6 Aralık 1991 tarihinde ilan edilen bağımsızlık ile Kazakistan ve Kazak halkı için birçok pozitif gelişmenin dönüm noktası başlamış oldu. Günümüz Kazakistan aydınlarından Abiş Kekilbayev’in tabiriyle Kazakistan “sadece yeni yüzyıla değil yeni bin yıla da bağımsız devlet olarak adım attı.”[1] Kazaklar için bu değişiklik, Orta Asya’nın bağrında yüzyıllardır meskün bu göçebe halkın varlığının uluslararası camiaca da tanınmasıydı. Bağımsızlığı takip eden ilk yıllardan başlayarak, Kazakistan’da siyasi ve idari kadroların Kazaklaştırılmasına yönelik çalışmalar başlatıldı. Bu yeni bağımsız ülkenin liderleri, eski yönetimlerde Kazaklar aleyhine yapılanları düzeltmek çabasına girişmekle Batılılar ve Orta Asya bölgesindeki Kazak olmayan gruplar tarafından Kazaklaştırma yapılıyor suçlamasıyla da karşılaştılar. Yirminci asırda 70 yıllık, Çarlık Rusya idaresi altında 150 yıllık Rus idaresi neticesinde Kazakistan adı verilen ve Kazak halkının vatanı olan bu topraklarda, bölgenin gerçek sahiplerine yapılan haksızlıklar ve bağımsız hale gelen bu ülkenin karşılaştığı zorluklar bölge ülkelerine nazaran Kazakistan’ın çok daha zor ve çetin bir geçiş dönemine maruz kalacağını apaçık gösteriyordu.
1991 sonu itibarıyla Kazakistan, siyasi, askeri, ekonomik ve hatta sosyal yönlerden tamamıyla eski merkez Moskova’nın güdümünde bir bölge olarak göze çarpıyordu. Kazakistan’da Kazaklar azınlık durumuna düşmüş bu azınlığın önemli bir kısmı kendi ata kültürünün önemli temellerini unutmuş, kaybetmiş veya hiç öğrenmemiş, kendi dilini konuşamaz duruma gelmişti. Kazak tarih şuuru kaybolmuş veya Sovyet öğretileriyle saptırılmış, Kazak milli kahramanları rejim düşmanı gerici feodal yapının temsilcileri olarak hor görülmüş, unutturulmuştu. Bağımsız Kazakistan’da hayati önemi haiz konulardan biri can çekişme safhasına gelmiş Kazak dilinin tekrardan canlandırılması, Kazaklara yeni bir ruh vermek açısından gerekliydi. Bağımsızlığın onuncu yılını idrak eden bugünün Kazakistan’ında Kazak dilinin yavaş adımlarla ilerlemesine olanak sağlanmış fakat bundan da önemlisi özellikle yeni nesil arasında uluslararası dil statüsüne İngilizcenin yükselmiş olduğunu görmek Rus dili açısından negatif sonuçlar doğurmuştur. Özellikle Rus yazar Aleksandır Soljenitsın tarafından telaffuz edilen ve Rusların tamamının desteklediği bir diğer tez ile de Kazakistan’ın 48. enlem kuzeyindeki topraklarının Rus yerleşim bölgesi olması hasebiyle Kazakistan’a dahil edilmesiydi. Rus toprakları olarak lanse edilmeye çalışılan bu bölgedeki şehirler Qostanay, Kökçetav, Aqmola (Astana) Pavlodar, Qarağandı ve Doğu Kazakistan gibi tarihi Kazak topraklarıdır. Bunu engellemek için Kazak idaresi, Almatı’daki başkenti Astana’ya taşımak başarısına ulaşmıştır. Ancak bu değişikliğin sonucu olarak Kazakistan’ın kuzeyinden hiçkimseye bir karış toprağını dahi vermeyecek olan Kazaklarla, o bölgeleri kendi yerleşim alanları diyerek Ruslara ait gören Slav toplumu arasındaki kavganın kesin sonucu daha henüz belli olmamıştır.
