Halk şairi kimliğini kazanmış ünlü Fransız yazar ve şair Victor Marie Hugo (1802–1885), bir milletin büyüklüğünden bahsederken: “Bir milletin büyüklüğü, nüfusunun çokluğu ile değil, akıllı ve fazilet sahibi adamlarının sayısı ile belli olur.” demiştir. Victor Hugo’nun bu sözleri, Kazan Tatarlarını tanımlıyor sanki. Tüm dünyadaki Kazan Tatarlarının sayısı 7 milyon civarındadır. Kazan Tatarlarının yaklaşık %25’ı Tataristan’da, diğer %75’i ise Tataristan’ın dışında yaşamaktadır. Ayrıca 1 milyondan fazla Tatar Türkiye, Romanya, Bulgaristan, Almanya, Çin, Amerika, Finlandiya v.s ülkelere dağılmış durumdadır. Kaderin acı cilvesi sayesinde dünyanın çeşitli ülkelerine dağılan Kazan Tatarları, sayıca az ve birkaç yüzyıl Rus işgali altında yaşayarak yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olmalarına rağmen dünyaca tanınmış yazar, tarihçi ve aydınlar yetiştirmiştir. Bu aydınlar dünya medeniyetinin gelişmesinde büyük katkılarda bulunmuşlardır.
68.000 km.² yüzölçümüne sahip olan Tataristan’da 43 bölge bulunmaktadır. Her bölgenin kendine özgü özellikleri ve güzellikleri, bunun yanı sıra ünlü şahsiyetleri de vardır. Bölgelerin havasından mıdır suyundan mı bilinmez, örneğin birçok ünlü yazar ve şair Kazan artında bulunan Arça bölgesinden çıkmıştır. Ünlü Tatar şairi Abdullah Tukay (1886–1913) Kuşlavıç, yazar Muhammet Mehdiyev (1930–1995) Göbercek, Stalin Devri kurbanı ünlü yazar ve gazeteci Mehmüt Galeu (1886–1938) Taşkiçü, edebiyat eleştirmeni Farvaz Miñnullin (1934–1995) Arça bölgesinin İşnarat köyündendir. Tataristan’ın güney doğusundaki Elmet bölgesinden ise ünlü gazeteci ve yazarlar çıkmıştır. Yazar ve gazeteci Rizaeddin Fahreddin (1858–1936) bu bölgenin Kiçüçat köyünden, siyaset yazarı, edip ve gazeteci, Stalin Devri kurbanı Fatih Kerimi (1870–1937) ise Miñlebay köyündendir. Ünlü Tatar yazarı ve gazeteci Fatih Emirhan (1886–1926), Stalin Devri kurbanı ünlü tarihçi Gaziz Gobeydullin (1887–1938) o zamanın medeniyet merkezi olan Kazan şehrindendir. Kazan Tatarlarının tüm yazar, aydınlarını yazmaya kalkarsam bir kitap yazsam bile az olur. Onun için bu listeye burada virgül koyarak, doğup büyüdüğüm Yeşel Üzen (Yeşil Vadi) bölgesinin yetiştirdiği Tatar bilginlerinden bahsetmek istiyorum. Yeşil Üzen bölgesi, adından da belli olduğu gibi yemyeşil bir cennet bahçesi gibi güzeldir. XIX. ve XX. Yüzyılın ikinci yarısında Tatar bilim dünyasının önemli dilcileri Yeşil Üzen bölgesinde dünyaya gelmiştir.
KAYYUM NASİRİ’NİN HAYATI
Tatar ulusal uyanışı ve bilimsel aydınlanmasının simgesi olan Abd-ül-Kayyum Nasiri, 14 (2) Şubat 1825 yılında Yeşil Üzen bölgesinin Yukarı Şırdan köyünde 6 çocuklu ailenin 2.çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Zamanının aydınları olarak bilinen aile fertlerinden gelen yetenekten Kayyum Nasiri da nasibini almıştır. İlk eğitimini babası Abd-ün Nasir’den alan Kayyum 1841 yılında tahsil için Kazan’a gitmiş ve Kazan’ın Beşinci Mahalle Medresesi’ne kaydolmuştur. 1855 yılına kadar bu medresede eğitim gören Kayyum Nasiri, Arap ve Fars dillerinin yanı sıra gizlice Rus dilini de öğrenmiştir. Rusça öğrenmek o zamanlar ulema tarafından yasaklandığı için Kayyum Nasiri bir ilki gerçekleştirmiştir. Rus dilini bilmesi onun için iş imkânı sağlamıştır. 1855 yılında Kayyum Nasiri, erkek ve kız çocukları için dini ilkokul olan Duhovnoye Uçilişçe’ye Tatar Dili öğretmeni olarak göreve başlamıştır. Bu Nasiri’nin ilk öğretmenlik deneyimi olup, daha sonra Ruslar için dini ortaokul olan Duhovnaya Seminariya’da öğretmenlik işine devam etmiştir. Nasiri, bu yıllarda Rus öğrenciler ile konuşarak Rusçasını daha da geliştirmiştir. Esas maksadı misyonerlik olan bu okullarda Kayyum Nasiri’nin neden çalıştığını, Ali Rahim “Kayyum Nasiri’nin tercüme-i hali” adlı makalesinde, “kusursuz bir şekilde Rusça öğrenmek ve bu yoldan batı ilimlerine ve üniversite muhitine nüfuz etmek arzusu ile izah etmektedir”.[1] Sonraki yıllarda Kayyum Nasiri serbest dinleyici olarak Kazan Üniversitesi’ne girmiştir. Kendini Tatar milletini aydınlatmaya adayan bu şahsiyet ders kitapları yazarak, takvimler çıkararak, çevriler yaparak ve öğrencilere ders vererek varlık ile yokluk arasında geçimini sağlamaya çalışmıştır. Telif hakkı olarak alan paralarını diğer eserlerini bastırmak için harcadığından elinde pek parası olmamıştır Kayyum Nasiri’nin.
