsat oldu.[27]

Bu plan dahilinde SOE Karabük Demir Çelik Fabrikası’na sızmaya çalıştı. İlk önce müdürün güvenini kazanmak lazımdı. Bu sağlandığı takdirde geri kalan personeli aşmak kolay olacaktı. Stratejik malzemelere sahip olmasından dolayı bu fabrika Alman işgali halinde Nazilerin bu fabrikayı kendi amaçları doğrultusunda kullanmamaları için havaya uçurulacak önemli hedeflerden bir tanesiydi. Bu fabrikanın imhası için elbette fabrika çalışanları ile işbirliği hayati önem taşıyordu. Aslında Karabük Demir Çelik Fabrikası’nın bir İngiliz müdürü, Charles Mannock, ile 70’ten fazla da İngiliz çalışanı vardı. Mannock’un Türkiye’de siyasi ağırlığının olması ise SOE’nin onun işbirliğini temin etmesini fevkalade önemli kılıyordu. Elçiliğin engelleyici tutumuna rağmen Harris Burland, Mannock’u işbirliği yapmaya razı etti. Kısa zaman zarfında Mannock fabrikada İngiliz çalışanları arasında bir imha takımı oluşturdu. Sonra fabrikanın uçurulma planını hazırladı. Kilit noktadaki dört ya da beş kişi hemen görevlendirilecek, kalanlar da eğer durum gerçekten ciddi hale gelirse harekete geçeceklerdi. Çoğu makineler patlayıcı madde kullanılmadan uzun süre kullanılmaz hale getirilecek, sadece elektrik trafosu gibi önemli bölümler patlayıcı ile imha edilecekti.[28]

SOE, Türkiye’deki organizasyonuna eleman takviye edebileceği hiç bir fırsatı kaçırmadı. Mesela Dışişleri Bakanlığı Türkiye’nin isteği üzerine 60 kadar teknisyeni Türkiye’ye göndermek istediği zaman SOE bu teknisyenlerin Türkiye’de yer altı faaliyetleri için uygun olup olmadığını anlayabilmek için onlarla görüşme yapmak istedi. Sir Orma Sargent, Dışişleri Müsteşar Yardımcısı, ‘eğer Türkler bu olayı öğrenirlerse teknisyen isteklerinden yararlanılarak ülkelerine gizli ajan sokmak istediğimizi düşünecekler ve bu adamları göndermekle elde edeceğimiz bir çok faydalı netice yok olacak’ diye itiraz etti. Yine Sargent herhangi bir karar alınmadan Hugessen’e danışılmasını istedi ki onun da bu tür olaylara karşı olduğu aşikârdı.[29] Bu cevabın verdiği kızgınlıkla Gladwyn Jebb,[30] Sargent yerine Cadogan’a ‘eğer bizim bu insanlarla temasa geçmemiz engellenecekse Türkiyede böyle bir organizasyonu nasıl gerçekleştireceğimizi anlamakta zorlanıyorum’ diye yazarak sitemde bulundu. Jebb, kendi arzularının Dışişleri tarafından anlaşılması için mücadele etti. Ancak SOE’nin faaliyetlerinden Türkiye şimdiden rahatsız olduğu için Dışişleri bu teknisyenlerle görüşmek istemeleri olayına sıcak bakmadı. Gerçeketen de SOE Türkiye’de personel sıkıntısı çekerken Almanların turist kılığında yeteri kadar ajanları vardı. Bu yüzden 5 Kasım 1941 tarihinde Jebb Dışişleri’nden isteğini yineliyerek bu teknisyenlerin ağzı sıkı olduklarından emin oluncaya kadar kafalarına her hangi bir kötü fikir yerleştirmek niyetinde olmadıklarını garanti etti. Ayrıca Jebb teknisyenlerle Hugessen’e danışmadan kendi sorumlulukları altında görüşme yapmayı önerdi. Dışişleri’ni iknaya gayret eden Jebb bu teknisyenlerin Türkiyeye vardıklarında hemen Türk yetkilileri gözü önünde faaliyete geçmeleri ya da kendilerinin birer profosyenel sabotajı olduklarını açığa vurma gibi bir tehlikenin çok uzak bir ihtimal olduğunu vurguladı. Zaten bunların Alman işgali gündeme gelene kadar SOE adına herhangi bir yer altı faaliyetine girişmeleri söz konusu değildi.[31] Sargent bu açıklamalardan Alman işgali halinde Türkiye bu teknisyenleri baskı neticesinde ülkesinden zaten kovmak zorunda kalacak düşüncesiyle tatmin olmadı. Dolayısıyle SOE’nin bu projesini uygulamaya geçirmeye değmeyeceğine inandı. Diğer taraftan zaten bu teknisyenler Türk askeri endüstrisinde görev alacaklardı ki bu da Almanların Türkiye’ye ajan olarak sızmalarına denk bir hareket olacaktı. Yine teknisyenlerin bu görevi sayesinde Türklerin teknik anlamdaki savaş kapasiteleri İngiliz kontrolünde olacak, demekti. Yine de SOE’yi tatmin amacıyla Sargent, Hugessen’in kabul etmesi halinde SOE tarafından eğitilmiş kişilerin turist kılığında Türkiye’ye girebilecekleri önerisinde bulundu.[32]

Bu açıklamalara rağmen SOE, Almanların Türkiye’de özellikle de İstanbul’da çoktan ajan şebekesini kurmalarından dolayı Dışişlerinin bu tutumundan memnun değildi. Dolayısıyla SOE Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi Alman nüfuzunun Türkiye’de tekrar tesis edilebileceğinden korktu. Zaten var olan Alman ticari nüfuzunun Ankara üzerinde siyasi nüfuza dönüşme ihtimali de bir başka endişe kaynağıydı. SOE, treni kaçırmamak için Alman işgaline karşı Almanların çoktan yaptığı ajan şebekesini kurmak da dahil olmak üzere harekete geçti.

