Aşağı yukarı bütün milletlerde, bahusus Avrupa kıt’asında yaşayanlarda, musikinin menşeine dinî ve kutsî bir mahiyet atfetmek âdet olmuştur. İlk iptidaî kavim halinde ve seviyesinde bulunan insanlar, musikiyi, âdî ve fanî dünya gailesinden âzad, gözükmeyen saf ve mükemmel bir hayat sahası arz eden diğer dünyaya insanları bağlayan ve bu iki âlem arasında muayyen bir alâka kuran kuvvet olarak telâkki etmişlerdir. Bu telâkki, asırlardan beri musikinin geçirdiği inkişaf merhalelerine rağmen hâlâ zamanımıza kadar, iptidaî hayat seviyesini ve düşüncesini muhafaza eden Altay Türklerinde, aynen bakidir.
Bugün elimizde, musikinin dinî bir menşeiden geldiği hakkında sarih ve muayyen bir Türk “Mit”i yoksa da, bu telakkinin eski iptidaî Türk hayat kuruluş tarzına yabancı olmaktan çok uygun olduğuna, eski Türk efsane ve rivayet bakiyelerinde tesadüf edebiliyoruz. Hiç şüphe yoktur ki, her bir iptidaî kavimde olduğu gibi, kadim Türklerin de kendi millî ruh ve zevklerini tatmin, millî nağmelerini terennüm etmeğe mahsus bir musiki âletine malik olmaları lâzım gelirdi. Hele iptidaî cemiyetlerde nazımla beraber, musikinin de aynı derecede rağbet bulması nazarı dikkate alınırsa, Sibirya yaylalarındaki göçebe Türkün, tabiat ilhamiyle vücuda getirdiği manzum mahsulünü, ezici ve monoton bozkırlarda, bir musiki aletiyle okşaması ve terennüm etmesi kadar tabiî hiçbir şey olamaz. Bu kabil mahsulün mevzuunu, terennüm tarzını ve ahengini anlamak için, iptidaî seviyede bulunan bir Türk kabilesinin içtimaî hayatına sathî bir bakış atfetmek kâfidir. Üstad ve hocam Köprülü Fuad’ın “Türk Edebiyatının Menşei” adlı çok kıymetli ve değerini hiçbir zaman kaybetmeyen bir araştırmasının “kobuz” bahsinde bu hususta mufassal malûmat verildiğinden[1] burda tekrara lüzum görmüyorum. Yalnız, ilâveten kaydetmelidir ki, eski Türk efsane devirlerine irca edilen Dede Korkud’un daima elinde kobuzla[2] iller dolaşarak halkın müşkülâtını halletmesi, cesûru korkaktan ayırması, bu musiki âletinin, pek eski zamandanberi Türk muhitine malûm olduğu kanaatini bağışlamaktadır. Malûm olduğu veçhile Barthold’un, Türklerin “patriarşi” olarak tavsif ettiği[3] “Dede Korkud”, birçok Türk kabilesince kendi cedleri olarak kabul edilmektedir.[4]
Türklüğe şamil Dede Korkud gibi bir evliyanın “Kobuz”la şarkılar terennüm etmesi, Türk musikisi tarihi için çok karakteristik bir noktadır. Efsanevî malûmata rağmen, elimizdeki yazılı Türk vesikaları “Kobuz”u ancak bin yıl evveline kadar götürmektedir. Milâddan evvel Hun Türklerinde saray erkânına musiki aletlerinin hediye verilmesi millî bir âdet ve an’ane hâlini aldığı gibi,[5] hanlar arasında da teati edilen birçok kıymetli hediyeler arasında musiki aletleri de bulunurdu.[6]
Umumiyetle o zamanki Hun ve hatta garp hükûmdarları sarayında musiki ile halk şairlerine verilen ehemmiyet ve değerin derecesi hakkında küçük bir fikir edinebilinmesi için, o devir Garp edebiyatından kalma manzum parçalara bir nazar atfetmemiz kâfi gelir. Bu kabilden olarak vaktile Atillâ tarafından Burgundiya Kralı nezdine gönderilen bir muganni heyetinin, bizzat kral tarafından söylenen üç mısralı aşağıdaki şiirle istikbali şayanı dikkattir:
Seid wilkommen ihr beide, ihr Heunen Spielmann,
Und eure Heergesellen; hat euch her gesandt
Etzel der viel reiche zu der Burgundenlad.[7]
Daha muahher devir Tukiyu Türklerinin de musikiye fevkalâde düşgünlük gösterdiğiklerini, büyük bir meclubiyetle erkeklerin hyupu adlı bir musiki aletini çaldıklarını, kadınların ise “çelik çomak” oynamayı sevdiklerini Çin menbalarından öğreniyoruz.[8] Jakinf’in kendi Rusça tercümesinde, Çinceden naklen, huypu telâffuzu ile kaydettiği bu kelime her bir bakıştan bizim Kobuz’un o zamanki Çin telâffuzundan başka bir şekli olmasa gerektir. Türkler musikiyi sevdikleri kadar şarkı söylemeyi de severlerdi ve bugünkü Moğolistan’da ve Tibet’te olduğu gibi, bilhassa karşı karşıya durarak teganni ederlerdi.[9] Uygurlarda da kadın ve erkeklerin bir araya toplanarak, musiki aletleri çalıp, raksettikleri ve şarkı söyledikleri, aynıÇin menbaları ile sabittir.[10] Fakat, Çin an’anelerindeki bu musiki âletlerinin, nelerden ibaret oldukları, cinsleri Türkçe adları ve tarzı istimalleri hakkında maatteessüf, hiçbir sarih malhumatımız yoktur. Ancak, milâttan evvelki ve sonraki Hun, Uygur, Tukiyu Türklerinin, Kobuz’dan maada, muhtelif musiki aletlerine malik olduklarına asla şüphe yoktur. Yazılı Türk abideleri, bugünkü halleri ile ilk Türk musiki âletleri hakkında sarih bir fikir vermekten çok uzaktır. Olsa olsa eski Türk örf ve âdetlerini muhafaza eden bugünkü Türk kavimleri vasıtas ile, Kobuz’un da bir dereceye kadar, kadim, Türk içtimaî hayatında ehemmiyetli bir mevkii olduğunu, tahmin etmeğe sevketmektedir. Bunun için, eski Türk hayat ve an’anatını olduğu gibi muhafata etmiş olan Altay Türklerinin kullandıkları musiki aletlerine kısa bir bakış atfetmek, kâfidir. Mevzuu bahis Altay ve Kırgız Türklerinin, başlıca, musiki aletini Kobuz teşkil etmektedir. İçtimaî hayat nazımı ve bilumum şaman Türklerin tapındıkları “Baksı”lar bütün icraatlarını, yalnız bu âletle yapmışlardır.[11] Hattâ Radloff, lügatinde baksa kelimesini “kobuz vasıtasiyle şamanilik eden Kırgız şamani” şeklinde izah etmeğe mecbur kalmıştır.[12] Radloff’tan sonra, Kırgız ülkesinde araştırmalarda bulunan Alektrov, Kırgız baksıları hakkında verdiği malûmatta, bunların kobuz çaldıkları zaman, bütün cinleri kendilerine tâbi kıldıklarını ve bütün icraatları ile, eski Kırgız an’anelerini yaşatmakta olduklarını nakletmektedir.[13] Daha kadim telâkkiye nazaran, “baksı” tabib, büyücü ve sihirbaz gibi sıfatları haiz olup meçhul ruhlarla münasebette bulunmuştur. Baksılar düğün meclislerinden bulundukları gibi, ağır hastaların tedavisi için de davet edilmekte idiler. Gerek düğünlerde, gerek hastalar nezdinde, Baksılar kobuz yayını kaburgaları arasından geçirmek ve kobuzun kendisini çalmak gibi icraatları ile mütemadiyen ruhlarla münasebete giriyorlardır.[14] Türk kavimlerinin hayatını tanzim eden Şaman olduğu gibi Fin Eposu’nun kahramanı da Şaman-Baksı olmuştur. Şayanı dikkattir ki, bu Fin Şaman-Baksıları savaş meydanına okları, yayları ile değil ellerindeki “Kobuz”u andıran bir musiki âletiyle atılmakta idiler[15] ki, bu hususiyet Fin Epusuna zannımca Türk tesiri ile geçmiştir. Zira baksılar, devri kadimden beri Şimalî Sibirya’da yaşayan milletler arasında inkişaf ederek birçok Türk ve yabancı kavimleri kendi çevresine alan Şamanizm’in ayrılmaz bir alâmetidir. Kadim Budist kitabı olan “Umperum-Dalai” Şamanizm’in daha “Sakyamuni” devrinde yüksek bir intişara mazhar olduğunu naklettiği gibi, Radloff da Çin kaynaklarına dayanarak Uygurların haleflerinin bu dine intisab ettiklerini ileri sürmektedir. Yine Çin tarihçi ve vakanüvisleri, Hunları ve onlardan neşet eden Türk kabilelerini bu dinden saymaktadırlar.[16] İlk Türk içtimaî hayatının esasını Şamaniz’min teşkil ettiği çağlardan itibaren, hayat nazımı rolünde olan Baksıların bütün icraatı üzerinde müessir ancak musiki olmuştur. Şaman-Baksılar, ruhî heyecanlara kapılarak, ayinlerine daima musiki refakati ile kısa şarkılarla başlarlardı. Bilâhara, âdeta bir enstitü şeklini alan bu Şaman âyinleri, Baksıları şair seviyene yükselttiği gibi, musikişinas derecesine de çıkarabilirdi.[17] Bundan dolayıdır ki, bugünkü Türk kabilelerinde Şaman: hem şair, hem musikişinas ve hem de şamandır. Bogoras, bugünkü Türk kabile şamanlarını daha fazla nazarı dikkate alarak, şaman estetiğini “davul”un teşkil ettiğini kabul etmektedir. Bu fikir, kobuzun eski ehemmiyetini kaybettiği çağlar için bir dereceye kadar doğru olabilir. Fakat iptidaî Türk içtimaî hayatında, şairlik, musikişinaslık ve kâhinlik gibi üç mühim san’at icraatının, hep baksılar üzerinde olduğu dikkat nazarına alınırsa, bu san’atın o çağlarda davullardan fazla kobuzla kabili icra olacağına şüphe yoktur. Zira şiir ve şarkı gibi yüksek bir sanat ancak kobuz ahengi ile kabili teliftir. Davul ise, bugünkü baksılarda da gördüğümüz veçhile, daha fazla sihrî âyinler icrasının esasını teşkil eylemiştir. Nitekim, bazı tarihçilerin baksılar peygamberi olarak tavsif ettikleri “Dede-Korkud” gibi bugünkü Kırgız Şamanları dahi, kendi icraatlarını, en eski Türklerde olduğu veçhile yalnız, kobuzla yapmışlardır. Bu itibarla, bugünkü kobuzla, Tukiyu Türklerinin çalmayı sevdikleri hupu ve bin yıl evvel Uygur Hanının elindeki kobuzun arasıda hiçbir fark yoktur.
Binlerce yıl evvel, düğünleri, eğlence mahallerini, yarı resmî dinî âyinleri, Hanın meclisini, velhasıl Türk içtimaî hayatını, şenlendiren ve onun bünyesinde, kökleşen musiki, çok eski devirlerden beri, başta kobuz olmak üzere muhtelif musiki âletleri ile icra edilmiştir. Eski Turfan vahası Türkleri ile yakından alâkadar olan Çin tarihçilerine istinaden, Türklerin musikiye olan meclûbiyetini kaydeden Grenard: Seyahate çıkdıkları zaman bile, kendi millî musiki aletlerini beraberlerinde götürmekle Türkler, kendi bediî zevklerini okşamaktan geri kalmamışlardır[18] diyor. Muhtelif nevilerden ibaret olduğunu bildiğimiz bu ilk Türk musiki aletleri hakkında, henüz kimse tarafından bir şey söylenmemiştir. Ben burada, ancak kobuzla onun yaylım sahası ve icra ettiği tesir üzerinde duracağım. Çünkü kobuz kadar hiçbir musiki âleti, bu kadar geniş yayılım sahası temin ederek cihan edebiyatı üzerinde müessir olamamıştır.
1. Uygurlarda
Çin kaynaklarına göre, Yakinf tarafından Turkiyu Türklerine mahsus olmak üzere tesbit edilen ve bizce kobuz kelimesinin bozuk bir telâffuz şeklinden başka birşey olmayan hupu, hyupu musiki âletinden sonra, ilk defa olarak kobuz kelimesine Uygur metinlerinden şimdilik ancak birisinde tesadüf edebiliyoruz. Pelliot’un neşrettiği bu metinde[19] Şehzadenin fevkalâde güzel kobuz çalıp şarkı söylediği nakledilmektedir. Fakat, bu aletin nasıl ve ne şekilde olduğu hakkında, Uygurlarda dahi, hiçbir sarahat yoktur. Bang’ın[20] kas, kaş, kaz gibi şekillerde kaydettiği ve hiç şüphesiz bir Türk musiki âleti olduğunu tahmin ettiği, kelimelere gelince bunların, kobuzla bir alakası olup olmadığını şimdilik kestirmek pek zordur. Metnin bozukluğu ve diğer metinlerde kelimenin kendisi olmasa da, müşabihine bile rast gelinmemesi sarih bir fikrin meydana atılmasına asla müsaid değildir. XI. asır geniş Orta Asya Türkçesini ihtiva eden Kâşgârlı Mahmud’da Uygur kobuzunun şekli ve mahiyeti hakkında hiçbir tarif ve izah mevcud değildir. Hattâ, hangi Türk kavminde rağbet bulduğu dahi meskût geçilmiştir.
