Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

XX. Yüzyılın Başlarında Kazakistan Sosyo-Politik Düşüncesinde Millî Mesele

0 14.262

Dr. Rauşan S. ELMURZAYEVA

Kazakistan’ın kültürel-medenî manzarası tüm tarihi boyunca sürekli değişime uğramıştır. Bu değişiklikler, objektif nedenlerden dolayı değil, iktidarların yürüttüğü sunî, geniş çaplı sosyal, ekonomik, politik, etnokültürel ve göç politikaları sonucu oluşmuştur. Bu değişim süreci Kazakistan’ın kendi bağımsızlığını kaybederek Rusya’ya katılması ve Sovyet dönemindeki baskıcı merkezî hükümetin varlığı ile bağlantılı olmuştur. Özellikle son dönemde ülkenin çıkarları, özellikleri ve mantalitesi genel politik hattın belirlenmesinde önemsiz bir etken olarak görülmüştür.

Totaliter rejim döneminde, ideoloji, tarihin gerçek akışına yeni bakışla yaklaşmayı yasakladığından, cumhuriyetin objektif tarihini yansıtmak pratik olarak imkansızdı. Bugün millî tarihimiz bu boşlukları doldurmak zorundadır. Bu, henüz hayattayken milliyetçi ve asî olarak bilinen politikacılarla da ilgilidir. Son olaylar, tarih alanındaki bilgilerimizin büyük kısmını yeniden gözden geçirmek ve değerlendirmeye tabi tutmak zorunda olduğumuzu göstermektedir. İlk önce, belirli kişilerin toplum hayatındaki rolü ele alınmalıdır. Tarihi şahsiyetsizleştirmekten vazgeçerek XX. yy.’ın 20-30’lu yıllarında ülkenin gelişimine büyük katkıda bulunmuş sıra dışı yöneticilerin fikir ve faaliyetlerini ortaya çıkarmak, tarihî olayların dinamiğini daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır.

XX. yy.’ın 20-30’lu yıllarında Kazakistan’ın fikir önderlerinin mahvedilmesi her şeyden önce millî meselenin yorumu ile ilgiliydi. Dünya tarihi ve politikasında millî münasebet meseleleri her zaman ön plana çıkarılmıştır. Ele aldığımız dönemde de millî meselenin teorik ve pratik çözümü Kazakistan’ın politik ve ekonomik gelişiminin perspektifleri ile doğrudan bağlantılıydı.

Geniş anlamda millî mesele, milletler ve diğer etnik gruplar arasındaki genel ve özel ilişkilerin bir uyum içinde yürütülmesi demektir. Millî meselenin teorisi etnopolitik anlam içeriyor. Marksist görüşe göre, tarih milletler arasındaki ilişkilerle değil, öncelikle sınıflar arasındaki mücadele sırasında gelişmektedir. Tarihi olaylar, komünistlerin insan hayatında millî etkenin rolünü önemsemediğini ve tam tersi, milletler arasındaki entegrasyona aşırı değer verdiklerini açık bir şekilde sergilemişti.

Kazak aydınlarının büyük kısmı, Kazakistan’a kendi kendini yöneten ve bağımsızlığı öngören bir statü verilmesini talep ediyordu. Özerkliğin teorik anlamı da bundaydı. Oysa bu fikirler Bolşeviklerin ülkede ve dünyada giderek güçlenen sınıf mücadelesi fikrine ters düşmekteydi. Örneğin, S. Sadvakasov, Goloşçekin’in “Küçük Ekim” politikasına karşı, Kazakistan’da “Vatandaş barışı” programını teklif ediyordu. “Küçük Ekim” programı aslında merkezî iktidarın, tüm problemlerin ideolojikleştirilmesi ışığında, Sovyet rejiminin yerleşmesine karşı tepkilerin artacağı fikrinin yerel yorumu idi. Bu program Kazakistan dahil tüm ülkede cezaî tedbirlerin artmasını öngörüyordu.

Millî meselenin önemli bir parçası da ekonomidir. Bugün bu etken olmadan millî meseleyi ele almanın ve çözümlemenin, yani gerçekte millî münasebetleri uyum içine sokmanın imkansız olduğu anlaşılmıştır. Kazakistan’ın objektif ve olumsuz tecrübesi bunu kanıtlamıştır. Yani, millî ilişkilerin ekonomik etkenlerden ayrı ele alınması probleme zarar vermekte ve onu doğru anlamayı engellemektedir diyebiliriz.

1920’li yıllarda tüm ülkede yürütülen sosyalizmi kurma faaliyetleri kenar bölgelerdeki değişimin de yol ve metotlarının aranmasını hızlandırdı. Merkez ve taşralardaki ekonomik, politik, manevî durumun aynı olmadığını herkes anlıyordu. Buna göre de millî cumhuriyetlerin gelişiminde ölçülü ve rasyonel bir yaklaşım gerekmekteydi.

Çeşitli fabrikaların yapıldığı bölgelerin yerel şartları ve imkanlarının, özelliklerinin önemsenmemesi, ekonomik politikaların yürütülmesine volüntarist yaklaşım sadece bölgelerde değil, bütün Sovyetler Birliği’nde üretim güçlerinin eşit olmayan gelişimine sebebiyet verdi. En önemlisi bu durum çok ağır ekonomik, sosyal ve demografik sonuçlar getirdi. Üretim alanında esas dikkat emir ve bürokratik metotlarla gelişimi hızlandırmaya yöneltildi. Tedricilik, gönüllülük, dayanma ve sabır dikkate alınmadı; yerel şartlar, millî kültürel ve tarihî özellikler hiç önemsenmedi.

Kazakların hayatlarını idame sistemine en büyük darbeyi Moskova’nın göçebe ve yarı göçebeleri zorla iskan politikası vurdu. Öyle ki Stalin’in teorisine göre göçebe hayat tarzı yalnız aşağı düzeydeki toplumlar için karakteristik idi. Hayvancılıkla karşılaştırılınca tarım sektörü Kazakistan’da önemli bir yer işgal etmiyordu. Bunun için de ülkede mecburî iskan, halkı açlığa mahkum ediyordu, halkın temel hayat kaynağı yok ediliyordu.

Ekim İhtilali’ne kadarki Kazakistan, bir sömürge idi. Çarlık rejimi, ülkedeki tüm hammadde ve doğal kaynakları sömürüp götürmeyi amaçlıyordu. Bu rejim ülkedeki “fazla” topraklara göçmenler yerleştiriyor, kültürel faaliyetleri engellemek için misyonerleri ve maarifçiliğin kendi anladığı şeklini kullanıyordu.

“Kazaklar” kitabının yazarı M. B. Olkott’un düşüncesine göre, yeni iktidar önceleri halk ile belli bir işbirliğine gitmeyi başardı. Çünkü iktidarının ilk yıllarında Sovyet rejimi o ana kadar Kazak toplumunda varolan hayat tarzının korunmasını destekliyordu. Fakat önce otlakların mülkiyetinin gözden geçirilmesi ile ilgili tedbirler, sonra ise 1928 yılında yapılan hayvan ve buğday ürünlerine el koyma faaliyetleri gerek Kazak gerekse de Rusların hoşnutsuzluğuna sebep oldu. Yönetim kurumlarında çalışan Kazaklar daha sık dışlanmaya başlamıştı. Kolektifleşme sürecinin başlarında ihtilal mücadelesine katılmış olan Kazaklar artık bu ihtilale karşı çıkıyordu. 1930’lu yıllarda zorakî yollardan gelinen durum 20’li yılların sonlarında başlatılmıştı.[1]

Tarım alanında gerekli olan tedbirlerin farklı şekilde algılanması 1923 yılı Mart ayında gerçekleştirilen 3. Bölge Parti Kongresi’nde ortaya çıktı. Bu kongrede Vayuşteyn, “Kırgızistan’da parti ve Sovyet faaliyetlerine yaklaşım metotları” adlı bir konuşma yaptı. Konuşmacı tebliğinde zenginlerin elindeki hayvanların alınmasını ve fakir ailelere dağıtılmasını istiyordu. O zaman Vayuşteyn’in teklifi desteklenmedi, çünkü bu tedbirler henüz bir çözüm değildi. Büyük hayvan sürülerini beslemek için geniş meralar gerekmekteydi. Halk tam bir müsadereden geçici olarak kurtulmuştu.

F. Goloşçekin’in Kazakistan’a gelmesiyle durum değişti. Nisan-Mayıs 1926 tarihinde ülkede Komünist (Bolşevik) Partisi’nin 2. kongresi gerçekleşti ve bu kongrede Goloşçekin’in zenginlerin mal ve hayvanlarını müsadere etmeyi öngören “Küçük Ekim” programı teklif edildi. Bu programa karşı çıkanlar, her ne kadar geçerli deliller gösterseler de, Kazak zenginlerinin çıkarlarının savunuculuğunu yapmakla suçlandılar. Daha sonraları Kazakistan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (KÖSSC) Bakanlar Kurulu Başkanı olan ve tüm meselelerde güç kullanma yönetiminin Kazakistan’da yerleşmesine yardım eden U. İsayev, Golosçekin’e tam destek verdi.

1926-1928 yıllarında tartışmalar hâlâ sürüyordu. Ama kolektifleşme hızlandıkça ve tek mümkün olan stratejik hedef haline gelince bu tartışmalar bitti ve sadece farklı düşünenlerin linç edilmesi ve yok edilmesi kaldı.

Kazakistan’ın gelişim perspektifleri hakkında Merkez’in talimatlarına aykırı düşen fikirlere sahip olmak tehlikeli idi. Ama yine de ülkenin sosyal ve politik hayatında göçebelerin iskanı ve tarımın geliştirilmesi politikaları ile ilgili kendi görüşleri olan kişilere rastlamak mümkündü. M. G. Sirius, S. P. Şvetsov, N. D. Kondratyev, A. V. Çayanov, A. N. Çelintsev vd. partinin genel hattına ters düşen kendi fikirlerini açıklamanın tehlikeli olmasına rağmen ülkenin gelişim perspektifleri ile ilgili tartışmalara katılıyorlardı.

Kazakistan’ın Devlet Plânlama Komitesi’nde çalışan ve her türlü bilgi ve belgeye ulaşma imkanı olan M. G. Sirius, ülkenin iklim özelliklerinden dolayı hayvancılığın daha verimli olacağı ve susuz tarımda başarı elde edilemeyeceğinde ısrarlıydı.

A. N. Çelintsev, Kazakistan’ın tarım alanlarının artırılması yanlısı idiyse de, yine tarım bölgelerini iklim şartlarına göre sınırlıyor ve ağırlığı hayvancılığa veriyordu. Çelintsev göçebeleri zor kullanarak hızlı bir şekilde iskan ettirmenin karşısındaydı. O, problemin tedricen ve doğal tarihi süreç içinde çözümleneceğine inanıyordu.

S. P. Şvetsov’un fikrine göre ise, göçebe hayat tarzının yok edilmesi sadece bozkır hayvancılığı ve buna dayalı hayat tarzını değil, bozkırların kendini yok ederek kuru çöle dönüştürecek. S. Şvetsov kendi teorisinin ana fikirlerini “Kazakistan’ın İklim ve Yaşamı” adlı makalesinde ortaya koymaktadır. Eskiden beri insanlığın gelişiminin üç evreden geçtiği bilinmektedir.

Bunlar:

  • Avcılık
  • Hayvancılık
  • Tarım kültür tipleridir.

Herkes bu fikre uyarak göçebeleri barbar kabul ediyor, kültürün sadece tarımla uğraşan halklarda olduğunu, göçebelerin bunu anlayamayacağını iddia ediyordu.

Yani göçebe hayvancılık ilkel gelişimin yansımasıydı ve “daha medenî milletler”in temsilcileri hayvancılıkla uğraşanları bu durumdan kurtarmak istiyorlardı. Zamanında çar yönetimi de Tarım Bakanlığı ve onun Göç Dairesi’nin yardımıyla benzeri bir misyon üstlenmişti. Barbarların medeniyete kavuşturulması sloganı altında gerçekte kendi çıkarlarını düşünerek hareket ediyorlardı:

  • Kazaklardan en verimli toprak ve meralar alınıyor ve böylece zengin aile çiftlikleri iflas ediyordu;
  • Yerli halktan alınan tüm maddî kaynaklar “gelişmemiş halklara medeniyet götürme” gibi iyi niyetlerle açıklanıyordu;
  • Sınırsız bozkırlarda göç etmeyen halkı yönetmek daha kolay idi;
  • Zorlama, baskı ve yönetim mekanizması ancak göçebelerin iskanı halinde çar rejiminin çıkarlarına hizmet edebilirdi;
  • İhracatın en çok para getiren maddesi buğday idi.

Sovyet iktidarı da aynı düşüncelerle hareket ediyor, ama yukarıdakilere ek olarak:

  • Üretim araçlarının istimlakı ile özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ancak göçebelerin iskanı ile mümkündür;
  • Sanayide çalışan işçi sınıfı ve memurların asgari gıda ihtiyacının karşılanması zaruriyeti;
  • Dünya pazarında buğday fiyatlarının artması, Sovyet iktidarını sanayileşme politikasını yürütebilmek için buğday ihracını artırma yollarını aramaya sevk etti.

1920’li yılların ikinci yarısında yapılan tartışmalar sırasında, bilim adamları, merkezin Kazakistan’da göçebelerin iskanı politikasına tam destek veren parti fonksiyonerlerine karşı deliller ileri sürdüler. Ama farklı düşünenler şiddetli baskılara maruz kaldılar.

Zor ve hayatî önem taşıyan meselelerin hallinde ideolojik baskı metoduna katılmayan bilim adamları ile hesaplaşmalar, Marksist tarımcıların 1. Ülke Sempozyumu’nun (Aralık 1929 y.) bitimi ile hız kazandı. “Emekçi Köylü Partisi” üzerinde düzmece mahkeme kuruldu ve bu partinin “ihtilal karşıtı yönetimini” N. Kondratyev, A. Çayanov ve A. Çelintsev’in yaptığı öne sürüldü.

Bu olaydan sonra baskı dalgaları taşrayı vurmaya başladı. 1931 yılında “Kazakistan’da Kondratyevcilik” adlı makaleler topluca yayımlandı ve bundan sonra hızlı bir şekilde tarıma geçişe karşı çıkanları N. Kondratyev’in taraftarı, yani “düşman”, “burjuva ve küçük burjuva kalıntısı” olarak adlandırmaya başladılar.

Bu işten daha zararlı çıkan M. Sirius ve S. Şvetsov oldu. Çünkü, sadece ideolojik önceliklere dayanan parti talimatlarından farklı olarak, onların karşı delilleri daha esaslı ve kanıtlayıcı idi. Sovyet rejimi, kendi muhaliflerine karşı kendine özgü kararlılık ve aynı metotlarla mücadele ediyordu. İktidar politikasına karşı çıkanlar “halkın düşmanı” ilân ediliyordu.

Bütün bu söylenenler bugün bile göçebe hayat sürmek gerekiyor anlamına gelmemelidir. Göçebe hayvancılık perspektifsiz bir kültürdür. Ama bu süreç düşünülerek, tedricen yapılmalı ve bilim adamlarının teklif ettiği gibi Kazak halkının hayat tarzı değiştirilmeliydi.

Kazakistan’da Sovyet iktidarının yerleşmesinden sonra, millî bölgelerde iktidar temsilcilerini halka ve tam tersi, halkı devlet yönetimine çekmeyi öngören “kökleştirme” politikası yürütülmeye başlandı.

Bu problemin çözümünde iki yön belirlenmişti:

  1. Kazak komünistlerinin başkanı F. Goloşçekin tarafından teklif edilen ve “fonksiyonel kökleştirme” karakteri taşıyan yön. Bu teklife göre, iktidarın yüksek organlarının halka yaklaştırılması – ki kökleştirme politikasının amacı da bu idi-, Kazak halkının temsilcilerinden bir teknik personel kadrosu oluşturmakla sınırlı kalmalıdır. Goloşçekin’in “fonksiyonel kökleştirme” politikası, küçük memurların görevleri icabı halkla daha fazla temas ettikleri şeklinde açıklanıyordu.
  2. İkinci yöne önderlik eden S. Sadvakasov ise Goloşçeki’nin bu fikrini “kökleştirme politikasının” ilkel yorumu olarak adlandırıyordu. Burada S. Sadvakasov, Kazak halkının hayat şartlarını iyileştirmekle Kazakların kendilerinin uğraşması gerektiğini iddia ediyordu. Bu, tüm Rus memurların ve yöneticilerin yerine mekanik olarak Kazakların getirilmesi anlamına gelmiyordu. Atandığı görevden anlamayan ve hiçbir şey yapamayan Kazaktan bir yarar gelmezdi. Gelecek için yönetici kadroları hazırlamak ve bunlara iş tecrübesi kazandırmak için cumhuriyetin yöneticileri yanında stajyer kadrolarının tesis edilmesi teklif ediliyordu.

Tabii, birinci teklifin kabul edildiğini söylemeye gerek yok.

Bir tarım ülkesi için önemli olan sadece köyün problemlerini çözmek değil, sanayi oluşturmaktı.

Ülke ekonomisinin önemli alanları için ayrılan bütçenin ne kadar yetersiz olduğunu göstermek için ulaşım ve yol yapımı alanları ile ilgili bir örnek yeter sanırım: Kırgızistan’ın (Kazakistan) 3 bin verstten[2] fazla uzunluktaki yollarından devlet bütçesi sadece 400 versti için para ayırmıştı. Kalan yollara ya yerel yönetimlerin ayırdığı dilenci payı ile bakım yapılıyor -ki büyük çoğunluk böyle idi- ya da hiç bakım yapılmıyordu. Yerel idarelerin bütçesi daha kötü durumda idi. 1923-24 yıllarında tüm vilayetlerin bütçe açığı 1,5 milyon ruble idi.[3]

Ülke bütçesinden yerel bütçelere sadece 75.000 ruble yardım aktarıldı. Bu sadece bir vilayetin açığını bile kapatmaya yetmezdi.

Gösterilen örnek merkezin yerel şartları ve özellikleri göz önünde bulundurmadan cumhuriyetlere bütçe tayin ettiğini gözler önüne seriyor. Bu durum plânlamadaki yanlışlıklara sebep oluyordu. SSCB, taşranın gelişimine büyük paralar ayıracak kadar zengin bir ülke değildi. Bunun için de cumhuriyetin ekonomik gelişiminin stratejik yönlerini doğru belirleyerek bu problem çözülebilirdi.

Cumhuriyetteki sanayi tesisleri birkaç gruba ayrılmıştı:

SSCB’nin ekonomisini etkileyen tesisler devlet tesisleri konumundaydı. Bunlar direkt Halk Sanayii Yüksek Kurulu’na (SSCB HSYK) tabî idiler. Bu tesislerden en önemlisi Ural Nehri başlarından Emba Nehri boyunca Aktübinsk şehrine kadar uzanan petrol yataklarını işleten Embaneft tesisi idi. Kurşun, çinko, bakır, gümüş ve altının da çıkarıldığı Ridder Polimetal Madenleri de yeniden işletilmeye başlanmıştır. Ridder, Ust-Kamenogorsk şehri civarındadır. 1925 yazında Karaganda kömür İşletmeleri’nin yakınında bulunan Spaski Bakır Eritme Fabrikası’nı da bünyesine alan Atbasar Renkli Maden Şirketi de kuruldu. Kömür işletmeleri arasında en önemlisi Ekibastuz Kömür Madenleri idi.

Daha az önemli tesisler (örn., tuz işletmeleri, balıkçılık tesisleri gibi). Bunların verimli olması için devlet tesislerine nazaran daha az para gerekmekteydi. Bu tesisler sadece cumhuriyetin ekonomik hayatını etkiliyordu ve bölge tesislerine dahil olmakla Kazakistan Halk Sanayii Yüksek Kurulu’na (KHSYK) tabî idiler. En gelişmişi deri sanayii sayılıyordu. 1924 yılında birleştirilen güney tesislerini hesaba katmazsak yıllık 700 bin deri işleyen 140 fabrika bulunmaktaydı. Tüm cumhuriyette ise ortalama 3 mln. deri işleniyordu. 1. Dünya Harbi’ne kadar yılda 240 bin arşın[4] Çuha üreten Almaatı Çuha Fabrikası ise cumhuriyetin tek dokumacılık tesisiydi. Ayrıca Semipalatinsk Çuha Fabrikası’nı da faaliyete geçirmek plânlanıyordu.

Kazakistan’daki tuz işletmeciliği de gelecek vadeden bir işti. En önemlisi Aktübinsk şehrinin kuzeybatısında bulunan İletsk Kaya Tuzu Madenleri idi.

Göl tuzu üretimi ise başlıca olarak Semipalatinsk vilayetine bağlı Pavlodar ilçesinde yapılmaktaydı ve bu işletme Pavlodar Tuz Şirketi’ne dahil idi.

Hazar Denizi’nin Karabugaz Körfezi’nde glauber tuzu (sodyum sülfat) çıkarılması düşünülmekteydi. Hazar ve Aral Denizlerinde balıkçılık gelişmişti. Cumhuriyette üç şirket altın üretimi ile uğraşıyordu: “Kazzapzoloto” (Ural Dağları’nın güney yamaçlarındaki Orenburg ve Kustanay vilayetleri), “Altzoloto” ve “Akcalzoloto” (Semipalatinsk vilayeti) Şirketleri. Ayrıca değirmenler de bölge tesisleri sayılıyordu.

Vilayetlerin sınırları içinde bulunan ve sadece bunlar için önemli olan tesisler, yerel tesislerdi. Bu tesislerin tam listesi Rusya Devlet Ekonomi Arşivlerinde bulunmaktadır.[5]

XX. yy.’ın 20’li yıllarından (Goloşçekin dönemi) başlayarak cumhuriyet ekonomisi sadece hammadde üretimi yönünde gelişmeye başlamıştır. Bu olaya karşı çıkan son kişi S. Sadvakasov olmuştur. Sadvakasov’a göre, hammadde üretildikten sonra burada işlenerek hazır ürün haline getirilmelidir. Onu önce başka bölgelere götürüp sonra yeniden geri getirmek akıl kârı değil. Sadvakasov bu fikirleri “Bolşevik” dergisinde yayımlanan “Milletler ve Millîler Hakkında” adlı makalesinde açıklamaktadır.[6]

Cumhuriyette tüm güncel meselelerle ilgili çeşitli gruplaşmaların olduğu bilinmekteydi. Sadece bir partinin mevcut olduğu ve en ufak demokrasiden bile söz edilmediği ortamda önemli problemler hakkında farklı görüşlerin bulunması fikir mübadelesi görüntüsü veriyordu.

Gruplaşma hangi anlama gelmekteydi? Bu insan grupları sabit değildi, şu veya bu meseleye farklı yaklaşım sonucu ortaya çıkar ve ülke yöneticileri de duruma göre bunlardan birisine katılırdı. Tarihten de anlayacağımız gibi, eğer bir partidekiler kukla değil de düşünen insanlarsa, tek bir fikir birliğinin mevcudiyeti imkansızdır. Buna göre de farklı fikir ve düşüncelerin olması doğaldı.

Parti merkez komitesine taşradaki yerel teşkilatlârın düşünceleri hakkında çeşitli bilgiler gelmekteydi. Henüz 1924 yılında RK (b) P Merkez Komitesi’ne farklı kişilerden, Kazakistan parti teşkilâtındaki dahilî durum ve mevcut gruplaşmaların karakteristiğini yansıtan gizli mektuplar geliyordu. Bilinmeyen bir yazarın, o dönemde Kazakistan’daki millî mesele etrafında üç fikir cereyanının oluştuğuna dair mektubu çok ilginçtir:

  1. “Sağcılar” milliyetçi eğilimin güçlü olduğu grup. Bunlar, itiraf edildiği üzere, iyi eğitim görmüş, hazırlıklı kişilerdir. Bu gruba Kazak Bölge Parti Teşkilâtı Tebliğ ve Propaganda Dairesi Başkan Yardımcısı Knejin, Devlet Plânlama teşkilâtının başkan yardımcısı Sadvakasov, eski tarım bakanı Diveyev, Kazakistan’ın Moskova temsilcisi Murzagaliyev ve diğerleri dahildi.
  2. “Solcular” grubu. Buraya Tarım Bakanı Temraliyev, Kadın Meseleleri Daire Başkan Yardımcısı Uruzbayeva, Gıda Bakanı Samatov, Sosyal Yardım Bakanı Cangildin ve Aytiyev’i dahil etmişler. Yazara göre, sonuncu isim Kazaklar arasında saygı görmemektedir. Çünkü bu grubun temsilcileri Rus komünistlerin desteği ile kongrelere katılabiliyor ve kendileri de gerektiğinde Rusları destekliyorlardı.
  3. “Merkez Grubu” Bu gruba cumhuriyetin aşağı yukarı tüm yöneticileri dahil ediliyordu: Kazakistan Merkez Yürütme Komitesi (KMYK) Başkanı Mendeşev, Bakanlar Kurulu Başkanı Seyfullin, Eğitim Bakanı Zaliyev, Yargıtay Başkanı Nurmakov vd.

Ama 1924 ilkbaharına ait raporlarda ise artık iki grup söz konusudur:

  1. Seyfullin (veya Doğu grubu). Burada Seyfullin, Nurmakov ve Sadvakasov ağırlıktadır.
  2. Mendeşev Grubu

Görüldüğü gibi, Kazakistan’da kelimenin tam anlamıyla sabit bir grup yoktur. Naneyşvili ve Yejov’un mektupları da bunu göstermektedir.

Kazakistan bölge parti teşkilâtı sekreteri Naneyşvili Kasım 1924 tarihinde RK(b)P Merkez Komitesi sekreterine yazdığı mektupta, Kazakistan’da iki karşıt grubun olduğunu bildiriyor:

  • Mendeşev’in başını çektiği “Batı grubu”
  • Cumhuriyetin en saygın kişilerinin dahil olduğu “Doğu grubu”. Naneyşvili özellikle S. Hocanov ve onun taraftarlarını vurgulamaktadır.

Sonuç olarak Naneyşvili bu grupları parçalamayı teklif ediyor: önce “Doğu grubu” Mendeşev’i yok etmeli, sonra ise Hocanov’un grubu ortadan kaldırılmalıdır.

Benzeri teklif 1925 yılında Yejov’dan da geliyor. Stalin’in beğenmediği kişileri yok etmesi ile ünlenen Yejov kendi kariyerine Kazakistan’da başlamıştır. Yejov’un bildirdiğine göre, Mendeşev ve taraftarları Kazakistan’ın politik sahnesinden çekilmiş; Seyfullin, Asılbekov ve diğerleri gibi taraftarlarının bazılarını kaybeden “Sadvakasov Grubu” kalmıştır.

Yejov’a göre S. Hocanov’u ancak Sadvakasov grubunun yardımıyla ortadan kaldırmak mümkündür. Sonraları olaylar aynen bu senaryoya göre gelişmiştir.

F. Goloşçekin’in tespitine göre, iki tehlikeli grubun liderleri (Mendeşev ve Hocanov) bertaraf edilmiş, sadece Sadvakasov kalmıştır. Bu durum da uzun süre devam etmemiş ve 20’li yılların sonuna doğru Kazakistan’daki son muhalif grup da imha edilmiştir.

20-30’lu yıllarda Kazakistan’daki sosyal-politik olaylara bakılırsa, herhangi bir muhalif, farklı düşünceye kesinlikle müsamaha gösterilmediği ortaya çıkmaktadır. Cumhuriyetin gelişim yolları ile ilgili her türlü alternatif fikirlere karşı koyulması ülke liderlerinin, halkı kendi görüş ve teklifleri ile tanıştırma olasılığını asgariye indiriyordu.

Kelimenin geniş anlamıyla millî mesele, milletler ve diğer etnik gruplar arasındaki genel ve özel ilişkilerin uyum haline getirilmesidir.

Batıda SSCB bir “Sovyet İmparatorluğu” olarak adlandırılıyor. Rusya bilim adamları bu duruma karşı çıkmaktalar. Oysa Batılı uzmanlara göre, burada metropol rolünü Rus halkı değil, Komünist Parti oynamaktaydı.

1930’lu yılların ikinci yarısından sonra güçlenen iktidar-emir rejimi ve ideolojik dogma dönemi başlar. Bu dönemde sadece sessiz emir erleri ve yalakalar yüksek değerlendiriliyordu. Bu duruma getiren etkenler her şeyden önce farklı düşünen kişinin büyük baskılara uğrayacağı ve bunun sadece o kişinin hayatını ve geleceğini değil, yakınlarının, ailesinin de hayatını tehdit edeceği idi.

Çağdaş dönemde millî meselenin içeriği biraz değişmiştir. Çünkü söz konusu olan farklı dönemlerdir ve Kazakistan artık bağımsızdır. Ama birçok millî ve milletler arası problemler hâlâ güncelliğini korumaktadır.

Çağdaş sosyal hayatta insanların sosyal nitelikleri millî mensubiyetleri açısından belirlenmektedir. Birileri bu olguyu inkar ediyor; başkaları bunu doğal karşılıyor; üçüncüleri milliyet meselesini umursamadıklarını belirtiyorlar. Şu veya bu konumda olmalarına bakmaksızın, günlük ilişkilerinde insanlar ilişkiye girdikleri kişilerin millî mensubiyetlerine dikkat etmektedirler.

Millet, insanların kültür, din, gelenek vs. aracılığı ile kendilerini gerçekleştirdikleri bir sosyal mekandır. N. A. Berdyayev: “İnsan, insan topluluğuna bir soyut Rus, Fransız, Alman veya İngiliz olarak değil, millî birey olarak girmektedir. İnsan bir varoluş aşamasını atlayarak geçemez. Böyle olursa o, fakirleşir, hiçleşir.”[7]

Dar anlamda millî özdeşleşme şununla açıklanmaktadır ki her bir fert milletini seçmiyor, bu özelliği doğumla kazanıyor. Bu süreçte ana dili önemli rol oynar. Millet kavramının iki farklı yorumu bilinmektedir. Bunlardan ilki, Y. V. Bromley’in üzerinde durduğu, milleti bir sosyal olgu olarak gören fikirdir. Diğeri, milletlerin oluşumunda doğanın etkin rolünü vurgular. Bu L. N. Gumilyov tarafından ileri sürülmüştür.

Başka bir dilde konuşan bir milletin temsilcisiyle ilişkiler ister istemez “onlar” ve “biz” ayrımını ortaya çıkarır. Sovyet toplumunda bu açıdan marjinal bir terbiye şekli teşvik edilmekteydi. Şimdi ise millî çıkarlar düşüncesi güncellik kazanmaktadır. Özellikle millî özelliklerin yok edilmeye çalışıldığı dönemin yerine millî maneviyat ve kültürün kalkınmasına yönelen eski Sovyet mekanında millî meselenin içerik ve yönünün belirlenmesi her bir devletin ideoloji ve politikasının sonucu olmalıdır. Bu durumda, fikrimizce, yine Avrupa merkezciliğinin ön yargılı oluşu güncelleşiyor. Şöyle ki Avrupa kaynaklı olmayan herbir kültür önceden geri kalmış kabul ediliyor. Tabiî, günümüzde ele alınan kıstas ekonomik gelişmişlik düzeyidir. (Bu durum özellikle eski Sovyet bölgesi için geçerlidir. Çünkü bir zamanların geri kalmış Japonya, Güney Kore, Çin gibi Asya devletleri coğrafî etkene bakmaksızın ekonomik düzeyi yükseltmenin mümkünlüğünü kanıtladılar.) L. N. Gumilyov’un teorisine göre, milletler arası ilişkilerde olumlu sonuca varmak için millî gelişim düzeyinin belirlenmesinde farklı zaman prensibini göz önünde bulundurmak gerekmektedir.

Biz, Batı tarafından teklif edilen ve optimalliği, rahatlığı ve çok fonksiyonluluğu ile dikkati çeken çağdaş yaşam tarzı ile karşı karşıyayız. Dünyamızda parası olan herkes bunu temin edebilir ve bunun için hiçbir yaratıcı güç ve araştırma gerekmemektedir. Bunun için de toplumumuz çağdaş şartlarda millî kültür değerlerinden kopmamanın optimal ve acısız yolunu bulmak zorundadır.

Resmî sosyalist ideolojinin çöküşünden sonra toplum şuuru zamanla denenmiş ahlakî değerler olan millî ve dinî klişelere yönelmiştir. Politik elit kesimin bir kısmı da bu süreci etkilemekte ve desteklemektedir. Gerek toplum, gerekse de bireylerin karşısında duran gelişim yolunun seçimi meselesinde millî ve dinî fikir (daha sık olarak da bunların sentezi) öne çıkıyor ve yaşamın gerçek perspektifini görmeye yardımcı oluyor.

Çağdaş dönemde millî özdeşleşme meselesinin zorluğu, önce çarlık sömürge politikasının, sonra ise Sovyet rejiminin maddî, kültürel, dinî alanlarda doğal gelişim sürecini sunî bir şekilde koparmasından kaynaklanmaktadır. Göçebe halklarda, özellikle Kazaklarda, maddî kültür manevî kültürle sıkı bağlantılıdır ve bir bütün oluşturmaktadır. Sovyet rejiminin zorunlu iskan politikası, millî bütünlüğünün dinî temeli henüz tam oturmadığı için, Kazakların millî özdeşleşmesini temelden sarstı. Kazak halkının yaşamının maddî temelinin yıkılması, millî özdeşleşme sürecinde temel oluşturmak için İslâm dinine az zaman tanınması Kazakların yabancı marjinal kültürden en çok etkilenmesi ve hatta kendi ana diliyle temaslarının azalması ile sonuçlandı.

Sosyalist devletin çöküşü, ekonomik dengesizliğin yanı sıra, Kazakistan’da millî ve devletsiz özdeşleşme meseleleri ile ilgili soruları kesin ve tam bir şekilde yanıtlamanın imkansızlığını da beraberinde getirdi (Eski Sovyet bölgeleri olan Almaatı, Karabağ, Tbilisi, Baltık Cumhuriyetleri, Moldova, Tacikistan, Çeçenistan gibi yörelerdeki milletler arası çekişmelerin temelinde de bu yatmaktadır.) ve bu olgu ülkedeki millî birliğin fikir kaynağına dönüş sürecini de zorlaştırmaktadır. Tüm bu söylenenleri göz önünde bulundurursak, yok edilmiş millî birlik ögelerinin yerine koyacağımız yeni öncelikleri bulma problemi ile karşı karşıya kaldığımız anlaşılmaktadır. Dünyada farklı etnik kökenden gelen, ama bir millî birlik içinde yaşayan milletlerin varlığı bu problemin çözülebilirliğinin delilidir. Örneğin, tarih ABD’de millî değil, vatandaşlık zemininde bir “politik milletin” oluşturulabileceğini gösterdi. Ama bu örnek de bir örnek sayılmayabilir. Çünkü en yüksek düzeydeki demokrasi bile toplum içindeki tüm problemleri, özellikle milletler arası zeminde olanları ortadan kaldırmayı garanti edemez.

Millet fikrinin millî kök ve tarihe ihtiyacı var. Eğer bu kökler kaybedilmişse, çağdaş sosyal ilişkiler ve kurallara uygunluk göz önünde bulundurularak yenileri bulunmalıdır. Kazaklar kendi tarihleri boyunca çok aşamalı bir gelişim ve millet olma süreci yaşadığı için bu konu daha da güncel olmaktadır.

Bugün Kazakistan tüm şartlarda millî özdeşleşme sürecinde kendi yolunu bulmak zorundadır. Bu makalede millî birliğin hazır reçetesinin verilmesi amaçlanmamıştır. Önemli olan millî şuurun oluşmasının temel kriterlerinin ortaya çıkarılmasıdır. Bizim için en önemlisi meselenin belirlenmesidir, çözüm yolunun bulunması ise sonraki aşamadır.

Dr. Rauşan S. ELMURZAYEVA

L. N. Gumılyov Avrasya Millî Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Enstitüsü / Kazakistan

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 18 Sayfa: 820-826


Kazakistan Devlet Başkanlığı Arşivi:
♦ Fon 139 – RK (b) P Kırgızistan (Kazakistan Komitesi).
♦ Fon 140 – Kırgızistan (Kazakistan) RK (b) P Viyalet Bürosu.
♦ Fon 141 – SK (b) P Kazak Bölge Komitesi.
Kazakistan Cumhuriyeti Merkez Devlet Arşivi:
♦ Fon 5 – Kırgızistan (Kazakistan) ÖSSC İşçi, Köylü, Kazak, Kızılordu Temsilcileri Merkez Komitesi.
♦ Fon 30 – Kazakistan SSC Halk Komiserleri Sovyeti.
♦ En Yeni Tarih Belgelerini Koruma ve Öğrenme Rusya Merkezi (Eski Marksizm-Leninizm Enstitüsü Arşivi) (Moskova):
♦ Fon 17 – RK (b) P Teşkilat bürosu ve Sekreteryası.
♦ Fon 613 – Merkez Teftiş Komisyonu
Rusya Federasyonu Devlet Arşivi:
♦ Fon 1235 – SSCB Merkez Yürütme Kurulu, Moskova (1917-1928 yy.).
♦ Fon 3316 – SSCB Merkez Yürütme Kurulu, Moskova (1922-1938 yy.).
♦ Fon 1250 – Rusya MYK bünyesinde RF halk komiserlikleri teftiş komisyonu (1921-1923)
Dipnotlar :
[1] Bkz.: Olcott M. B. The Kazakhs – Stanford: Heover Institionpress, 1987, p. 158.
[2] 1 verst=1,06 km
[3] Devlet Merkez Arşivi, F. 962, op. 1, d. 33, s, 4, 6
[4] 1 arşin=71 cm. (IRC.)
[5] Bkz.: Rusya Devlet Ekonomi Arşivi (Moskova), F. 4372, op. 9, d. 347, s. 26, 98.
[6] Sadvakasov S., “Milletler ve Millîler Hakkında”, Bolşevik Dergisi, 1928, sayı 1, s. 56-64.
[7] Berdyayev N. A., Rusya’nın Kaderi, Savaş ve Milliyet Psikolojisi Üzerine Denemeler, Moskova, 1990, s. 95.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.