Yenileşme Döneminde Kültür ve Sanat
Osmanlı İmparatorluğu’nda Yenileşme/Batılılaşma dönemi olarak nitelendirilen 18. ve 19. yüzyıllar köklü bir kültür değişiminin yaşamış ve yeni bir sanat ortamının oluştuğu bir süreçtir. Dört yüzyıl imparatorluğun içinde ve dışında siyasal gücünü koruyabilen Osmanlı Devleti, kendi kendine yeterli bir toplum yapısı geliştirmiş ve sanat ve kültür alanındaki yoğun etkinlik dış etkilerden oldukça uzak kalabilmiştir. Oysa 17. yüzyıldan sonraki siyasal olaylar Osmanlıları giderek endüstrileşen Avrupa’nın karşısında Batılılaşma ve Yenileşmeye zorlamış ve Osmanlı yöneticileri bilinçli atılımlarıyla devlet yapısında köklü reformlar gerçekleştirmişlerdir. Teknik alanlarda Avrupalı uzmanlardan yararlanılması ve Avrupa dillerindeki bilim kitaplarının Türkçeye çevrilmesi giderek Batı bilim ve kültürünün yayılmasını sağlamıştır. Önceleri etkisini saray çevrelerinde gösteren bu girişimlerin sonucunda başkent İstanbul’da ve giderek tüm imparatorlukta yeni ilgiler ve gereksinimlere yönelik bir sanat ortamı oluşmuştur. Bu ortamda gerek mimarlıkta ve resim sanatında, gerekse el sanatları, müzik ve edebiyatta Batılı biçimlerin benimsendiği, geleneklere aşılanarak yenilikçi denemelere girişildiği görülür. Osmanlı Yenileşme Dönemi’ndeki sanat etkinliğini özümsemek için bu süreci daha yakından tanımak gerekir.
XVII. yüzyılın bazı siyasal olayları Osmanlı İmparatorluğu’nun görünümünü değiştirmeye başlamıştır. İmparatorluğun iç ve dış olaylar sonucunda yıpranmasından güç alan Avrupa ülkeleri Osmanlı pazarlarına sahip çıkmak istemişler ve özellikle Fransa, 1669’da yapılan ticaret anlaşması sonucunda Osmanlı ticaret hayatına egemen olmaya başlamıştır. İmparatorluk sınırları içindeki Hıristiyan uyrukluların koruyuculuğunu da yapan Fransa’nın gücü yalnız ekonomik alanda değil, toplumsal alanda da kendini göstermiştir. Aslında 17. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğu’ndaki kültürel ortam dış etkenlerin payını kolaylaştıracak nitelikteydi. Sanat alanında çok büyük bir atılım olmamış, önceki yüzyılın sanat ürünlerine bir yenilik katılmamıştı. Böyle bir dönemde İstanbul’daki yabancı elçiliklerin kültür hayatında büyük rolü olmuştur. Elçiliklerde birçok sanat etkinliği gerçekleştirilmiştir. Örneğin, Fransız elçisi Marquis de Nointel 1673’te bir amatör tiyatro grubuna elçilikte temsiller verdirmiştir. Gerçi seyircilerin çoğu gayrimüslimler olmuştur ama aynı elçilikte birkaç yıl sonra yapılan tiyatro salonundaki bale ve temsillere Türkler de gelmiştir. Batı biçiminde sanata ilgi tiyatroyla kalmayıp öteki sanat dallarına da yayılacaktır.
Yenileşmenin İlk Evresi: III. Ahmed Dönemi
Tarihçiler gerçek anlamda Yenileşme hareketlerinin Lale Devri’nde başladığı düşüncesinde birleşirler. III. Ahmed Dönemi (1703-1730), siyasal başarıdan çok, edebiyat ve müzik etkinlikleri, gösteriler, görkemli törenleriyle anılan bir dönemdir. III. Ahmed ve Sadrazamı Damat İbrahim Paşa Batı’ya açılmanın gereğini duymuşlar ve öncelikle Fransa’ya elçilik heyeti göndermişlerdir. III. Ahmed 1721’de Yirmisekiz Mehmed Çelebi’yi XIV. Louis’nin sarayına elçi olarak yollarken onun, diplomatik görevinin yanı sıra bilim ve teknoloji alanlarında inceleme yapmasını istemiştir. Nitekim Mehmed Çelebi, orada kültürel etkinliklere katılmış ve bütün bunları anlatan bir de sefaretname yazmıştır. Paris’ten dönerken mimari çizimler, yapı planları ve çeşitli bilim kitapları da getirmiştir. Ayrıca III. Ahmed Dönemi’nde İstanbul’da Fransız elçisi olan Marquis de Bonnac aracılığıyla saraya saatler, mobilyalar, kumaşlar getirtilmiştir.
