Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

II. Meşrutiyet Sonrası Türk Dili

0 14.677

Prof. Dr. İsmail PARLATIR

Türk dilinin tarihî seyri içinde pek çok yeni zihniyet, edebî hareket veya akım, edebiyata yeni değer yargıları kazandırmak amacıyla yola çıkarken veya yeni tezleriyle edebiyat dünyasına katılırken dilde de birtakım değişmelere sebep oluyordu. Bunun en çarpıcı örneğini ilk büyük kültür değişimine sahne olan İslâmiyet’in kabulü ile izlemeye başlıyoruz. Bu yeni dili tanıma ve tanıtma amacıyla ön plâna çıkan Arapça, 10. yüzyıldan başlayarak Türkçe üzerinde egemen bir dil olarak varlığını yüzyıllar boyu sürdüregelmiştir. Onu izleyerek Farsça da edebî dil olma özelliği yanında, özellikle Selçuklular Dönemi’nde resmî dil olma kimliği ile bir başka egemen unsur olarak hâkimiyetini iyiden iyiye oluşturmuştur.

Doğu dünyasından kaynaklanan bu oluşum, Batı dünyasını tanımaya başladıktan sonra yön değiştirmiş; bu kez Batı kültürü ile yüz yüze gelen ve ondan etkilenen Türk kültürü, tabiî olarak da batı dillerinin özellikle de Fransızcanın unsurlarına kaplarını açmakta bir sakınca görmemiştir.

XIX. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak edebiyatta kendisini iyiden iyiye hissettirmeye başlayan bu değişim veya Batı dillerinin etkisi, yüzyılın sonlarında önce edebî hareket, sonra da edebiyat ekolü olarak “Servet-i Fünûn Edebiyatı” ile had safhaya ulaşmış bulunuyordu. Bu durum, İkinci Meşrutiyet Dönemi’ne kadar süregelmiştir.

İkinci Meşrutiyet, bir siyasî hareket olduğu kadar, bir sosyal hareket olarak da pek çok değişimi ve yeni zihniyeti beraberinde getirmiştir. Fikrî hayatımızda gözlenen yeni oluşumlar, basın dünyasındaki değişimleri yaratırken edebiyat alanına da zengin bir malzeme ve yeni değer yargıları kazandırıyordu. Üstelik Türk dili tarihi içinde dergi etrafında oluşan bir hareket, ilk defa plânlı ve programlı bir biçimde bir “dil hareketi” olarak ortaya çıkıyordu. O da Genç Kalemler dergisi etrafında bir araya gelen gençlerin savundukları “Yeni Lisan” tezi ve hareketi idi.

Başta Ömer Seyfettin olmak üzere Ali Canip ve Ziya Gökalp, yukarıdan beri sözünü etmekte olduğumuz kültürde, dilde ve edebiyatta söz konusu olan yabancılaşmaya şiddetle karşı çıkıyorlardı. Aslında bu düşüncenin ve hareketin temelinde “edebiyatta milî benliğe dönüş” tezi yatmakta idi. Fakat, millî bir dil yaratmadan da millî benliğe dönüşün mümkün olamayacağını iyi bilen ve kavrayan bu gençler, Selânik’te yayımlanmakta olan Hüsün ve Şiir adlı dergiyi 11 Nisan 1911’den itibaren Genç Kalemler adıyla ve “Yeni Lisan” tezini savunmak amacıyla çıkarmaya başlarlar. Böylece, Cumhuriyet öncesinde Türkçenin kendi benliğine dönüş yolunda ilk ve ciddi bir adım atılmış olunuyordu.

Genç Kalemler dergisinin içindeki yazılar gözden geçirildiğinde hareketin üç temel çizgide yürütüldüğü dikkati çekmektedir. Birincisi, baş makalede ortaya atılan “Yeni Lisan” davası; ikincisi, “Sanat ve Edebiyat” ile “Gençlik Kavgası” sütunlarında ele alınan sanat ve özellikle “Millî Edebiyat” meselesi; üçüncüsü, savunulan dil anlayışına uygun edebî ürünler. Bu yazılarda zaman zaman Ömer Seyfettin “Perviz”, Ali Canip “Yektâ Bâhir” takma adını kullanmıştır. Ziya Gökalp ise “Demirtaş” ve “Gökalp” imzası ile karşımıza çıkmaktadır.[1]