On sekizinci asırda başlayan Çarlık idaresinden 1991 Aralığı’na kadar, kendi kendilerini yönetme şansına sahip olamayan Kazaklar için, bağımsızlık bu sebeple son derece önemlidir.
Ülkedeki başka grupların desteği olsun-olmasın, gelecek asrın Kazakistanı’nda, bu ülkenin geleceğinde söz sahibi olacak yegane grubun Kazaklar olması konusunda bazı çalışmalar yapıldığı görülmektedir.
Gerçekten de Kazakistan’ın sosyal yapısı, 1991 öncesindeki 70 yıllık Sovyet mazisi, 1920 öncesindeki eski Çarlık tahakkümünün çizme izleri neticesinde Kazak adının çağrıştırdığı gerçek özelliklerden oldukça farklı bir tablo sergilemektedir. Kazak toprakları önceleri Çarlık idaresinin özel politikaları çerçevesinde daha sonra Sovyet döneminde yürütülen politikalar neticesinde Kazaklardan çok başka etnik grupların barındığı bir toprak parçası haline getirildi. Uluslararası literatürde Kazakistan’da yaşayan halklar konusu açıldığında önce hemen Ruslardan söz etmek adet haline gelmiştir. Bunun sebebi, Kazakistan’daki etnik Slav nüfusunun Kazaklardan sonraki en kalabalık toplum olması ve bu toplumun arkasında gölge şeklinde her zaman Rusya gibi bir dev gücün durmasıdır. Ne var ki, 1991 itibarıyla Kazakistan’da toplam 101 çeşit farklı etnik grup söz konusuydu. Sovyet imparatorluğunun dağılma aşamasında ve bağımsızlığın hemen akabinde Kazakistan halkının yarısından çoğu Slavlardan müteşekkil bir ülke imajıyla dünya kamuoyuna lanse edilmiştir. Bu ifade de dikkat edilmesi gereken nokta Kazakistan’ın bu özelliğiyle, Türk, Müslüman ve Orta Asyalı kimliklerden uzaklaştırılarak, Slav ve Ortodoks dünyasına yaklaştırılması taktiğidir. Bu taktiği destekleyecek tartışmanın püf noktasını da Kazakların %40’ının Rus dilini çok iyi bilmesi ve Sovyet idaresinin kamçısıyla Rus yaşam tarzına kendini adapte etmiş olmasıydı.
Bütün bu gerçekler sonucu, yeni bağımsız Kazakistan’ın peyk statüsünden kurtularak gerçek egemenliğini ve bağımsızlığını ülkenin gerçek sahibi olan Kazaklara geçirmesi için diğer komşu Orta Asya cumhuriyetlerinden daha fazla gayret göstermesi gerekiyordu. Ancak bu tip çalışmalar Kazakistan’daki Kazak egemenliğini istemeyenlerce de yakından takip edildiği için oldukça dikkatli yürütülmek durumundaydı. Kazak aydınları açık olarak ifade etmemekle birlikte milliyetçiliği bağımsız Kazakistan’ın devlet kurma ve ortak kimlik yaratma amaçları için kullanmaya çalışmışlardır. Özellikle Kazak dilli basının üzerinde durduğu konular arasında milli ve tarihi değer ve şahsiyetlerin tekrar çalışılması, eski dönemde ağır yara almış olan Kazak dilinin rehabilitasyonu kullanılarak halka ortak kimlikleri hatırlatılmak yoluna gidilmiştir. Bu çalışmalar dahilinde, eski dönemlerde yok edilen yeni anlayışların tekrar hatırlatılması, Kazakların geçmişinde vukuu bulan mücadelelerin medyada oldukça sık olarak yer alması tarihi devamlılık iddiası temeline dayanan milliyetçiliğin dikkatlice kullanılmasını gerektirmiştir. Her ne kadar ideoloji olarak milliyetçilik son iki yüzyılın ürünüyse de, bir halkın kültürel, linguistik ve siyasi köklerine dayanan millet ve milliyetçilik kavramı Kazakların da dayanmak zorunda oldukları önemli bir nokta olmuştur.