1879 yılından başlayarak Kayyum Nasiri resmi olarak hiçbir yerde çalışmamış, ömrünün kalan kısmını yazarlık işine adamıştır. 1885 yılında Nasiri Kazan Üniversitesi’nin Arkeoloji, Tarih ve Etnografya Cemiyeti’nin aslî azası olarak seçilmiştir. Bu yıllarda onun eserleri – talebeler, Rus aydınları ve Türkologlar arasında tanınmıştır. Tatar yazar ve gazeteci Ayaz İshaki (1878–1954) Kazan’da Gölboyu Medresesi’nde tahsil gördüğü yıllarda Kayyum Nasiri’nin eserleri ile tanışmış, birkaç kez ona sokakta rastlamış ve evine gidip görüşmüştür. Ayaz İshaki, Nasiri hakkında Milli Yol dergisinde şunları yazmıştır: “ O devirde yaklaşık olarak, 1895–1896 yıllarında ben, Kayyum Nasiri’nin bir hayli eseri ile tanışmış bulunuyordum. Birkaç kere “Piçen Pazarı” ( Kuru ot pazarı, burada Kazan’ın merkezinde bulunan bir çarşı) çevresinde kunduz kalpaklı, eski moda geniş cüppeli, meshi başmaklı (deriden), orta boylu “Sukır Kayyum” (Kör Kayyum)’a rastladığımı hatırladım. Onun hakkında medresede türlü türlü hikâyeler söylenirdi. O, medrese görüşü açısından, ne Şahabettin Mercani[2] gibi “mu’tezile”[3], ne de İsmail Bey (Gaspralı)[4] gibi “dehri” idi. O yarı yarıya gülünç, yarı da acınacak, biçare olarak tasvir edilirdi. Bu tarif biz gençlerde onu görme merakı uyandırır, onu ziyaret etmeyi tasarlardık. Ancak, bu cüreti kendimizde yeteri kadar bulamadığımızdan hep geciktirirdik. Medresede Usulü Cedid ve Usulü Kadim (tedrisi) nizaları çok kuvvetli olduğu günlerde, ben bir arkadaşım ile onu görmeye gittim. Abdülkayyum Nasiri, o zamanlarda “Piçen Pazarını” (Kazan’da bir çarşı – Saman Pazarı) çevrilip meydana çıkan sokağın başındaki evin avlu içindeki bölümünde oturuyordu. Bu evi Kazan’ın yeni fikirli (aydın) tüccarlarından olan Süleyman Ayıt’ın[5] oturmak için ona tahsis ettiğini ve kira almadığını söylerlerdi. Ne gibi konular üzerinde konuştuğumuzu unuttum. Ancak, onun kıyafeti gözümün önünde duruyor. O, bizi kısa ceket giymiş, ayağına da takunya geçirmiş bir şekilde karşıladı. Gözlerinin zayıflığı açıkça görülüyordu. Evin her tarafında kitapla dolu pek çok raflar dizilmiş, önüne de adi bir masa konmuştu. İkinci kere gittiğimde ben yalnızdım. Bu sefer görüştüğümüzde Abdülkayyum Nasiri, ne sebeptendir hep beni konuşturdu. Eserlerini gösterdi. Rusça öğrenmenin gerektiğini anlattı. Şu sırada yemeği de pişmiş olduğundan olacak – herhalde – bana yemek yedirdi. Üçüncü defa gittiğimde ben ondan “Rusça-Tatarca Lügat” kitabını satın almaya gittim. Konuşmamızın ayrıntılarını bilmiyorum artık. Ancak, o, Kazan ulemasından, zenginlerinden “hizmet değerlendirmesini bilmiyorlar” diyerek şikâyet ediyordu. Biz gençlerin “Uluğ Hazret” olarak tanıdığımız hocalara “nadan” (cahil), “aptal” gibi sözler kullanıyor ve bizleri şaşkına döndürüyordu. Umumiyetle dünyaya küskünlüğü, muhitinden narazılığı, her şeye öfkeyle bakması sözlerinden, muamelesinden belli oluyordu.”[6] Kayyum Nasiri’nin hayata olan bu küskünlüğü ve öfkesi zor şartlar ve talihsiz geçen şahsi hayatından olsa gerek. Evlendiği eşiyle Kayyum Nasiri ancak bir yıl kadar yaşayabilmiştir ki, eşi doğum sırasında vefat etmiştir. Eş ve çocuk acısını üzerinden atamayan Nasiri bir daha evlenmemiş, hayatını bekâr olarak sürdürmüştür. Kayyum Nasiri’nin Kazan ulemasından ve zenginlerinden şikâyet etmesi geçmiş tarihte yaşanan acı olaylardan ortaya çıkmış olmalıdır ki, Kazan Hanlığı’nın son melikesi Söyembike hakkında “Şura” dergisinde şu satırları yazmıştır: “Eğer Süyünbike Başkurtların memleketinde olmuş olsaydı onu Başkurtlar hiçbir zaman Moskoflara vermezlerdi.”[7] Tatar halkının bulunduğu durum Kayyum Nasiri’yi doğal olarak derinden etkilemiştir. Kazan Hanlığı Ruslar tarafından işgal edilmemiş olsaydı Kazan Tatarları o günlerde daha farklı, özgür ve mutlu bir şekilde kendi bağımsız devletlerinde yaşarlardı. Kayyum Nasiri yukarıdaki sözleri bunları düşünerek söylemiştir.
Kayyum Nasiri, hayatının büyük bir kısmını Kazan’da geçirmiş olup, birkaç kez ağabeyi Abdülhey yanına Moskova’ya, sınav için Ufa’ya ve 1893 yılının yaz aylarında Orenburg’a gitmiştir. Kayyum Nasiri doğup büyüdüğü köyüne her yaz gitmiş, burada köy halkı ile tarlalarda çalışmıştır. Ayrıca komşu köyleri de gezerek köylülerle sohbet etmiş, folklor ve tarihi kaynakları araştırmıştır.
