Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

XVIII. Yüzyıl Osmanlı Mimarisinde Sivil Mimarinin Etkinliği

0 9.406

Yrd. Doç. Dr. Betül BAKIR

1 – Sivil Mimariye Yönelme

Onsekizinci yüzyıla kadar içe dönük yaşamı yansıtan avlulu “Türk evi”, aile bireyinin yürüyüş mesafesindeki” işyeri “ve halkın toplum içinde bulunduğu tek mekan olan “cami”üçgeniyle sınırlanmış bulunan Osmanlı toplum yaşantısında, cami ya da külliye çevresinde konumlanmış yapılar grubu, Türk sosyal yaşamında sade ve içe dönük aile kavramının gereğidir. Batı’daki örneklerde olduğu gibi tiyatro, opera, balo…vs. gibi büyük yapı gerektiren işlevler bulunmadığından, fazla geniş olmayan sokakların bir ucu camiye açılmakta ya da çıkmaz sokak şeklinde düzenlenmekteydi. Dar sokaklarda birbirine yakın evlerin XVII. yüzyıl sonuna kadar sokağa açılan pencereleri kepenkler ya da ahşap kafeslerle örtülürken, XVIII. yüzyıldan sonra mahremiyetin sınırladığı pencere yüzeyleri büyüyerek dış çevre ile görsel ilişki önem kazanmıştı. XVIII. yüzyılın başından itibaren dekorasyonda değişmeler görülen Türk evinde orta sofa, T ve L tiplerinin yanında Barok etkisinde köşeleri pahlandırılarak oval forma ulaşmıştır.[1] Avrupa’da Rönesans’tan itibaren önem kazanan orta salonlar, Türk Barok mimarisinde yalnız biçim değişikliğine uğramış, odalar arasında ilişki sağlayan “geçit alanı” fonksiyonunu devam ettirdiği halde baş oda gibi Türk evinde harem ve selamlıktaki misafir kabul odaları iki yöne açılan manzaralarıyla planda her zamanki köşe mekanlardaki yerlerini korumuşlardır.

Padişahların saray dışında yaşama isteği ve dönemin gözde Batılılaşma arzusuyla hızla gerçekleştirilen sivil mimari yapıları çoğalırken, Topkapı Sarayı’nın kısıtlı alanında zemine yayılan yapı gruplarında mekansal dekorasyona verilen önem, Topkapı Sarayı dışında düşey boyutta gelişen iki, üç katlı tasarlanan anıtsal saraylarda değişerek Avrupa modasına uygun olağan dışı bezemelerle kaplanan dış cepheler yarattı.

Barok akımın özgürlükçü düşünceye dayanan, dalgalı, canlı ve ihtişamlı figürlerinin yarattığı dışa dönük cepheler, yönetim tarafından desteklenen sanatçılar, ağır işlemeli ve altın yaldızlı bezemeler, Türk Barok’una batıdan gelen yabancı düşüncelerdi.

Sivil mimarinin yoğunlaştığı dönemde Ortaköy, Beşiktaş, Büyükdere, Sarıyer, Fındıklı gibi Boğaz’ın Rumeli yakası ve Beylerbeyi, Kuzguncuk, Beykoz, Çubuklu gibi Anadolu yakasındaki bölgeler en fazla itibar edilen yerleşim birimleridir. Özellikle III. Mustafa yabancı elçilere Büyükdere’de oturma izni verdiğinde Boğaz’ın bu kesiminin XV. Louis üslubu yapılarla dolduğu albümlerde görülmektedir. Yalı ve köşk mimarisinde bir sofa etrafına dizilmiş odalar, cumbalı, payandalı, kafesli ve dikdörtgen pencereli cepheleriyle klasik Türk evi mimari özellikleri XV. yüzyıldan beri gelenekselliklerini korumalarına rağmen planlamada orta sofa elipse dönüşmektedir.

Osmanlı saray yapıları, Avrupa’da Rönesans’la başlayan ve Barok mimari ile devam eden, büyük bahçe içinde konumlanmış yapı örneklerinden farklıdır. Osmanlı sarayı Avrupa’daki saraylar gibi belli bir etki ve ihtişam yaratacak toplu yapılanmanın aksine büyük bahçe içine serpiştirilmiş köşk, pavyon gibi küçük ve hafif yapılardan ibarettir.[2] Saray topluluklarıyla aynı paralellikte değişim gösteren, sebzeliği, bağı, koruluğu, meyveliğiyle kendine özgü gelişen park-bahçeler Avrupa’da saraydan daha fazla önem kazanırken, Türk bahçelerinde önce yapı tasarlanır, sonra bahçe düzenlenirdi. Çevre ne kadar önem kazansa da yapı her zaman birinci planda gelmektedir. Sultan III. Ahmed’in Versay bahçelerini taklit etmesiyle halkın dikkatini çektiği bahçe düzenlemeleri on sekizinci yüzyıl sonunda Melling’in İstanbul’a gelişiyle kendi içinde bir stil halini almış, geometrik tasarımlara eklenen küçük dekorasyon öğeleriyle Barok etkileri belirgin hale gelmiştir.[3] XX. yüzyıla kadar terk edilmeyen teraslı ve geometrik düzenli bahçelerde Barok akım etkisiyle su yapılarında kullanılan nesneler, kıvrımlı, hareketli ve dairesel biçimlere dönüşmüştür. Havuzların yerine daire ya da dilimli tekneler kullanılmış, köşe ve kenarlarda yerleştirilen fıskiyeler mermerden işlenmiş ve istiridye kabuğu biçimi verilmiş rozetlere dönüşmüştür. Aynı şekilde selsebillerde de istiridye kabuğu motifi artmış, fıskiyeler üst üste yerleştirilerek kenarları dilimli, dairevi planlı mermerden küçük tekne biçimini almıştır.

2. – III. Ahmed Dönemi ve Sadabad

III. Ahmed ve Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’nın yenileştirme hareketleriyle canlandırdığı 1718-1730 yılları arasında geçen döneme Lale Devri adı verilmektedir. Bu kısa dönemin başında İstanbul’da çıkan yangın felaketleri 1718 ve 1719 yıllarında Cibali-Unkapanı arasındaki evleri, Gedikpaşa ve Kumkapı semtlerini yok ederken, 1729 yılındaki Balat yangını İstanbul’un sekizde birini yakmıştır.

Lale Devri’nin görünüşte kalan parlak yaşantısına karşın devlet doğal afetlerden ve ekonomik sorunlardan bunalan halkın problemlerine ve boşalan hazinenin durumuna çözümler aramakta, bu amaçla Damat İbrahim Paşa, yüzyılın başında Veziriazam Amcazade Hüseyin Paşa’nın gerçekleştirdiği ıslahat hareketlerine yeni ekonomik boyutlar getirmektedir. Hazinenin gelirini arttırmak için çeşitli yerlerdeki gümüş madenlerini işletmek, vergileri arttırmak ve maaşları indirmek gibi çarelere başvurulmuştur.

İmar işleri, dönemin ihtişamını yansıtacak hareketlerden ibaret olduğu halde Damat İbrahim Paşa hızla milli saray ve kasırların restorasyonu ve yenilerinin inşası işlerini sürdürmektedir.[4] Saray ve bahçelerin inşası devlete ait olduğu halde, cami, mescit, çeşme, mektep ve kütüphane inşaatları zengin kişilere bırakılmıştır.

Gezmeye, eğlenceye ve lale şenliklerine yönelik çalışmalar bahçe ve mesire yerlerini geliştirmiş, çok kısa sürede Süreyyay-ı Nev Bünyad Kasrı (3 gün), Kağıthane düzenlemesi (2 ay), otuz mermer direk üzerine dikilen Sadabad Kasrı 60 günde tamamlanmıştır.[5] Kağıthane ve Boğaziçi’nden günümüze kadar gelebilen eserlerin olmayışı, yalnızca dekorasyona önem verilen, çok kısa sürede inşa edilen kısa ömürlü yapım sistemlerine rağbet edilmesinden dolayıdır.

Dekorasyonda, Osmanlı mimarisinde ilk dönemlerden beri stilize edilmiş bitki ve meyva motifleri Lale Devri’nde gerçeğe yaklaşarak vazo içine girmiş, buketli vazo, meyvalı kase ya da çiçek demetleri biçimlerinde art arda tekrarlanan kabartmalar çeşme yüzeylerinde ve iç dekorasyonda yer almıştır.

Bezemelerde, İran medeniyeti ve rokoko akımı beraber girmeye başlamıştı. İran medeniyetinde bazı bezemelerde tabiat ruhunun gerçekten uzak tasvir edilişi, örneğin kıvrımlı dallardan oluşan bir zeminde altın sarısı, yeşil ve kırmızı renkleriyle yüzeylere soyut ancak canlı görünüm kazandıran tasvirler, Barok akımın gerçeküstü konular tavrına benzer ürünler sergilemektedirler. Süslemenin aşırı derecelere varan yoğunluğa ulaşması ve Türk sanatında bu döneme kadar bilinmeyen yabancı öğelerin benimsenmesine rağmen, klasik Türk sanatının güçlü etkileri de duyulmaktadır. Bu nedenle mimaride klasik dönemden Türk Barok’una geçişte başlangıç eserlerindeki yabancı etkileri daha zayıftır. Sivri kemerler, mukarnaslı başlıklar, düz saçaklar, hafif silmeler, incelmiş burgulu sütunlar, fistolu kemerler, nebati motifler daha yeni yeni görülmektedir.

İran medeniyetinden başka Uzak Doğu sanatı da Türk sanatını etkilemiştir. Palmiye, lale ve karanfil gibi çiçek dekorlarının ve meyva kaselerinin oyma tekniğinde işlenmesi, arabesk detaylarda Çin sanatında rastlanan koyu kırmızı rengin kullanılması Uzak Doğu sanatı etkileridir.

Dini mimariye verilen önem, on sekizinci yüzyılda sosyal yaşantıya paralel olarak değişim göstermiş, sivil mimariye yönelme eğilimi Boğaz ve Kağıthane gibi yerleşime elverişli ve zevkli mekanlarda dönemin özelliklerini yansıtan sivil mimari örneklerinin sergilenmesine vesile olmuştur. Bu zamana kadar dini ve sosyal amaçlı yapıların dışında kalanlar sadece maddi ihtiyaçları gidermek için inşa edilirken, bundan sonra Fransa saraylarındaki sosyal yaşamı çağrıştıran eğlencelerin düzenlenebileceği, zevk ve ihtişamı yansıtan şaşalı hayatı yansıtacak çok sayıda köşk, saray, kasır ve bunlara ait bahçe, mesire yerleri ile çeşme ve sebil inşa edilmiştir.