Almanların Faaliyetleri

Irak’ta Raşid Ali ihtilalinin başarısızlığa uğraması ve 1941 de Suriye’nin müttefikler tarafından işgali üzerine Almanlar Türkiye’deki ajan şebekesini yeniden organize etmek durumunda kaldılar. Bunun üzerine Almanlar, Irak, İran, Filistin ve Suriye’den İstanbul’a sığınmacı olarak gelen Alman yanlısı Arap ve İranlılarla temasa geçtiler.[33] Almanlar tarafından İstanbul Park Otel’de iki oda kiralandı ve Fraulein Kruss beş Arab ve iki İranlı sığınmacıdan oluşan propogandacılardan sorumlu kişi olarak atandı. Bunların ana görevi Arap ülkelerinden Alman basını için materyal toplamak ve Berlin’deki İran ve Arap radyoları için malzeme hazırlamaktı. Geçekten Almanlar, özellikle de Birinci Dünya Savaşı’nda İngiltere’ye karşı cihad ilan edilmesini öneren Von Papen bu tür faaliyetlerle yakından ilgileniyordu. Bunu Yahudi aleyhtarı politika izledi. Almanların genel düşüncesi Kafkasya veya Bulgaristan’dan Türkiye’ye ve Orta Doğu’ya doğru ilerlendiğinde Yahudilerin katledilmesiyle birlikte İslam dünyasında bir dini isyan çıkartmaktı. Bu politikanın bir parçası olarak Yahudilere Türkiye’yi terketmeleri, aksi halde kalanların katledileceği söylenirken Türk işadamlarına da Yahudiler sizin kanınızı emiyor ve ticaretinizi sekteye uğratıyorlar propogandası yapıyorlardı.[34]

İzmir’de Alman ticari acentaları önde gelen insanlardan oluşuyordu ve Almanlar onlardan kendi ülkelerinden yana olmalarını istiyorlar ve peşin komisyon olarak yüksek meblağlar ödüyorlardı. Bazı işadamları ise İzmir’in stratejik öneminden dolayı Almanların kendilerini politik ajan olarak görmek istediklerinden şüphelenerek peşin komisyonu reddettiler. Türkiye’de başlayan ticari nüfuzla bağlantılı olarak Almanlar, doğuluları Türkiye’nin bir çok bölgesinde ticari ajans olarak kullandılar: Araplar, Kürtler vs. ajanları işadamı olarak lanse ediyorlardı. Diyarbakır’da ajanslar Irak’a çalışıyorlar; Erzurum’da bir diğer grup da İran’a çalışıyordu.[35] Bu konu ile ilgilenirken İngiltere’nin Türkiye’nin sivil ve askeri ihtiyaçlarını karşılayabilmedeki yetersizliğine karşın Almanların bu konudaki başarılı faaliyetleri ingilizlerin karşılaştığı en büyük zorluklardan biriydi.

Hedef Azınlıklar

Azınlıklar kendi amaçları doğrultusunda kullanılmak için İngiliz ve Alman gizli servislerinin ana hedefleriydi. Türkiye’de siyasi azınlık yoktu. Ancak İstanbul ve çevresinde yoğun bir şekilde bulunan Rumlar ve Ermenilerin yanında Sovyetler Birliği’nden Türkiye’ye göç eden beyaz Ruslar her iki taraf için de potansiyel ajan durumundaydı. SOE’nin raporuna göre eğer iyi bir ödeme yapılırsa Almanlara ajanlık yapacak türde insanlar olsalar da Rumlar genelde Türk rejimini destekliyorlardı. Ermeniler ise yoğun bir şekilde Türk aleyhtarıydılar ve Türklere karşı kendilerini desteklemeyi vaadeden herhangi bir güçle işbirliğine hazırdılar. Naziler casusluk sabotaj gibi faaliyetleri yürütmek üzere gerekli ajanları bunlar arasından temin ediyorlardı.

Bu tehlike, bu kitlenin Türk otoritelerince askere alınması neticesinde bir dereceye kadar azaldı, fakat beşinci kol faaliyetleri yine de aktif haldeydi. Beyaz Ruslar çoktan Nazi güdümünde organize olmuşlar ve farklı sebeplerden dolayı onlar da beşinci kol faaliyeti için potansiyel tehlike idiler.[36]

SOE’nin İstanbul’daki temsilcileri Almanlara casusluk yapabilecek bu potensiyel kitleyi kazanmanın yollarını araştırdılar. Bu kitlelerin işbirliğini kazanmak için bir takım vaadlerde bulunmak elbette gerekiyordu.

İstanbul’daki SOE temsilcileri, Londra’ya, Türk ve Sovyet hükümetlerinden Ermeniler için bir takım ödünler temin edilirse Daşnakların İngiliz safında yer alabileceklerini ilettiler. Ancak Londra Türk hükümetini bu konu için küstürme taraftarı değildi ve hiç bir şekilde Daşnaklarla temasa geçilmemesini SOE’den istedi. Kürtler konusunda ise Londra Irak ve İran toprakları Almanlar tarafından işgal edilmediği müddetçe Kürtlere bağımsızlık sözü verilmemesini istedi Ancak Almanların bölgeye hâkim olması noktasında Kürtler Türkiye üzerinden Kuzey Irak ve İran’a uzanan alanda iyi bir haberleşme ağına sahip olacağı bir gerçekti.[37]

Sovyetlerde, Sovyet-Türk ve Sovyet-İran sınırındaki Kürtleri kendi safına çekebilmek için ciddi çabalar sarfetti. Kürtler arasında yapılan Sovyet propagandasının boyutu onlara bağımsız bir devlet vaadetmeye kadar gitti. SOE kaynaklarına göre bin kadar Kürt gencini Türk otoritelerinin haberi olmaksızın Sovyetler Birliği’ne götürdüler ve onlara Rusça öğrettiler. Bu şekilde onlara komünist ideolojisini aşıladılar. Bu gençlere ek olarak Sovyetler yaşlı ve işşiz Kürtleri kendilerine iş ve aş vermek sözü ile gizlice Kafkasya bölgesinden kendi ülkelerine götürdüler. Bu faaliyetlerin sonucu olarak Sovyet sınırına yakın bölgede oturan bir çok Kürt Sovyetleri kendilerine dost kabul etti. Rusların bu faaliyetleri Ermenistan’da Ermeni komiteleri altında organize ettikleri de dikkatlerden kaçmadı.[38]

İngiliz hükümeti, politikasının bir parçası olarak SOE’nin Güneydoğu Anadolu’daki ajanı İlyas’ın da yardımıyla Kürt liderlerine kendilerine bağımsızlık verecekleri yönündeki Sovyet propogandalarına inanmamaları için faaliyetler gösterdi. De Chastelain İlyas’ı (İlyas’da İngilizlerden bağımsızlık vaadi umuyordu) kendilerinin çıkarlarının müttefiklerle yakın iş birliğinde olduğunu ve Türklere bağlılığın önemine ikna etti. Sonra İlyas SOE direktifleri doğrultusunda Diyarbakır, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’daki diğer Kürt merkezlerine giderek kabile liderleri ile temasa geçip onların görüşlerini öğrendi ve onları Türk ve Müttefiklere destek olmaları için iknaya çalıştı.

Gemi Faaliyetleri

Akdeniz ile Karadeniz arasında uzanan deniz yoluna hakim konumda olmasından dolayı Türkiye’de denizcilik faaliyetleri savaşan tarafların ilgi odağı oldu. Özellikle Almanlar 1941 baharında Ege Denizi’nde hakimiyetlerini tesis edince bu denizde seyreden gemiler İngiltere için daha da önemli hale geldi. Bundan sonra SOE, Ege’den Yunan ve Karadeniz limanlarına seyreden Nazi gemilerine ya da Ege’deki Alman kuvvetlerine malzeme ve erzak taşıyan gemilere ya da Almanya’ya Türk kromu ve diğer ihraç malı taşıyan gemilere sabotaj planları yaptılar.[39]

SOE boğazlardan Ege’ye doğru seyreden Nazi gemileri için detaylı plan hazırladı. Buna mihver ülkelerinin bayrağını taşıyan tankerler ve Kontstanza ile Yunan ve İtalyan limanları arasında sefer yapan gemiler de dahildi. Bu gemilerin mihver kuvvetlerinin Karadeniz ve boğazlarda çektiği tanker sıkıntısını karşılamak amacıyla kullanıldığı yönünde deliller vardı. Yine aynı rotada Türk limanlarından Karadeniz ve Tuna’da düşman kontrolü altındaki limanlara mihver devletlerinin ticari taşımacılığı yapılıyordu. Bu gemilerin batırılmasına yönelik olarak çok dikkatli bir plan hazırlandı. Ancak Türk karasularında hiç bir gemi batırılmayacaktı. Yapılacak sabotajdan geriye İngilizler tarafından yapıldığına dair bir iz bırakılmamasına da özen gösterilecekti.[40] Bu faaliyetler SOE adına Fethiye’de İngiliz Elçiliği Denizcilik Departmanı adı altında faaliyet yürüten ajan Paton ile İzmir’de faaliyet yürüten Paterson tarafından gerçekleştiriliyordu. Bu tür elçilik görevi bu kişilerin sabotaj yapacakları alanlara yakın olmasını sağlıyordu.[41]

Mihver Devletleri hâkimiyetlerini Balkanlar ve Ege Denizi’ne doğru yayınca SOE müttefiklere ait gemilerin Almanlar tarafından ele geçirilmesini önlemek için ciddi çabalar sarfetti. Bölgedeki en büyük İngiliz denizcilik şirketi olan Goeland Firması, Almanlar tartından el konulmasın diye Tuna’dan İstanbul’a getirilen 89 geminin sahibi veya işletmecisiydi. Bu gemilerden 44’ü tahıl vapuru, 28’i tank vapuru, 3 tanesi tank vapuru çekicisi ve 14’ü de çekiciydi. Türk otoriteleri İngiliz Goeland gemilerinin hareketine izin vermediği için bu gemiler İstanbul’da uzun müddet tutuklu kaldılar. Türk yetkililerce bütün zorluklar gösterilmesine rağmen SOE 3 tank vapuru çekicisini, 9 tahıl vapurunu ve 11 çekiciyi Türk sularından alıp götürmeyi başardı. Bunların pek çoğu Akdeniz’de Müttefiklerin hizmetinde kullanıldı.[42] Geri kalan gemiler İstanbul etrafındaki sularda demir atmış vaziyette beklediler. İstabul’daki SOE yetkilileri Hugessen’inin bu konuda desteğini almak için bir sene uğraş verdiler. Ancak büyükelçi onları ya dikkate almadı ya da işi çok ağırdan aldı.[43] Öte yandan Almanlar Fransız hükümetinden ele geçirilen 45 gemiye mahkemece verilen tutuklama karırını kaldırmayı başardılar. Bu gemiler Almanlar için sadece Tuna nehrinde çalıştırılmak için değil, aynı zamanda Türk topraklarında savaş vukuu bulduğu zamanda eşşesiz değerde faydalı olacaktı.

Bu yüzden eğer elçilik, Türk makamlarının olaya ciddi anlamda eğilmeleri için girişimde bulunmasaydı bu gemiler Almanların eline düşebilirdi. SOE bu konuda elçiliği harekete geçirmek için bir hayli uğraştıysa da elçilik bu olayın bu şekilde bırakılmasından yana tavır sergiliyordu.[44] Bundan dolayı İstanbul’daki SOE yetkilileri Almanların bu gemileri elde etme girişimlerinin vukuu halinde bu gemilerin batırılması yönünde hazırda bir planın ve malzemenin olması için çalıştılar.

SOE İstanbul’daki temsilcilerine 13 Eylül 1941 Tarihinde Almanların Türk ürünlerini almayı başardıkları takdirde SOE ajanlarının çiğit ve zeytinyağı gibi Türkler ihracat mallarına madeni yağ katarak malların kalitesini bozma şeklinde bir müdahale yapılması yönünde bir telegraf gönderdi.[45] Ancak çiğit ve zeytinyağı ihracatı Alman ithalatının sadece 15 bin ton gibi küçük bir bölümünü oluşturuyordu. Ayrıca bunlara yabancı madde katma olayıda bir hayli zor olacağından İstanbul Almanya’ya yapılan ihracata direk bu gemilere saldırmakla daha kolay engel olunabileceğini önerdi. Bu noktadan hareketle SOE insiyatifi İstanbul’daki temsilcilerine bırakınca onlar da saldırı için plan hazırladılar. Saldırı için en iyi metot gemi doldurulmadan önce kutu ya da malların içine saatli bomba koyup limandan ayrıldıktan bir kaç saat sonra patlaması sağlamaktı. Bu şekilde gemide kimin işbirlikçi olduğunun da öğrenilmesi zor olacaktı. Çünkü bu gemilerin işletilmesi tamamen sahiplerine aitti. Bu durumda gemiler batırılsa bile Sovyet mayınlarının ya da savunma amacıyla yerleştirilen mayınların sebep olduğu düşünülecekti. Bu olayın sonucunda Türk hükümeti Türk gemilerinin Türk sularından ayrılmasını yasaklama ihtimali vardı. Her halükârda bu saldırılar bu alanda seyreden gemi taşımacılığını azaltacaktı.

