Türkçe konuşan halkların tarihi Moğolistan’dan Akdeniz’e uzanan geniş bir bölgede oluşmuştur.[1] Bu geniş doğal ortamın ekolojisi ve coğrafyası Türk tarihini nasıl şekillendirmiştir?
Bu makalede, Türkçe konuşan halkların siyasi tarihlerinin önemli genel özelliklerini aydınlatmak için bu toprakları tanımlama konusunda bir yol önereceğim. Bu tarihin önemli bir bölümü büyük Avrasya kara parçasının “İç Avrasya” ve “Dış Avrasya” olarak isimlendirdiğim iki belirli bölgesinde yaşanmıştır. Birçok farklı Türkçe konuşan halkın tarihi İç Asya ve Dış Asya’nın belirgin doğalarıyla ve bu iki bölge arasındaki sınır toprakları arasında yaşamanın tarihi deneyimiyle şekillenmiştir. Tabii ki, bu oldukça basitleştirilmiş bir modeldir. Ancak bir karikatür unsuru taşısa da, bu yaklaşık iki bin yıllık Türk tarihinin uzun dönemdeki görünümü konusunda yararlı bir düşünce şekli olabilir.
Türkçenin en eski konuşanları İç Asya’nın kurak ve seyrek nüfuslu alanlarında yaşamıştır. Ancak en azından M. S ilk bin yılın ortasında, belki de daha önce, Türkçe konuşan grupların bir kısmı İç Asya sınırının ötesine, Dış Asya’nın daha yoğun nüfuslu tarımsal topraklarına yerleşmeye başlamıştı. Bu geçişi yapan ilk Türkçe konuşan grup Kuzey Çin’de bir hanedan kuran Tabgaçları ve belki de bugünkü Macaristan’da kısa ömürlü bir imparatorluk kurmuş olan Hunları kapsar, her iki durumda da iktidardaki hanedanlar Türkçe dilleri konuşmaktaydı. Tarihleri benzer bir seyir izleyen daha sonraki gruplar, Afganistan’da ve Hindistan alt kıtasında ilk önemli Türkçe konuşan hanedanlıkları kuran Gaznelileri ve İran’ın büyük bölümü ile Anadolu’yu yöneten ilk Türkçe konuşan hanedanlık olan Selçukluları kapsar. İç Avrasya’da bulunan Türkçe konuşan halkların tarihlerinin İç Asya’nın zorlu ekolojik koşulları ile şekillenmesine rağmen, Dış Avrasya’nın sınırlarında hanedanlık kuran gruplar kendilerini farklı ve daha zengin bir dünyada bulmuşlardır. Artık büyük tarımsal nüfusa, antik şehirlere ve eski yönetim geleneklerine sahip toprakları kontrol etmeye başlamışlardır. Bu Türk devletlerinin ve hakimiyetleri altında olan insanların tarihi İç Avrasya geleneklerinin ve Dış Avrasya’daki yönetim gerçekliklerinin bileşiminden oluşmaktadır.
Bu makalenin geri kalan kısmı İç ve Dış Avrasya arasındaki bazı önemli farklılıkları göstermeye ve her iki bölgede de Türkçe konuşan insanların tarihlerini şekillendirmiş olabilen bazı yolları ortaya koymaya çalışacaktır.
I. İç ve Dış Avrasya
1. Farklı Coğrafyalar
İngiliz coğrafyacı H. J. Mackinder’in de vurguladığı gibi Avrasya “dünya-adası” iki ana bölgeye ayrılır. Batı, güney ve doğu yönlerinde iyi sulanan Dış Avrasya’nın kıyı burunlarına, uzak batıda Avrupa’dan Mezopotamya’ya (Afrika çıkarılırsa açıkça bir burun), Hindistan alt kıtasına, Güney Doğu Asya’ya ve uzak doğuda Çin’e kadar uzanır. Bu kara parçasının merkezinde İç Avrasya’nın kuru, kıtasal “merkezi karası” bulunmaktadır.[2]
Geniş bir açıdan bakıldığında, bu iki bölge oldukça farklıdır. “Dış Avrasya’yı” çevreleyen denizler bölgeye yeterli yağmur ve ılımlı sıcaklık oranları sağlamaktadır (Daha yüksek enlemlerde olmasına rağmen Avrupa Körfez akıntısı sayesinde ısınır). Yeterli yağmur oranı, ılımlı sıcaklıklar ve yeterli güneş ışığı Dış Avrasya’nın büyük bölümünde yüksek ekolojik verimlilik yaratır. Böylece, insanlar bir kez tarım yapmaya başladıklarında, nüfus yoğunlukları görülmeye ve Dış Avrasya’nın farklı kısımlarına yayılmaya başlar. Buradaki yoğun nüfus sonrasında da şehirler, devletler ve okur-yazarlık oluşmaya başlar. Şehirleri, devletleri ve yazılı belgeleriyle bu toplumlarda modern, arşiv temelli tarih yazıcılığının ana konusu oluşmuştur. Dış Avrasya tarihi Avrasya’nın modern tarihçiliğini oluşturmuştur ve ana konuları da yeterince tanıdıktır.