Kazakistan’ın bağımsızlık sonrasındaki sorunlarının temelini, bu ülkede daha önceleri tahakküm kuran sistemlerde aramak gerekir. Bağımsızlığı takip eden yıllarda ve halen özellikle Kazak aydın ve yöneticiler, eski Sovyet topraklarının birçoğunda rastlanan eğilimi takip ederek territoryal ulus-devlet yaratma çalışmalarına başlamışlardır. Kazak tarihine geri dönüş, milli sembolleri tekrar hatırlama, özellikle Kazakların topraklarına yönelik dış mihraklı kontrollere karşı mücadelesini konu alan, Kazak dilinin düştüğü acınacak durumu düzeltmeye yönelik ve her ne kadar Kazakistanlıların yaşadığı bir devlet olarak ilan edilse bile ülke geleceğinin idari ve politik mekanizmasının bilinçli olarak Kazakların eline geçmesi konusunda çalışmalar başlatılmıştır. Sovyet devri, Kazaklar arasında Lenin öncesi yıllara ait geçmişi tamamiyle silmeye çalışmış ve bu durum bağımsızlık sonrasında Kazakların komünizm öncesi kimliklerine çabucak sahip çıkmasını engellemiştir.[2]
Komünizm öncesindeki devirdeki Kazak kimliği ve Kazak siyasi ve entellektüel aktivitesi ise bağımsızlığın ilk yıllarındaki durumla taban tabana zıt özelliklere sahipti. Alaş Orda hareketi ile Sovyet devri öncesinde gerçek milliyetçi harekete sahip olan tek bölge olan Kazakistan, Sovyet devrinde ise Ruslaştırılmanın en yoğun yürütüldüğü bir ülkedir.[3] Alaş Orda lideri Alihan Bökeyhanov’un Kazak topraklarının Slavlarca işgal edilmesine yönelik tartışmaları hukuki, siyasi, ekonomik ve çevresel açıdan ele alan çalışmaları, daha yirminci yüzyılın başında Kazaklara yöneltilen tehditleri açıkça gösteriyordu. Alihan Bökeyhanov bu problemi sadece Kazaklara yönelik iç muhasebeye ithaf edilen eserlerde değil, umumi Rusya siyasetinde de ifade ederek, Çarlık Rus Parlamentosu Duma kanalıyla düzeltmeye çalışmıştır. Kazakların siyasi bilincinin gelişmesi, Kazaklar arasında siyasi aktivitenin artması amacıyla, Alaş Orda’nın diğer liderleri de gerek devrim öncesinin en önemli iletişim organı olan Qazaq gazetesinde ve başka çalışmalarla büyük katkılar sağlamışlardır. Kazak bozkırlarındaki anti-koloniyal ve devrimci hareketlerin aktif katılımcısı olan edip, şair, eğitimci ve mütercim Ahmet Baytursın’ın çalışmaları Alaş Hareketi’nin Kazak halkını Kazak aydınlarına bağlayan temel taşlarını oluşturmuştur. Alaş Orda hareketinin meşhur şairi Magjan Cumabayoğlu şiirleriyle Pantürkizm ve Panturanizm gibi ideolojilerin Kazak anlayışına göre sınırlarını çizmeye çalışmıştır. Mağjan Cumabayoğlu bir taraftan Kazak dilinin şiirsel gücünü kullanmaktaki ustalığını kullanarak Kazakların tarih şuurunu şekillendirme çalışması yapmış diğer taraftan da umumi Türk dünyasıyla Kazakların bağlılık derecesinin sınırlarını göstermek istemiştir.
Mağjan Cumabayoğlu’nun şiirlerini okuyan Kazakların, 1910 ve 1920’ler itibarıyla var olan Türk dünyası kavramları oldukça kapsamlıdır. Yirminci yüzyılın başında Kazakların ırkdaş ve dildaş gördükleri halkların yaşadığı coğrafi saha Anadolu Türklerinin yuvası Osmanlı İmparatorluğu’ndan, Ural Dağlarından Orta Asya’nın kalbine kadar uzanan genişliği kapsıyordu. Magjan şiirlerinde işlenen tarihi semboller, Farabi’den İbn-i Sina’ya, Cengiz’den Timur’a kadar ki politik, kültürel sahaları kapsıyordu. Özellikle Türkistan şiiriyle Magjan, Turan kavramının özellikle Orta Asya’daki Türkler için ne kadar birleştirici unsurla ihtiva ettiğini işlemiştir. Alaş Orda öncesindeki devrin kahramanca mücadelesinin Kazak bozkırlarındaki sembolleri ise Canibek, Kerey, Kasım Han, Esim Han, Abılay Han ve Han Kene ya da Kenesarı gibi zirveleşen güçlü tarihi şahsiyetlerlerdir. Orta Asya’nın bağrında, on beşinci asırda oluşmaya başlayan Kazak Hanlık idaresinin son üç yüzyıllık tarihi ise geleneksel Kazak yaşam tarzını korumak ve Kazak adındaki topluluğun kendine münhasır özelliklerini sürdürmek adına, Rus Çarlık idaresine karşı yürüttüğü mücadelelerle doludur. Kazak tarihinin ölüm-kalım savaşlarının en önemlilerinden olan on sekizinci yüzyıl Aqtaban-Şubrnndı hadiseleri sırasında “el men jer qamı üşin küresken” vatan ve millet derdi için savaşan, Qarakerey Qabanbay, Qanjıgalı Bögenbay, Şaqşaqulı Janibek, Qazdavıstı Qazıbek gibi geleneksel liderlerle ilgili çalışmalar hakkında günümüz Kazak medyasında yayınlanan araştırmalar oldukça önemlidir. Rusya genelinde 1905 Devrimi sonrasında ise, millet kurma çalışmasını başlatan Kazak aydınlarının Alaş Orda bayrağı altındaki aktiviteleri 1917-1921 Bolşevik başarısından sonra inkıtaya uğratılmıştır. 1920’lerde başlayarak 1930 ve 1940’larda zirveye çıkan totaliter Sovyet idaresi enternasyonal komünist ideolojinin bir parçası olarak etnik Kazak kimliğini yaratmak çalışması sırasında bu halkın geçmişinin en önemli safhalarını Sovyet mentalitesine göre yorumlamak çabasında olmuştur. Kazak milli benliğinin yeniden canlanmasını önleyecek bütün konuların nüvesine kadar tahrip edilmesi gayesi güdülmüştür.
Gorbaçov devri Sovyet idaresinin glasnost politikasıyla başlayan ve Kazak tarihinde kasıtlı olarak yaratılan boşlukları doldurmak maksadıyla Kazak medyasında başlatılan kampanya, öncelikle Alaş Orda hareketinin gerçek tarihini ve Alaş Orda liderlerine karşı yapılan haksızlıkları düzeltme tartışması şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu tarihten itibaren özellikle Kazak dilli basın yayın organlarında Kazak tarih bilgisinin yönlendirilmesi, Kazak Hanlık idaresinden başlayarak Sovyet devrinin son yıllarına kadar olan tarihi olaylar Kazak gözüyle tamamıyla tekrardan yazıldı. Kazak tarihinin Çarlık ve Sovyet dönemlerince yasaklanan bütün safhaları imkanlar elverdikçe günümüz Kazak aydınları, akademisyenleri, gazetecileri ve düşünürleri tarafından atlanmadan ele alınmaya çalışıldı.