SOE kaynakları Ankara’nın Almanların İstanbul Pendik’te yaklaşık 500 ton taşıma kapasiteli küçük boyutlu tahta gemiler yapma projesine onay verdiğini öğrenince sabotaj planlarına bu gemileri de dahil ettiler. Burada 12-15 kadar gemi inşaa edecekler ve bunlara Alman bayrağı çekilecekti.[46] Bu gemiler daha çok Ege ve Marmara limanlarından Bulgaristan ve Romanya’ya krom taşınmasında kullanılacaktı. Bunlar sığ sularda seyredebilme özelliklerinden dolayı kıyılara rahat yaklaşacağından yükleme işlemleri de kolay olacaktı. Aynı zamanda Selanik’e ulaşması da en fazla 36 saat sürecekti. Üstelik bunlar hava ve yer altı saldırıları için küçük hedef olduklarından saldırıdan da yara alma ihtimalleri azdı.[47]

Türkiye’nin işbirliğine yanaşmaması sonucu Dışişleri SOE’nin bu planlarına ilk başta pek itiraz etmedi. Dolayısıyla İstanbul SOE’ye Türk karasularının dışında bir yerde mihver güçlerine ait gemilerin batırılması için yetki verdi. Öncelik petrol tankerleri ve krom gemilerine verildi. Yangın çıkarabilecek malzeme içine de ayrıca patlayıcı madde yerleştirilecekti. Hugessen bu olaydan şimdilik haberdar edilmedi. Harris Burland’a bundan fazla kimsenin haberi olmaması için emir verildi

SOE Almanya’nın Türkiye’ye saldırması halinde İstanbul Boğazı ve Marmara’nın hemen Alman kontrolüne gireceğini ve tahrip edilmeyen ya da başka bölgeye nakledilmeyen gemilerin Almanların eline geçeceğini varsaydı. Marmara Denizi’nde her zaman Türk donanmasının ve ticari gemilerinin dörtte üçü bulunuyordu. Bu yüzden hem müttefik hem de Türk gemilerinin Almanlar tarafından kullnılmasını önlemek için güvenli bir bölgeye nakledilmeleri ya da tahrip edilmeleri çok önemliydi. Eğer Almanlar, saldırılarını dağlık ve kayalık iç kesimler boyunca savaşarak yapmak yerine kıyı boyunca yapmayı düşünecek olursa, haberleşmeyi sürdürebilme için gemilere ihtiyaçları olacaktı. Bu arada Sabotaj için önceliğin Shell ve Socony Vacuum Şirketlerinin boğazın Asya yakasında bulunan petrol depolarının da uçurulmasına verilmesi düşünüldü.[48]

Gerekli malzeme fabrikaya yakın bölgede özel bir evde hazırlandı. Bu fabrikaların yöneticilerinin bilgisinde özel görevliler bu iş yerlerine sızdırıldı. Tuna boyunca seyreden gemiler içinde de gerekli hazırlıklar yapıldı ve sabotaj için malzemeler elçiliğe ait yerlerde saklandı.[49] Belgelerde bu planların hepsinin uygulanıp uygulanmadığına dair çok net bilgiler yoktur. Ancak bazı gemilere sabotaj gerçekleştiği yönünde bilgilere rastlanılmaktadır.

SOE’nin İzmir’deki Faaliyetleri

Almanya’nın 1941 başlarında Ege’de hakim konumuna gelmesi, işgal sonrası için hazırlıkların yapılması ve Ege’de Alman faaliyetlerini takip edilmesi noktasında İzmir SOE için önemli bir merkez haline geldi. İstanbul’dan gelen emirle İzmir SOE sorumlusu Paterson (Resmi görevi elçilik ataşesi idi) ile Fethiye sorumlusu Paton 12 adalar projesini başlattılar. Bu projeye göre bunlar, müttefik saldırılarına hedef göstermek amacıyla Almanların stratejik durumları hakkında bilgi toplamak için adalara ajan göndereceklerdi. Ayrıca Almanların İzmir ve Ege sahillerini işgali halinde hazır bir milis birliği oluşturacaklardı. Bunu yapmak için Dışişlerinin yasağına rağmen Bodrum civarında telsiz-telgraf operatörü dahil, yerel halktan ajan sağlamak elzemdi. Adnan Cağaloğlu tam bu işin adamı idi. Adnan Harrop tarafından şifreleşme konusunda eğitildi.

Adnan’a Paterson kanalından onların hareketlerini büyük gizlilik içinde takip eden Harropla karşılıklı haberleşeceği bir ev ayarlandı.[50] Adnan SOE’ya sabotaj için uygun, eşkiya tipli üç kişi ile Harrop tarafından eğitilen telsiz-telegraf operatöründen oluşan küçük bir organizasyon kurmaya başladı.[51] Adnan’ın yeğeni Naim Filiz[52] her türlü patlayıcı maddenin bulunduğu Karaburnu civa madeni fabrikasında patlayıcı madde deposunun sorumlusu olarak çalışıyordu. Adnan, Naim’i ayda 65 Türk Lirasına işe aldı ve ona Hamdi Turan ve Hüsnü Aybar[53] adında 40 TL. aylık ödediği iki yardımcı ayarladı. Bu tür insanlardan geniş çaplı sabotaj hareketi beklemek çok fazla iyimserlik olurdu. Ancak SOE onlardan küçük çaplı olsada değeri fazla olan bir çok sabotaj faaliyeti bekliyordu. Bütün bu ajanların işgal gerçekleşip gerçek sabotaj faaliyetleri başlayıncaya kadar şebeke içinde kalmaları için paraları ödeniyordu.[54]

