Turan tarihinin bilinmeyeni çoktur. Türkistan tarihinde çözümünü bekleyen nice sırlar vardır. Özbek halkının geçmişte yaşamış kahramanlarını tanımıyor olması bahsettiğimiz bilinmeyen sırlar ile ilgilidir. Onların bir çoğunu tarihçiler dahi tam anlamı ile tanımıyorlar. Bugünlerde, tarihin derinliklerinden çıkan büyük bir şahiyet, yeni Özbek neslinin karşısına çıkmaktadır…
En eski milli kahramanlarımızdan olan Alp Er Tunga (Afrasyab), yakın tarihimizde unutulmaya mahküm edildi. Hatta bağımsızlığın ilk yirmi yılında bile bir çok tarihçi, arkeolog ve doğu bilimcilerimiz Afrasyab’ı – efsanevi bir şahsiyet olarak değerlendirdiler. Ama tarih bir yerde durmaz. İyi ki, bugün Afrasyab’ın kutsal hatırası, onun ait olduğu halkına geri verilmektedir. XXI. yüzyılda Özbek halkı dünya sahnesinde kendine ait yerini alırken, tarihi kökenine ve milli kültürüne şekil veren derin köklerini iyice anlaması, Türk halkları ve Turan devletçiliğine, aynı zamanda Özbek halkı ve Özbekistan devletçiliği temeline temel olan büyük devlet adamı ve mahir komutan, Saka ve İskit kavminin önderi Alp Er Tunga’nın (Afrasyab) şahsiyetine müracaat etmesi, doğal hakkı olduğu kadar ilmi zarurettir. Biz Afrasyab şahsiyetine başvurmakla, aslında kendimize, daha Özbek ismi kullanılmadan, ama cihan tarihinde Tur, Türk, Soğd, Saka, Massaget ve başka isimler ile anılan, Türk’ün başbuğu (Emir Timur) olan bugünkü Özbek halkının büyük ve kadim tarihine müracaat etmiş oluruz. Alp Er Tunga sadece Turan tarihinde değil, belki de Özbekistan’ın yakın tarihinde de hakkettiği yerine sahip çıkmaya hakkı olan bir şahsiyet olarak karşımıza çıkacaktır.
Türk Halklarının Eski Ecdatları Hakkında İlk Yazılı Bilgilerin Tahlili
Türk halkları ve onların eski ecdatları (prototürkler) eskiden Turan yurdunda yaşamışlardır. Onlar M.Ö II. ve I. binlerde bir kaç devlet kurmuşlardır. M.Ö. XI-III. yüzyılda Daştiota (Dunhuan) ve Nanşah (Çilanşah) dağları etrafında Türk kavmi di tarafından teşkil edilmiş ve Yüeçci Devleti ortaya çıkmıştır. Bu devlet farklı kaynaklarda Yüeçci, Yüyçci, Yovçi, Rutziyo, Ruziye ismleri ile da anılmıştır. Di kavmi gibi Hunlar, Sakalar, Massagetler, Soğdlar, Baktrialılar, Harezmliler, Margiyaneliler da prototürk halklarıdır. Onlar ittifakla yaşayarak, bir devlet etrafında birleşmişlerdir. Tahminlere göre 3000 yıl önce Türk halkları tarafından kurulmuş olan bu devlet cihan tarihinde yerini almıştır. Prototürklerin (en eski Türkler) bölgedeki ilk devleti Sakalar – Skifler tarafından teşkil edilmiş Turan Devleti sayılır. Bazı kaynaklarda bu devlet Saka – Türk Devleti diye de adlandırılmıştır. Bu devleti kuran prototürklerin bugünkü varisleri sırasında Özbek halkı da vardır[1].
Sakalar veya Şaklar, Asya devletlerinde hayvancılıkla uğraşan bir kavim olmuştur. Arkelojik eserlerden bu dönemin demir çağına, ilk göcebe dönemine denk geldiği anlaşılmaktadır. Yunan tarihçisi Heradot‘un (m.ö. 490 – 425 yy.) yazdığına göre, Avrasya bozkırlarında yaşayan göcebe halkların Kuzey ve Doğu Karadeniz kıyısındaki kabilelerinden birisinin adı Skuda olup, sonradan Skolotlar denilmiştir. Yunanlar ise bu adı Skiflar diye kullanmışlardır[2].
Akademisyen Ahmedali Askarov arkeolojik melzemelerin tahlili neticesinde şunları söylemiştir: M.Ö VIII-II. yüzyıllarda Çin’in Huanhe Nehri’nden ta Dunay’a kadar genişlikte yaşamış bozkır kabilelerine ait olan hayvan tasvirleri uslubu’nda işlenmiş nadir sanat eserleri Skif sanatı, Skif medeniyeti adı ile meşhürdür. Bu bozkır halkının günlük hayat tarzı, silahlar ve koşum eşyalarının çeşidi, giyim-kuşam, ev eşyası ve aletleri Sakalar ile benzerlik göstermektedir. Ahamenişler hükümdarı sonradan yapılmış olan Behüstun kitabelerinde (M.Ö.VI. yüzyıl) Yaksart (Sirderya) adındaki kabilelere Sakalar denilmiştir[3].
I. Darius mezar kitabelerinde (şimdiki Şiraz şehrinin 50 km kuzey-doğuda) Turan’ın eski devletleri (Soğdiana, Baktria, Harezm, Parfiya) ve halkları, bunlardan Okuz Nehrinin (Amudarya) sağ kenarında yaşayan Sakalar, Yaksart’ın (Sirderya) orta ve aşağı mecrasında yaşayan sivri kalpaklı Sakalar hakkında da önemli bilgiler aktarılmıştır. Bu kitabelere Nakş-i Rustam Yazısı da denilir. Padişah I. Darius’un Nakş-i Rustam kitabesinde Sakalar Paradraya, Tiaytara-darayya, yani Derya veya deniz ardındaki Sakalar diye anılmıştır. Heredot ise Resler tüm Skifleri Sakalar der, diye yazmıştır[4].
Ancak Saka veya Sakalar kavramı aslında kaynaklarda Ahamenişler ve Heradot’tan önce de geçiyordu. Mesela, Assurya başkentindeki İştar mabedinde kazı işleri sürerken, mermer levhaya padişah Aşşurbanipal (hükümranlık dönemi: m.ö. 669-631 yy.) tarafından yazdırılmış mektup bulunmuştur. Mektupta Kimmerler ve onların lideri Tugdamma’nın Kilikiya’daki savaşta helak olduğu, onun Sakaların padişahı olduğu belirtilmiştir. Behustun kitabelerinin Akkadça nüshasında Persler kendilerine yakın komşu olan Sakalar’ı, Kimmerler olarak adlandırmışlardır. Kimmerler, Okuz’un (Amudarya) kuzeyinde yaşamış eski göcebe kabilalar ittifakı olup, onlar da Sakalar olarak sayılırlar.
Sakalar ve Kimmerlerin birleşmiş orduları ittifak esasında teşkil olup, bu yeni siyasi güç her hangı bir önder kabile adı ile anılsa bile, kaynaklarda onların cengaver göçebe Ariler (Ariyler) olduğu dikkate alınmıştır[5].