Yeni dönemdeki tartışma noktasının ana fikri Kazakistan’ın ve Kazakların bağımsızlık sonrası düştükleri zor durumun müsebbibinin iyi anlaşılarak halkın bu problemlere yönelik bakış açılarını değiştirmek idi. Kazakistan’ın Çarlık Rusya idaresine “kendi isteğiyle girmesi iddiasının” gerçek mi, uydurma mı, propaganda mı saptırma mı olduğundan başlayarak, Çarlık devrindeki müstemlekeci Rus tahakkümüne karşı efsanevi direniş ve mücadele başlatan Kenesarı hakkında önceden basılıp Sovyet devrinde yasaklanan araştırmalar daha da derinleştirilerek Kazak okurlarına sunuldu. Orta Asya’nın Bolşevik devri öncesindeki yegane gerçek milliyetçi hareketi olan Alaş Orda tarihiyle ilgili önemli arşiv çalışmaları yeniden yapılarak kıymetli eserler ortaya çıkarıldı. Sovyet devrinde haksız zulme uğratılarak, hapse atılarak, sorgulanarak kurşuna dizilen bütün Alaş Ordacı ve diğer Kazak aydınlarının Sovyet organlarınca yapılan sorgulama tutanakları incelendi ve tekrar yayınlandı. 1930’larda Kazak nüfusunun oldukça önemli bir kısmının hayatına mal olan ve merkez Moskova kararlarıyla sürdürülen açlık döneminin muhasebesi de yapılarak bu konuda onlarca kitap, yüzlerce gazete haberi yayınlandı. Alaş Ordacıların Kazak topraklarına yönelik ve Kazak topraklarının Batı’dan gelen Slav kökenlilerce işgali neticesinde göçebe Kazakların duçar edildikleri zorluk ve haksızlıkları tartışan yazıları, bu konudaki aktiviteleri bağımsızlık sonrası Kazak medyasının önemli konularından biridir. Kazak aydınları, kendi geleneklerinin öngördüğü açıyla “joğalğandı joqtav” kaybedileni arama çalışmalarını bu meyanda devam ettirerek geçmişin muhasebesini medya yoluyla halka ulaştırarak, Kazakistan’daki Kazak dilli okuyucuların tarih şuurunu derinleştirmek ve Kazak halkının iç muhasebesini yapmasına olanak sağlamak gayretini sürdürdü.
Bağımsızlık sonrasında bir grup Kazak aydını bağımsız Kazakistan’ın gelecekteki nesillerine örnek olacak kahramanlardan en önemlisinin Çarlık devrinde Rus tahakkümüne karşı savaşan Kenesarı Kasımov olması konusunda Kazakistan cumhurbaşkanına bir açık mektup yayınlayarak gelecekteki Kazakistan’ın Kazak soyunun tercihini açıkça belirtmekten kaçınmadılar. 1994 senesinde yazılan bu açık mektuba, Kazak yönetimince cevap 2001 senesinde Astana’da verildi. 2001 senesinde Astana’da Kenesarı Kasımov’un bir heykeli dikilerek Kazak aydınlarının bir hedefi de idarece gerçekleştirilmiş oldu.[4] Böylece yeni kurulan bağımsız Kazakistan Devleti’nin milli kahramanlarının kim olacağı tartışması Kazaklar açısından kesinlikle vaktiyle Kazak topraklarını dışarıdan gelerek işgal edenlere karşı savaşan tarihi figürler olarak belirlenmiş oldu.
Dikkat edilmesi gereken husus, günümüz Kazak aydınlarının Batı literatüründe özellikle batılı olmayanlarca yapıldığında negatif ve saldırgan olarak nitelenen milliyetçiliği bilinçli ya da bilinçsiz olarak uygulamaya girişmiş olmalarıdır. Bunun birinci sebebi son derece tabii bir şekilde gelen özünü savunma, özünü özüne anlatabilme, bir halkın medya kanalıyla sesli düşünmesi sonucu Kazakların geçmişte uğramış oldukları haksızlıkları hatırlama ve bunun sebeplerini araştırma gayretinden doğmaktadır. İkinci sebep bağımsız Kazakistan’ın Kazak idarecilerinin bu konulardaki yayınlara gösterdiği telaffuz edilmeyen hoşgörüdür.
Her ne kadar bağımsızlıktan on yıl geçmiş olmasına rağmen Kazak dilini kullanan Kazakların sayısında müthiş bir artış gözlenmese de, Kazaklar arasında milli bilincin güçlendiği açıktır. Kazakistan ortalamasına göre, ülkedeki Kazak nüfusu %45’ler seviyesine ulaşmıştır. Ülkenin siyasi, idari, ekonomik ve diplomatik işleri ve pozisyonları konusunda bağımsızlık döneminde Kazakların edindiği tecrübeler önemlidir. Uluslararası arenaya ilk defa çıkan Kazaklar ülkelerini temsil ederek kazandıkları deneyimlerle Kazak tarihinin başka hiçbir devrinde görülmediği kadar çok diplomatik ve siyasi tecrübeye sahip olmuşlardır.
