Prof. Dr. Jonathan Karam SKAFF
Uzun zamandır bilinmektedir ki, Batı Türkleri (Tujue),[1] bunların alt kabileleri ve Türgişler (Tuqishi) gibi halefleri altıncı yüzyıldan başlayarak sekizinci yüzyıla kadar Türkistan’ın yerleşik hayata kavuşmuş vahalarını yönetmişlerdir. Bu Türk halkları genellikle step bölgesinde yaşayan, hayvancılıkla uğraşan çoban göçerler olmalarına rağmen, Türkistan’ın tarımsal vaha topluluklarını kontrol altında tutmaya aşırı bir ilgi göstermişlerdir. Ancak, Türkistan’a hakim olma isteklerinin sebepleri ve bu amaçla geliştirdikleri örgütlenme konusu henüz yeterince açıklığa kavuşturulmamıştır.[2] Bu makale, göçer hükümranların neden ve nasıl söz konusu vahaları kontrol ettiklerini göstererek bir boşluğu doldurmaya çalışacaktır.
Bu çalışmanın coğrafi parametrelerini tespit etmek için, Türkistan İç Asya’nın batıda Hazar Denizi ve doğuda Altay Dağları boyunca uzanan kısmı olarak tanımlanmaktadır. Bu bölgenin güney sınırı, Hint alt kıtasını Asya’nın diğer kesimlerinden ayıran yoğun sıradağlardır. Kuzeyde ise, Türkistan, İç Asya boyunca doğudan batıya uzanan steplerin kuzey uç noktasına kadar genişlemektedir. Bölge genellikle çorak ya da yarı çoraktır. Yarı çorak bölgeler, Türkler gibi çoban- göçer halkların yaşamını idame ettirecek meralara sahiptir. Çorak çöl bölgelerinde ise, bu dönemde, çoğunlukla Farsça ya da diğer Hint-Avrupa dilleri konuşan halkların yaşadığı bağımsız siyasi birimlerin bulunduğu vahalar mevcuttur. Not edilmesi gereken bir istisnayı, resmi dil olarak Çinceyi kullanan Çin ve Hint-Avrupa nüfuslarının karışımının bulunduğu Turfan vahasındaki Gaoçang Krallığı oluşturmaktadır.
Bu çalışmada kullanılan kaynakların sorunlu olduğunu belirtmek gerekir.
Bu bölgedeki Türkler ve diğer kabileler bu dönemde kayıtlar tutmuş olsalar bile, bunlar bugüne kadar ulaşamamıştır. Bu yüzden, bu çalışma orijinal Çince ve Arapça belgelere ve tarihi raporlara dayanmaktadır. Ne yazık ki, bu kaynaklar da tatmin edici olmaktan çok uzaktır, çünkü bu dökümanlar göçerlerin kontrolünde olan bölgelerin dışında yaşayan Çinli ya da Arap tarihçiler tarafından kaleme alınmıştır. Bu kuralın istisnasını teşkil eden bazı Çin kaynakları, Turfan vahasındaki Gaoçang (Qocho) Krallığı’nın belgeleridir. Bu belgeler bu yüzyılın başında yapılan kazılarda ortaya çıkarılmış ve daha yakın zamanlarda yayınlanmıştır. Bu belgeler bize, ortaya çıkarıldıkları tarihe kadar bilinmeyen dönemlerdeki kabileler ve bunların vaha topluluklarıyla temasları konusunda bilgiler sunmaktadır, ama ne yazık ki bu belgelerin sayısı oldukça azdır. Kaynaklarla ilgili bu tür sorunlar olmasına rağmen, dağınık delilleri birleştirmek suretiyle göçer hakimiyetinin genel durumunu tasvir etmek mümkündür.
Vahaları Kontrol Etme İhtiyacının Kaynakları
Günümüze ulaşan dağınık Çince ve Arapça kayıtlar, Türkistan’daki göçmen konfederasyonlarının, boyundurukları altında tuttukları vaha devletlerinden insan gücü ve maddi kaynaklar açısından faydalandıklarını göstermektedir. Batı Türklerinin vaha devletlerinden topladıkları maddi zenginlikler iç üretim ve ticaret karlarından aldıkları vergilerdir. Mesela, pek çok Çin tarihi kaynakları Kaşgar’ın Türklere yıllık haraç olarak pirinç, arpa, tahıl, bakır, demir, teneke, sarı zırnık, ipek işlemeli kumaş, pamuk ve kendir gönderdiklerini pek çok kez zikretmektedir.[3]
Gaoçang hakkındaki bilgiler ise çok daha geneldir. 630 yılı civarında, bir Budist hacı olan Hsüen-Tsang Hindistan’a giderken yolu üzerinde bulunan Gaoçang’dan geçerken Gaoçang hükümdarı kendisine güvenmiş ve Batı Türklerinin Tong Yabgu adlı kağanına teslim edilmek üzere kendisiyle iki araba dolusu meyve ve 500 top ipek kumaş göndermiştir. Hükümdarın kağana yazdığı mektupta kendisinden “Kağan’ın kölesi”[4] olarak bahsetmesi, hükümdar ile kağan arasındaki siyasi ilişkinin niteliği hakkında herhangi bir şüpheye mahal bırakmamaktadır. Yaklaşık bir 10 yıl sonra, başka kaynaklar, 640’da Tang Çini’nin hükümdarlığı işgalinden hemen önce Gaoçang’ın Batı Türklerinin kağanı Yugu Şad’a para (jin) ve ipek (bo) gönderdiğinden bahsetmektedir.[5] Bu para ve ve ipeğin büyük çoğunluğunun Gaoçang üzerinden geçen uluslararası ticaretten hortumlandığını tahmin edebiliriz.[6] Mevcut kaynaklar, göçerlerin sadece Kaşgar ve Gaoçang’tan haraç aldığından bahsetmesine rağmen, benzer düzenlemeleri bütün Türkistan’da yapmış olmaları muhtemeldir.
Maddi kaynakların yanı sıra, vahalar göçer konfederasyonlara savaşçı güçleri takviye etmek üzere insan gücü de sağlamaktaydılar. Bildiğim kadarıyla, bu uygulamayı yapan Batı Türklerine sadece iki atıf bulunmaktadır ve her ikisi de Gaoçang ile alakalıdır. İlki, Tang Hanedanı’nın ilk zamanlarında Hami hükümdarının Batı Türklerine bağlılıktan vazgeçerek Tang Hanedanı’na sadakat gösterdiği zaman meydana gelmiştir. Gaoçang ve Türkler Hami’ye ortak bir saldırıda bulunmuşlar, fakat bundan bir sonuç alamamışlardır. Ancak, bu sıralarda Gaoçang ordusunun komutanının Türk Aşina boyunu bir üyesi olduğunu belirtmekte de fayda var.[7] Daha sonraları, 638’de, Gaoçang Karashahr vahasına saldıran Batı Türklerine de yardım etmiştir.[8]
Öte yandan, Türgiş Kağanı Sulu’nun (715-738) yerleşik vaha sakinlerini ordusunda sürekli olarak kullandığına dair Arapça kaynaklarda önemli miktarda delil mevcuttur. Bunlardan iki örnek verecek olursak; Müslüman Vali Müslim b. Sa’id, 724 yılında Fergana’ya karşı ordularını gönderdiğinde, güçleri Fergana ve Şaş[9] vahalarında yaşayan erkeklerin de içinde yer aldığı Sulu orduları tarafından geri püskürtülmüştür. Sulu kuvvetleri, birkaç yıl sonra, yani 728-729’da, Müslümanların kontrolündeki Semerkant civarına nüfuz etmişlerdir. Türgiş ordusunda da Fergana, Şaş, Nesef ve Buhara[10] gibi şehirlerden güçler vardı. Arap yıllıklarında bolca bulunan bu deliller bir Çin kaynağı tarafından da doğrulanmaktadır, bu kaynak Kutal (Guduo) ve Kuşaniye (Heguo) hükümdarlıklarının Türgiş[11] güçleri bünyesinde savaştıklarını anlatmaktadır. Bu kanıt kuşkuya mahal bırakmaksızın Batı Türk ve Türgiş ordularının Türkistan’ın yerleşik hayata geçmiş bölgelerindeki askerleri bünyesinde topladığını doğrulamaktadır. Çoğu durumda, bu bölgelerdeki insanlar/erkeklerin bir tür haraç/vergi olarak Türklere hizmet etmeye zorlandıkları da ihtimal dahilindedir.[12]
Vahaların Doğrudan Yönetimi
Türkistan’daki göçer konfederasyonların yerleşik hayatın kurulduğu vahalardan insan ve maddi kaynakları kullandıklarına dair kanıtlar olmakla birlikte, tarımsal bölgeleri nasıl kontrol ettikleri konusu açıklanmaya ihtiyaç duymaktadır. Bu göründüğünden daha karmaşık bir problemdir, çünkü vahalar göçerliğe pek de iyi bakmayan bir çöl denizinde tarım adalarıydı. Göçerlerin göç güzergahları çoğu durumda vahalardan geçmezdi, bundan dolayı Türkler bu duruma uygun metodlar uygulamak zorunda kaldılar.
Çoğunlukla, göçerler vahaları dolaylı yollardan yönetirlerdi, fakat doğrudan yönetimin uygulandığı bazı durumlar da vardı. Biz burada öncelikle doğrudan yönetim üzerinde duracağız. Elimizde Toharistan, Fergana ve Şaş olmak üzere üç devletin yöneticilerinin yerleşik hayata geçmiş ve doğrudan yönetime başlamış göçer şeflerin soyundan geldiklerine dair deliller bulunmaktadır. Bu üç devletin üçünün de göçerliğe müsait meralara/otlaklara bitişik bölgelerde olması bir tesadüf olamaz. Çin kaynaklarının belirttiğine göre, Tokharistan’da Amu Derya’nın (Ceyhun) güneyinde hükümdarlar/yöneticiler genelde Türk Aşina boyu üyelerine verilen Türkçe Yabgu (yehu) unvanını kullanmaktaydılar.[13]
Türk yönetici boyu ile olan bir bağlantı, 650’lerdeki Yabgu’nun Aşina Wuşibo olarak adlandırılmasıyla kanıtlanmaktadır.[14] Bir sonraki yüzyıl boyunca birbiri ardına gelen ve isimleri bilinen yabgulardan biri, 729’da tahta oturan Kutlu (Guduolu) Dun Tardu’dur (Dadu) ve ismi kolayca farkedilebileceği gibi Türkçedir.[15] Baktriyan dilinde yazılmış belgelerde de yönetici ve hükümdarlar için geçen Türkçe isimler ve unvanlar da oldukça yaygındır.[16] Türk siyasi geleneğinde muhafaza edilmiş kanıtlar da bulunmaktadır. Mesela, 727 yılında Tokharistan’ın yabgusundan Çin imparatoruna gönderilen Çince bir mektupta Çin imparatorundan Çince bir unvan olan “imparator” (huangdi) ya da “Tanrının Oğlu” (tianzi) yerine Türkçe bir unvan olan “Tanrının Kağanı” (tian kehan) olarak bahsedilmektedir.[17]
Doğrudan göçer yönetiminin Fergana’da da uygulandığı açıkca görülmektedir. Yeni Tang Tarihi, Çin’deki Wei (220-265) ve Jin (265-420) hanedanları zamanından itibaren bir yerli hükümdarlar silsilesinin Fergana’yı yönettiğinden bahsetmektedir.[18] Eski hükümdar ilişkileri, Batı Türklerinin yerli hükümdar Kibi’yi katlettiği 627 ile 649 yılları arasında bir zamanda sona erdi. Bu olaydan sonra, Asena Şuni şehrin kontrolünü ele geçirdi. Chavannes, Asena’nın Türk boyunun adı olan Aşina’nın bir yanlış kullanımı olabileceğini ileri sürmektedir.[19] Şuni’nin ölümünden sonra yerine Ebozhi geçti. Kibi’nin bir yeğenini bir şehre ve kendi yeğenini de diğer bir şehre atayan Ebozhi’nin Türklerle yerlilerin yönetiminden oluşan ortak bir sistem kurduğu görülmektedir. Bu ortak yönetim sisteminin ne kadar devam ettiği açık olmamakla birlikte, 738’deki Fergana Hükümdarı Arslan Tarkan (Axilan Dagan) bir Türk ismi (Arslan) ve unvanı (Tarkan) kullanmaktaydı.[20]
Bugünkü Taşkent’in yerinde bulunan, Şaş’ta Türk komutanlar yedinci asırdan başlayarak yönetimin dizginlerini ellerinde tutmaya başladılar. Yeni Tang Tarihi’nde Batı Türklerinin 605 yılında Şaş hükümdarını öldürdüğü ve ülkede Tegin Fuzhi’nin yönetimini tesis ettiklerinden bahsetmektedir.[21] Fuzhi’nin bir Türk olması muhtemeldir, çünkü kağanın oğlu, küçük kardeşi ya da akrabası olduğunu gösteren bir Türkçe unvan olan Tegin’i kullanmaktadır.[22] Sekizinci asır ortalarına kadar, Fuzhi’nin halefleri bazan farkedilir şekilde Türk isimleri ve daima Türk unvanı Tudun’u (tutun) kullandılar ve bir vaha şehrinde temsil edildiler.[23] Türk isimleri ve unvanlarının bolca kullanılması Şaş’ın Türk şeflerinin soyundan gelenler tarafından yönetildiğini göstermesine rağmen, bu sekizinci asrın ortalarında Şaş’ın siyasi yöneliminin göçer kabilelere doğru olduğu anlamına gelmemektedir. 739’da Şaş hükümdarı, Bahadır Tudun yeni ölen Türgiş lideri Sulu’nun oğluna saldıran Çinlilere yardım etti.[24] Onun halefi, Yina Tudun Kule, 741’de Tang sarayına şöyle yazmaktaydı: “Türkler şimdi Tanrının Kağanı’nın (Çin İmparatoru) tebasıdır, ancak Araplar ülkeleri (Türkistan) tehlikeye sokmaktadır. Lütfen onlara saldırın.”[25] Tanrının Kağanı kelimesinin kullanılması Türk siyasi geleneğinin sürdüğünü göstermesine rağmen, açıkça Şaş bu dönemde Türgişler ya da Müslümanlar yerine müttefik olarak Çinlileri görmektedir. Bir vaha bölgesini yönetmek, daha önce göçer olan hükümdarları, hala steplerde olan kendi kardeşleri ya da akrabaları ile olan ilişkilerini koparmaya zorladı. Bu durum bir göçer elitin bir yerleşik toplumun yönetimini ele geçirdiği her yerde ortaya çıkan ortak bir fenomendir.[26] Bu yeni yönelimin 1,5 yüzyıllık bir süre zarfında, yani Türkler Şaş’ı idare ederken tedricen geliştiğini tahmin edebiliriz.
Şaş, Fergana ve Tokharistan yöneticileri arasında Türk isim ve unvanlarına çok sayıda rastlanılması, bu vaha devletlerinin yönetici elitinin Türk soyundan olduğunu göstermektedir. Türkistan’daki göçer ve yerleşik hayata geçmiş olan toplulukların birbirlerinin isim ve unvanlarını kullandıklarının bilinmesine rağmen, bu isim ve unvanların alınmasına devam edilmesi genellikle istisnai örneklerdir.[27]
Sadece bu üç bölgede Türk isimleri ve unvanları süreğen bir şekilde kullanılmıştır. Bu gerçekten yola çıkarak, Türk şeflerin soyundan gelen yönetici elitlerin bu yerleşik toplumları yönettiği sonucuna varabiliriz. Bu gözlemin yanı sıra, kaynaklarımız yeterli olmadığından bu şehirleri yöneten gruplar ve bunların yönetim metodları konusunda fazla bir şey bilmiyoruz. İlerleyen yıllarda Şaş örneğinde olduğu gibi, bu, elit arasında göçer karşıtı bir siyasi duruş benimsendiğini, Türk yönetici grupların zamanla benimsedikleri yeni vatanlarının kültürü içinde asimile olduklarını ve hala steplerde yaşamakta olan yakınlarından farklı ilgi ve çıkarlar geliştirdiklerini göstermektedir. Ne yazık ki, kaynakların azlığı, göçer şeflerden yerleşik yöneticilere dönüşüm süreci hakkında daha fazla bilgi edinmemizi engellemektedir.
Dolaylı Göçer Yönetimi
Vahaların doğrudan yönetimi bir kural olmaktan ziyade bir istisnadır. Bu dönemde, daha yaygın olan uygulama yerli elitin vahalarda kendi konumlarını edinmelerine müsaade edilmesidir. Yerli yöneticiler, kendi yerleşik tebalarından topladıkları vergi ve haraçları göçer üstlerine iletmekle görevli bir aracı rolü ve hizmeti üstlenmekteydiler. Bu tür bir sistemin en kapsayıcı şekildeki anlatımını, 620’den 630’a kadar tahtta kalmış olan Batı Türklerinin Kağanı Tong Yabgu’dan “Batı Bölgelerinin hükümdarlarını İlteberler (xielifa) olarak atadı ve denetlemek, yönetmek ve vergilendirmeye nezaret etmek üzere her birine bir Tudun gönderdi” diye bahseden Tang Dönemi tarih kitaplarında bulmak mümkündür.[28] Bu tarihten daha önce bile, bir kaynak 605’ten 620’ye kadar Gaoçang’ı kontrolü altında tutan Tiele kabilesi zamanında, Batı Türklerinin vergileri toplamak üzere burada bir “memur” bulundurduklarından bahsetmektedir.[29]
Bu yönetim sisteminin Çin kaynaklarının bizi inandırmaya çalıştığı tarihten çok daha erken tarihlerde, en azından Gaoçang Hükümdarlığı’nda uygulandığına dair delil, bu asırda yapılan kazılarda ortaya çıkarılan belgelerde bulunmaktadır. 599 tarihli bir Budist sutraya ithaf, Gaoçang hükümdarının İlteber unvanını Tong Yabgu yönetiminden 20 yıldan fazla süre önce kullandığını ispatlamaktadır.[30] Gaoçang halkının yüksek mevkidekilere ziyaretleri sırasında götürdükleri malzemelerin kaydedildiği diğer bazı parçalanmış dokümanlar, Türklerin Gaoçang’da bir Tudun ve diğer memurları görevlendirdiklerini doğrulamaktadır. Kayıtlar, aynı zamanda, Gaoçang’ın tebasının Türk denetçilerine de malzeme sağladığını göstermektedir. Bu dokümanların bir örneğinin tarihi altıncı ya da yedinci yüzyıla dayanmaktadır. Bahse konu olan Türk memurlar, bir Tudun, Kağan’ın bir elçisi, Şuluo Kağan Wudulun’un büyük memuru, Kuzey Kağan’ın elçisi ve Tudun’un bir memurudur.[31] “Bir Tudun”un ve “Şuluo Kağan”ın maiyetinde hizmet gören “Büyük memurlar”ın varlığı Tudun’un bir vahada görevlendirilmiş tek Türk yetkili/görevli olmadığını göstermektedir. “Şuluo” ve “Kuzey” olmak üzere aynı dökümanda iki kağanın varlığı, göründüğü kadar sorunlu bir konu değildir. Michael Drompp, Doğu Türklerinin herhangi bir dönemde bir büyük Kağan ve alttan üste doğru beş altı kağana sahip olabildiklerine işaret etmektedir. Drompp birden çok kağanı iktidar yapısının esnekliğine atfetmektedir. Bu eski belge, Batı Türklerinin benzer akışkan örgütlere sahip olduğuna yönelik deliller sağlamaktadır.[32] Bu açıdan, Gaoçang’da bulunan ama bir önceki ile tam olarak aynı döneme ait olup olmadığı bilinmeyen bir diğer belgenin de Güney Kağanı’nın elçisine mal verildiğinden bahsettiğini not etmeye değer. Türklerin vaha şehirlerine gönderdikleri birkaç memur ve elçiler muhtemelen bu şehirlerin yönetilmesinde doğrudan roller üstlenmemekte, ancak Türk yönetimi ile vaha yönetimi arasında yönetim uyumunu izlemekte, denetlemekteydiler.[33]