Bunun aksine, İç Avrasya görece ihmal edilmiştir ve bölgenin belirleyici özellikleri daha az tanıdıktır. Bu yüzden bu makalenin geri kalan kısmında İç Avrasya’nın belirleyici özellikleri üzerinde durulacaktır.
İç Avrasya’yı gözümüzde canlandırmanın en basit yolu eski Sovyetler Birliği’nin tüm topraklarını, Moğolistan (İç ve Dış) ve Çin’in Sincan bölgesiyle beraber düşünmektir. Bu çok geniş bir bölgedir ancak onu kendi düzenlilikleri ve belirleyici tarihi ile bütünsel bir tarihi bölgeye oturtmak için üç haklı neden bulunmaktadır. 1) Bütün olarak İç Asya net şekilde tanımlanmış sınırlara sahiptir; 2) Belirli bir topografyası vardır; ve 3) Belirli bir ekolojisi vardır. Bu faktörlerin her biri İç Avrasya coğrafyasının, bölgede ortaya çıkan toplumların ve devletlerin doğasının şekillenmesinde etkili olmuştur.
İlk olarak İç Avrasya’nın doğal net sınırları vardır. Güney sınırları boyunca, Kafkasya boyunca Karpatlar’dan, Kopet Dağı ve Sincan Dağları’na, etrafı dağlarla çevrilidir. Afrika ve Hindistan alt kıtasını taşıyan tektonik plakalar ile Avrasya kara parçasının geri kalan parçasını taşıyan tektonik plakalar arasındaki uzun süren, yavaş çarpışma sonrası oluşmuşlardır. Çin ve Doğu Avrupa ile olan sınırlar boyunca, hudutlar fazla net değildir. Burada ekolojik ve iklimsel sınırlar topografya kadar önemlidir; net şekilde belirlenmiş hudutlar yerine burada Kuzeydoğu Çin ve Doğu Avrupa’nın büyük bölümünde karmaşık uç beylikleri bulunmaktadır. Ancak bu özelliğiyle, İç Avrasya’nın sınırlarını tanımlamak görece kolaylaşmaktadır.
İç Avrasya’yı bütünsel tarihi bir bölge olarak tanımlamamız için bir başka neden, içsel farklılığının büyük olmasına rağmen, bölgenin oldukça farklı bir topografyasının olmasıdır. Bir kozmonotun perspektifinden, İç Avrasya, Dış Avrasya’nın büyük bölümüne göre daha düz ve daha tek biçimlidir. Aslında, İç Avrasya dünyadaki en geniş düz alanları içerir. Doğu Sibirya’da ve Moğolistan’ın büyük bölümünde, toprak değişken ve hareketlidir ancak burada hareket için pek az topografik engel bulunmaktadır. İleride de göreceğimiz gibi bu düzlük büyük askeri ve siyasi öneme sahiptir.