Kayyum Nasiri boş zamanlarında el işleri ile uğraşmıştır. Kitap çitlemek, ev eşyaları yapmak, harita çizmek, resim yapmak gibi işlerle meşgul olan Kayyum Nasiri: “ Daima yazı yazmak yoruyor, kanları uyuşturuyor, ben her gün bir iki saat çalıştıktan sonra, bu aletlerle kendime lazım olan eşyaları yapıyorum”[8] demiştir. Ömrünün sonlarına doğru felç geçiren Kayyum Nasiri iyimserliği ve gayreti sonucu ayağa kalkmıştır. Sağlıklı günlerini yalnız geçiren Kayyum Nasiri’ye hastalıkta da yardım elini uzatan olmamıştır. Möhemmediye Medresesi talebeleri dışında ne kimse kapısını çalmış, ne de hal hatır sormuştur. Tüm ömrünü Tatar milletinin aydınlanmasına adayan bu büyük şahsiyet 1902 yılının 20 Ağustos (2 Eylül) tarihinde hayata gözlerini yummuştur. Kayyum Nasiri Kazan’ın Yeni Biste Mezarlığına defnedilmiştir.
KAYYUM NASİRİ’NİN ESERLERİ
Ünlü Tatar bilgini Kayyum Nasiri birçok alanda çalışmış olan bir şahsiyettir. O – muallim, ders kitabı yazarı, çevirmen, filozof, filolog, tarihçi, etnograf, folklorcu ve ilk Tatar ansiklopedicidir. Çok yönlü çalışmalarından dolayı Kayyum Nasiri – Rus bilim adamı, yazar Mihail Vasilyeviç Lomonosov (1711–1765) ve İtalyan heykeltıraş, mucit Leonardo Da Vinci (1452–1519) ile kıyaslanmıştır. N.K.Dmitriyev karşılaştırma hakkında şunları yazmıştır: “ Bizim Lomonosov ve bazen onunla kıyaslanan mütevazı Kayyum Nasiri, dahi Leonardo Da Vinci ve onunla kıyaslanmayan Kayyum Nasiri – her üçü de bir birine benziyor: onlar hepsi ansiklopedicidir. Onlar kısacık ömürlerinde talep gören tüm ilimlere ve sanata temel atmaya acele etmiştir… Lomnosov kimdir: fizikçi mi, makine uzmanı mı, dilci mi, edebiyatçı mı? Leonardo Da Vinci kimdir sorusuna yanıt vermek daha da zordur… Kayyum Nasiri kimdir sorusunu yanıtlamak oldukça zordur. O, kendi ulusunun ve kendi döneminin oğlu olmuştur.”[9] Evet, Kayyum Nasiri her şeyden önce halkının sevgili oğlu olmuş ve bu tüm yaptıkları işlerden de üstündür. Tatar ulusuna olan karşılıksız sevgisi onu bu işleri yapmaya teşvik etmiştir.
Kayyum Nasiri’nin 40 tane eseri yayınlanmıştır. O, “Mecmegıl-ehbar” (Haberler kitabı) adlı ilk eserini 1959 yılında yazmıştır. Bu eserin halkın konuşma diline yakın olması açık şekilde kendini belli etmektedir. “Haberler Kitabı” hakkında Kayyum Nasiri şunları yazmıştır: “Köye dönüşümde ben bu eseri yanımda götürmüştüm. Bazı köylülere okudum. Ben okurken kendi aralarında “Baksana, konuştuğumuz gibi okuyor”,-dediler. Gerçekten de herkesin anlayacağı dildedir.”[10] Kolay dilde yazarak kitleleri aydınlatmayı hedef edinen Kayyum Nasiri, Türk yazar ve yayıncı Ahmet Mithat (1844–1912) ile mukayese edilmektedir. “Haber Kitabı” 1895 yılında yayımlanmıştır.
Kayyum Nasiri’nin 1860 yılında yayımlanan ilk eseri ise “Nahif Kitabı” Rusça öğrenmek isteyen Tatarları ve Tatarca öğrenmek isteyen diğer milletleri göz önünde bulundurularak Rus dilinde yazılmıştır. Nasiri çocuklar için de yazmıştır. 1860 yılında yayımlanan “Boş Zaman” (Buş Vakıt) adlı eseri okul öncesi ve ilkokul çocukları için hazırlanan: yağmur, çığ, kırağı, hava, dünya ve onun dönmesi gibi doğa olayları hakkında bilgiler içeren bir kitap olup, Tatar dilinde yazılan ilk edebi-bilimsel eser özelliğini taşımaktadır. İlk baskıda 12 sayfadan ibaret olan bu kitabın ikinci genişletilmiş 87 sayfalık baskısı 1868 yılında yayımlanmıştır. Böylece Kayyum Nasiri Tatar Çocuk Edebiyatı’nın da temelini atan birisidir.
Kayyum Nasiri’ye ilk Tatar ansiklopedicisi unvanını kazandıran dergiyi andıran takvimleridir. Bir milletin aydınlanmasında gazetelerin ne kadar önemli olduğunu bilen Nasiri “Tan Yıldızı” (Tañ Yoldozı) adlı gazete çıkarmak istemiş, fakat Çar Hükümeti’nden izin alamadığı için gazete çıkarma hayali suya düşmüştür. Kayyum Nasiri bu olumsuzluk karşısında niyetinden vazgeçmemiş dergi mahiyetinde takvim çıkarmaya karar vermiştir. Masa takvimi şeklinde hazırlanan bu takvim 1871 yılında yayımlanmaya başlanmıştır. 24 yıl boyunca aralıksız olarak neşredilen takvimlerde edebi ve bilimsel makalelerin yanı sıra güneş ve ay tutulması gibi doğa olaylarına da yer vermiştir. Bu tabiat hadiselerini önceden haber verdiği için Kayyum Nasiri’ye “din bozucu” lakabını vermişlerdir. Fakat o tüm bunları önemsememiş Tatar milletini aydınlatma yolunda emin adımlarla ilerlemeye devam etmiştir.
Kayyum Nasiri, en önemli çalışmalarını dil sahasında yapmıştır. Nasiri’nin dil bilgisi alanındaki çalışmaları hakkında değerlendirme yapan Prof. Dr. Vahit Hakov şunları yazmıştır: “O, dil biliminde S. Helfin, İ.Giganov, İ.Helfin, M.İvanov, S.Kuklyaşev, MG.Mehmüdov, A.Troyanskiylerden sonra yeni bir devir başlatmıştır.”[11] Tatar edebi dilinin gelişmesinde cesur adımlar atan Kayyum Nasiri, birçok alanda birden çalışmıştır. “Lehçe-i Tatari” adını verdiği 2 ciltten ibaret olan Tatar dilinin izahlı lügatini hazırlayan Kayyum Nasiri’nin bu kitabı 1895 yılında yayımlanmıştır. 10 000 civarında kelime içeren bu sözlükte: kelimelerin etimolojisi, anlamı, deyimler, tabirler yer almıştır. Sözlükteki kelimelerin %80’ı Türkî-Tatar, %20’si ise Arap-Fars dilinden giren kelimelerdir. Sözlük Tatar edebi dilinin kelime zenginliğinin bir örneğidir. Prof. Dr. Saadet Çağatay (1907–1989) Kayyum Nasiri’nin ölümünün ellinci yıldönümü münasebetiyle 1952 yılında yazdığı “Abd-ül-Kayyum Nasirî “ adlı yazısında “Lehçe-i Tatari” adlı eser hakkında: “Bu eserin yalnız 10 sayfasını gözden geçiren bir insan, hemen Nasiri’nin yazı dili bakımından geniş Türk dili bilgisine sahip olduğunu ve bir mütehassıs dilci olarak Tatarca’yı dar manada tanımadığını görür.”[12]demiştir. Alman asıllı Rus Türkolog F.W.Radlov (1837–1918), “Lehçe-i Tatari” sözlüğü hakkında: “Türkologlar için bu çok önemli bir kitaptır” [13]diyerek kitabın önemini vurgulamış ve eserin mutlaka Rusçaya çevrilmesi gerektiğini söylemiştir. Bu sözlük, Kayyum Nasiri’nin dil hakkındaki düşüncelerini ortaya koyan en önemli eseri olmasının yanı sıra Tatar dilinin ilk mukayeseli lügati sayılabilir.
Kayyum Nasiri, Rusça-Tatarca, Tatarca-Rusça sözlükler de hazırlamıştır. 1878 yılında onun 120 sayfalık Rusça-Tatarca Sözlüğü, 1892 yılında ise Lügati Rus adlı kitabı yayımlanmıştır. Matematik, coğrafya ve fen bilimleri sahasına da el atan Kayyum Nasiri, “İstilahat-ı Coğrafya” (1890), “İlmi Ziraat” (1892), “Coğrafya-i Kebir” (1894), “Coğrafya-i Kebir” II, III (1898–1899) vs. kitaplar yazmıştır.
1895 yılında Kazan’da yayımlanan “Enmüzec” adlı eserinde Kayyum Nasiri Tatar dilinin grameri üzerinde durmuştur. XIX. yüzyılının sonlarında sesli harfler için eklemeler yapılmaya başlamıştır. Tatar edebi dilinde olan karışıklık ve zorlukları ilk olarak Kayyum Nasiri dile getirmiştir. O yıllarda Tatarlar Arap alfabesini kullanmış, Kayyum Nasiri “Enmüzec” kitabında Tatar dilinde sadece 3 tane sesli olmadığını, seslilerin 10 tane olduğu ileri sürmüş ve bunu ayrı harflerle göstermiştir. Fakat onun bu girişimi faaliyete geçmemiştir. Bu akım taraftarlarını imlada “oncular” (10 sesli harf taraftarları) veya “yeni imlacılar” diye adlandırmışlardır. [14] Nasiri’nin “Enmüzec” kitabı zamanının dil bilginleri tarafından takdir edilmiştir. Bu eser, tarihi ve bilimsel değerini bugün de korumakta ve Türkologlar için başucu kitabı olmaya devam etmektedir.
Kayyum Nasiri, Rus dilini öğrenmek ve Rusça kitaplardan yararlanabilmek için ihtiyaç olan okuma kitaplarını da hazırlamıştır. 1889 yılında yayımlanan “Kıraatı Rus” adlı kitabı bunlardandır.1891 yılında yayımlanan Rusça gramer kitabı olan “Numune veya Enmüzec” adlı kitabında Kayyum Nasiri “ Etimoloji – bilimlerin anası, gramer – babasıdır” diyerek şöyle devam etmiştir: “Bu iki ilmi öğrenmekteki amaç şudur ki, konuşurken ve yazı yazarken dili yanlışlardan korumaktır… Bu iki ilmi bilmekten birçok ilim doğar.” [15] Ayrıca Nasiri Tatar dilini Rus dili ile kıyaslamış ve Rusça şiirleri Tatarcaya tercüme ederek, Tatar dilinin hiçbir eksiği olmadığını kanıtlamıştır.
Kayyum Nasiri – halk edebiyatını derleme, yayımlamanın yanı sıra çevriler de yaparak Tatar Edebiyatına önemli katkılarda bulunmuştur. Aynı zamanda Nasiri daha önce icat eden şairlerin eserlerini inceleme-araştırma işlerini başlatan kişilerden birisidir. Nasiri’nin Tatar Edebiyatı’na adım atması “Kırk Vezir” adlı eseri Osmanlıcadan Kazan Tatarcasına çevirmesi ile başlamıştır. XIV. Yüzyılda bir Arap yazar tarafından kaleme alınan bu eser “Kırk Gün ve Kırk Gece” adı ile yayınlanmış olup, XV. Yüzyılda Türk yazar Şeyhzade Ahmet Mısri tarafından tekrar değerlendirilmiş ve “Kırk Vezir” adını almıştır. Türkçesi 121 masaldan ibaret olan kitabı Kayyum Nasiri biraz kısaltmıştır. 1868 yılında yayımlanan bu kitap halk arasında büyük yankı bulmuş ve 8 defa basılmıştır. Dürüstlük, namusluluk, kahramanlık üzerine yazılan bu masallarda yalancı, kötü ve sinsilerin her zaman mağlubiyete uğradığı vurgulanmıştır.
1872 yılında yayımlanan “Ebu Ali Sina” adlı eserinde ise, Orta Asya’da yaşayan büyük bilgin – Türk İslam filozofu, hukukçu ve hekim İbni Sina[16] ( 980–1037) hakkındaki hikâyeler bulunmaktadır. Kayyum Nasiri’nin bu eseri Tatarcaya çevirmesi bir tesadüf değildir, İbni Sina’nın felsefi fikirleri, bilginin gelişiminde akıl, deney ve gözlemin ayrılmaz bir bütün olduğunu savunması Kayyum Nasiri’nin de ilkeleri ile örtüşmüştür. Eserin kahramanı zekâsı ve bilgisi ile padişahların önünde her zaman üstün çıktığını göstererek okurun dikkatini üzerine çekmiştir.