Gaoçang’a aynı anda elçiler gönderen Türk yöneticilerinin çokluğu bizi Gaoçang üzerinde otoriteye sahip olan birden fazla elitin olduğu sonucuna götürmektedir. Gaoçang’daki Türk elitlerinin yetki alanlarının çakışması, çok daha sonraları on üçüncü yüzyılın sonları ve Timur yönetimi altındaki on dördüncü yüzyıl sonlarındaki Moğolların yönetimindeki benzer örgütsel yapıyı akla getirmektedir.[34] Moğolların Çin’deki Yuan hanedanı askeri yapısı üzerine çalışmalar yapan Ch’i-ch’ing Hsiao, sorumluluğun aynı anda birden fazla kişide bulunmasının “İktidarı suiistimal etme”nin önüne geçmeyi amaçladığını, aksi halde lüzumsuz bir karşılıklı kontrol sistemi yaratılmış olacağını savunmaktadır.[35] Bir diğer çalışmada, Elizabeth Endicott-West aynı prensibin Yuan sivil yönetiminde de çalıştığını söylemektedir. Her ne kadar kronolojik ve coğrafik olarak Moğollar ve Timur’dan ayrı olsalar da, Gaoçang’daki Türkler de benzer bir idari kültür uygulamaktaydılar.
Türklerin vaha şehirlerine küçük garnizonlar konuşlandırma olasılıkları da bulunmaktadır.
Türkistan’da bu konuyla ilgili olarak herhangi bir kanıtımız bulunmuyor, ama Sui ve Tan hanedanları arasındaki 610’lar ile 620’ler arasındaki iç savaş sırasında, Doğu Türklerinin dolaylı kontrole sahip oldukları en az bir Çin sınır kasabasında yaklaşık 200 askeri bulunmaktaydı.[36] Türkistan’da bir garnizondan bahsedilen tek yer Tanrı Dağlarının kuzeyinde bulunan ve daha sonra Tang Çin’i Dönemi’nde Beiting olan ve daha sonra da Uygurların Beşbalık şehri olan Kağan Stupa Şehri’nde (kehan futu cheng) bulunmaktadır.
Batı Türklerinin lideri Yugu Şad, yukarıda bahsedildiği gibi kendisini haraç ve vergilerle besleyen Gaoçang’ı korumak amacıyla burada bir garnizon kurmak üzere bir Yabgu gönderdi. Garnizon Tanrı Dağlarının ters istikametinde Gaoçang’ın yaklaşık 125 kilometre kuzeyindeydi. Bu pratik gözükmemekle birlikte, askerlerin bu bölgeye konuşlandırılmasında ekolojik mülahazalar etkin rol oynadı. Gaoçang, çoban göçerler için geniş meralardan yoksun olan çölün ortasında bir vahayken, Kuzey Tianşen boyunca uzanan dağ etekleri hayvancılık için uygun meralara sahipti. Askeri strateji açısından da, bunun amacı Gaoçang’ı bir kuşatmadan kurtarmak ya da Gaoçang yöneticilerine itaati temin için gerekirse güç kullanabileceklerini her daim hatırlatmak olabilir.[37] İkinci olarak belirttiğimiz fonksiyon aşağıda tam olarak ele alınacaktır. Eğer diğer şehirlerde de garnizonlar vardıysa bile, nispeten küçük olan bu garnizonların şehir surlarının içinde, daha büyük olanların ise uzaklarda, daha büyük sayıdaki hayvanı besleyecek bölgelerde konuşlandırılmış olabileceğini bekleyebiliriz.
Şüphesiz, memurların ve garnizonların en önemli fonksiyonu Türk efendilerine yeterli miktarda haraç gitmesini sağlamaktı. Ancak, vahalarda fazla bir varlık bulundurmadıklarından Türkler, uzaktan da olsa yerel halkı uyum göstermeye zorlayacak metodlar geliştirmeye mecbur kaldılar. Sonuçta, göçerler Türkistan’ın vahalarını dolaylı yönetme konusunda iki strateji kullandılar: Ben bunları yerleşimsel ve zorlayıcı uygulamalar olarak kategorize ediyorum.
İtaat ettirmek için yerleşimsel araçlar en iyi şekilde göçerler ile yerleşik yöneticiler arasında evlilik bağları ile tesis edilmekteydi. Çin tarihinde bu uygulamanın altı örneğini buldum. Biri hariç bütün vakalarda, uygulama Türklerin soylu bir kadını evlenmek üzere yerleşik yöneticiye vermesi şeklindeydi.[38] Çin kaynaklarının bu evlilik ilişkilerine çok fazla önem vermemesine ve sadece geçiştirir bir edayla bahsetmelerine rağmen, bu uygulamaya yönelik çok fazla referansa sahip olmamız önemlidir. Bu belki de, bu evliliklerin yaygın şekilde step ile vaha arasındaki ilişkileri bir güçlendirme aracı olarak yapıldığını göstermektedir. Evlilik ilişkileri aracılığıyla siyasi bağlar kurmak göçer siyasi kültürünün bütünleyici bir özelliğidir. Tarih boyunca bu, kabile dışı evliliklere dayanan göçer klanların ve kabileleri arasında ya karşılıklı saldırmazlık sinyali ya da “askeri fetihe bir ek” olarak uygulanmıştır.[39] Vaha devletleri ve kabilelerin yöneticileri arasındaki evliliğe dair bu bağlar, siyasi evliliğin göçer uygulamasının yerleşik hayata geçilen bölgelerdeki denetim sorununa uyarlanmasını göstermektedir. Göçerlerin genellikle gelin veren tarafın gelin alan taraftan üstün olduğunu düşündüklerini de önemle not etmek gerekir.[40] Biri hariç bütün bu evliliklerde, hep yerleşik yöneticilere Türkler gelin vermiştir. Bu da söz konusu ilişkide Türklerin genellikle üstün olan taraf olarak mülahaza edildiğini göstermektedir.
Türkistan’daki göçer konfederasyonlar, evlilikleri vaha devletleri ile ilişkileri geliştirmek ve istikrara kavuşturmak amacıyla kullanmalarına rağmen, nihayetinde iktidarları buyruklarına itaat etmeyen devletleri tehdit etmek ya da cezalandırmak üzere güçlerinden faydalanma kabiliyetlerine bağlıydı. Askeri güç kullanma tehdidi ya da gözdağı olmaksızın, vaha yöneticileri göçer kabilelere haraç ve vergiler vermek istememekteydiler. Göçerlerin en çok kullandıkları zorlayıcı strateji askeri saldırılarda bulunmak ve töreleri dayatmaktı.
Türklerin vahalarda yerleşmiş bulunanların önde gelenlerine, bazan da tüm halka dayattıkları töreler daha az şiddet içermekle birlikte, hala zorlayıcı idi ve yerleşik hayata geçenleri göçer kurallarına uymaya teşvik eder nitelikteki araçlardı. Bu fenomen en çarpıcı şekilde Gaoçang Hükümdarlığı’nda babası Qu Jian’ın ölümünden sonra iktidara gelen Qu Boya zamanında ortaya çıktı. Qu Jian annesi Türk olduğundan yarı Türk idi.
Qu Jian’ın ölümünden sonra, Çin kaynakları, “Türkler Qu Boya’ya kendi törelerine uyma emri verdi. Boya uzun bir süre itaat etmemekte direndi. Ancak Türklerin güç kullanarak mecbur bırakmasıyla itaat etmek zorunda kaldı”ğını anlatmaktadır.[41] Bu kaynakta, Goaçang’ın uymaya zorlandığı Türk törelerinin ne tür töreler olduğu açıkça anlatılmamaktadır.
Türklerin cenaze merasiminde uyguladıkları törenin tabiatının Qu Boya’nın isteksizliğinde etkin olduğu düşünülebilir. Bu töreye göre kanın akarak gözyaşına karışması için yas tutanların yüzlerini kesmeleri istenmekteydi.[42] Şüphesiz, en azından bazı töreler erkekler için belirli saç ve giyinme sitilleri de dayatmaktaydı. Gaoçang erkeklerinin giyinme tarzı ve traş şekillerini, kaynakların verdiği bilgilerden dolayı biliyoruz; bunalara göre, Gaoçang erkekleri “barbar kıyafetleri (hufu)”[43] giymekte ve “saçlarını sadece kafalarının ortasında bir demet kalacak şekilde traş edip, kalan kısmı uzatarak arkaya atmaktaydılar”,[44] bunun bugünkü kuyruklara, ya da biraz değişmiş şekline benzediğini tahmin edebiliriz.
Çinli erkeklerin kafalarının ortasında bir tutam saç bırakması ve İç Asya’daki göçerlerin kuyruk bırakması – ki bu töreyi Mançular on yedinci yüzyıldan itibaren bütün Çin erkeklerine dayatmıştır- bu törenin en meşhur örnekleridir.[45] Öte yandan, Gaoçang kadınları da etek, kısa ceket ve saçlarını bir tutam kuyruk yaparak Çin modasını takip etmekteydiler.[46] Giyim ve sitilde cinsiyetlere göre farklılık gösterilmesinin sebepleri kaynaklarda bulunmamaktadır.
Gaoçang’daki saç ve giyim tarzlarının orijini hakkında daha fazla ipucu Gaoçang Hükümdarı Qu Boya ile Çin Sui İmparatoru Yangdi arasındaki yazışmalarda bulunmaktadır. Qu Boya’nın mektubunda, “göçer komşularımızla iyi koşullarda olmak ve felaketlerden kaçınmak için” Gaoçang erkeklerinin göçer modasını takip ettiğinden bahsedilmektedir.[47] İlaveten, mektupta Qu Boya, hükümdarlığın saç ve kıyafet tarzını “kuyrukları keserek (bian) ve yakaları dikerek” değiştirmek istediğini belirterek açıkça Sui imparatorunun takdirini kazanmak için bir teşebbüste bulunmaktadır.[48] Hükümdara cevabında, Sui imparatoru, Gaoçang’a Çin tarzı kıyafet ve şapkalar üretmek için yardım etmeyi öneriyordu, fakat açık olarak bilinmektedir ki Gaoçang üzerindeki göçer boyunduruğunu kıramamıştır.
Çin tarih kitapları “Qu Boya’nın Tiele kabilesinin temel vassallarından biri olarak kaldığını.[49] Kendini Çin’e sevdirmek için bir emir yayınlamasına rağmen, hala Tiele’den korktuğu için bu değişiklikleri uygulamaya cesaret edemedi”ğini yazmaktadır. Türk törelerine uymak zorunda kalan tek yer Gaoçang değildir.[50] En azından Semerkant nüfusunun bir kısmı ve muhtemelen Kuça hükümdarı da kuyruk bırakmaktaydı. Ne yazık ki, kaynaklar tam değil ve diğer yerleşik vahalardaki saç ve giyim modaları hakkında pek bir şey bildirmemekte. Yine de biz, Semerkant halkının Türk evlilik ve cenaze geleneklerini takip ettiklerini biliyoruz.[51] Bu uygulamaların Türkler tarafından empoze mi edildiği yoksa İç Asya’nın hükümranları olarak prestijlerinden mi etkilendikleri konusunda kaynaklar herhangi bir şey söylememektedir.[52]
Daha önce atıfta bulunduğumuz kanıtlar, bazı durumlarda Türklerin ve diğer kabilelerin törelerinden bir kısmını seçerek bu töreleri yöneticiler arasında ve yerleşik hayata geçmiş vahalarda mecburi kıldıklarını göstermektedir. Göçerler bunu, tebalarının iktidarlarını sembolik olarak kendilerine teslim etmesini temin için yapmaktaydılar. Philip Kuhn’un işaret ettiği gibi, Qinq hanedanı (1644-1911) Mançuların bütün Çinli erkek nüfusa saç kuyruğu bırakmayı dayatması açısından bakıldığında, bu “kültürel birleştirme noktası” “inatçı direnç merkezlerini” yok edilmesi gibi önemli bir siyasi amaca hizmet etmiştir. Şart koşulan saç kesim tarzına uymayı reddedenler derhal isyancı olarak damgalanabilmekteydi. Kuhn’un doğru bir şekilde ortaya koyduğu gibi, “Saç kesim emri zekice bir hareketti: direnişi açığa çıkarıp çabucak yok etmek, yeni rejime karşı sinsi bir pasiflik içinde gelişmelerine fırsat vermekten daha iyidir”.[53] Kıyafet, evlilik ve cenaze törenleri gibi diğer Türk kültürel törelerinin vahalara empoze edilmesi de benzer bir amaca hizmet etmekteydi. Sui imparatoru ile Gaoçang hükümdarı arasındaki yazışmalar, bu dönemde yöneticilerin bu tür kültürel normları çok ciddiye aldıklarını göstermektedir. Yerleşik hayata geçmiş olan yöneticiler “Felaketlerden kaçınmak” için törelere razı olmaya mecbur kalıyorlardı.
Türklerin kullandığı daha açık zorlayıcı bir yöntem de askeri harekattı. Şaşırtıcı bir şekilde, aslında bağımsız vaha devletlerine yönelik göçer saldırılarının çok fazla örneği bulunmamaktadır. Bunun böyle olması, ya göçer grupların bir saldırı için hemen güç toplamakta güçlük çektikleri ya da Çinli ve Müslüman tarihçilerin bu saldırılar hakkında çok fazla bilgi elde edememelerinden kaynaklanmaktadır. İkincisinin olması çok daha muhtemeldir, çünkü bütün göçer saldırılarının Gaoçang, Hami ve Karaşehr gibi Çin’in merkezine yakın vahalardan geldiğini biliyoruz.