Üçüncü önemli farklılık ekolojiktir. İç Avrasya’nın iklimi büyük ölçüde üç ana etkenle şekillenir: İç Avrasya’nın büyük bölümünün kuzey enlemleri, İç Avrasya düzlüğünün boyutu ve İç Avrasya’nın büyük bölümünün denizden uzaklığı. Bu farklılıklar İç Avrasya’nın ikliminin Dış Avrasya’ya göre büyük oranda daha soğuk, daha kuru olmasına neden olmuştur. Mackinder’in belirttiği gibi, Avrasya’nın “merkezi karası” Ocak ayında donan kısmıdır:
“Merkezi Karayı grafiksel açıdan birleştiren önemli bir fiziksel koşul bulunmaktadır; tümü, hatta sıcak Mezopotomya’yı yukarıdan gören İran Dağları’nın kıyısına kadar olan bölge bile kış döneminde kar altında kalır. Ocak ayının bütününde ortalama donma sıcaklıklarının göstergesi olan çizgi Norveç’in güneyindeki Kuzey Burnu’ndan, Norveç kıyılarındaki adaların içinden, Danimarka’yı geçerek, Orta Almanya’da Alplere, Alpler’den de doğuya Balkan sırasına dek uzanır. Odessa Koyu ve Azak Denizi ve Baltık Denizi’nin büyük bölümü de her yıl donar. Kış ortasında, aydan da görüldüğü gibi geniş beyaz bir kalkan tüm merkezi karayı kaplar.”[3]
Kuzey enlemleri demek daha az güneş ışığı demektir, bunun da anlamı daha az fotosentez ve daha kısa büyüme mevsimleridir. Dış Avrasya’nın büyük bölümünde ortalama yağış yıllık 100 cm.’nin üzerindeyken, İç Avrasya’nın daha yoğun nüfusa sahip güney yarısında ortalama yağış 25-50 cm. arasında değişkenlik gösterir.[4] İç Avrasya’nın kendi içinde de iklimsel değişiklikler doğuya doğru gidildikçe çoğalır. Bütünsel olarak ele alındığında, kuruluk, kuzey enlemleri ve kıtasal iklimler İç Avrasya’yı yaşanması zor bir yer haline getirir. Özellikle burada tarım yapmak kesinlikle kolay değildir, bu yüzden de İç Avrasya, Dış Avrasya’ya göre daha düşük nüfuslu bir yer olarak kalmıştır.
2. Farklı Tarihler
Bütünsel olarak ele alındığında coğrafi farklılıklar İç ve Dış Avrasya tarihlerinin binlerce yıl boyunca birbirinden farklı olmasına neden olmuştur. Aslında Avrasya tarihini bütünsel olarak tanımlayan yapısal bir özellik bulunsaydı bu sert, kuru ve düz olan iç kısım ve daha sıcak, nemli ve daha fazla yüksekliğe sahip olan modern zamanlara kadar Avrasya’nın tarımsal uygarlıklarına yurt olmuş olan bölge arasındaki önemli farklılık olacaktır. Farklılık Paleolitik dönemde bile belirgindi, erken dönemlerde de insanlar (Neanderthaller istisnadır) İç Avrasya’ya Dış Avrasya’dan daha geç yerleşmişler ve İç Avrasya’da asla sürekli yerleşimler kurmamışlardır.[5] Neolitik dönemden beri bu farklılıklar her bölgenin önde gelen yaşam biçimindeki farklılık şeklinde ortaya çıkmıştır. Son bin yıla kadar, pastoralizm ve toplayıcılık yaşam biçimi İç Avrasya’nın büyük bölümünü, tarımsal yaşam ise Dış Avrasya’nın büyük bölümünü etkisi altına almıştır. Bütünsel olarak İç Avrasya Dış Avrasya’ya göre yoğunlaşmanın çok daha zor olduğu bir bölge olmuştur. Bu yüzden yoğun nüfusu destekleyici nitelikte büyük kaynaklar yaratmak daha zor olmuştur. Örneğin 500 yılında Avrasya’da nüfus yoğunluğu ya da toprak kullanımının bir haritası Dış Avrasya’nın büyük bölümünün tarımsal topluluklar tarafından doldurulup, bu toplulukların da büyük nüfus ve birçok şehre sahip olduğunu gösterirken, İç Avrasya’nın büyük bölümünün pastoral ya da avcı/toplayıcı topluluklardan oluştuğunu, bu yüzden de az bir nüfusa ve çok az büyük kasabaya ya da şehre sahip olduklarını gösterir.
II. İç Avrasya’nın Siyasi Tarihini Şekillendiren Güçler
İç Avrasya’nın farklı coğrafyası ve ekolojisi İç Avrasya’da ulus devlet tarihinin de oldukça farklı bir şekil aldığını gösterir. İç Avrasya coğrafyası devlet oluşum süreçlerini üç yolla şekillendirmiştir. Birincisi, İç Avrasya ve Dış Avrasya arasındaki sınırları tanımlayan topografik ve ekolojik fay hatları, bu sınırların ötesinde siyasi genişlemeyi oldukça zor hale getirmiş ve bu sayede de İç Avrasya’yı oldukça farklı bir yapıya, siyasi arenaya dönüştürmüştür. İkincisi, İç Avrasya’nın büyük bölümünde doğal savunma sınırlarının olmayışı, İç Avrasya devletlerine ağır bir savunma yükü bırakmıştır. Üçüncüsü, İç Avrasya’nın sert ekolojik koşulları devletlerin sınırlı demografik ve ekonomik kaynaklarla tarım yerine pastoralizm üzerine inşa edilmesine neden olmuştur. Bu etkenler bir araya getirildiğinde İç Avrasya siyasi tarihinin Dış Avrasya’ya göre oldukça farklı olmasına yol açmıştır.
