Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türkiye’nin Orta Asya Ve Kafkasya Politikası Üzerinde Etkili Olabilecek Faktörler

0 11.694

Doç. Dr. Nasuh USLU

Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov’un devlet başkanlığına gelmesinin ardından esen Glastnost ve Perestroika rüzgarları dünyayı şaşırtan büyük değişimlerin başlatıcısı oldu. Soğuk Savaş’ın ve iki bloklu dünyanın sembolü olan Berlin duvarının yıkılması, SSCB’nin çatırdayan yapısının çöküşünü hızlandırdı ve bu devlet içindeki cumhuriyetler bir bir bağımsızlıklarını ilan etmek için uygun zemine kavuştular. 1989-1991 arasındaki çözülme döneminde Türk politikacıların ne gibi politikalar izleyecekleri büyük önem taşımaktaydı, çünkü bağımsızlığına kavuşan devletler tarihsel, dilsel ve kültürel açıdan Türkiye’ye yakınlığı olan devletlerdi ve o dönemde Türkiye, dış politikasında yeni açılımlara ihtiyaç duyuyordu.

İlk başlarda Türk liderlerin, Sovyet faktörünü göz önünde bulundurarak bölgeyle ilgili politikalarını geleneksel çerçevede tuttukları söylenebilir. SSCB’nin çözülüşü, Türk makamları açısından bir bakıma endişe kaynağı bile oluşturuyordu. Zira Türkiye’nin Batı dünyası için öneminin Komünizme karşı kalkan vazifesi görmesinden kaynaklandığını düşünmekte idiler. Fakat bu yersiz endişe kısa bir süre sonra yerini, yine yersiz bir sevince bırakacaktı. SSCB’nin 1991’de kendisini feshetmesi ve eski cumhuriyetlerin teker teker bağımsızlıklarını ilan etmeleri sonrasında “Dış Türkler”, yani Azerbaycan ve Orta Asya’da yaşayan topluluklar, sadece belirli bir siyasi söylemin meselesi olmaktan çıkarak Türk dış politikasının önemli konularından biri haline gelmiştir. 1991’in sonrasında Türkiye, bu devletleri uluslararası arenada resmen ilk tanıyan devlet olarak heyecanlı bir şekilde onlara önderlik etmeye soyunmuştur. İki yıl süren balayı döneminin ardından ise Türkiye çeşitli dış faktörlerin etkisiyle ve kendi kapasitesinin sınırlarının farkına vararak 1993 sonrasında bu politikada bazı değişiklikler yapmak zorunda kalacak ve bu arada bazı büyük hayal kırıklıkları da yaşanacaktır.[1]

Aslında Türkiye de diğer dünya devletleri gibi SSCB’de yaşanan bu ani ve akıl almaz değişime hazırlıklı değildi. Daha sonraki dönemlerde de bölgeyle ve buradaki halklarla ilgili kapsamlı, düzenli, uzun vadeli bir politika geliştiremediği de açıktır. Türkiye’nin bölgeye yönelik olarak takip ettiği politika kararsız ve değişken bir tutum sergilemiştir.[2] Bu konuda Amerika’nın bile tavrının sık sık değişiyor olması ve olacakların kestirilememesi Türk dış politika yapıcılarını haklı gösterse de, bölgeye yönelik daha etkin politikalar izlenebileceği, izlenmesi gerektiği kendisinden kaçınılması mümkün olmayan gerçektir.

Bu bağlamda Türkiye’nin daha gerçekçi politika izlemesine yardımcı olmak üzere bölgeyle ilgili görünen bazı faktörlerin ve yine bölgeyle ilgilenen bazı aktörlerin ele alınıp incelenmesi yerinde olacaktır. Konunun anlaşılmasını kolaylaştırması açısından belki bir iç faktörler-dış faktörler ayırımı yapılabilir. Başta hemen belirtmeliyiz ki, bu çalışmada, bölgeye yönelik Türk dış politikasının belirlenmesinde büyük yeri olan ya da olması gereken dış faktörler üzerinde yoğunlaşılacaktır. Ancak bunu yapmadan önce şu iki hususa dikkat çekmek de bir gerekliliktir. Birincisi, Türk dış politikasının Ege gibi, Avrupa Birliği gibi diğer bazı önemli konuları kimi zaman Kafkaslar ve Orta Asya meselesini gölgede bırakmış ve bu durum, bölgeye yönelik tutarlı ve uzun vadeli politikalar üretilmesinde olumsuz rol oynamıştır. İkincisi de iç faktörler olarak adlandırabileceğimiz Türkiye’nin kendi iç meseleleri, Orta Asya’ya yönelik politikaların belirlenmesinde ve değişiminde genel olarak olumsuz yönde rol oynamıştır. Türkiye’de yaşanan siyasi, bürokratik, ideolojik ve ekonomik dalgalanmalar, değişimler ve krizler en azından yeni bağımsızlığını kazanan cumhuriyetler konusunda tutarlı bir politika izlenmesini engellemiştir.

Türk dış politikasını etkileyen dış faktörler arasında, bölgesel güçler olarak Rusya, Birleşik Devletler Topluluğu üyesi ülkeler, İran ve Çin ile bölge dışı güçler olarak ABD, Japonya, Avrupa ülkeleri, uluslararası şirketler ve bu güçlerin bölgeyle ilgili olarak takip ettiği politikalar ve gerçekleştirdikleri girişimler bulunmaktadır. Ayrıca bölgedeki zengin yeraltı kaynaklarının değerlendirilmesi konusunda yaşanan rekabet ve bölgesel ittifakların tutumu da Türk dış politikasının oluşumunda belirleyici nitelikler göstermektedir. Çin’in batısındaki Sincan bölgesinden Balkanlar’ın içlerine kadar uzanan hat boyunca mevcut devletler içinde Türkçenin değişik lehçelerini konuşan aynı etnik soya ve İslam dinine mensup büyük bir kitle yaşamaktadır ki,[3] bu halkların üzerinde yaşadığı topraklar geniş coğrafyası ve dünyanın ilgisini çeken yeraltı ve yerüstü kaynakları ile dikkat toplamaktadır. Aynı dil ailesine, aynı dine ve aynı etnik kökene mensup olmaları hasebiyle gerek Azerbaycan gerekse Orta Asya’da yer alan diğer cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını ilan ettikleri 1991 ve sonrasında Türkiye büyük bir heyecanla bu devletlerin bağımsızlıklarını tanıyan ilk devlet olmuş, bu devletlerin uluslararası örgütlere üye olmasında aracı rol üstlenmiştir. Türk devlet adamları Adriyatik’ten Çin Seddi’ne söylemi ve bir örnek model olma edasıyla bu cumhuriyetlere yaklaşmıştır. Oysa kısa bir süre sonra varlığı fark edilen faktörlerden dolayı dış politikanın değiştirilmesi ihtiyacı hissedilecekti. İşte bu faktörlerden bazısı bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır.

Rusya

Türkiye’nin ilk karşısına çıkan engel, bağımsızlıklarına yeni kavuşan devletlerin örnek modellerden ya da ağabeylerden çok iktisadi partnerler aramaları hususu dışında, kendisini SSCB yerine koyan Rusya faktörüydü. Başka bir deyişle Türk dış politikasını değiştiren dış parametreler arasında, bölgenin en önemli devleti olan Rusya’nın takip ettiği siyaset ve gerçekleştirdiği girişimler önemli bir yer tutmaktaydı. Dünya siyasetinin önemli aktörlerinden olan Rusya, BM’nin beş daimi üyesi arasında yer alan, G-8’e üye, 150 milyon nüfusu ve geniş toprakları olan, sahip olduğu nükleer silahları ve uzay teknolojisiyle göz dolduran, çarlık ve SSCB geleneğinin mirasçısı konumundaki büyük bir devlettir.

SSCB’nin dağılmasının ardından onun yerini Rusya Federasyonu Birleşik Devletler Topluluğu’nu oluşturarak doldurmuştur. Rusya’nın SSCB’den bağımsızlığını elde eden cumhuriyetlerden ayrılmak gibi bir niyeti olmadığı açıkça ortadadır. Rusya Federasyonu içinde de 23 çeşit Türk topluluğunun yaşıyor olması ve bunların diğer azınlıklara göre en yüksek oranlı nüfusa sahip bulunması dışında Türkiye ile kurduğu büyük ticari bağlantılar Türkiye açısından Rusya Federasyonu’nu önemli kılmaktadır.[4]

Rusya Federasyonu içindeki en yüksek oranlı azınlıkların Türk etnik kökenliler olmasının yanında, Rusya, Orta Asya cumhuriyetlerinin nüfusu içinde oldukça etkin bir orana sahip olan Ruslar sayesinde etkinliğini sürdürmektedir. SSCB dağılsa da Rusya Federasyonu’nun ekonomisi, Orta Asya, Hazar ve Kafkaslar’daki doğal kaynaklara bağlı olduğundan bu bölgeler onun açısından vazgeçilmezlik arz etmektedir. Rusya Federasyonu bölgenin temel zenginlik kaynağı olan petrol ve doğal gazdan kaynaklanan menfaatlerini korumak için etnik Rusları bölgede tutarken, güvenlik gerekçesiyle bağımsızlığını ilan etmiş bulunan bu devletleri Birleşik Devletler Topluluğu çatısı altında toplamıştır.[5] Rusya, BDT çatısı altında topladığı bu ülkeler üzerindeki kontrolünü isimleri değişmiş olsa da KGB, Kızılordu ve o ülkelerin Komünist partilerin devamı olan partileri aracılığı ile sağlamıştır.[6] Bağımsızlığını ilan eden cumhuriyetlerin BDT’ye katılmaları çeşitli siyasi manevra ve tehditlerle, Rusya’nın kontrolünde tuttuğu iktidar partileri aracılığı ile ve değişmemiş olan eski yandaşları vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Bu ülkelerdeki önemli mevkilerin Ruslar tarafından tutulmuş olması ve Rusya’nın kendi vatandaşlarının güvenliğini sağlama gerekçesiyle etkinliğini artırma gayretleri dikkat çekmektedir.[7]

Orta Asya cumhuriyetleriyle eski siyasi, iktisadi ve asker ilişkilerini değişik şekillerle de olsa devam ettiren Moskova, her cumhuriyete diğerlerinden farklı manevralarla yaklaşmakta, onların iç ve dış politikalarında etkili olmaktadır. Kısa vadede bu durumun değişmeyeceği ortadadır.[8] BDT, zaman içinde güçlendirilerek merkezin yetkileri artırılmış ve nihayet Taşkent Antlaşması’nın imzalanması ve yapılan ikili antlaşmalarla desteklenmesi sonucu üyeler Rusya’nın askeri varlığını kabullenmiş bulunmaktadırlar. Taşkent Ortak Güvenlik Antlaşması’nın hükümlerine göre “üyelerden birine tecavüz olursa diğerleri bu tecavüzü kendilerine yapılmış kabul edecektir.” Antlaşma Rusya, Tacikistan, Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan arasında imzalanmış, daha sonra diğer bölge devletlerinin de BDT’ye katılmasıyla Rusya’nın bu ülkeleri kontrolü için hukuki bir zemin hazırlanmıştır.[9]