Kayıtlara geçen en erken saldırı 590’da meydana gelmiştir. Bu yıl içinde, Türkler Gaoçang’a saldırmışlar ve çatışmaların akabinde 2.000 mülteci Çin’e göç etmiştir.[54] Kaynaklarda saldırganlığın neden kaynaklandığı belirtilmemektedir, ancak biz bu saldırının Türk buyruğuna itaat etmediği için gerçekleştiğini tahmin edebiliriz. Daha sonraları, Batı Türklerinin boyunduruğunda olan Çuyue ve Çumi kabileleri Gaoçang ile birleşerek 638 yılında Karaşehr’in beş şehrini yağmalamışlardır.[55] Bu vahşice saldırının sebepleri başka bir yerde açıklanmıştır. Karaşehr Batı Türklerinin ve Gaoçang’ın ticaret vergileri üzerindeki tekelini kırmak için Tang Çini’yle ittifak yapmak istemiştir.[56] Karaşehr örneği, askeri saldırının göçer efendilerinin buyruklarına itaat etmeyen bir vaha devleti için uygulanan nihai yaptırım olduğunu göstermektedir.
Sonuç
Yukarıda yapılan göçer yönetimi tartışması, maliyeti nispeten az olan bir kontrol sistemini ortaya çıkarmıştır. Çoğu durumda, Türkler ve diğer kabileler vaha devletleri üzerinde doğrudan yönetim kurmamışlardır.[57] Bu vaha devletlerinde garnizon kurmuşlarsa da bunlar da çok küçük ölçeklidir. Evlilik bağları ve kültürel normları empoze etmek vasıtasıyla yerleşik hayata geçmiş yöneticileri kendilerine bağlamak, büyük maliyetlere mal olmamıştır. Genellikle, yerli yönetsel sistem ya da aygıt yerinde tutulmuştur. Bu vahalara sadece bir Tudun ve birkaç diğer görevli ile elçiler gönderilmek suretiyle, en azından Gaoçang’da, haraçların toplanması kontrol edilmiş, vaha sakinleri de bu Türk memurların masraflarını yiyecek olarak ödemişlerdir. Garnizonların bulunduğunu bildiğimiz yerlerde, bunların çok küçük garnizonlar olduklarını ve vahaların dışında, kendi kendilerine yetebilecek imkanlara sahip olan yerlerde kurulduklarını da biliyoruz. Bütün bu vakalarda göçerlerin masrafları ile alakalı herhangi bir kayda sahip olmamamıza rağmen, biz güvenle bu masraf ve maliyetlerinin çok düşük olduğunu tahmin edebiliriz. Yine bu konuda hiçbir kayda sahip olmamamıza rağmen, aldıkları haraçların yüksek karlar getirdiğini de tahmin edebiliriz. Bu gelirler, Türkler ve diğer kabilelerin kırsal yaşam ekonomisi için çok önemli bir gelir kaynağıydı. Zorlayıcı güç kullanmaya kârar verdikleri durumlarda bile, göçer ordularına ödemeler yağma ve ganimet yoluyla yapıldığından savaşın maliyeti yine nispi olarak çok hafif olmaktaydı. Bu düşük maliyetler ve yüksek kârlar, gelirler göçer liderlerin neden Türkistan’ın vahalarını kontrol etmek istediklerini çok iyi açıklamaktadır.
Türkler ve diğer kabileler vahalarda önemli sayılabilecek büyüklükte garnizonlar kurmadıkları için, bu vahaların Çinliler ve Müslümanlar tarafından işgal edilmesi son derece kolay ve çabuk olmaktaydı. Göçerler için bu yerlerin tekrar ele geçirilmesi ise son derece sorunluydu, çünkü o devirde kuşatma silahlarına sahip değillerdi ve yerleşik imparator vahalara garnizonlar kurup buraları, dışardan erzak sağlamak suretiyle ve destek vererek güçlendirmekteydi. Çinliler ve Müslümanların gelmesinden önce, göçerler izole bir vaha şehrini kuşattıklarında, boyunduruklarını kabul edinceye kadar onları aç bırakırlardı. Ancak bu ağır/yavaş taktik, büyük miktarlarda tahıl depolayan ve karşı ataklarda bulunabilen orduları bulunan düşmalara karşı iş görmemekteydi. Sonuç olarak, altıncı yüzyıldan sekizinci yüzyıla kadar geçen dönemde Türkistan vahalarındaki Türk yönetimi nispeten kırılgandı. Zayıf ve siyaseten bütünleşmemiş vaha hükümdarlıklarına karşı göçmen yönetimini empoze etmekte başarılı olan yöntemler, büyük ve nispeten iyi örgütlenmiş ve vahaları birer garnizona çevirmeye hazır düşmanların meydan okumasına karşı koymaya uygun değildi.
Prof. Dr. Jonathan Karam SKAFF
Shıppensburg Üniversitesi Tarih Bölümü / A.B.D
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 2 Sayfa: 97-106