III. Ahmed Dönemi, sivil mimari etkinliğiyle tanınır. Boğaz ve Haliç kıyılarında kasırlar yapılmış, kent meydanları çeşme ve sebillerle süslenmiştir. Nitekim daha 1722’de III. Ahmed Haliç’te Sadabad kasırlarını yaptırırken XIV. Louis’in saraylarıyla kıyaslanabilecek planlar hazırlatmış ve sarayları Fransa’dakiler gibi çiçek bahçeleri, çağlayanlar ve fıskiyeli havuzlarla donatmıştır. 18. yüzyıl boyunca İstanbul’a gelen birçok gezgin Sadabad’ın Fransa’daki Fontainebleau ya da Marly şatolarına benzediğini yazmışlardır. III. Ahmed 17. yüzyıl yapısı olan Aynalıkavak Kasrı’nı da Venedik’ten gelen aynalarla bezetmiştir. Kısa zamanda Haliç’te Kağıthane yüksek tabakanın mesire yeri olmuştur.
Lale Devri’nin tüm yapılarında Avrupa’nın barok ve rokoko üsluplarının etkileri sezilir. Örneğin, III. Ahmed’in Topkapı Sarayı’nda yaptırdığı bölümlerdeki boyalı bezemeler, meyve dolu çanaklar, sepetler, çiçekli vazolar Avrupa rokokosunun tanıdık motifleridir. III Ahmed’in adını taşıyan çeşmede (1728) aynı motiflerin taş yontu örnekleri vardır. Çeşmenin dalgalanan saçağı, akant yapraklı frizi, altın yaldızlı parmaklıkları ve masa üzerine yerleştirilmiş çiçekli vazo kabartmaları geleneksel Osmanlı bezeme sanatına yabancı unsurlardır. Aynı motifleri Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın kendi memleketi Nevşehir’e 1725’te yaptırdığı caminin minberinde görmek şaşırtıcı değildir.
III. Ahmed’in saray çevresinde oluşan edebi ve bilimsel çevre sanatın her dalına yenilikler getirmiştir. Kuşkusuz bu dönemde atılan en yenilikçi adım 1726’da İbrahim Müteferrika’nın matbaayı kurması ve ilk kez Türkçe kitap basımına başlanmasıdır. Giderek İstanbul’daki elit tabaka Batı kültürünü daha yakından tanımaya başlamıştır. Öte yandan, 18. yüzyılda Avrupa ülkeleriyle kurulan yeni diplomatik ve ticari ilişkiler birçok Avrupalı sanatçıyı İstanbul’a getirmiştir. Öncelikle yabancı elçilik çevrelerinde çalışan bu sanatçıların Osmanlı başkentinde oluşan yeni sanat ortamında yeri vardır. Örneğin, daha l7. yüzyılın sonlarında Fransız elçisi M. de Ferriol’un desteğiyle İstanbul’a yerleşmiş olan Valenciennesli ressam Jean Baptiste Vanmour’un Pera’daki atölyesinin İstanbul’daki aydınların ve diplomatların uğrak yeri olduğu anlaşılır. Nitekim sanatçının, III. Ahmed’in saray törenlerini, İstanbul’un çeşitli semtlerini, ya da günlük yaşamdan kesitleri görüntüleyen resimleri bir ‘okul’ oluşturmuştur.
İstanbul’da oluşan bu yeni sanat ortamı, saraydaki resim etkinliğini de etkilemiştir. Kuşkusuz, matbaanın gelişi ile sarayda minyatürlü el yazma yapımı giderek azalmıştır. Az sayıda üretilen minyatürlü el yazmaları artık hafif konulu edebi eserlerdir. Minyatürlerin çoğu albümlerin içerisine yerleştirilen günlük yaşam sahneleri, çiçek resimleri ve günün modasına uygun giysiler içinde gösterilmiş kadın ve erkek figürlerinden oluşur. Lale Devri’nin ünlü nakkaşı Levnî’nin resimleri bu yeni beğeni ortamının ürünleridir. Albümlerindeki lüks giysiler içinde müzik yapan, raks eden, çiçek koklayan, içki içen kadın ve erkekler III. Ahmed Dönemi’nin görkemli yaşantısının belgeleridir. Ayrıca Levnî, yaptığı padişah portrelerinde yeni motifler ve teknikler kullanarak sonraki portre ressamlarına esin kaynağı olmuştur. Padişahların duruşlarında, oturuşlarında, yüz ifadelerinde doğallık vardır. Levnî’nin çağdaşı Abdullah Buharî’nin çizdiği kadın ve erkek figürleri de hacimli ve ağırlıklıdır. Bu iki sanatçı Osmanlı resim sanatına yeni bir soluk getirmiştir. Artık sanatçılar renk değerlerini keşfedecekler, ışık-gölge gibi Avrupa resmine özgü teknikleri kullanmaya başlayacaklardır.
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye