Urfa’nın yaklaşık elli yıl Haçlı hâkimiyetinde kaldıktan sonra 24 Aralık 1144 tarihinde Türkler tarafından yeniden fethi, Doğu’daki Haçlılar ile Avrupa’da büyük bir şok yarattı ve 1101 yılı Haçlı ordularının Anadolu’da imha edilmesinden sonra yaklaşık yarım asır kadar duraklamış olan Haçlı hareketinin yeniden başlamasına sebep oldu.
Doğu’dan gelen âcil yardım çağrıları üzerine Papa III. Eugenius (1145-1153) tarafından plânlanan Haçlı seferi Fransa Kralı VII. Louis’in (1137-1180) katılımı ve Avrupa’da sözü en çok geçen kişilerden biri olan Başrahip Bernhard de Clairvaux’un çabaları sayesinde uygulamaya konulabildi. Bernhard, Alman Kralı III. Konrad’ın (1138-1152) da Haçlı seferine katılmasını sağladı. Bu suretle İkinci Haçlı Seferi bundan önceki Haçlı seferlerinden farklı olarak Avrupa’nın en güçlü iki hâkiminin kumandasında gerçekleştirilecekti. Ancak Türklerin gittikçe artan gücü karşısında tehdit altında kalan Kudüs ve Antakya’nın da kaybedileceğinden korkan Avrupa Urfa’nın artık geri alınamayacağını kabullenerek Kudüs’ü savunmak ve Doğu’da zor durumda olan Haçlılara yardım etmek üzere harekete geçti.
Önce Alman Kralı Konrad 1147 yılının Mayıs ayında ordusuyla beraber yola çıktı ve Niş-Sofya- Filibe-Edirne üzerinden ilerleyerek 10 Eylül 1147 günü İstanbul önüne ulaştı. İki Haçlı ordusunun İstanbul önünde buluşmasının Bizans için büyük bir tehlike oluşturacağını düşünen İmparator Manuel Komnenos, Almanları bir an önce şehir önünden uzaklaştırmaya çalıştı.[1] Sonunda Konrad ve ordusu Bizans gemileriyle Anadolu yakasına geçip Kadıköy’de[2] ordugâh kurdular. Kinnamos’un kaydına göre,[3] Alman kralının bir rehber isteği üzerine, Manuel muhafız alayı kumandanı olan Stephanos’u Konrad’a gönderdi. Bu arada ona Bizans topraklarından geçen yolu tâkip etmesini tavsiye ederek Türklere karşı birlikte savaşa girmek teklifinde bulundu, fakat Alman kralı yapılan teklifleri reddederek Philomelion’a (Akşehir) giden yolda ilerlemeye karar verdi. Konrad, Almanya’daki saltanat nâibi ve Corvey manastırının başrahibi Wibald’e yazdığı mektupta, Philomelion üzerinden güneye inen bu en kısa yolu,[4] Anadolu’yu çabucak geçmek için tercih ettiğini belirtmiştir.[5] Konrad’ın, imparatorun teklifini reddedip en kısa yoldan Suriye’ye ulaşmak için Türklere ait olan araziden geçmeyi göze alması, onun ordusunun büyüklüğüne güvenmesinin sonucu olabilir. Bundan sonra Konrad, ordusunun disiplinini sağlayabilmek maksadıyla her birliğe ayrı kumandanlar tayin ettikten sonra[6] İzmit Körfezi boyunca yürüyüşe geçti.