Tarihte Sakalar’ın şöhretinin artması, M.Ö. VIII-VII yüzyıllarda Kimmer ve Skif kabilelerinin, yani prototürklerin Karadeniz kıyıları ve Küçük Asya’ya yürüyüşü sayesinde olmuştur. Asur kaynaklarında Kimmerlerin üç cengaver önderi: Teuşpa, Tugdamma (Yunanca Ligdamis) ve Sandaksatra isimleri zikredilmiştir. M.Ö. 700 yılında onlar şimdiki Rusya dolaylarına saldırmışlardır. Heradot ve başka tarihçilerin yazdığına göre, Kimmerler Karadenizin kuzey kenarındaki Trakya’ya kadar olan hudutta yaşamış ve buradan Skiflar tarafından kovulmuştur. Fakat Yunan tarihçi ve coğrafyacıları çoğunlukla Kimmerler ile Skifları (onların tarihi kökeni birdir) karıştırmışlardır. Onlar M.Ö. VII. yüzyılda bu yerden Küçük Asya’ya geçerek, Frigya (tah.M.Ö.675 y.) ve Lidya’nın payitahtı Sardi (M.Ö.656 )’yi, tahminen M.Ö.623 yılında Kiaksar’ın Med ülkesini istila etmişlerdir. Kimmerler sonradan Küçük Asya’daki yerli ahali ile karışmışlardır. Onlardan geri kalan maddi medeni kalıntıları arkeologlar, genelde Katakomba Medeniyeti ile bağdaştırırlar.
Dünya tarihinde Sakaların ünlenmesi Okuz ve Yaksart ardı Sakalarının Ahameniş padişahları II. Kir ve I. Dorius ile M.Ö. VI. yüzyılda sürdürdüğü savaşlar ile olmuştur. Bu savaşlar esnasında Sakalar’ın vatanı, kabileleri ve onların Kuzey ve Doğu komşuları hakkında ilk bilgiler ortaya çıkmıştır.
Saka kadınları erkekleriyle aynı saflarda savaşlara katılmışlardır. Onlar düşmanı aldatmak için yalandan kaçmaya, tıpkı erkekler gibi at üzerinde arkalarına dönüp ok atmaya usta olmuşlardır.
I. Darius’un, Tigrahauda (Sivri şapkalı veya yaydan ok atan) Sakaları ile savaşa girerken, gemi ve kayıklar yardımıyla büyük sudan geçtikleri hakkında bilgiler vardır. Araştırmacılar büyük suyun Yaksart (şimdiki Sirdarya) olabileceğini tahmin etmektedirler. I. Darius yazdırmış olduğu altın ve gümüş levhalarda, Darius saltanatının kuzey-doğu sınırı, Soğdiana memleketinin ardındaki Sakalar yurdu olarak gösterilmiştir. Demek ki, Sakalar memleketi, Soğdiana devletinden Yaksart (Tanais) aracığıyla ayrılmıştır[6].
Ancak, şunu itiraf etmeliyiz ki, Pers devletinin zapt edilmiş hudutlar hakkında yazdıkları bilgiler, bazen tarihi gerçekler ile uyuşmamaktadır. Örneğin, Ahamenişler devletinin kurucusu padişah II. Kir’in, M.Ö. 530 yılında Turan’a saldırdığında Massagetler prensesi Tumaris tarafından bütün ordusu imha edilerek, kendisi de katledilmiştir. Padişah I. Darius M.Ö. VI. yüzyıl başlarında Turan’a saldırdığında, Şirak isimli sıradan bir Saka çobanının savaş hilesi neticesinde Dairus’un bütün ordusu susuzluk ve açlıktan Kızılkum Sahra’sında helak olmuş, sadece I. Darius ve onun az sayıdaki devlet memurları yağmur yağmasıyla kurtularak, Baktria nehri (Amuderya) kıyısına kadar ulaşabilmişlerdir. Ama padişah I. Darius’un mağlubiyeti ve büyük ordusunun hezimeti ve kader ortağı II. Kir’in ölümü hakkında, Buhustun kitabeleri ve başka Pers yazıtları hiç bir şey söylenmeden suskunluğu tercih etmişlerdir. İşgalcilerin buna benzer davranışlarına İran padişahlarından başka Makedonyalı İskender ve diğerleri de uymuşlardır. Yani, Turan’daki yenilgilerini kabul etmemişlerdir.
Heradot, Orta Karibant Sakalar (sivri kalpaklı Sakalar), Amyurgiya Sakaları (nehir ardı Sakaları) ve Dihler hakkında bilgi vermiştir. Ahamenişler yazıtlarında Tigrahauda Sakaları (sivri kalpaklı veya yaydan ok atan Sakalar) ve Haumavarka Sakaları (kutsal Haoma içkisini içen Sakalar) arasındaki benzerlikler kaydedilmiştir. Heradot’un yazdığına göre, Saka askerlerinin başlarında kalın keçeden dikilmiş sivri kalpakları olmuştur. Onlar, ok ve yay, kısa kılıç (akinaklar), baltalar (sagariler) ile silahlanmışlardır. Sakalar harbi maharetleri, ok yay atmadaki ustalıkları ile ün kazanmışlardır[7]. Eski dünya tarihçileri Sakaları dünyadaki en usta keskin nişancılar, olarak tarif etmişlerdir.
Çeşitli Saka kabileleri M.Ö. II. yüzyıldan itibaren, Turan’dan güney (Hindistan ve İran) tarafa kayarak, Yunan-Baktria Devletinin yıkılmasında rol aldılar. İran’da, Sakalar eski Dranğiyane vilayetideki Hamun Gölü etrafında yerleşmişlerdir. Sakalar yerleştiği için bu meskene Sakistan, Sakalar memleketi, sonradan Seyistan ve Sistan denilmiştir. Böylece Sakalar İran’ı da zabdetmişlerdir.
Sakalar Hindistan’ın kuzey-doğusunda, Gandhara vilayetinde M.Ö. I. yüzyılda siyasi bir teşekkül meydana getirmişlerdir. Alimler tarafından Hind-Sak Devleti diye adlandırılan bu devlete ait sikkeler bulunmuştur. Devletin kurucusu padişah Maues olup, onun varisleri Az, Azilis ismindeki kişiler olmuştur. Hind-Saka Devleti Hind-Parfiye sülalesi tarafından işgal edilmiş, sonradan Kuşan Devleti terkibine katılmışlardır. Hind yazma kaynaklarında Saka etnonimi Şaka olarak verilmiştir, Hindistan’da Şaka döneminin mevcut olduğu bellidir. Çin yazma kaynaklarında Sakalar Se Halkı diye kaydedilmiştir. Sakalar yavaş yavaş Hindistan, İran, Çin, Orta Asya’daki çeşitli halklar ve kabileler içinde eriyip gitmişlerdir[8].
Sakalar terimi, bugünde Saha şeklinde Rusya Federasyonu terkibindeki Saha Cumhuriyet’nin resmi adında yaşamaktadır.