Derginin ilk beş sayısında yer alan “Yeni Lisan” başlıklı yazıların sonunda bir (?) bulunmaktadır. Birinci yazının Ömer Seyfettin tarafından kaleme alındığı kesinlikle bilinmektedir. İkinci sayıdaki yazıyı, Ali Canip ile Ziya Gökalp birlikte yazmıştır. Nitekim bu yazıda konuya sosyolojik açıdan bakılmaktadır. Üçüncü sayıda yer alan “Yeni Lisan”ın düzenlenmesini Ali Canip yapmış; Ömer Seyfettin’in ilk yazısındaki görüşleri dikkate alınırsa, onun da katkısı söz konusu edilebilir. Dördüncü sayıdaki yazıda Hüseyin Cahit’in “Yeni Lisan” karşısındaki tavrı ele alınmıştır; bu da Ömer Seyfettin’in kaleminden çıkmıştır. Beşinci sayıda ise Ömer Seyfettin’in birinci yazıda ileriye sürdüğü aksaklıkların daha geniş bir değerlendirmesini Ziya Gökalp yapmaktadır. Altıncı sayıdan on ikinci sayıya kadar olan “Yeni Lisan” başlıklı yazılar, “Genç Kalemler Tahrir Heyeti” imzasıyla yayımlanır. Bu yazılarda, “Türkçe Terkiplerin Güzelliği, Dilde Sadeleşmenin İlkeleri, Kelime-Lâfz ve Lugat-Istılah, Yeni Lisan ve İmlâ, Osmanlı İmlâsının Tarihi” ele alınmakta ve dilde sadeleşme hareketinin yaygınlaştırılması savunulmaktadır.[2]

Derginin “Sanat ve Edebiyat” ile “Gençlik Kavgası” sütunlarında genel olarak Millî Edebiyat konusu ve bazı edebî eserlerin eleştirisi dikkati çeker. Genellikle Ali Canip’in kaleminden çıkan bu yazılar arasında “Edebî İnkılâplar” (No. 1, s. 9), “Garp Mektebinin Âmilleri” (No. 2, s. 34), “Mahmut Talat Bey’e” (No. 2, s. 35), “Millî Lisan ve Millî Edebiyat” (No. 3, s. 47), “Millî Daha Doğrusu Kavmî Edebiyat Ne Demektir” (No. 4, s. 72), “Halûk’un Defteri ve Bugünkü Fikret” (No. 5, s. 86), “Millî Edebiyat Meselesi” (No. 6, s, 99), “Üslûb-Şahsiyyet”i (No. 11, s. 183), hem bu hareketin sanat anlayışını sergileme hem de Millî Edebiyat akımının doğuşuna hizmet etme açısından üzerinde önemle durulması gereken yazılar olarak değerlendirmek gerekir.

III. ciltten başlayarak dil ve edebiyat tartışmalarının başlardaki hızını yavaş yavaş kaybettiği dikkati çeker. “Yeni Lisan” başlıklı yazıların yerini “Genç Kalemler Tahrir Heyeti”nin açtığı soruşturmaya gelen cevaplar almaya başlar. Şöyle ki Genç Kalemler Tahrir Heyeti, “Yeni lisan ve bir istimzâc” başlıklı bir soruşturma açmış ve bunu bir broşürle dönemin yazarlarına göndermiştir. Sırasıyla Hamdullah Suphi, Şehabettin Süleyman, Dr. Kunoş, Raif Necdet’in cevapları bu sütunlarda yayımlanır. Son sayı olan 27. sayıya kadar da Şemsettin Sami, M. Mermi, İzzet Ulvî’nin dil üzerindeki düşüncelerine yer verilir. Son sayıda da Ali Canip’in Cenap’a verdiği bir karşılık yayımlanır.

“Sanat ve Edebiyat” ile “Gençlik Kavgası” başlıklı sütunlar yerini “Eser ve Zat” ile “İlim ve Fen” sütunlarına bırakır. Ayrıca felsefi yazılar ile Batı edebiyatından tanıtmalara ve çevirilere daha çok ağırlık verilir. Hikâye ve şiirler ise gene hareketin dil anlayışına uygun ürünler olarak kaleme alınmış ve yayımlanmıştır. Hikâyede Ömer Seyfettin, Aka Gündüz; şiirde ise Hakkı Süha, M. Selâhattin, Ali Canip, Ömer Seyfettin, Âkil Koyuncu, Mehmet Ali Tevfik imzaları görülür.

Genç Kalemler hareketi, öncelikle dilde sadeleşme düşüncesinden doğmuştur; çünkü derginin 2. c., 1. sayısında kaleme alınan ilk “Yeni Lisan” makalesinin temelinde bu düşünce yatmaktadır.

Daha sonraki sayılarda kaleme alınan makaleler, bu ilk sayıda ileriye sürülen görüşlerin daha ayrıntılı olarak savunulması ve açıklıkla anlatılmasının ürünleridir.[3]

Dergide ilk yazı olarak kaleme alınan ve harekete adını veren “Yeni Lisan” makalesinde Ömer Seyfettin, dili, bir milletin varlığının, yükselmesinin ve kendisini kabul ettirmesinin temel unsuru olarak görür. Bir milletin bilimde, fende ve edebiyatta yükselmesi, gene dil ile gerçekleşebilecektir. Ancak, bu dil, hem millî bir dil olmalıdır hem de çağdaş olmalıdır:

“Türkler ancak kuvvetli ve ciddi terakki ile hâkimiyetlerini, mevcûdiyetlerini muhâfaza edebilirler. Terakkî ise ilmin, fennin, edebiyâtın hepimizin arasında intişârına vâbestedir. Ve bunları neşir için evvelâ lâzım olan milli ve umûmi bir lisândır. Milli ve tabiî bir lisân olmazsa ilim, fenn, edebiyat yine bugünkü gibi bir muammâ halinde kalacaktır. Asrımız terakkî asrı, mücâdele ve rekabet asrıdır.”[4]

Ne yazık ki Türkçe üzerinde o döneme kadar yeterli ve ciddi bir araştırma yapılmamıştır. Üstelik, bu dil, Arapça ve Farsça unsurlarla beslenmiş; ayrıca son dönemlerde bir de Fransızca etkisi baş göstermiştir.

Bu yapısı ile Türkçeyi “eski lisan” olarak niteleyen yazar, bu görüşünü açıkça şöyle dile getirir: “Eski lisan, nedir? Asla konuşulmayan, Latince ve İbranice gibi yalnız kendisiyle meşgûl olanların zevk ve idrâkine ta’alluk eden bir şey.”[5]

“Eski lisan”ın tarihini kısaca çizen Ömer Seyfettin, onu “tabiata muhâlif ve son derece yapay” olarak nitelemektedir. Oysa edebiyatın temel malzemesi olan dil, tabiî olmadıkça millî bir edebiyatın yaratılmasında elbette yetersiz kalacaktır. Üstelik bu dil, “hasta”dır; bu hastalıkları yaratan ise özündeki yabancı unsurlardır.

“Evet şimdiki lisanımızda Arabî ve Farisî ka’ideleriyle yapılan cem’ler, terkîb-i tavsîfî, vasf-ı terkîbîler yaşadıkça saf ve millî addolunamaz. Bu lisanı kimse anlamaz.”[6]

Öte yandan Türk dili bütün canlılığı ile halk arasında yaşamaktadır. Konuşulan Türkçe, özellikle İstanbul Türkçesi bunun en güzel örneğidir. Ayrıca Türk dili zengin bir dildir, her türlü terkip yapmaya elverişlidir.

Dilimizin Arapça ve Farsçanın hakimiyetine girmesinde en büyük etkenin “süs” yapma kaygısı olduğunu belirten yazar, öncelikle bu hevesten vazgeçilmesini ister; ardından “tasfiye” konusuna gelir. “Yeni Lisan” hareketinin temelinde yatan bu “tasfiye” tezi üzerinde biraz durmakta yarar var. Öncelikle şunu vurgulamak gerekir ki başta Ömer Seyfettin olmak üzere Genç Kalemler, Arapça ve Farsça kelimelerin bütünüyle dilden atılmasından yana değildir. Bir ihtiyaç sonunda Türkçeye girmiş; daha doğrusu Türkçenin malı olmuş kelimeler, dilde yaşamaya devam edecektir. Buna karşılık terkipler kesinlikle tasfiye edilecektir. Bunu gerçekleştirmek için üç temel ilke ileriye sürülmektedir:

“1. Arabî ve Farisî ka’ideleriyle yapılan bütün terkipler terk olunacak. Tekrâr edelim; fevkalâde, hıfzıssıha, darb-ı mesel, sevk-i tabi’î gibi klişe olmuş şeyler müstesna…

2. Türkçe cem’ edatından başka katiyen ecnebî cem’ edatları kullanılmayacak; ihtimâlât, mekâtip, me’mûrîn, hastegân yazacak yerde ihtimaller, mektepler, memurlar, hastalar yazacaksınız. Tabiî kâinât, inşaat, ma’âliyât, ahlâk, Müslüman gibi klişe hâline gelmişler müstesna…

3. Diğer Arabî ve Farisî edatları da atacaksınız. Eyâ, ecil, ez, min, an, ender, bâ, berây, bî, nâ, ter, çi, çend, zehî, alâ, fî, ke’enne, gâh, kâr, gîn, âsâ, veş, ver, nâk, yâr, gibi edatlar terk olunacak; ancak tekellüme geçmiş, tamamıyla Türkçeleşmiş olan amma, şayet, şey, keşke, lâkin, naşî, heman, hem, henüz, yani. gibileri kullanılacak. Unutmayalım ki terk olunmasını arzu ettiğimiz bu edatlar kullanılsa bile terkip kâideleri gibi lisanın tekellümüne giren “sanatkâr” gibi kelimeleri serbestçe söyler ve yazabiliriz.”[7]

Bu önerilere ek olarak Ömer Seyfettin, Arapça ve Farsça isim ve sıfatların Türkçenin yapısına uygun biçimde düzenlenmesini ister. Bu yolda da tek yapılacak iş, Türkçenin kurallarının işletilmesi olacaktır: “Lisanımızda yalnız Türkçe, yalnız Türkçe kaideleri. Türkçenin mekanizmasını bozan Arabî ve Farisî kaideleri bilmeyeceğiz. Anlamayacağız. Bu adım katî olacak.”[8]

Ömer Seyfettin’in bu ilk yazısında ileriye sürdüğü temel ilkeler, daha sonraki sayılarda yer alan “Yeni Lisan” başlıklı makalelerde teker teker ele alınıp daha açık ve detaylı bir biçimde örnekleriyle okuyucuya sunulacaktır. Söz gelişi 3. sayıda, yeni dilin tabiî bir dil olduğu, yabancı dil kurallarının Türkçeyi bozduğu ve Türkçenin basit bir kuruluşla elde edilen çoğul yapma kuralı dururken, karmaşık yabancı dil kurallarına başvurmanın gereksizliği dile getirilir. 5. sayıda dildeki ikilikler anlatılır. 6. sayıda “Türkçe terkiplerin güzelliği” yeniden ele alınır. Arapça ve Farsça terkiplerin kullanılışındaki aksaklıklar örneklerle verilir. Bunların Türk dilinin yapısına aykırı olduğu savunulur. Öte yandan Türkçe terkiplerin başarıyla kullanılışı, Halide Salih’in (Halide Edip Adıvar) Harab Mabetler’inden seçilen örneklerle anlatılır. Hemen arkasından da Arapça ve Farsça çoğul yapma kurallarının Türk dilinin yapısına olan aykırılığı üzerinde durulur; örneklerle bu konudaki görüşleri pekiştirilir.

Genç Kalemler dergisinin 6-10. sayılarında “Yeni Lisan” tezi “Genç Kalemler Tahrir Heyeti” imzası ile savunulmaya devam edilir. Bu sayılardaki yazılar ortak kaleme alınmıştır. Bu yazılarda izlenen yol ise “Yeni Lisan”a yapılan itirazlara cevap verme tarzındadır. Bu itirazlar, öncelikle Fuat Köprülü, Yakup Kadri ve Süleyman Nazif’ten gelir. Fuat Köprülü, “Yeni Lisan” (Servet-i Fünûn, C. 42, s. 1082), “Türklük ve Yeni Lisan” (Servet-i Fünûn, C. 42, s. 1091); Yakup Kadri, “Netâyic” (Rübab, No. 14, 19 Nisan 1328/1912); Süleyman Nazif, “Bir Mesele-i Mü’ebbede” (Şehbal, No. 55, 15, 19 Nisan 1328/1912) başlıklı yazıları ile “Yeni Lisan” hareketini eleştirirler. Arkasından bunlara Cenap Şehabettin de katılacaktır.

Cenap Şehabettin, Şehbal’de (No. 61, 15 Eylül 1328/1912) “Açık Mektuplar”, Âşiyan’da (No. 12) “Tahrîb-i Lisan” adlı makaleleri ile bu harekete karşı çıkar ve özellikle bu yazılarında Ali Canip’i hedef alır. Bundan ötürü de her iki yazar arasında ciddi bir münakaşa başlar. Bu tür yazıları Ali Canip, Millî Edebiyat Meselesi ve Cenab Beyle Münakaşalarım (İstanbul 1918) adlı kitapta toplamıştır.

Adını andığımız bu yazıların “Yeni Lisan” tezine karşı itirazları, şu noktalarda toplanmaktadır:

  1. Dilde yerleşmiş terkipler atılamaz.
  2. Dilin yapısı bozulamaz, eski Türk lehçelerine yönelme ile bu sorun çözülemez.
  3. Dil ânî ve katî kararla sadeleşemez.
  4. Bu hareket, sınırlı bir yazar kadrosunun malıdır, bundan ötürü sadeleşme onların isteği doğrultusunda gerçekleşemez.
  5. Bu düşüncelerle sadeleşen dil, sanat dili olamaz.

Bu itirazlara bir yandan Genç Kalemler yazarları cevap verirken bir yandan da onları destekleyenler, “soruşturma” başlığı altında dergiye gönderdikleri yazılar ile katkıda bulunurlar.

Bütün bu yazılar içinde bir tek Ömer Seyfettin’in kaleme aldığı bir yazı hem ciddiyeti, hem derinliği hem de konuya hakimiyeti ile dikkati çeker. O da derginin 24-25. sayısında yer alan “Gençlik Kavgası” sütunlarındaki “Yeni Lisan ve Çirkin Taarruzlar” başlıklı makalesidir. “Perviz” takma adını kullandığı bu yazıda Ömer Seyfettin, önce bu çirkin saldırıların kimden geldiğini açıklar. Bunların başında eski geleneği sürdürmeye çalışan Baba Tahir’in (Mehmet Tahir) Malûmat adlı dergisi ile mebus Mustafa Sabri Hoca, Müstecabî-zade İsmet, Mehmed Celâl gibi yeniliğe inanamayan birtakım kişiler gelmektedir.

Bu yazısında Ömer Seyfettin, daha çok Yakup Kadri’nin Rübab (No. 14,19 Nisan 1328/1912) dergisinde yayımlanan “Netâyic” başlıklı makalesine cevap vermektedir. Yazar, Yakup Kadri’nin suçlamalarına ve alaycı tavrına karşılık şu savunmayı yapıyor:

“Ben Yeni Lisan hakkında ettiğim ilmî itmînânı daha geniş ve parlak göstermek için karşımda ciddî bir mu’ârız arıyorum. Fakat te’essüf ederim ki bulamıyorum. Küfür aczden ileri gelir. Âcizler susmağa tahammül edemezlerse basarlar küfürü… Misâl! Karaosman-zâde Yakup Kadri Bey. Onun boş sözlerinin hezel tarafını bırakarak iddi’âya benzeyen birkaç satırına bakınız:

‘Fakat Yeni Lisan. Yeni Lisan sizin için muhakkak kullanılması güç bir ziynet olacak. Meselâ “millet” kelimesi bilmem nasıl bir istihâle ile “budun”a inkılâb edecek.’

Karaosmanzâde Yakup Kadri Bey biraz elini başına koysun. Dimağıyla düşünsün, sinirlerine yine kendi cevap versin. Kelimeler, anlatacakları fikirlere göre intihap edilir. Sırf eski Türklüğe ait bir iki manzumede yazılan “budun”, “millet”in yerine kaim olmayacaktır. Fakat eğer yine böyle eski Türklüğü hatırlamak icap ederse şüphesiz pervasızca yazılır. Yeni lisancılar hareketini ilme ve mantığa uyduruyorlar. Lâkin Yakup Kadri Bey, ilme, mantığa uymayan birçok münasebetsiz hararetlere niçin isyan etmiyor. Misâl: alın, cebîn, nâsiye kelimeleri yetişmemiş gibi Fikret’in “pîşânî” kelimesini kullanması.