Bu ajanların eğitiminden Harrop sorumluydu. Elbette güvenlik gerekçesiyle Harrop bütün ajanlarla buluşamazdı. Bu yüzden Harrop, Naim’in kardeşi Mahmut’u aletleri nasıl kullanılacağını göstermek üzere Ankara’ya çağırdı. Mahmut bu konuda biraz tecrübeliydi. Harrop ona İngiliz elçiliği bahçesinde patlayıcıların nasıl kullanılacağı yönünde eğitin verdi. Mahmut da İzmir’e dönüşte Ankara’da ne öğrendi ise Naim’e aktardı o da yardımcılarına öğretti.[55]

Von Papen’e yapılan bombalı saldırı sonucu, Türk polisi’nin daha önce siyasi suçtan hüküm giymiş kimselerin yabancı konsolosluk bulunan merkezlere yakın yerlerde oturmasını yasaklamasıyla birlikte Adnan İzmir’den Bodrum taraflarına taşınmak zorunda kaldı. Ancak Adnan orada daha iyi imkanlara sahip oldu. Çünkü Kaymakam Adnan’nın arkadaşı idi. Buradan İzmir’deki organizasyonu idare edebiliyor ve yüksek makamlarda arkadaşlarının olmasından faydalanıyordu. Adnan yeni yerine yerleştikten sonra Naim Filiz’in ve iki yardımcısının Karaburnu’ndaki fabrikadan alarak İzmir limanında balıkçı olarak çalışmalarının sağlanmasını önerdi. İzmir’deki denizcilik faaliyetleri çok önemli hedef olduğundan Harrop bunu kabul etti ve Naim’i maden fabrikasından alarak İzmir limanındaki eski işi olan balıkçılığa dönmesini sağladı. Böylelikle işgal sonrası hedeflenen sabotaj alanına yakın olacaktı. Ancak iki yardımcısının maden fabrikasında kalmasını istedi. Bu gerektiğinde patlayıcı ihtiyacının karşılanması için gerekli olacaktı. SOE’nin Türkiye’de her hangi bir patlayıcıya yaklaşmasına ve taşımasına izin verilmediği düşünülürse bu onlar için çok iyi bir fırsattı. Bu şekilde bu ajanlar İzmir bölgesinde kendi patlayıcı depo malzemelerini oluşturabilirilerdi.

Ancak Harrop SOE’ye bu ajanlara Alman gemilerine karşı kullanılmak üzere Londra’dan daha gelişmiş patlayıcılar getirilmesi için yardım edilmesini istedi.[56]

Adnan yeni merkezde yerleşip bütün ileri gelen devlet görevlileri ile dostluk kurdu.[57] Bu ona yetkililerin iyi niyeti çerçevesinde bulunduğu şehri kolayca terkedip eski arkadaşları ile temasa geçmesi fırsatını veriyor ve faaliyetlerini oralarada yaymak için onların görüşünü öğreniyordu. Adnan siyasi faaliyetten ziyade sabotaj ve gerilla faaliyetleri için uygun birçok istekli insan buldu. Ayrıca yüzden fazla maceracı üyeden oluşan yerel tüfek üretici kulübünün başkanı ile iyi arkadaş oldu ve başkan Adnan’a acil durumda gerilla faaliyetlerine hazır olacaklarını garanti etti.[58]

Ancak Andan’ın Ege kıyılarındaki faaliyetleri, zamanla dikkat çektiğinden bir kaç defa polis tarafından sorgulandı. Birkaç hafta hapis yatınca bundan kötü şekilde etkilendi. 1942 sonbaharında Bolu’ya transfer oldu. Orada çiftçilerle yararlı diyalog kurdu ve bu şekilde milis kuvveti oluşturma şansı doğdu. Ancak Adnan bu insanlarla diyaloğa girdikten sonra SOE onlara para vermek vb. şekilde destek verilmesini yasakladı. Aslında Adnan 1943 yılını bu çiftçilerin güvenini kazanmakla geçirdi. Sonra da vaatlerinden ve planlarından vazgeçince bölge halkı onu ajan olduğunu anladı. Bunun üzerine SOE Adnan ile olan iletişimini kesmeye başladı. Zaten 1944 yılı başlarına doğru Alman tehlikesi ortadan kalkmaktaydı.

Ankara’nın, Alman saldırısından korktuğu için bu tür işbirliğine pek fazla yanaşmak istememesinin yanında SOE’nin Türkiye’deki çalışmaları, Türkiye’nin dostluğunu kaybetme endişesi taşıyan Dışişleri’nin yasaklaması yüzünden daha çok Alman işgali ihtimaline karşı planlama ve hazırlık şeklinde kaldı. Yinede SOE Türkiye’de birçok illegal faaliyetde bulundu. Bu faaliyetleri yaparken SOE Türk ordusunun ve Türk Gizli Servisinin hükümete kıyasla kendileri ile daha fazla yardımlaştığını belirtir.[59] Belgelerle SOE’nin Türkiye’deki faaliyetlerini tam bir netliğe kavuşturma imkanı yoktur. SOE’nin kayıtlarının %85’ine ulaşma imkanı bulunmamaktadır. Neticede bu gizli servis işiydi.

Çoğu işler tamamlanınca belgeler yok ediliyordu. Bunun dışında savaş sonunda SOE’nin Baker Setreet’teki merkezinde çıkan yangında belgelerin çoğunun yanması da zorluğun bir başka boyutu idi. Ancak Alman işgali gerçekleşmediğinden Anadolu demiryolu ve Toros tünellerine yapılacak sabotajlardan vazgeçildi. Kızıl Ordu işgalinden sonra Alman ordularının Balkanlardan çekilmesini müteakip SOE personelini 1945 yılının sonunda Türkiye’den çekti. SOE organizasyonu, savaşın müttefiklerin başarısı ile bitmesinden dolayı 1946 yılında tamamen lağvedildi.