Massaget ismi, Yunan tarihi eserlerinde, M.Ö. VIII-III yüzyıllarda Hazar denizinin doğusu, Aral Denizi etrafları, Amudarya ve Sirderya’nın aşağı mecrasında yaşamış göcebe ve başka Türk kabileleri için kullanılan genel bir isimdir. Massagetler hakkında bilim dünyasında farklı görüşler mevcuttur. Bazı alimlerin fikrine göre, Massagetler terimi ‘Mas’, ‘Saka’ ve ‘Ta’ sözcüklerinin birleşmesiyle, Sakaların büyük oluşumunu anlatmaktadır. Başka bir fikire göre, bu söz, ‘Mazagetler’ – Ulu Getler anlamını verir. Massagetler, Çin kaynaklarında ifade edilen Yüeciler ile aynı halktır. Arkeolog S. Tolstov da bu fikre katılmıştır. O, Sirdeya’nın aşağı kenarındaki arkeolojik kalıntıları Massagetlere ait olduğunu savunmuştur. Massagetler konfederasyonu tarkibine Harasmiler, Apasiaklar, Sakaravaklar, Sak Amyurgiler, Derbikler, Toharlar (Dehler), Asiler (Yatiyler, Asianlar, Wusunlar, Yaksartlar), Otasilar (Aygasiler, Aygallar) girmiştir. Üçüncü tahmine göre, Massagetler adı ‘mayso’ – balık sözünden ortaya çıkmıştır. Bu söz balık yemeyi sevenler anlamındadır.
Heradot’un yazdığına göre, Massagetler, göcebedirler. Onlar ayakta ve at üzerinde savaş yaparlar, atların göğüslerine örme zırh takmışlardır. Daha çok yay, mızrak, balta gibi silahlarını kullanmışlardır. Massagetlerin tüm cihaz ve silahları bakır ve altından yapılmıştır. Onlar gümüş ve demirden de faydalanmamışlardır. Ama bakır ve altın bu ülkede çoktur[9].
M.Ö 530 yılı Haziran’da Massagetler prensesi Tumaris ile olan savaşta Ahamenişler Devletinin kurucusu II. Kir helak olmuştur. Yunan coğrafyacısı ve tarihçisi Strabon’un (M.Ö 64 -M.S 24) bilgilerine göre, Massagetler güneşe tapmışlar ve ona atlarını kurban kesmişlerdir. Strabon, göcebeler ile bir sırada Aral kenarında bataklıklar ve adacıklarda yaşayarak, toplayıcılık ve balık tutmakla uğraşan kabileleri, bunun yanı sıra Harezmiler ve Atasileri Massagetlere mensup halklar diye bilmişlerdir[10].
Massagetler konfederasyonu Eski Harezm devletinin esas harbi gücünü teşkil etmiştir. Bu durum özellikle M.Ö IV. yüzyılda Makedonyalı İskender’in Orta Asya’ya saldırdığı dönemde apaçık görülmüştür.
Skiflar, M.Ö. VIII – M.S. IV. yüzyıllarda Karadeniz’in kuzey-doğusunda, Dunay ve Don, Dinyeper ve Dinyester nehirleri aşağı havzalarından Volga Nehri’ne kadar olan hudutlarda yaşamış ve hayvancılıkla uğraşan ahalinin adıdır. Avrupa halkları edebiyatında Skiflar hakkında kuzey İran dillerinin farklı lahcelerinde konuşan kabileler olarak yanlış tasavvur şekillenmiştir. Bu hudutlarda Skiflar’a kadar yaşayan Kimmerler muhtemelen İran dilinde konuşmuşlardır. Heradot’un verdiği bilgiye göre, Skiflar, bu yurtlara Asya’dan taşınmışlar ve yerli ahalinin dil etkisine kalarak kısmen İranlılaşmışlardır[11].
A. Askarov’un yazdığına göre, onların asıl vatanı İdil Nehri’nden doğuda, yani Asya’nın Kazak çölleri (Deşt-i Kıpçak), Güney Ural, ve Altay hem de Güney Sibirya hudutları olup, Skif kabileleri aslında Türkçenin çeşitli lehçelerinde konuşan Ariler idi[12]. Aslında Ariler Avesta’da dile getirilmiş Türlerin asilzade tabakasına mensup olmuşlardır. Skiflar ve asıl vatanları Turan düzlüklerinde kalarak hayat sürdüren onların başka kabile üyeleri Sakalar (Şaklar), aslında prototürkler (eski türkler) olmuşlardır. Çünkü Turan hududu ahalisinin maddi medeniyeti ve antropolojik tipi bronz devrinden başlayarak bir birinden ayrılmaz bir özellik kazanmıştır.
Tanınmış teorisyen ve Marksizmin kurucularından Fredrih Engels (1820-1895), 1884 yılında yazdığı ‘Aile, hususi mülk ve devletin ortaya çıkışı’ eserinde Amuderya ve Sirderya, Don ve Dinyeper sahillerinde yaşayıp hayvancılıkla uğraşan halklar ve onların asılzade kısmı Ariler konusuna değinmiştir. Medeniyetin tarihi aşamaları bölümünde şöyle demiştir: Doğuda barbarlığın orta aşaması süt ve et veren hayvanları evcilleştirmekten başlamıştır, ama bitkileri ekip büyütmeyi bu dönem boyunca çok uzun zamana kadar bilememiş olabilirler. Hayvanları evcilleştirmek ve üretmek ham de büyük büyük sürüler teşkil etmek, görünüşten Ariler ile Semitler’e başka barbarlardan ayrılıp çıkışa imkan vermiş olabilir. Avrupa ve Asya Arileri’nde hayvanların adları da aynı olmuş, ama ektiği ve büyüttüğü bitkilerin adları hiç bir zaman aynı olmamıştır.
Sürülerin ortaya çıkışı çobanlık hayatı için yararlı yerlerde: Semitlerde – Fırat ve Dicle sahillerindeki otlak düzlüklerde, Ariler’de – Hindistan’da, bunun yanı sıra, Aksus ve Yaksart (Amuderya ve Sirderya), Don ve Dinyeper sahillerindeki aynı şu gibi düzlüklerde çobanlık hayatını ortaya çıkardı. İlk kez hayvanları şu gibi otlaklar dairesinde evcilleştirmeye erişilmiş olabilir…
İhtimal, Ariler ile Semitler’in göze çarpacak derecede gelişmelerine bu iki ırkın et ve sütü çok tüketmeleri ve et ile sütün çocuklarının yetişmesinde etkileyici sebep olmuştur diyebiliriz.[13].
F. Engels, burada Semitler haricinde hayvan besleyen prototürk kavimler ve onların önderleri Ariler konusunda detaylı bilgi vererek, Fırat ve Dicle sahilleri, Hindistan Nehirleri, Amuderya ve Sirderya hemde Don ve Dinyeper kıyılarında yaşayan göçebe halkların ortaya çıkış meskenleri insanlığın beşiği idi, diye cesur hulasaları ortaya kuymuştur. Tarihten belli ki, bu meskenler Avrasya deştleri, yani şimdiki Turan düzlükleri hududu olmuştur.
F. Engels bu fikri eserinin başka sayfalarında da değinerek devam ettirir, Fikirlerini şöyle kanıtlar: ‘Gelişmekte olan göçebe (hayvan sürülerini besleyen) halklar, Hindistan’daki Beş nehirde ve Gang vilayetinde hem de o zamanki suyu şimdikinden daha zengin olan Amuderya ve Sirderya havzasındaki çöllerde yaşamiş Ariler, Fırat ve Dicle sahillerindeki Semitler, sürü sürü atlar, develer, eşekler, mallar, koyunlar, kiçeler ve domuz gibi mülke sahip oldular. Bu hayvanları gittikçe daha çok sayıda üretmek ve onlardan çok miktarda bol bol süt, yoğurt ve et almak için onları sadece kontrol etmek ve ilkel şekilde bakmak gerekirdi’[14].
Bu eserin ‘Barbarlık ve Uygarlık’ babınde Turan düzlükleri ve Turanlılar ve Ariler hakkında yine şöyle fikirler ifadesini bulmuştur: ‘Onlar Asya’da hayvanları evçilleştirirken, sonradan üretilebilir hayvanları bulmuşlardır… Bazı ileri kavimlerde, – Ariler, Semitler ve ihtimal Turanlıklarda da,- ilk önce hayvanları evcilleştirmek ve ancak ondan sonra onları üretmek ve bakmak, faaliyetlerinin esas sahasına dönüşmüştür. Çobanlık ile uğraşan kabileler başka barbar kütlelerden ayrılıp çıkmışlardır. Bu, ilk büyük sosyal iş bölümü idi…
Turan düzlüklarının iklim koşullarıda uzak ve katı kış mevsimine yem rezerv etmeden çobanlık hayatını geçirmek mümkün değildi. Demek ki, çayırlıklar oluşturmak ve her türlü yem ürünlerini ekmek zaruretti, Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlar için de geçerlidir[15].
Dikkata şayan husus şu ki, F. Engels, bu meşhür eserinde Turan ve Turanlıklar hem de Ariler hakkında fikirlerini tekrar tekrar dile getirirken, bir kez olsa bile İran hakkında konuşmamıştır. Maalesef, tarihçi ve arkeolog alimlerimiz kendi yazılarında F. Engeles’in bu görüşlerine şimdiye kadar hiç değinmemişlerdir.
Kuzey Çin’deki ilk devletler (M.Ö.2205-1766 yy.Şya, M.Ö.1766-1122 yy. Şong) sülalelerinden kalan yazma kaynaklara göre, di terimi Türk sözcüğünün Çince transkripsyonudur. Di’ler Çin’in kuzeyinde ve kuzeybatısında yaşamışlardır. Eski Çince’de ‘Bey’ kelimesi kuzeyi anlatmıştır. ‘Bey’e ‘Di’ sözü eklenerek ortaya çıkan ‘Beydi’ kelimesi ise Çin’deki ilk hükümdarlıklar döneminde onlardan kuzeyde yaşayan hayvan besleyici Türkçe konuşan Hunnu kabilelerine, yani Hunlar veya Gunnlar‘a nisbeten kullanılmıştır. Hunlar da prototürkler olmuştur. Demek, bronz devrinde Güney Ural, Merkezi ve Doğu Kazakistan, Altay ve Güney Sibirya ülkelerinde, yani, Turan’da yaşayıp, arkeolojik eserlerde Androvo Medeniyeti adı ile tanınan eski hayvan besleyici ahali Türkçe konuşmuşlardır.
Skifler, genelde Avrasya çölleri ahalisine Ellinler tarafından verilmiş genel isim olup, Pers kaynaklarında onlara Saka’lar denilmiştir. Heradot ‘Persler, Skifleri Sakalar, demişlerdi’, diye yazdığında belki bu hususu dikkate almıştır. Arkeolojik eserler dikkate alınarak Karadeniz’in kuzeyi ve doğu sahilleri ahalisine Skif terimi kullanılsa, Orta Asya, Yedisu ve Kazakistan bozkırları hem de Dağlı Altay ahalisine nisbeten daha çok Sakalar terimi kullanıla gelmiştir. Heradot’un yazdığına göre, Asyalı Skiflar ilk önce kuzey ve doğu Karadeniz sahillerini zaptederek, yerel kavmi olan Kimmerler üzerinde hükümranlığını kurduktan sonra, Kimmer süvarilerini Küçük Asya’ya kovdular, sonra Med, Suriye ve Filistin hudutlarını, Kuzey Mizopotamya’yı kuşatmışlardır[16].
M.Ö.VII. yüzyıl başlarında Med devleti güçlenerek, Skifları oradan kuvmuşlar. Skiflar Karadeniz’dan kuzey ve doğuda, Dinyeper’dan Don’a kadar olan bozkırlara yerleşerek, yerli Kimmer kabileleri ile yaşamışlardır. Ellinler bu yerleri Skifya diye adlandırmışlardır. M.Ö.VII. yüzyılda Skifya, çok büyük siyasi-harbi güçtür. Tarihi kaynaklarda M.Ö VII-III yüzyıllarda Skifya göcebe Skif kabilelerinin yaşadığı yurt olarak dile getirilir. Skifya’nın sınırı 20 günlük yola denk mesafededir, diye tarif ederler. Ama arkeolojik melzemeler Skiflar’la ilgili medeniyetin yayılma hudutları çok geniş olduğunu kanıtlar[17].
Heradot’un verdiği bilgilere göre, büyük Skifya içinde Ezeli Skifya olup, o Dunay nehrinin aşağı havzası hudutlarını kapsamaktadır, onun coğrafi merkezi kısmında (şimdiki Ukrayna’daki Nikolayev şehri yakınında harabeler) Olviye şehri (Borisfen) olmuştur[18]. Strabon ise Küçük Skifya olarak Kırım bozkırları ve Karadeniz’in kuzey-batı sahillerini dile getirir[19]. M.Ö. IV.yüzyıldan başlayarak Skifya hudutları Don ardından gelen Sarmat kabileleri baskısı altında azalmaya başlamıştır. Tüm Skifların dili, dini itikadı, gelenek ve göreneklerinin aynı olduğu kaynaklarda zikredilmektedir.