Çeşmeler

Sivil mimaride yabancı etkilerin en fazla yoğunlaştığı dekorasyon öğeleri çeşme ve sebillerin yüzeylerindedir. Meydan çeşmelerindeki dört cepheyi kaplayan süslemelerdeki natüralist yaklaşımlar ve çeşmelerin hareketli planları Barok akımın Türkiye’deki ilk adımları olarak nitelenmektedir. Bilinen ilk örnek olan Topkapı Sarayı giriş kapısı Bab-ı Hümayun önündeki, dönemin hassa mimarı Kayserili Mehmed Ağa’ya 1728-29 yıllarında yaptırılan III. Ahmet Çeşmesi’dir (Resim 1). Köşeleri dörder sütunçeyle yuvarlatılarak hareket kazandırılan dikdörtgen planlı çeşme, geniş saçaklarındaki kabartma bitkisel motifleri ve saçağın duvarla birleştiği yerdeki akant frizi ile Barok akımın ilk habercisidir. Çeşmenin dört yüzünde devam eden firuze renkli çiniler üzerine yazılmış Seyyit Vehbi’nin kasidesi, koyu kadife yeşili iki bandın arasında mavi-beyaz çinileri kuşatan frizin yarattığı çok renklilik ve bu düzlemde oluşan çerçeve cephelere dikkat çekici bir boyut katmıştır. Geniş saçakların verdiği yatay etki ile köşelerdeki sebil pencerelerini düşeyde bölen sütunçeler, çeşme aynasının iki yanındaki nişler ve bunları çerçeveleyen düşey hatlar arasındaki zıtlık simetrik düzenin yarattığı monotonluğu bozmaktadır. Geniş saçak üzerindeki çokgen planlı, üzerlerinde altın yaldızlı alemler bulunan beş küçük kubbe Uzak Doğu ve Türk sanatı sentezlerinin kaynaşmasını simgeler.

1732 yılında inşa edilen Azap Kapısı Çeşmesi, yapıldığı dönemde çevresindeki yapı grubu içine sıkışarak zorlandığından mimarisi, yola uzanan dar bir kaleyi andırmaktadır. İnce, uzun ve yukarı doğru yükselen çeşmenin düşey etki yaratan cephesi, iki çeşme arasına yerleştirilmiş sebil, üzerinde, köşelerde yuvarlatılarak keskin hatları yumuşatılmış geniş saçağın yatay etkisiyle dengelenmektedir. Demir şebekenin cepheye kazandırdığı şeffaflık ve çeşme aynasının iki yanındaki vazoda çiçek, meyvalı kase kabartmaları ile diğer bitkisel motifler çeşme mimarisinin farklı bezeme kombinasyonları ile zenginleştirilmesini sağlamıştır (Resim 2).

Üsküdar’da İskele Camii’nin altında 1732’de inşa edilen Üsküdar Çeşmesi’nde, dikdörtgen plan köşelerde pahlanarak yumuşatılmasına rağmen, saçaklarda dikdörtgen form ile kütlesel bütünlük korunmuştur. Köşelere yerleştirilen zarif, yuvarlak yalaklar ve bunların iki yanındaki ince burgulu sütunlar Barok oluşumlardır (Resim 3, 4). Çeşmenin iki yanında yer alan küçük nişler ve bunların etrafında dolaşan bezemeli çerçeveler, çeşmenin aynasındaki vazoda karanfil kabartmaları, geniş ahşap saçaklar ile çizgisel hatların düşeyde ve yatayda bir bütünlüğe vardığı görülmektedir. Çeşmede, kabartma bitkisel motiflerdeki kıvrımlar Barok nitelik taşımasına karşın, Türk kemeri ve gülçe motifleri gibi geleneksel dekorasyon bezemeleri daha fazla hakimdir.

1732 yılında I. Mahmud tarafından Hassa Ser Mimarı Mehmed Ağa’ya yaptırılan Tophane Çeşmesi’nin dört yüzü birbirinin aynı özellikte ve her yüzünde yalaklı bir çeşme vardır. Üsküdar Çeşmesi’nde olduğu gibi köşeleri pahlandırılmış ve bu kısımlarda Üsküdar’da olduğu gibi ilk zamanlarda birer sebil musluğu ile yalakları vardı.[6] Yapının cidarlarındaki bezemelerde, kütlesel ve masif etki yaratan planlamaya uygun geometrik desenler gibi, kararlı ve ciddi hava yaratan bezemeler yerine neşeli, renkli, hayal alemi yaratan limon, şeftali, ceviz, nar, lale, gül, selvi gibi bitkisel motifli kabartmalar kullanılmıştır. İlk yapıldığında günümüzdeki gibi kubbeli bir çatısı olan çeşmeye kısa bir süre sonra rokoko çatı yaptırıldıysa da, 1956 restorasyonunda bugünkü şekli uygulanmıştır. Çeşme yalağının iki yanında yer alan mukarnaslı nişler klasik Türk mimarisi, Melling’in albümünde de görülen kuleli çatı ise Uzak Doğu mimari özellikleridir.[7]

Lale Devri’nin sonlarına doğru inşa edilen Tophane ve Üsküdar çeşmelerinin yapısal özelliklerine bakıldığında Uzak Doğu ve İran medeniyetleri etkilerinin azalarak Barok akımın ağırlık kazandığı görülmektedir. Bu dönemde Asya ve Avrupa’dan çağırılan mimarların Versailles ve İsfahan saraylarını taklit etmeleri, benzer örneklerin Kağıthane’den Boğaziçi’ne kadar olan bölgede artması, Doğu ve Batı kültürlerinin aynı anda Türk mimarisini etkilediğini göstermektedir.

Sadabad

1717 yılında, Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın Kağıthane’de verdiği bir kır şöleni Padişah III. Ahmed’in yöreye ilgi duymasına yol açmıştı. Sadrazam daha önce yaptırılmış bulunan Mehmed IV’ün av köşkünü onartmış, düzenlenen köşk ve bahçeye Hüsrev-abad adı verilmişti.

1720’de Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin Fransa seyahati dönüşü getirdiği Versailles, Fontainebleau ve Marly Saraylarının resimleri ve Versailles’ın planları, dönemin Batılılaşma tutkusunun odaklaştığı Kağıthane’de Batı etkisinde kalmış çok sayıda kasır, köşk ve bahçenin doğmasına neden olmuştur. Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin Fransa saraylarının ve bahçelerinin ihtişamını kendi saray ileri gelenlerine aktarmasıyla İstanbul’da bulunan Fransız elçisi Marquis de Bonnac aracılığıyla bu saray ve bahçelerin bazılarının planları getirtildi. Öyle ki Mehmed Çelebi ile Paris’e giden elçilik çevirmeni Lenoir’ın da İstanbul’a birçok bahçe planı ve resmi gönderdiği söylenmektedir.

Kağıthane köyünden Haliç bitimindeki Karaağaç Kasrı’na kadar olan bölgede, derenin yamaçlarında iki dizi halinde sıralanmış saray eşrafına ait 170-200 kadar kasır vardı. Bu kasırlar çeşitli renklere boyalı ve nakışlarla bezeli cepheleriyle dikkat çekmekteydi.[8] Kağıthane, XIV. Louis döneminin özelliklerini sergilese de hangi prototipin nerede belirginleştiği belirsizdir. Je ‘Hannot Versailles sarayına, Von Hammer, Castellan ve Pertusier Marly saraylarına benzetmişlerdir.

Sadabad Kasrı, on sekizinci yüzyıl başında Avrupa’da Barok akımla birlikte ortaya çıkan, büyük bir park içinde yer alan saray kompleksinin yakınında bulunan akarsuyun düzenlenerek kanal haline getirilmesi ve kanalın bir tarafında kaskatlar ve köşk tasarımlarının düzenlenmesi modasına uymaktadır.[9] Bu benzerlik Yirmisekiz Çelebi Mehmed’in seyahatnamesiyle karşılaştırıldığında açıkça görülmektedir.

“Bu kanal dedikleri etraftan toplanmış yapma bir nehirdir ol nehirde yontma taşlar ile havuzlar yapmışlar.”

“Yol sırasında bazı nehirler doğudan kuzeye akmışlar. Bu yüzden kanal nehrinin nizamını değiştirmek lazım gelmekle sedler ve bir nice sanatler ile nehrin suyunu öyle taksim etmişler ki, nizamı bozulmamış”.[10] Tasvirleriyle anlattığı yapma kanalların Türkiye’deki benzeri Kağıthane’de düzenlenen “Cetvel-i Sim”dir. Cetvel-i Sim, Lale Devri mimarisinin en büyük ve en parlak örneği olup Kuleli Sarayı ve bahçesinden getirilen mermerlerin Kağıthane deresinin iki kıyısına döşenerek ve etrafları ağaçlandırılarak yapılmıştı. Kanalın sularını tutmak için iki bend, kasrın önündeki havuzu beslemek için üçüncü bend inşa edilmişti. Birinci bendi oluşturan geçit üzerindeki kapak taşlarının içine oyulmuş olan kanalcıkların biçimleri klasik, bunlara eklenen yuvarlak düğümler ise rokoko etkiler taşımaktadır. İkinci bendde oyuklardan geçen sular kaskatı teşkil eden kaselere dökülmektedir. Kaseler ve bunların altındaki üç kaskad tabakasındaki kıvrımlar, kenarlardaki dilimler Barok ve natüralist karakter taşımaktadır.

Kağıthane deresinde 1722 yılında bir yılda inşa edilen Sadabad Sarayı, Harem-i Hümayun ve Has Oda adları verilen iki bölümden oluşmaktaydı. Fontainebleau’nun Sadabad kompleksine benzerliği, her ikisinin de aynı uzunluğa yakın bir kanal ve bu kanalın bir ucunda bulunan gayri muntazam planlı bir kasra sahip olmalarıdır. Sadabad Sarayı’ndaki iki bölüm Cedvel-i Sim ile cirit meydanları arasında konumlanmıştı. İki bölüm arasındaki çardaklı bir yol Hünkar iskelesine uzanmaktadır.

Köşkün iki giriş kapısının da (Kasr-ı Hümayun ve Harem kapıları) üzerlerinde mermer söveleri ve kitabeleri, ayrıca büyük kapının mukarnaslı başlık ve silmeleri de bulunmaktaydı. Tavanlardaki zengin altın tezhibler, kapılarda ve sütun bileziklerindeki altın süslemeler dönem çeşmelerindeki altın yazılarla benzer niteliktedir. Cephelerdeki yüksek nisbetli alçı pencereler ve nakışlı kapaklar, canlı renklere sahip bezemelerle süslenmişti.