Kayyum Nasiri 1879 yılında “Fevakuhel-Cölasa Fil-Edebiyat” (Edebiyat Hakkında Meclislerin Meyveleri) adlı büyük bir eser üzerinde çalışmıştır. 615 sayfadan ibaret olan bu büyük eser 40 bölüm halinde sunulmuştur. Kitapta, Batı Edebiyatından örnekler, insanın ahlaki vasıflarını yansıtan felsefi fikirler, Tatar şairleri Abdurahim Utız İmeni (1754–1834), Abdulcebbar Kandalıy (1797–1860) şiirleri yer almaktadır. Bu eserin kısaltılmış şekli 1880 yılında “Kırk Bahçe” adı altında yayınlanmıştır. Eserde öğrenilmesi ve korunması gereken geleneklerden bahsedilmiştir. “Kırk Bahçe” kitabında hikmet, vecize ve özlü sözlere geniş yer verilmiştir. Onlardan bazıları: “Eğer birisine ilim öğretmek istersen, önce kendi kendini öğret”, “Büyüklük akıl, edep ile nesil-nesep ile değildir”. “Fevakuhel-Cölasa Fil-Edebiyat” adlı eserin tamamı 1884 yılında Kazan Üniversitesi Matbaasında basılmıştır. Önsözde Kayyum Nasiri kendini çevirmen ve hazırlayan olarak tanıtmıştır. Dil bilgisi üzerinde çalıştığı kitaplarındaki gibi Kayyum Nasiri bu eserinde de skolâstik edebiyattan kurtulup halk edebiyatına dikkat çekilmesi gerektiğinin altını çizmiş, eski fikirlerden kurtulmanın zorunluluğunu belirtmiştir. Bu eserinde Kayyum Nasiri yazar kimliğini de ortaya koymuştur.
Kayyum Nasiri’nin halk edebiyatı, etnografyasını toplaması, onları hazırlayıp sunması, yayınlaması Tatar Halk Edebiyatı’nın gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. O, Tatarların yanı sıra bu eserlerini Rus bilginlerine de tanıtmıştır. Konuyla ilgili Nasiri şöyle demiştir: “ Tatar hayatını aydınlatmada… uzun yıllar devamında bu hayatı araştırma ve gözlemlemeler üzerindeki çalışmalarımın sonucunu onlar (Ruslar R.K) ile de paylaşmayı kendime borç biliyorum”.[17]
Kayyum Nasiri birçok eserinde halka tarih bilincini aşılamak amacı ile tarihe de değinmiş ve önemli bilgiler vermiştir. Mitoloji ve etnografya hakkında yazdığı kitaplarında o, tarihçilerin araştırmadığı, hiç el atmadığı belgeleri bulup bilim dünyasına kazandırmıştır. “Bizim amacımız Rus tarihinde olmayan olayları, halk edebiyatındaki rivayetleri ortaya çıkarmaktır”[18] diyen Kayyum Nasiri, Tatarların tarih sayfalarında yer almasından yana tavır koymuştur. Konuyla ilgili 1880 yılında Petersburg’da yayınlanan “Tatarların İnanç ve İtikatları” ve Nasiri’nin ölümünden sonra 1926 yılında Kazan’da yayınlanan “Tatar Etnografyası Bilgileri” adlı eserlerini buna örnek olarak göstermek mümkündür.
Kayyum Nasiri aynı zamanda bir eğitimcidir. Eğitim ve terbiye ile ilgili söyledikleri sözleri bugün de güncelliğini korumaktadır. Nasiri, 1891 yılının takvimi için yazdığı “Terbiye” adlı makalesinde terbiye kelimesinin anlamını şu sözlerle izah etmiştir: “Terbiye ancak yedirip, içirip fiziksel olarak gelişme değildir, terbiye aklı ve zihni terbiye kılmaktır”[19] Kayyum Nasiri yazısında aile ve çevre terbiyesinin de kâmil olması gerektiğini vurgulamıştır. Nasiri çevri eserlerini seçerken terbiye ile ilgili konuların bulunmasına dikkat etmiştir.
Nasiri döneminde Tatarlarda müzik sanatına olan bakış açısı karışık olmuştur. Müzik dinlenmeli midir, dinlenmemeli midir gibi tartışmaların yaşandığı yıllarda Kayyum Nasiri müziğin faydalarından bahsetmiş ve müziğin ruhin gıdası olduğu fikrini ileri sürmüştür.
1882 yılında yayınlanan “Kabusname” adlı eserinde şairlerden söz ederken, şair şiirini yazarken anlamadığı bilmediği kelimeleri kullanmamalıdır, şiirindeki her kelimesi açık olmalı ve belli bir fikir taşımalıdır, şiirin belli bir amacı olmalıdır demiştir.
Kayyum Nasiri birçok alanda önemli çalışmalarda bulunan, söylediği fikirleri bugün de güncelliğini koruyan istisna insanlardan birisidir. O, tüm ömrünü ve eserlerini Tatar halkının milli aydınlanmasına adamıştır. Nasiri, Tatar milli aydınlanma yolunda bir meşale gibi yol göstericidir. Kayyum Nasiri Tatar edebi dilinin gelişmesi, sadeleşmesi için yılmadan yorulmadan çalışmıştır. Onun eserleri Tatar edebi dili tarihinde derin iz bırakmıştır. Milletine hizmet etmekten zevk alan Kayyum Nasiri’nin adı Tatar Dünyası’nın sınırlarını aşarak tüm Türk Dünyası’na da ulaşmıştır. “İkdam” gazetesi muharriri Ahmet Cevdet Bey’in Kazan’a gelerek Nasiri’yi evinde ziyaret etmesi onun dış Türkler arasında takdir edildiğinin göstergesidir. Ünlü Tatar yazarı, Stalin Devri kurbanı Mehmüt Galeü[20] (1886–1938) “Muhacirler” adlı tarihi romanında Ahmet Cevdet Bey’in Nasiri’yi ziyaretinden şöyle bahsetmiştir: “ Cevdet Bey’le Gülnar Hanım,[21]ünlü Türk yazarlardan olup, şimdi onlar Rusya gezisine çıkmışlar ve Kazan’dan geçerken, Türkiye’de “şimali Türkleri” diye adlandırılan İdil boyu Tatarlarının tanınmış şahsiyetleri ile fikir alışverişinde bulunmak istemişler… Onların Kayyum Nasiri’yi ziyarete gelmelerinin nedeni de budur.