Skiflar Devleti (Skifya) M.Ö. V-IV.yüzyıllarda Azak denizinden Dunay nehrine kadar olan hudutları birleştiren güçlü harbi demokratik devlet olsa da, M.Ö.III. yüzyıl sonlarında Don ardından gelen Sarmatlar’ın hücümü neticesinde bir kısım yerlerinden ayrılarak, oldukça zayıflaşmışlardır. Kavimler Göçü devrinde (M.S.IV-VII. yüzyıl) Skiflar, başka kabileler terkibine eriyip, sadece bağımsızlığı değil, etnik özelliklerini de kaybetmişlerdir[20]. Tarih biliminde Skiflar Medeniyeti denilen bir ibare vardır. Bu medeniyet M.Ö. VII-III. asırlarda Karadeniz’in kuzey-batı hudutlarından ta kuzey-doğu Çin’e kadar uzamış bozkırlarda, yani Dunay ve Don, Dinyeper ve Dinyester aşağı havzalarında, Azak ve Kırım bozkırları, Aşağı Volga, Kazakistan bozkırları, Güney-Doğu Ural, Dağlı Altay, Güney Sibirya bozkırları göçebe hayvancılıkla uğraşan kabilelerin ekonomik ve etno-medeni hayatı, gündelik yaşam tarzı, itikadı, örf adeti ve gelenekleri manevi dünyasının mecmuasından oluşmaktadır[21]. Soğdiler veya Soğdlar, Zerefşan vadisi ve Kaşkaderya vahasının eski ahalisidir. Soğd bilimcisi alim, Mirsadık İsakov‘un yazdığına göre, Soğdiler bu bölgede etnik birleşme olarak M.Ö. XII-XI yüzyıllarda ortaya çıkmıştır. Soğd kelimesine eski yazma kaynaklarda Avesta’da ilk kez karşılaşılır: ‘Ben, Ahura Mazdanın yarattığı güzel ve müreffeh yurtların ikincisi, Gava. Bu (ülkede) Soğdlar yaşarlar’ (‘Videvdat’, I fragard)[22]. Avesta’da Soğd kelimesi bir kez memleket adı olarak da geçmektedir. Soğdiana devleti yazma kaynaklarda Ahamenişler Sülalesi vekillerinin kaya taş bitiklerinde Suguda şeklinde eski İran saltanatına tabi edilmiş bölgelerden biri, memleket adı olarak da kaydedilmiştir. Devlet adı Yunan kaynaklarında Sogdiana, Çin kaynaklarında Su-li diye anılmıştır. Memleket adı Soğd yazısı kalıntılarında Soğd veya Sğud şeklinde gösterilir. İlk orta çağlardan başlayarak Türk, Pers ve Arap kaynaklarında memleket adı Soğd şeklinde kullanılır[23].
Soğd, üç tarihi-coğrafi hududu birleştirmektedir. Semerkand Soğdu, Buhara Soğdu ve Keş-Nahşab Soğdu. Soğdiler Zerefşan ve Kaşkaderya vahalarında çiftcilik ve şehir medeniyetinin teşekkülünde önemli rol oynamıştır. M.Ö.VIII-VII yüzyıllarda Göktepe, Afrasyab – Smarakansa (şimdiki Semerkand), Ramiten, Romuştepe (şimdiki Buhara), Uzunkır, Sangırtepe, Yerkurgan şehri harabeleri Soğd halkı ve Soğdiana şehirciliğinin ilk büyük merkezleri idi.
Soğdlar Büyük İpek Yolu’ndaki uluslarası münasebetler dolayısıyla büyük nüfuza sahip olmuşlardır. Soğd dili, bu zamanda uluslarası dil derecesine yükselmiştir. Soğd yazısı (Buhara Soğd yazısı da denilir) ise eski Türki-Runik, Uygur-Türki, Moğol, Mancur ve başka Doğu yazılarına grafik esas olarak hizmet etmiştir. Soğdiler yazma kaynaklarında halk olarak Sğuduk nob – Soğd halkı diye adlandırılmıştır. Soğdlaer Türkler ile yakın münasebette olmuşlar ve ilk orta asırlardan başlayarak onların çoğunluğu Türkleşmişlerdir[24].
Bundan iki bin yıl önce yaşamış tarihçi Pompey Trog, Türk halklarının en eski ecdatları hakkında şöyle yazmıştır: Baktrialılar, Soğdlar ve Harezmliler kökenlerinin tarihin derinliklerine götürme konusunda Mısırlılar ile yarışabilirler. Onlar çalışmaktan da savaştan da korkmazlar. Fiziksel olarak son derece kuvvetlidirler. Kendilerine ait hiç bir şeyi elden çıkarmak istemezler. Her zaman galipliğin peşinde olurlar[25].
A. Askarov’un fikrine göre, Orta Asya ve Kazakistan bozkırlarında, esasen, hayvancılık ile uğraşan bozkırlılar Sakalar etnosunu teşkil etmiştir. Zamanında Soğdluların ataları da Orta Asya’daki iki nehir arası Sakaları olmuştur. Masagetler ise Harezmiler‘in atalarıydı. Avesta’da dile getirilmiş Türlerin, Turan Sakaları olduğu kesindir. Bunun yanı sıra, Kazakistan Sakalarının ataları Andronovo Medeniyetinin ahalisi (Ariler, Dehler ve Avesta’daki Türler) olmuşlardır.
Bu fikirlere ek olarak şunu da söylemek mümkündür ki, Sakalar, Massagetler, Hunlar (Gunnlar), Türler ve Skiflar’ın bir kısmı, yine Soğdlular ve Harezmliler Türk halkların eski ataları, Prototürkler olmuştur. Onlar bazı Avrupa ve İran alimleri iddia ettikleri gibi, İrani dillerin kuzey veya doğu grubuna mensup dilde konuşmamışlardır. Belki, onlar şimdiki İran’ın kuzey veya Doğu tarafında yerleşmişlerdir. Yukarıda dile getirilen söz konusu prototürk halklarının hangi dillerde konuştukları meselesi ileriki zamanlarda yapılacak araştırmalarda yinede netleşecektir diye umuyoruz.
M.Ö I. bin yıllarında Turan bölgesinin uçsuz bucaksız bozkırlarında yaşayan ve hayvancılıkla uğraşan ahali, göçebe yaşam dışında yerleşik hayata da geçmiştir. Yerleşen topluluklar tek yönetici ve devlete ihtiyac duymuşlardır. Sakalar, Masagetler, Skiflar, Hunlar, Soğdlar, Harezmliler diye farklı isimler altında, aslında tek Türk halkının çeşitli oymak ve kabileleri olan kavimler için, M.Ö.VII-VII yüzyıllarda yaşamış olan Alp Er Tunga veya Afrasyab bir önder olmuştur. Afrasyab’ın omuzuna Turan Devleti’ni kurmak gibi büyük ve tarihi bir vazife düşmüştür.
Afrasyab, Turan Devleti’nin Kurucusudur
Alp Er Tunga M.Ö. VIII. yüzyılın sonunda Turan hududunda Saka-İskitler veya Skiflar (Türki kavimler)’ın ilk devletini teşkil etmiştir. Bu devlet Avrupa araştırmacıları tarafından sonradan prototürk (eski Türkler) devleti diye isimlendirilmiştir. Aslında Alp Er Tunga, Turan devletini kuran meşhür Türk Hakanı sayılır. Alp Er Tunga Turan bozkırlarında (Asya ve Avrupa kıtalarında) yaşamış onlarca Türk oymağı ve kabilesini tek devlet altında birleştirmiştir. Afrasyab, bu devleti 28 sene yönetmiştir.
Turan devletinin ilk payitahtının hangi şehir olduğu hakkında bilgi o dönem kaynaklarında belirtilmemiştir. Turan devletinin ilk başkentleri olarak Buhara ve Semerkand düşünülebilir. Kaşgarlı Mahmut’un fikrine göre, Kaşgar, Afrasyab’ın merkezi kenti olmuştur. Türk halklarının esas mesleği hayvancılık olduğundan, onlar yazın yazlık (yaylak)larda yaşar, kışın kışlık (kışlak-köy) lar ve şehirlerde yaşamışlardır. O dönemlerde yerleşik hayattan ziyade göçebe hayat tarzı daha yaygındır. Bu yüzden Turan devletinin bir değil, bir kaç başkentleri ve merkezi şehirleri olmuştur, diyebiliriz.
Alp Er Tunga savaşlarda cesur, çevik, mert ve mahir komutan olmuştur. O, ünlü bir devlet adamı olarak Turan devletini yaklaşık otuz sene adaletle idare etmiştir.
Alp Er Tunga Turan düzlüklerinde yaşayan tüm Türk kavimlerini birleştirmek için durmadan mücadele etmiştir.
Er Tunga, Doğuda Uygurlara karşı savaş yapmıştır. O İrtiş Nehri kıyılarına askeri bir hamle yaparak, Basmil kavmini kendine bağlamıştır, Turan’daki tüm Türki halkları bir devlet çatısı altında birleştirmiştir (?).
Alp Er Tunga’nın çocukları da tıpkı babası gibi Turan’da birçok şehir ve köyleri inşa etmiştir. Kaşgarlı Mahmut’un ‘Divan-i Lugatit-Türk’ eseri bilgilerine bakıldığında, Alp Er Tunga’nın Kaz isimli bir kızı olmuş ve o şimdiki İran’daki Kazvin ve Kum şehirlerini inşa etmiştir. Türklerin sınır şehri olan Kazvin şehrinde prenses Kaz (Qoz), kaz oynarmış. Şehir adı Kaz sözünden gelmektedir. Şehre kurucusu prensesin adı verilmiştir ve Kazvin, Kaz şehri anlamına da gelmektedir. Şehrin başka bir manası Kız şehri anlamındadır. Kum şehri etraflarında prenses Kaz, av ile meşgul olmuştur. Bu şehir Kumlu yerde kurulduğu için Türkçe isim ile adlanmış ve hakan ailesinin av meskeni olmuştur. Bunun yanı sıra İli vadisine (Doğu Türkistan) akan büyük suyun Kaz suyu diye adlandırılma sebebi de burada prenses Kaz’ın nehir suyu kıyısında büyük bir kule kurdurması sebebiyle olmuştur.
Divan-i Lugatit-Türk’te yazıldığına göre, Tarım sözcüğü Afrasyab evlatlarından olan hatunlara nisbeten kullanılmıştır. Katun kelimesi, Afrasyab’ın kızlarına ait bir kelimedir.
Kaşgarlı Mahmut’un bilgilerine göre, Alp Er Tunga’nın Bakan ve Barsağan denilen iki oğlu olmuş, onlar Fergane vadisinde hükümdarlık yapmışlardır. Barsağan, bu hudutta Barsağan ve Barman şehirlerini kurmuştur. Bazı araştırmacılara göre, Merv şehrini de Alp Er Tunga’nın başka oğlu Marvi Şah-i Cihan yaptırmıştır. Orta çağ dönemine ait tarihi kaynaklarda Merv şehri yüceltilerek, Merv-i şah-i cihan (Merv – cihanın şah kenti) diye boşuna medhedilmemiştir. Kaşgarlı Mahmut’un fikrince, Merv’i Afrasyab’ın kendisi inşa etmiştir. Kaşgarlı’nın divanına dayanarak, bazı araştırmacıların hulasalarına göre, Alp Er Tunga’nın merkezi şehri Kaşgar olmuştur. Ama Kaşgarlı Mahmut’tan önce yaşamış Narşahi’nin fikrlerine göre, Buhara şehri Afrasyab devletinin payitahtı olmuştur.
Alp Er Tunga Turan’da istikrara kavuştuktan sonra, Türkler yurduna her zaman tecavüzde bulunan İran’a karşı savaş başlatmıştır. Alp Er Tunga kendi düşmanları ve kendine itaat etmeyen kabilelere karşı şefketsiz bir hükümdar, ama dostlarına ve kendi halkına karşı cömert ve mert bir hükümdar idi. Alp Er Tunga kurnazlığı bilmeyen, doğru sözlü ve dürüst Türk Alpı olmuştur. O, büyük ordu ile İran üzerine yürümüştür. Alp Er Tunga İran’ı zabtettikten sonra, orada 12 yıl padişahlık yapmıştır. Sonra onunla İranlılar arasında barış şartnamesi düzenlenmiştir. Bazı edebiyatlarda İran ile Turan arası Ceyhun (Amuderya) ile sınırlandığı hakkında yanlış yazılarla karşılaşılır, aslında, Amuderya ile tarihi Horasan ve Maveraünnehr sınırlanmıştır. Bu durumu meşhür alim Ebu Reyhan Biruni ‘Eski halklardan kalan kalıntılar’ eserinde şöyle tasvir etmiştir:
Afrasyab, İran şehrini aldıktan sonra, Tabaristan’da Manuçehr’i kuşattıktan sonra, Manuçehr ondan bir ricada bulunmuştur. Afrasyab, onun ricasının kabul etmiş ve İran şehrinden bir ok atımı kare yeri iade etecekti…[26].
Biruni, yaklaşık 40 sene sonra yazdığı başka bir eseri, ‘Kanun-i Mas’udi’ I (1037)’de bu fikrini şöyle devam ettirmiştir: Ariş’in Manuçehr ile Afrasyab arasında barış için ok atışı da şu güne denk gelmiştir. Bu barışa göre atılan okun yettiği yer Manuçehr’inki olurmuş. Dediklerine göre, o Ruyan Dağı’ndan atmış, uzağa atılmış şu ok Fergane ve Tabaristan arasına düşmüştür[27].
Alp Er Tunga ile barış antlaşması akdettikten sonra, bağımsızlığını tekrar elde eden İranlılar barış akdedilen Tir-i Mah (ok atılan ay)’ın on üçüncü günü – ruz-i tir (ok atılan gün)’i, yani, tirgan gününü bayram yaparak, her sene büyük bir coşku ile kutlamışlardır. Bu konuda Biruni de her iki kitabında da değerli bilgiler zikretmiştir.
Avesta, Afrasyab ve Buhara
Alp Er Tunga, M.Ö. VIII. yüzyılda Buhara yakınındaki Romitan şehrini kurmuştur. Bazi bilgilere göre, Buhara hisarını (şehrin eski kısmı) da o inşa etmiştir. Bu konuda meşhür tarihçi Ebu Bekr Muhammed bin Cafer Narşahi (899-959) ‘Buhara Tarihi’ eserinde fikir bildirmiştir.
‘Ramtin’in (Ramitan) Büyük bir kalesi vardır. Muhkem bir köydür. Buhara şehrinden daha eskidir. Bazi kitaplarda o köye Buhara demişlerdir. Eskiden padişahların ikamet ettikleri yer idi. Ancak Buhara şehri kurulunca padişahlar sadece kışın bu köyde kalmışlardır… Bu köyü Afrasyab kurmuştur. Afrasyab ne zaman bu vilayete gelmiş ise, bu köyden başka bir yerde kalmamıştı[28].
Buhara Tarihi eserinin Yeni Buhara (Kagan)’da 1904 yılında Mulla Sultan tarafından neşridilmiş nüshasında Alp Er Tunga’nın kızı ve Ramitan ile ilgili aşağıdaki bilgiler nakledilmiştir: Söylerler ki, Afrasyab’ın bir kızı olmuş, onun hep başı ağrır imiş. Ramitan’a gelip ikamet ettikten sonra burasının havası iyi ona gelerek, dertten arınmış ve bu yere Aram-i ten yani Ten rahatı ismi verilmiştir. Sonradan halk bu yere ise Ramitan demiştir[29].
Afrasyab’ın kurdurduğu eski Ramitan şehri şimdiki Buhara’dan tahminen 20 km uzaklıktadır. Bu, yer vahanın güzel ve hoş manzaralı bir yerindedir. Burada Alp Er Tunga ile birlikte onun büyük hanedanı, saray çalışanları, bekleri ve komutanları da ikamet etmiştir. Ama Ramitan kelimesini toponimi açısından sadece hakan kızının baş ağrısı tedavisi ile izah etmek doğru olmaz. Bununla beraber, Afrasyab yaptırdığı Ramitan şehrinin coğrafi yeri şimdiki Ramitan ilçesinin bürokratik merkezi Ramitan şehrinden başka yerde olup, o halk arasında kermen (Ramitan kalesi) ismi ile meşhürdür. Bunun dışında Ramuştepe harabeleri Candar ilçesi hududunda bulunmaktadır.
Avesta metni üzerinde yapılan son araştırmalara göre, Ramtin ve Ramuş (şimdiki Ramitan) şehirlerinin adı Zerduştlük inancının ilahlarından birisi – iyi yaylaklar bahşeden büyük ilah Rom isminden alınmıştır. Dikkate değer husus şu ki, ilah Ram adı da Aram (Rahat-Sakinlik) anlamını verir. Rom, hava ilahi de sayılmış. Zerdüşt inancının kutsal kitabı Avesta’da bu ilahın adı Ram, Rama, Raman şekillerinde zikredilmiştir. Zerdüşt inancına göre, ayın yirmi birinci gününü korumak ilah Ram’ın görevi olmuştur. Avesta’da on birinci ‘Ram yaşt’ bu ilaha yönelik özel övgülerden oluşur. Avesta’da Ram ilahi İyi yaylaklar sahibi sıfatıyla tarif edilir ve ilah Mehr ile yanyana konulur:
Rayumand ve Farrihmand Ahura Mazda, Amşosipandlar, geniş yaylaklı Mehr, iyi yaylaklar bağışlayıcı Ram…
Överim bin kulaklı, bin gözlü geniş yaylaklı Mehr, o büyük ilah – iyi yaylaklar armağan edici Ram’i![30]’
Böylece, iyi yaylaklar sahibi olarak yüceltilen büyük ilah Ram’ın adı, Afrasyab ve onun torunu tarafından inşa edilen Ramtin ve Ramuş (şimdiki Ramitan ilçesindeki Ramitan kalesi ve Candar ilçesi Ramuştepe harabeleri) şehirlerine verilmiştir. Ramitan yaylaklarında bin yıllar devamında dünyaca meşhür Buhara Karakul koyunları beslenmiştir. Şimdi de Ramitan ilçesi hududu sınırsız Kızılkum Çölü’nün en iyi yaylakları sayılır. Bunun haricinde Ramitan sözcüğü Türklerin Mitan boyundan ortaya çıkmıştır görüşü de vardır.
Tarihi kaynaklarda aktarıldığına göre, İran padişahi Keykavus’un oğlu Siyavuş babası ile arası açılmış, Turan hakanı Alp Er Tunga’nın yanına gelmiştir. Alp Er Tunga onu iyi karşılar. Kaşgarlı Mahmut’un yazdığına göre, hakan kendi kızı prenses Kaz’ı Siyavuş’la evlendirir. Hatta tüm mülkünü damadına teslim eder. Ama Pers edebi kaynaklarında, özellikle, Pers-Tacik şairi Firdevsi’nin (tah. 943-1030) Şah-name eserinde Franghrasyan (Afrasyab) Siyavuş’u önce iyi karşıladığını, ona kızı Farangis’i verdiğini ve sonra entrika ile öldürdüğünü beyan etmiştir. Bu olaylar tarihçi alim Narşahi tarafından 943 yılında yazılan Buhara Tarihi kitabinin ‘Buhara Arkı’nın inşa edilişi hakkında’ adlı 8.kısımda nakledilmiştir.
Ebu-l Hasan Nişaburi’nin Hazain ul-ulum eserinde nakledilir ki, Buhara kalesinin, yani, Buhara Arkı hisarının inşa edilmesine şu olay neden olmuştur: Siyavuş bin Keykavus kendi babasından kaçar ve Ceyhun Nehri’ni geçerek, Afrasyab’ın yanına gelir. Afrasyab, onu iyi karşılamış ve onu kendi kızıyla evlendirmiştir. Hatta dediklerine göre, bütün mülkünü de ona teslim etmiştir. Bu vilayet kendisine ödünç olarak verildiği mekan olduğundan, Siyavuş burada bir hatıra bırakmak ister… (Kimlerdir) [Eserin Buhara nüshasında eklenmiş: Afrasyab’ın kardeşi Karşyuz] onunla Afrasyab’ın arasını bozmuş ve sonunda Afrasyab onu öldürmüştür. O kalenin doğu kapısından girildiğinde (Dervaze-i Ğuriyan , bazi kaynaklarda: ‘Dervaze-i Guriyan’ – K.R.) diye nakledilmiş, Samanfuruşler dervazesinin içerisinde defnetmişler. Bu yüzden Buhara ateşperestleri o yeri aziz tutmuşlar (eserin Buhara nüshasında ek var: onun mezarını Siyavuş Veli mezarı derler) ve ona adak olarak her erkek her sene Nevruz gününde güneş doğmadan önce orada birer horoz kurban edermiş. Buhara ahalisinin Siyavuş’un öldürülmesine bağışlanan ağıtları var. Bu ağıtlar vilayetlerde yaygındır. Besteciler ona göre beste yapmışlar ve şarkıya dönüştürmüşler. Şarkıcılar onu ‘Ateşperestler ağıtı’ derler. Bu olayların vuku bulmasından şu ana kadar üç bin yıldan fazla zaman geçti’[31].
Narşahi eserinde Buharalıların yaktığı ve Siyavuş’un ölümüne adanmış ağıtlar hakkında yine şöyle yazmıştır: Buhara ahalisi Siyavuş’un öldürülmesi hakkında güzel ağıtlar yakmışlar; besteciler bu şarkıyı Kin-i Siyavuş- Siyavuş’un Savaşı demişlerdir’[32].