1. İç ve Dış Avrasya Arasındaki Sınır
İç ve Dış Avrasya arasındaki sınır gerçek siyasi ve askeri sınırlarla oluşmuştur. Bunun en iyi kanıtı İç Avrasya devletlerinin en güçlü olanlarının genişlemesinin Dış Avrasya’nın sınırlarına doğru yavaşlamış ve kimi zaman da durdurulmuş olmasıdır. Diğer bir yönden yaklaşıldığında, milattan önce 6. yüzyıldaki Achaemenidlerin zamanından 2. yüzyıldaki Han dönemine kadar Dış Avrasya imparatorlukları İç Avrasya’da imparatorluk kurmanın aşırı derecede zor olduğunu görmüşlerdir. En geniş İç Avrasya imparatorlukları pastoralist kökenli Hsiung-nu ve Türk gibi hanedanlar tarafından kurulmuştur. Büyük ölçüde bu imparatorluklar yalnızca İç Avrasya sınırlarında genişlemiştir. İstisnalar vardır, ancak bunlar genel kuralı bozmaz. Moğol İmparatorluğu’nun Çin’i, Irak ve Suriye’nin büyük bölümünü kapsadığı doğrudur. Ancak İç ve Dış Avrasya arasındaki sınıra doğru genişlemenin sonucu, imparatorluk hızla İç ve Dış Avrasya kısımlarına ayrılmıştır. İç ve Dış Avrasya arasındaki ekolojik fay hattı yalnızca Cengiz Han’ın varisleri tarafından sınırlı ölçüde göz ardı edilebilir. Selçuklular gibi diğer imparatorluk hanedanları da bu önemli sınırı geçmişlerdir, ancak onlar da İç Avrasya gelenekleriyle Dış Avrasya imparatorlukları kurma akıbetine uğramışlardır. Hiçbir devlet uzun süreli İç ve Dış Avrasya’da birleşik imparatorlukları kontrol etmeyi başaramamıştır.
Özellikle dikkat çekici olan bir başka nokta da İç ve Dış Avrasya arasındaki fay hattının, sonunda Moskova ve Rus genişlemesiyle şekillenmesidir. Aslında bin yılın üzerindeki bir sürede bu yörüngeyi tanımlamanın en kolay yolu Moskova, Rusya ve Sovyetler Birliği’nin İç Avrasya’nın büyük bölümünü kapsayacak şekilde genişlemesidir. Sincan ve Doğu Avrupa’daki birtakım istisnaların dışında, Rus genişlemesi İç Avrasya sınırlarında durmuştur. İki nedenden dolayı durmuştur. İlki, İç Avrasya’nın bazı sınırlarında Rus orduları savaşın doğasını değiştiren (bu durumun son dönemlerdeki örnekleri Sovyetlerin Afganistan’ı işgalindeki başarısızlığı ve Çeçenistan’daki savaştır) dağ engelleri ile karşılaşmıştır. İkincisi, Avrupa, Türkiye ve Çin gibi diğer sınırlarda Rus orduları farklı Dış Avrasya ekolojisine sahip bölgelerle karşılaşmıştır. Bu yerler tarıma daha elverişlidir ve nüfusları da daha yoğundur, ellerinde tuttukları bu devletler İç Avrasya devletlerinin büyük bölümüne göre daha geniş insani, ekonomik ve askeri kaynakları harekete geçirebiliyordu. Türkiye, İran ve Çin gibi devletlere karşı savaş bu yüzden demografik ve ekonomik açıdan ağır yükler taşıyordu ve bunlar da Rusya’nın İç Avrasya devletleriyle olan merhametsiz ancak daha hızlı ilerleyen savaşlarından oldukça farklıydı.
Rus tarihinde doğru olan şeyler genelde İç Avrasya’nın siyasi ve askeri tarihi için de doğrudur, bu bölgede ortaya çıkan devletler aynı anda hem İç hem de Dış Avrasya’nın geniş topraklarını yönetmekte oldukça zorlanmıştır. İç Avrasya’nın siyasi ve askeri tarihi Dış Avrasya’nınki ile birbirine geçmiştir ancak birbirinden oldukça da farklı olmuştur.