Sadabad Köşkü yapıldığında Boğaziçi’nde ve İstanbul’da yüzden fazla daha büyük köşkün var olduğu hesaba katıldığında, burada dikkati çeken objenin kanal ve şelaleler olduğu ortadadır. Kasr-ı Neşad’daki geleneksel merkezi plan, mukarnaslı başlıklar ve silmeler gibi klasik elemanların olduğu bir tasarımda henüz tam manasıyla bir Batılılaşmadan söz edilmese de yapıların konumu, çağlayanlı havuzlar, çeşmeler ve kanalların yarattığı mekanlarda ve altın yaldızlı dekorasyon öğelerinde barok etkiler söz konusudur.[11]

Kağıthane düzenlemesinde Fransız saraylarıyla benzerlik gösteren,

  • Bahçe düzenlemesinde “su” faktörüne önem verilmesi ve estetik kaygılarla adeta bir su mimarisi yaratılması
  • Doğanın da yapılar gibi insan elinden çıkmışcasına sunileştirilmesi ve insan hizmetine sunulması,
  • Yapıların hizmet alanları da dahil olmak üzere hepsinin aynı yerde toplanması,
  • Klasik merkezi planlı yapının fonksiyonellikten uzak, dönemin sosyal yaşantısını yansıtan “zengin dekorasyonu”ile ön plana çıkması, gibi ortak özellikler vardır.

3 – I. Mahmud Dönemi (1730-1754)

III. Ahmed’in Patrona İsyanı ile tahttan indirilmesiyle yerine gelen I. Mahmud Dönemi’nde de devletin tüm mali ve idari sıkıntılarına rağmen inşaat işlerine devam edildi.[12] I. Mahmud’un sanat tutkusu ve inşaatı koruma gibi vasıfları ile Patrona İsyanı’ndan 13 yıl sonra 1743’te Kağıthane ve Sadabad’ın yeniden imar edilerek, bölgenin canlandırılması sağlandı.

Askeri alanda yapılan yeniliklerle başlayan Batı’dan gelen etkiler, sivil mimariye de sıçradı. Geleneksel Türk sivil mimarisinde sokak ve mahalleyi yönlendiren “çeşme” olgusu, on sekizinci yüzyıl ortalarında sayıca artarak bezemelerindeki değişimleriyle tasarımlarda Türk Barok’u üslubunu sergiledi.[13] Barok’un temel aracı “su” öğesi, Uzak Doğu ve Arap kültürlerinin etkileriyle klasik Türk mimarisinde belirli bir yeri olan çeşme, sebil, havuz ve bahçe düzenlemelerinde o zamana kadar zaten önemli bir yer tutmaktaydı. Bu nedenle I. Mahmud Dönemi’nde saray ileri gelenleriyle, zenginlerin vakıf yoluyla inşa ettirdikleri çeşme, sebil gibi su yapıları daha da artmıştı. Her ne kadar Barok akımda suyun aktif hale getirilerek devingenliğinin arttırılması ve bu devingenlikte yaratılan ışık- gölge oyunları ile Barok’un gerçeküstü şaşırtıcı mekanlar yaratma ilkesine uyacağı beklense de, suyu kontrol altına alan sebiller ve çeşmeler yapısal özellikleri ve bezemeleriyle Baroklaşmaya ayak uydurmaktadır.

Hekimoğlu Ali Paşa Sebili (1733)

Cerrahpaşa’da yer alan, köşeleri dilimli hale getirilmiş dairevi planlı sebilde, köşelere gelen düşey sütunçeler üzerindeki mukarnaslı sütun başlıkları, sütunçeler arasındaki fistolu kemerler, sıralar halinde rumi, hendesi ve gülbezek motifleri cephelerde bir bezemeler karmaşası yaratmaktadır. Sütunların düşey etkisiyle daha yüksek algılanan cephelerde, geniş saçaklar yatay etkileriyle görünüşlerde denge sağlamaktadır (Resim 5).

Mehmet Emin Ağa Sebili ve Çeşmesi (1740)

Türkiye’de ilk kez yapısal ayrıntılar, kostrüksiyon ve dekorasyonun uyum içinde, Barok mimarinin tam anlamıyla uygulandığı yapı Kabataş’taki Mehmet Emin Ağa Sebili ve Çeşmesi’dir.

On sekizinci yüzyıl başında çeşme, sebil ve türbenin yan yana sıralandığı örnekler arasında bulunan çeşmenin yarım daire planlı sebil kısmında sütunlar ve bunlar üzerinde devam eden pilastrlar, zeminden çatıya kadar kesintisiz uzanarak taşıyıcı konstrüksiyonu vurgulamaktadır. Düşey elemanlar arasında kalan daire parçalarının oluşturduğu mermer duvarlar, üzerindeki C kıvrımlarıyla sınırlandırılmış kartuşlar, demir şebekeler üzerindeki, ortasında yarım daire bulunan tam olarak biçimlenmemiş kemerle uyum sağlamaktadır (Resim 6).

Önceki dönemde inşa edilmiş Tophane, Üsküdar ve Azapkapı Çeşmelerinde görülen bezemenin, pilastrları örterek konstrüksiyonu gizlemesi gibi yapıda belirsizlikler yaratan bezeme karmaşası Mehmet Emin Ağa Sebil ve Çeşmesi’nde netleşerek sadeleşmiş cepheler yaratmıştır. Avrupa’da Rönesans’la gündeme gelen ve Barok’la devam eden çift sütunlar, sebilde sütun başlıkları üzerinden iki ince sütun halinde saçağa kadar uzanmaktadır. Geniş ahşap saçak yerini daha dar mermer saçağa bırakmıştır. Sebilin solunda çeşme ve sağında çeşme ile aynı görünüşte inşa edilmiş hazirenin giriş kapısı, cepheye simetrik düzen getirirken, demir şebekelerin üzerindeki kartuş motifinin tüm sebil pencereleri üzerindeki tekrarı sadelik ve monotonluk yaratmıştır.

Sadettin Efendi Sebil ve Çeşmesi (1741)

Üsküdar, Karacaahmet’te bulunan sebil, yarım daire planlıdır. Sütunlar üzerindeki korentiyen başlıkları ve başlıklar üzerinde saçak altındaki silmeye kadar devam eden sade, düz pilastrlar ile cephelerde yalın düzen hakimdir. Sebil şebekeleri üzerindeki S ve C kıvrımlarının birleştiği fistolu kemerler, üst kısımda 5 sıra kitabenin yer aldığı duvarlar ve bir kasnak üzerine oturmuş alçak konik çatı ile yapı cephelerinde Fransız Rokoko süslemeleriyle yaratılmış sadelik hakimdir.

Çeşme yüzeyindeki C kıvrımlarının yarım daire çubukla birleştiği kemerin üstünde, sınırlı bir alanda düzenlenen bitkisel kabartmalar çeşme ve sebildeki ender bezeme elemanlarıdır. Yapının iki yanındaki kaseli çeşmecikler ve saçak altındaki silmeler cepheyi çevreleyen dikdörtgeni tamamlar.

Sadettin Efendi Çeşme ve Sebili, Mehmet Emin Ağa Çeşme ve Sebili’nden sonra tüm yapısal unsurlarıyla Batılı sayılabilecek ve cephelerinde süsleme karmaşası taşımayan, sade görünümlü bir yapıdır (Resim 7).

Beşir Ağa Sebil ve Çeşmesi (1745)

Sultanahmet’te Beşir Ağa Külliyesi’nin sokağa bakan köşesinde, bir yarım daire üzerine yerleştirilmiş iç bükey beş kenarlı plana sahip sebilde, çift sütunlar ve kompozit sütun başlıkları ile bunların üzerinde devam eden pilastrların verdiği düşey etkiye karşın, geniş ahşap saçaklar ve şebekeler üzerinde enine giden iki sıra profillendirilmiş silmenin yarattığı yatay etki, yatay ve düşey hatlardaki dengeyi sağlamaktadır. Demir şebekeler üzerindeki basık fistolu kemerde kıvrımlar kararsızdır.

Sebilin sol yanında, sade iki sütun arasında, yarım daire kemerli çeşme aynası yer alırken, sağ yanda aynı yapısal özelliklere sahip sebile giriş kapısı çeşme ile beraber simetri oluşturmaktadır.

Hasan Paşa Sebil ve Çeşmesi (1745)

Hasan Paşa Sebili bir yarım daire üzerinde sütunlarla bölünmüş, beş dışbükey kenarlı plana sahiptir. Tunç şebekeler ile saçak arasında sık uygulanan silmeler, pilastrlar üzerinde de devam etmektedir. Saçak altına doğru genişleyen pilastrlar bir sıra silmeyle saçağa bağlanmaktadır. Pilastrların iki yanındaki derin içbükey girintiler ve dışbükey duvarların yarattığı kontrastlar, cephelerde dekorasyon elemanları gibi yüzeysel oyunlardan ziyade yapısal elemanların biçimsel düzenleriyle kazandırılan hareketliliği vurgulamaktadır.

Dekorasyondaki küçük ayrıntılarla başlayan Barok biçimlenmeler, Hasan Paşa Sebili’nde plan ve görünüşler gibi yapısal elemanların hareketleriyle tam anlamıyla belirginleşmiştir. Çeşme kemerinin dolama bir motifle bitmesi ve çeşmenin ortasında yer alan deniz kabuğu motifleri aynı dönemde sıkça rastlanan bezeme elemanlarıdır.

Bayıldım Köşkü

1748 yılında Dolmabahçe’nin arkasındaki tepelerde selviler arasında Bayıldım Köşkü inşa edildi. Eldem’in Melling ve D’ohsonn’un gravürlerine dayanarak restitüsyonunu çıkarttığı köşkün krokisinde III. Osman Dönemi’nde eklenen cihannüma katı görünmemektedir. Denize bakan bir büyük köşk, üst üste gelen iki büyük divanhane ve arka setlerde daha küçük yazlık bir divanhane ile bunların arasına yerleştirilmiş oda ve servis mekanları bulunan köşkte, yazlık divanhanede 21 sütunun yer aldığı kayıtlardan anlaşılmaktadır.[14] Köşkle ilgili ahşap kaplamalı divanhane bölümü ve hem aşağı hem de yukarı açılabilen pencere kapaklarından başka iç ve dış yüzeylerle ilgili ayrıntılı bir bilgi edinilememiştir (Şekil1).

Küçüksu Kasrı

XVIII. yüzyıl sonunda Melling’in yaptığı gravürler, XIX. yüzyıl ortalarında Prof. Bittell’in yaptığı resimler, Perrault’un litografisi ve sermimarlar tarafından hazırlanan 1754, 1792 tarihli tamir keşiflerinin ışığında Eldem, Küçüksu Kasrı’nın bir restitüsyon’unu hazırlamıştır. Restitüsyona göre geniş ve yüksek pencereler üzerinde kapaklar vardır. Kasr-ı hümayun, defterdar ile kethüda odaları, denize çakılmış ahşap kazıklar üzerindedir. Bu nedenle 40 yıl gibi kısa bir sürede yıpranan kasır III. Selim Dönemi’nde yeniden inşa edilmiş gibi tamir görmüştür.

Bir buçuk metre genişliğinde ahşap saçakları bulunan kasrın pencere boyutları hacimlerin fonksiyonuna göre değişmektedir. Sofada 1.90 m., diğer hacimlerde 0.96 m. genişliğinde ve 1.70 m. yüksekliğindeki pencereler dış cephede geniş ahşap kapaklarla örtülmektedir.

Dolmabahçe’deki Bayıldım Köşkü ve Küçüksu Kasrı’nın gravürlere dayanılarak restitüsyonlarının çıkarılması ve yapısal özelliklerinin belirlenmesi ile yeterli ve sağlıklı sonuca gidilemeyeceği kuşkusuna rağmen birkaç nokta yakalanmıştır.[15]

Divanhane ve Kasr-ı Hümayun’un manzaraya açılması, deniz üzerine konsol çıkarak taşma, pencere boyutlarının büyümesiyle dışa açılma ve doğayla bütünleşme gibi kavramlar 18. yüzyıl sosyal yaşamının mimariye yansıması olarak değerlendirilmektedir (Şekil 2).

Sofa Köşkü

Topkapı Sarayı’nda Sofa Köşkü ya da Mustafa Paşa Köşkü, I. Mahmud Dönemi’ndeki cepheleri günümüze kadar gelebilen ender, somut yapı örneklerindendir.[16] İlk banisi Kara Mustafa Paşa olan köşk, içindeki bir kitabeye göre 1704 ‘te III. Ahmed Dönemi’nde esaslı bir onarım geçirdiğinde sadece pencere ve kaplamalar iyileştirilmiştir. İkici bir kitabeye göre, 1752’de yapılan restorasyonda bütün kaplamalar, pervaz ve çubuklar değiştirilmiş, kapakların yerine sürme camekanlar yerleştirilmiş ve konsolların oturduğu ayaklar yerine de mermer sütunlar dikilmiştir. Lale bahçesine giriş kapısının iki yanına inşa edilen köşkün biri büyük iki odası ortadaki geçitle birbirine bağlanmaktadır. İki cepheli köşkün, boğaza bakan cephesindeki konsollar üzerine yerleştirilmiş iki sıra bölüntülü camekan ile duvar yüzeyi minimuma indirilerek kütlesel ağırlık hafifletilmiştir. Hacimlerde yaratılan yüksek aydınlık düzeyi ve manzaranın adeta odanın içine getirilmesiyle şeffaflık sağlanmıştır. Divanhanenin iki topuzlu çatısı, mekanın iki bölümden oluşan planlamasını cephelere yansıtmaktadır (Şekil 3).

İç hacimlerde, divanhanedeki tavan bezemelerinin geniş bordürlerle hacmi üçe ayırması, duvar silmelerinin orta ve köşe bölümlerindeki kartuşlar, fiyonk süslemeler, tavan kornişi boyunca dolanan ve arabesklerle hayali mimari kompozisyonları birleştiren renkli kuşak 14. Louis dönemi arabesklerini çağrıştıran rokoko bezemelerdir. I. Mahmud Dönemi’nden verilen birkaç örnek analiz edildiğinde, 18.yüzyıl ortalarındaki Barok-Rokoko etkilerinin genellikle dekorasyonla sınırlı kaldığı görülmektedir.

4 – III. Osman Dönemi

III. Osman kısa süren saltanatında siyasi açıdan dışa açılma politikasını benimsemediyse de, mimari alanda bu döneme kadar sadece dekorasyonda kullanılan Barok elemanlar, yapısal biçimlenmeyi de etkileyerek plan ve yüzeylerde daha geniş kullanım alanı buldu.[17]

Yusuf Efendi Çeşmesi (1757)

Derin yivli pilastrların üç açıklığa böldüğü duvar çeşmesinde, yan kanatlar orta kısım ile belli bir açı yaparak birleşmektedir. Cephede üst silme yan kanatlarda eğilerek bir yay oluşturmaktadır. Bu nedenle en dış kenarda yer alan pilastrların boyu, ortadakilerden kısadır. Farklı yükseklikteki pilastrlar, planlamada açılı kanatlar, mimari değişim ve biçimlenmenin sadeleşen dekorasyondan ziyade yapısal formlarda aranması gereğidir.

Topkapı Sarayı’nda III. Osman Köşkü

Topkapı Sarayı Harem Dairesi’nde eski duvarların üzerinde inşa edilen köşkte, odalar Haliç manzarasına karşı yan yana dizilmişlerdir. Geniş divanhane duvardan dışarı 4,5 m. konsol taşarak ve iki yanda bırakılan açıklıklar sayesinde üç yönden manzaraya açılmaktadır. Divanhane cephesinde konsollar, hünkar sofası önündeki asma bahçeye kadar yükseltilen 9,5 m. yüksekliğindeki eski saray surunun üzerine ahşap çatkıyla oturtulmuştur (Şekil 4).

İç avluya bakan cephede saçağın farklı boylarda pilastrlar üzerine gelmesi merkeze doğru yükselen saçak görünümü vermektedir. Haliç cephesinde, orta bölümünde yükseltilen cidar ile divanhane dış cephede vurgulanmaktadır.

İç yüzeylerde pencerelerin üst kısımlarında tüm hacimleri çepeçevre dolaşan akant yaprağı süslü korniş ile inci dizileri gibi motiflerle süslü çerçevelerin sınırladığı panolar da İtalyan Baroku etkileri vardır. Duvarlar üzerinde sağır bırakılan kartuşlar içindeki boyalı alanlar ve bunlar arasındaki resimler ile yaratılan perspektif oyunları hacim sınırlarını kaybettirmektedir. Mekanda, perspektif izlenimi veren görüntüler, bir su motifiyle sınırlanan panolar, kesintisiz peşpeşe sıralanan motifler Barok’un kalabalığı ile rokoko görünüm verse de, III. Osman Köşkü’nde rokokonun yüzeysel süsleme eğiliminden ziyade yüzeylerin görünümlerinin değiştirilmesi izlenimiyle İtalyan Barok’una yaklaşılmaktadır.

5 – III. Mustafa Dönemi (1757-1774)

III. Mustafa yenilikçi bir padişah olmasına rağmen inşaat ve sanata düşkün değildi. Bilim ve tekniğe olan merakı, Fransa’yla sıkı ilişkiler kurulmasını ve teknik elemanların İstanbul’a getirilerek askeri alanda yeni savunma yöntemlerini, teknolojiye hizmet verebilecek düzeyde inşa edilen yeni kışlalarda yetiştirilen öğrencilerin eğitimi üzerinde yoğunlaşmasını sağlamıştır. Bu amaçla İstanbul’a getirilen Macar asıllı bir Fransız olan Baron de Tott’tan yeni bir sürat topçu sınıfı kurması istendi.[18]

1744’te 600 topçu askeri Kağıthane’de Fransa’dan getirilen Obert adında bir topçu çavuşunun emri altında eğitildi. Baron de Tott, topçuların ıslahından başka, İstanbul ve Çanakkale boğazlarının savunması, Boğaziçi kalelerinin planlarının hazırlanması ve inşaatlarının kontrolü, Haliç ve Hasköy’de top dökümhanelerinin kurulması, yeni bir “kayık köprü” modelinin geliştirilmesi ve mühendishanenin ilk adımı sayılan matematik okulunun kurulması çalışmalarını da geliştirdi. Askeri ve teknik alanda gerçekleştirilen yenilikler henüz oturmadan Rusya ile savaşa gidilmesi, insan gücünün ve devlet hazinesinin savaşta harcanarak tüm çabaların boşa gitmesine neden olmuştu.

Dönemin önemli birkaç mimari örneği arasında yer alan Laleli’de Ragıp Paşa Kitaplığı’dır. 1762’de inşa edilen yapının girişinde ortada aynalı tonozlar ve bunların iki yanında kubbelerin bulunduğu mekandan merkezi kubbeli esas mekana geçilmektedir. Giriş hacminin biçimlenmesi, geniş saçak ve simetrik merdiven, yapısal ayrıntılarda görülen birkaç Barok oluşumdur. Sütun başlıkları, dönemde yaygın şekilde kullanılan ve kompozit başlıkların yerini alan, volütlerle zenginleşen yivli koni biçimindedir. Avlu girişindeki yüzeyde serpiştirilen kıvrımlı yapraklar ve C profilleri çerçevenin kesin sınırlarını kaybettirmekte, korniş ve pilastrlarda ise uyumlu birliktelik görülmektedir.

Kütüphanenin cadde üzerindeki duvarında yer alan Ragıp Paşa Sebil ve Çeşmesi’nin planı, iki yandaki dar açılı kanatlarıyla Yusuf Efendi Çeşmesi’ne benzemektedir. Düz bir hat üzerinde yarım daire kemerli bir penceresi bulunan sebile iki yandan 90°’den biraz daha geniş bir açıyla birleşen kanatlardaki çeşmeler sebil-çeşme ilişkisini ilk defa bütünleştirmektedir. Sebil cephesinde, yazıt ve deniz kabuğu motiflerini çerçeveleyen alçak kabartma yivli pilastrlar, yassılaşmış akant yaprağı motifleri ve madalyon çevresindeki S ve C profilleri ile keskin hatlı geometrik çerçevelerden kaçınılmış, bezemelerle daha yumuşatılmış hatlar ortaya çıkmıştır. Barok’un özellikle dekorasyon elemanlarında ve yüzeylerde beliren keskin hatlardan uzaklaşarak yüzeyleri hafifletme eğilimi Ragıp Paşa Sebil ve Çeşmesi’nde barizleşmektedir.

6 – I. Abdülhamid Dönemi (1774-1789)

I. Abdülhamid tahta geçtiğinde kaybedilen eyaletler, taşradaki ayaklanmalar, artan hazine giderleri ve 1774 Kaynarca Antlaşması gibi durumlar ordunun yeniden ıslah edilmesini gerektirmekteydi.

Kara Vezir Seyyid Mehmed Paşa Dönemi’nde humbaracı ve topçu askerlerinin eğitimine önem verildi. 1782’de sadrazamlığa getirilen ve ıslahatçılığı ile tanınan Halil Hamid Paşa Dönemi’nde, 1771’de Çeşme limanında yanan donanmanın yenilenmesi ve denizcilere gerekli eğitimin verilmesi amacıyla Kaptan-ı Derya Cezayirli Hasan Paşa tarafından Kasımpaşa’da bir kalyoncu kışlası inşa ettirildi. Kaynarca Antlaşması’yla yenilgiyi kabul eden Osmanlı Devleti’nin kalelerinin korunması ve yeni savunma stratejilerinin belirlenmesi için Fransa’dan getirilen teknik elemanlar, Haliç’te açılan tersanede ilk aşamada 15 öğrenciye ders vermekteydi.[19]

Devletin askeri alanda yaptığı ıslahat çalışmaları ve mali sıkıntıları nedeniyle saray, köşk, kasır gibi lüks inşaatların yapımı durmakta, önceki dönemlerden kalanlar bakımsızlığa terk edilmekte, hatta bazı onarımlar yıkılan saray ve köşklerden çıkan malzeme ile yapılmaktaydı.