Kapıdan ilk Gülnar Hanım girdi. Uzun boylu, pembe dudaklarının arasından inci gibi beyaz dişleri olan, parlayan güzel yüzlü bir bayandı. Arkasından Cevdet Bey göründü. O sakalını tıraş etmiş, uzun siyah bıyıklı, bakışlarından zeki birisi olduğu belliydi.
Odayı parfüm kokusu sardı.
Onlar Avrupa eğitimi almış, zarif kıyafetli, hareketleri kibar olan hakikaten “zıyalı insanlar” olup, onların kılık-kıyafeti odanın dağınıklılığı ile uyumsuzdu.
Kayyum amca toprak odasının misafirler üzerinde kötü etki bıraktığını anlasa da, renk vermedi, misafirlerle selamlaştı ve onlara oturacak yer gösterdi.
Misafirler, güzel kıyafetlerinin kirlenmesinden veya bir şeye takılıp yırtılmasından korkarcasına, tereddüt içinde sandalyelere oturdular. Önde gelen Tatar bilginin kıyafeti İstanbul’dan gelen misafirleri hayrete düşürmüştü. Onların bakışlarında buraya geldikleri için bir pişmanlık vardı.
Uzun sessizliği Cevdet Bey bozdu.
– Siz cenabı âlilere saygımızı gösterebildiğimiz için mutluyuz. Zamansız geldiysek, özür dileriz efendim!- dedi.
Kayyum amca onlara teşekkür ettikten sonra, kılık kıyafeti için özür diledi.
Yavaş yavaş sohbet başladı. Misafirler Kayyum amcanın ilmi çalışmaları, yazılan ve yazılacak olan eserlerini sordular; Kayyum amca bu sorulara kısa kısa yanıtlar verdi. Sonunda misafirler, bu ziyaretin anısı olarak ondan bir resim rica ettiler.
– Resme çekilmediğim için sizin bu ricanızı yerine getiremiyorum… Genel olarak resme çekilmeyi boş ve gereksiz bir iş olarak görüyorum, – dedi Kayyum amca.
Biraz daha konuştuktan sonra, konuşulacak bir şey kalmayınca, onlar büyük bir memnuniyetle “yeni Tatar medeniyetinin ocağı” olan bu evden gitmeye acele ediyorlardı.
Kayyum amca misafirlerini güler yüzle uğurladı, ancak misafirler gözden kaybolduktan sonra:
– Onlar Kazan’ı Paris sanmışlar galiba!… Kendileri burada yaşayıp çalışsalardı, bilirlerdi Tatar halkına hizmet etmenin ne olduğunu!- diyerek içende biriken kızgınlığını dile getirdi.”[22] (Çev. R.K.) Metinden de göründüğü üzere Kayyum Nasiri çok zor şartlar altında çalışmalarını sürdürmüştür. Bu parçayı Türk ve Tatar aydınları arasındaki farkın ne kadar büyük olduğunu göstermek için sundum. Rus esareti altında yaşayan Tatarlar şartlar ne kadar zor olursa olsun yazmaktan, üretmekten vazgeçmemiş ve Kayyum Nasiri gibi yüzlerce bilim adamı, aydın yetiştirmiştir.
Kayyum Nasiri’nin zamanında değeri bilinmemiştir. Ölümünden sonra takdir görmeye başladığı hakkında Prof.Dr. Saadet Çağatay şunları yazmıştır: “Nasiri ölümünden sonra hakkiyle takdir edilmeye başlamıştır. Genç nesil münevverleri tarafından “Kayyum Babay” (Kayyum Dede R.K.) diye adlandırılmaktadır. Yaşadığı devirde, saçtığı ilim ve irfan ışığı ile gereken vazifesini yapmış olduğu gibi, onun fikir ve sözlerinin yalnız o devre ait olmayıp, her devir için değerli olduğu artık anlaşılmıştır.”[23]
KAYYUM NASİRİ’NİN İZİNDEN GİDENLER.
Tatar Edebi Dilinin gelişiminde başlangıçların başlangıcı olan Kayyum Nasiri’nin işlerini devam ettirenler arasında ünlü eleştirmen, edebiyat bilgini, dilci, siyaset yazarı ve gazeteci, tarihçi, eğitimci, devlet adamı ve Tatar edebiyatının gelmiş geçmiş en ünlü roman yazarı, Stalin Devri kurbanı Alimcan İbrahimov (1887–1938) bulunmaktadır. O, Kayyum Nasiri’nin Tatar tarihindeki yerinden bahsederken Tatar halkının “büyük reformcusu, sade Tatar dilinin savunarak doğru yönü gösteren bilgindir” demiştir.[24]
Kayyum Nasiri’nin kardeşi Abdülkavi’nin kızı Hebire Nasiriye (1882–1912) de amcasının yolunu seçmiştir. Kayyum Nasiri yeğeninin gelecek vaat ettiğini daha küçük yaşlarında fark etmiştir. Hebire’nin bilimsel çalışmalarına amcasının etkisinden dolayı başladığı aşikârdır. Hebire Nasiriye’nin “Fars, Arap ve Türkî Lügati” 1902 yılında yayınlanmıştır. Bu kitap o günlerin en önemli problemlerinden birisi olan dil problemine atfedilmiştir. Nasiriye, o zamanlar Tatar dilinde halkın anlamadığı kelimeleri Türk lehçesinde vermiştir. Hebire Nasiriye bu kitabı hazırlarken Kayyum Nasiri’nin çalışma yöntemini kullanmış, amcasının fikirlerine de başvurmuştur. Hebire Nasiriye’nin diğer “Mözehike” adlı kitabı 1904 yılında Kazan’da yayınlanmıştır. Bu kitapta 80 civarında hikâye hem fıkra bulunmaktadır. Eser “Kızarsan okuma, sevmesen dinleme” cümlesi ile başlamıştır. Kitaptaki hikâyeleri birkaç konu başlığı altında toplamak mümkündür. Kitapta, toplumdaki adaletsizlik, zenginlerle fakirler arasındaki çatışmalar gibi konular ön plana çıkmaktadır. Tatar edebi dilinde XIX. yüzyılda meydana gelen çığırın gelişmesinde Hebire Nasiriye dilci ve folklorcu olarak büyük katkıda bulunmuştur.