Kobuz’u Arabların uduna benzeten Kâşgarlı[21] ayrıca kobzamak, kobzalmak, kobzatmak, kobuzluğ, gopsalmak, gibi aynı kökten türeme bir sürü kelimeler almakla iktifa eylemiştir.[22] Bu itibarla, kobuz’un Uygurlardaki ve onbirinci asır Orta Asya Türklerindeki şekli ve mahiyeti aydınlatılamamıştır. Bu hususa dair mütemmim malûmata bir dereceye kadar Çin kaynaklarından da, beklemeye hakımız vardır. Zira, Moğolcanın hu’ur’una tekabül eden kobuz, bu devirlerde Çinliler arasında da yaşamıştır. Nitekim Pozdneyev’in neşrettiği bir “Çin-Mogol” lûgatinde (hu’ur) hou-kou-eul kelimesi mukabili olarak hou-po-ts’eu (kobuz) kelimesi alınmıştır ki bu da kobuz’un Çin sahasında da muayyen bir mevki tuttuğuna kuvvetli bir delildir.[23] Turfan vahasında bu kadar yayılım sahası bulan kobuz’un, Uygurlarda manzum bir edebiyat doğurmaması gayri kabildir. Yukarıda bahsi geçen Hanın kobuz’la terennüm ettiği şarkı, buna başlıca bir delil sayılabilinir. Maatteessüf, şimdiye kadar neşredilen Turfan Uygur metinleri, hâla, o devir Turfan Uygur manzum edebiyatını bize göstermekten uzaktırlar.
XII. ve bilhassa XIII. asırlara doğru kobuz -musiki âleti- Türkistan Türkleri araında geniş bir intişar bularak hattâ bir kobuzcu musikişinas sınıfı vücuda getirmiştir. Yedi-Su vilâyeti Suryanî Türk mezar taşları arasında, Mengu-Taş-Tay adlı birisinin kobuzcu olarak tavsif edilmesi, bu devirde bu sahalardaki Türkler arasında, kobuzcuların âdeta mümtaz bir sınıf teşkil ettiklerini telmih etmektedir.[24] Türk vesikalarına göre kobuzcu Mengu-Taş’ın ölüm tarihi olan 1212 yılından itibaren, izlerine tesadüf ettiğimiz, kobuzcu sınıfı, en parlak çağını Anadolu Türkleri ile Ukranyalılar arasında yaşamıştır.
2. Kıpçaklarda
Orta-Asya Türkleri arasında XII. asır sonlarına doğru, muayyen bir intişar ve inkişaf merhalesi geçiren kobuz, XI. asırda Karadeniz’in şimali ile Moldaviya’yı işgal eden Kıpçak Türkleri tarafından, bu sahalara da getirilmiş ve muahharen bu aletin yabancı kavimler arasında da yayılmasına bais olmuştur. 1363 tarihinde yazılmış müellifi meçhul, meşhur Kuman-Fars-Lâtin lûgatı olan “Codex Cumanicus” da “Sonator” yani “çalgıcı, kobuzcu” mânasında olarak cobuhçi kelimesine rastladığımız gibi,[25] aynı kelimeden türeme kapsagan “psalmus”, kopsaptrur “psallit, psallerunt” fiil şekillerini de bulabiliyoruz.[26] Radloff, kendi neşrinde birinci kelimeyi kobuztsı, ikincisini kapsaganı şeklinde yazmaktadır.[27] Macaristan’daki Kumanlar bakiyesi şivesi ve “Codex Cumanicus” dili ile Peçenek şivesi arasında bir mukayese yapan, Nemeth, bu iki şive için müşterek bir kobuz şeklini kabul etmektedir.[28] Kıpçak şive ve edebiyatına aid, elimizdeki mevcud lûgatler dahi bu musiki aletini adını Uygurlardaki telâffuziyle kobuz olarak tespit etmişlerdir.[29] Üstelik “Codex Cumanicus”daki kobuhçi kelimesi Houtsma lûgatinde kobuzçı şeklinde alınmakla, tashih edilmiştir.[30]
Tıpkı Uygurlarda olduğu gibi Kıpçak kobuz’unun şekli ve teşekkülü hakkında sarih hiçbir malûmatımız yoktur. Bugünkü Minusin ve Altay Türk Kobuz’larının bir, iki ve üç veterli olduğunu nazarı dikkata alan Famintsın Kıpçak Kobuz’unun da, büyük ihtimalle Altay Kobuz’u gibi olduğunu ileri sürmektedir.[31] Avrupa kıtasına geçince, Kobuz şüphesiz onu kullanan kavmin şarki ve melodisine göre, hem şeklen ve hem de teşekkül itibari ile değişmiştir. Bu keyfiyet, Türk kavimleri arasında dahi her daim mevcud olmuş ve veter adedi kavme göre yar artmış ya eksilmiştir.
Türk vesikaları, şimdilik, Kıpçak Kobuz’u için Kati bir veter adedi tespit etmemiştir. Daha fazla bu musiki aletinin iptidailiği dikkate alınarak, çok az veterli olduğu iddia edilmiştir ki, bir dereceye kadar bu fikre iştirak edilebilinir. Klâsik musiki lügetleri de Kıpçak kobuzu için ancak iki veter kabul ederek, sonraları 4 yahut 8 çifte kadar artmış olduğunu tasdik etmektedirler.[32] Mahiyeti ve şekli ne olursa olsun Kobuz Kıpçak Türk musiki ve edebiyatı için çok mühim olmuştur.
Halkın ve Hükümdarın ruhuna o kadar yakın olmuştur ki, hattâ Kıpçak Hanı, Rus Hükümdarı Monomah’ın ölümünü ihbar ve kardeşinin geri Kıpçağa dönmesi için kendi muganni-musikişinasini yani Kobuz’cusunu, onun nezdine göndermiştir. Haberci kobuz’cunun vazifesi, hükümdarın kardeşine “Kıpçak şarkılarını” kobuzu ile terennüm etmekle onun ruhunu okşamak ve ona vatanını hatırlatıp geri dönmesini temin etmek idi.[33]
İşgal ettikleri sahanın coğrafî ehemmiyeti ve yabancı milletlerle olan münasebetleri sayesinde, Kıpçak kobuzu, büyük ihtimalle Mısır ve Suriye’ye kadar varmış ve bu musiki âletinin Rus, Ukrayna, Kazak, Macar ve Romanya sahalarına girmesini kolaylaştırmıştır.
3. Türkistan’da
XIII. asır Moğol istilasını müteakip, Türkistan Türkleri arasında Kobuz eski ehemmiyetini muhafaza etmekte devam edip, Moğol musikisi üzerinde de müessir olmuştur. Bu asırda Türkistan’ı ziyaret etmiş olan Karpini ve Rubrikus gibi seyyahlar, Batu, Mengü Hanların saraylarında muhtelif musiki âletlerini gördüklerini söylemektedirler. Rubrikus’un seyahatinde “cithara” adı ile tarif ettiği âlet, şüphesiz, Türk Kobuz’u olmuştur. 1246 yılında Batu nezdinde bulunan Plano Karpini, Batu’nun yahut diğer herhangi bir Hanın, büyük meclislerde, ancak şarkı söylenirken, yahut saz kabilinden bir âlet çalınırken, masaya oturduklarını (nisi cantetur ei vel citharizetur) sarahaten kaydetmesi, Mogol saraylarındaki musikinin büyük bir rağbet bulduğuna âşikâr bir delildir.[34] Marko Polo, Mogol ordusu efradı arasında, muharebeye girişmeden evvel, hücum emrini beklerken, şarkı söyleyip sevdikleri telli musiki âletleri ile yaptıkları eğlencenin muayen bir an’ane halini aldığını nakletmektedir.[35]
Avrupa seyyahlarının verdikleri bu malûmata bakılırsa, bu devir Orta Asyası’nda yanyana muhtelif musiki âletleri kullanılmıştır. Vesikalar bunların adlarını tasrih etmemiştir. Famintsın, Asya’nın daha evvelki devirlerine aid olmak üzere Farabî’nin tarif ettiği iki telli Arab-Acem tanburunun bu devir içinde baş musiki âleti olabileceği tamayülünü göstermektedir.[36] Maamafih, bugünkü Minusin Tatarlarının, bilhasas, millî halk destanlarını terennüm ettikleri zaman, Kobuz çaldıklarını da nazarı dikkate alan aynı müellif Orta Asya Türkleri arasında ayrıca bu âletin de sevildiğini inkâr etmemekte ve seyyahların cithara diye kaydettikleri musiki âletini, Kobuz mânasında kabul etmektedir.
Mühim bir kısmını Türk unsurunun teşkil ettiği bu devir Mogol ordusunda, Kobuz, şüphesiz daha evvelki devir Uygur ve diğer kavimlerdeki ehemmiyet ve mevkiini, aynen muhafaza eylemiştir. Nitekim, Çağatay edebiyatı metinleri üzerinde yapılan araştırmalar bu milli Türk âletinin Türkistan Türkleri arasında vaktile maruf olduğunu göstermektedir. Şair Mir Haydar Meczub, Timûrîlerden “İskender Mirza”ya takdim ettiği mahzen-ül-esrar tercümesinde, Kobuz’dan bahisle bu âletin, saray ve ahali arasındaki mevkiini tespit etmiştir.[37] Diğer Çağatay şairlerinin eserlerinde de şu ve bu vesile ile yine aynı kelimeye bolca tesadüf edilmektedir. Orta Asya’nın diğer Türk kavimlerine gelince, bunlarda bir millî musikî âleti daha fazla geniş halk tabakasına mahsus olup, bilhassa mahallî Halk edebiyatı terennümünde, millî oyunlarda ve şaman merasimlerinde kullanılmaktadır. Merasimin nev’ine ve terennüm edilen şarkıların cinsine göre, kobuz tâbiri, muhtelif Türk kavim ve kabileleri arasında, başka başka musiki âletlerine de teşmil edilmiş ve bu yüzden eski Türkler arasında asırlardan beri kökleşen uda müşabih Kobuz kendi aslını her yerde muhafaza edememiştir. Eski millî Türk Kobuz’u, bizim bildiğimize göre: Bir gövdeden ve tellerle mücehhez bir saptan ibaret olmuştur. Parmakla tellere dokunulup çalınırdı. Halbuki bugünkü Orta Asya Türk kavimlerince seve seve çalınan Kobuz’lar mahalline göre, hem şeklen hem de çalma tarzı ile, bir dereceye kadar eski Kobuz’dan farklıdır.
Özbeklerde Kobuz’un gövdesi bir kuyruk, bir çanak, bir sap ve bir baştan ibarettir. Kuyruğunun üstü kalın deri ile kapatılmıştır. Çanağının üstü açıktır. Kuyruk ile çanağın uzunluğu sap ile başın uzunluğuna müsavidir. Kobuz’un iki teli vardır. Her tel bir boğum at kuyruğu kılından yapılmıştır. Birinci tel boğumunun kılları ikinci telinkine nisbeten daha azdır.[38] Fıtrat’ın verdiği malûmata göre Özbek kobuzu tanburla beraber çalındığı zaman, dinleyiciler üzerinde yanık bir tesir bırakmaktadır.[39] Kırgız-Kazaklarda ise aynı kobuz daha başka türlüdür. Levşin’in tarifine göre bunlardaki kobuz eski Rus kemanına benzeyip içi oyulmuş bir çanağı vardır.
Çanağın üst tarafına bir sap raptedilmiştir. Telleri gayet kalın olup, at kılından yapılmıştır. Tıpkı violonsel gibi iki diz arasına sıkıştırılıp çalınmaktadır. Tonu gayet kabadır; Maamafih muhtelif kuş ötmelerini takliden çıkarılan sesler ve melodiler tabiata çok yakındır.[40] Kafkasya Nogaylarındaki kobuz, teşekkülü itibari ile aşağı yukarı Kırgızlarınkine benzemektedir. Bunlarınki de, yayla çalınmakta olup iki telli kemana benzemektedir.[41] Eski Türk Kobuzunu andıran bu adlı âlete vaktile Georgi Kazan ve Orenburg Tatarları arasında tesadüf eylemiştir ve hâlâ bugün bile keman’a müşabih bunlarda bir Kobuzun mevcud olduğunu görmekteyiz.[42] Abdül-Kayyum Abdül-Nasıroğlu’nun ise bahsettiği ağıza konulup üflenerek parmakla çalınan kobuz adlı musiki âletleri, Köprülü’nün de vaktile söylediği gibi, Tatarlara yabancı muhitten girme muhakkak muahher bir âlet olsa gerektir.[43] Bu keyfiyet, yani Kobuzun diğer âletlere isim olması, bilhassa bu adı benimsiyen Slav ve diğer yabancı milletlerde daha büyük bir rağbet görmüştür. Yabancı kavimlerdeki Kobuzlardan bahsedilirken bu hususta daha fazla malûmat verilmesine çalışacağım. Şimdi ise, Orta Asya Türk kavimleri arasındaki bu âletin yayılımı ve şekilleri hakkında daha sarih bir fikir edinilmesi için ancak muhtelif Türk lûgatlerindeki bu âlete aid bilûmum malzemenin icmali ile iktifa edeceğim:
Kobuz- (Kara Kırgız, Kırgız, Tarançı, Şark Türk, Karaim ve Kırım Türklerinde).
1- Şark Türk- Musiki âleti (Rd. lûg. II. 662); sorte de guitare en forme de poire et a une corde (M. Pavet de Courteille, Paris. 1870, s. 422).
2- Karaim- Keman,
3- Kırgız ve Kara Kırgız- Kırgız kemanı.
4- Tarançi- Demirden mamûl ağızda çalınan bir nevi musiki âleti (Rd. II. 662).
Komıs- (Altay, Teleut, Şor, Sagay, Koybal, Kaç, Küer ve Baraba Türklerinde) umumiyetle musiki âleti.
Kobus- (Uygur) musiki âleti. Uygur-Çin lügatinde sayfa 61 a- Kobuur şeklinde kaydedilmiştir.
Kovuz- (Kazakça) Divayevı, s. 4.
Kavuz- (Özbekçe) Fıtrat, s. 43.
Kopuz- (Çağatay) Saz, keman (Şeyh Süleyman, s. 231).
Koboz- İki telli, tırnak veya at kılından yapılmış yayla çalınan âlet (Vambery, Das Türkenvolk, Leipzig 1885, s. 192).
Orta Asya Türk kavimleri şivesinde mevcut olan Kobuz kelimesi vasıtası ile, tâ eskiden beri bu saha Türkleri arasında bu millî musiki âletinin mevcudiyetini tesbitle beraber, maatteessüf ne gibi bir edebiyat doğurduğunu tayin edemiyoruz. Yerine ve kavmine göre az çok benimsenen Kobuzun, kendine hâs yeni bir edebiyat janrı olduğuna asla şephe yoktur. Kobuz gibi basit bir musiki âlet ile terennüm edilen herhangi bir edebî parça, ister Halk edebiyatı ister klasik edebiyat sahasına aid olsun, hep kavimlerin geçirdikleri siyasî ve içtimaî hayata bağlı olmuştur. Orta Asya bozkırlarında doğan bu Türk âleti, mütemadiyen ayaklanan ve kaynaşan kadim Türk ülkesine ve kavmine hâs olması ile, yeni sahalarda ve kavimlerde eski mazisini hatırlatacak mevkii bir daha elde edebilmesi için, aynı eski şerait içerisinde ve muhitte kullanılmaya muhtaç idi. Bütün bu siyasî ve içtimaî şeraiti haiz bilhassa Anadolu ile Ukrayna olmuştur.
4. Anadolu’da
Orta Asya Türklerinden sonra Kobuzu en çok benimseyen Anadolu sahası olmuştur. Türk Edebiyatının meşeini geniş bir surette araştıran ve birçok Anadolu’ya aid edebiyat parçaları üzerinde tetkikatta bulunan Köprülü, Kobuzun bu sahadaki ehemmiyetini ve edebiyattaki izini mufassalan izah eylemiştir. Mumaileyhe göre XIV. asır yadigârlarından olan Kitabı Dede Korkud’dan başlayarak, İbni Bibi, Âşık Yunus, Gülşehri, Revani, Şeyhii Germiyanî, Deli Lütfü, Yahya Bey vesair birkaç maruf Anadolu şair ve âşıklarına varınca, hep Kobuzun meftunu olmuşlardır.[44] Bu meftuniyet vaktiyle o kadar ileri varmıştır ki, hattâ eski klâsik edebiyat şairleri, kendilerince edebî sanat sanılan mevzular haricine çıkarak, şiirlerinde Kobuz gibi halk musiki âletine yer vermişlerdir. Köprülü’nün makalesinde bazı Anadolu klâsik şairlerine aid nakledilen şiir parçaları, bu hakikatı tamamiyle teyid etmektedir. Anadolu Türk şairlerinin Kobuza karşı gösterdikleri bu meclûbiyete bir nümune olmak üzere Köprülü’nün makalesinden aynen birkaç parça alıyorum:
Aşkın kopuzun yine çalayınmı ne dersin
Alemlere âvaze salayınmı ne dersin
Deli Lütfü
Daima olsa müsahib nola dildâre kopuz
Her ne telden ki çalarsa uyar ol yâre kopuz
Revânî
Kopuz gibi kanı bir hubi âvâz
Ki sazın cümlesinden ola mümtaz
Revânî
Takriben 7. ve 8. hicrî yüzyıllarından itibaren Anadolu sahasında yayılmaya başlayan Kobuz, Osmanlı İmparatorluğu’nun genişlemesiyle, mütemadiyen İmparatorluğu’n her bir köşesini işgale başlamıştır. Ukrayna’da olduğu gibi Anadolu’da da bu musiki âleti, herşeyden evvel ordu efradı arasında rağbet görmüş ve eğer caiz ise söylemek, eski Osmanlı ordusunun belki en çok sevdiği ve sarıldığı bir şarkı ve eğlence vasıtası olmuştur. Bundan dolayıdır ki Seyyah Evliya Çelebi Kobuzu ancak Serhad ahalisine mahsus bir âlet olarak tavsif eylemiştir. Mübaleğalı olmakla beraber Evliya Çelebi’nin bu fikri sırf o zamanlarda Osmanlı ordusunun mühim bir kısmının ve harplerinin Balkan Yarımadası’nda olmasından ileri gelmiştir. Ordu o devirlerde kendi zaferini hep Kobuzla terennüm ettiği gibi, boş vakitlerinde de eski zafer hatıralarını kobuzcuların ağzından dinlemekte idi. Ordunun refakatinde muharebelere iştirâk eden kobuzcular, sırf orduyu teşvik etmek ve eğlendirmekle muvazzaf olduklarından, şüphesiz, asker ve hudud ahalisi arasında daha büyük bir nüfuza sahip olmuşlardır.
Birçok kobuzcular, sırf orduyu harbe ve zafere teşvik ettikleri için düşman ordusu tarafından resmen idam edilmişlerdir. Türk ordusunda da âdeta bir nevi resmî hizmette bulunan kobuzculardan böyle bir akibete uğrayanlar hakkında, şimdilik elimizde bir vesika mevcut değildir. Ancak, muhakkak olan birşey varsa o da yeni fethedilen ülke ahalisi, Türk ordusuna dahil olduktan sonra, kendi eski millî musiki âletlerini terk ederek kobuzu benimsemişler ve kendi dillerinde Türk kobuzu ile şarkılar söylemişlerdir. Nitekim 1574 yılında İstanbul’da bulunan Lehli Striykowski sokaklarda, kahvelerde, çarşıda, meyhanelerde, Sırb ve Slavyan dillerinde, kobuz refakatiyle, Osmanlı zaferlerini terennüm eden şarkılar işittiğini sarahaten söylemektedir.[45] Bugün elimizde bu şarkıların mahiyeti ve nevileri hakkında, hiçbir malûmatımız olmamakla beraber, bunlar vaktile hudud boylarında, ordu içerisine alınan birçok gayri Türk unsurların, Türk dili ile karışık Slâv, Alman, Yunan ve ilâhara dillerde söyledikleri şarkılardan farklı olmasa gerektir. Çünkü, muhtelif milletler halitasından mürekkep bir ordunun ruhunu, Anadolu içerisinden alınmış bir halk edebiyatı nevi, tabiatle tatmin edemezdi. İster istemez Kobuzla söylenebilecek, yeni ve mahlût dilli bir edebiyat janrına ihtiyaç vardır ki, bu edebiyat nevi Türk-Sırb, Türk-Hırvat, Türk-Grek, Türk-Macar, Türk-Alman dillerinde olup, zaman zaman neşredilmektedir.[46] Bu nevi edebiyatın toplatılıp neşri, edebiyat ve dil tarihi için çok yerinde bir iş olurdu.
Anadolu için pek tabiî olan Kobuza nedense Azeri sahasında tesadüf edemiyoruz. Yalnız “Dede-Korkud”un Azerî Türk şivesince yazıldığı nazarı dikkate alınırsa, bu âletin bu Türk muhiti için de yabancı olmaması lâzım gelmektedir. Ne yazık ki, şimdilik bu hususta yeni birşey söylemekten uzağız.
Muazzam Türk İlleri sahasında, Altay’dan başlayarak tâ Akdeniz kıyılarına kadar yayılan, okşanan ve sevilen millî kobuz, yalnız bu çerçeve içerisinde kalmamış, Türklerin ayak bastıkları, temasta bulundukları bilûmum yabancı ülkelerde de benimsenmiş, ora ahalisinin ruhunu okşamış ve kendine has yeni bir edebiyat vücuda getirmiştir. Şu kadar ki bugün bile Macar, Ukrayna, Almanya, Rus, Çek, Kazak, Leh, Romen, Litov, Sırb ve diğer milletler hep dikkat ve itina ile bu yayılgan Türk hatırasını hörmetle araştırmaktadırlar.
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 4 Sayfa: 144-150