Hamidiye Sebili ve Çeşmesi (1777)

Eminönü’nden Divanyolu’ndaki bugünkü yerine taşınan Hamidiye Sebil ve Çeşmesi’nde, bir dik açının kolları üzerine yer alan simetrik iki çeşme ve bunların kesiştiği noktada, bir daire parçasının üzerine yerleştirilmiş dışbükey dilimli, beş kenar planlı sebil ile I. Mahmud Dönemi’nden beri sebil planlamasında revaçta olan geometrik formlar uygulanmıştır.

Üçlü gruplar halinde ince sütunlar ve iki katlı tanburla daha da yükseltilen sebilin kubbesi alışılmışın dışındadır. Sütun başlıklarındaki akant yaprağı kabartmaları, pencerelerin üzerinde yatayda giden silmelerin aralarında, kartuşların çevresinde, pilastrların üzerinde, çeşme aynasında, kemerlerin kilit taşında kullanılmışlardır (Resim 8).

Recai Mehmet Efendi Sebili ve Çeşmesi (1776)

Vefa’da sıbyan mektebinin zemin kat duvarında bulunan Recai Mehmet Efendi Sebil ve Çeşmesi’nde, düşey konumdaki sütunlar, bezemesiz sütun başlıkları ve bunların devamında uzanan pilastrlar, iki sıra yatay silme ile kesilmektedir. Sebilin iki yanına yerleştirilen çeşmeciklerin üzerlerindeki S ve C kıvrımlı kartuşlar ile akant yaprağı motifleri alçak kabartmalar şeklindedir. İki ince pilastr arasındaki, üzerinde sade bir akant yaprağı bulunan çeşme aynası ve yapının tüm yüzeylerinde hareket düşey ve yatayda giden sütun ve pilastrlar gibi birkaç elemanla sınırlandırılmıştır (Resim 9).

Dülgeroğlu Çeşmesi (1780)

Fatih, Saraçhane’de bulunan üç kanatlı çeşmede orta bölümü yan kanatlara bağlayan korniş silmesi, dış kenarlardaki pilastrların başlıklarına kadar uzanmaktadır. Orta bölümün yan kanatlardan daha önde olması, cephedeki yegane hareket unsurudur. Duvarlara yarı gömülü sütunlar, plan ile dekorasyon arasındaki bütünlüğe uymaktadır (Resim 10).

I. Abdülhamid Çeşmesi (1782)

Emirgan Camii önündeki sekiz kenarlı çeşme, planda köşeleri pahlanmış bir dikdörtgen biçimindedir. Yatayda birbirine paralel giden iki silme, düşeyde köşelerde masif görünüm veren pilastrlar, dekorasyon karmaşasından sıyrılarak iyice sadeleşen yüzeyler ve çeşme aynasını süsleyen S çubukları, kabuk ve stilize akant yaprağı motifleri dönemde en sık rastlanan bezeme elemanları olarak çeşme yüzeyini süslemektedir.

Koca Yusuf Paşa Sebili ve Çeşmesi (1787)

Kabataş’ta yer alan dairesel planlı sebilde, çeşme ve giriş kapıları sebil planının bir parçası durumunda olup, pencerelerin iki yanında duvarlara yarı gömülü ince sütunlar, yukarı doğru genişleyen pilastrlarla kesintisiz olarak saçağa kadar devam etmektedir. Kompozit sütun başlıklarının yerini alan volütlü başlıklar, pilastr ve kemerlerin ortasındaki kartuşlar, stilize akant yaprakları tüm bunların üzerinde çeşme yüzeyinde bir ağ gibi dolaşan ince çizgiler Barok oluşumlardır.

Silahtar Yahya Efendi Çeşmesi (1788)

Hasköy’de, köşeleri kırılmış bir dikdörtgen prizmayı andıran çeşmede, yatayda kitabeyi çevreleyen iki sıra silme grubuyla, düşeyde köşelere yerleştirilmiş pilastrlar bir çerçeve oluşturmaktadır. Çeşme aynasının üzerinde net olarak biçimlenmemiş eğrisel bir kemer ile bunun üzerinde kırılarak kesintisiz olarak devam eden silmeler, bezemesiz sütun başlıkları, Koca Yusuf Paşa Sebili’nde olduğu gibi bir ağ görünümünde cepheyi kaplayan çizgisel hatlar cephedeki sınırlı birkaç dekorasyon öğesidir.

Sineperver Valide Sultan Çeşmesi (1780)

Üsküdar’daki üç yüzlü çeşme, I. Abdülhamid Dönemi’nde yaygınlaşan düz bir hat üzerinde devam eden yüzeye iki uçtan belli açılarda kanatlar eklenerek geliştirilen prototipin bariz bir örneğidir. Köşelerde bulunan pilastrlar, saçağı delerek kubbeye yükseklik kazandıran kubbe kasnağı üzerinde de devam ederek yükseklik etkisini vurgulamakta ve mermer saçak, pilastrların dışarı çıktığı kısımlarda bunların etrafında dolaşarak ana kütledeki hareketi sürdürmektedir. Silmeler arasına yerleştirilmiş kartuşlar ve çeşme aynasındaki alçak kabartma çizgisel karakter, çeşmede yüzeysel şekillenmeye bağlı olarak kütlesel değişimlerin de yapıldığını ortaya koymaktadır.

Bebek Kasrı (1784)

Bebek bahçesinde I. Selim Dönemi’nde yapılan köşke, 18. yüzyıl başında İbrahim Paşa’nın emriyle yeni bir köşk ve kasır eklenerek Hümayunabad adını almıştır. I. Abdülhamid Dönemi’nde Kaptan-ı Derya Cezayirli Hasan Paşa tarafından yeniden restore edilen iki katlı köşkün alt katında ikinci derece odalar, üst katta ortada divanhane ve bunun gerisinde hizmet alanları yer almaktadır.[20]

Divanhane’nin üç yönde konsol çalışması cephede kademelendirme yarattığı gibi, ahşap dikmeler arasına yerleştirilen ve cephenin büyük bölümünü kaplayarak manzara ilişkisini arttıran cam yüzeyler, dönemin yeni hareket unsurları olarak dikkat çekmektedir. Ortasından kayıt geçirilen büyük tepe pencerelerinin altında, birbirine paralel giden silmelerin divanhane gerisindeki mekanların cephelerinde de aynı şekilde kullanıldığı gravürlerde görülmektedir. Hizmet birimlerinin pencerelerinin divanhane pencerelerine oranla daha küçük inşa edilişi pencere kapaklarına rahat hareket imkanı sağlamıştır (Şekil 5).

III. Selim Dönemi’nde de onarım geçiren kasrın iç dekorasyonunda, pencere üzerlerindeki girlandlar, deniz ile bahçeyi ayıran duvar kafeslerinin biçimlenişlerinden başka yapıda dikkati çekecek batılı elemanlara rastlanmamıştır.[21] Divanhanenin III. Selim Dönemi’nde daha ileri alınarak mermer sütunlar üzerine oturtulduğu ve köşelerinin yuvarlatıldığı kanısına, aynı dönemde inşa edilen yapıların daire formlu planlarının revaçta olması dikkate alınarak varılmıştır.[22]

XVIII. yüzyıl sonlarında konut mimarisinde yaygınlaşan kubbeli ve oval sofalı plan, I. Abdülhamid Dönemi’nde inşa edilen Sadullah Paşa Yalısı harem köşkünün divanhanesinde kimlik buldu. Duvarlarda perspektife kaçan resimler, pencere üstlerinde girland dizileri, kompozit sütun başlıkları ve alınlıklar, yabancı kaynaklı etkilerin dekorasyon, planlama, cepheler gibi yapının tüm alanlarında kaynaştığı etkin bir örnek oluşturmaktadır.

I. Mahmud Dönemi’nde dekorasyon öğelerinin en aza indirgenmesiyle sadeliğe ulaşan cepheler, I. Abdülhamid Dönemi’nde yeniden yoğun bezemenin yarattığı kalabalığa dönüşmüştü. Ancak bu defa dekorasyon, planlama, detaylar ve cephelerde anlam birliğine varılmıştır. Strüktürde, taş, tuğla, ahşap gibi geleneksel malzemeler kullanıldığından mimaride tam anlamıyla Batılılaşmadan söz edilememektedir.

Recai Mehmed Efendi okulu cephesinde taş-tuğla almaşık duvarların, mermer kaplamalı sebille çelişkili görünüşler yaratmıştır. Çeşme ve sebil gibi su mimarisinde mermer malzeme kullanılmasına karşın, konut mimarisinde 19. yüzyıl sonuna kadar geleneksel malzemeden vazgeçilmemiştir.

7 – III. Selim Dönemi (1789-1807)

Dünya ve Avrupa’daki temel değişimler karşısında Osmanlı Devleti’nde de sanat, ilim, askeri, ziraat, ticaret, kültür, siyaset ve sosyal alanlarda değişimlere gidilmesi kaçınılmazdı.[23]

1806 yılında Paris’e elçi olarak gönderilen Abdürrahim Muhib Efendi seyahatnamesinde, sosyal yaşam ve mimarinin yanı sıra askeriye, hastahaneler, mahkemeler, okullar, fen bilimleri, kamu kuruluşları ve ticari alanlarda ayrıntılı bilgiler vererek Batı düşüncelerinin uygarlık düzeyinde incelenmesinde etkili olmuştur.

Avrupa başkentlerine gönderilen elçiler bu ülkelerde konuşulan dilleri de öğrenmektedirler.[24] Dışarıdan gelen siyasi görevliler ve uzmanların teknolojik gelişmedeki katkılarından başka, Batı düşüncelerine sahip, Avrupa devletleriyle çeşitli alanlarda çalışmalar yapabilecek aydın kesimin yetişmesi için Batı’ya gönderilen öğrenciler henüz birkaç kişiyi geçmemiştir.[25]

III. Selim Dönemi’nde Batı’dan gelen teknik eleman, en fazla topçu ocağı ve tersanelerde çalıştı.[26] Mimar ve ressamlar arasında en fazla ilgiyi çeken Melling, Boğaziçi ile ilgili anılarını ve gravürlerini 1819’da Fransa’da basılan bir albümde yayınladı. Melling, III. Selim’in kız kardeşi Hatice Sultan’ın dikkatini çekerek Neşatabad Sarayı’nın iç dekorunu ve bahçesini yeniden düzenledi ve ilave bir köşkü de tasarladı. Sonraları III. Selim için çalışan Melling’in hanımı da, Hatice Sultan’ın sarayının Batı tarzında döşenmesi için yardımcı olurken, Batılı yaşamı gerçek anlamda saray çevresine aktarmaktaydı. Melling Hatice Sultan ile anlaşabilmek için Türkçe öğrenirken, Sultan’da Latin harfleriyle Melling’e Türkçe yazılar yazmaktaydı.