Yine o diyor ki:‘Boğazımız uzun müddet uygur, turgur ilh. misillü kelimelerin dikenleriyle yırtılacak’. “Turgur, gurgur” diye eğlenmek istediği “Uygur” kelimesi. “Latin, Cermen, Slav”, gibi her lisanda aynı konulan bir şeydir. Bunun Arapcası, Acemcesi yok ki söyleyelim. Eğer kelimenin içindeki “gayın” () rahatsızlık veriyorsa alınız size Türkçe olmayanları: gayr, gayûr, gavr, garrâ… “Uygur” bunlardan daha mı tatsız?.

(•••)

Yeni lisancılar bağırdılar, haykırdılar:

‘Vakı’a eski klişeler bozulacak, lâkin tercüme edilmeyecek. Dinî, siyasî ıstılahlar hep duracak sadrazam, şeyhülislâm, Kur’ân-ı Kerîm, âyet-i kerîme gibi. Çünkü artık bunlar terkiplikten çıkmış, bir kelime olmuş, tekellüm lisanına düşmüş, tamamıyla tasarruf edilmiştir.’

Fakat hayır, azizim Yakup Kadri Bey! Uyanmağa başlayan büyük Türklük, milliyeti, hâkimiyeti, istikbali ve mazisiyle beraber lisanını da milliyetsizlerin elinden kurtaracak, ‘ölüp ölüp de yine asla ölmeyen’ bu kuvveti dışarıdaki sayısız düşmanları gibi içindeki vefasız evlâtları, tabiatını, Türklüğünü kaybetmiş cahil sartlar da deviremeyecektir.”[9]

Öte yandan Ömer Seyfettin, yazısının sonunda bir önemli noktaya da değinmektedir. O da dilimize “Osmanlıca” sözünün yakıştırılmasıdır. O, Osmanlıca diye bir dil tanımadığını, siyasî alandaki Osmanlılığın resmî dilinin Türkçe olduğunu da açıkça şöyle vurgular:

“Siyasî Osmanlığın resmî lisanı Türkçedir (Osmanlıca değil!). Bu ‘Kanun-i Esâsî ile temin edilmiştir. Bununla beraber ‘Osmanlıca!’ namında bir lisan yoktur ve olamaz”.[10]

Balkan Savaşı’nın çıkması üzerine Genç Kalemler dergisi yayımlanmakta çeşitli sıkıntılara düşer; 27. sayı da çıktıktan sonra kapanır.

Başta Ömer Seyfettin olmak üzere derginin etrafında birleşen gençler, İstanbul’a dönmüşlerdir. Burada da boş durmamışlar; Halka Doğru ve Türk Sözü dergilerinde “Yeni Lisan” tezini olgunlaştırmaya ve geliştirmeye devam etmişlerdir. Türk Yurdu dergisinden sonra Türk ocaklarının da meseleye sahip çıkması, başta Hamdullah Suphi olmak üzere güçlü sesleri ve kalemleri Türkçecilik tezi etrafında birleştirmiştir.

Dilde Türkçülük tezini bu dönemde sistematik bir düşünce doğrultusunda irdeleyen ve dile getiren bir başka yazar ve fikir adamı Ziya Gökalp’tir. Genç Kalemler dergisine katkısını ve oradaki fikirlerini yukarıda değerlendirmiştik. Gökalp, İstanbul’a döndükten sonra bu yoldaki görüş ve düşüncelerini işlemeye ve geliştirmeye özen göstermiş; önce Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak (İstanbul 1917) adlı kitabında bu konuya değinmiş; sonra Yeni Hayat’ta (1918) yer alan “Lisan” başlıklı şiiri ile bir büyük çıkış yapmıştır.

Lisan

Ziya Gökalp, dilde Türkçülük fikrini ise Türkçülüğün Esasları (1924) adlı kitabında “Lisânî Türkçülüğün Umdeleri” başlıklı bölümde sistemli bir biçimde maddeler hâlinde sıralamıştır:

  1. Millî dilimizi vücuda getirmek için, Osmanlı dilini -hiç yokmuş gibi bir tarafa atarak- Halk edebiyatına temel vazifesini gören Türk dilini ayniyle kabul edip, İstanbul halkının ve bilhassa İstanbul hanımlarının konuştukları gibi yazmak.
  2. Halk dilinde Türkçe müteradifi bulunan Arapça ve Farsça kelimeleri atmak, tamamiyle müteradif olmayıp küçük bir nüansa mâlik olanları dilimizde muhafaza etmek.
  3. Halk diline geçip söyleniş ve mâna bakımından galatât adını alan Arapça ve Farsça kelimelerin bozulmuş şekillerini Türkçe saymak ve imlâlarını da yeni söylenişlerine uydurmak.
  4. Yerlerine yeni kelimeler konulduğu için, fosil haline gelen eski kelimeleri diriltmemeye çalışmak.
  5. Yeni terimler aranacağı zaman, ilkin, halk dilindeki kelimeler arasında aramak; bulunmadığı taktirde, Türkçenin işlek edatlarıyla ve işlek terkip ve çekim usulleriyle yeni kelimeler yaratmak; buna da imkân bulunmadığı surette, Arapça ve Farsça terkipsiz olmak şartıyla -yeni kelimeler kabul etmek ve bazı devirlerin ve mesleklerin hususî hallerini gösteren kelimelerle- tekniklere ait âlet isimlerini yabancı dillerden aynen almak.
  6. Türkçede Arap ve Fars dillerinin kapitülasyonları ilga olunarak, bu iki dilin ne sigaları, ne edatları ne de terkipleri dilimize sokulmamak.
  7. Türk halkının bildiği ve kullandığı her kelime Türkçedir, halk için munis olan ve sun’î olmayan her kelime millîdir. Bir milletin dili kendinin cansız köklerinden değil, canlı tasarruflarından kurulan, canlı bir uzviyettir.
  8. İstanbul Türkçesinin fonetiği, morfolojisi ve leksiki, yeni Türkçenin temeli olduğundan, başka Türk lehçelerinden ne kelime, ne siga, ne edat ne de terkip kaideleri alınamaz. Yalnız mukayese yoluyla Türkçenin cümle yapısına ve hususî tabirlerdeki şivesine nüfuz için, bu lehçelerin derin bir surette tetkikine ihtiyaç vardır.
  9. Türk medeniyetinin tarihine dair eserler yazıldıkça, eski Türk müesseselerinin isimleri olmak dolayısıyla, çok eski Türkçe kelimeler yeni Türkçeye girecektir. Fakat bunlar terim olarak kalacaklarından, bunların hayata dönmesi, fosillerin dirilmesi mahiyetinde telâkki olunmamalıdır.
  10. Kelimeler delâlet ettikleri manaların tarifleri değil işaretleridir. Kelimelerin mânaları, köklerini bilmekle anlaşılmaz.
  11. Yeni Türkçenin bu esaslar dahilinde, bir lügatiyle bir de grameri vücuda getirilmeli ve bu kitaplarda, yeni Türkçeye girmiş olan Arapça ve Farsça kelimelerin ve tâbirlerin bünyelerine ve terkip tarzlarına ait bilgi, dilin fizyoloji kısmına değil, paleontoloji ve jeneoloji bahsi olan türeme kısmına konulmalıdır.”[11]

Baştan beri gözden geçirdiğimiz ve değerlendirdiğimiz İkinci Meşrutiyet Dönemi dil hareketleri, şüphesiz yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında ve “Teşkilât-ı Esasiye Kanunu”nda yer alacak olan “Türkiye Cumhuriyeti’nin Resmî Dili Türkçedir” hükmüne büyük ölçüde öncülük etmiştir. Özellikle Ulu Önder Atatürk’ün direktifleriyle gerçekleşen yeni Türk harflerinin kabulü ile Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin (Türk Dil Kurumu) kuruluşunda da bu fikirlerin katkısını gözden uzak tutmamak gerekir düşüncesindeyiz.

Prof. Dr. İsmail PARLATIR

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler Ansiklopedisi, Cilt: 15 Sayfa: 148-153


Kaynaklar :
♦ AKÇURA, Yusuf, Üç Tarz-ı Siyaset, Türk Tarih Kurumu Yayınları, VII. Dizi, No. 73, Ankara 1976.
♦ AKYÜZ, Kenan, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, Türkoloji Dergisi, C. II, s. 1. Ankara 1969.
♦ ALANGU, Tahir, Ömer Seyfettin Ülkücü Bir Yazarın Romanı, May Matbaası, İstanbul 1968.
♦ ALİ Canib, Ömer Seyfeddin (1884-1920), Hayatı, Karakteri, Edebiyatı, İdeali ve Eserlerinden Nümûneler, Remzi Kitabevi, İstanbul 1947.
♦ ALİ Canib, Millî Edebiyat Meselesi ve Cenap Beyle Münakaşalarım, İstanbul 1918.
♦ BANARLI, N. Sami, “Türkiye’de Millî Edebiyat Cereyanları”, Aylık Ansiklopedi, İstanbul 1946, s. 1163-1172.
♦ DİLMEN, İ. Necmi, Türkçe Şiirler Cereyanına Bir Bakış ve 1905 Edebî Hareketi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi “Yıllık Araştırma Dergisi”, Ankara 1940-1941, s. 49-71.
♦ Genç Kalemler Dergisi, haz. İsmail Parlatır, Nurullah Çetin, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara 1999.
♦ GÖKALP, Ziya, Türkçülüğün Esasları, yay: Mehmet Kaplan, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Kültür Yayınları, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1972.
♦ GÖKALP, Ziya, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, İstanbul 1917.
♦ KAPLAN, Mehmet, “Primo Türk Çocuğu Nasıl Doğdu”, Millî Kültür, C. II, No. 1, Haziran 1980, s. 6.
♦ KORMAZ, Zeynep, “Ömer Seyfettin ve Yeni Lisan”, Millî Kültür, C. II, No. 1, Haziran 1980, s. 6. KÖPRÜLÜ, Fuat, Millî Edebiyat Cereyanının İlk Mübeşirleri ve Divan-i Türkî-i Basit, İstanbul 1928.
♦ KORMAZ, Zeynep, Bugünkü Edebiyat, İkbal Kütüphanesi, İstanbul 1924.
♦ KORMAZ, Zeynep, Edebiyat Araştırmaları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Seri VII, Sayı. 47, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1966.
♦ LEVENT, A. Sırrı, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Türk Dil Kurumu Yayınları: 347, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1972.
♦ ORKUN, H. Namık, Türkçülüğün Tarihi, Kömen Yayınları, Ankara 1977.
♦ PARLATIR, İsmail, “Ömer Seyfettin”, Türk Ansiklopedisi, C. XVI, Fas. 205, s. 261-26.
♦ PARLATIR, İsmail, “Genç Kalemler Hareketi İçinde Ömer Seyfettin”, Doğumunun 100. Yıldönümünde Ömer Seyfettin, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara, 1988.
♦ RAGIP, Hulusi, “Tanzimattan Beri Yazı Dilimiz”, Tanzimat I, İstanbul 1940, s. 859-931.
♦ TİMURTAŞ, F. Kadri, “Türkçecilik Cereyanının Tarihi”, Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültür Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, 45, Ankara 1976, s. 328-339.
Dipnotlar :
[1] Genç Kalemler dergisindeki yazılar ve alıntılar şu baskıdan yapılmaktadır: Genç Kalemler Dergisi, İsmail Parlatır, Nurullah Çetin, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara 1999.
[2] A.g.e., “Sunuş”, s. XIX-XXVII.
[3] Bu konuda geniş bilgi için bak: İsmail Parlatır, “Genç Kalemler Hareketi İçinde Ömer Seyfettin”, Doğumunun 100. Yıldönümünde Ömer Seyfettin, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara 1988, s. 87-111.
[4] Genç Kalemler, Yeni Lisan, C. II, No. 1. Genç Kalemler Dergisi, haz. İsmail Parlatır. Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara 1999, s. 81.
[5] A.g.e., s. 75.
[6] A.g.e., s. 77.
[7] A.g.m., C. II., No. 1; a.g.e., s. 79.
[8] Aynı yer.
[9] Genç Kalemler, C. III, No. 24-25; a.g.e., s. 531-535.
[10] Ziya Gökalp Külliyatı-I, Şiirler ve Halk Masalları, haz. Fevziye Abdullah Tansel, Türk Tarih Kurumu yayını, Ankara 1952, sss. 119.
[11] Türkçülüğün Esasları, haz. Mehmet Kaplan, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1972, s. 138. ,
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.