İmparator Manuel, Kral Konrad’a savaşçı olmayan ve orduya yük teşkil eden yayaları ülkelerine geri göndermesini tavsiye etmiş,[7] fakat Konrad imparatorun bu tavsiyesine de aldırmamıştı. Bununla beraber kral, İzmit’i geçip İznik’e (Nikea) varınca ordusunu ikiye ayırarak[8] ordunun savaşçı olmayan unsurunu birçok asille beraber Otto von Freising’in idâresinde Denizli (Laodikeia) üzerinden Antalya’ya gönderdi. Otto’nun idâresindeki Haçlı grubunun[9] bu seyahati hakkında kaynakların verdiği bilgi yok denecek kadar azdır.[10] Ancak Odo’nun kaydından bu grubun sahil yoluyla güneye doğru ilerlediğini[11] ve büyük bir kısmının Denizli yakınlarında Türkler tarafından yok edildiğini öğreniyoruz.[12]
Konrad ise ordunun vurucu gücünü teşkil eden birlikleriyle, yani seferin esas kısmıyla beraber yol boyunca kendilerine gerekli olan yiyecek maddelerini yanına alarak 15 Ekim günü,[13] Bizans Kumandanı Stephanos’un rehberliğinde İznik’ten Dorylaion yönünde harekete geçti. Niketas’ın kaydına göre,[14] İmparator Manuel, Haçlıların yiyecek sıkıntısı çekmemeleri için gerekli yiyeceği hazırlamıştı. Bu sebeple Alman Haçlılar, Bizans arazisi içinde ilerlerken hemen hemen hiç yiyecek ve su sıkıntısı çekmediler; tek şikâyetleri, Bizanslıların una kireç katmalarıydı. Ama bir hafta sonra Bizans topraklarından çıkınca ne alışveriş yapabilecekleri bir pazar ne de su bulabildiler. Ümitsizliğe kapılan Haçlılar bu yüzden Bizanslı rehberleri suçlamaya başladılar ve orduda ihânet dedikoduları yayıldı. Bunun üzerine bir süre sonra rehberler birliklerini alarak Haçlı ordusundan ayrıldılar.[15] Belki de, tehlikeyi sezen veya civarda büyük bir Türk ordusunun toplanmış olduğunu haber alan rehberler Konrad’ı geri dönmesi hususunda uyarmış, fakat ordusunun büyüklüğüne güvenen ve Türklerden korkarak geri çekilmeyi kendine yediremeyen Konrad bu teklifi kabul etmeyince geri dönmüşlerdir.
Gerçekten de Willermus’un kaydına göre,[16] bu sırada çok büyük bir Türk ordusunun yakınlarda olduğu haberi de kesinlik kazanmıştı. Alman Haçlı ordusunun Anadolu’ya geçtikten sonraki yürüyüşünü yakından tâkip eden Türkiye Selçuklu Sultanı I. Mesud’un (1116-1155), Haçlıların Anadolu içinden geçmesine engel olmak amacıyla toplamış olduğu büyük ordu, onlara saldırmak için uygun yer ve zamanı beklemekteydi.[17] Almanlar, Türk arazisine girer girmez açlık ve susuzlukla karşılaştıkları gibi, bölgeyi çeviren Türk okçularının hücumlarına da maruz kalmaya başlamışlardı. Türkler ilk olarak küçük kuvvetlerle Haçlıların güçlerini anlamak ve durumlarını öğrenmek için artçı birliklerine hücum ederek onları büyük kayıplara uğrattılar.[18] Bu hücumlarını defalarca tekrarlayan Türkler sürekli ordunun gerisinde kalan yaya askerlerine saldırmaya devam ettiler.[19]
Böylece bir yandan açlık diğer yandan da Türk saldırıları yüzünden kayıplara uğrayan Alman Haçlı ordusu, nihayet 26 Ekim 1147[20] tarihinde, Eskişehir (Dorylaion) yakınındaki Sarısu (Bathys) Irmağı’na ulaştı. Aç ve bitkin haldeki ordu, ırmak kenarında kamp kurmaya karar verdi. Herkes rehavet içinde dinlenmek üzereyken birdenbire Türk ordusunun toplu hücumuna uğradılar.[21] Türklerin bu ani taarruzu, zaten aç, susuz ve yorgun olan Almanlar arasında tam bir kargaşa yarattı. Hafif teçhizatlı ve süratli atlara sahip olan Türk süvarileri, saldırılarını büyük bir çeviklikle defalarca tekrarladılar. Almanlar güç ve silâh yönünden Türklerden çok daha üstün oldukları halde ağır zırhları ve kalkanlarıyla Türkler’e karşı savaşamıyor, ayrıca kendileri gibi atları da açlık, susuzluk ve yorgunluktan bitkin olduğu için süratli hareket edemiyorlardı.[22] Birinci Haçlı Seferi sırasında büyük bir yenilgiye uğrayan ve 1101 yılı Haçlı Seferleri ordularına karşı gerilla taktiğini kullanan Sultan I. Kılıçarslan’ın oğlu Mesud da şimdi aynı yöntemi kullanmıştı. Böylece Türkler Haçlı ordusuyla bir meydan savaşına girmek yerine, arka arkaya düzenledikleri şiddetli saldırılarla kalabalık Alman ordusunu kademeli olarak imha etmeye çalışmış, Haçlılar ise Türklerin bu saldırılarına karşılık verme fırsatı bulamamışlardı. Kinnamos,[23] Konrad’ın bu savaşta, imparator tarafından kendisine hediye edilen son derece süratli atını kaybettiğini ve bu yüzden de Türkler tarafından esir alınmasına ramak kaldığını yazmaktadır. Alman Haçlı ordusunun umutlarına son veren ve daha çok bir katliamı andıran bu savaştan sonra Willermus’a göre,[24] sayısız büyüklükteki Alman Haçlı ordusunun ancak onda biri sağ kalmıştı. Bunların bazısı açlık yüzünden, bazısı da ok yağmuru altında can vermişti. Türkler, bu savaştan sonra zengin bir ganimet, sayısız silâh ve at da elde etmişlerdi. Süryânî Mikhail,[25] “Türk memleketleri frankların esvap ve paraları ile o kadar doldu ki, Malatya’da gümüş, kurşun kıymetine düşmüştü. Frankların esvabı İran’a kadar götürüldü” diye yazmaktadır. Ağırlıklarını ve ordusunun büyük bir kısmını kaybeden Kral Konrad ise bir kaç asili ve sağ kalan askerleriyle beraber kaçarak İznik istikametinde geri dönmeye başladı.
Alman Haçlı ordusu bu geri dönüş sırasında da bir taraftan açlığa diğer taraftan da ardı arkası kesilmeyen Türk saldırılarına karşı koymak zorunda kaldı.[26] Süryânî Mikhail,[27] yiyecek aramak için gruplar halinde etrafa dağılanların derhal Türkler tarafından öldürüldüklerini kaydetmiştir. Bu seyahat sırasında Alman Kralı Konrad da ok darbesiyle yaralanmıştı.[28]
Konrad ve sağ kalan adamları sonunda 2-3 Kasım’da[29] İznik’e ulaşmayı başardı. Pek çok kişi Haçlı yeminlerini yerine getirmekten vazgeçerek ülkelerine geri dönmek arzusuyla buradan İstanbul’a geri gitti.[30]
Bu arada Macaristan üzerinden ilerleyerek Almanlardan bir ay sonra 4 Ekim 1147’de İstanbul önüne gelen Fransa Kralı VII. Louis ve ordusu İzmit Körfezi’ni dolaşarak Kasım ayı başında İznik’e ulaşmış ve İznik Gölü yakınında ordugâhını kurmuştu. Burada Louis’e, Alman kralının Türklerle yaptığı savaşta ordusunun büyük kısmını kaybettiği bildirildi. Bir süre sonra, Konrad’ın, olanları bildirmek ve yardım istemek üzere göndermiş olduğu yeğeni Friedrich von Schwaben ve birkaç asil, Kral Louis’in ordugâhına gelerek Alman kralının başına gelen felâket hakkında kesin ve ayrıntılı bilgi verdiler.[31]
Derhal yakınlarda bulunan Konrad’ın yanına gelen ve Alman kralı ile adamlarını perişan bir vaziyette bulan Louis onlara para ve malzeme yardımında bulundu. İki kral yaptıkları görüşme sonunda, seferin bundan sonraki kısmı için ordularını birleştirmeye karar verdiler.[32] Odo’ya göre, Konrad yola çıkmadan önce İznik’te erzak temin ederken Louis, Lupar (Lopadion, Ulubad)[33] kalesinde onu bekleyecek ve burası orduların birleşme yeri olacaktı.
Böylece Louis ordusuyla beraber Lopadium’a gelerek burada, anlaşmaya göre Almanları beklemeye başlamıştı. Arkadan gelen Almanlar bütün erzak maddelerinin Fransızlar tarafından tüketilmiş olması dolayısıyla yiyecek bulabilmek için etrafa baskınlar düzenleyince Bizanslıların saldırısına uğradılar. Az sayıdaki Bizanslıya karşı koyamayacak kadar perişan durumda olan Almanlar sonunda Konrad’ın âcil ricası üzerine Louis’in yardıma gönderdiği bir Fransız birliği tarafından Lopadion’a götürüldüler. Burada iki kral tekrar bir araya geldi.[34]
Böylece iki ordu birlikte yürüyüşe başladı ve 11 Kasım’dan sonra[35] Balıkesir yakınındaki Esseron’a ulaştılar. Kral Louis, Esseron’dan sekiz gün sonra Alaşehir’e (Philadelphia) ulaşan ve Denizli üzerinden Antakya’ya (Antiochia) inen yoldan gitmeyi plânlamıştı. Bu yol, sahil yolundan daha kısa ve rahat olmakla beraber Selçuklu Türklerinin sınırlarına çok yakın olduğu için endişe vericiydi. Bu yüzden Louis, Konrad’ın tavsiyesine uyarak kıyı yolundan güneye inmeye karar verdi. Böylece ordular Edremit’e doğru ilerlemeye başladılar. Direk yolu tâkip edenler yarım günde Edremit limanına ulaşırken, bazı vadilerde yoldan sapan Fransa kralı ve yanındakiler yollarını şaşırarak kayboldular ve ancak üçüncü gün Edremit’e varabildiler.[36]
Bundan sonra Fransız Haçlı ordusu dolambaçlı sahil yoluna girdi. Yerli halk ordudaki yayaların küstahça hareketleri yüzünden haklı olarak şehirlerinin kapılarını onlara kapatarak yiyecek temini hususunda zorluklar çıkarıyordu. Bizanslı köylüler, korkudan götürebilecekleri her şeyi yanlarına alıp dağlara kaçmışlardı. Haçlılar ancak kıyı boyunca kendileriyle beraber ilerleyen Bizans gemilerinden yiyecek alıyorlardı. Odo’nun kaydına göre, Haçlı ordusu bu koşullar altında ilerlerken bazı Haçlılar, kötü hava koşulları yüzünden denizde maruz kalacakları tehlikelere aldırmadan bulabildikleri Bizans gemilerine binerek seyahatlerine deniz yoluyla devam etmiş, bazıları da Haçlı ordusundan ayrılarak Bizanslıların hizmetine girmeyi tercih etmişti.[37] Fransızların arkasında ilerleyen Almanlar ise onlara güçlükle yetişiyorlardı ve o kadar yavaş yürüyorlardı ki, bu yüzden Fransızların alay konusu oluyorlardı.[38] Böylece Haçlı orduları Bergama (Pergamo) ve İzmir’i (Smyrna) geçtikten sonra Efes’e (Ephesos) ulaştılar.[39]
Anadolu’da uğramış olduğu felâketten sonra hem ruhen hem de bedenen yıpranmış olan Alman Kralı Konrad, İmparator Manuel’in daveti üzerine Efes’ten İstanbul’a geri döndü.[40] Konrad, ilkbahara kadar İstanbul’da kaldıktan sonra Mart 1148’de asilleriyle beraber bir Bizans filosuyla Filistin’e doğru denize açıldı.[41]
Odo’nun kaydına göre[42] Kral Louis de Efes’te İmparator Manuel’den mektuplar almıştı. Manuel mektubunda, Türklerin Haçlılara karşı savaşmak için sayısız bir ordu topladığını bildirmekte ve Louis’e imparatorluk kalelerine sığınmalarını tavsiye etmekteydi. Manuel, Louis’e gönderdiği diğer bir mektubunda ise Haçlıların, imparatorluk topraklarında verdikleri zararları belirtiyor ve bundan sonra Bizans halkının, kendilerine verilen bu zararlar yüzünden Haçlıları dostça karşılamamalarına mani olamayacağını bildiriyordu. Kral Louis, imparatorun bu mektuplarına hiç önem vermediği gibi cevap vermeye bile tenezzül etmedi.
Fransızlar, 1147 yılı Noeli arifesinde Efes yakınındaki Decervion Vadisi’nde ordugâh kurdukları zaman Türkler ortaya çıkarak bu andan itibaren Haçlı ordusunu taciz etmeye başladılar. Haçlılar nihâyet dört gün sonra buradan ayrılıp Menderes Vadisi boyunca ilerleyerek Denizli’ye (Laodikeia) ulaşmak üzere güney doğu istikametinde yürüyüşe geçtiler.[43]
Fransız Haçlı ordusuna karşı da gerilla taktiğini kullanmayı düşünen Türkler, yalçın dağlar arasındaki Menderes Nehri’nin her iki tarafında da tertibat almışlardı. Odo de Deuil’ün kaydına göre Louis, nehir kenarına geldikleri zaman ordusunu savaş düzenine sokup şiddetli kış yağmurlarıyla kabarmış olan nehir boyunca yaklaşık iki gün yürüdükten sonra nihayet bir geçit bulabilmişti. Böylece 1 Ocak 1148 tarihinde[44] Pisidia Antiokheiası yakınında nehri geçmeye çalışan Haçlılar ile Türkler arasında bir savaş meydana geldi. Bütün çabalarına rağmen Haçlıları engelleyememiş olan Türkler süratli atları sayesinde hızla, fakat kayıplar vererek dağlara doğru çekilmeye başladılar.[45]
Odo de Deuil’ün rivayetine göre,[46] kaçmayı başarabilen Türkler Bizans’a ait küçük bir şehir olan Antiokheia kalesine sığınmışlardı. Haçlı ordusunun yaklaşmakta olduğunu duyan şehir halkı, tıpkı Denizli’de olduğu gibi, korkudan şehri boşaltıp dağlara kaçmış, Türkler de boş buldukları bu şehre girmek fırsatı elde etmiş olabilirler.
Fransızlar, Menderes kenarındaki savaştan üç gün sonra, 4 Ocak 1148’de Denizli’ye vardılar.[47] Fakat şehir bomboştu ve yiyecek bulmak çok zordu; Antalya’ya kadar yol boyunca yiyecek bulabilecekleri başka hiçbir yer de yoktu. Böylece Denizli’de bir gün geçirdikten sonra daha fazla zaman kaybetmemek için 6 Ocak sabahı şehirden ayrıldılar.[48]
Denizli’den Antalya’ya giden yol çok meşakkatli bir yoldu. Toros Dağlarını aşmak zorunda olan ordu, yüksek ve tenha olan dağlık arazideki çok kıvrımlı yolda güçlükle ilerliyordu. Kötü hava koşulları, açlık ve orduyu yol boyunca taciz eden Türk okçuları zaten zor olan bu seyahati daha da zorlaştırıyordu.[49] Ayrıca, kısa bir süre önce aynı yerlerden geçmeye çalışan Otto von Freising’in ordusunda bulunan ve Türkler tarafından öldürülen Almanların cesetlerine rastlayınca ordunun moralini iyice bozuldu.
Böylece disiplinsiz bir şekilde ilerleyen Haçlılar, çok yüksek, dik ve kayalık olan Honaz (Kadmos) Dağı’ndaki Kazıkbeli Geçiti’ni aşacaklardı. Geçit çok dar olduğundan, üstelik Türkler tarafından tâkip edildiklerinden, bu yolda uygun ve güvenli bir kamp yeri bulamazlardı. Odo’nun kaydından anlaşıldığına göre, bu yüzden Kral Louis, ağırlıklarla yüklü olan ordusunun bu zorlu geçiti ancak tam bir günde aşabileceğini düşündüğü için o gün dağ geçitinin girişine kadar ilerleyerek buradaki düzlükte kamp kurmaya, geceyi orada geçirdikten sonra da bütün bir günü bu zorlu yolu katetmek için harcamaya karar vermişti. Sonra, Geoffroi de Rancon adındaki Aquitanialı bir asille dayısı Amadeus de Savoyen’i öncü birliğine kumandan tayin etmişti; kendisi ise başlıca asillerinin yer aldığı artçı koluna kumanda edecekti. Bu düzenlemeden sonra, Denizli’den ayrıldıktan sonraki gün (7 Ocak 1148),[50] çok sayıdaki savaşçıdan oluşan kalabalık bir öncü kolu kralın sancağıyla beraber ordunun önünden ilerlemeye başladı ve tahmin edilenden çok daha kısa sürede öğleye doğru geçitin ayağına ulaştı. Bu yüzden Öncü kolu kumandanları, günün büyük bir kısmını boşuna harcamaktansa tepenin öteki yamacındaki vadiye kadar ilerleyerek orada daha iyi bir kamp yeri bulmaya karar verdiler. Böylece, kralın emrini göz ardı ederek tepeye tırmanmaya başladılar.[51] Öncüleri tâkip etmekte olan ağırlıklarla yüklü ordu, bu uçurumlu yolda dura kalka güçlükle yol alıyordu. Yük arabaları uçuruma yuvarlanıyor, düşenler veya oldukları yerde yığılıp kalanlar arkadan gelenlerin hareketini de güçleştiriyor ve sıkışıp birbirlerini itmelerine sebep oluyorlardı. Hiçbir engelle karşılaşmayan öncüler ise bir an evvel vadideki kamp yerine varmak için süratli hareket ettiklerinden arkalarındaki yayalarla aralarındaki mesafe gittikçe açıldı. Böylece hâlâ tepeye tırmanmaya çalışan Haçlılar ile çoktan aşağıdaki vadide kamp kurmuş olan öncüler arasında bağlantı koptu ve Haçlı ordusu ikiye bölündü. Durmadan Fransızları tâkip eden Türkler bu durumu fark etmişlerdi; derhal Fransız Haçlı ordusunun kargaşa içine düşmüş olan orta kısmına saldırdılar. Arkadan gelmekte olan Kral Louis tepeye yaklaşınca ve savaş seslerini duyunca olanları fark etti, fakat yapabileceği fazla bir şey yoktu. Tıpkı Konrad gibi Türklerin pususuna düşmüş ve artçı koluyla beraber kendini bir anda savaşın ortasında buluvermişti.[52] Kral Louis bu savaş sırasında yaklaşık kırk kişi olan maiyetini kaybetmişti,[53] kendisi ise ağaç köklerine tutunarak bir kayalığa tırmanmış ve canını zor kurtarmıştı; göğüs zırhı onu kendisine fırlatılan oklardan korumuştu.[54] Türkler onu tanımadıkları için, ayrıca sürpriz bir saldırıdan korktuklarından gece karanlığı basarken oradan ayrıldılar.[55]
Birkaç saat süren savaş Haçlılar için tam bir felâket olmuştu. Sağ kalabilenler ancak karanlığın çökmesi sayesinde kurtulabilmişler ve gece yaralı bitkin ve perişan bir vaziyette tek tek kamp yerine gitmeye başlamışlardı. Ordugâhta kimi babasını, kimi efendisini kimi de oğlunu ya da kocasını arıyordu. Haçlılar uğradıkları büyük maddi kayba hiç aldırmıyor, canlarını kurtardıklarına seviniyorlardı.[56]
Ertesi gün (8 Ocak) Kral Louis, ordusuyla birlikte tekrar yola koyuldu. Odo’ya göre,[57] Antalya’ya ulaşabilmek için hâlâ on iki günlük zorlu bir yürüyüş onları bekliyordu. Yeterli yiyecekleri yoktu ve Türkler, şimdi daha da cüretkâr bir şekilde taciz ederek onları takip etmeye devam ediyorlardı.
Fransızlar düzlüğe inince bundan sonraki yolun artık daha kolay olduğunu düşünerek sevinmişlerdi. Fakat zorluklar bir türlü sona ermiyordu. Türkler, büyük hayvan sürülerini Haçlıların geçeceği yerlerde otlatarak tarlalardaki ürünleri ve otlakları yok ettikleri için atların çoğu ya açlıktan öldü ya da gücü tükendiği için yolda bırakıldı.[58]
Bu yüzden Haçlılar taşıyamadıkları birçok yükü, çadırlarını, elbiselerini silâhlarını geride bıraktılar ve Türklerin eline geçmemesi için birçok şeyi de yaktılar. Yol boyunca bir lokma bile yiyecek temin edemediklerinden bu ölü atların etlerini yiyerek açlıklarını yatıştırdılar. Yük taşıyamayacak durumda olan zayıf atları da yine yiyecek ihtiyacını karşılamak için kullandılar. Kamp ateşinin külünde kızarmış at eti ve ekmek bu koşullarda zenginler için bile bulunmaz bir ziyafet sayılıyordu.[59] Fransız Haçlı ordusu Türkler ile yer yer çatışmalara girerek sonunda açlıktan ve yorgunluktan bitkin bir vaziyette 20 Ocak 1148’de[60] Antalya’ya (Satellia, Attalia) ulaştı.[61]
Odo’nun kaydına göre,[62] Fransızları Antalya’da şehrin valisi olan Landulf karşıladı ve imparatorun emrine uyarak, bir an önce yiyecek bulmak ve dinlenmek arzusunda olan aç ve yorgun Haçlılara elinden gelen yardımı yaptı. Ancak şehirde, böylesine büyük bir orduya yetecek kadar çok yiyecek bulunmadığı için haliyle fiyatlar da çok yüksekti.
Bundan sonra karayolunun güçlüklerinden çekinen Kral Louis, deniz yoluyla Antakya’ya gitmeye karar verdi.[63] Ancak beş hafta bekledikten sonra yeterince gemi bulunamayınca Louis, Landulf’un bulabildiği az sayıdaki gemiyi derhal piskoposları ve asilleri arasında paylaştırdı.[64] Flandre Kontu Thierry ile Bourbon Kontu Archimbaud’u da Haçlılarla ilgilenmeleri için şehirde bıraktıktan sonra ileri gelen şövalyeleri ve maiyetiyle birlikte Antakya’ya doğru denize açıldı.[65]
Kral Louis’in ayrılışının ertesi günü sabahleyin, Türkler Haçlı ordugâhına taarruz ettiler. Landulf, Haçlıların şehrin surları içine yerleştirilmesine izin verdi ve bu arada süratle yeni gemiler bulmaya çalıştı. Landulf’un bulabildiği gemilerle, bu sefer de Flandre ve Bourbon kontları kendi yakınları ve diğer şövalyelerle beraber Antalya’dan ayrıldılar.[66] Zavallı korumasız yayalar ise geride kendi kaderleriyle başbaşa bırakıldılar. Bunların bazısı Antalya’da açlıktan veya hastalıktan ölürken bazısı da Bizans’ın hizmetine girmek zorunda kaldı. Çaresiz, Doğu’ya doğru yürüyüşe geçenlerin bir çoğu da Türkler ile savaşta ya esir edildi ya da öldürüldü. Bu insanların ancak pek az bir kısmı Çukurova’yı geçerek ilkbahar sonunda perişan bir Antakya’ya ulaşabildi.[67] Türkler bu aç, yoksul, hasta ve çaresiz insanlara acıyarak onlara yemek ve para vermiş, hastalarını tedavi etmişti. Bu yüzden, üç binden fazla Hıristiyan genç, kendilerine merhamet eden Türklere sığınarak onlarla beraber gitmiş ve Müslüman olmuştu.[68]
19 Mart 1148’de[69] Antakya’nın Samandağ (Süveydiye, St. Symeon) limanında[70] karaya çıkan Kral Louis ise Antakya Prinkepsi Raymond’un bütün ısrarlarına rağmen, Haçlıların en tehlikeli düşmanı olan Nureddin Mahmud üzerine Haleb’e bir sefer yapmayı kabul etmedi ve Haçlı yeminin yerine getirmek için Kudüs’e gitti.
Böylece Anadolu’da Türkler tarafından gerilla taktiği ile hırpalanıp darmadağın edilen ve ancak perişan bir vaziyette Filistin’e ulaşabilen Haçlılar, kuzeyde Türkler karşısında zor durumda olan Haçlıların sorunlarını göz ardı ederek Dımaşk’a karşı harekete geçmeyi uygun buldular; ancak bu kuşatma başarısızlığa uğradı (24-28 Temmuz).
Birinci Haçlı Seferi’nin sonuçlarını koruyabilmek için düzenlenen, ama Anadolu’da ve Suriye’de arka arkaya uğranılan mağlubiyetler ve başarısızlıklar yüzünden tam bir fiyaskoyla sonuçlanan İkinci Haçlı Seferi, Doğu’daki Haçlıların tarihinde bir dönüm noktası teşkil etti ve Haçlılar açısından sonun başlangıcı oldu.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 6 Sayfa: 681-686