Dönemin en önemli yapıları askerlik ve eğitim yapılarıdır. Üsküdar’da Selimiye kışlası, Levend çiftliği kışlası, Haliç Hasköy’de Kumbarahane, Tophane kışlası, büyüklükleriyle kentsel görünümde o güne kadar rastlanmayan farklı bir silüet yaratmaktadır. O zamana kadar kent dokusunda en büyük yapı olarak şehre hakim bir tepe de konumlanan selatin camii ya da külliye kopleksinin yarattığı baskın görünüm, yerini kışla ya da bir eğitim yapısına bırakmıştır. 19. yüzyılda şehre hakim konumda yapılar arasına yönetim yapıları da katılacaktır. Kışlalar, saray ya da hasbahçe gibi büyük yerleşim düzenleri yıkılarak bunların arazilerine inşa edilmekteydi.[27]

Hüsamettin Ağa Çeşmesi (1791)

Üsküdar, Nuhkuyusu caddesinde bulunan çeşmenin, sade cephesinde yarı gömülü sütunlar, dalgalı yüzeyler, abartılı çıkıntılar yapan silme, eğrisel çeşme kemeri gibi birbiriyle uyum sağlayan cephe kuruluşuna karşın, tüm düzen fonksiyonel değildir. Çeşme aynasının ekseninde yer alan stilize akant yaprağı ve kabuk kabartmaları, dönem çeşmelerinde en fazla rastlanan karakteristik detaylardır. Rokoko ve Barok öğeler bu yapının dekorasyonunda sonradan eklenmiş havasından sıyrılmış mimari tasarıma girmiştir.

Ebubekir Ağa Çeşmesi (1793)

Fatih’te Nişancı Mehmet Paşa Camii’nin avlu kapısının karşısında bulunan duvar çeşmesi, 1757’de inşa edilen Yusuf Efendi çeşmesi ile başlayan üç kenarlı plan üzerinde gelişmektedir. Çeşme aynasının aksında ve kemerlerin kilit taşlarının bulunduğu yerlerde bulunan büyük akant yaprağı ve deniz kabuğu motiflerinin kıvrımları rokay etkisinde ve alçak kabartma haline gelen pilastrlar ile çeşmeyi çevreleyen çerçeve ampir sertliğindedir.

Mihrişah Sultan Sebili ve Çeşmesi (1795)

Eyüp’te bulunan sebil ve çeşmede, üçlü kolon grupları, kıvrımlı kartuşlar, pilastrlar, uçları eğrilmiş akant yaprakları, deniz kabukları, sütun başlıkları üzerinde kırılan silmeler ve eğrisel dış bükey yüzeyler rokokonun en son örneğini teşkil etmektedir. Durağan sütun başlıkları ve çeşmedeki geometrik oluşum olan sade çerçeve, ampirin mimari dekorasyona girdiğini kanıtlamaktadır (Resim 11).

Şahsultan Sebili (1800)

Eyüp’teki sebilin cephesinde bulunan ince, daire kesitli, yivli sütunlar ve bunların üzerinde devam eden dikdörtgen kesitli, kademeli pilastr grupları, asimetrik kemerler ve bunların kilit taşına yerleştirilmiş asimetrik kabuk motifleri sebildeki rokay etkilerdir (Resim 12).

Beyhan Sultan Çeşmesi (1804)

Arnavutköy’deki dikdörtgen planlı çeşmede, yapıyı çevreleyen korniş, yüzeylerdeki eğriliğe uyum sağlayarak kolonlar arasında dalgalı yüzey hareketleri yaratarak kemerleri oluşturmaktadır. Çeşme aynasındaki enine gelişen akant yaprağı motifi, sütunlar ve sütun başlıkları ile bunların saçak altında bitiş yerindeki S şeklindeki yaprak demetlerinin görünüşteki sadeleşen çizgileri rokoko olarak nitelendirilemez. Çeşmedeki kütlesel harekete karşın, yüzeylerde durgunluğa varan sadelik, Avrupa’da o dönemde geçerli olan neo-klasik akımın Türk mimarisine girerek yavaş yavaş rokokonun etkilerini kaybetmesinden kaynaklanmaktadır.

Mihrişah Valide Sultan Çeşmesi (1806)

Küçüksu’da kasrın yanındaki mesire yerinde bulunan dört yüzü simetrik meydan çeşmesi, yuvarlak kemerli çeşme aynası, köşelerdeki sade ve ince sütunları, stilize akant yaprakları ve deniz kabuğu motiflerinin eliptik düzeni ile rokokonun son biçimlenişini göstermektedir. Kubbe yüksek bir kasnak ile yukarı doğru uzanırken, köşe kulelerinin ve çeşmenin dar, uzun kütlesine daha da ince ve yüksek izlenimi vermektedir. Saçaklarda, kenarlara doğru uzanan ince çubuklar arasındaki bitkisel motifler ampir etkisindedir.

Kasır ve Saraylar

III. Selim Dönemi’nde, Lale Devri’nde yapılan ve harap olan Kağıthane’deki İmrahor Kasrı ve Hümayunabad Sarayı yeniden inşa edilmiştir.

1603’te I. Sultan Ahmed Dönemi’nde Hasköy’de yapımına başlanan Aynalıkavak Kasrı Tersane Sarayı olarak da anılmaktaydı. II. Osman, IV. Murad ve Sultan İbrahim zamanlarında ilaveler yapılan Tersane sarayı, 1648 de IV. Sultan Mehmed Dönemi’nde yanmış, 1677’de yeniden inşa edilmiştir. III. Ahmed Dönemi’nde onarım ve eklemelerle büyütülen saray, Pasarofça Antlaşması’ndan sonra Venediklilerin hediye ettiği aynalarla dekore edildiğinden Aynalıkavak Kasrı adını aldı.

III. Selim 1792 yılında Tersane bahçesinde yeni bir kasır ve Valide Sultan ile cariyeler için yeni daireler inşa ettirdi. Bu arada Tersane Sarayı’nın bir bölümü ile Has Bahçe’nin yarısı tersaneye katıldı, III. Ahmed’in yaptırdığı Has Bahçe’deki biniş köşkü ise restore edilerek, hamam vs. gibi eklentiler de kaldırıldı. Aynalıkavak Kasrı’nda bu dönemde yapılan onarım, iç dekorun yenilenmesi ve divanhanenin restorasyonundan ileri gitmemiştir. Eldem, planın, çıkıntıları pahlanmamış olduğunu bu nedenle 18. yüzyıl sonunda gözde olan elips sofayla ilgisi olmadığını ve, cephelerde giderek küçülen ve II. Mahmud Dönemi’nde tamamamen ortadan kalkan tepe pencerelerinin kaldırılması düşüncesinin 18. yüzyıldan önceye dayandığını belirtmiştir.[28] Günümüze kadar gelen saray, II. Mahmud Dönemi’nde onarıldığından, hünkar salonundaki duvar pilastrlarını bağlayan yay biçimindeki kornişler Nusretiye Camii ve Nakşidil Sultan türbelerindekilerle benzer niteliktedir.[29]

I. Mahmud Dönemi’nden beri yazlık konut yerleşimi olarak ilgi toplayan Boğaziçi III. Selim Dönemi’nde saray çevresi ve yabancı elçilerin en gözde yalılarının bulunduğu bölgeydi. Tarabya’da yabancı elçilikler ve zengin Rum ailelerinin yazlık evleri bulunurken, 1754 ‘te başa gelen III. Osman Devri’nden beri Batılılar tarafından rağbet gören Büyükdere’de, Comte de Vergennes’in aldığı izinle, Müslüman ailelerinin oturduğu kesimde Avrupalılarda ikamet etmeye başlamıştır. Danimarka elçisi Baron de Hübsch’ün Avrupa mimarisi tarzındaki evi Hatice Sultan’ın dikkatini çekmiş ve Sultan bir benzerini yaptırmak amacıyla mimar Melling ile tanışarak, III. Selim’in kendisine armağan ettiği Defterdar burnundaki Neşatabad Sarayı’nın yeniden düzenlenmesi ve Has bahçenin tasarımının yapılması işini anlaşmıştır.

Hatice Sultan Sarayı

Melling’in sarayın iç dekorasyonuyla oynadığı ve yapının genelinde fazla bir değişiklik yapmadığı gravürlerinden anlaşılmaktadır. Hatice Sultan’a ait bir salon resminde, duvarların tavanla birleştiği yerde bir sıra girland, düşey yivli pilastrlar, silmelerin çevrelediği kupa içinde çiçek motifleri, ince ahşap taşıyıcı dikmeler, defne yaprakları, tavandaki kıvrımlı süsleme bu dönemde sık kullanılan yabancı dekorasyon öğeleridir.[30]

Melling’in denizden sarayın tümünü gösteren bir gravüründe kendisinin olduğu belirtilen bir yapının tüm elemanlarıyla bir Avrupa ülkesindeki yapıyı çağrıştırdığı görülmektedir. Üçgen alınlık, girland dizileri o dönem için Türkiye’de yeni rastlanan balustradlı çatı, iyonik başlıklı 8 adet mermer sütun ve üzerlerinde konsol taşınan bölüm, korentiyen sütun başlıklı galeri, sütun ve kolon aralarında kalan büyük açıklıkların tamamen cam yüzey ile kaplanması, zemin kattaki mermer korkuluklar, nişler içindeki heykeller Türk mimarisinde uygulanan Barok ve Rokoko’nun yorumuna dayanan Türk Baroku’na yabancı kalmaktadır. 18. yüzyılın başından beri gelişen Türk Baroku’nun bu yapıdaki kullanımı dikkate alındığında yalnızca bir ya da birkaç yabancı mimari eleman klasik Türk mimarisi ile birlikte uygulanmış ya da Türk mimarisine uygun yeni bir biçimlenmeye doğru gidilmiştir.

Sarayın tümünü gösteren gravürde de görülen, divanhanesindeki çıkmalardan dolayı 18. yüzyıl sonlarına ait olduğu belirtilen selamlık köşkünde, kafesli yan duvarlar, girland dizileri ve köşeleri pahlanmış divanhane planından başka dikkate değer bir gelişme görülmemektedir.[31]

Beyhan Sultan Sarayı

1721’de İbrahim Paşa tarafından yaptırılan Çırağan Sarayı Beyhan Sultan tarafından 18. yüzyıl sonunda yeniden düzenlenmiştir. Tamamen ahşap olan sarayın cephesinin zengin ve parlak renklerle boyalı olduğu, zengin bir giriş dekorasyonunun yapıldığı Dallaway’ın yazılarında bahsedilmektedir.[32] Sarayın denize bakan cephesinde kafesli galeriler, kornişler, ve iyonik sütun başlıkları Neşatabad sarayında da var olan yabancı kökenli klasik elemanlardır.

Esma Sultan Sarayı

Haliç’in tepelerine Eyüp sırtlarına kurulmuş, Kaptan-ı Derya Hüseyin Paşa’nın özel ikametgahı durumundaki Esma Sultan Sarayı, Hammer, Reimers gibi yabancılar tarafından gezilmişti. Miss Pardoe’nun yorumuna göre, dekorasyon zengin, karmaşık ve ağır doğu esintileri taşımaktadır. Kabul salonunun duvarları boydan boya yaldızla süslenmiş duvarlarda mukarnaslı nişler bulunmaktadır.

Egzotik etkiler taşıyan salonda kolonlar, çok zengin bitkisel motiflerle bezeli sütun başlıkları ve bunlar üzerinde salonu çepeçevre dolaşan dalgalı bir korniş bulunmaktadır. Oval tepe pencereleri, duvarlarda bitkisel motiflerle süslü madalyonlar, bunların üstünde çelenk motiflerinin işlendiği bir friz odayı dolaşmaktadır.

Şevkiye Köşkü

III. Selim’in validesi için Topkapı Sahil Sarayı’nın yanındaki has bahçede bulunan köşk 1791’de inşa edilmişti. Çadır şeklindeki sofa kubbesi ilk ampir örneklerindendir.[33] Oval sofanın has bahçe ile doğrudan ilişkisini sağlamak için, sofanın bahçe cephesi büyük camekanlarla kaplanmıştı. Boğaz manzarasına bakan “Hünkar Sekiliği” sofanın dışarı taşan tek mekanıdır. İç duvarlarda yaldızlı tavan süslemeleri ve pilastrların arasındaki kitabeler yatayda giden yine yaldızlı bir silme ile sınırlanmıştır.

8 – II. Mahmud Dönemi (1807-1839)

Mimari alanda III. Selim Dönemi’nde başlayan kışla, okul, köşk ve saray yapıları gibi büyük sivil yapılara artan kentsel hareketliliğe cevap verebilecek yönetim binaları da eklenerek ihtiyaçlar karşılanmaya çalışılmıştır. Bu yönde yapılan çalışmalarda, Selimiye’nin bir bölümü kagire çevrilmiş, Tophane’de topçu kışlası yaptırılmış, Heybeliada Bahriye Hendesehanesi, Kasımpaşa’da hastahane, Kuleli Kışla’sı…vb. inşaatlar devam ettirilmiştir.

II. Mahmud Dönemi’nde Türkiye’ye gelerek, Türklerin sosyal hayatları ve mimarilerini yansıtan albümler ve yazılar hazırlayan sanatçılar arasında Thomas Allom, Miss Pardoe, W. H. Barlett, Preauls en fazla dikkati çeken araştırmacılardır. Yeniçeriliğin kaldırılışından sonra askeri alanda ıslahat yapmak amacıyla Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi ile Batılı yaşam biçimini benimsemiş bir kuşak yetişirken, Osmanlı zevkinin Batı estetik ve zevkine yönelmesi kaçınılmazdı. Doğallıkla bu yönelme ilk önce mimari ve dekorasyonu etkileyecektir.

Fransa’da imparatorluk üslubu olarak nitelenen “empire”, Türkiye’ye gelerek Barok akımla beraber yapılarda ortaklaşa yer almıştır. Giderek Barok ve ampirin yanında başka üsluplarda yapılarda görülmeye başlamaktadır.

19. yüzyılda Barok, yorumlanmadan batıdaki elemanlar olduğu gibi alınmış, saf Barok uygulamalar diğer üsluplarla beraber uygulanarak karışık, melez düzenlemeler eklektik mimariyi ortaya çıkarmıştır. Sivil mimaride Baroklaşma plana da yansırken, sofa ile eyvan arasındaki Bursa kemerleri volütlü konsola dönüşmüş ya da iki ince sütunlu direklik yerleşmiştir. Sofalarda oval form ampir etkisiyle yerini keskin hatlı, geometrik bir şekil olan dikdörtgen forma bırakmaktadır. Cephelerde sade ve düz hatlar, girinti ve çıkıntıya fazla yer vermeyen bir mimari hakim konuma gelmektedir.

Nakşidil Sultan Sebili (1818)

Fatih’teki sebilde yarım daire plan, saçak altındaki dalgalı çerçeveli kitabe, pilastrlar üzerindeki stilize akant yaprakları dışında kalan Barok unsurlar ampirin sert ve sade biçimlenişine yaklaşmıştır.

Sadeleşmiş kemerler ve üzerindeki asimetrik üçgenler, birkaç çıkıntıdan ibaret silmeler ile ampirin geometrik sadeliği vurgulanmaktadır.

Nusretiye Sebili (1826)

Tophane’de yer alan sebil yüzeyinin dalgalı kitlesel hareketine uyum sağlayan iki sıra eğrisel korniş ve saçak, sebildeki Barok yaklaşımları sergilediği halde sertleşmiş akant yaprakları, rozetler, kumaş kıvrımları, düz pilastrlar, bezemesiz etek kıvrımları ampir etkilerdir (Resim 13).

9 – Sonuç

  • Lale Devri çeşmeleri ile başlayan Barok stili önceleri yalnızca dekorasyonda ya da klasik yapı elemanlarıyla birlikte uygulandığı halde, 1730’dan sonra tüm yapısal elemanlarda kullanılmış ve giderek cephelere egemen olmuştur. Deniz kabuğu motifi, S ve C kıvrımları, korent ve kompozit başlıklar, çift sütunlar, sadeleşen pilastrlar, konstrüksiyonun cephelerde vurgulanması, iç bükey ve dış bükey yüzeyler, profillendirilmiş silmeler ve kartuşlar, çeşme ile sebillerin bu dönemde en fazla kullanılan bezeme elemanlarıdır.
  • Çeşmelerde rastlanan bezeme elemanları, iç hacimlerde tavan ve duvarlarda hayali resimlerle birleşmiştir.
  • Pencereler, nitelik ve nicelik bakımlarından değişerek duvar alanına olan oranları artmış, büyüyen ebatlarıyla hacimlerdeki iç ve dış ilişkisi sağlanarak dışa dönük sosyal yaşama yeni bir boyut kazandırılmıştır.
  • İçe dönük klasik Türk evi yapısal özellikleri de yabancı etkilerle değişmektedir. İç avluya bakan sofa, hayat ve eyvan gibi mekanlar planlamada orta bölüme alınarak orta sofaya dönüşmekte, divanhane gibi önemli hacimler manzaraya açılmaktadır.

Bu özellik Avrupa Baroku’ndaki, sokak cephesine önem verilmesi ve ön cephelerin mümkün olduğu kadar bir meydana, manzaraya açılması ilkesiyle bağdaşmaktadır.

Yrd. Doç. Dr. Betül BAKIR

Yıldız Teknik Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 15 Sayfa: 311-333