2. Düzlüğün Askeri Önemi
Eğer İç Avrasya’nın dış sınırları daha kesin şekilde tanımlanmış olsaydı, iç sınırları daha kötü şekilde tanımlanırdı. İç Avrasya’da, genişlemeci devletler bölgenin aşırı düz olmasından dolayı çok az engelle karşılaşmıştır. Bu askeri ve siyasi açıdan son derecede önemlidir, çünkü coğrafya tek başına güçlü genişlemeci orduları durdurmakta çok az rol oynar. İç Avrasya’da Moğol ordusu gibi bir ordu İngiliz kanalı, Akdeniz, Alpler ya da Himalayalar’la karşılaşmamıştır. Özellikle kuzey ormanlarının güneyinde ordular geniş mesafelerle yol alabilirlerdi. Belki de bu tür savaş göçlerinin en erken dönemdeki kanıtı Batı Moğolistan’dan Finlandiya ve Karpatlar’a uzanan arkeolojik bölgelerdeki, ‘Seima-Turbino’ kompleksinde bulunabilir.[6] Bu milattan önceki ikinci bin yılın ortasında başlar ve kuşaklar boyu İç Avrasya’nın doğu ucundan batı ucuna dolaşmış olan savaşçı bir toplumun ilerlemesini gösterir.
Düzlük siyasi sınırları belirlemede coğrafyanın rolünün sınırlı, böylece de savaşın özellikle önemli olduğu anlamına gelmektedir. Savunma yükünün coğrafya tarafından karşılanmadığı ölçüde, bu yükler devletler tarafından yönettikleri halktan toplanan vergiler yoluyla karşılanacaktır. Bu İç Avrasya devletlerinin yönettikleri halklara aşırı derecede yüklenmelerine yol açmıştır. Ancak bu argümanın önemli bir yönü vardır, mali engelleri başarılı şekilde aşan devletler, genişleme yolunda önemli askeri olmayan engellerle karşılaşmadan, genişlemeyi ümit edebilirlerdi. Böylece bin yılın üzerinde bir süre İç Avrasya önemli geniş devlet oluşumlarının yurdu olmuştur. Moğol ve Moskova İmparatorlukları ve altıncı yüzyılda Türk imparatorluğu gibi geniş kara imparatorluklarının İç Avrasya’da ortaya çıkmış olması tesadüf değildir.[7] İç Avrasya topografyası bölgedeki güçlü ve azimli devletlerin yüksek oranda vergi uygulamak ve genellikle de genişlemek ya da yok olmak zorunda kaldığı istikrarsız siyasi sınırlara yol açmıştır. Doğal savunma sınırlarının ardında uzun süreli gizlenmek Dış Avrasya’ya göre daha zordur. Diğer yandan, bu sorunlarla başa çıkabilen yöneticiler genişlemek için yeteri kadar alanları bulunduğunu fark etti.
3. Ekolojik Yetersizliklerin Askeri ve Siyasi Önemi
İç Avrasya’nın ekolojik yetersizlikleri siyasi tarihini iki yolla şekillendirmiştir. Bir yanda İç Avrasya’nın büyük bölümünde hakim pastoral yaşam biçimi savaş durumunda Dış Avrasya’nın köylü yaşam biçimine göre daha iyi bir eğitim olanağı sağlamaktadır.[8] Pastoral toplumların sürülerinin telef olmasına yol açan felaketler gibi ani felaketlere açık olması, pastoral yaşamlarda baskınların düzenli bir özellik olmasına imkan verir. At üstünde yaşam ve baskınlar birçok pastoral insanın (bazen erkekler kadar kadınlar da) temel askeri yetenekler açısından doğal bir eğitime tabi olmasına olanak vermiştir. Avcılık ve göç sırasında çiftlik hayvanlarının elde tutulması lojistik ve düzenli güç egzersizi açısından değerli bir eğitim imkanı sunmuştur. Ancak pastoral halkın askeri başarılarının ana nedeni hareket yeteneklerinde yatar. Savaşta, pastoral halk yüksek hızla düşmanın zayıf noktalarına konsantre olacak şekilde geniş alanları kaplayabilir. Ekolojik açıdan konuşursak, at üstünde pastoral yaşam biçimi küçük nüfus birimlerinin askeri yeteneklerini geliştirir ve bunun geniş mesafelerde pratiğine olanak verir.