Yrd. Doç. Dr. Süleyman SEYDİ

Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 16 Sayfa: 823-832


Dipnotlar :
[1] SOE nin Alman işgali altindaki faaliyetleri için bakınız J. G. Beevor, SOE: Recollections and Reflections 1940-1945 (London: The Bodley Head, 1981); M. R. D. Foot, SOE in France: An Account of the Work the Special Operations Executive in France (London: HMSO, 1966).
[2] SOE başlangıçta üç bölüme ayrıldı: SO1 propoganda işlerinden, SO2 operasyonlardan, SO3 birimi de planlamadan sorumlu idi. Sonunda SO1 1941 yılında SOE’den ayrılarak Politik Savaş Birimi’ni oluşturdu ve SO3 de unutulmaya yüz tuttu. Aslında SO2 SOE oldu. Bakınız SOE operations in Africa and the Middle East: a guide to the records in the Public Record Office (Kew: PRO Publications, 1998), s. 2.
[3] Ekim 1939 İngiliz-Fransız-Türk deklarasyonunda Türkiye’ye saldırıya uğraması durumunda yardım sözü yanında silah ve mali kredi sağlanması için görüşmeler yapılması konusunda söz verildi. Ancak Türkiye İngiliz ve Fransızların yanında savaşa katılması konunda kesin vaatlerde bulunmadı.
[4] İkinci Dünya Savaşı’nda Türk dış politikası ve savaşan tarafların Türkiye’ye karşı olan tutumları için bakınız Selim Deringil, Turkish Foreign Policy During the Second World War: an Active Neutrality (Cambridge, Cambridge University Press, 1989); Süleyman Seydi, The Turkish Straits and The Great Powers: From the Montreux Convention to the Early Cold War, 1936-1947 (Unpublished PhD Thesis, Birmingham University, 2001).
[5] Orta Doğu Misyonun sorumluluk alanına Filistin, Arabistan, Irak, İran, Balkanlar ve Kuzey Afrika; Mısır, Sudan, Libya ve Tunus da dahildi.
[6] PRO HS 3 / 219, SOE’nin kendi memurları ve onlar görevleri hakkındaki raporu.
[7] PRO FO 371 / 30097, R 81169 / 240 / 44, Bowker minute, 29 Ağustos 1941.
[8] PRO FO 371 / 30097, R 8169 / 240 / 44 Joint Planning Staff 29 Ağustos 1941 tarihli raporu.
[9] Aslında Halep’te SOE gerektiğinde Türkiye’de kullanabileceği bu tip bir organizasyonun çekirdeğine sahipti. uzun zamandır bu türden sabotaj faaliyetleri göstermediğinden ve de Hugessenin onayı olmadan harekete geçirilemeyeceğinden sonuçsuz kalacaktı.
[10] Eden, bu planın Hugessen’den saklanması yönündeki ilk fikrinden Toros planının uygulama zamanı geldiğinde bunun daha fazla zorluk yaratacağı düşüncesiyle vazgeçti. Hugessen SOE’nin Türkiye’de mevcut olan yapısının devamına ve patlayıcı maddlerden oluşacak ikmal deposuna ve bunların amacına uygun olarak kullanılması konusunu kabul etmişti. O Toros planı hakkında bir şey bilmiyordu. Eğer Hugessen plandan haberi olursa bütün SOE personelinin pılını pırtısını toplayıp Türkiye’yi terk etmesini isteyebilirdi. PRO FO 371 / 30097, R 8584 / 310G, Howard’ın Mallay’a 5 Ekim 1941 Tarihli mektubu.
[11] PRO FO 371 / 30097, R 8309 / 240 / 44, Orta Doğu Komutanlığı’nın Genel Kurmaya 6 Eylül 1941 Tarih ve 00491 nolu telegrafı.
[12] PRO FO 371 / 30097, R 8309 / 240 / 44, Dixon 11 Eylül 1941 Tarihli tezkeresi.
[13] Hugessen Dışişlerine gönderdiği telgrafta bu gibi gayrimemnun kitlenin Ermeniler ve Kürtler olacağını belirtti. Ancak böyle bir girişimin Almanlar tarafından çoktan başlatıldığını ve Türk hükümetinin de bundan haberdar olduğunu söyledi. ’Eğer bizde benzer faaliyetlerde bulunursak Ankara bizim ne yaptıgımızın farkına varacak ve Türk Hükümeti üzerindeki etkimizi kaybedeceğiz’.
[14] PRO FO 371 / 30095, R 7445 / 240 / 44, Hugessen’in Dışişleri Bakanığına 1865 nolu ve 1 Ağustos 1941 Tarihli Telegrafı.
[15] PRO FO 371/30095, R 7275 / 240 / 44, Hugessenin 1865 no ve 1 Ağustos 1941 Tarihli mektubu.
[16] Hugessen’e verilen bilgiye göre bu ajanlardan biri İstanbul’dan bir başka ülkeye askeri malzeme taşıma işiyle uğraşıyordu. Polis araştırmasına göre aynı ajan Alman vapuru Arcadia’nın patlamasına sebep olan mayını temin eden kişi olduğu anlaşıldı. Hugessen bu ajanın serbest bırakılması için teşebbüste bulunduğu zaman da Türk yetkililerinde elçinin bu olayla direk ilgisi olduğu yönünde şüphelerin artmasına sebeb oldu. Bu tür bağlantıdan Türkiye’yi Almanya’ya karşı feda edileceği idi şüphesi uyanıyordu.
[17] PRO FO 371 / 30096, R 4936 / 240 / 44, Hugessen’in Dışişleri Bakanlığı’na 1043 no ve 3 Mayıs 1941 Tarihli telegrafı Mesela George Dimitroff Bulgar Zırai Partisi’nin lideri idi ve Alman işgalinden önce hikimete karşı isyancı muhalefetin tek organizatörü idi. SOE işgal hali için hazırlıklarla meşgulken Dimitroff’un Istanbul’da olmasını istiyorlardı. Dışişleri Hugessen’in Dimitroff’a elçilik şemsiyesi altında herhangi bir görev vermeyeceğini bildiğinden gizli teşkişatın Türk polisi ile anlaşma yaparak Dimitroff’un İstanbul’da bir süre ikamet etmesinin sağlanmasını düşündü. Bu tür durumlarda sıklıkla olduğu üzere SOE Dimitroff’u bir oldu bitti ile İstanbula gönderdi ve kendi başlarına onu İngiliz Konsolosluğu’nda Hugessen’i bilgilendirmeden tercüman yardımcısı adı altında bir göreve atadılar. Bulgarlar’ın ve Almanlar’ın Dimitroff’un kellesi için ödül vereceği aşikardı. Bu durumda Türk hükümeti Alman saldırısından korkarken Dimitroff’un faaliyetlerine göz yumabileceği gibi bu olayı SOE’nin Türk politikasına bir ihaneti olarak da algılayabirdi. Bu anlamda Hugessen bir kez daha Türk hükümetinin savaştan kaçınma noktasındaki hassasiyetini ve bu yüzden düşmanların provakosyon olarak algılayabileceği hareketlerden kaçınma konusuna verdikleri önemin altını çizdi. Üstelik bu anlamda ajanların gerçek kimliğini saklamaya yönelik verilen elçilik görevinin anormal sayılara ulaştığını belirtti. Sonunda Londra’nın Dimittrof’u Türkiye’den geri çağırmaktan başka alternatifi kalmadı. PRO FO 371 / 30096, R 7688 / 240 / 44, Bowker’ın 5 Ağustos 1941 Tarihli tezkeresi; PRO FO 371 / 30095, R 7396 / 240 / 44, Hugessenin Dışişlerine 1854 sayı ve 30 Temmuz 1941 Tarihli telegrafı.
[18] PRO FO 371 / 30095, R 7445 / 240 / 44, Hugessen to FO, no. 1865, 1 Agust 1941.
[19] PRO FO HS 3 / 217, de Chastelain’in AD’ye 68 / 13 / 18 no ve 10 Ağustos 1941 Tarihli mektubu.
[20] A.g.e.,
[21] PRO FO HS / 317, A. G. de Chastelain’in AD’ye 68 / 13 / 18 no ve 10Ağustos 1941 Tarihli mektubu.
[22] Mesela Bekir Kara İç İşleri Bakan’ı Recep Peker’in yakın arkadaşıydı. Üs düzeyde bu denli ilişki şüphesiz SOE’nin faaliyetlerini bir takım kolaylıklar sağlıyor olması gerek. Bu aynı zamanda polisce tutuklanan ajanlarının serbest bırakılmalarında da önemli rol oynuyordu. PRO HS / 3221 Harroptan SOE’ye 573 / 60 / 18 sayılı ve 21 Mayıs 1943 Tarihli mektub.
[23] Adnan ilk önce SOE için İstanbul’da çalıştı. Kendisi ve eşi Emine SOE için İstanbul’da çalışırken Adnan tutuklandı ve bir süre sürgüne gönderildi. Kendisi hakkında verilen ceza kaldırılınca Adnan SOE tarafından İzmir’e gönderildi.
[24] PRO HS 3 / 219, SOE’nin Türkiye’deki personeli ve onların görevi hakkındaki rapor.
[25] A.g.e.,
[26] PRO HS 3 / 221, De Chastelain’in SOE Orta Doğu Merkezine 1784 / 13 / 18 sayı ve 8 Şubat 1943 Tarihli mektubu.
[27] SOE Savaş Ekonomisi Bakanlığı’ndan Shell firmasına emir vererek İstanbul’daki adamlarıyla işbirliği yapmalarını sağlamasını istedi. Shell de böyle bir isteğe her hangi bir itirazda bulunmadı. PRO FO 371 / 30095 Brook’un Dışişleri Bakanlığı’na 10 Temmuz 1941 tarihli mektubu; Petrol Departmanı’ndan Dixon’a 29 Temmuz 1941 Tarihli mektub.
[28] PRO HS 3 / 217, D / HO dan Chastelain’e 641 no. lu ve 25 Haziran 1941 Tarihli mektubu.
[29] PRO HS 3 / 243, W. Harris Burland’ın Chastelain’e 514418 sayı ve 18 Şubat 1942 Tarihli mektubu.
[30] Dışişlerinde görevli olmasına karşın SOE’nin genel idaresini yürütüyordu.
[31] PRO FO 371 / 30095, R 9731 / 240 / 44 Jebb’in Sargent’e SSC / 2928 / 83 / sayılı ve 5 Ağustos 1941 Tarihli mektubu.
[32] A.g.e., Sargent’in Jebb’e 13 Kasım 1941 Tarihli mektubu.
[33] Park Otel ve İstanbul’daki diğer kahvehaneler Alman Suikastçıların buluşma yeri idi. Bunun yanında Alman yanlısı propoganda ve tahriklerde bulunun kişiler de vardı. Bunlardan biri de sonraları Lübnan’a Gauleiter’i olacak olan Emir Adel Arslan’dı. Arslan’ın kardeşi Şekip Arslan Berlin’de Arab Radyolarını yöneten Grand Müftü için Arab ülkelerine yapılan propogandaların baş danışmanlığını yapıyordu. Emir Arslan eski Türk aleyhtarı propoganda yapan ve Hatay’ın Türkiye’ye katılmasına şiddetle karşı çıkan bir kişiydi. Bağdad Kabil ve Tahran’dan gelen insanlardan oluşan bir propoganda amaçlı ajan şebekesi Antakya’da kurulmuştu. Sığınmacılardan geri kalanlarıda değişik hücrelerde organize edildiler. Alman ajanlarından diğeride Lübnanlı bir Hristiyan olan Marcos’du. Çok zeki idi ve Arabca, İbranice, Kürtçe ve İngilizce’yi mükemmel konuşuyordu. Ayrıca İtalyan diplomat passaportu taşıyordu. PRO HS / 3 / 218 DHO nun SOE merkezine 183. 198. inf nolu ve 14 Aralık 1941 Tarihli gönderdiği mektup.
[34] Bir taksicinin arkadaşına anlattıkları bu olaya ışık tutar. Taksici bir sabah müşteri alır ve o müşteri taksicinin Türk olduğunu öğrenince ondan kendisine etrafı gezdirmesini ister. Taksici onu Eyüp’e götürdüğü zaman müşteri -bu fabrikalar kime ait? diye sorar. Taksici Türkler’e ait deyince müşteri -seni salak şey! bunların hepsi Yahudiler’e ait ve Türkleri soyuyorlar. Ancak kurtuluşunuz çok yakın’ şeklinde konuşur.
[35] PRO FO 371 Z 30095, R 4789 Z 240 Z 44, Hugessen’in 1016 nolu ve 30 Nisan 1941 Tarihli telegrafı.
[36] PRO HS 3 Z 217, Edmond’un de Chastelain’e A. 903 nolu ve 9 Ağustos 1941 Tarihli mektubu.
[37] PRO HS 3 Z 218, İstanbul’daki SOE temsilciliğinden Londra merkeze 4888 nolu ve 31 Ekim 1941 Tarihli mektubu. İstanbul’daki SOE temsilciliğinin değerlendirmelerine göre Kürtler Birinci Dünya Savaşı’nda kendilerine vaadedilen bağımsızlık sözünü tutmadığı için İngiltere’ye kin duyuyorlardı ve ayrıca Kürtler’i Türkiye aleyhtarı olmaktan ziyade rejime muhalif olarak değerlendiriliyordu. PRO HS 3 Z 217, L Z DI. 1 to D Z H. V, no. M. I. 3 (6) Z 296 Z 41, 27 Ağustos 1941.
[38] PRO HS 3 Z 221, Chastelai’nın SOE merkeze 1734 Z 13 Z 18 sayı ve 8 Şubat 1943 Tarihli telegrafı.
[39] PRO HS 3 Z 233, Harris Burland’in Egede ticari gemilerin seyri ile ilgili raporu.
[40] PRO HS 3 Z 229, Dosya no. T6 Z 6 SOE’nin Cadogan ile 24 Haziran 1943’te yaptığı görüşme.
[41] PRO HS Z 3 Z 233 Harris Burland’in Egede ticari gemilerin seyri ile ilgili 30 Kasım 1943 Tarihli raporu.
[42] PRO HS 3 Z 232, Burlandı’n Kahire’deki SOE merkezıne 86 / 44 / 18 sayi ve 27 Nisan 1942 Tarihli gönderdiği telegraf.
[43] PRO HS 3 Z 232 Burland’ın Bridheman’a 12 Nisan 1942 Tarihli mektubu.
[44] PRO HS 3 Z 232 Burland’ın Savaş Ekonomisi Bakanlığı’na 12 Nisan 1942 Tarihli mektubu.
[45] Bu ihraç malları İstanbul ile Burgaz arasında hemen hemen tamamı Türk vapurları tarafından taşınıyordu. Ortalama 60 ton kapasiteli 250 kadar geminin bu işle uğraştığı tahmin ediliyordu.
[46] Aslında benzeri proje Birleşik Krallık Ticari İşbirliği’nin İstanbul temsilciliğince önerilmişti. Ancak Londra’daki merkezlerinden inşaa edildikten sonra bu gemilerin yabancı bayrağı ile denizlere açılması garanti değil diye reddedilmişti. Londra’nın bir diğer endişesi de Türk bayrağı taşıdığında da bu gemilerin İngiliz çıkarları için hizmet etmesinin kesin olmaması idi. Ancak Almanlar bu zorluğu, telefon şebekesinde sık sık meydana gelen arızayı hallederek Türk hükümetine yardım eden Siemens Halske Şirketi’nden Dr. Schucht halletmişti. Morganın Londra SOE merkezine 111 / 22 / 18, 20 Eylül 1942.
[47] PRO HS 3 / 232, Harris Burland’ın R. Jordan’a (İngiliz Ticari Ateşesine 278 / 44 / 18 sayı ve 5 Ekim 1941 Tarihli mektubu.
[48] PRO HS 3 / 231, ADS’den SOE’ye 6 / T1 / 401 no ve 14 Mayıs 1941 tarihli telegraf.
[49] PRO HS 3 / 219, Burlandın SOE’ye 1295 / 44 / 18 no ve 27 Kasım 1943 Tarihli telegrafı.
[50] PRO HS 3 / 221 Harrop’ın SOE’ye 152 / 18 no ve 28 Nisan 1942 Tarihli telegrafı. Bundan sonra SOE Adnan ile eşi aracılığıyla iletişim kuruyordu. Bu çifte bir apartmanda küçük bir ev buldular. Telsiz-telgraf için de uygun bir yerdi. Adnan yeğeninin sahip olduğu bir şapka fabrikasında veznedar ve muhasebeci olarak iş buldu. Harrop Adnan’ın isminin fabrikanın maaş ödenen listesinde adının olmasına dikkat etti. Adnan’ın maaşı 200 TL idi ve SOE tarafından bu yeğenine geri ödeniyordu.        Bu iş Adnan’a dikkat çekmemesi için ayarlanmıştı.
[51] Adnan Türk gemisinde parttime olarak çalışan radyo operatörü Suat Erol’u buldu. Gemide çalışıyor olması onu sahilde olmasına sebeb oluyordu SOE ona aylık 100 TL ödeyerek gemi hareketlerini takip için sahilde sürekli kalmasını istedi.
[52] Kod adı A / H58.
[53] Kod adları A / 54 ve A / 55di.
[54] PRO HS 3 / 221, Harrop’dan SOE’ye 146 / 60 / SMY no ve 20 Nisan 1942 Tarihli mektub.
[55] PRO HS 3 / 221, Harrop’dan SOE merkeze 236 / 60 / 18 sayı ve 20 Temmuz 1942 Tarihli mektubu.
[56] PRO HS 3 / 221 Harrop’un Kahire’deki SOE merkeze 189 / 60 / 18 no ve 3 Haziran 1942 Tarihli mektubu.
[57] Adnan’ın burada halı satıcısı olarak kendisini tanıttı ki bu şekilde civarı dolaşmasına bir mazeret bulmuş oldu. SOE kendisini bu işi kurabilmek için iki bin TL ödemişti.
[58] PRO HS 3 / 221 Harrop’un SOE’ye 278 / 60 / 18 no ve 2 Eylül 1942 Tarihli mektubu.
Adnan’ın taşındığı bu yeni yerleşim birimi SOE faaliyetleri için gayet uygundu. Polis kontrolü fazla yoktu ve nüfuz karışık ırklardan oluşuyordu. Hükümetin icraatlarından memnun olmayan bir çok insan vardı. Buna bağlı olarak köylüler arasında ayaklanma çıkmıştı. Ayrıca Adnan kendisi ile işbirliği yapmaya söz veren bir çok yerel liderle tanıştı. Bu adamaların silah ve cephanesi de vardı. Ancak Harrop rejimle muhalif insanlarla işbirliği yapmanın şu an için politikalarına aykırı olduğu yönünde Adnan’ı Uyardı ve bu insanlara yaklaşmamasını istedi. Ancak onlarla iyi ilişkiler kurmanın ve onların güvenünü kazanmanında ilerisi için faydalı olacağını belirtti. Çünkü ülkede karışıklık çıktığında Almanlara karşı bu insanlarla harekete geçilecekti.
[59] PRO HS 3 / 227, SOE’nin 456 no ve 25 Kasım 1942 Türkiye raporu.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.