Rusya’nın BDT’yi böylesine zorlanmadan oluşturabilmesinin ardında, şüphesiz bu cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını herhangi bir çatışma olmadan kazanmış olmaları, diğer tehditlerden onları koruyacak güç olarak yalnızca Rus ordusunun bulunması, Rusçanın bu ülkelerde iyi biliniyor olması ve ekonomik açıdan Rusya’ya bağımlılık niteliği almış ihtiyaçlara sahip olmaları gibi faktörler önemli yer tutmaktadır.[10] Gerçekten Sovyet döneminde bu ülkelerin tarım ve sanayileri tamamen Sovyet ekonomik sistemine entegre edilmişti.[11] Bu dönemde doğal olarak cumhuriyetlerin birbirleri arasındaki ticaret hacmi çok yüksekti. Bunun sonucunda da karşılıklı olarak birbirlerine bağımlı hale gelmişlerdi. Bu dönemde, izlenen politikalar sonucu Sovyet ekonomisinin enerji ihtiyaçlarını Orta Asya cumhuriyetleri karşılarken, yetersiz tarımsal üretimleri nedeniyle gıda maddelerini diğer cumhuriyetlerden ithal ediyorlardı. Bunun dışında bölgenin tüm dünyayla bağlantısı ve ticareti de Rusya üzerinden sağlanıyordu. Mesela tüm demiryolları ve boru hatları Rusya’ya doğru inşa edilmişti.[12]

SSCB döneminde edindiği tüm bu avantajlardan yararlanan Rus yönetimi, günümüzde de, bölgedeki enerji kaynaklarının üretilmesi, işlenmesi ve global piyasalara ihracı için alternatifsiz tek patron ve güzergah olmayı garantilemek çabası içinde bulunmaktadır.[13] Ancak bu durum Türk cumhuriyetlerinin çıkar ve önceliklerine uygun düşmemektedir. Doğal kaynaklarını ileri teknolojilerle mümkün olduğunca çabuk çıkarıp pazarlamak isteyen bu cumhuriyetler, Rusya yerine Batılı ortakları tercih etmekteler ve önceden inşa edilmiş Rusya üzerinden geçen yollara bağımlı olmak yerine, kendilerini dünya pazarlarına daha kolay ulaştıracak alternatif yeni yollar aramaktadırlar.[14]

Bölge devletleriyle Rusya arasında çıkar çatışması oluşturan diğer bir konu, petrol üretim ve naklinde kilit rolü oynayan Hazar Denizi’nin statüsü meselesidir. Rusya, kaynaklarından yararlanabilmek ya da kaynaklarından sadece Türk cumhuriyetlerinin yararlanmasını engellemek için Hazar’a, tüm kıyıdaş devletlerin ortak mülkiyeti altında göl statüsünün verilmesini temin etmek istemektedir. Bu tutumuyla Rusya, ayrıca eski düşmanları ABD ve onun müttefiklerinin bölgede hakim pozisyona gelmelerini içine sindiremeyeceğini açığa vurmaktadır. ‘Hazar, ABD’nin stratejik çıkarlarının olduğu bir bölgedir’ şeklindeki Amerikan açıklamasının ardından Rus yetkililer, bunu çok tehlikeli bir müdahale olarak niteleyip, sert bir biçimde eleştirmişlerdir.[15] Rusya’nın Hazar Denizi’yle ilgili tezinin bölgedeki en büyük destekçisi ise İran’dır. Azerbaycan ve Gürcistan ise Hazar’ın bir deniz olduğu fikrini ileri sürerek, Hazar’dan petrol çıkarılması ve naklinde denizler hukuku kurallarının uygulanması gerektiğini söylemektedirler. Onların bu tezinin arka planında, Hazar’ın kendilerine yakın olan kısmındaki zengin doğal kaynakların üretilmesinde ve taşınmasında daha bağımsız hareket edebilmek yatmaktadır. Hazar’dan petrol ve doğal gaz çıkarılması için bütün kıyıdaş ülkelerin anlaşmaya gitmeleri gerekmektedir. Aksi halde aralarında çok büyük sorunların çıkması kaçınılmaz olacaktır.[16]

Hazar bölgesi doğal kaynaklarının çıkarılması ve taşınması konusunda iki bölgesel ittifak oluşturulmuştur.

Birinci blok Hazar’ın deniz olduğunu söyleyen Azerbaycan ve Gürcistan’dır. Türkiye bu bloktaki ülkelerin destekçisidir. Bu ülkeler, Azerbaycan’ın Hazar Denizi’ndeki doğal kaynakları denizlere uygulanan hukuki kurallar çerçevesinde çıkarmasını ve buradan çıkarılan kaynaklarla beraber Kazakistan ve Türkmenistan’daki enerji kaynaklarının Türkmenistan’dan başlayarak Azerbaycan üzerinden ve Hazar’ın altından geçirilecek bir boru hattı ile Bakû-Tiflis-Ceyhan yoluyla Batı pazarlarına ulaştırılmasını tercih etmektedirler.[17] Azerbaycan’daki enerji rezervleri ve bunların taşınması o kadar büyük önem taşımaktadır ki, 1992’den beri Rusların Kafkaslar ve Orta Asya’da gerçekleştirdiği gizli operasyonların ve Çeçenistan’ı işgal etmesinin arkasında temelde bu husus bulunmaktadır.

Bölgede ortaya çıkan ikinci blok olan Rus-İran ittifakı ise Azerbaycan’ı yalnız bırakma ve Ermenistan’ı destekleme politikası yürütmektedir, fakat Rusya’nın, Azerbaycan’ın taşıdığı önem ve elinde tuttuğu kozlardan dolayı Azerbaycan’a karşı temel hedeflerinden kısmen fedakarlık yapmak ve onunla uzlaşmaya gitmek zorunda da kaldığı da açıktır.[18] Bölgede Rusya’nın karşısındaki blokta yer alan Türkiye ve Azerbaycan çeşitli güvenlik anlaşmaları ve eğitim protokolleri ile[19] bir araya gelseler de onları asıl birleştiren hususun petrol olduğu açıktır. Rusya, Azerbaycan politikasını oluştururken Ermeni sorununu gündeme taşıyarak Türkiye’nin en önemli projesi olan Baku-Ceyhan’a engel olmak amacındadır. Bu durumda Türkiye Dağlık Karabağ’ı by-pass eden diğer alternatifleri, mesela Türkmen gazının İran yoluyla taşınması fikrini ortaya atmak zorunda kalabilmektedir.[20] Kafkaslar’la ilgili stratejik üstünlüğün Türkiye ya da Batı’nın eline geçmemesine Rusya o kadar önem vermektedir ki, Yeltsin döneminde Kuzey Osetya’da üç PKK eğitim kampının açılmasının,[21] ve Edward Şevardnadze’ye suikast girişimi gerçekleştirilmesinin arkasında da bu husus vardı. Ruslar, Haydar Aliyev, Edward Şevardnadze gibi Batı’ya yönelmiş ve bağımsız hareket etmeye çalışan politikacılar yerine Rus yanlısı yöneticilerin geçmesini arzulamaktadır. Bunun dışında Ruslar Gürcistan’a, Çeçenlere karşı işbirliği yaparak, sınırlarına Rus birlikleri konuşlandırılmasına izin verilmesi halinde Gürcülere uygulanan Rus vizesini kaldırılacağını açıkça söylemişlerdir.[22] Bu, Gürcistan’a baskı uygulamaktan başka bir şey değildir. Diğer taraftan Rusya, Kafkaslar’ı, güney sınırlarının güvenliği gerekçesiyle hukuken etki altında tutabileceği iddiasındadır.[23]

Gerek Azerbaycan, gerekse Gürcistan, Rusya’ya karşı kendilerini destekleyecek Batılı bir gücün ya da Türkiye’nin kendilerinin arkasında yer almasından memnuniyet duyacaklardır. Türkiye, bölgede taşıdıkları önemin çok iyi farkında olduğundan, her iki ülkeye de iktisadi ve siyasi yardımda bulunurken, Azerbaycan’a askeri eğitim de sağlamaktadır.[24] Türkiye açısından Gürcistan’a toprak bütünlüğünü ve güvenliğini sağlamasında destek olunmasının yanında, Azeri-Ermeni sorununun çözüme kavuşturulması da büyük önem taşımaktadır. Bu sorun çözülmeden bölgede huzurun sağlanması ve bölgedeki devletler arasındaki ilişkilere istikrar kazandırılması mümkün değildir. Ermeni-Azeri ilişkilerinin bütün tarafların çıkarına olacak şekilde düzenlenmesi, Türkiye-Azerbaycan ve Türkiye-Orta Asya cumhuriyetleri ilişkilerine de olumlu katkıda bulunacaktır. Ancak Rusya’nın kendi çıkarları açısından Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne ve güvenliğine zarar verici girişimlerde bulunduğu ve Ermenistan’ın da işgal ettiği topraklardan çıkmak istemediği bugün için yadsınamaz gerçeklerdir. Türkiye’nin bu gerçekler karşısında uzun vadeli ve gerçekçi değerlendirmeler yapması ve politikalar belirlemesi gerekmektedir.

Azerbaycan’dakiler de dahil olmak üzere bölgedeki petrol ve doğalgaz kaynaklarının üretimi ve dünya pazarlarına taşınması, bölge ülkelerinde etki sahibi olunması ve azınlık haklarının sağlanmasıyla birlikte bölge ülkelerinin toprak bütünlüğünün korunması gibi konularda Türkiye ve Rusya arasında temel politik farklılıklarının olduğu açıktır. Rusya, ABD ile onun Avrupalı ve bölgedeki (Türkiye gibi) müttefiklerini Azerbaycan ve Orta Asya devletleri dışında tutarak, bölgede eskisi gibi monopol konumunda olmak amacındadır. Çeşitli yollarla (ki buna Ermeni savaşı, darbe girişimleri dahildir) Azerbaycan’ı köşeye sıkıştırmaya çalışması bu amaç çerçevesinde gerçekleştirdiği eylemlerdendir. Diğer tarafta Batı, Rusya’nın Azerbaycan’ı tek başına kendinin nüfuz alanı haline getirmesini istememektedir.[25] Türkiye açısından Azerbaycan, kendisi ile aynı dini, dili, etnik kökeni paylaştığı bir müttefik olmanın yanında, Kafkaslar’a açılmak için en uygun geçit, birlikte yatırımlar yapabileceği bir ortak, ucuz enerji alabileceği bir kaynak, ürettiği malları satabileceği gelişen bir pazar niteliği taşımaktadır. Türkiye’nin de Rusya’yı Azerbaycan konusunda serbest bırakması ve onun bu ülkeyle ilgili girişimlerine kayıtsız kalması mümkün değildir.