Yeşil Üzen bölgesinin yetiştirdiği değerler XX. yüzyılın ikinci yarısında da kendinden söz ettirmiştir. Bu değerli insanlar bugün de Kazan Devlet Üniversitesi’nde[25] görevlerini sürdürmekte ve Türk-Tatar Dünyası için yeni bilinçli nesiller yetiştirmeye devam etmektedir. Bahsedeceğim bu hocalardan Kazan Devlet Üniversitesi öğrencisiyken ben de ders almıştım. Onların ilki, Rezeda Kadir kızı Ganiyeva’dır. Rezeda Ganiyeva (1932), Kayyum Nasiri ile aynı köydendir. Yukarı Şırdan köyünün adı şimdi Keçe (Küçük) Şırdan olarak değiştirilmiştir. Rezeda Ganiyeva, Kazan Devlet Üniversitesi’nin Tatar Dili ve Edebiyatı bölümünde eğitimine başlamış ve başarıyla bitirmiştir. Daha sonra yüksek lisans yapmak için Moskova Üniversitesi’ne başvuran Ganiyeva, üniversiteye kabul edilmiş ve 1964 yılında “Abdullah Tukay Yergisi” başlıklı tezini savunarak filoloji dalında doktor adayı olmuştur. Rezeda Ganiyeva 1963 yılından itibaren Kazan Devlet Üniversitesi’nin Tatar Edebiyatı kürsüsünde çalışmaya başlamıştır. Üniversitede Tatar ve Şark Edebiyatı Tarihi üzerine dersler vermektedir. Çalışmanın yanı sıra araştırmalarına da devam eden Ganiyeva doktora dersleri de almıştır. 1992 yılında “ Doğu Rönesans’ı ve Türkî Edebiyatlarda Onun Gelenekleri” başlıklı doktora tezini sunduktan sonra 1993 yılında profesör olmuştur. Ganiyeva, “Ayaz İshaki İcadı”, “Tukay İcadında Gerçekçilik Meselesi”, “Doğu Edebiyatında Edebi Yöntem Meselesi”, “Güldürü Teorisi” konulu bilim dalları üzerinde başarılı çalışmalar yürütmüştür. Aynı zamanda Ganiyeva, Tatar Edebiyatının Tarihi ve Teorisi, Tatar Edebiyatının Avrupa, Rus, Ukrayna, Arap, İran, Tacik ve Türk Edebiyatı ile olan bağları hakkında derin araştırmalar yapmıştır. Tatar Edebiyatı sahasına kendi öğrencilerini de çekmeyi başaran Rezeda Ganiyeva 7 kitap, 5’ten fazla ders kitabı ve 300’den fazla bilimsel makale yazarak bilim dünyasına katkıda bulunmuştur. Yukarıda da bahsettiğim gibi Rezeda Ganiyeva’dan ben de “Doğu Halkları Edebiyatı” dersini almıştım. Çağatay şairi ve devlet adamı Ali Şir Nevaî (1441–1501), şair ve düşünür Mevlâna Celâleddin Rumî (1207–1273) vs. hakkında ilk kez hocamızdan dinlemiştim. Daha sonra 1995 yılında evlenip Türkiye’nin Konya şehrine geldiğimde Mevlana Müzesini gezerken kulağımda hocamın anlattıklarını duyuyor gibiydim. Müzenin hediyelik eşyalar sattığı yerden Mevlana ile ilgili kartpostal, kitaplar alarak hocama götürüp hediye etmiştim. Çok sevinmişti… Şimdi aradan 15 yıl kadar zaman geçtiğinde, tekrar not aldığım defterlere şöyle bir göz gezdirdim, öğrencilik günlerim deldi aklıma. “Ne kadar çok şey öğretmişsiniz hocam, teşekkür ederim” demek geldi içimden, fakat ondan çok uzaklarda olduğum için bu sözlerimi söyleyemiyorum…
Yeşil Üzen bölgesinin bilim dünyasına kazandırdığı ikinci değerli şahıs Gomer Feyez oğlu Sattarov. Hocaların hocası olan Gomer Sattarov (1932), benim hemşehrimdir. Yeşil Üzen bölgesinin Molla İli köyünde dünyaya gelen Sattarov ilk-ortaokul ve liseyi bitirdikten sonra Kazan Devlet Üniversitesi Tarih-Filoloji kürsüsünün Tatar Dili ve Edebiyatı bölümünü kazanış ve 1955 yılında üniversiteyi başarıyla bitirdiği için aynı üniversitede göreve başlamıştır. Sattarov, “Yerli Lehçe Şartlarında V-VIII. Sınıflarda Tatarca Konuşma Kültürünü Geliştirme” konulu yüksek lisans tezini 1963 yılında savunmuştur. Tataristan’ı karış karış gezip araştırmalarda bulunan bu millet sevdalısı hocamız “Tataristan’ın Antroponimimi (kişi adlarını inceleyen bilim dalı)” başlıklı doktora tezini hazırlayıp sunmuştur. Tezi kabul gören Sattarov 1975 yılında filoloji doktoru olmuştur. Kazan Devlet Üniversitesinin Tatar Dili Bölümünde görev yapan Prof. Dr. Gomer Sattarov, Çağdaş Tatar Dilinin Leksikolojisi (sözlük bilimi), Türk-Tatar Onomastiğinin (özel adlar ve özellikle kişi adları bilimi) Temelleri, Tatar Diyalektolojisi (lehçe bilimi), Lisede Tatar Dilini Okutma Yöntemleri derslerine girmektedir. Sattarov’un uzmanlık alanları “Tatar Antroponimimi”, “Tatar Toponimimi”, “Okullarda Tatar Onomastiği”, “Okullarda Konuşma Kültürü”dür. Antroponimi, toponimi ve onomastik alanlarında kapsamlı çalışmalar yaptığından dolayı Gomer Sattarova “Tatar Onomastiğinin Babası” denir. Sattarov, “Türk-Tatar Onomastiği Tarihi”, “Tatar