Uluslararası arenadaki bu başarının tersine, ülke içinde daha tartışılıp çözülmemiş bazı önemli problemler vardır. Yeni bağımsızlığına kavuşan bu ülkenin, eski Sovyet kimliğinden sıyrılarak yeni ulusal kimliğini oluşturması, yeni politik birliği oluşturan vatandaşların kendilerini samimi olarak yeni devletlerinin gerektirdiği bağlılığa adaması, ülkedeki ekonomik, sosyal ve siyasi istikrarı kurmanın ilk şartını oluşturması gerekir. Ancak Kazakistan’da olacağı ilan edilen “Kazak” değil ve fakat “Kazakistanlı” kimliğinin özellikle ülkede yaşayan etnik Rus toplumu arasında gelişmesi ihtimali oldukça zor görünmektedir. Kazakistan’daki etnik Rus toplumu marjinalleşmeyi kabul ederek küçük ve önemsiz duruma düşmek ihtimalini reddedecektir.[5] Kazaklar ve Slav kökenli grup arasındaki ayrılıklar, Kazakistan’ın devlet yaratma prosesi geliştikçe derinleşecektir. Umulan odur ki, bu durum Kazak Devleti’nin yeniden yaratılma ihtimalini tehlikeye düşürmesin.
Milliyetçilik Üzerine Batının Kavram Kargaşası
Bu probleme destek veren ve Kazakistan’ı Kazakların vatanı olarak görmekten çok, birçok etnik grubun yaşadığı ve özellikle bu etnik gruplar içerisinde vaktiyle Kazakların isteklerine zıt olarak dış güçlerce Kazakistan’a yerleştirilen Slav grubunun da yaşadığı bir ülke olarak gören uluslararası veya Batılı anlayış, bağımsızlık sonrası Kazakistan’ın işlerini daha da çetrefillleştirmektedir.
Batılı çevre ve kaynakların literatür ve anlayışında, Kazakistan’da milliyetçilik konusu ele alınabilir ancak Kazakistan milliyetçiliğinden söz edilemez. Kazakistan’da ancak Kazak milliyetçiliği veya Kazak etnik milliyetçiliği veya daha başka etnik milliyetçiliklerden söz edilebilir tartışması hakimdir. Günümüz uluslararası ilişkiler anlayışına uygun olarak Kazakistan’da milliyetçilik olgusunu tartışırken bu konuya biraz açıklık getirmek gerekecektir. 2002 senesi itibarıyla Kazakistan’da yaşayanları homojen bütünlük arz eden bir ulus-millet olarak ifade etmek mümkün değildir. Son iki yüzyıl içerisinde bu bölgede olan siyasi, askeri ve sosyal değişiklikler bölge halkının millet olarak değil ancak etnik gruplar olarak tanımlanmasını olanak kılacak şekilde gelişmiştir. Bu gelişme, Kazakistan adındaki bu yeni bağımsız ülkeye adını vermiş olan Kazak halkının milliyetçiliğini sadece etnik milliyetçilik kategorisinde görme inancını sağlamlaştırmaktadır. Uluslararası literatürde etnisite veya etnik grup tabiri, kültürel ve bölgesel geçmişleri farklı olan halkların bir arada bulundukları durumları tarif etmek için kullanılır.[6]
Bu anlayış sebebiyle, Kazakistan’ın hemen güney sınırı ötesindeki Özbekistan için 1991 sonrasında gelen bağımsızlık sürecinin pekişmesi ve devlet mekanizmasının oturması için ulus-devlet yaratma mecburiyetleri konuşulduğunda Özbek milliyetçiliği tartışmasız olarak konunun ana fikrine dahil olduğu halde Kazakistan’da ulus-devlet yaratma ve yeni bağımsız olan Kazakistan’ın geleceğini sağlam temellere oturtabilmek için ülke halkını Kazakistan ülküsüne bağlamak işte bu sebeplerden oldukça çetin hatta mümkünatsız görünmektedir.