Öte yandan, İç Avrasya toplumları ciddi askeri ve mali zorlukları karşılamak için aşırı derecede sınırlı demografik, ekonomik ve hatta kültürel kaynaklara sahiptir. Bazı askeri avantajlara karşın, İç Avrasya toplumları Dış Avrasya’nın birçok bölümündekine benzer güçlü devletler kurmak için gerekli kaynaklardan yoksundur.
III. İç Avrasya’da Devleti Kuramsallaştırma
Bu üç faktörden biri, İç Avrasya ve Dış Avrasya arasındaki sınırın doğasının tüm İç Avrasya devletlerinin farklı devletler olmalarına rağmen tek bir devlet olarak tanımlanmasını sağlamasıdır. İkinci ve üçüncü faktörler bu bölgelerde ortaya çıkan devletlerin oldukça farklı özelliklere sahip olmasıdır. Aslında, İç Avrasya devletlerinin çoğunun özellikleri öylesine farklıdır ki, bölge tarihçileri ve siyaset kuramcıları açısından ciddi teorik sorunlar ortaya çıkar.
Bu farklılıklar İç Avrasya’da ilk ortaya çıkan devlet yapıları göz önüne alındığında oldukça netleşir. Milattan önceki ikinci bin yılda Orta Asya’nın Mezopotamya’sında güçlü şehir-devletleri ve milattan önce ilk bin yılda da Sincan, Karadeniz ve Kafkasya’daki ticaret yolları üzerinde benzer devletler ortaya çıkmıştır.[9] Bunların hepsi şehir-devletleridir ve sulu tarımın ve ticaretin yapıldığı yerlerde kurulmuştur, bu yüzden de güç ve kaynakları sulamaya ve İpek Yolları coğrafyasına yakından bağlıydı.[10] Bu bölgeler küçük ve orta ölçekte şehir-devletlerine sahipti ancak asla büyük imparatorluk sistemlerine sahip olamamıştır.
İç Avrasya’da ilk ortaya çıkan imparatorluk devleti pastorallık üzerine temellenmiştir. Bu çeşit ilk devlet muhtemelen Han Çin’inin kuzey sınırlarında milattan önce ikinci yüzyılda görülen Hsiung-nu İmparatorluğu’dur. Milattan sonra altıncı yüzyılda, 6 ve 8. yüzyıllardaki Türk imparatorlukları da Moğolistan’ı, Sincan’ı ve bir dönem Orta Asya’nın büyük bölümünü hakimiyetleri altına almışlardır. İç Avrasya’daki pastoral imparatorlukların en büyüğü tabii ki Moğol İmparatorluğu idi. Bunlar yenilmesi zor güçlerdi ancak gerçekten devlet miydiler? Sorun İç Avrasya ekolojisinin ve pastoralliğin demografik ve ekonomik mantığının bu devletlerin sınırlı ekonomik ve demografik temellere sahip olmasına yol açmış olmasıdır. Bu da devlet literatürünü kaplayan tarım devletlerinden oldukça farklıdır.
Bu farklılıklar zor teorik problemlere yol açmıştır. Muazzam askeri ve siyasi güçleri düşünüldüğünde bu tip pastoral imparatorlukların devlet olduğunu inkar etmek aptallık olur. Peki bunları en iyi şekilde nasıl tanımlar ve işleyişlerini nasıl anlarız? Bunlar geleneksel devletlere benzememektedir. Bu türlü sorunlar pastoral devletlerin belirgin özelliklerini tanımlama yolunda bir sürü çaba ile sonuçlanmıştır.[11]
Pastoral gücün temeli pastoral yaşam biçimlerinde oluşan askeri yeteneklerde yatar. Ancak, İç Avrasya’nın büyük bölümünde görülen ekolojik yetersizlikler göz önüne alındığında, sıradan pastoral halkın askeri cesareti güçlü ve ayakta kalan devletler yaratılmasının açıklanmasında kendi başına yeterli değildir. Herodot’un Darius’un İskit ülkesini başarısız işgalini anlattığı örnekte de göründüğü gibi geçici askeri ittifaklar oluşturmak çok zor olmamıştır. Zor olan nokta, bunları devlet olarak adlandırılacak siyasi yapıya dönüştürmek için bir arada tutmak olmuştur. Thomas Barfield ve diğerlerinin gösterdiği gibi, saldırıya maruz sınırların ve dar kaynak temelinin bileşiminin anlamı hiçbir pastoral devletin yalnızca kendi kaynaklarıyla ayakta kalamayacağıdır. Güçlü ve sadık orduların devamı için yöneticiler kendi sınırlarının ötesinde kaynaklar aramak zorundadır.[12] Bu yüzden ‘dış’ vergilendirme bu türlü devletlerde daha fazla kaynak temeline sahip olan tarım devletlerine göre çok daha büyük bir rol oynar. Pastoral devletlerin mali yapıları kendi tebaalarının yanı sıra komşu devletlerin kaynaklarına da dayanmak zorundadır. Bunu yapmanın iki yolu vardır: dış vergilerin zorla alınması ve İç Avrasya’da kıvrılan birçok ticari yolu vergilendirmek. Her iki strateji de işgale dayalı genişlemeyi destekler. Burada Nicola di Cosmo’nun bu mantığı nasıl değerlendiği yer alır:
“İç Asya’nın imparatorluk tarihinde, dış ekonomik kaynaklara ulaşım, ister haraç, ticaret ya da vergilendirme yoluyla olsun, devlet oluşumu için son derece önemliydi. Aslında İç Asya tarihi bazı Asya yönetimlerinin ekonomik erişim noktalarını genişletme ve göçebe olmayan toplumların ürettikleri kaynaklara ulaşma ve kontrol etme yönünde yeni ve daha karmaşık yollar geliştirme konusundaki artan yetenekleriyle şekillenmiştir. Uzun süreli kabileler arası askeri mücadeleler sonunda doğan İç Asya imparatorlukları devlet oluşturma sürecinin yarattığı büyük askeri birlikleri ve saray maiyetini besleyebildikleri sürece kabile biçimi yönetimden çıkıp bir başka yönetim biçimi kuruyorlardı. Bu bağlamda, yerleşik devletlerden alınan vergiler, ticari ortaklıklardan kar almak ya da büyük tarım nüfusundan vergi alarak düzenli bir gelir elde etmek devletin varlığı için en temel hakkıydı”.[13]
“Dış vergilendirmenin” yalnızca kendi sınırları ötesindeki kaynakları ve ticaret yollarını kontrol etmek anlamına gelmediğini de eklemeliyiz. Bunun anlamı yazı sistemleri, mali yöntemler ve bürokratik teknikler gibi kültürel kaynakları da dışarıdan almak anlamına gelmektedir. Yani bu noktayı genel olarak şöyle tanımlayabiliriz: Karşılaştıkları güçlükler ve sınırlı kaynakları yüzünden, İç Avrasya devletleri Dış Avrasya’nın tarımsal sınır topraklarında üretilen maddi, ticari ve kültürel kaynaklara bağlı olmak zorunda kalmıştır.
Özetleyecek olursak: Aşırı şekilde saldırıya maruz kalma ve sınırlı kaynakların bileşimi İç Avrasya devletlerinin büyük askeri güçlüklerle karşılaştıkları ancak bunlarla mücadelede sınırlı kaynaklara sahip oldukları anlamına gelmektedir. Bu onların üç ana, yolla dış kaynakları sömürmelerine yol açmıştır: Haraç almışlar, ticari yolları kontrol etmişler ve sınırlarının ötesindeki kültürel ürünleri almışlardır.
Thomas Barfield’in savunduğu gibi tüm büyük pastoral devletler komşu tarım devletlerinin düzenli sömürülmesine, kırılgan siyasi ittifakları bir arada tutabilmek için liderlerin ardından gelenlere dağıtabilecekleri kaynaklar ürettikleri bir sistem üzerine temellenmiştir. Tarımsal ya da kentsel topluluklara yapılan kısa süreli baskınlar pastoral ve tarımsal dünyalar arasındaki sınır topraklarına özgüdür, ancak bu hedeflere ulaşmak için oldukça istikrarsız bir servet akışı sağlamıştır. Aynı şey ticaret için de geçerlidir. Bozkırlarda ortaya çıkan servet akışı önemliydi, ancak büyük devletler oluşturacak kadar değildir. Bunu yapmak için istikrarlı ve daha büyük kaynaklar gerekliydi, bunu yapmanın en iyi yolu da Çin, İran ya da Bizans gibi güçlü komşu devletlerle düzenli haraç ödemeleri üzerinde görüşmekti. Bu Barfield’in “Dış Sınır Stratejisi” olarak tanımladığı şeydir.[14] Büyük ve sürekli baskınlarla komşuları tehdit etmek için gerekli istikrara sahip ittifakların yaratılmasına bağlıydı. Eğer büyük Hsiung-nu lideri Motun ya da ilk Türk İmparatorluğu’nun kurucuları Bumin ve İstemi gibi kişiler döneminde olduğu gibi bu türlü bir bütünlük elde edilebilseydi, kimi zaman Çin İmparatorluğu gibi bir devleti bile düzenli ve büyük miktarlarda haraç ödemeye zorlamak mümkün olabilecekti, bunlar da bölgesel ittifakları daha istikrarlı bir siyasi sistem içinde tutabilecek mali temel oluşumunu sağlayabilecekti. Başarılı şekilde yürütüldüğünde, Dış Sınır Stratejisi tarım topluluğu olan komşunun bozkırlara kaynak toplayıp göndermek gibi zorlu bir mali işi yapması için yeterli olmaktaydı.
Ancak Barfield ‘İç Sınır Stratejisi’ olarak adlandırdığı bir başka strateji daha tanımlamıştır. Bu ‘Dış Sınır Stratejisi’ için yeterli baskı uygulayamayacak pastoral liderler için uygundur. İç Sınır Stratejisi tarımsal bir hakime daha fazla yaklaşmayı ve para yardımı karşılığı paralı askerlik yapmak gibi sembolik olarak bir dereceye kadar ona tabi olmayı içerir. Her iki oyun da karmaşıktır ve beklenmedik sonuçlara yol açabilir. Ancak İç Sınır Stratejisi genelde tarımsal hakimin siyasetlerinde daha fazla yer almayı içerir. Ve bazen bu yolla, pastoral paralı askerler eski beylerinin topraklarını yönetmeye başlar. Bu yolla Selçuklular gibi tarımsal hakimlerin paralı askerleri olarak hizmet veren gruplar İç Avrasya sınırları ötesinde daha geniş tarım devletlerini yönetmeye başlamıştır. İşte bu mantık, sonunda, pek çok pastoral liderin Ordos’tan Afganistan’a ve sonunda Anadolu’da, Dış Avrasya sınır topraklarında hakim hanedanlar kurmalarına yol açmıştır.
Sonuçlar: İç ve Dış Avrasya ve Türkçe Konuşan Halkların Siyasi Tarihleri
Bu makalede olduğu gibi İç ve Dış Avrasya tarihlerini birbirinden ayırmak Türkçe konuşan halkların tarihleriyle ilgili üç geniş sonuç ortaya çıkarır.
İlk olarak, en erken dönemdeki Türkçe konuşan halklar büyük ölçüde İç Avrasya’nın ekolojisi tarafından şekillendirilmiştir. Yine bu halklar son dönemlere kadar İç Avrasya’da hakim yaşam biçimi olan pastorallık; pastoral halk ile çiftçiler ve toplayıcılardan oluşan komşu topluluklar arasındaki karmaşık ilişkiler tarafından şekillendirilmişlerdir. İkincisi, İç Avrasya’nın farklı ekolojisi en erken dönemlerdeki Türk yönetimlerinin de farklı biçimler almalarını beraberinde getirmiştir. Bu farklı biçimler pastoral yaşam biçiminin askeri ve ticari gelenekleri ile bütünleşmiş ve yine bu yaşam biçiminde kaynakların kıtlığı ilk devletlerin İç ve Dış Avrasya’nın tarımsal sınır topraklarında kaynaklar aramalarına zorlamıştır. Son olarak, aynı süreçler daha güçlü olan pek çok Türk hanedan liderlerinin niçin sonunda bu sınırları aşıp, Dış Avrasya’nın ekolojik açıdan zengin sınır topraklarında hakim olduklarını açıklamaya yardımcı olur. Tabgaçlar, Selçuklular, Gazneliler ve Moğollar gibi hanedanlar İç Avrasya’daki yurtlarını İç Avrasya’ya sınır topraklardaki büyük tarımsal imparatorlukları yönetmek için terk etmişlerdir. Ekolojik sınırın öte tarafındaki değişen koşullara hızla adapte olmuşlar, ancak siyasi sembolizmlerinde ve tarihi geleneklerinde, İç Avrasya’nın sert dünyasına ait hatıralarını asla tamamen unutmamışlardır. Bu Afganistan’dan Anadolu’ya uzanan İç Avrasya’yla Dış Avrasya sınır topraklarında sıralanan Türk devletlerinin tarihi bir yörüngesiydi.
San Diego Eyalet Üniversitesi Tarih Bölümü / A.B.D.
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 1 Sayfa: 402-408
Dipnotlar: