Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Çağdaş Astronominin Türkiye’ye Girişi

0 7.197

Yrd. Doç. Dr. Yavuz UNAT

Osmanlı Türklerinin modern astronomi ile ilk temasları 17. yüzyıl ortalarında başlamışsa da yeni astronominin kabul görmesi 19. yüzyılın ortalarını bulmuştur. 17. yüzyılda modern astronominin Osmanlılara girişini sağlayan ilk eserler genellikle zîc ve coğrafya tercümeleridir. Yeni astronomiye ilişkin bu temaslar 18. yüzyılda Batı coğrafya literatürünün, 18. yüzyılın ikinci yarısında ise Fransız zîclerinin çevrilmesiyle devam etmiştir.[1]

1830’larda Mühendishanelerin eğitim programlarının modernleşme çalışmalarıyla yeni astronominin kavramları ve bilgileri ayrıntılı bir şekilde Başhoca İshak Efendi’nin katkılarıyla girmiştir. Bu döneme kadar hatta bu dönemden sonra bile yeni astronomi hakkında yapılan çeviriler ve yazılarda hep Kopernik astronomisine kuşkulu bakış sürmüştür. Yeni astronomiye karşı bu tereddütlü bakış açısı ancak 19. yüzyılın ortalarında ortadan kalkmıştır.

Kopernik sisteminden bahseden ilk eser, Fransız astronom Noel Durret’in (ö. 1650’ler) zîcinin Zigetvar asıllı olan ve İstanbul’a yerleşen Tezkireci Köse İbrahim Efendi (17. yüzyıl sonları) tarafından 1660-1664 yıllarında, Secencel el-Eflâk fî Gâyet el-İdrâk (Feleklerin Aynası ve İdrâkin Gâyesi) adıyla yapılan çeviridir. Tezkireci Köse İbrahim Efendi bu kitapta, günümüze kadar yazılmış olan zîclerden ve daha sonra Kopernik’in zîcinden söz eder.[2]

Kitap, astronomi cetvelleri konusunda Avrupa dillerinden nakledilen bildiğimiz ilk kitaptır. Tezkireci Köse İbrahim Efendi Duret’in zîcini ilk önce Arapçaya, sonra da Kazasker Ünsi Efendi’nin (ö. 1664) teşvikiyle Türkçeye çevirmiştir. Çevirinin giriş kısmında Batlamyus ve Zerkâlî’nin çalışmalarından ve Alphonso Tablolarından bahseden Tezkireci Köse İbrahim Efendi şöyle devam eder:

“1441 yılında Alman bilginlerinden Peurbach ve Regiomontanus, Alfonso Zîci’nin yanlışlarını tespit ettiler. Regiomontanus, Zîc’i düzeltmek için gözlemlere başladıysa da ömrü yetmediği için çalışmasını bitiremedi. Birkaç yıl sonra daha başarılı ve üstün olan Nikolo Kopernik Alphonso Zîci’nin yanlışlarını bulup temelinden sakat olduğunu anlayarak 1525 yılında yeni bir yol ortaya çıkardı. Bu yolu astronomların çeşitli zamanlardaki gözlemlere dayanarak kurdu… Sonra Kopernik yeni bir temel kurup küçük bir zîc yaptı. Bu zîc kendisinden sonra Tycho Brahe zamanına kadar 60 yıl kullanıldı. Daha sonra Reine kıyılarında Tycho Brahe çok sayıda mükemmel aletlerle gözlemlerde bulunup Kopernik zîcinin gerçeğe uymadığını gördü. Bundan dolayı Kopernik zîcini düzeltmeye çalıştı. Kendi gözlemlerine dayanarak Güneş, Ay ve sabit yıldızların hareket takvimini de yazacaktı. Ancak Bohemya Seferi çıktı. Zîcin müsveddelerini bastırmak istedi. Ömrü yetmediğinden başaramadı. Sonunda çağdaşı olan Daina şehrinden Longomontanus Tycho’un zîce yakın, yanlışı çok olmayan bir zîc meydana getirdi. Bundan sonra İspanya Kralı Rudolph’un yanında çalışan Kepler adlı bilgin Tycho’nun gözlemlerine dayanarak bütün yıldızların hareketi ile ilgili bir zîc tertipleyerek Rudolph Zîci diye adlandırıldı. Kendisinin de dediği gibi bu zîc yapılan gözlemlere bütünüyle uymuyordu. Çünkü Batlamyus’un gözlediği yıldızların yerleriyle bu zîcinki birbirini tutmuyordu. Güneş ile Ay tutulmaları da bu zîce uyum göstermiyordu. Sonunda Duret adlı bilginin Lansberge’nin (ö. 1632) zîcine dayanarak 30 yıl gözlemle meydana getirdiği zîcini Tezkireci diye tanınan ben İbrâhim el-Zigetvarî getirtip tercüme ettim.”

Modern astronomiden bahseden ikinci eser Ebû Bekr ibn Behrâm ibn Abdullâh el-Hanefî el- Dimaşkî’nin (ö. 1692) kısaca Atlas Major olarak bilinen Latince eserden Nusret el-İslâm ve’l-Surur fî Tahrîri Atlas Mayor (Coğrafya-yı Atlas, 1685) adı ile hazırladığı eserdir.[3]

Ebû Bekr ibn Behrâm ibn Abdullâh el-Dimaşkî on yedinci yüzyıl Osmanlı coğrafyacılarındandır ve coğrafyacı Ebû Bekr Efendi adıyla meşhur olmuştur. Dimaşk’ta doğmuş, burada eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul’a gelmiş ve Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmed Paşa’nın (ö. 1676) yakın adamları arasına girmiştir. Daha sonra, Şeyhülislam Yahya Efendi’nin kardeşinin oğlu olan Şeyh Mehmed İzzetî’nin (ö. 1681) asistanı, ardından da müderris olmuştur. 1690 yılında Haleb kadılığına getirilmiş ve 1691 yılında görevdeyken ölmüştür.

Ebû Bekr ibn Behrâm, matematik, coğrafya ve Latince bilmesi nedeniyle padişah IV. Mehmed tarafından Wilhelm Blaeu (ö. 1638) ve oğlu Joan tarafından hazırlanan ve 1650-1665 yıllarında Amsterdam’da basılan on cilttlik Atlas Major seu Cosmographia Blaeuiana Qua Solum, Coelum Accuratissime Describuntur adlı kitabın çevrilmesiyle görevlendirilmiştir.

1668 yılında bu eserin bir nüshası padişaha Hollanda’nın İstanbul Elçisi Justin Colier tarafından sunulmuş ve eser 1675-1685 yılları arasında altı cilt olarak, Ebû Bekr ibn Behrâm tarafından, Nusret el-İslâm ve’l-Surur fî Tahrîri Atlas Mayor adıyla Türkçeye çevrilmiştir. Ebû Bekr ibn Behrâm eseri çevirmekle kalmamış, Osmanlı coğrafyasıyla ilgili bazı ekler de yapmıştır. Ayrıca bir süre sonra eserin Muhtasar Nusret el-İslâm ve’l-Surur adıyla bir özetini de yayımlamıştır.

Nusret el-İslâm ve’l-Surur fî Tahrîri Atlas Mayor, Atlas Major’un ilaveli bir çevirisidir. Bir çok yeri kısaltılmıştır. Çevirisi 1685’te tamamlanan bu eser, bazı haritalar ve Amerika ve Avrupa tarihi ve coğrafyasıyla ilgili bilgiler de içermektedir. Her memlekete bir kısım ayrılmış ve burada memleketin fizikî coğrafyası, ormanları, ziraî ürünleri, insanları, örf ve adetleri, tarihi eserleri, şehirleri, idare şekli, eğitim ve dinî kurumları hakkında bilgi verilmiştir. OCLT’de bildirildiğine göre, Atlas Major Tercümesi’nin Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde bulunan dokuz ciltlik nüshasının birinci cildi, genel coğrafya ve kozmografyaya, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci ciltleri Avrupa ülkelerine, altıncı cildi Afrika kıtasına, yedinci cildi İtalya’ya, sekizinci cildi Çin’e, dokuzuncu cildi Amerika ve adalara ayrılmıştır.[4]

Eserin girişinde, astronomi biliminin önemine değinilir ve astronomide İslâm dünyasının durumu verilir. Ebû Bekr ibn Behrâm burada, Avrupalılarca ileri sürülen ve Müslümanlarda astronomi biliminin Nasirüddîn-i Tûsî, Fahr-i Râzî, Nizâm ve Ali Kuşçu ile bittiği düşüncesine katılmadığını ifade eder. Ona göre, İslâm dünyasında astronomi bilginleri çoktur. Ancak bunlar daha çok astronominin kuramsal yönü ile ilgilenmekte, uygulamayı bilmemektedirler.

“Her ne kadar Kâtip Çelebi biraz bu bilimle uğraştıysa da tam bir eser ortaya koyamadı” diyerek padişahın bu konuda kendisine bir eser hazırlamasını emrettiğini söyler.

Ona göre varlığın hallerini bildiren bilimler ikiye ayrılır:

  1. Feleklerin durumunu konu edinen astronomi.
  2. Yer’in durumunu konu edinen coğrafya.

Kafirler bir çok şeyi bu fenlerle öğrenmişler, bunlar yardımıyla ülkelerini idare altına almışlar ve Müslümanları taciz etmekte üstünlük göstermişlerdir.

Evrenin Merkezi başlıklı bölümde ise Batlamyus, Kopernik, Tycho Brahe ve Andreas Argoli’nin sistemleri çok kısa olarak tanıtılır. Bu kısım eserin Latince orijinalinden kısadır. Blaue Yer merkezli sitemin doğru ve Kitâb-ı Mukaddes’e aykırı olan diğer sistemlerin ise yanlış olduğunu belirtir. Ebû Bekr ibn Behrâm, bu bölümde bu sistemleri üç sayfalık bir özetle ele almıştır. Diğer taraftan bu bölümde sadece Pythagoras ve Batlamyus’un isimleri geçmektedir. Ebû Bekr ibn Behrâm, bu bölümde şöyle devam eder:

“Evrenin merkezi konusunda çok ihtilaf edilmiştir. Şöyle ki: Eski ve yeni alimlerin çoğu, ‘Evrenin merkezi Yer’dir, sakindir, hareketli değildir; diğer unsurlar ve gezegenler ise Yer’in çevresindedir.’ der. Tevrat’ta böyle yazılmıştır. Pythagoras ve Batlamyus’un takipçileri bu görüşe inanmışlardır. Bazıları ‘Evrenin merkezi Güneş’tir, sakindir, hareketli değildir. Diğer unsurlar ve gezegenler hareketlidir.’ görüşünü savunurlar. Bir görüşe göre de, Yer merkezdedir, Güneş Ay ve diğer gezegenler başka bir şekildedir. Bir görüşe göre de derler ki: ‘Yer merkezdedir, sonra Atlas Feleği, sonra sabit yıldızlar, daha sonra da Satürn, Jüpiter, Mars, Ay, Hava, Su ve Ateş gelir. Güneş, Merkür ve Venüs başka şekildedir.’ Kısacası bu görüşlerin en doğrusu birinci görüştür. Öbürleri yanlıştır. Zira bunlar Tevrat’a aykırıdır.”[5]

Yeni astronomi kavram ve prensiplerine ilişkin daha geniş bilgi 18. yüzyılın ilk yarısında Müteferrika’nın Kâtip Çelebi’nin Cihannümâ’sına yaptığı ilavelerde bulunmaktadır. Kopernik’ten yaklaşık bir yüzyıl sonra ölmesine ve Cihannümâ’yı yazarken Batı kaynaklarından büyük ölçüde yararlanmamış olmasına rağmen Kâtip Çelebi’nin Güneş merkezli gök sisteminden habersiz görünmesi ve sadece Batlamyus sisteminden bahsetmesi şaşırtıcıdır. Ancak Müteferrika 1732’de Cihannümâ’yı basarken bu esere bazı ilaveler yapmış ve bu ilavelerde yeni astronomiden söz etmiştir. Bu ekte Mütefferrika, Batlamyus’un, Kopernik’in ve Tycho Brahe’nin sistemlerinden bahseder ve Yer merkezli görüşün İslâm filozofları tarafından kabul edildiğini kaydeder. Bu üç sistem arasında Güneş merkezli sisteme ilişkin tartışmalara daha fazla yer ayrılmış, Tycho Brahe’nin sistemine ise fazla ilgi gösterilmemiştir.[6]

Mütefferrika, bu ekinde, Kopernik sistemini anlatırken oldukça temkinli davranır. Burada ayrıca Descartes’in Çevrim Kuramı, Arsitoteles’in Hareket Kuramı ve Galilei’nin buna itirazları da verilir. Müteferrika, evrene ilişkin üç görüş olduğunu söyler:

  1. Birinci görüş, Batlamyus ve Aristoteles’in (Eski Astronomi),
  2. İkinci görüş Pythagoras, Platon ve Kopernik’in (Yeni Astronomi),
  3. Üçüncü görüş ise Tycho Brahe’nin (Yeni Astronomi)

görüşleridir. Bu üç görüşü açıklamadan önce bu görüşün din ve inanç meseleleriyle ilişkisine dikkat çeken Müteferrika, evrenin Tanrı’nın eseri olduğunu ve buna inanmanın dinin gereği olduğunu söyler. Ancak ona göre, evrenin yapısı, oluşumu ve şekline ilişkin görüşler dine bağımlı değildir. Buna karşın kendisi birinci görüşün herkesçe makul ve üstün tutulduğunu ve ikinci ve üçüncü görüşlere itibar edilmediğini ve reddedildiğini ifade eder. Ancak bu üç görüşün de açıklanması gerektiğini söyler ve bu üç görüşü açıklarken İslâm filozoflarının birinci görüşü kabul ettiğini belirtir. Üçüncü görüşe uzun bir yer ayıran Müteferrika, Aristoteles’in görüşlerini sağlam ve isabetli olarak niteler ve üçüncü görüşü talihsiz ve atıl olarak betimleyerek bilim adamlarını bu yeni görüşü eleştirmeye ve buna karşı delillerini ileri sürmeye davet eder.

Daha sonra Yer merkezli   ve Güneş merkezli sistemlerin bir karşılaştırmasını yapan Müteferrika, Güneş merkezli sisteme karşı ileri sürülen üç eleştiriyi           verir:

  1. Bu yeni görüş kutsal kitaplara aykırıdır.
  2. Yıldızlar konumlarını Yer’e göre değiştirmezler.[7]
  3. Yer’in hareketli olması yeryüzündeki cisimleri etkiler.

Bu üç eleştiriyi de cevaplayan Müteferrika burada Galilei fiziğini kullanır.

Müteferrika’nın Kâtip Çelebi’nin Cihannümâ’sına yaptığı ilaveler, yeni astronomi konularını ele alan en geniş metin olma özelliğini uzun süre korumuştur. Bu ekle birlikte Cihannümâ’nın basılmasından bir yıl sonra, yine Müteferrika Andreas Cellarius’un ilk baskısı 1708’de yapılan Atlas Coelestis adlı Latince astronomi eserini, III. Ahmed’in emriyle Mecmûa Hey’et el-Kadîme ve’l-Cedîde (Eski ve Yeni Astronomi Mecmuası, 1733) adıyla tercüme etmiş ve böylece eski ve yeni astronomiyi ele alan bağımsız bir eser Osmanlı literatürüne girmiştir.

Müteferrika bu çevirinin amacını şu şekilde verir; eserin içeriğini mümkün olduğu kadar açıklamak, eserdeki Latince kelimeleri Türkçeye çevirmek ve astronomi bilginlerinin evren yapısı hakkındaki görüşlerini özetlemek. Müteferrika çeviride bazı yerleri değiştirmiş ve ilaveler yapmıştır. Örneğin, Atlas Coelestis’te yer alan resimleri Türk zevkine göre düzenlemiştir.

Müteferrika bu çeviride Cihannümâ’da verdiği üç kurama ek olarak Solili Aratus’un görüşünü de verir, ancak bu görüşün Yunan ve Latinlerin cahilleri için makul olduğunu söyleyerek sadece şeklini vermekle yetinir. Diğer taraftan İhsanoğlu, Müteferrika’nın bu eserde Yeni Astronomi’ye olan tavrını değiştirdiğini ve temkinli yaklaşımının daha az temkinli bir yaklaşıma dönüştüğünü söyler. İhsanoğlu’na göre bunun nedeni, Müteferrika’nın din adamlarından Avrupa’dakine benzer bir tepkinin gelmediğini görmesidir. Ne var ki, bu eserde de ağırlık Batlamyus astronomisine verilmiştir. Batlamyus sistemine ait on dört resim tek tek açıklanırken Kopernik sistemine ait iki resimden sadece biri açıklanmıştır. Üstelik Müteferrika çalışmasını bitirirken Kopernik Kuramı’nı “nice nice itirazlardan bir vakitte hali olmadığı”nı kaydederek meseleyi Cihannümâ’daki cevaplara havale eder.[8]

Yeni astronomi konularında bilgi veren diğer bir eser, Osman ibn ‘Abdulmannân’ın ve Tercüme-i Kitâb-ı Coğrafya (Coğrafya Kitabı Tercümesi, 1751) adlı yapıtıdır. Osman ibn ‘Abdulmannân (ö. 1786 yılları) muhtemelen Boşnak asıllıdır. Köprülü Hacı Ahmed Paşa’nın (ö. 1769) Belgrat valiliği sırasında bu şehrin divanında ikinci tercüman olarak görev yapmıştır. 1749 yılından itibaren Hacı Ahmed Paşa’nın teşviki ile Avrupa dillerinden önemli eserleri Türkçeye çevirmeye başlamıştır. 1749-1751 yıllarında Hollandalı doktor, fizikçi ve coğrafyacı Bernhard Varenius’un (1600-1676) Geographia Generalis in Qua Affectionnes Generalles Telluris Explicantur adlı eserini Tercüme-i Kitâb-ı Coğrafya adıyla Almancadan Türkçeye çevirmiştir. Onun diğer çevirileri arasında Pierre-Andre Mathioli’nin Materia Medica’sı, askeri amaçla Almanca ve Fransızca eserlerden çevirdiği ve bomba, havan ve balistik konularından oluşan Hediyye el-Muhtadî (Arapça) ve Tercüme Kitâb-i Ma‘rifet el-Tektîr bulunmaktadır.

Varenius’un Geographia Generalis in Qua Affectionnes Generalles Telluris Explicantur adlı eseri fizikî coğrafya alanında yazılmış en önemli kitaplardandır. Bir giriş, altı bölüm ve bir sonuçtan oluşur. Ancak Abdulmannân bu eseri özetleyerek çevirmiştir. Adnan Adıvar’a göre bunun sebebi onun matematikte yetersiz olmasıdır.[9] Geographia Generalis Batlamyus sisteminin doğruluğunu kabul eden bir eserdir.

Tercüme-i Kitâb-ı Coğrafya bir önsöz, altı bölüm ve bir sonuç olarak düzenlenmiştir. Eserin astronomi ve fizikî coğrafyaya ilişkin önsözü iki meseleye ayrılmıştır:

  1. Dünya’nın uzaydaki yeri, konumu ve şekli. Bu meselede, haritalardan, kıtalardan, ülkelerden ve önemli tarihi olaylardan bahsedilir ve yeryüzü üç sınıfta ele alınır: 1. Enlem-boylam dairelerine; 2. Kara ve denizlere ve 3. Ülkelere göre. Tarihi olaylar Abdulmannân tarafından eklenmiş ve asıl metine sadık kalınmamıştır.
  2. İkinci mesele de ise Latince bazı coğrafya terimleri açıklanmıştır.

Sonuç kısmında ise Yer’in yuvarlaklığının ilişkin deliller verilir ve Batlamyus ve Kopernik sistemleri ele alınır. Burada Kopernik sisteminin akla daha yakın, ancak semâvî dinlere göre Yer’in merkez olduğundan söz edilir. Abdulmannân, Yer’in Güneş etrafında dolanmasının daha makul olduğunu şu benzetmeyle açıklamaya çalışır:

“Eğer bir kimse kebap pişirmek isteyip bir şişe et taksa, makul ve münasip olan, kebabı ateşin etrafında döndürmektir; yoksa ateşi kebabın etrafında döndürmek değil.”[10]

Yapılan çeşitli zîc tercümeleri ile de, Osmanlı astronomlarının Batı astronomisi literatürünü takip ettiği görülmektedir. 17. yüzyılda Fransız astronom Noel Duret’in zîcinin Tezkireci Köse İbrahim tarafından tercümesinden sonra Kalfazâde İsmail Çınarî, 1767’de Alexis-Claude Clairaut’un ve 1772’de de Jacques Cassini’nin zîcini Türkçeye çevirmiş ve daha sonra III. Selim’in emriyle takvimler bu zîce göre düzenlenmeye başlanmış ve o zamana kadar kullanılmakta olan Uluğ Bey Zîci zamanla terk edilmiştir.

Çınarî olarak da tanınan İsmail Efendi bu dönemin önemli bilim adamlarındandır. Babası gibi Mukâbele-i Piyâde Kalemi’nde çalışan ve orduyla birlikte seferlere katılan Kalfazâde İsmail Çınarî, belki de mesleği nedeniyle gençliğinde matematiğe ve astronomiye merak sarmıştır; 1767’de Sultan III. Mustafa tarafından Laleli Camii muvakkitliğine getirilmiş ve 1789’a kadar sürdürdüğü bu görevi sırasında ikisi bu caminin Batı yönündeki kaidesi, diğeri bir taş üzerinde olmak üzere üç Güneş saati yapmıştır. 1790 yılında da ölmüştür.

Tercüme-i Zîc-i Klero, Alexis-Claude Clairaut’un (1713-1765) Theorie de la Lune adıyla 1765 yılında yayımlanmış olan kitabının Fransızcadan yapılmış çevirisidir. Bu çeviri 1767’de yapılmış ve III. Mustafa’ya adanmıştır.

Clairaut üç cisim problemi ile ilgilenmiş, Ay kuramı ve gezegen hareketleri üzerine çalışmış ve Ay kuramına ilişkin çalışmalarını 1747’de Akademi’ye sunmuştur. Ancak Ay’ın apoje hareketinin ölçümündeki zorluğu aşmak için gravitasyon kuramında bir değişiklik olması gerektiğini ileri sürmüştür. Ona göre, gravitasyon yasası, mesafenin karesi ve küpünün toplamı biçiminde değiştirilmeliydi (m/r2 + n/r3). Clariaut gibi Euler de ters kare yasasını düzeltme girişimi içerisindeydi. Bu değişiklik dikkate alındığında Ay’ın apoje hareketi için öngörülen kuram, gözlemle mükemmel derecede uygunluk gösterdi. Bu Newton kuramının gözlemlerle uyum içinde olduğunu gösteren ilk kanıttır. Clariaut bu çalışması ile ödüllendirildi ve çalışmasını 1752’de Théorie de la Lune (Ay Kuramı) adıyla yayımladı. Ancak İsmail Efendi, bu kitabın sadece cetveller kısmını çevirmesi Osmanlı bilim zihniyetinin yapısı hakkında önemli ipuçları içermektedir.[11]

İsmail Efendi’nin çevirdiği ikinci kitap Jacques Cassini’nin (1677-1756) Tables Astronomiques de Soleil, de la Lune, des Planètes, de Etoiles Fixes et des Satellites de Jupiter et de Saturne (Paris, 1740) adlı eserinden Tuhfe-i Behîc-i Rasînî Tercüme-i Zîc-i Kasînî adıyla 1772’de Fransızcadan yapmış olduğu çeviridir.

Cassini eserin girişinde babası Jean Dominique Cassin’inin İtalya ve Fransa’da yaptığı gözlemlerini, bu gözlemleri eski gözlemlerle ve Fransız Akademisi’nde Monsieur Maraldi adlı astronomun gözlemleriyle karşılaştırdığını yazar. Kitap Sultan III. Ahmed tarafından 1720 yılı sonlarına doğru Fransa Kralı XV. Louis’e elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin Paris’te bulunduğu sırada, zamanın önemli araştırma merkezlerinden biri olan Paris Gözlemevi’ni ziyaret ederek teleskop ile gezegenleri ve yıldızları gözlemlemek istemiş, bu esnada gözlemevinin müdürü olan Jacques Cassini (1677-1756) ile tanışmış ve Osmanlı memleketlerinde kullanılmakta olan zîcler hakkında sohbet ederlerken, Cassini, babası Gian Domenico Cassini’nin henüz yayınlanmamış olan zîcinden bir nüshayı Yirmisekiz Mehmed Çelebi’ye armağan etmiştir. Yirmisekiz Mehmed Çelebi tarafından İstanbul’a getirilen bu zîc, yaklaşık yarım yüzyıl sonra, astrolojiye meraklı bir kişi olan Sultan III. Mustafa’nın dikkatini çekmiş ve Türkçeye tercüme edilerek kullanılmasını arzu edince, Fransızcayı iyi bilen Kalfazâde İsmail Çınarî’ye müracaat edilmiştir. İsmail Çınarî Efendi, söz konusu eserin tercümesini 1772 yılında tamamlayarak Tuhfe-i Behîc-i Rasînî Tercüme-i Zîc-i Cassinî adıyla yayınlamış, ancak Cassini, işlemleri kolaylaştırmak amacıyla daha 1614 yılında İskoçyalı matematikçi John Napier (1550-1617) tarafından keşfedilen logaritma cetvellerini kullandığı için, bu tercümenin başına 10.000’lik bir logaritma cetveli ilave etmiş ve bunun kullanımı hakkında bilgi vermeyi de ihmal etmemiştir. Böylece bu tercüme ile birlikte, hem logaritma hem de teleskop aracılığıyla elde edilen dakik gözlem bulguları Osmanlı bilginlerinin hizmetine girmiştir.[12]

Diğer taraftan bu eser Osmanlı takvimciliğini de etkilemiştir. 1799-1800 yılından itibaren Padişah III. Selim’in emriyle takvimler bu zîce göre düzenlenmeye başlamış ve Uluğ Bey Zîci zamanla terk edilmiştir.[13]

Kopernik astronomisinden söz eden bir başka yapıt, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Mârifetnâme’sidir (1825). Burada, evren anlayışı, Ay ve Güneş tutulmaları ve doğa olayları açıklanırken üç kaynak kullanılmıştır.

  1. Kuran-ı Kerim, hadisler ve dinî referansları içine alan dinî kaynaklar.
  2. Kâtip Çelebi’nin Cihannümâ’sı gibi bilimsel eserler.
  3. Suyûtî’nin eseri gibi çeşitli efsaneleri ve hurafeleri içeren halk inançları.

1757 yılında tamamlanmış olan Mârifetnâme, 1825 yılında basılmıştır. Bir önsöz, üç fen ve bir sonsöz olarak düzenlenmiştir. Önsözde, İslâm astronomisi başlığı altında evrenin yaratılış düzeniyle ilgili ayetler, varlıkların yaratılış düzeniyle ilgili ayetler yer alır ve tefsirlerden ve hadislerden örnekler verilir.[14]

Birinci fende, cevherler, ârazlar ve unsurlardan söz edilir ve astronomi bilimi için gerekli olan aritmetik ve geometri bilgileri verilir. Ayrıca evrenin küre biçiminde olmasının kanıtları ve gezegenler hakkındaki bilgiler de bu kısımda yer alır. Birinci fennin ikinci ve üçüncü bâblarında ise eski ve yeni astronomi ele alınmaktadır.[15]

Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Mârifetnâme’sinde, kozmografya ve astronomi olgularına ilişkin olarak hem hurafeler ve dinsel bilgilerden hem de bilimsel bilgileri yararlanmaktadır. Kitabın bazı bölümlerinde ise tutulmalara ilişkin bilimsel bir açıklama yer alır:

“Ay tutulması, Yerküre’nin Güneş ile Ay arasında olmasıyla Ay’ın ışığının kaybolmasından ibarettir. Güneş tutulması ise, Yer ile Güneş arasında Ay’ın bulunmasıdır.”[16]

Kitapta yeni astronomiye ilişkin bilgiler birinci fennin sonlarına doğru yer alır. Burada Erzurumlu İbrahim Hakkı, yeni astronomi kavramlarının din ile ilişkisini de ele almıştır. Ona göre evrenin merkezinde Yer ya da Güneş’in olduğuna inanmanın din ile bir ilgisi yoktur. Önemli olan evrenin, yüce yaratıcının bir eseri olduğuna inanmaktır. Ona göre, harekete daha elverişli olan küçük kütleli Yer’in, Güneş etrafında senede bir kere dönemesi daha kolay, işin gereğine uygun ve akla daha yakındır.[17]

Ancak İbrâhim Hakkı, İslâm astronomisi başlıklı kısımda ise, buna tam ters bir görüş öne sürmüş ve Kur’an ayetleri ve peygamber hadisleri uyarınca evrenin şeklini burada bu açıklamanın yeterli olduğunu söyleyerek de çelişkiye düşmüştür.[18]

Yeni astronomiden bahseden zîc çevirileri arasında, Joseph-Jérôme Lefrançais de Lalande’ın, Hüseyin Hüsnî İbn Ahmed Sabîh (ö. 1840) tarafından Tercüme-i Zîc-i Laland adıyla çevrilmiş olan zîci de yer alır. Hüseyin Hüsnî ibn Ahmed Sabîh, on dokuzuncu yüzyılda İstanbul’da yaşamış ve müneccimbaşılığa kadar yükselmiştir. Önceleri Arap ülkelerinde bulunan ve daha sonra İstanbul’a gelen Hüseyin Hüsnî, II. Mahmut zamanında ikinci müneccim olmuş, 1825’te Mehmed Râkım Efendi’nin ölümüyle müneccimbaşı olarak atanmıştır. 1838 yılında ise Selânik kadılığına getirilen Hüseyin Hüsnî 1839 (ya da 1840) yılında ölmüştür.

Tercüme-i Zîc-i Laland, Fransız astronom Joseph-Jérôme Lefrançais de Lalande’nin (1732-1807) Tables Astronomiques (Paris 1759) adlı kitabının çevirisidir. Hüseyin Hüsnî bu eseri 1814 yılında Arapçaya, 1826 yılında da Türkçeye çevirmiştir. Tercüme-i Zîc-i Laland, Tables Astronomiques adlı eserin takvim çıkartmakla ilgili kısmının, altı bölüm üzere genişletilmiş Türkçe çevirisidir. Çevirinin girişinde Lalande’nin zîcinin Kopernik sistemine uygun olarak hazırlandığı, Uluğ Bey ve Cassini zîclerini hükümsüz bıraktığı ve bu yeni zîcin kıyamete kadar geçerli olacağı söylenmektedir.

1832 yılında Hekim Mustafa Behçet ile Hüseyin Hüsnî ortaklaşa bir bildiri hazırlar ve burada Cassini zîcinin takvim hesaplamalarında önemli hatalara sebep olduğunu, Güneş ve Ay tutulmalarında 25 dakika kadar hata payı bulunduğu ve Lalande zîcinde ise bu hatanın birkaç saniyeye indiğini söyleyerek Lalande zîcinin kullanılması gerektiğini ifade ederler. Bunun üzerine padişah’ın emriyle bu zîc kullanılmaya başlanır.[19]

Batı astronomi kaynaklarından yapılan aktarma ve çeviriler dışında, ilk defa Rusça kaynaklardan yararlanılarak hazırlanan bir eserde de Kopernik astronomisinden bahsedilmektedir. Bu kitap, Bakülü Kudsî olarak bilinen Azerbaycanlı Abaskulu Ağa İbn Mirzâ Muhammed Hân-ı Sanî’nin (ö. 1846) Esrâr el-Melekût adlı eserinin çevirisidir. Bakülü Kudsî bu eseri önce Farsça yazmış sonradan Arapçaya çevirmiş ve 1846’da Sultan Abdülmecid’e sunmuştur. Padişahın ilgisini çeken kitap daha sonra Sadrazam Reşid Paşa’nın görevlendirmesiyle Hayatizâde Seyyid Şeref Halil el- Elbistânî tarafından Efkâr el-Ceberût fî Tercemet Esrâr el-Melekût adıyla 1848’de Türkçeye çevrilmiştir.

Esrâr el-Melekût Kudsî’nin daha önce kaleme aldığı coğrafyaya ilişkin bir kitabın özetidir. Önsözde astronominin kısa tarihi verilir ve Kopernik kuramından bahsedilir. Kopernik kuramı burada en başarılı kuram olarak verilmektedir. Kudsî eserini baştan sona yeni astronomi anlayışına göre yazmış ve tercihini bu kuram lehine kullanmıştır. Kudsî tercih sebebini şöyle yazar:

“.Gerek Batlamyus ve gerekse Kopernik görüşlerinden birini tercih etmenin dinimiz açısından herhangi bir mahsuru yoktur. Çünkü bunlar dinle değil akılla ilgilidirler. Aklî hususlarda taklit câiz olmayacağından biz aklın tercih ettiğini kabul ederiz. Kopernik görüşünü akıl ve gözlem kaideleriyle karşılaştıran bazı Müslüman yeni astronomlar bu görüşün doğruluğunu, ayet ve hadislere dayanarak müdafaa etmişler, bilim ve gözlem esaslarına uymayan Batlamyus görüşünün nasıl olup da bu kadar zaman şöhretini devam ettirdiğine hayret etmişlerdir. Ben bu Kopernik görüşünün geometrik kaidelerden çıkarılmış olan açık ve kesin delillerle, ayrıca ayet ve hadislerle de uyuştuğunu, Batlamyus’unkinin ise bunun tersi olduğunu anladım.”[20]

Kitabın sonsözünde ise, yeni astronominin evren anlayışının Kuran-ı Kerim ve hadislerle desteklendiği vurgulanmış ve din-bilim uzlaşmasının sağlanmasına gayret edilmiştir.

Mühendishâne-î Berrî-i Hümâyûn’da Verilen Astronomi Dersleri

Bu faaliyetler, XVIII. yüzyılın sonlarına doğru, Osmanlıların coğrafyadan sonra, astronomi ve matematik sahalarında da Batı ile temasa gelmeye başladıklarını ve hiç değilse ilk planda kendileri için gerekli olan kuramsal bilgileri, yavaş yavaş da olsa, aktarmaya başladıklarını göstermektedir. Ancak Osmanlılar bu dönemde daha çok vakit tayini için gerekli olan bilgileri içeren zîcleri çevirmişlerdir. Batı’da bu dönemde astronomi biliminin yapısını tamamen değiştiren önemli bir çok eser dururken, bu türde zîclerin seçilmiş olması Osmanlı bilimine hakim olan karakteri göstermektedir.

1773’te Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyun ve 1793’te Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun’un kurulmasıyla astronomi dersleri devlet eliyle öğretilmeye başlanmıştır. Sultan III. Selim Dönemi’nde kurulan Mühendishâne-î Berrî-i Hümâyûn’un ilk başhocası olan Hüseyin Rıfkı Tâmanî (?-1817), Mühendishâne’deki derslerin düzenlenmesine büyük emeği geçmiş, Arapça ve Farsçanın yanı sıra İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve Latince bilmesinin sağladığı olanaklarla çağdaş Batı biliminin Osmanlılara aktarılmasına öncülük etmiştir.

Mühendishâne-î Berrî-i Hümâyûn’da astronomi derslerini ilk okutan Hüseyin Rıfkı Tâmanî’dir. Hüseyin Rıfkı Tâmanî’nin astronomiye ilişkin müstakil bir kitabı yoktur. Onun öğrencisi olan Hoca İshak Efendi onun coğrafyaya ilişkin notlarını özetleyip el-Medhâl fi’l-Coğrafya adıyla 1831’de yayımlamıştır. Burada verilen astronomi sistemi Yer Merkezli astronomi sistemidir. Diğer taraftan Hüseyin Rıfkı’nın çağdaş fizikle ilgili olan Mecmua el-Mühendisîn (Mühendislerin Mecmuası) adlı eserinde, Yer’in bir derecelik meridyen yayının ölçülmesine de yer verilmiştir. Hüseyin Rıfkı’nın belirttiğine göre, bir derecelik meridyen yayının ölçülmesi iki açıdan önemlidir; böylece uzunluk ölçüsünde uluslararası bir birliğin sağlanması için gerekli olan birim uzunluk saptanmış olacak ve Yer’in gerçek biçimi belirlenecektir. Nitekim yapılan ölçümler sonucunda, Yer’in biçiminin Newton’un öngördüğü gibi, ekvatorda çıkık ve kutuplarda ise basık olduğu kanıtlanmıştır.[21]

Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun’a 1817’de Hüseyin Rıfkı Tamânî’den sonra Seyyid Ali Paşa Başhoca olmuştur. Seyyid Ali Paşa 15. yüzyılın önemli astronomlarından Ali Kuşçu’nun Fethiye adlı eserini Mir’ât el-‘Âlem (Evrenin Aynası) adıyla tercüme etmiş[22] ve eserin önsözünde, astronomide üç önemli görüş olduğundan söz etmiştir. Bunlar, Batlamyus’un Yer merkezli sistemi, Pitagoras ve Kopernik’in Güneş merkezli sistemi ve Tycho Brahe’nin hem Yer’i hem de Güneş’i merkeze alan sistemidir. Seyyid Ali Paşa, Yer merkezli sistemin İslâm ülkelerinde yaygın olduğunu, takvim yapmak için hazırlanan zîclerin bu görüşe dayandıklarını, dolayısıyla da bu görüşün kabul edildiğini söylemektedir.[23]

1830 yılında Seyyid Ali Paşa’nın azledilmesiyle Başhocalığa İshak Efendi getirilir. İshak Efendi en önemli eseri olan Mecmûa-i Ulûm-i Riyaziye’nin dördüncü cildini astronomiye ayırarak ağırlığı Kopernik kuramına verir ve bu sistemin o zamana kadar Osmanlılarda en uzun ve belki de en teknik izahını vererek, “hata olması muhtemel ise de” Kopernik görüşünün ilm-i hikmete daha uygun olduğunu kesin bir şekilde belirtir.[24] Hoca İshak Efendi, Mecmûa-i Ulûm-i Riyaziye’nin dördüncü cildinde Batlamyus, Kopernik ve Tycho Brahe’nin sistemlerini verdikten sonra III. Makale’nin sonunda şunları söyler;

“Sonuç; Kopernik mezhebinin hatalı olması muhtemel ise de, bütün gök cisimlerinin hareketi, bu mezhep üzere uygun açıklanıp bildirilmekle bu cihet itibara uygundur. Zira, bu mezhepte, bütün gezegenlerin küreleri Güneş’in etrafında hareketli olup, ilm-i hikmette de bildirilmiştir ki bir cismin yarıçapı, duran bir noktanın etrafında zaman ile orantılı uzaklığı ve mesafeyi katetmesi ancak o cismin etrafında hareket etmesiyle olur. Gözlemsel astronomide sonradan kaydedilen genel kural ile, bütün yıldızların katettikleri mesafenin, zaman ile orantılı olmasının Güneş’in etrafında hareket etmesine bağlı olduğu ispat edilmiştir. Bu takdirce, gezegenlerin (kürelerinin) merkezleri, Güneş’in merkezi olmadığında bu genel kural asılsız olmalıdır. Bu ise karşıdır. Bu takdirce, bütün yıldızların (kürelerinin) merkezinin Yer küre değil de Güneş olduğunu uygun görmüşlerdir. Anılan kuraldan başka iki kural da ortaya çıkar; ilkin bir noktanın etrafında hareket eden çeşitli cisimlerin hızları, o noktadan olan uzaklıklarının kareköklerine eşit olur. İkinci olarak, çeşitli yıldızların dolanım zamanlarının kareleri, o noktadan olan uzaklıklarının küpleriyle orantılı olur. Gözlemsel astronominin bu kuralları, gezegenlerin hareketlerinde Güneş merkez olmayınca sâdık olmazlar. Ve bu takdirce, Güneş’in gezegenlere merkez olması, astronomi araştırmaları ve tabiat kurallarına uygun ve münasip görünür.”[25]

Mecmûa-i Ulûm-i Riyaziye’nin dördüncü cildinin 114-347. sayfaları arası üç makale olarak astronomiye ayrılmıştır. Konuları şöyledir:

Astronomiden Yerküre İle Göğün Durumunu ve Gökcisimlerinin Niteliklerini İçeren I. Makale:

  1. Bab, ufuk dairesi beyanındadır.
  2. Bab, ekvator beyanındadır.
  3. Bab, meridyen dairesi beyanındadır.
  4. Bab, kutbun yüksekliği ve kentlerin enlem ve boylamları beyanındadır.
  5. Bab, tutulum dairesi yani burçlar kuşağı beyanındadır.
  6. Bab, Yer’in bölgeleri beyanındadır.
  7. Bab, fecr ve şafak beyanındadır.
  8. Bab, yıldızların dik doğuşları ve meyilleri, enlem ve boylamları beyanındadır.
  9. Bab, zamanın takdim ve tayini beyanındadır.
  10. Bab, paralel yükseltilerle (irtifâ’at-ı mütenâzire) vakit ve zaman tayini beyanındadır.
  11. Bab, ışığın kırılması beyanındadır.
  12. Bab, temel gözlemler beyanındadır.
  13. Bab, yıldızların paralaksları beyanındadır.
  14. Bab, gezegenlerin büyüklükleri beyanındadır.
  15. Bab, gezegenlerin Yer’e göre büyüklüklerinin miktarları beyanındadır.

Astronomiden Gezegenlere Dair Mezhepleri İçeren II. Makale:

  1. Bab, Batlamyus mezhebi beyanındadır.
  2. Bab, Tycho Brahe mezhebi beyanındadır.
  3. Bab, Kopernik mezhebi beyanındadır.
  4. Bab, adı geçen mezhepler üzere astronomi eserlerinin şerh ve izahları beyanında olup üç fasıl içerir.
    • Fasıl 1, günlük ve yıllık hareketin ve mevsimlerin beyanındadır.
    • Fasıl 2, Yer’in ve Güneş’in apoje ve perijeleri ve gezegenlerin karşılaşma ve kavuşma konumları beyanındadır.
    • Fasıl 3, gezegenlerin ileri gidişleri, durmaları ve geri gidişleri ve sabit yıldızların hareketleri beyanındadır.

Astronomide Doğa Felsefesini İçeren III. Makale:

  1. Bab, ilk çekim kuvveti beyanındadır.
  2. Bab, genel çekim kuvveti ile gökcisimlerinin hareketlerinin çıkarılması beyanındadır.
  3. Bab, yıldızların doğal nedenlerinin çıkarılması beyanındadır.
  4. Bab, gökcisimlerinin kesafet ve cevherleri beyanındadır.
  5. Bab, gezegenlerin düzensiz hareketleri beyanındadır.
  6. Bab, diğer gökcisimlerinin hareketleri beyanındadır.
  7. Bab, Güneş’in durumu ve hareketi beyanındadır.
  8. Bab, sabit yıldızlar ile suretlerinin beyanındadır.
  9. Bab, Yerkürenin durumu beyanındadır. Üç fasıldır.
    • Fasıl 1, Yerkürenin hareketi beyanındadır.
    • Fasıl 2, Yer’in şekli beyanındadır.
    • Fasıl 3, Yerkürenin kutuplarda basık olduğu beyanındadır.
  1. Bab, gezegenlerin görünüşleri beyanındadır.
  2. Bab, Ay’ın durumu beyanındadır.
  3. Bab, Güneş ve Ay tutulmaları beyanındadır.
  4. Bab, uyduların durumları beyanındadır.
  5. Bab, kuyruklu yıldızlar beyanındadır.

Astronomide Sabit Yıldızların Hareketlerine Dair ve Çekim Kuvvetine Dair Olan Bahisleri İçeren

IV. Makale:

  1. Bab, Descartes’ın hareket sebebine dair olan yöntemi beyanındadır.
  2. Bab, sonraki düşünürlerden Newton adındaki filozofun yöntemi beyanındadır.
  3. Bab, küçük cisimlerde oluşan çekim kuvveti beyanındadır.
  4. Bab, itme kuvvetinin kuralları beyanındadır.

Yrd. Doç. Dr. Yavuz UNAT

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 14 Sayfa: 906-914


Dipnotlar:
[1] Ekmeleddin İhsanoğlu, Büyük Cihad’dan Frenk Fodulluğuna, İstanbul 1996, s. 141; Ekmeleddin İhsanoğlu, Ramazan Şeşen, Cevat İzgi, Cemil Akpınar, İhsan Fazlıoğlu, Osmanlı Astronomi Literatürü Tarihi (OALT), Cilt I, İstanbul 1997, s. CXXVI.
[2] İhsanoğlu, 1996, s. 142-153; OALT, Cilt I, s. CLXXIX, 340-345.
[3] İhsanoğlu, 1996, s. 153-157; OALT, s. 355-356; Ekmeleddin İhsanoğlu, Ramazan Şeşen, M. Serdar Bekar, Gülcan Gündüz, A. Hamdi Furat, Osmanlı Coğrafya Literatürü Tarihi (OCLT), İstanbul 2000, s. 108-114.
[4] OCLT, s. 111.
[5] OCLT’den naklen, s. 112.
[6] İhsanoğlu, 1996, s. 158-163.
[7] Güneş merkezli kurama yapılan en önemli itiraz olan bu mesele yıldızların paralaksları problemidir. Yer merkezli sistemi savunan astronomlara göre, eğer Yer, Güneş etrafında hareket ediyor ise, Yer’in hareketinden dolayı yıldızlar konumlarını hissedilebilir derecede değiştirmeliydiler. Gerçekte çok küçük olan ve Yer’in hareketine bağlı bu konumsal değişme (paralaktik kayma) 1838 yılında Friedrich Wilhelm Bessel (1784-1846) tarafından keşfedilmiş ve Güneş merkezli sistemin bir kanıtı sayılmıştır.
[8] İhsanoğlu, 1996, s. 163-165; OALT, s. 416-418.
[9] Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul 1982, s. 188.
[10] İhsanoğlu, 1996, s. 167.
[11] İhsanoğlu, 1996, s. 180.
[12] İhsanoğlu, 1996, s. 179-182; OALT, s. 530-531.
[13] OALT, s. 530-536.
[14] Erzurumlu İbrahim Hakkı, Mârifetnâme, İstanbul 1330/1912, s. 2-21.
[15] Mârifetnâme, s. 24-158.
[16] Mârifetnâme, s. 45.
[17] Mârifetnâme, s. 144-151.
[18] İhsanoğlu, 1996, s. 172-173.
[19] İhsanoğlu, 1996, s. 183.
[20] İhsanoğlu, 1996, s. 189-190.
[21] İhsanoğlu, 1996, s. 185-186.
[22] İhsanoğlu, 1996, s. 186-187; OALT, s. 587-588.
[23] Seyyid Ali Paşa, Mir’âtü’l-‘Âlem, İstanbul 1239/1843, s. 2-3; Seyyid Ali Paşa, Miratü’l-Alem (Evrenin Aynası), Ali Kuşçu’nun Fethiyye Adlı Eserinin Çevirisi, Hazırlayan: Yavuz Unat, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2001, s. 23-24.
[24] Hoca İshak Efendi, Mecmûa-i Ulûm-i Riyaziye, İstanbul 1261, s. 235-236; İhsanoğlu, 1996, s. 187-188; OALT, s. 577-579.
[25] Bkz. Hoca İshak Efendi, s. 235-236.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.