Milletinin Dil ve Budun Bilimi”, “Tatar Şiir Sanatı ve Şiir Onomastiği”, “Tatar Diyalektolojisi”, “Lisede Tatar Dilini Okutma Yöntemleri” ve “Tatar Dilinin Çağdaş ve Tarihi Leksikolojisi” konularında Tatar Dili sahasındaki büyük çığırın güçlü öncüsüdür. Gomer Sattarov’un 500 civarında bilimsel makalesi, 26 kitabı ve 60 ders kitabı bulunmaktadır. Kabına sığmayan bir yapıya sahip olan Gomer Sattarov, ders verme, kitap ve makale yazmasının yanı sıra birçok yüksek lisans ve doktora öğrencisine tez danışmanlığı yapmaktadır. Bugüne kadar mezun ettiği 53 yüksek lisans ve 10 doktora öğrencisi hocalarının yolundan ilerlemektedir. Hocaların hocası Gomer Sattarov 1994–1999 yılları arasında Tatar Dili kürsüsü başkanlığını yapmış olup, bugün başkanlık görevini onun öğrencisi Gölşat Reis kızı Galiullina yürütmektedir. Sattarov – Oleg Reşit oğlu Hisamov, Mönire Helilrahman kızı Enverova vs. öğrencileri ile beraber çalışmaktadır. Diğer öğrencileri ise Tataristan, Rusya ve Türk Cumhuriyetleri’nin çeşitli üniversitelerinde çalışmalarını sürdürmektedir. Bilim yoluna baş koyan Gomer Sattarov, aynı zamanda benim de hocamdı. Üniversitedeki bazı hocalar aradan uzun yıllar geçse de unutulmazlar, bazılarının ise simaları bile gelmez gözümüzün önüne. Gommer Sattarov unutulmayan, belleklerimizde derin iz bırakan bir hocaydı. Derse girer girmez önce yoklama yapar – adımızı, soyadımızı, nerden olduğumuzu sorardı. Bölge ve köy adlarımızı söyledikten sonra, “Orada böyle bir tepe var” veya “Orada böyle bir nehir var” diyerek tepe, nehir, dere vs. adlarını söylerdi. Şaşkınlıktan dilimizi yutardık. Her yeri nereden biliyor, en önemlisi tüm bunları nasıl aklında tutuyor diye şaşırırdık. Hocamız derin bilgi birikimi ve zihin kuvveti ile bizi hayrete düşürürdü. Sonra derse geçer anlatmaya başlardı. Yunan filozof Aristoteles’in (M.Ö. 384–322): “Akıllı insan düşündüğü her şeyi söylemez, fakat söylediği her şeyi düşünerek söyler” sözleri hocamız Sattarov için de geçerlidir. Ders anlatırken dersin nasıl geçtiğini anlamıyorduk, hocamız hararetli konuşmaları ile tüm dikkatleri üzerine topluyordu. Konuşmalarından Tatar milletini candan sevdiğini hissediyorduk. Dil Bilgisi dersinde alıntı kelimelerden bahsederken, Rusların birçok kelimeyi Tatarlardan aldığının altını çizerek örneklerle anlatırdı. Örneğin, Rusların Kremlin kelimesi Tatarların Kirmen (Türkçe kermen veya kale), Tamojnya (gümrük) – Tamga (Türkçe damga), Dengi (para) – Teñke (Türkçe tenge veya madeni para) kelimesinden olduğunu söylerdi. Hocamız, Türk-Tatarların şanlı tarihinden bahseder, Tatar olduğu için gururlanırdı. Tatarlar için Vatan simgesi olan İdel-İtil nehrinin “büyük nehir”, büyük Hun hükümdarı Attila (400–453) adının “İdelle-İdilli İdil boyunda doğan”[26] anlamına geldiğinin altını çizerdi.
Kazan Devlet Üniversitesi öğrencisiyken, hocam Gomer Sattarov danışmanlığında 2 yıl “Nekıy İsenbet Dramaturjisinin Şiirsel Onomastiği” başlıklı dönem tezi hazırlayıp başarılı bir şekilde sunmuştum. “Tatar Ana Okulunda Konuşma Geliştirme” konulu yüksek lisans tezimi Prof. Dr. Fehime Hisamova başkanlığında hazırladım, hocam Gomer Sattarov ise tez savunana itiraz eden (opponent) sıfatıyla katıldı. Tezimi kusursuz hazırladığımı söyleyen Sattarov övgü dolu sözleri ile beni gururlandırmıştı.
Bir bilginin “Planınız bir yıl içinse pirinç ekin, on yıl içinse ağaç dikin, yüz yıl içinse insanları eğitin” sözlerinden yola çıkarak hareket eden saygıdeğer hocalarımıza şükranlarımı sunuyorum. Onlar Türk-Tatar bilim dünyası için çalışan fedakâr insanlardır.
Doğumunun 190.yılında büyük Tatar bilgini Kayyum Nasiri halen Tatar halkı tarafından saygı ile anılıyorsa, bu onun seçtiği yolun doğru olduğunu göstermektedir. Millet kendine hizmet eden ve candan bağlı olan şahsiyetlerini unutmaz.
İngiliz filozof John Stuart Mill (1806–1873): “Bir ulusun değerleri, o ulusu meydana getiren bireylerinin değerleriyle ölçülür.”demiştir. Tatar ulusunun meydana getirdiği değerler, yalnız Kazan Tatarları için değil tüm Türk Dünyası için önemli katkılarda bulunmuştur. Kayyum Nasiri, Gomer Sattarov, Rezeda Ganiyeva ve daha nicelerini bağrında barındıran Tatar ulusu hiç kuşkusuz büyük bir ulustur ki, tarihte de adını altın harflerle yazdırmıştır.