Azerbaycan

Yukarıda anlatılan gerçeklere rağmen, Azerbaycan konusunda Türk dış politikasının devamlılık arz etmediği ve etkinlik, uygulanabilirlik, çeşitli faktörleri göz önünde bulundurması ve gerçekçilik açısından eksiklikleri olduğu da, bir gerçektir. Türkiye, Azerbaycan’ı tanıyan ilk ülke olmakla birlikte, ilişkilerin en taze olduğu dönemde en üst düzey devlet adamının ağzından “onlar Şii, biz Sünniyiz” söylemini dile getirebilmiştir. Bunun yeni oluşan ilişkiler çerçevesinde Azerbaycanlılarda büyük bir hayal kırıklığı yaratması kaçınılmazdı. Takip eden dönemde ise Azerbaycan’ın sahip olduğu yer altı kaynakları, ironik bir şekilde bu mezhep farkını çabucak unutturdu. Bundan böyle Türkiye artık kendini bölge devletleri açısından bir model olarak sunabiliyor, yeni yakalanan heyecanla Azerilerle ikili ilişkilerde önemli gelişmeler yaşanıyordu. Bu yakalanan ivmeye sekte vuran ise Azeri-Ermeni çatışmasının patlak vermesi oldu. Ermenistan Laçin koridorunu açıp Dağlık Karabağ’ı ve bölgeyle kendi ülkesini birbirine bağlayan Karabağ’ın güneyindeki Türk arazisini hemen hemen tamamını işgal ettiğinde, Türkiye’den beklenen, bu gelişmeler karşısında kararlı bir tutum takınarak Azerbaycan’ı düştüğü zor durumdan kurtarmasıydı. Ancak Türkiye, Batılı müttefiklerinin tepkisinden çekinerek bu savaşta Azerilerin beklediği gibi davranmadığı, onlardan yana tavır almadığı, onlara etkili askeri ve siyasi destek vermediği gibi, yine Batılı müttefiklerinin telkiniyle sorunun diplomasi yoluyla halledilmeye çalışılması gerektiğine karar vererek Ermenistan’la dostane ilişkiler kurmak için adım atma yoluna bile gitti.

Azerbaycan açısından bakıldığında, kendi durumunu ve Türkiye de dahil başka devletlerle ilişkilerini yeniden değerlendirmesi bir zorunluluk arz ediyordu. Türkiye gibi yakın bir müttefikin yeterince destek veremediği ve ABD, Fransa gibi ülkelerin de kendi vatandaşı olan Ermeni grupların etkisiyle,[26] Ermenilerin yaptığı etnik temizliğe sessiz kaldığı bir dönemde Azerbaycan’ın kendi ayakları üzerinde durması hayati bir önem taşıyordu. Azerbaycan, bir anlamda Ermenilere ve onların baş destekçisi Ruslara karşı tek başına mücadele vermesi gerektiğini anlamıştı. Türkiye ise kapasitesini fark ederek ve ağabeylikten vazgeçmesi gerektiğini görerek mecburi politika değişikliği ile karşı karşıya gelmiş ve bundan dolayı derin bir hayal kırıklığı içine düşmüştü. Ortaya acı bir politika gerçeği çıkmıştı: Ermeni saldırıları Azerbaycan’a, Abhazya’da çıkan olaylar da Gürcistan’a karşı Baku-Ceyhan’ı desteklemelerinden ötürü caydırma nitelikli olarak gündeme getirilmişlerdi.[27] Dolayısıyla hedef alınan ülkeler, Azerbaycan ve Gürcistan olduğu kadar bölgeden büyük ümitleri olan Türkiye’ydi.

Olaylar çerçevesinde Ermenistan’ın, AKKA Anlaşmasına rağmen Ruslara üs vermesi, bu devletin Azerbaycan’a karşı Rusya’nın desteğini elde etmek istemesinin ötesinde, Azeri doğal gaz ve petrolünün taşınmasında geçiş yolunun tıkanması ve Azeri petrolünün üretim ve taşınmasında Ermenistan ile Rusya’nın etkili konuma getirilmesi amacına yönelikti.[28] Bu çerçevede Dağlık Karabağ işgalinin ardında Rusya’nın olduğunu tahmin etmek pek zor görünmemektedir. Çünkü Karabağ Azerbaycan’ın ortasında yoğun Ermeni nüfusun barış içinde yaşadığı bir bölge iken, Ermenistan’ın Karabağ’a uzanan bir koridor açmasının ve Azerbaycan’ın topraklarını işgal edip, halkından hayatta kalanları da mülteci konuma düşürebilecek cüreti bulabilmesinin başka şekilde açıklanması güçtür. Karabağ’ın Rusya için önemi bölgeden geçirilecek boru hattının petrol nakli için en uygun güzergah olmasından kaynaklanmaktadır. Burasının Ermenistan’ca işgali, başka nedenlerin yanında Baku- Ceyhan’ı engellemek için yapılmış görünmektedir. Rusya, Ermeni kartını kullanarak bir anlamda hem Türkiye’ye hem de Azerbaycan’a göz dağı vermiştir.[29] Gerçekte ise Ermenistan, Rusya’nın desteği olmaksızın ne Türkiye ne de Azerbaycan için tehdit oluşturabilecek güce sahiptir. Ermenistan, kendisini Ruslarla yaptığı işbirliği anlaşması ve verdiği üsler sayesinde korumaktadır. O dönemdeki olaylar, sonuçta Baku-Ceyhan’ı iptal noktasına getirememiş ve olaylardan sonra alternatif güzergahlar düşünülmeye başlanılmış olsa da, Azerbaycan Rusya’nın Ermeni kartını kullanmasından dolayı kendini BDT’ye katılmak zorunda hissetmiştir.[30] Yine de Azerbaycan BDT’ye girse de hem Rusya’ya üs vermeyerek, hem de Hazar’ın kendisine ait kısmından petrol çıkararak karşı koymayı bilmiştir. Azerbaycan kendi petrolünün Novorosissk limanı yoluyla nakledilmesi yolundaki Rus baskılarına da başarıyla direnmiştir.

Rusya’nın Gürcistan’la ilgili girişimlerinin de Azerbaycan’la ilgili olabileceği makul bir olasılık olarak akla gelmektedir. Rusya’nın, Abhazya’daki savaştan yararlanarak, bir oldu bitti ile bölgeye yerleşmesinin, bölgedeki konumunu güçlendirmesinin yanında Azerbaycan’a karşı da daha güçlü olmasını sağlayacağı ve Baku-Ceyhan’ın olası güzergahlarından birisini kontrol altına almasını temin edeceği söylenebilir. Ermenistan yanında, Rusya’nın etkisi atlındaki bir Gürcistan ile çevrilecek olan Azerbaycan’ın Rusya’nın baskılarına karşı koyması olasılığı azalacaktır. Baku-Ceyhan açısından da tek geçiş yolu olarak kalan Gürcistan’ın elverişli durumunun ortadan kalkacağı söylenebilir. Bu bakımdan Türkiye, Azerbaycan kadar Gürcistan’a ve bu devletin toprak bütünlüğünün ve güvenliğinin garanti altına alınmasına büyük önem vermek durumundadır. Gürcistan’da ortaya çıkan karışıklıklar Azerbaycan ve Türkiye’nin çıkarlarını olumsuz yönde etkileyecektir. Bu bağlamda Rusya’nın Gürcistan olaylarındaki etkisinin yakından takip edilmesi gerekmektedir. Rusya’nın, Şevardnadze’ye suikast gibi olaylar vasıtasıyla Gürcistan’da politik bir kaos oluşturarak petrolün Gürcistan’dan akışı yolunu da tıkamak amacında olduğu her zaman göz önünde bulundurulması gereken gerçekler arasında yer almaktadır. Gürcistan yoğun Rus baskısı karşısında topraklarında Rus üslerine izin vermek zorunda kalmıştır, fakat Rusya’ya kolay kolay teslim olacak gözükmemektedir. Gürcü yöneticiler Rusya’nın BDT’yi NATO’ya karşı askeri bir pakta dönüştürmesine karşı çıkmaktadırlar. Türkiye’nin, ortaya çıkabilecek olumsuz gelişmelerle ilgili olarak Batılı devletleri de uyandırarak Gürcistan’a destek vermesi kendi çıkarları açısından büyük önem taşımaktadır.

Rusya’nın Çeçenistan’a yönelik askeri harekatının da büyük oranda Kazak ve Azeri petrolünün kendi toprakları üzerinden geçmesini istemesiyle alakasının olduğu söylenebilir. Çeçenistan’dan geçen petrol boru hattı üzerinde Çeçenlerinin kontrolünün olması Rusya’nın menfaatlerine uymamakta, burada kargaşalıkların olması alternatif güzergah olarak Rusya’nın elini zayıflatmaktadır.[31] Türkiye, Rusya’nın kendi iç sorunu olduğu gerekçesiyle bu konuda herhangi bir eleştiri getirmezken, Rusya’nın Gürcistan’daki olaylara (buradan petrol hattının geçirilmesini engelleme gizli niyetiyle) karışmasıyla Çeçenistan’daki olaylara dışarıdan kimseyi karıştırtmaması arasındaki çarpıcı tezada dikkat çekebilecek konumdadır. Bir başka deyişle Azerbaycan, Gürcistan ve Çeçenistan aynı stratejik satranç oyununun değişik taşları olarak birbiriyle alakalandırılabilecek bölgelerdir ve Türkiye büyük çıkarları olduğu Azerbaycan nedeniyle ve kendi çıkarlarından dolayı bu bölgelerdeki gelişmelerle de ilgilenmek durumundadır.

Azerbaycan konusuna dönülecek olursa, Türkiye ve Batının Azerbaycan’la ilgili girişimleri her zaman Rusya’nın tepkisini çekmiş, bundan sonra da çekecektir.

Eylül 1994 tarihinde ABD’li petrol şirketlerinin başını çektiği Baku Petrol Konsorsiyumu ilan edildiğinde, Rus Dışişleri Bakanı Kozirev vakit geçirmeden Moskova’nın bu anlaşmayı tanımadığını ilan etmiştir. Petrol anlaşmalarının ardından Azerbaycan’ı saran terör eylemleri ve darbe girişimleri, tüm dünyaya, bu anlaşmanın uygulanmaması için Rusya’nın elinden geleni ardına koymayacağını gösteriyordu. Türkiye, bu dönemde de Azerbaycan’la ilgili olarak karmaşık, anlaşılması zor politikalar izlemiştir. Bir taraftan Türkiye, Azerbaycan’a bu sorunlu döneminde Rusya’ya karşı yeterli destek sağlamıyor, diğer taraftan da Türkiye’nin, Aliyev’i devirerek yerine geçmek isteyen Cevadov’u, Ankara’dan idare edebileceği düşüncesi ile yanına aldığı yönünde söylentiler ortaya çıkıyordu.[32]

Aliyev’i devirme teşebbüslerinin başarısızlıkla sona ermesinden sonra ise Türkiye’nin Azerbaycan’a yönelik çok daha dengeli ve mesafeli politikalar izlediği görülmektedir. Usta bir politikacı olan Aliyev, BDT’ye girme gibi manevralarla Rus tehdidini uzakta tutmayı başarmış, askeri üs isteklerini ve Azerbaycan’da uluslararası güç yerleştirilmesi taleplerini geri çevirerek Rusya’dan bağımsız hareket edebildiğini de göstermiş, içeride istikrarı sağlayarak iktidarını pekiştirmiş ve ABD gibi Batılı devletleri de devreye sokarak güçleri birbirine karşı kullanma metoduyla Azerbaycan’ın uluslararası alanda etkinliğini artırmıştır. Türkiye’ye güvence vererek ülkesini BDT üyesi yapan Aliyev, Rus isteklerine karşı en dirençli olan liderdir. BDT üyesi ülkeler istemedikleri halde Rusya’nın kendilerine empoze ettiği kararları alırlarken Azerbaycan karşı çıkabilmektedir.[33] Aliyev, ona yönelik olarak tertiplenen darbenin ardından Türkiye’ye teessüflerini bildirmiş, Cevadov’un ortadan kaldırılmasının ardından da Türkiye’nin Azerbaycan petrol konsorsiyumu içindeki payını yükseltmiştir. Türkiye’ye karşı olduğu gibi İran’a karşı da denge politikası yürüten Baku yönetimi konsorsiyumdan İran’a %5 pay vermek istese de Amerika karşı çıkmıştır.

Böyle bir Azerbaycan Türkiye’nin çıkarlarına da uygun düşmektedir. Aliyev’in Baku-Ceyhan’a açıktan destek vermesi ve Rusya’ya bağımlı olmayı kesinlikle istememesi Türkiye açısından memnuniyet uyandırmaktadır. Bu yüzden Türkiye’nin böyle bir yönetimle bağımsız iki devlet arasındaki ilişkilere uygun düşecek ilişkiler kurması ve onu uluslararası meselelerde desteklemesi normal bir gelişme olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda 29 Ekim 1998’de Azerbaycan, Gürcistan, Kazakistan, Türkmenistan dışişleri bakanlarının İstanbul’da toplanarak Türkiye’yle birlikte Baku- Ceyhan’ın en kısa, ekonomik ve güvenli güzergah olduğunu ilan eden bir deklarasyon yayınlamaları büyük önem taşımaktadır. Deklarasyona ABD Enerji Bakanı Bill Richardson’ın imza atması ise bu önemi bir kat daha artırıcı niteliktedir. Toplantı hakkında Financial Times’ta yayınlanan bir yorumda toplantının arkasında bölgede Rusya’nın etkinliğinin azalmasını isteyen ABD olduğu yazılmıştır.[34]

Orta Asya Cumhuriyetleri

Yukarıda değinilen 29 Ekim 1998 tarihli Deklarasyon, bölge devletlerinin Hazar ve Orta Asya petrolünün Batıya “Doğu-Batı koridoru” yoluyla taşınacağını bütün dünyaya ilan etmeleri açısından önemli bir gelişme olarak görünmektedir. Bu deklarasyondan çıkan sonuç, Türkmenistan ile Kazakistan’ın da Rusya’dan geçmeyen boru hatlarının inşa edilmesine büyük önem atfettikleridir. Bu temel gerçek çerçevesinde bölge ülkelerinin hangi boru hatlarına sıcak baktıkları Türkiye açısından önem taşıyan bir konudur. Türkiye’nin en başta güvenebileceği husus, bu devletlerin Rusya’ya bağımlı kalmak istememeleridir. Buradan hareketle Türkiye’nin bu devletlerin hoşuna gidebilecek alternatifler önermesi bu devletler nezdindeki ağırlığını artıracaktır. Türkiye’nin gelişmeler karşısında pasif kalması ise bölge devletlerini, Rusya merkezli de olsa başka çözüm önerilerine itebilecektir. Rusya dışındaki boru hattı güzergahları olarak iki temel hattan bahsedilmektedir. Bunlar İran-Kafkasya-Basra Körfezi hattı ile Kafkasya-Türkiye-Akdeniz hattıdır. Amerika birinci seçeneğe İran faktörü nedeniyle sıcak bakmasa da Türkmenistan gibi devletler İran’ın cazip teklifleri karşısında zaman zaman rotayı İran tarafına çevirebilmektedir.[35] Rusya’nın Azerbaycan ve Gürcistan üzerinden petrol ve doğal gaz taşınmasının gerçekleşmemesi için Kafkaslar’da istikrarsızlıklar ve savaşlar çıkarttığı düşünülürse, Rusya yerine geriye tek alternatif olarak İran kalır görünmektedir ki, hem Türkiye’nin hem de ABD’nin bu konuda önemli çekinceleri bulunmaktadır. Kısaca belirtmek gerekirse, Orta Asya cumhuriyetleri tek Rusya’ya bağımlı kalmak istemeseler de Türkiye’nin aktif ve etkili olamaması durumunda Türkiye’nin hoşuna gitmeyecek seçenekleri kabul edebileceklerdir. Bu bakımdan Türkiye’nin bu devletlerle dostane ilişkiler sürdürmesi, onların talep ve ihtiyaçlarına kulak vererek onlara değer verdiğini göstermesi ve bu devletlerle özellikle ekonomik çıkar temeline dayalı ilişkilerini derinleştirmesi büyük önem taşımaktadır.

Kazakistan, doğal kaynaklar, özellikle de petrol açısından çok zengin olan bir bölge ülkesidir. Kazakistan, petrol rezervinin büyüklüğü ile tüm dünyanın ilgi odağı olmuştur. Rusya ve ABD, Kazak petrollerinin en büyük iki yatırımcısı konumundadırlar. Kazakistan’dan çıkarılan petrolün kendi topraklarından geçmesini isteyen Rusya, bu yolla hem gelir elde etmeyi hem de Kazakistan’ın kendisine daha da bağımlı hale gelmesini amaçlamaktadır.[36] ABD’nin Kazakistan’daki büyük yatırımlarının hedefleri arasında ise bölgenin yeniden tamamen Rus hakimiyeti altına girmesinin önüne geçmek, bölgedeki nükleer silahları kontrol edebilmek, Orta Doğu petrollerinin yerini doldurabilecek yeni bölgelere açılmak ve bölgede faaliyet gösterecek ABD şirketlerine uygun iş ortamı hazırlamak bulunmaktadır.[37] Diğer taraftan Amerikalılar Tengiz bölgesindeki zengin petrol yataklarının işletilmesi ve üretilen petrolün dünya pazarlarına ulaştırılması hususunda Rusya’nın iyi niyetini kazanmak durumundadırlar. Rusya’yı karşılarına alarak bu bölgede faaliyet göstermeleri şu an için mümkün görünmemektedir. Bu husus, ABD’nin bölgede Rusya’yı gücendirmeyecek politika takip etmesinde etkili olmaktadır. Bu da Rusya’ya bağımlılıktan kurtulmak isteyen bölge devletleri ile ABD’nin kendi yerine Rusya’yı tercih etmesinden korkan Türkiye açısından olumsuz bir durum oluşturmaktadır. Bu yüzden Baku-Ceyhan’ın bir önce devreye sokulup Kazak petrolleri için de bir çıkış yolu vazifesi görmesi Türkiye’nin çıkarlarına olacak önemli bir husustur.

Kazakistan, Rusya ile çok uzun ortak sınırlara sahip olması ve kendi sınırları içinde çok sayıda Rus’un yaşıyor olması yüzünden Rusya’dan en fazla korkan, buna karşın Rusya ile en fazla birlikte hareket etmek zorunda kalan devlettir. Zamanında Orta Asya Cumhuriyetleri içinde Rusya’nın en fazla asimile edip, kontrolünde tuttuğu devletti. Rusya’dan sonra en çok Rus nüfusun yaşadığı ülke olan Kazakistan Cumhuriyeti’nde Ruslar köşe başlarını tutmuş durumdadırlar. Devlet başkan yardımcısı gibi yüksek mevkilerde bile Rusları görmek mümkündür. Zamanında Kazakistan’ın nükleer bir devlet olması ve toprağı üzerinde çok sayıda nükleer tesis ve silah bulunması bu devlete önem kazandıran diğer bir husustur.[38]

Soğuk Savaş sonrasında ABD ile Rusya Kazakistan’a nükleer silahlar konusunda kendi taleplerini kabul ettirebilmek için bu devletin peşinden çok koşturmuşlardır. Kazak yöneticilerinin o dönemdeki ayak diretmelerinden bağımsızlığa ne kadar önem verdikleri ortaya çıkmaktadır. Bunun farkında olan Rusya, Kazakistan’a yönelik olarak zaman zaman baskı taktiklerine başvurabilmektedir. Kazakistan topraklarının bir kısmını elinde tuttuğu halde bununla yetinmeyerek Kazakistan’ın kuzey eyaletlerine de açıkça göz koyması Rusya’nın bu taktiklerinden sadece bir tanesidir. Rusya, bu konudaki niyetini ülkede yaşayan Rus nüfusu kuzeyde toplayarak yapacağı halk oylaması ile gerçekleştirmek istese de Kazakistan bu üstü örtülü girişime, başkentini kuzeye taşıyarak cevap vermiştir. Böylece Kazakistan bu olayda da bağımsızlığına düşkünlüğünü ortaya koymuştur. Türkiye’nin bu süreçte Kazakistan’a destek vermesi, Rusya’nın bölgedeki gücünü dengeleme konusunda ne gibi yollara başvurabileceği konusunda olumlu bir örnek oluşturmuştur.[39] Bunun dışında Kazakistan’ın da Azerbaycan gibi gerçek bağımsızlığına kavuşması konusunda kesintisiz, güvenilir petrol ihraç yollarına ihtiyaç duyması ve bu hususta da Baku-Ceyhan’ın önemli bir çıkış yolu oluşturması Türkiye ile bu iki ülkeyi doğal müttefik haline getirebilecek bir husustur.[40] Ancak Türkiye’nin Kazak petrolü konusunda pek aktif görünmemesi, örneğin Kazakistan’dan Türkiye’ye doğrudan ulaşacak bir boru hattı projesinin bulunmaması, Türkiye’nin Kazakistan’ın başka kapılara başvurmasını önleyememesine neden olabilecektir. Kazakistan’ın, Rusya faktörünü hep göz önünde bulundurmakla birlikte petrolünü birden fazla boru hattı ile dağıtmayı ve böylece Rusya’ya olan bağımlılığını azaltmayı planlaması Türkiye için bir çıkış noktası olabilir.[41] Fakat Türkiye’nin bu bağlamda çıkarlarını koruyabilmesi için daha çok şey yapması gerekmektedir.

Türkmenistan için de en büyük engel olarak ortaya çıkan ülke Rusya’dır. Ruslar bu ülkede de kilit noktadadırlar. Ayrıca kilometre kareye düşen insan sayısının çok düşük olması savunma konusunda Türkmenistan’ı Ruslarla işbirliğine zorlamış olup, zamanında Türkmen ordusu bu iki devletin ortak komutası altına bile konmuştur.[42] Diğer taraftan Türkmenistan totaliter ağırlıklı iç yapısıyla dışarıya karşı kendini kapatan, Orta Asya devletleri arasında ortaya çıkan oluşumlardan uzak duran, zaman zaman Rusya’ya da karşı koyabilen bir devlet görünümü de vermektedir. Serbest ve kaygısız hareket etme konusunda Türkmenistan’ın en büyük dayanağının, bölgede Rusya’dakilerden sonra ikinci gelen zengin doğal kaynakları olduğu söylenebilir. Türkmenistan cumhurbaşkanı, nasıl olsa Batı’nın gelerek bu kaynakları işletmek isteyeceğine güvenir görünmektedir. Ancak ilk planda Türkmenistan’ın karşılaştığı problem, doğal gaz naklettiği boru hatlarının tamamının Rusya topraklarından geçmesidir. Yani Türkmen gazı, Rusya’dan geçerek, Rusya’nın yeniden fiyatlandırmasının ardından Türkiye gibi ülkelere satılmaktadır. Türkmenbaşı, Rusların baskılarına karşı direnmeye çalışsa da, bu konuda Rusya’ya rağmen bir politika izlemesi oldukça güç görünmektedir. Türkmen gazının ABD’nin istememesine rağmen İran üzerinden Türkiye’ye taşınması 1990’dan beri anlaşmalara konu edilmiş olsa da, henüz Türkmenler gazlarını doğrudan Türkiye’ye satamamaktadırlar.[43] Bu durum yalnızca Türkmenistan’ı değil, Türkiye’yi de Rusya’ya karşı doğal gaz açısından bağımlı kılmakta, ayrıca çok daha ucuza edinebileceği Türkmen doğal gazı yerine Rusya’ya yüksek fiyatlar ödemektedir.

Türkmenbaşı, doğal gazın problemsiz bir şekilde Batı pazarlarına ulaşabilmesi için Rusya, İran, Türkiye ve ABD ile ilişkilerini yürütürken bir denge politikası yürüterek hiçbirinin tepkisini çekmek istememektedir. İran, Türkmen doğal gazının naklinde en uygun yol olsa da, ABD ile ilişkilerini bozmadan bunu gerçekleştirmeye çalışmakta, Rusya’yı ise orada mevcut boru hattını kullanmaya devam ederek gücendirmemektedir.[44] Birden fazla satıcının yer alarak rekabetin oluştuğu ve fiyatların düştüğü bir doğal faz pazarının oluşabilmesi, Rusya dışındaki doğal gaz zengini ülkelerden de gaz alınmasına ve doğal gaz taşıyan nakil boruların Rusya dışındaki bölgelerden de geçmesine bağlıdır. Bu konuda da Türkiye’nin bölge devletleriyle işbirliği gerçekleştirerek yapabileceği çok şey vardır. Diğer taraftan Türkmenistan’ın Hazar konusundaki tezi (Rusya ve İran arasında 1921 ve 1940’ta yapılmış bulunan anlaşmaların geçerli kalmasının en uygun yol olduğu), Azerbaycan’la problemlere neden olabilmektedir.[45] Hazar’ın statüsü ve oradaki enerji kaynaklarının nakli, sadece Azerbaycan ve Rusya arasında değil, diğer Orta Asya cumhuriyetleri arasında da ihtilaflı bir meseledir. Bu konuda Azerbaycan-Türkmenistan ve Kazakistan rekabet yapmakta ve farklı siyaset izlemektedirler. Bu konuda da Türkiye’nin arabulucu olarak kendisiyle ortak hareket edebilecek devletleri birbirleriyle uzlaştırması, hem bölgedeki etkinliğini artıracak, hem de kendi çıkarlarına hizmet edecektir.

Orta Asya Cumhuriyetleri, Çarlık ve Sovyet dönemlerinden kalma birçok problemle boğuşmaktadırlar. Rusya’ya bağımlılığın ötesinde kendi iç yapılarındaki tarihsel kökenlere dayanan siyasal, ekonomik, kültürel ve askeri nitelikli birçok problem kısa sürede halledilebilecek cinsten değildir. Kendi siyasi rejimlerinin tam olarak ne olacağını belirleyip yerleştirmeleri, ulusal kimliklerinin ne olacağına karar vermeleri, kısaca bütün halkı ve grupları içine alan meşru bir yönetim oluşturmaları bile başlı başına problem oluşturmaktadır. Her devletin kendine özgü problemleri ve kendine özgü bakış açıları olduğu gibi zaman zaman kendi aralarında da anlaşmazlıklar ve çatışmalar yaşayabilmektedirler. Diğer taraftan Rus ve Sovyet dönemlerinde devletler arasındaki sınırların etnik gerçeklikleri yansıtacak şekilde çizilmemiş olmasının bugüne yansımaları bulunmaktadır. Devletler arası sınır ihtilaflarının ötesinde azınlıklar konusu her devlet açısından problem oluşturmakta ve zaman zaman etnik ihtilaf ya da çatışmalar yaşanabilmektedir. Örneğin, 1990’da Oş’taki Kırgız-Özbek çatışmaları Kızılordu yardıma geldikten sonra durdurulabilmiştir. Diğer taraftan Türk Cumhuriyetleri Rusya’ya ekonomik bağımlılıktan kurtulma gibi ortak sorunlarla da karşı karşıya bulunmaktadırlar. Ortak sorunların varlığı ortak çözümler aranmasını gündeme getirmekte ve bu çerçevede işbirliği yapma ve birlik oluşturma önerileri ortaya çıkabilmektedir. Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’ın Orta Asya ekonomik birliğini oluşturmak için Ebedi Dostluk anlaşmasını imzalamaları[46] ve Çin ve Rusya ile Kazak-Kırgız ve Taciklerin “Ortak Sınır İçin Güvenlik Anlaşması’nı imzalamaları bu konuda örnek olarak verilebilir.

Türkiye’nin Orta Asya Cumhuriyetlerinin iç problemleriyle ilgili olarak bir model oluşturma iddiasında bulunması ya da ağabeylik yapması pek hoş görünmeyebilir. Nitekim geçmişte bu konuda problemler yaşanmıştır. Ancak Türkiye kaynaklı özellikle kültürel ve eğitim alanındaki girişimler, hem Türkiye’yle bu ülkeler arasındaki ilişkilerin gelişmesine yardım edebilecek, hem de bu ülkelerde sosyal ve kültürel yapının oturmasında ve bu alanlarda geniş kapsamlı bir birlik gerçekleştirilmesinde yardım edebilecektir. Türkiye’nin bu ülkelerle ekonomik ilişkilerini geliştirmesi, ticaretini artırması ve buralarda yatırımlarda bulunması ise bu devletlerin kendi ayakları üzerinde durmasına yardım edecektir. Bölgesel işbirliği konularında ise Türkiye’nin kendisiyle ilgili olanlarda aktif rol oynaması bölgesel dayanışmayı kuvvetlendirecek, bu da Türkiye’nin çıkarlarına hizmet edecektir. Bu bağlamda Türkiye’nin başlangıçta çok önem verdiği Türk devletleri arasında zirve toplantıları yapılmasına son zamanlarda ilgisini kaybetmesi belki Batı Avrupa’yla ve ABD’yle fazlaca meşgul olmasının bir sonucu olabilir, fakat Türkiye’yi önemli bir dış politika aracından mahrum bıraktığı açıktır. Türkiye’nin bölge devletlerinin NATO çerçevesindeki “Barış için Ortaklık” projesiyle bağlantı kurmasına ön ayak olması ise bölge devletlerinin göz önünde önemini artırmakta ve bölge güvenliğine hizmet etmektedir.[47]

İran ve izlediği siyaset de Orta Asya konusunda Türk dış politikasının oluşturulmasında etkili olan önemli bir faktördür. İran, Hazar’ın statüsü konusunda Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan’a karşı Rusya ile stratejik bir işbirliği içinde bulunmaktadır. İran da Rusya gibi Hazar’a göl statüsünü verilmesini, kıyıdaş ülkelere 12 millik karasuyu hakkının tanınmasını, gölün geri kalan kısmının ise ortak kullanım alanı olmasını istemektedir. Rusya ile İran’ın birlikte hareket etmelerinin sebebi, Kafkaslar ve Orta Asya petrol ve doğal gaz kaynakları üzerinde Batı kontrolünü arzulamamalarıdır. Bir başka deyişle bu iki ülkeyi bir araya getiren temel etken, Orta Asya cumhuriyetlerinde kurulan enerji işletmelerinde ABD’nin tavrıyla genelde İran’a hiç pay verilmemesi, Rusya’nın da çok az bir payla yetinmek zorunda bırakılmasıdır. ABD böylece hegemonik gücü elden bırakmamak niyetinde olan Rusya’yı petrol anlaşmalarının dışında tutmaya çalışmakta, en akılcı yol olsa da İran’dan geçecek boru hatlarını bölge devletlerine yaptığı baskılarla önlemeye çalışmaktadır. Pastadan almaları gereken payın daha büyük olduğuna inanan İran ve Rusya ise Batılı aktörlere karşı hoşnutsuz olup, onlara karşı ittifak halinde hareket etmektedirler.[48]

Rusya ile İran’ı bir araya getiren diğer bir konu ise Azerbaycan ve Türkiye’ye karşı takındıkları tavırdır. İki ülke açısından da Türkiye ile Azerbaycan, bazı problemler yaşadıkları ve değişik alanlarda rekabet halinde oldukları ülkeler konumundadır. Türkiye ile Azerbaycan’ın birlikte hareket etmeleri de iki ülkeyi değişik açılardan endişelendirmektedir. İran açısından önemli bir huzursuzluk sebebi, kendi topraklarında yaşayan ve nüfusun %30’unu oluşturan Azeri halktan Azerbaycan’a katılma şeklindeki bir talebin gelme olasılığıdır. Bu yüzden İran, kendisi gibi İslam’ın Şia koluna mensup Azerbaycan’daki Müslüman halka karşı, onların topraklarını işgal eden Ermenistan’a ekonomik yardımlar dışında siyasi ve askeri destek verebilmiştir. Bunda kendi vatandaşı Azerilerden gelebilecek ayrılıkçı taleplerden korkmasının yanında, Azerbaycan’ın büyük bir güç olarak karşısına çıkmasını istememesi ve Batının Azerbaycan yolu ile bölgede etkinliğini artırmasının önüne geçme niyeti taşıması da etkili olmuştur.[49] Burada dikkat edilmesi gereken bir husus, Rus-İran birlikteliğinin kimi zaman şartların zorladığı paradoksal bir birliktelik olduğudur. Tıpkı devrim ihracı niyetinden kuşkulanılan İran’ın dindaşı Azerbaycan’ı işgale uğrarken, işgal ve kıyımı gerçekleştiren Ermenistan’a destek sağlaması gibi, bölgede yaptığı insan hakları ihlallerini, İslami fundamentalizmle mücadele adına Batı’ya karşı haklı çıkarma gayreti içinde olan Rusya’nın İran’la kol kola girmesi bir paradoks oluşturmaktadır.

Türkiye’nin İran’dan çekindiği temel hususlar, Azerbaycan açısından tehlike oluşturması ve kendi rejimi için tehdit oluşturup içerideki bazı grupları desteklemesinin yanında Kafkasya ve Orta Asya bölgesinde kendi rejimini yerleştirmek için gayret göstermesi olasılığıdır. İki devlet arasında bölge petrolünün üretilmesi ve taşınması arasında yaşanan rekabet ise her devlet arasında görülebilecek meşru rekabet cinsindendir. ABD’nin tecridi ile karşı karşıya olan İran’ın, kuşkulanılanın aksine bölgede İslami köktendincilik akımlarının gelişmesi açısından etkili olması zor görünmektedir. İran’ın devrimin ilk yıllarında taşıdığı heyecanı yitirerek normalleşmesinin yanında, Tacikistan dışında bölgedeki Müslüman nüfusun Fars değil, Türk etnik kökenli olması bu konuda büyük öneme sahiptir. Tacikistan’la aynı dili konuşsa da İran’ın Şii, Taciklerin Sünni olması, İran’ın etkisini orada da azaltan bir faktördür. Bölgede İran dışında halkı Şii olan tek devlet Azerbaycan’dır; İran’ın içinde barındırdığı etnik Azeri nüfus yüzünden bu ülkeye devrim ihracına çalışması ise mümkün gözükmemektedir. Bunun dışında uzun süren Komünist yönetim sırasında dini duyguları oldukça zayıflamış olan bölge halkının İran tarzına sıcak bakmaları da beklenemez. Bölgedeki devletler yönlerini Batıya çevirmiş durumda olduklarından İran’ın onlar için bir cazibe merkezi olması mümkün değildir.[50]

İran’ın bölge devletleri açısından önemi pratik nedenlerden kaynaklanmaktadır. İran’ın toprakları, Orta Asya Cumhuriyetlerinin Rusya etkisinden sıyrılabilmeleri için petrol ve doğal gaz boru hatlarının geçebileceği uygun bir güzergah oluşturmaktadır. Kara devleti niteliğinde olan bu devletlerin açık denizlere ve Batı’ya açılması için takip edilebilecek en kısa yol İran üzerinden geçer görünmektedir. İran seçeneği büyük ölçüde ABD’nin muhalefeti yüzünden şu an için devre dışı görünmektedir. Ancak İran’ın petrol konusunda taşıdığı stratejik önem ve Rusya’yla stratejik nitelikli ilişkileri yüzünden sürekli bazda devre dışı tutulması mümkün değildir. Öyle ki, Amerikan şirketleri bile İran’ın normalleşerek yatırım yapılabilecek bir devlet haline gelmesini dört gözle beklemektedirler. İran, Türkiye açısından petrolün taşınması alanında bir rakip olarak görülmektedir. Rejimi ve Rusya’yla yakın ilişkileri yüzünden de Türkiye’yi kaygılandırmaktadır. Ancak Türkiye’nin komşusu İran’ı bir kenara atması ve bu devletle sürekli düşmanlık ilişkisi içinde bulunması pek mantıklı bir yol olarak görünmemektedir. Türkiye’nin doğal gaz alımı gibi bazı konularda İran’la işbirliği yapması ve Batı’nın ileride İran’la ilişkilerini düzeltebileceğini hesaba katması önem taşımaktadır. İran, ABD’nin politikaları ve Hazar’daki çıkarları için Rusya ile aynı safta yer alsa da Kazak petrolü ve Türkmen doğal gazının Türkiye ve Batı’ya naklini arzulamakta ve bu yönde gayret göstermektedir.

İran’la ilk önemli diplomatik ilişkilerini, 1991 Kasımı’nda İran Dışişleri Bakanı Velayeti’nin beş cumhuriyeti ziyareti ile başlatan Orta Asya Cumhuriyetlerinin bu ülke ile sıkı fıkı olmalarını Türkiye de ABD de pek hoş karşılamamıştır. İran, daha çok Fars kökenli halkın çoğunlukta olduğu ve Özbek azınlığın etkisinin azaltılmak istendiği Tacikistan ile İran toprağını önemli bir boru hattı güzergahı olarak gören Türkmenistan’da kendisine yönelik olumlu bir hava bulmuştur. Ancak İran’ın bölgede güçlenen imajı, daha sonra Tacikistan’daki iç savaşta yer alması ve Azeri Ermeni Savaşında Azeri karşıtı tutum takınması yüzünden zedelenmiştir. Yine de İran’ın örneğin Türkmenistan’la kurduğu stratejik ticari bağlar önem taşımaktadır. Ayrıca İran bölgede daha etkin bir konuma gelebilmek için ECO dışındaki diğer bölgesel kuruluşların oluşturulmasında da başı çekmektedir. 1992’de İran, Tacikistan ve Afgan mücahidin örgütünü de yanına alarak Fars Dilleri Birliğini kurmuştur; ayrıca sponsorluğunu yaptığı “Hazar Denizi Örgütü” ile Rusya, Türkmenistan, Azerbaycan ve Kazakistan’la da bir araya gelme yolunu aramaktadır.[51]

İran, Rusya’nın, Türkiye ve Batı’nın Türk cumhuriyetlerinde oluşturabileceği güçlü Türk etkisini kırabilmek için desteğine ihtiyaç duyduğu ülke olması açısından da önemlidir. Her ne kadar ABD ve Batı İran’ın silahlanmasına karşı çıksa da Rusya İran’a hem karlı bir pazar olduğu hem de bölgedeki Türk etkisini azaltabilecek bir ülke olduğu için büyük hacimli silah satışı yapmıştır.[52] İran, Hazar konusunda Rus tezine arka çıkarak da en büyük bölgesel güç olan Rusya’nın desteğini elde etmekte ve Baku-Ceyhan’a alternatif oluşturmaktadır. İran, hem yer altı zenginlikleri hem jeostratejik önemi hem de ülke nüfusunun iyi bir Pazar niteliği taşıması sebebiyle Avrupa ülkeleri için de cazip nitelikler taşımakta ve Batılı şirketlerin ilgisini çekmektedir. Avrupalı devletler ile Batılı şirketler, İran’a yönelik aşırı sert tavrını değiştirmesi için ABD yönetimine baskı bile yapmaktadırlar. Özellikle Amerikan şirketleri Rus ve Avrupalı şirketlerin ambargoyu delmesine karşın, kendilerinin ambargoya uymaktan dolayı zarara uğradığından yakınmaktadırlar. İran’a bu denli karşı olan ABD, tüm kurumları ve petrol şirketleri ile SSCB sonrasında bölgeye ilk gelen devletlerden biri olmuştur. Çıkarları gerektirdiği an İran’la yakınlaşabilecektir, İran’dan da bu yönde sinyaller alınmaktadır. Bütün bu gerçeklerin ve ihtimallerin göz önünde bulundurulması, Türkiye’nin sağlıklı politika oluşturması açısından önem taşımaktadır.[53]

ECO

ABD ve AB’nin korumacı politikalarını artırarak Türk ve İran ihraç mallarına kota koymaları, Türkiye, İran ve Pakistan’ı bölgesel ticaret ve iletişimi güçlendirilmek için ECO’yu (Ekonomik İşbirliği Örgütü) kurmaya sevk etmiştir. Türkiye ve İran için bölgedeki Türk cumhuriyetleri cazip pazarlar olsa da, bu ülkeler önceleri hem Müslümanların oluşturduğu bir blokta yer alarak Rusya’yı kızdırmak istemedikleri hem de ECO’nun niyetinden tam emin olmadıkları için tereddütlü davranmışlardır. İlk önce 1992’de Tahran’da yapılan ECO zirvesine gözlemci statüsünde katılan Orta Asya Cumhuriyetleri, kısa sürede ECO’ya ısınmışlar; önce Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, ardından da Tacikistan ve Kırgızistan örgüte üye olmuşlardır.[54] Bu Cumhuriyetlerin üyeliğinin ardında İran, Türkiye ve Pakistan’ın bölgede ortaya çıkan talepleri karşılama gücünde olduğunu düşünmüş olmaları yatmaktadır. Zira bu ülkeler Batı ve Japonya’dan beklediklerini bulamamışlar ve özellikle ulaşım ve iletişim yatırımlarını ECO’nun gerçekleştirebilecek konumda olduğu kararına varmışlardı. Pakistan’ın Quetta kentinde düzenlenen ECO Dışişleri Bakanları Toplantısında Orta Asyalı ülkeler, bölgenin ekonomik entegrasyonu ve kalkınması ile tüm bölgeyi ağ gibi saracak kara, deniz ve hava yolları hattı kurulması konusunda hazırlanan eylem planına imza koymuşlardır.[55] ECO’nun kurucu üyeleri, denize kıyılara sahip olduğundan, kara ülkesi konumunda olan ve Rusya’ya bağımlı bulunan Orta Asya Cumhuriyetleri ve Azerbaycan’a cazip gelmişlerdir. Ancak ECO’nun faaliyetlerini geliştirebilmesinin önünde çok ciddi engeller vardır. Zira ECO’nun planlanan yatırımları yapabilmesi Batının sağlayacağı fonlara bağlıdır. Batı, bu fonları uygun şekilde kullanılmayacağı bahanesi ile sağlamazsa ECO’nun durumu güçleşecektir. Bölgede ECO yolu ile güçlü bir İslami bloğun doğması ne ABD ve Avrupa’nın ne de Rusya’nın işine gelmektedir. Bölge ülkeleri kendi öz kaynakları ile bu işleri gerçekleştirmek zorundadırlar.[56]

ECO’nun amaçlarının gerçekleşmesi önündeki diğer büyük engel ise İran ve Türkiye arasında yaşanan rekabet ve gerginliktir. İran coğrafi avantajları sebebiyle ECO içinde en etkin üyedir.[57] Devrimden bu yana İran’a hep temkinli yaklaşmış olan Türkiye, sık sık İran’ı devrim ihracı ve Türkiye’deki ayrılıkçı akımlara destek olmakla suçlamıştır. Bunun yanı sıra İran’ın Orta Asya ile ilgili her türlü girişimini Türkiye’nin ABD etkisi ile akamete uğratma çabası Türkiye-İran rekabetini kızıştıran en etkin faktör olmuştur. ECO için Türkiye ve İran’ın düşündükleri çok farklıdır. Türkiye, ECO’nun üyeleri arasında iktisadi ve ticari ilişkilerin geliştirilmesini hedeflerken, İran organizasyonun kültürel faaliyetler ve üye ülkelerin güvenliği konusunda da etkin olmasını istemektedir. Bu da diğer olumsuz faktörlere ek olarak ECO’nun daha iyi işleyebilecekken, ticari bir forum niteliği taşımaktan öteye gidememesine neden olmaktadır.[58] Kısaca ECO Türkiye’nin Orta Asya Cumhuriyetleri ile bir araya geldiği, büyük fırsatlar sunan bir teşkilat olsa da Türk-İran gerginliği yüzünden yaşanan tatsızlıklar bu örgütü zayıflatmaktadır.[59] ABD baskısı, Türkiye’nin enerji kaynakları naklinde İran güzergahını yok saymasına neden olsa da, Türkiye’nin İran’dan enerji almasını bütünüyle engelleyememiştir.[60] Türk-İran rekabetinin durumuna bağlı olarak İran’dan geçecek petrol ve doğal gaz boru hatları projesi zaman zaman durdurulmuştur.[61] Sonuç olarak ECO’nun bazı problemleri olsa da Türkiye açısından bölgesel bir politika aracı olabilecek niteliktedir. Bölge devletlerine bu örgütle yaklaşmak, onları çok daha az rahatsız edecek ve çok daha ileri düzeyde işbirliğini beraberinde getirebilecektir.

ABD

ABD, 1992-1996 döneminde Amerika’daki Rus lobisinin de güçlü etkisi ile “Russia First” (önce Rusya) adıyla adlandırılan bir politika takip etmiştir. ABD bu dönemde neredeyse Rusya’nın eski SSCB topraklarında Sovyet tarzı bir yönetim kurma faaliyetlerinden rahatsız olmamış ve Rusya’nın Orta Asya bölgesinde sahip olmak istediği ayrıcalıkları kolayca elde etmesinde kendisine destek olmuştur. Rusya’nın desteklenmesinde, onun İslami fundamentalizmle mücadele ettiği, yaşayacağı büyük krizin global hayatta olumsuz etki ortaya çıkaracağı ve bölgedeki istikrarı bozabileceği düşüncesi etkili olmuştur. Bu dönemde Batı’nın desteğini arkasında bulamayan Orta Asya devletlerinin Rusya’ya karşı direnci kırılmış ve bu durumun farkına varılıp da politika değişikliğine gidilmesi 1997 yılını bulmuştur. Önceki dönemde Rusya’ya Amerikan desteği verilmesine taraftar olanlar, bu destekle Rusya’nın Batı ile daha kolay entegre olacağını ve ekonomik açıdan toparlanacağını düşünmüşler ve Rusya’nın eski Sovyet Cumhuriyetleri üzerinde güvenlik çıkarları olduğunu, güvenliğini sağlamak için bölgeye asker gönderebileceğini ve bunun onun en doğal hakkı olduğunu savunmuşlardır.[62] Fakat verilen bu desteğin bölgedeki Batı çıkarlarının aleyhine gelişmesi, giderek Rusya’nın enerji kaynakları üzerindeki hakimiyetinin istenmedik derecede artması, bölge barışına tehdit olduğunun düşünülmesi ve ayrıca Rusya’nın BDT’yi NATO karşıtı bir ittifak haline dönüştürmeye gayret etmesi bu politikanın 1997 sonrasında değişmesinde etkili olmuştur. Bunda ABD’nin, varlığı devam eden ama fazla güçlü olmadığı için kontrol edilebilen bir Rusya’yı tercih etmesi de rol oynamıştır.

Rusya’nın enerji naklinde kendi topraklarının alternatifsiz olduğu şeklindeki görüşüne karşılık ABD ilgili tarafların pastadan eşit ve adil pay almaları fikrindedir. ABD, Türkiye’yi bölge için bir model olarak öne sürerken, bölge devletlerinin demokratik, laik, serbest ticareti benimsemiş ve Batı yanlısı olmaları hedefini taşımaktadır. Fundamentalizm dışında bölgedeki bazı ülkelerin nükleer silahlara sahip olması ve aşırı derecede silahlanması ABD için diğer bir endişe kaynağıdır. ABD bölgede barış içinde ve insan haklarına saygılı devletler istediğini söylemektedir. Bununla birlikte izlediği temkinli politika sonucu ne bölgedeki anti-demokratik uygulamalara ne de köktendinciliği önlemek amacıyla yapılan insan hakları ihlallerine ses çıkarmaktadır. Ayrıca kimi konularda Türkiye ile aynı tezi savunur gözükse de mesela Azeri-Ermeni savaşında Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’la birlikte Azerbaycan’ın beşte birini haksız yere işgal ederek Baku- Ceyhan’ı engellemesine rağmen bu konuda konuşmak dışında somut bir adım atmaması, yine Baku- Ceyhan konusunda Türkiye ile flört ederken Novorosissk limanından tankerlerle petrol taşınmasına destek vermesi, Amerika’nın Türkiye’den farklı politika izleyebildiğini göstermektedir.[63] Çoklu boru hatları çerçevesinde hareket eden ABD’nin bölgede en etkili ülkelerden biri olduğu açıktır. Türkiye bölgeye yönelik birçok girişiminde stratejik ortak haline geldiği bu müttefikinden destek alsa da ABD’nin desteğinin somut bir sonucunu da görememektedir. Rusya kendi petrol boru hattı güzergahlarıyla ilgili projelerini hızla gerçekleştirir ve uygulamaya koyarken Baku-Ceyhan konusunda somut bir adım atılmamış olması bu konuda en çarpıcı örneği oluşturmaktadır. ABD’nin Afganistan’a yönelik savaş başlatmasının ardından Rusya’yla ilişkilerini sıkılaştırması da Türkiye açısından olumsuz sonuçlar getirebilecektir. Daha önemli devlet konumundaki Rusya’yı kızdırmak istemeyecek bir Amerika, çıkarlarının çatışması durumunda tavrını Türkiye yerine Rusya’dan yana koyabilecektir. Türkiye’nin bu durumda ABD’ye yönelik stratejik destek verme gibi kozlarını kullanmasının yanında bölge ülkeleriyle ilişkilerini değişik platformlarda geliştirmesi zarar giderici bir rol oynayabilecektir.

Sonuç

Türkiye, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra kuralları ve işleyişi çok daha belirsiz olan bir dünya ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bu dünyada ABD ile stratejik ortaklığı ona belli avantajlar kazandırsa da ve onu görüşüne başvurulan ağırlıklı bir devlet haline getirse de bu ortaklığın Türkiye’nin çıkarlarını gerçekleştirmesi açısından yetersiz olduğu açıktır. Türkiye ABD’yle ilişkilerinden belli faydalar elde ettiği gibi, önemli maliyetlerle de karşılaşmaktadır. ABD uğruna katlanılan ekonomik kayıplar ve bazı dış politika konularında elin kolun bağlı olması sadece bu ülkeyle sıkı ilişkilerin Türkiye açısından yeterli olmayacağını göstermektedir. Türkiye’nin AB’yle ilişkileri ise her zaman sorunlu olmuş, bu alanda ABD’yle karşılaşılanlardan çok daha fazla olumsuzluklarla karşılaşılmıştır. Türkiye’nin AB üyeliği hala ufukta görünmeyen bir olgu niteliği taşımaktadır. Kısaca, ilişkilerin çok daha giriftleştiği ve birbirine bağımlı hale geldiği bir dünyada Türkiye dış politika ortaklarını çeşitlendirmek zorundadır. Bu şekilde, bir ortakla problemlerin yaşanması durumunda diğer ortakla ilişkiler devreye sokulabilir. Tabi bu, göründüğü kadar basit olmayan ve diplomatik ustalık isteyen bir hareket tarzıdır.

Bu bağlamda Türkiye’nin karşılıklı çıkar temeline dayalı olarak ilişkilerini geliştirebileceği ülkelerin başında Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri gelmektedir. Bölge devletleriyle sorunsuz ilişkiler kurmanın o kadar basit olmadığı açıktır. Bölge devletlerinin iç yapılarından kaynaklanan sorunların yanında rekabet halinde olunan devletlerle yaşanan problemler bulunmaktadır. Bölgeyle ilgilenen aktörlerin ve bu arada bölgeyi etkileyen faktörlerin çokluğu işleri zorlaştırmaktadır. Türkiye’nin ilk başlardaki heyecanlı girişimlerinden istenilenin elde edilememesi, hatta büyük hayal kırıklıkları yaşanması bu konudaki zorluğu açık bir şekilde ortaya koymuştur. Yaşanan bu tecrübelerin de gösterdiği gibi, önemli olan bölgeyle ilgili faktörleri ve bölge devletlerinin hassasiyetini, isteklerini, ihtiyaçlarını ve gerçeklerini çok iyi değerlendirerek gerçekçi politika oluşturulması gerekmektedir. Bu arada bölgede etkili olan devletlerle rekabet ve ilişkileri de planlı ve programlı bir şekilde götürmek lüzumu bulunmaktadır. Türkiye zaman zaman diğer dış politika konularıyla ve iç problemleriyle uğraşırken Kafkaslar ve Orta Asya’yı göz ardı ettiği izlenimi vermektedir. Böyle bir tavır hiçbir zaman Türkiye’nin çıkarına olmayacaktır. Türkiye bölgeye yakın olan ve bölgeyle tarihsel ve kültürel bağları olan bir ülke olarak bölgede en etkili olmak için mücadele eden bir devlet olmak zorundadır. Bunun yolu da bölgeyle ilgili aktör ve faktörlerin sürekli gözlenerek uzun vadeli politikalar oluşturulmasından geçmektedir.

Doç. Dr. Nasuh USLU

Kırıkkale Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 17 Sayfa: 269-281


Dipnotlar:
[1] Mustafa Aydın, “Global Değişim ve Genişleyen Türk Dünyası: Türkler ve Türkiler” içinde Şaban H. Çalış et. al (der.), Türkiye’nin Dış Politika Gündemi: Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, Ankara: Liberte, Kasım 2001, s. 276.
[2] Timur Kocaoğlu, “Özbekistan ile Türkistan’daki Diğer Bağımsız Devletlerin Siyasi Durumu” içinde Alaaddin Yalçınkaya (der.) Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatları, İstanbul: Bağlam, Kasım 1998, s. 91.
[3] Murat Şahin, “Orta Asya’da Coğrafi Konumun Siyasal Etkileri”, Avrasya Etüdleri, cilt 16, Sonbahar-Kış 1999, s. 139.
[4] Şahin, “Orta Asya’da Coğrafi Konumun Siyasal Etkileri”, s. 133, Nadir Devlet, “Rusya- Türkiye İlişkilerinde Tataristan Faktörü Var mı?” içinde Yalçınkaya (der.) Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatları, s. 124, Mensür Akgün, “Türkiye’den Bakarak Türk-Rus İlişkileri” içinde Yalçınkaya (der.) Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatları, s. 215.
[5] Halim Nezihoğlu, “Bağımsızlıktan Günümüze Rusya-Türk Cumhuriyetleri İlişkileri” içinde Mim Kemal Öke, Geçiş Sürecinde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, İstanbul: Alfa, 1999, ss. 25, 42, Oktay Tanrısever, “Rusya ve Bağımsız Türk Devletleri: Bağımsızlığın Anlamını Keşfetmek”, Avrasya Etüdleri, cilt 20, Yaz 2001, ss. 102, 107.
[6] Suat İlhan, Türkiye’nin ve Türk Dünyasının Jeopolitiği, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1997, s. 92.
[7] Werner Gumpel, “Orta Asya Cumhuriyetlerinde Ekonomik Gelişme ve Entegrasyon”, Avrasya Etüdleri, cilt 13, İlkbahar 1998, s. 24.
[8] Kocaoğlu, “Özbekistan ile Türkistan’daki Diğer Bağımsız Devletlerin Siyasi Durumu”, s. 84.
[9] İlhan, Türkiye’nin ve Türk Dünyasının Jeopolitiği, ss. 192, 196.
[10] Tanrısever, “Rusya ve Bağımsız Türk Devletleri”, s. 102, Ahmet T. Kuru, “Uluslararası Ortam ve Bölgesel Entegrasyon Teorileri Işığında Türk Birliği Meselesi” içinde Öke, Geçiş Sürecinde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, s. 177.
[11] İlhan, Türkiye’nin ve Türk Dünyasının Jeopolitiği, s. 92.
[12] Dinçer Taşçıkar, “Orta Asya’daki Ekonomik Reformlar ve Yeni Büyük Oyun” içinde Yalçınkaya (der.) Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatları, s. 239.
[13] Bilgin Erdoğan, “ABD’nin Orta Asya Siyaseti” içinde Öke, Geçiş Sürecinde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, s. 233.
[14] Gumpel, “Orta Asya Cumhuriyetlerinde Ekonomik Gelişme ve Entegrasyon”, s. 24.
[15] Kuru, “Uluslararası Ortam ve Bölgesel Entegrasyon Teorileri    Işığında Türk Birliği Meselesi”, s. 163, Gülnar Nugman, “Hazar Denizinin Hukuki Statüsü”, Avrasya Etüdleri, cilt 13, İlkbahar 1998, ss. 84, 89.
[16] İbrahim Kalkan, “Kazak Petrolleri ve Uluslararası Güçler” içinde Yalçınkaya (der.) Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatları, ss. 65, 70.
[17] Şahin, “Orta Asya’da Coğrafi Konumun Siyasal Etkileri”, ss. 137-138.
[18] Stephen Blank, “Kafkasya Güvenliğinde Yeni Eğilimler”, Avrasya Etüdleri, cilt 13, İlkbahar, 1998, s. 5.
[19] Büşra Ersanlı, “Çok Boyutluluğu Yeniden Keşif: Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleriyle İşbirliği Arayışı” içinde Yalçınkaya (der.) Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatları.
[20] Alaaddin Yalçınkaya, “Türk Cumhuriyetlerinin Bağımsızlık Aşamaları” Avrasya Etüdleri, cilt 20, Yaz 2001, s. 69.
[21] İrfan Ülkü, Bağımsızlıktan Sonra Azerbaycan, İstanbul: Doğan Kitap, Mart 2000, s. 168.
[22] Ariel Cohen, “Rusya’nın Yeni Kafkasya Politikası Türk Çıkarlarını Tehdit Ediyor mu?”, Avrasya Etüdleri, cilt 20, Yaz 2001, s. 113.
[23] Erkhan Nuriyev, “Geopolitical Breakthrough an Emerging Challenges: the Case of the South Caucasus”,
[24] Blank, “Kafkasya Güvenliğinde Yeni Eğilimler”, ss. 7-8.
[25] Blank, “Kafkasya Güvenliğinde Yeni Eğilimler”, s. 4.
[26] Necip Torumtay, Değişen Stratejilerin Odağında Türkiye”, İstanbul: Milliyet Yay., Mart 1997, s. 196, Nesrin Sarıahmetoğlu, “Kafkasya Ötesindeki Siyasi Gelişmeler ve Hazar Petrolleri” içinde Yalçınkaya (der.) Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatları s. 29.
[27] Bekir Günay, “Yeraltı Zengini Yerüstü Fakiri Türkmenistan” içinde Yalçınkaya (der.) Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatları s. 48, Sarıahmetoğlu, “Kafkasya Ötesindeki Siyasi Gelişmeler ve Hazar Petrolleri”, s. 32.
[28] Taşçıkar, “Orta Asya’daki Ekonomik Reformlar ve Yeni Büyük Oyun”, s. 269.
[29] Torumtay, Değişen Stratejilerin Odağında Türkiye”, s. 195.
[30] Ülkü, Bağımsızlıktan Sonra Azerbaycan, s. 146.
[31] Necdet Pamir, Baku-Ceyhan Boru Hattı: Orta Asya ve Kafkasya’da Bitmeyen Oyun, Ankara: ASAM, 1999, ss. 34-37.
[32] Ülkü, Bağımsızlıktan Sonra Azerbaycan, ss. 261, 297.
[33] Torumtay, Değişen Stratejilerin Odağında Türkiye”, s. 172.
[34] Andrey Fedyas, “İşimiz Duman mı?” içinde Yalçınkaya (der.) Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatları, ss. 179, 180.
[35] Gumpel, “Orta Asya Cumhuriyetlerinde Ekonomik Gelişme ve Entegrasyon”, s. 24.
[36] Kalkan, “Kazak Petrolleri ve Uluslararası Güçler”, s. 70.
[37] Kalkan, “Kazak Petrolleri ve Uluslararası Güçler”, s. 71.
[38] Günay, “Yeraltı Zengini Yerüstü Fakiri Türkmenistan”, s. 48.
[39] Yalçınkaya, “Türk Cumhuriyetlerinin Siyasi Gelişimi” içinde Yalçınkaya (der.), Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatları, s. 258.
[40] Pamir, Baku-Ceyhan Boru Hattı, s. 51.
[41] Kalkan, “Kazak Petrolleri ve Uluslararası Güçler”, s. 75.
[42] Günay, “Yeraltı Zengini Yerüstü Fakiri Türkmenistan”, s. 46.
[43] Günay, “Yeraltı Zengini Yerüstü Fakiri Türkmenistan”, s. 50.
[44] Günay, “Yeraltı Zengini Yerüstü Fakiri Türkmenistan”, s. 54.
[45] Yolbars Kepbanov, “Hazar Denizinin Yeni Siyasal Statüsü, Bölgesel İşbirliği ve İstikrarın Temelidir” içinde Yalçınkaya (der.), Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatları, s. 62.
[46] Kuru, “Uluslararası Ortam ve Bölgesel Entegrasyon Teorileri Işığında Türk Birliği Meselesi”, s. 167.
[47] Halil Bal, “Kırgızistan: Çin Gölgesi ve Rus Desteği Altında” içinde Yalçınkaya (der.), Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatları, ss. 107, 116.
[48] Blank, “Kafkasya Güvenliğinde Yeni Eğilimler”, ss. 4, 5, 7, 8.
[49] Blank, “Kafkasya Güvenliğinde Yeni Eğilimler”, s. 5.
[50] Kuru, “Uluslararası Ortam ve Bölgesel Entegrasyon Teorileri Işığında  Türk Birliği Meselesi”, ss. 181-182.
[51] Raşit, Orta Asya’nın Dirilişi, ss. 250, 251.
[52] Cohen, “Rusya’nın Yeni Kafkasya Politikası Türk Çıkarlarını Tehdit Ediyor mu?”, s. 118.
[53] Pamir, Baku-Ceyhan Boru Hattı, s. 42.
[54] Ahmet Raşit, Orta Asya’nın Dirilişi: İslam mı Milliyetçilik mi?, (çev. Osman Ç. Deniztekin), İstanbul: Cep Kitapları, Eylül 1996, s. 254.
[55] Bruno de Cordier, “Ekonomik Yardımlaşma Teşkilatı (ECO): Soğuk Savaşın Kalıntıları Üzerinde Yeni Bir İpek Yolu mu?” içinde Öke, Geçiş Sürecinde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, ss. 216, 219.
[56] Raşit, Orta Asya’nın Dirilişi, ss. 255-269.
[57] Cordier, “Ekonomik Yardımlaşma Teşkilatı”, s. 224.
[58] Cordier, “Ekonomik Yardımlaşma Teşkilatı”, s. 223.
[59] Erdoğan, “ABD’nin Orta Asya Siyaseti”, s. 240.
[60] Erdoğan, “ABD’nin Orta Asya Siyaseti”, ss. 240, 242, Cordier, “Ekonomik Yardımlaşma Teşkilatı”, s. 228.
[61] Raşit, Orta Asya’nın Dirilişi, s. 249.
[62] Pamir, Baku-Ceyhan Boru Hattı, s. 25, Ülkü, Bağımsızlıktan Sonra Azerbaycan, s. 170, Yalçınkaya, “Türk Cumhuriyetlerinin Bağımsızlık Aşamaları”, s. 67.
[63] Pamir, Baku-Ceyhan Boru Hattı, s. 31.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.