Bunun başlıca sebebi ise Kazakistan’da bulunan etnik slav nüfusunun, ülkede yaşayan vatandaşların ikinci büyük çoğunluğunu meydana getirmesidir. Burada karşılaşılan problem sadece Kazaklardan kaynaklanmamaktadır. Rusların millet ve milliyetçilik anlayışından da doğmaktadır. Herşeyden önce sadece Kazakistan değil Orta Asya’nın herhangi bir bölgesinde yaşayan bir Rus kendisini öncelikle Rus olarak görür ve Orta Asya’nın bugün bağımsız devlet olarak anılan herhangi bir devletinin (Kazak, Özbek, Kırgız veya Tajik) vatandaşı olarak pasaport almasını ise sadece ve sadece idari bir prosedür mecburi bir bürokratik gereklilik olarak algılar.[7] Bu özellik yeni kurulan ve henüz varlığını pekiştirmeye çalışan Kazakistan gibi bir ülkede büyük önemi haizdir. Aynı zamanda özelde Kazakistan’da ve genelde bütün Orta Asya ülkelerinde milli kimlikler ve vatandaşlık meselelerinin ciddi olarak ele alınmamış olması ve bu iki çok önemli konudaki anlayışın müphem vaziyette buz üstünde tutulması ülke geleceğinde istikrarı bozucu potansiyel bir probleme de işaret etmektedir. Kazakistan Cumhuriyeti’nin vatandaşları, Almanya vatandaşlarının Alman olduklarını, ABD vatandaşlarının Amerikalı olduklarını idrak ettikleri anlamda kendilerini Kazak veya Kazakistanlı hissetmemektedirler. Uluslararası ilişkilerin evrensel hale gelen anlayışı ise işte bu sebepten Kazakistan’ı Kazakların tartışmasız yurdu olarak görmekten ziyade, Kazakları bu Kazakistan adı verilen ülkede etnik gruplardan sadece biri olarak görmeyi tercih eder.
Kazakistan’ın bugünkü idareci ve aydınları da bu konulara eğilerek, probleme çözüm aramaktan bilhassa kaçınır bir tavır sergilemekle birlikte, etnik Kazak basınında saf Kazaklara seslenirken onların hoşuna gidecek mesajlar vermektedirler. Çalışmanın başında belirtildiği gibi, gerçekten Kazaklar yeni yüz ve bin yıla bağımsız olarak adım atmışlar mıdır, yoksa bu yeni devir Pandora’nın kutusundaki problemleri açma dönemimi olacaktır soruları düşünen zihinleri meşgul etmektedir. Topraklarının yarısının başka bir ulusun kontrolü ve yerleşimi altında bulunmasına bakılmaksızın Kazakistan Devleti’nin bağımsız olduğunu ilan etmek, Kazakları yalancı bir hülya gibi görünen yüzyıllardır özlenen kendi kendini yönetmek hayalinin peşine salmak mıdır? sorusu zihinleri kurcalar. Ancak bilinçli olarak milliyetçilik yapıldığı varsayılırsa, Kazakların bu atılımını bekleyen tehlike sadece Kazak topraklarındaki Slavlar olmayacaktır. Millet, milliyetçilik, etnisite ve uluslararası ilişkilerle uluslararası politik düşünce kavramlarının teorik merkezleri kabul edilen mihraklar da bu atılımı tasvip etmeyeceklerdir. Barışı korumak, uzlaşma sağlamak adına Kazakistan’ın geleceğinin ulus-millet olma konumundan federal konuma geçişinin sağlanması yolları güdüleceği tahmin edilmektedir. Bu konudaki tartışmaların zemini de yavaş yavaş yapılmakta ve Kazakların bağımsız devletinin geleceği konusundaki tartışmalara yön verme metodları Batılılarca İncelenmektedir.[8]
Çankaya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi /Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 19 Sayfa: 364-368