Kaynaklar:
♦ Aktepe, M. Patrona İsyanı, İstanbul Ed. Fak. Basımevi, 1958.
♦ Arel, A. Onsekizinci Yüzyıl İstanbul Mimarisinde Batılılaşma Süreci, İ.T.Ü. Mimarlık Fak. Baskı Atölyesi, 1975.
♦ Arseven, C. E. Sanat Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, İst., 1983.
♦ Ata, A. Ata Tarihi, cilt I-IV.
♦ Cezar, M. Sanatta Batı’ya Açılış ve Osman Hamdi, Birinci Baskı, T. İş Bankası Kültür Yayınları, No: 109, İstanbul, 1971.
♦ Dallaway, J. Constantinople ancien et moderne, London, 1797.
♦ Denel, S. Batılılaşma Sürecinde İstanbul’da Tasarım ve Dış Mekanlarda Değişim ve Nedenleri, O.D.T.Ü. Birinci Baskı, Ankara, 1982
♦ Dwight, H. G. Constantinople Old and New, Longmans, Green & Co. London, 1915.
♦ Eldem, S. H. Köşkler ve Kasırlar, II. Cilt, İstanbul, 1969.
♦ Eldem, S. H. Sa’dabad, İstanbul, 1977.
♦ Eldem, S. H. “XVII ve XVIII. Asırlarda Türk Odası”, Güzel Sanatlar V, 1944.
♦ Eyice, S. “XVIII. Yüzyılda Türk Sanatı ve Türk Mimarisinde Avrupa Neo-Klasik Üslubu”, Sanat tarihi yıllığı, IX-X, Ayrı baskı, İst. Üniv. Ed. Fak. Sanat Tarihi Enstitüsü, İstanbul, 1981.
♦ Glück, H. Çeviren: Kemal Köprülü, “XVI-XVIII. Yüzyıllarda Saray Sanatı ve Sanatçılarıyla Osmanlıların Avrupa Sanatları Bakımından Önemi”, Belleten XXXII, 1968.
♦ Karal, E. Z. Selim III’ün Hat’tı Hümayunları 1789-1807, 2. Baskı, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1988.
♦ Karal, E. Z. Tanzimat’tan Evvel Garplılaşma Hareketleri, İstanbul, 1940.
♦ Kuban, D. “İstanbul’un Tarihi Yapısı”, Mimarlık, Sayı V, 1970.
♦ Kuban, D. Türk Barok Mimarisi Hakkında Bir Deneme, İ.T.Ü. Mimarlık Fak. İstanbul, 1954.
♦ Lady Montaqu, Türkiye Mektupları 1717-1718, Çev: Aysel Kurutluoğlu, Tercüman 1001 Temel Eser.
♦ Melling, M. (Hazırlayan: Şevket Rado) Voyage Pittoresque De Constantinople Et Des Rives Du Bosphore, Paris, 1819, İstanbul, 1969.
♦ Miss Pardoe, The City of The Sultan and Domestic Manners Of The Turks İn 1836, Tome I, London, 1837.
♦ Raczynski, E. (Çev. Kemal Turan) 1814’te İstanbul ve Çanakkale’ye Seyahat, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul, 1980.
♦ Rado, Ş. Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Fransa Seyahatnamesi, Hayat ve Tarih Mecmuası Yayınları, İstanbul, 1970.
♦ Refik, A. Eski İstanbul, İstanbul, 1931.
♦ Uzunçarşılı, İ. H. Osmanlı Tarihi, IV. Cilt, I.Bölüm, II.Bölüm, XVIII. Yüzyıl, T.T.K.Yayınları, 3.Baskı, Ankara, 1988.
♦ Uzunçarşılı, İ. H. “Selim III’ün Veliahd İken Fransa Kralı Lui XVI ile Muhabereleri”, Belleten 5-6, 1938.
♦ Yüngül, N. Tophane Çeşmesi, İstanbul.
Dipnotlar :
[1] “Türk evinde odalar arasında ve katlar arasında bağlantı sağlayan sofa, açık geçit niteliğinden kurtularak evin içine alınmıştır. Sıcak bölgelerde açıkta direklere oturan, eyvan, hayat gibi isimler alan sofa önceleri büyük camekanlarla örtüldü, daha sonra içeri çekilerek “orta sofa”ya dönüştü. “Eldem”, “XVII. ve XVIII: asırlarda Türk odası”, Güzel Sanatlar V, s. 2.
[2] “Osmanlı mimarisinde, İran yolu ile Uzak Doğu’dan gelen pavyon, köşk gibi Çin etkileri taşıyan küçük dinlenme yerleri kullanılmıştır. Glück, XVI-XVIII. Yüzyıllarda Saray Sanatı ve Sanatçılarıyla Osmanlıların Avrupa Sanatları Bakımından Önemi”, Belleten, XXXII, 1968, s. 368.
[3] Dwight, Melling için Boğaz bahçeleri ile ilgili olumlu çalışmalar yaptığını ve Türk bahçelerinin İtalyan havası taşıdığını belirtmektedir. Dwight, Constantinople Old and New, 1915.
[4] İbrahim Paşa bilhassa gelecek olan yabancı elçilerin padişah saraylarını harap bir halde görmelerinin sakıncalı olduğunu düşünmektedir. Aktepe, Patrona İsyanı, s. 46-49, 1958; Refik, Eski İstanbul, s. 30-38.
[5] “Bence Türkler yaşamasını biliyorlar. Hayatları müzik, bahçelerde şarap içerek ve iyi yemekler yiyerek geçiyor”, Lady Montaqu, Türkiye Mektupları, çev. Kurutluoğlu, s. 142.
[6] “Tophane Çeşmesinde de evvelce mevcut iken bu sebil musluklarının yalakları ile beraber sonradan kaldırılıp yerlerine zevksiz çiçek motifleri ile süslü birer mermer pano konulduğu anlaşılmaktadır. Bu keyfiyet, Müri-üt Tevarit’te çeşmenin bidayetteki hali anlatılırken”, ‘Tophane meydanında adim-ül-misil, hoş-tarh sekiz musluklu çeşme’ tabirinin kullanılmış olması.” Yüngül, Tophane Çeşmesi.
[7] Fransız yazarı Lamartin, “Beyoğlu sırtlarının eteğinde ve setlerinin üzerinde birçok top kundakları dizilmiş bulunan muhteşem bir topçu kışlası civarında karaya çıktık. Hint pagotlarına müsabih olmak üzere Arap tarz-ı mimarisinde inşa edilmiş olup göz alıcı renklere bürünmüş oymalı mermerden, cephesi ipekten bir zemin üzerinde ince bir tentene gibi duran büyük bir çeşme, sularını meydana akıtıyordu”. Yüngül, a.g.e.
[8] “Damat İbrahim Paşa, “Mukaddema Kağıthane, ba’de’l-umran Sadabad ile zebazed-i alemiyan olan “Kağıthane deresinin iki tarafını parça parça hudutlandırarak 150 kişiye vermiş buralara sahip olanlar o yerleri birbirleriyle rekabet edercesine imar etmişlerdi”. (Subhi Tarihi, Varak 38), Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV. cilt, I. Bölüm, S. 212-213.
[9] Sadabad sarayı yalnızca Fransa saraylarına değil, Salzburg, Nymphenburg, Napoli’de Caserta saraylarına da benzemektedir. Eyice, “XVIII. Yüzyılda Türk Sanatı ve Türk Mimarisinde Avrupa Neo-Klasik Üslubu”, Sanat Tarihi Yıllığı, IX-X, 1981, s. 167.
[10] Rado, Yirmisekiz Mehmed Çelebinin Fransa Seyahatnamesi, 1970, s. 27.
[11] Raczynski, “XVIII. yüzyılda Kağıthane bahçesinin planını yapanlar, herhalde Fransızlar olmalıydı” diyerek kanal, şelaleler ve şadırvanlardaki süslemelerde Fransa’daki rokoko akımının bariz etkisini anlatmaktadır. Raczynski, 1814’te İstanbul ve Çanakkale’ye Seyahat, çev. Kemal Turan, 1980.
[12] III. Ahmed’in tahttan feragati ile yerine geçen I. Mahmut, köşklerin yakılmasını önlemek amacıyla sahipleri tarafından yıkılmasını fermanlarla bildirdiği halde patronacılar 120’ye yakın köşkü yıktı. Ayak takımının da saldırısıyla ağaçlar da kesilerek bölge üç günde harabeye çevrildi. Cezar, Sanatta Batı’ya Açılış ve Osman Hamdi, s. 4, 1971.
[13] 18. yüzyıl ortalarında istiridye, akant yaprağı, korentiyen sütun başlığı ve kartuş gibi süsleme motifleri çeşme cephelerinde yoğunlaşırken, planlamada da yuvarlatılmış köşeler ve daire formlar gibi oluşumlar batı etkileridir.
[14] Eldem, Köşkler ve Kasırlar, S. 233.
[15] Eldem, Küçüksu Kasrı’nda, keşif dosyalarında verilen yastık sayısı ve sedir örtüsüne dayanarak pencere sayısı ve mekanların boyutlarını saptamıştır. Eldem, a.g.e., Sayfa 241.
[16] Eldem, a.g.e.
[17] “III. Osman kafir elinden çıkmıştır diye saraydaki Batı kaynaklı mobilya, vazo ve tabloları parçalatmıştır”. Cezar, a.g.e., sayfa 9; Karal, Tanzimat’tan Evvel Garplılaşma Hareketleri, s. 6, 1940; “III. Osman musikiden nefret edecek kadar zevksizdi çok asabi ve kararsızdı…”, Uzunçarşılı, a.g.e., s. 337.
[18] Dönemin Fransa elçisi Le Chevalier Vergennes’in damadı olan Baron De Tott, 1755’te başvekil Kardinal Flöri tarafından Osmanlı Devleti hakkında bilgi toplamak için İstanbul’a gönderildi. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV. cilt, I. Bölüm, s. 479; Cezar, a.g.e., Karal, a.g.e., sayfa 9; Ata, Ata Tarihi, Cilt IV, sayfa 67.
[19] 1783’te Türkiye’ye gelen istihkam subayı Antoin Chabaud, yüzbaşı M. de Lafitte Clave ve coğrafya uzmanı Poare, Özi ve Hotin kaleleri ile ilgili rapor hazırladıkları gibi Çanakkale ve Soğacak kaleleri için yeni projeler geliştirdiler. 1784’te “Mühendishane-i Bahri-i Hümayun” ya da “istihkam okulu” denilen ilk mühendislik okulu kurulmuştur. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV. cilt, I. Bölüm, s. 482-483; Cezar, a.g.e., sayfa 11.
[20] Choiseul Goiffier’nin 1784 ve Jouannin’in 19. yüzyıl ortalarında yaptıkları resim ve gravürlere dayanarak Eldem, Bebek Köşkü’nün deniz cephesini tespit etmektedir. Eldem, Köşkler ve Kasırlar, s. 290.
[21] Girland (Fr. Guirlande): İki ucu yukarıda ve ortası aşağı doğru karın veren süslemelik, tezyini askı (Aylama askı). Arseven, Sanat Ansiklopedisi, C. I, s. 141.
[22] Eldem, III. Selim’in yenileme esnasında köşkün yalnızca cephe ve pencerelerinin günün zevkine göre değiştirildiğini açıklamaktadır. Eldem, a.g.e., sayfa 305.
[23] III. Selim’in şehzadeliği sırasında Fransa elçisi Choiseul Gouffier, İtalyan Dr. ve İshak Bey aracılığıyla XVI. Louis ile mektuplaşarak Avrupa hakkında bilgi sahibi olmaya çalışmıştı. Karal, Tanzimat’tan Evvel Garplılaşma Hareketleri., s. 13; Uzunçarşılı, “Selim III.’ün muhabereleri”, Belleten 5-6, s. 191-246.
[24] Fransa’ya sempatisi olan III. Selim, topçu okulunda Fransızca’yı zorunlu ders olarak okutturdu. Karal, Selim III.’ün Hatt-ı Hümayunları, s. 68.
[25] “Yabancı ülkelere giden elçilik heyetlerine 8-10 kadar Türk genci katılacak, bunlar o memleketlerde dil, bilim ve sanat bilgileri edineceklerdi”, Cezar, a.g.e., Sayfa 20; Denel, Batılılaşma Sürecinde İstanbul’da., S. 8, 1982; Arel, 18. Yüzyıl İstanbul Mimarisinde Batılılaşma süreci, s. 83, 1975.
[26] Fransız bahriye mühendislerinden Brun ve Benois, İsveçli mühendis Klenberg, İstanbul tersanelerinde çalıştılar. Karal, Selim III.’ün Hatt-ı Hümayunları, s. 47-68.
[27] Aynalıkavak has bahçesi tersaneye katılmıştır. Kuban, “İstanbul’un tarihi yapısı”, Mimarlık, sayı 5, s. 39, 1970.
[28] Eldem, Köşkler ve Kasırlar, S. 313-318.
[29] Kuban, Türk Barok Mimarisi Hakkında Bir Deneme, 1954, S. 75.
[30] Melling, “Türkler liberal sanatlara uzaktılar, en güzel lambrilerinin üzerinde sadece çiçek tabloları ve garip süslemelerden başka bir şey görülmezdi”, diyerek Türkiye’deki süslemelere batılı sanatçıların ne kadar yabancı olduklarını, rokoko ve Barok’u tasarladığı yapılara kendisinin uyarladığı anlaşılmaktadır. Melling, Voyage pittoresque de Constantinople et des rives du Bosphore, 1819, Hazırlayan: Şevket Rado.
[31] Eldem, a.g.e., sayfa 325-328; Denel, a.g.e., sayfa 27.
[32] Dallaway, J. Constantinople ancien et moderne, London 1797.
[33] Mimarinin Fransız Directoire üslubuna yaklaştığını belirten Eldem, Beamont, Hammer, Clarke ve Pouqueville’in köşk hakkındaki yazılarıyla yorum getirmiştir. Eldem, a.g.e., sayfa 329.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.