Biruni’ye göre, Harezm’de hükümdarlık eden Afriğiler Sülalesi’nin şeceresi (Harezmşahlar) aynen Siyavuş’tan başlamıştır.
Böylece, Alp Er Tunga tarafından Buhara hisarının temeli atılmıştır. Buhara şehrini Siyavuş kurmamıştır. Yukarıda izah ettiğimiz gibi, Narşahi kendi eserinin başka bir yerinde Buhara hisarını Afrasyab bina etmiştir gibi kesin bir bilgiyi zikretmiştir. Böylece Afrasyab’ı kurucu bir hükümdar olarak göstermiştir. Narşahi’nin eserini 943 yılında yazdığı dikkate alındığında, bu olayların dört bin yıl önce yaşanmıştır.
Narşahi’nin, eserinde Ebul Hasan Nişaburi’den aldığı bu tarihi delillerden anlaşıldığı gibi, Alp Er Tunga, kurucu bir hükümdar olmuştur. Eski Ramitan ve Buhara kalelerini yaptırmıştır. Bu vilayete geldiğinde kendisinin kurduğu ve padişahların daimi karargahı olan Ramitan’da kalmıştır. Narşahi, Tabari, Nişaburi gibi itibarlı Doğu tarihçilerinin bu fikirlerini onlardan tahminen 100-150 yıl sonra yaşamış olan büyük alimlerimiz Biruni, Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacib de kendi eserlerinde zikretmişlerdir. Ama bir çok Pers kaynaklarında tarihi şahsiyat olan Alp Er Tunga hakkında mesnetsiz ve olumsuz fikirler aktarılmıştır. Narşahi, eserinde Alp Er Tunga konusunda bilgi veren Pers kaynakları hakkında şöyle şöyle demektedir: Perslerın kitaplarında yazılanlara göre Afrasyab, iki bin yıl yaşamıştır. O, büyücü olup, Nuh’un çocuklarındandır. Siyavuş adlı damadını öldürmüştür…’[33]
Bize göre, Perslerin kitaplarında zikredilen Afrasyab hakkındaki böyle yalan fikirlerin hiç birini izah etmeye gerek yoktur. İlk çağlarda Türler (Turan) ile Persler (İran) arasındaki askeri ve siyasi rekabet ve muhalefet, Alp Er Tunga hakkında Türkçe kaynaklarda olumlu, Farsça kaynaklarda ise olumsuz değerlendirmelere sebep olmuştur.
Özbek halkının tarihi geçmişi ve büyük devletçilik tarihinin temelinde duran Turan devleti bundan tahminen 2700 yıl önce aynı Alp Er Tunga (Afrasyab) tarafından kurulmuştur. Bu devlet Turan düzlüklerinde hayvancılıkla uğraşan Sakalar-İskitler kavmi tarafından inşa edilmiştir. Devletin teşekkülünde yerleşik halde Zerefşan vahası (Soğdiana)’da yaşayan Soğdlar ve Kadim (Eski) Harezm’de yaşayan Harezmliler da aktif olarak katılmışlardır. Turan Devleti’nin ilk başkentleri Buhara ve Semerkand şehirleri olmuş. O yüzden de savaşlar zamanında Med ülkesinde helak olan Alp Er Tunga (Afrasyab), vasiyetine binaen, kendi kurduğu Buhara şehrinde defnedilmiştir. Buna benzer bir olay Afrasyab’ın vefatından 2035 sene sonra büyük sahipkıran Emir Timur’un Çin’e doğru yürüyüşü esnasında Otrar şehrinde tekarrür etti. Timur da vasiyetine göre, devletinin başkenti Semerkand şehrinde defnedilmiştir. Şimdiki Özbek halkının ecdatları olan Türler, Sakalar (Şaklar), Massagetleri Soğdlar, Harezmliler, Baktrialılar, sonradan ise Türkler gibi çeşitli isimler ile adlandırılmıştır.
Afrasyab’ın hayatında Buhara şehrinin önemli yeri vardır. Bu durumu şöylece ciddi sebepler ile izah edebiliriz:
İlk olarak, Buhara şehri, Turan devletinin ilk başkenti olmuştur. Buhara, kolay coğrafi meskende – Turan bölgesinin merkezi kısmında yerleşmiştir. Kızılkum ve Karakum çöllerini ayıran yerleşik bölgelerde yaşayan Türkler ile göçebe Türk kavimlerini bir birine bağlayan kavşağın merkezi kısmında bulunan Buhara şehri Türkler tarafından kurulmuştur. Buhara vahasının kuzeyindeki büyük Verdane köyü hakkında Narşahi şöyle yazmıştır: O, Türkistan’ın sınırında yerleşmiştir’.
İkinci olarak, Afrasyab’ın doğduğu mesken hakkında tarihi bilgiler mevcut değildir. Ama, o Turan düzlüklerindeki bozkır veya ona sınır olan vahada büyüdüğü, yetiştiği ve tüm Türk kavimlerini birleştirerek, bağımsız Turan devletini kurduğu, tarihi bir gerçektir. Buhara şehrinin tam yaşını ortaya çıkarmak için Afrasyab’ın yaşadığı devri esas almak gerekir. Buhara’nın kurucusu Afrasyab ise demek ki, Buhara vahasının şehircilik tarihi ve medeniyetini de Afrasyab’tan başlatmak gerekir. Şimdiye kadar Buharalılar arasında Afrasyab hakkında çeşitli söylentilerin dolaşması, Narşahi bilgileri ile bu düşüncelerin birbirini tamlaması boşuna değildir.
Üçüncü olarak, Afrasyab ve onun çocukları Buhara şehri ve ona komşu hudutlardaki şehir ve köylerin gelişimine büyük önem vermişlerdir. Afrasyab’ın Buhara haricinde Ramitan şehrini kurması Afrasyab’ın kızı ile Ramitan hakkındaki rivayetler sadece kitaplardan kitaplara nakledilen anlatı değil, belki uzak tarihimizin bize gizemli olan sır ve esrarlarının yansımasıdır.
Dördüncü olarak, Afrasyab uzak Med ülkesinde düşman elinde kurnazlıkla öldürüldükten sonra, vasiyetine göre cesedi Buhara şehrine getirilerek, Ma’bet dervazesi önündeki büyük tepelik üzerine defnedilmiştir. Eğer Buhara şehri o zamanda Turan devletinin başkenti olmasaydı, Afrasyab burada defnedilmezdi.
Alıntı Kaynak: I. Uluslararası Türklerde Tarih Bilinci ve Tarih Yazıcılığı Sempozyumu – (23 – 25 Ekim 2014 Zonguldak/Türkiye)
“SAKA”LAR, İrani bir halktır(İlber ORTAYLI). İnanmıyorsanız,kendisine sorabilirsiniz.
Batı düşüncesinden bakınca öyle görünüyor. Gerçeğini ise sitemizdeki “Sakalar”araması ile çıkan sonuçlara da bakmanızı öneririz. Konunun Uzmanları tarafından ele alınan konu okunmaya değer diye düşünüyorum.