Bu makalede başta Karadeniz’in kuzeyinde ve Balkanlar’da yüzyıllar boyu varlıklarını devam ettirmiş olan, Hun, Bulgar, Peçenek, Uz, Kuman-Kıpçak gibi Türk boyları ile İmparatorluğu’n doğu sınırında ortaya çıkan Selçuklu Türklerinden Bizans İmparatorluğu hizmetine girenlerin imparatorluk bünyesinde ne gibi uygulamalara maruz kaldıkları, imparatorluk içindeki konumları, idari ve askeri alanda hangi kadrolarda görev aldıkları üzerinde durulacaktır.
M.S. 5. yy.’dan itibaren Karadeniz’in kuzeyine ve Balkanlar’a inen Hun, Avar, Bulgar, Peçenek, Uz ve Kuman-Kıpçak gibi Türk boyları Bizans İmparatorluğu için sürekli bir tehlike oluşturmuşlardır. Bizans tarafından barbar olarak nitelenen bu Türk boyları ile sınırdaş olmanın getirdiği zorunluluk karşısında, gelebilecek her türlü saldırıya karşı hazırlıklı olma düşüncesinden hareketle bu toplulukları anlamaya ve tanımaya yönelmek Bizans idari mekanizmasının değişmeyen bir politikası olmuştur. Bu bağlamda, Saray Katipliği’nde Barbarlar bürosu olarak adlandırılan özel bir birimin varlığı ve bu birimde yine Barbar olarak adlandırılan komşu milletler hakkında çeşitli bilgiler toplanması Bizans’ın bu konuya gösterdiği hassasiyetin bir delilidir denilebilir. Bu birimde toplanan bilgiler sayesinde Barbarların ayrı ayrı güçlü ve zayıf olduğu yönleri, kullanılabilecek özellikleri, nasıl etkisiz hale getirilebilecekleri, toplulukların ileri gelen aileleri ve ne tür ekonomik ve siyasi ilişkiler kurulabileceği tespit edilirken, bu tür bir diplomasiyle gerektiğinde kan dökülmeden düşman Bizans imparatorunun hakimiyeti altına alınabilmekteydi.[1] Bizans siyasetinde komşu barbarlara karşı kullanılan en önemli araçlar arasında para, hediyeler ve ünvanlar yer almıştır. İmparator Justinien, Hun prenslerinden başlamak üzere birçok yabancı kavimlere para, hediye ve ünvanlar vermiştir. Bu ünvanlarla bir anlamda yarı Romalı konumuna getirilen bu insanlar, ayrıca soylu kadınlarla evlendirilerek İmparatorlu’ğa daha sıkı bir şekilde bağlanmaya çalışılmıştır. Bu arada komşu ülkelerdeki siyasi çekişmeler yakından takip edilerek yaşanan taht mücadeleleri de Bizans çıkarları doğrultusunda değerlendirilmeye çalışılmıştır. Nitekim, tahtta iddiası olan prensler İmparatorluk başkentinde barındırılarak kendi rakiplerine karşı kullanılabilen bir koz haline getirilebilmekteydi. Diğer taraftan, İmparatorluk’tan para yardımı alan her yabancı prens de ona belli bir miktar asker vermeyi kabul ederken, Bizans’a yönelik gerçekleşebilecek tüm işgallere karşı bütün sınırlarda savaşmaya hazır vasallar veya müttefikler haline gelmekteydi. Bu konuda, Ünlü Bizanslı tarihçi Prokopios, Bizans’ın Gizli Tarihi[2] adlı eserinde İmparator Justinien Dönemi’nde Hun ordularının sürekli Bizans İmparatorluğu’na saldırdıkları ve yağmaladıklarından bahsedilirken, imparatorun Hunlara devlete yaptıkları hizmet için para yağdırdığı, böyle davranmasının sebebinin ise Gotlara ya da başka düşmanlara karşı Hunların Bizans’ın müttefiki olmalarından ileri geldiğini vurgulamaktadır. Nitekim bahsedilen bu müttefiklik bağlamında Justinien’in ünlü komutanı Belizer İtalya’daki seferinde İmparator’dan yardım için kendine bağlı birlikleri haricinde çok miktarda ücretli Hun kıtalarının gönderilmesini de talep etmiştir.[3] Yine, İmparator Heraklius zamanında İranlılara karşı Bizans Hazar Kağanlığı ile ittifak yaparak bir anlaşma yapmış ve bu anlaşma karşılığında Hazar kağanı ordusuyla Kafkaslar’a girerek Tiflis’te İmparator ile birleşmiştir. İmparator Kağana 40.000 Hazar askeri desteğine karşılık olarak kızını kendisine verebileceğini söylemiş ve Kağan da bu teklifi kabul etmiştir. Dolayısıyla 40.000 Hazar askerini alan İmparator, kızını Hazar Hakanı’na gönderirken Hakanın ölüm haberi ile bu evlilik gerçekleşememiştir.[4]
Bizans siyasi tarihi incelendiği takdirde tüm Orta Çağ boyunca Bizans idaresinde dinin her zaman önemli bir rol üstlenmiş olduğu görülür. Daha açık bir ifadeyle, Bizans İmparatorluğu’nda din ve siyaset her zaman iç içe geçmiş bir yapı sergilemiştir denilebilir. Bu bağlamda, birer diplomat gibi çalışan Bizans misyonerleri de Bizans’ın ayakta durmasında ve sahip olduğu kültürünü yaymasında büyük katkıda bulunmuşlardır. 6-11. yy.’lar arasında Hıristiyanlık propagandası geniş bir coğrafyaya yayılırken, tüccarların gittikleri ülkeler hakkında imparatorluk idaresini bilgilendirmesi gibi din adamları da ulaşabildikleri insan toplulukları hakkında sahip olduğu bilgiyi imparatorluk hizmetine sunmaktan geri durmamışlardır. Hatta, siyasi girişimlere yol açma konusunda misyonerlerin tüccarlardan daha yararlı bir iş yaptığı dahi söylenebilir. Nitekim, komşu ülkelerle siyasi temas kurulmadan önce misyonerler başta yeni inancın mistisizminin etkili olduğu kadınlar olmak üzere, toplumun tüm bireylerine ulaşıp önce İsa adına ruhları fethetmekteydiler.[5] Dolayısıyla, 16 Temmuz 1054 tarihinde Roma ve İstanbul kiliselerinin resmen ayrılığının ilan olmasından çok öncelere uzanan tarihi süreçte İstanbul Kilisesi kendi etki alanı olarak belirlediği Doğu Avrupa’daki Slavlar, Asya ve Kuzey Afrika ülkelerinden birçoğu, Kafkaslar ve Karadeniz’in kuzey kıyılarında yaşayan ve bu bölgelere göç ederek yerleşmiş veya bu bölge ile temas halinde bulunmuş olan Türk topluluklarına ulaşmayı başarmıştır.
İmparatorluk dışında yürütülen bu misyonerlik çalışmaları sonucu başta çarpıcı bir örnek olması itibariyle Hıristiyanlıkla birlikte zaman içinde bölge nüfusu içinde eriyen Bulgarlar olmak üzere, Hunlar, Peçenekler, Uzlar ve Kuman-Kıpçaklardan Hristiyanlığı benimseyenler olmuştur.[6] İstanbul kilisesinin bu şekilde Hristiyanlık adına başarılar elde etmesi dışında aşağıda yer verilen bilgilerden de anlaşılacağı üzere, savaşlarda esir düşen veya bizzat imparator ile anlaşarak imparatorluk arazilerine yerleşen Türk boyları da öncelikle Bizans siyaseti gereği Hristiyanlaştırılmış ve ondan sonra Bizans askeri sistemi dahilinde özellikle sınır bölgelerinde iskana tâbi tutulmuşlardır.
A. Karadeniz’in Kuzeyindeki ve Balkanlar’daki Türk Boyları
Bizans İmparatorluğu ile yapılan savaşlar sonunda esir düşen veya anlaşmalı olarak kendi istekleriyle Bizans arazilerine iskan edilen onbinlerce Bulgar, Peçenek, Uz ve Kuman-Kıpçak Türkü’nün yerleşimi belirli bir sistem dahilinde gerçekleştirilmiştir. Bahsi geçen bu sistemin temeli İmparatorluğ’un yüzyıllar boyunca Pers ve Arap istilaları, iç savaşlar, hastalık, kıtlık gibi nedenlerle insan gücünün azalmasına bağlı olarak dışarıdan temin edilen yerleşimcilerle nüfusu azalan bölgelerin yeniden canlandırılmaya çalışılmasına dayanmaktadır. Nitekim, özellikle İmparatoratorluğ’a yönelik dış tehditler arttıkça böyle bir teşkilat geliştirilmiş ve bu teşkilata theme adı verilmiştir. Diğer bir ifadeyle theme’ler, başlangıçta olmasa dahi zamanla, askeri ve mülki idareyi bir elde toplayan Stratikosların emrinde bulunan idari birimlerdir. Kelime olarak kökeni tam açıklanamayan theme’in Yunanca bir kelime olan ve İmparatorluk görevlileri tarafından kayıt defterine yazılma anlamına gelen thesis’den geldiğini ileri süren Aikatarina Christophilopolou’ya[7] karşın, Mark Wittow, kelimenin ‘step dünyasıyla’ ilgili olduğu görüşünün ikna edici olduğunu belirtmekte ve Türkçe’de 10.000 kişiden oluşan ve Tümen adı verilen askeri birlikle alakalı olabileceğinin altını çizmektedir. Nitekim, göçebe komşuları Türklerin savaş kabiliyetlerine aşikar olan Roma ve Bizanslıların kelimeyi almış olmalarının gayet doğal olduğunu belirten Witthow, kelimenin başlangıçta askeri birliği ifade ederken, 10. yy.’dan itibaren bu askeri birliklerin yerleştiği yerleri ifade etmeye başladığını belirtmektedir.[8]
Tüm Bizans tarihi boyunca themeler’den sınırlara yakın olanlar ayrı bir öneme sahip olmuştur. Bu birimlere askerler aileleriyle birlikte yerleştirilir vergiden muaf tutulur ve dolayısıyla askerlik karşılığı toprak sahibi olurlardı. Aslında bu türden sınır bölgelerine asker yerleştirme uygulaması eskiden limitanei olarak adlandırılan ve sınırlara asker yerleştirme anlamına gelen eski sistemin geliştirilmiş şeklidir.[9] Yabancı olan bu askerler aileleriyle birlikte ve kendi mülklerinde oturduklarından sahip oldukları toprakları müdafaya mecbur olurlardı ve bu da beraberinde İmparatorluğ’a sadakatı getirmekteydi. Genel olarak bakıldığında theme sisteminin Anadolu’da daha fazla geliştiği söylenebilir. 6. yy.’dan itibaren Anadolu’da meydana gelen nüfus azalmasına karşı oluşturulan bu themelere yerleştirilmek üzere İmparatorluğ’un çeşitli bölgelerinden özellikle de Balkanlar’dan yeni insanlar nakledilmiştir.[10] Diğer taraftan, zaman içerisinde benzer organizasyon Balkanlar’da da gündeme gelmiştir.
İ. yy.’ın orijinal themeleri Anatolikon (669), Armeniakon (667), Thracian (680-685) ve Opsikion’dur (680). İlk iki theme eski “magister militum per orientem ve magister militum Per Armeniam” olarak adlandırılan ordulardır. Doğu ordusu Mezopotamya ve Suriye’den çekilip Güney- Orta Anadolu’ya yerleşmiş ve Anatolikon theme’i adını almıştır. Armenia ordusu da Yukarı Fırat bölgesinden çekilerek Kuzeydoğu Anadolu’ya yerleşmiş ve Armeniakon adını almış, Balkanlar’daki eski “Magister militum per Thraciam” olarak bilinen Batı birlikleri de Trakya’dan çekilerek verimli batı Anadolu topraklarına yerleşip Thrakesion theme’ini oluşturmuştur.[11] Son theme olan Opsikion ise İstanbul’a yakın, Kuzeybatı Anadolu’da ve İmparatorluk muhafız birliklerini ve 6. yy.’da merkezi ordudan kalan birlikleri içeren bir theme’dir. Ancak 9. yy.’a gelindiğinde Anadolu themeleri küçültülerek Opsikion, Bucellarion, Optimaton, Paphlagonia, Armeniakon, Chaldia, Colonea, Charsianon, Anatolikon, Thraceion, Kappadokya, Mezopotamya, Sebastea, Lycandus, Leontocomis, Seleukia ve Cbyraeots[12] adlarında yeni theme’ler oluşturulmuştur.
Yukarıda bahsedilen theme sistemi sayesinde sınır bölgelerine iskan edilen askerler, barış döneminde kendilerine verilen arazileri işleyip ailesinin geçimini sağlarken, savaş döneminde silahlanarak sınırı korumakla görevliydi. Bu sistem sayesinde Bizans İmparatorluğu başta Persler ve Araplar sonra da Selçuklular olmak üzere doğudan İmparatorluğu tehdit eden kuvvetlere karşı etkin bir savunma sistemi kurmuştur.
Yabancı asker çalıştırma konusunda Bizans’ın ilginç bir düşüncesi vardır. İmparatorlar yabancı askerlere yerlilerden daha fazla güvenmişlerdir. İyi para alan yabancının imparator karşıtı akımlardan etkilenmeyeceği düşüncesiyle yabancı askerlere yüklü miktarda para ve yüksek mevkilerde görevler verilmiş, hatta imparatorların korunması için oluşturulan muhafız birlikleri dahi özellikle yabancılardan teşkil edilmiştir. Örneğin, muhafız alaylarından birisi olan ve Hetaeria denilen birlik neredeyse tamamen Rus, İskandinav ve Hazarlar gibi yabancı askerlerden oluşturulmuştur.[13]
Theme sistemi dahilinde Bizans arazilerine iskan edilen Türkler arasında yer alan Bulgarlar henüz tam anlamıyla Slavlaşmadan önce, özellikle 482’den 559 yılına kadar aralıksız olarak Bizans İmparatorluğu topraklarına akınlar düzenleyip yağmalamışlardır. Bu akın ve yağmalar esnasında her ne kadar Bizans’a üstün gelseler de, savaş sırasında aralarında Bizans’a esir düşenler de olmuştur. Bu esir düşen Bulgarlardan bir kısmı daha önce de ve bunu takiben İmparatorluk topraklarında iskana tâbi tutulmuşlar ve asker olarak orduya katılmışlardır. Bunu doğrulayan örneklerden birisi 530 yılında Bizanslılarla Bulgarlar arasında gerçekleşen bir çatışmada esir düşen Bulgarlardır. Bu savaşta Bizans kumandanı Mundus Bulgarlarını yenmiştir. Yenilen Bulgarlar Bizans ordusu bünyesine dahil edilerek o dönemde sınır bölgeleri olan Armenie ve Lazique olarak adlandırılan ve bugün Çoruh ve Yukarı Fırat civarı olarak belirlenebilen, bölgelere yerleştirilmişlerdir.[14] Yine 550 yılında İmparator Justinien 2000 Kutrigur aileyi Trakya’da iskana tâbi tutmuştur.[15] İmparator Justinien zamanında Bizans ordusundaki yabancılar ya müstakil birlikler halinde ya da Bizans birlikleri içinde yer alarak savaşmışlardır. Moravcsik’in belirttiğine göre bazı kaynaklarda yer alan savaş resim ve tasvirlerinde de Bizans ordusunda görev yapan Hunlara rastlanmaktadır. Justinien Dönemi’nde Bizans ordusuna dahil olan Hun ve Bulgarlar sayesinde ordunun asker sayısı önemli bir düzeye ulaşmıştır. Bizans başkentinde Hunlar olarak bahsedilen ve vaftizlere katılan bir gruba asil payeler verilmiştir. 560 yılında Bizans’a gelerek vaftiz olan ve Bizans ordu komutanlığına atanan Sunikas ve bundan daha önce 538 yılında vaftiz olan Akum da İllyricum askeri ateşesi olmuştur. Bu vaftizlerde İmparator Justinien de bizzat yer almıştır.[16] Muralt’ın verdiği bir bilgiye göre de 577 yılında İmparator Justinien’in, Pers Kralı Hüsrev’e karşı İskit olarak nitelenen Bulgarların[17] da dahil olduğu 150.000 kişilik yabancı askerlerden oluşan ordusu Kayseri-Kapadokya’da Hüsrev’i yenilgiye uğratmış ve Hüsrev’in tüm mal varlığı Bulgarların eline geçmiştir. 688 yılında ise Selanik’te Bizans ordusuna yenilen Bulgar ve Slavların bir kısmı Abydos’a (Çanakkale) nakledilmişlerdir. Ancak daha sonra Justinien dar bir geçitte Bulgarlarca sıkıştırılarak yenilgiye uğratılmıştır 711 yılına gelindiğinde yine İmparator Justinien’in ordusunda 3000 kişilik bir Bulgar birliğinin var olduğu görülmektedir. Bulgarlar, Trace ve Opsikion Themelerindeki birliklerle bir kampta toplanmışlardır.[18] Tüm bu bilgiler göz önüne alındığında Bulgarların Bizans ordusunda hizmet ettiklerine ve İmparatorluğun birçok bölgesine iskan edildiklerine dair hiçbir şüphe kalmadığı görülmektedir.
Bulgarların Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlar’a inerek bu bölgeye yerleşmeleri ve bölge nüfusunu idareleri altına almalarını ve Hristiyanlığı benimsemelerini takiben zamanla Slav nüfus içerisinde eriyip kaybolmaları haricinde bu şekilde Anadolu’da iskana tâbi tutulmaları tüm Bulgar nüfusunun tam anlamıyla eriyip yok olmadığını göstermektedir. Bu doğrultuda geçmişten bugüne Anadolu toprakları üzerindeki bazı yer adlarına bakıldığında da Bulgarların izlerine rastlamak mümkündür.
Bulgarların özellikle Bizans hizmeti dahilinde nakledildikleri Armenie ve Lazique olarak adlandırılan bölgenin bugün aşağı yukarı Trabzon’dan Sinop’a oradan da güneye Tuz Gölü’nün doğusundan geçerek Kayseri’yi de içine alan bir hat takip ettiği söylenebilir. Bu bölge dahilinde örneğin kuzeyde Trabzon yakınlarında ve güneyde bugün Toros Dağlarının bir parçası olan ve Bolkar şeklinde isimlendirilen Bulgar Dağı’nın varlığı Bulgar Türklerinin bu coğrafyadaki izlerinden olsa gerektir. Nitekim, Mehmet Eröz’ün belirttiğine göre bu Tarsus bölgesindeki Bolkar olarak adlandırılan dağa yöredeki yörükler Bulgar Dağı demektedirler. Diğer taraftan Trabzon civarındaki Bulgar Dağı’nın adına bugün rastlanmamaktadır. Ancak, Aşık Paşazade Tarihi’nde Fatih Sultan Mehmet’in Uzun Hasan ve onun annesi Sara Hatun ile birlikte Trabzon’a giderken Bulgar Dağı’na çıktığından[19] bahsedilmektedir.
Osman Turan, Tarsus ve Karaman arasındaki bölgenin İbni Bibi tarafından Havali-i Bulgar ve Gülnar olarak nitelendirildiğine[20] dikkat çekerken, yine hicri 980 yılına ait Adana mufassalında cemaat-i Ordu-ı Bulgarlu, cemaat-ı Halil Beylü tabi-i Bulgarlu, Cemaat-i Kıpçak tabi-i Bulgarlu, cemaat-i Balcı tabi-i Bulgarlu isimlerine rastlanması[21] Bizans İmparatorluğu sonrasında Osmanlı döneminde de Bulgar Türklerinin Anadolu’da varlıklarını devam ettirdiklerini ortaya koymaktadır. Ayrıca, Osmanlı kaynaklarında Adana, Maraş, Kusun (Tarsus), Balıkesir, Bursa, Ankara’da yaylayıp kışlayan isimlerine rastlanan Bulgar, Bulgarlu, Bulgar şeyhlü cemaatleri Türkman Yörükan taifesinden olarak gösterilmektedir. Bu bağlamda Müslüman oldukları anlaşılan Bulgar cemaatleri dışında Hristiyan olarak kalanların da var olduğuna dair bir takım deliller mevcuttur. Örneğin Bursa’da bir mahallenin adı Bulgarlu olup Mehmet Eröz’ün belirttiğine göre, bu cemaat 1923 yılına kadar varlığını sürdürmüş, ancak Bursa halkı tarafından Rum olarak adlandırılmışlardır.[22]
Müttefik sıfatıyla Bizans ile birlikte aynı safta savaşan Hazarların varlığı yanında doğrudan Bizans ordusunda askerlik yapanların da varolduğu bilinmektedir. Nitekim, muhafız alaylarından birisi olan Hetaeria’nın Rus, İskandinav ve Hazarlar gibi yabancı askerlerden oluşturulduğuna daha önce değinilmişti. 946 yılında Arap-Bizans Savaşı sonucunda Bizansla esir değişimi yapmak üzere Tarsus’a gelen Bağdat elçilerinin kabulünde Bizans ordusunda alt tabakada olup en az ücret alan asker sınıfı içerisinde Ferganalı ve Hazarlı askerler de hazır bulunduklarına dair[23] bilgilerin mevcudiyeti yanında Bizans ordusunda Ferganalı askerlerin varlığına ilişkin K. Amantos’un Ferganların (Fargani) 11. ve 12. yy.larda dahi hala Bizans ordusunda görev yapmakta olduklarını belirtmemesi[24] Hazar Türklerinin de diğer Türk boyları gibi Bizans hizmetinde yer aldıklarını göstermektedir.
Hazarlardan sonra Bizans ordusunda Peçenek Türklerinin de görev aldıkları bilinmektedir. Bu konuda 11. yy. boyunca Tuna’nın üst kesimlerinde Bizans için büyük bir tehlike oluşturan Peçenekler 1047 yılında Tuna’yı geçerek İmparator Constantin Porprogennitos ile bir anlaşma yapmıştır. Ostorgorsky’e göre İmparator’un bu davranışı Peçenekleri oldukça ciddiye aldığını göstermektedir. Bizans için Peçenekler kuzeyden gelebilecek tehlikelere karşı kullanılabilecek bir güçtür. Diğer taraftan, bu dönemde Bulgaristan’ı ele geçirmiş olan Bizans’ın sınırı Tuna’ya kadar genişlemiş ve bu durum da İmparatorlu’ğu Peçeneklerle sınır komşu haline getirmişken, Peçeneklerin de doğrudan imparatorluk topraklarına saldırmalarını gündeme getirmiştir. Bu işgalci kuvvetleri Tuna’nın kuzeyine itecek güce sahip olmayan imparator da onların İmparatorluk topraklarına yerleşmelerine izin vermeye sevk etmiştir. Bundan sonra sınır garnizonlarında askeri güç olarak hizmet verseler de, bu Peçenekleri İmparatorluk topraklarını yağmalamaktan da alıkoymamıştır. Sonuçta, Peçenekler tarafından birçok kez yenilgiye uğrayan Bizans İmparatoru Peçenek liderlerine hediyeler vererek toprak bağışlamak zorunda kalmıştır.[25] Diğer taraftan ise, Peçeneklerin kendi aralarında yaşadıkları iktidar kavgaları da Bizans tarafından kullanılmıştır. Bu bağlamda, iki Peçenek liderinin Kegen ve Tirak’ın arasında yaşanan iktidar kavgasında Kegen Bizans’a sığınmış ve Bizans’ın müttefiki sıfatıyla Don kıyısında üç kale ve bu üç kalenin çevresindeki arazilerin sahibi olmuştur. Sahip olduğu bu mülkiyet ve ünvan karşılığında kendisinden beklenen görev, Don’un karşı kıyısındaki diğer Peçenek Prensi Tirak’ın ve emrindeki Peçeneklerin Bizans arazilerine saldırmalarını engellemektir. Bu arada Euthymios adında bir keşiş Kegen’in emrindeki tüm Peçenekleri vaftiz etmiştir. Üstlendiği görev gereği Tirak’la mücadelesine devam eden Kegen, Tirak’a bağlı Peçenek birliklerini yendikten sonra esir edilen Peçeneklerin büyük bir kısmı yine Bizans diplomasisinin bir gereği olarak iskana tâbi tutulmuş ve Bulgaristan topraklarına yerleştirilmişlerdir. Bundan sonra ise 1048 yılında başta Tirak olmak üzere esir düşen Peçenekler vaftiz edilmişlerdir.[26] Alexius I Dönemi’ne gelindiğinde ise Balkanlar’daki Peçenek akınları yoğunlaşmış ve 1090 yılında Peçenekler İstanbul önlerine geldiklerinde İzmir Emiri Çaka Bey ile anlaşarak İstanbul’u kuşatmışlardır. Buna karşılık İmparator Kumanları Peçeneklere karşı yardıma çağırmış ve Muralt’ın belirttiğine göre 40,000 Kuman İmparator’un hizmetine girmiştir. 29 Nisan 1091 tarihinden bir gün önce Peçenekler her ne kadar Kumanları kendi saflarına çekmek için uğraştılarsa da, bunu başaramamışlar, üstelik bir Peçenek beyi de Kumanların safına geçince durum iyice Peçeneklerin aleyhine dönmüş ve yukarıda belirtilen tarihte Meriç nehri yakınlarındaki Levunion ovasında Peçenekler Kumanlar tarafından ağır bir yenilgiye uğratılmışlardır. Savaşta teslim olan Peçenekler ise İmparator tarafından Makedonya’nın Moglene olarak adlandırılan bölgesine yerleştirilmişlerdir.[27] Alexius I Dönemi’nde bu şekilde ağır bir yenilgi alan Peçenekler tam otuz yıl boyunca Bizans için ciddi bir sorun olmaktan uzak olmuşlardır. Ancak Alexius I’den sonra tahta geçen John II Dönemi’nde Peçenekler yeniden tarih sahnesine çıkmışlardır. 1122 yılında Tuna’yı geçen Peçenek atlı grupları Trakya ve Makedonya’yı yağmalamışlardır. Bu olay üzerine Peçeneklere karşı harekete geçen imparator düzenlediği bir seferle yine ağır bir yenilgiye uğratılan Peçeneklerden sayısız esir alınmış, birçoğu da kendi istekleriyle esir olan yakınlarıyla birlikte Bizans safına geçmişlerdir. Böylelikle, Bizans ordusunda yeni ücretli Peçenek grupları oluşturulmuştur. Bunun haricinde bazı Peçenekler köle olarak satılmışlardır. Bundan sonra ise bu gün imparatorlukta Peçenek Bayramı olarak 12. yy. sonuna kadar her yıl kutlanmıştır.[28]
Bizans ordusunda Hunlardan itibaren Türk boyları görev yapmış olsa da özellikle 11. yy.’dan itibaren paralı Türk askerlerinin ayrı bir önem kazandığı ve hatta sayıca artış göstererek daha düzenli birlikler halinde Bizans ordusunun vazgeçilmez bir birimi haline geldikleri söylenebilir. Yüzyıl itibariyle özellikle Peçeneklerin ve Kumanların oluşturdukları paralı birlikler Bizans ordusunda önemli görevler üstlenmişlerdir. Akdes Nimet Kurat 11. yy. içerisinde esas Peçenek kıtalarının Suriye hududunda iskan edildiklerine dikkat çekerken Osmanlı Dönemi’nde Hazine-i evrakta ve defter-i hakani’de Peçenek adı taşıyan yer ve kabile adlarına rastlandığını vurgulamaktadır. Bu bağlamda, Hamman Vilayeti Muarra karyesinde bağlı Beçine, Beçini adlı bir yer bulunmaktaydı. Vilayeti Elbistan, Horman kazasına tâbi Küçük Becenek karyesi, yine Horman kazasında Büyük Becenek olarak adlandırılan mezra vardır. Yine, Halep Vilayetinde Karye-i Becene isminde bir yerleşim yeri bulunmaktaydı. Ayrıca, Adana bölgesinde Mopsuestia’da (Misis) da Peçeneklerin izlerine rastlanmaktaydı. Kurat’a göre bu yerlerde oturan Peçenekler 16. yy. sonlarına doğru artık tamamen İslamlaşmış bir zümredir. Az bir istisna ile, hepsinin adı halis Müslüman adıdır ve öz Türkçe isimlere oldukça az sayıda rastlanmaktadır.[29] Yakın tarihlere kadar Anadolu’da ve Suriye’de birçok Peçenek adını taşıyan köyün bulunduğu bilinmektedir. 1921 yılında Dahiliye Vekaleti tarafından hazırlanan Köylerimizin Adları isimli eserde Ankara’ya bağlı bulunan Becenek, Bala Becenek, Zir Becenek, Peçenek isimlerinde köyler bulunmaktadır. Şebinkarahisar’da da Peçene isminde bir köy mevcuttur.[30] İsparta’ya bağlı Hamit Sancağı’nda da “Becenek Boğazı” bulunmaktadır Anadolu ve Balkanlar’da Peçeneklerle ilgili yer adlarına Lazlo Rasony’nin Tarihte Türklük[31] başlıklı eserinde de rastlamak mümkündür. Rasony, eski vesikalara dayanarak Güney Anadolu’da özellikle Çukurova yörükleri arasında bazı Peçeneklerin yaşadıklarına ve bunların 11. ve 12. yy.’larda Bizans tarafından Anadolu’ya iskan edilmiş olmalarının muhtemel olduğuna dikkat çekmektedir.
Anadolu ve Balkanlar’da Peçeneklerle ilgili yer adlarına Lazlo Rasony’nin Tarihte Türklük[32] başlıklı eserinde de rastlamak mümkündür. Rasony, eski vesikalara dayanarak Güney Anadolu’da özellikle Çukurova yörükleri arasında bazı Peçeneklerin yaşadıklarına ve bunların 11. ve 12. yy.’larda Bizans tarafından Anadolu’ya iskan edilmiş olmalarının muhtemel olduğuna dikkat çekmektedir. Peçeneklerin iskan sahaları bu şekilde belirlenebilirken, Kumanların da gerek Balkanlar’da gerekse Anadolu’da iskan sahalarına dair de ilginç bilgiler bulunmaktadır. Bugün Makedonya topraklarındaki Kumanovo ve Yunanistan’nın Veria bölgesinde yer alan Koman adlı yerleşim birimi de Kumanların iskan sahasıyla ilgilidir denilebilir. Bunun dışında, Anadolu’da Kırşehir’de Toklu Kuman ve Kaman adında yerleşim birimlerinin bulunması, Şereflikoçhisar’da Koman adında bir köyün olması, Ankara’da Kamanlar, Kayseri’de Kiman, Ordu’da Komanlar isimlerinde köylerin varlığı[33] adı geçen bu yerleşim birimlerinde bir zamanlar Kumanların yaşadığını simgeler gibidir. Yine, 13. yy.’da İstanbul’un Latinler tarafından ele geçirildiği dönemde İznik’e sığınan Bizans İmparatorluğu’nun yeniden güç toparlamaya çalıştığı ve askeri varlığını güçlendirmeye önem verdiği bir dönemde birçok Kuman’ın Trakya ve Makedonya’da olduğu kadar Anadolu’da Meander (Menderes) vadisi ve Frigya bölgelerine (yani İç Batı Anadolu’ya) yerleştirilmiş olduklarına dair bilgiler mevcuttur. Diğer taraftan, Theodore II. Lascaris’in babasına hitaben kaleme aldığı nutkunda Kumanların batıdan getirilerek Selçuklu Türklerine karşı iskana tâbi tutulmalarının İmparatorluğ’un yararına olacağına dikkat çektiği de bilinmektedir.[34] Bu sayededir ki, sınır bölgeleri, özellikle doğu sınırı yeniden inşa edilen İznik İmparatorluğu’nun sınırları genişletilmiş, Anadolu’daki yerlerin güvenliği sağlanırken, Balkanlar’da da önemli yerler tekrar Bizans hakimiyetine girmiştir. Bu da İstanbul’daki Latin İmparatorluğu’nu zor bir duruma sokmuştur.
Peçeneker ve Kumanlar haricinde Bizans’a zor günler yaşatan Türk boylarından biri olan Uzlar da, İmparator X. Constantin Dukas Dönemi’nde 1064 yılı Sonbaharında Kumanların baskısıyla Balkanlar’a inmişler ve Bulgar topraklarını, Trakya ve Yunanistan topraklarını yağmalamışlardır. Bu yağmalar o kadar kötü bir etki bırakmıştır ki dönemin Bizanslı yazarlarından Ataliates bu durumu şu şekilde yorumlamaktaydı: “Avrupa’nın tüm nüfusu göç etmeyi düşünüyordu”.[35] Bu arada Bizans komutanları Basileios Apolapes ve Nikephoras Botaniates’i de esir alan Uzlara karşı İmparator 1065 yılında karşı atağa geçmiştir. Ancak, bundan önce Uzların birçoğu Peçenek ve Bulgar hücumları ve ayrıca açlık ve hastalık yüzünden hayatını kaybetmiş, birçoğu da Tuna’nın gerisine çekilmek zorunda kalmışlardır.[36] Tuna’nın gerisine çekilmeyerek teslim olan Uzlar ise, imparatorluk topraklarına yerleştirilerek devlet hizmetine alınmış ve Hıristiyanlaştırılarak Makedonya’da devlet arazisine iskan edilmişlerdir.[37]
11. yy. içerisinde Bizans İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu durum kısaca değerlendirilecek olursa; bu yüzyıl İmparatorluğ’un iç ve dış etkenler sonucu iyice zayıflamaya başladığı bir dönem olmuştur. İçte bürokratlar ve askerler arasında iktidar mücadeleleri olurken, dışta İtalya ve Sicilya’da Normanlar yeni bir oluşum gerçekleştirmekte, İmparatorluk içinde ise Venedikliler ticari bir güç olarak yükselmekteydi. Bu arada sürekli olarak Balkanlar’da Peçenek, Uz ve Kumanlar sorun yaratırken, doğuda yeni bir tehlike olarak Selçuklular tarih sahnesine çıkmışlardı. Diğer taraftan, ülkede sosyal durum da oldukça kötü olup, eyaletlerdeki düzen bozulmuş ve paralı askerler eyalet askerlerinin yerini almaya başlamıştır. Bu bağlamda, İmparatoluk ordusu Norman, Gürcü, Alan, Ermeni, Peçenek, Arap, Kuman ve diğer bazı farklı grupların oluşturduğu bir ordu haline gelmiştir. Ancak bu durum her ne kadar savunma yönünden etkili olduysa da, finansal açıdan aynı şeyi söylemek pek mümkün değildir. Bu dönemde sadakatleri için yüklü miktarda maaşa bağlanan yabancı askerler hazineye ağır bir yük getirmiştir. Ayrıca kendilerinden beklenen sadakati de, biraz sonra verilecek örnekte de görüleceği gibi, gösterdiklerini söylemek de pek doğru değildir. Sayıları hakkında kesin bir şey söylenemese de, paralı askerlerin Bizans ordu birliklerinin yerini aldığı ya da onlara destek olduklarının açıkça ifade edilebileceğini belirten Vryonis, bu paralı askerlerin 11. yy.’da Anadolu’da bulunmalarının Bizans’ın çöküşünde önemli bir rolleri olduklarının altını çizmektedir.[38]
11. yy.’da İmparatorluğ’un doğu sınırında görünmeye başlayan Selçuklu Türkleri yeni bir tehlike olarak algılanırken, Arap hakimiyetinden geride kalanları temizleyerek halifenin oturduğu başkent Bağdat’ı ele geçiren Türkler tüm yakın doğunun hakimi olarak Bizans ve Mısır Fatimi Halifesiyle çoktan komşu olmuş durumundadır. Alparslan’ın liderliğinde 1065 yılında Ermenistan’ı ele geçiren Selçuklular önce Kilika’ya ve daha sonra da Kayseri’ye hakim olmuştur. Bu dönemde imparator X. Constantin Dukas 1061 yılında ölmüş ve eşi Eudocia Kapadokyalı nüfuzlu General Romanus Diogenes ile evlenmiştir. Bundan sonra tahta oturan Diegenes, Peçeneklere karşı verdiği mücadeleler ile zeki ve deneyimli bir general olduğunu ispatlamış durumdaydı.
Bizans tarihinin önemli bir dönüm noktası olan Malazgirt Savaşı öncesinde Anadolu’da Selçuk Türklerinin düzenledikleri akınlara karşı Diogenes ağırlıklı olarak Uzlar, Peçenekler, Normanlar ve Frankların[39] içinde bulunduğu ve Bizans’ın vazgeçilmez bir unsuru haline gelen muhtelif milletlere mensup askerlerden oluşturduğu ordusuyla 1068-1069 tarihleri arasında Selçuklulara karşı başarılı mücadelelerde bulunmuştur. 1071 yılında gerçekleşen Malazgirt Savaşı İmparatorun sonunu hazırlamıştır. Savaş’ta esir düşen Diogenes, serbest bırakıldığında İstanbul’daki tahtı çoktan elinden alınmış olacaktır. Bizans İmparatoru Romanus Diogenes’in Selçuklu Türklerine karşı giriştiği hazırlık faaliyetleri ile ilgili incelenen kaynaklarda ilginç bir bilgiye rastlanmıştır. Muralt, Selçukluların Kilikya ve Kayseri’ye düzenledikleri akınlar sırasında 1068 yılı Mart ayında İmparator’un Bitinya theme’inde Propontide denilen yerin ötesinde kamp kuracağı ve İskit olarak nitelenen Peçenek veya Kumanlarla anlaşarak batıdan çekilen bir kısım orduyu Türklere karşı hazırlamakta olduğunu belirtirken, Peçenek mi yoksa Kuman mı olduğu açıkça belirtilmemekle birlikte İskitlerin Kapadokyanın yerlisi oldukları, yani Kapadokya’nın bir kısmını vatan tutmuş olduklarını vurgulamaktadır.[40] Genel olarak, Bizans tarihinde hemen hemen Karadenizin kuzeyinde bulunan tüm Türk boylarının İskit veya İskitlerin ahvadı olarak nitelendiği gerçeği, bahsedilen Kapadokya bölgesinde, 11. yy.’da, Peçenek veya Kuman birliklerinin yurt tuttukları ve bu bölgede büyük bir ihtimalle theme sistemi dahilinde Bizans hizmetinde bulunduklarını açıkça göstermektedir.
Malazgirt Savaşı’ndan kısa bir süre önce Bizans ordusundaki Franklar ve İskit olarak tabir edilen Peçenekler ve/veya Uzlar Selçukluların işgal etmiş olduğu Ahlat’a keşif birliği olarak gönderilmişlerdir. Romanos Diogen kendi muhafız birliklerini ise Magistros Joseph Tarkhaniote[41] komutasında Malazgirt önlerine göndermiştir. Magistros Joseph Tarkhaniote’un adı oldukça ilgi çekicidir. Muralt’ın eserinde Tarkhaniote’un kökeni hakkında bir bilgi bulunmamakla birlikte, onun da Bizans hizmetinde çalışan bir Türk olduğu ve Tarhan adının Bizans’taki söyleniş tarzı olduğu açıkça görülen Tarhaniote’un başka bir delil gerektirmeden Türklüğüne bunun açık bir delil teşkil ettiği söylenebilir.
29 Ağustos 1071 gecesi olanlar Bizans’ın Malazgirt Savaşı sırasında uğradığı ağır yenilgide büyük bir etken olmuştur. Vryonis savaş sırasında Anadolu’da bulunan Attaliates’e dayanarak şu bilgileri vermektedir:
“İmparator orduları önüne katıp düşmana doğru ilerlerken ortada kimsenin olmadığını görerek kampa geri döner. Gece Uzlar kampın dışında tüccarlarla alış veriş ederken Türkler (Selçuklular) kampın etrafında dolaşarak kampı ok yağmuruna tutarlar. Bunun üzerine Uzlar kampın içine doğru çekilirler. Gökyüzünde o gece ay yoktu ve karanlık bir geceydi. Eğer bu karmaşada Türkler kampa girselerdi kovalayan ve kovalanan birbirinden ayırt edilemezdi”.[42]
Vryonis, Attaliates’in sözlerine dayanarak Bizanslılar açısından Uzların ve Selçukluların birbirlerine benzediklerini vurgularken, gece boyunca kampın etrafında dolaşan gürültü çıkarıp ok atan Selçukluların bu hareketleri sonucu sabah birçok Uz’un liderleri Tamis ile birlikte Selçuklu safına geçtiklerini belirtmektedir. Bu durum Bizanslı generaller üzerinde olumsuz bir etki yaratmış ve diğer Uzların da saf değiştirebileceği korkusu orduda genel bir tedirginlik yaratmıştır. Vryonis, Uzlara güvenilemeyeceğinin Bizanslılarca bilindiğini, nitekim böyle bir tecrübenin daha önce de yaşandığının altını çizmektedir. IX. Constantin Dönemi’nde Selçuklulara karşı savaşmak üzere Anadolu’ya geçirilen Uzlar saf değiştirerek Boğazı geçip Balkanlar’a geri dönmüşlerdir.[43]
Yukarıda verilen bilgilerden de anlaşılacağı üzere Malazgirt Savaşı sırasında Bizans ordusundaki Uzlar ile karşı cephedeki Selçuklu Türklerinin birbirlerinden haberi vardır. Anlaşılan Selçuklu Türkleri Bizans kampının etrafında dolaşarak Uzları kendi saflarına çekmeye çalışmış ve bunda da bir başarı elde etmiştir. Sonuçta, Bizans ordusu karşısında Bizans’a göre daha az asker sayısına sahip olan Selçuklular galip geldiğinde Uzlar Bizans’ı terk etmiş ve kendi soydaşlarının safına geçmeyi tercih etmişlerdir. Bizans ordusunda yer alan Türkler hakkında başka kaynaklar da saf değiştirenler arasında Peçeneklerin de olduğunu ve saf değiştiren Peçenek birliklerinin, Selçuklulara Bizans ordusu hakkında bilgi verdikleri belirtilmektedir.[44] 1116 yılı sonbaharına gelindiğinde ise Bizans, Selçuklu Sultanlığı’na karşı bir sefer düzenlemiştir. İmparator Manuel’in komutasında özellikle Latinler ve Kumanlardan oluşan ordu birlikleri Konya üzerine yürüyüşe geçtiğinde İmparator’un amacı ve planı Konya surlarını bizzat yıkıp Sultanlığa son vermekti. Ancak, Bizans ordusu Miryakefalon önlerine geldiğinde yol boyunca geçtikleri tüm mera ve su kaynaklarının Türkler tarafından tahrip edildiğini görmüşlerdir. Bu durum Bizans ordusunu oldukça zora sokmuştur. 11 Eylül tarihinde yaşanan kanlı çatışmaların ardından Bizans büyük bir hezimete uğramış ve binlerce askerini kaybetmiştir. Bizans’ın Miryakefalon’da yaşadığı hezimetten Orta Çağ Bizans tarihçiliğinde önde gelen isimlerden olan Niketas Khoiates’te eserinde şu şekilde bahsetmektedir:
“Karanlık savaşı durdurunca herkes başını ellerinin içine alıp devam eden tehlikeyi göz önünde bulundurarak şaşkın bir şekilde kalakaldı. Herkes her şeyden önce barbarlar ordugahın etrafında çepeçevre dolaşıp yüksek sesle daha önce Hıristiyanlığı kabul ettikleri için veya ticari çıkarları yüzünden Bizanslılara katılmış olan soydaşlarını kendi taraflarına geçmeye davet ederek soydaşlarına bu gece içinde Bizans ordugahını terk etmelerini, çünkü gün ışır ışımaz ordugahta bulunanların tümünün mahvedileceğini bildirmekteydiler[45]”. Khoiates’in verdiği bilgiler Miryakefalon Savaşı sırasında Bizans askerleri arasında yer alan Kumanların varlığını bir kez daha ortaya koyarken onların ticari çıkar veya Hıristiyanlığı kabul ettikleri için Bizans’a katılmış olduklarını vurgulamakta, diğer taraftan Selçuklu Tüklerinin de Kumanların Bizans ordusundaki varlıklarından haberdar olduğunu ve onları kendi saflarına çekmek için, tıpkı Malazgirt’te olduğu gibi, gece boyunca kamp etrafında uyarıda bulunduklarını ispat etmektedir.
Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı üzere Karadeniz’in kuzeyinde ve Balkanlar’da uzun süre Bizans için tehlike arz etmiş olan Türk boyları arasında imparatorluk dışı kilise misyonu faaliyetleri sonucu Hıristiyanlık taraftar bulurken, yine adı geçen Türk boyları bazen İmparatorluğ’un müttefik sıfatıyla bazen de doğrudan Bizans askeri sistemi içerisinde görev alarak Bizans İmparatorluğu sınırlarını Bizans’ın düşmanları konumundaki kendi soyundan olan diğer Türklere karşı korumakla görevlendirilmişlerdir. Ancak, Bizans hizmetinde görev yapan Türkler, Hun, Bulgar, Peçenek, Uz ve Kuman-Kıpçak Türkleri ile sınırlı değildir. Adı geçen bu Türkler dışında Bizans İmparatorluğu’nun özellikle askeri ve idari birimleri olmak üzere birçok biriminde görev alarak yaşadıkları dönemlere damgalarını vurmuş başka Türkler de olmuştur.
B. Türkopoller (Türkoğulları)
Özellikle 11. yy. sonundan itibaren Bizans hizmetine giren ve kendilerine Türkopoller adı verilen Türkler kimlerdir?
Bu konuda Büyük Yunan Ansiklopedisinde Türkopol maddesinde şöyle denilmektedir: “Bizans askeriyesine mensup olan sonradan Hristiyanlaştırılmış Türk paralı askerlere verilen isimdir”. Yine aynı maddede ilk Türk paralı askeri birliklerinin Alexius Komnenus Dönemi’nde oluşturulduğu ve 1097 İznik Kuşatması’nda yer aldıkları belirtilmiştir.[46] Konu ile ilgili bir diğer kaynakta, Alexis Savvides’in Late Byzantine and Western Hitoriographers on Turkish Mercenaries in Greek and Latin Armies: The Turcoples/Tourkopouloi” başlıklı çalışmasında, Tourkopouloi kelimesinin Türklerin oluşturduğu askeri birliği ifade ettiği belirtilirken bu birliğin temel özelliğinin Turan kökenli ve Müslümanken Hristiyanlaşan Bizans ve Doğulu Frank kuvvetlerinde paralı askerlik yapan kişiler ve bunların Grek kadınlarla evlilikleri sonucu dünyaya gelen çocuklarından oluşan askeri birlik olduğu vurgulanmaktadır.[47] Bu bilgilere göre Türkopol birlikleri önce Müslümanken sonra Hristiyan olan Türklerden oluşmaktadır. Bu durumda önce Müslüman olan ifadesiyle büyük bir ihtimalle Peçenek, Uz ve Kuman gibi Karadeniz’in kuzeyinden geçerek Balkanlar’a inen ve Bizans ile sınır komşusu olan Türk boylarının dışında bir Türk varlığının söz konusu olduğu anlaşılmaktadır. Türkopolerin diğer Türklerden yani Peçenek, Uz ve Kumanlardan farklı bir topluluk olduğu konusunda Savvides’in şu ifadeleri ilgi çekicidir:
“Hıristiyanlaşmış Türkopoller doğrudan Selçuk ve Türkmen paralı askerlerinin soyundandır. Bunlar 11. yy.’ın son dönemi ile 12. yy.’da Komnenoi ve Angeloi Dönemlerinde Hristiyan kadınlarla evlenen ve Bizans kuvvetlerinde savaşan kişilerdir. Askeri yetenekleri yönünden de Selçuk ve Türkmen savaşçılarının sahip olduğu neredeyse aynı sistemde savaş taktikleri vardır. 13. ve 14. yy.’larda Bizans ordusunun standart birlikleri haline gelmişlerdir. Ok ve yay kullanmada ustadırlar ve Türk savaş taktiklerini kullanmaktaydılar[48]”. K. Amantos ise Bizans hizmetindeki yabancı paralı askerlerin büyük bölümünün toprak karşılığında Bizans’ta kaldığı ve 9. yy’dan itibaren genelde-iois ve- pulos son ekleri (Armenopoulos, Fragkopoulos, Türkopoli, Siropuli, Sarakinopoli vs.) ile ayırt edilebileceklerini belirtirken,[49] bir süre sonra bu tür isimlerin aile adları olarak kullanılmaya başlandığına dikkat çekmektedir. 13. yy. sonuna doğru Hristiyanlaştırılan Türkopoller özellikle Makedonya bölgesinde Axios (Vardar) nehri çevresinde ve Trakya’da özellikle Rodop bölgesinde toprak verilerek iskan edilmişlerdir. Yunan kaynaklarında Türkopol adına ilk defa 1082 yılında Vatopedi Manastırı’nda keşiş olan Sergios Türkopoulos isimli bir Türkopolün imparatordan manastırın bazı ihtiyaçları hakkında müracaatı ile ilgili Alexios I Komnenos’un imzasını taşıyan bir belgede rastlanmaktadır. Türkopol teriminin Latince şekli olan Turcopoles ise ilk defa I. Haçlı Seferi Latin kaynağı olan Gesta Francorum alirum Hierosolimitanorum’da geçmektedir. Alexios I’in 1097 yılında İznik’e düzenlediği Bizans-Haçlı birlikleri ortak kuşatmasında görev alan Peçenek birlikleri yanında Türkopoller de bulunmaktadır. Ağır silahlarla donatılmış olan bu askerler Boutomites adlı bir komutanın emri altında şehri göl tarafından kuşatmakla görevlidirler. Bu arada diğer bir Strategos olan Tatikios Vardar Türklerinin başındaki kişi olarak İznik’teki Türklerin su takviyesini önlemekle görevlendirilmiştir.[50]
Konuyla doğrudan ilgili olan bir diğer kaynakta Selçukluların oluşturduğu bu paralı askerlerin haricinde Comneni Sülalesi Dönemi’nde birçok esir alınarak İmparatorluk topraklarına yerleştirildiği ve I. Haçlı Seferi’nin geçmesinin ardından İmparator Alexius I Dönemi’nde 2000 kadar Türk’ün Ege Adalarına yerleştirilmesi emrini verdiği belirtilmektedir.[51] Yine, 1124 yılında gerçekleşen bir çatışma sırasında birçok Türk esir alınarak Hristiyanlaştırıldığı, İmparatorluk topraklarına iskan edilerek Bizans ordusuna dahil edildikleri de bilinmektedir. 1134 yılı sonrasında ise, Çankırı Bizans İmparatorluğu’nun eline geçtiğinde şehirde bulunan Türk garnizonunun şehri terk etmesine izin verildiği, ancak birçok Türk’ün şehri terk etmeyerek Bizans hizmetine girdiği incelenen kaynaklarda belirtilen bir bilgidir.[52]
İmparator İonnes Dönemi’nde İmparatorluk ordusu Mezopotamya’ya doğru ilerlemiş ve birçok şehir kuşatılarak ele geçirilmiştir. Düzenlenen bu seferde İmparatorluk ordu birlikleri arasındaki Kumanlar özellikle İstion olarak adlandırılan şehri yağmalamakla görevlendirilmişlerdir. Ancak, düzenlenen bu yağma harekatı sonrasında şehre uygulanan kuşatma, Türklerin Urfa’yı kuşattığı haberi üzerine sona erdirilmiştir.[53] Diğer taraftan, İmparator’un Suriye’ye düzenlediği bu sefer sırasında ölmesi, Bizans tahtının geleceği konusunda savaş meydanında karar verilmesini gündeme getirmiştir. İmparatorun ölümü ile boşalan Bizans tahtına dört oğlundan hayatta kalan ikisi olan İsakios ve Manuel arasında kimin tahta oturacağı konusundaki tartışmalarda, aşağıda görüleceği üzere, İmparator’un sağ kolu olan Türk asıllı büyük komutan ‘Grand Domestikos Aksukhos’un önemli rolü olmuştur.
Yukarıda değinilen ve İznik Kuşatması’nda Vardar Türklerinin başındaki Tatikios ve Grand Domestikos ünvanlı Aksukhos nasıl Bizans hizmetine girmişlerdir? Bizans tarihinde isimleri ve kökenlerinin açık bir şekilde beyan edildiği bu Türklerin Bizans’a ne gibi hizmetleri olmuştur?
B.1. Tatikios
Tatikios İmparator Alexıos’un babası, Ioannes tarafından esir alınmış bir Selçuklu Türk’üdür. İmparator’un çocuğu ile birlikte büyüyen ve tahta geçtiğinde de Bizans’ın askeri komutanlığını yapan Tatikios Bizans hizmetinde Aleksios’un tahta yükselmesinden sonra megas primikerios ünvanını almış[54] ve bu ünvanla başarılı bir yaşam sürmüştür. 1081 yılında Makedonya’nın Ahrida bölgesinde yerleşik olan Türklerin önderliğini yapan Tatikios, Arnavutluğu ele geçiren ve Aşağı İtalya Normanlarının lideri Roverta Giskadru’ya karşı İmparator Alexios Komnenos adına savaşan komutandır. 1086 yılında Peçeneklere yenilmiş olan Bizans ordusunu toparlamak üzere Edirne’ye gönderilen Tatikios, burada Peçenekleri yenilgiye uğratmıştır. Bu arada 1094 yılında Nicephore Diogen’e karşı düzenlenen bir suikasti de engellemeyi başaran Tatikios, aynı yıl içerisinde bu defa Kuman Türklerine karşı Bizans topraklarını savunmuş, yine Kuman Türklerinin akınlarına karşı kaynak elde edilmesi için kilise mülklerinin müsaderesi hakkında düzenlenen Sinod’da idareciler arasında görev almıştır. Bundan sonra ise daha önce de bahsedildiği gibi İznik kuşatması sırasında emrindeki Vardar Türkleri ile 40.000 kişilik bir ordunun başında İznik’teki Türklerin su takviyesini önlemekle görevlendirilmiştir.[55] Bu kuşatmada gösterdiği başarıdan dolayı İmparator Alexius tarafından yine emrindeki Türkopoller ile birlikte 1098 yılında Antakya’ya kadar Haçlılara eşlik etmekle görevlendirilmiştir. Burada kendisine karşı girişilen bir komplo sonucu askeri birliği terk ederek önce Kıbrıs’a gitmiş daha sonra da İstanbul’a dönmüştür. Bundan yıllar sonra ise Tatikios 1099 yılında Kephale Periphanestate ünvanı ile Bizans deniz kuvvetleri amirali olarak atanmıştır.[56]
B.2. John Aksukhos
Alexıos Komnenos (1081-1118) Devri’nde 9 yaşında esir alınan ve Komnenos Sarayı’nda eğitim görüp yetişen ve İmparator II. Ioannes Komnenos’un 1118’de tahta çıkışından itibaren, İmparator I. Manuel Komnenos Dönemi’nin de ilk yedi yılını içine alan ve 32 yıl süreyle Megas Domestikos ünvanıyla, yani Doğu ve Batı Bizans orduları Başkumandanlığı’nı elinde tutan Aksukhos bir Selçuklu Türk’üdür.[57] 12-13. yy. ünlü Bizans tarihçilerinden Niketas Khoniates de Aksukhos ve ailesi hakkında bilgi vermektedir. Khoniates Aksukhos’tan şöyle bahsetmektedir: “Alexios Comnenos’un ölümüyle tahta çıkan (1118) İonnes’in hizmetinde yer alan ve imparator’un en büyük teveccühüne sahip bir kişi olan İonnes Aksukhos bir Türk’tür”.[58]
Haçlı komutanlarından Bohemond’un Filistin seferi sırasında Nikaea’nın (İznik) Türk egemenliğinden kurtarılışında esir düşen Aksukhos, İmparator Alexios’a takdim olunduktan sonra İmparator’un oğlu İonnes’in arkadaşı olmuş ve kısa sürede tüm sarayın sevgisini kazanmıştır. İonnes tahta çıktıktan sonra ise Aksukhos, Büyük Domestikos, yani Kara Ordusu Başkumandanı olmuş ve zamanla İmparator’un yanındaki nüfuzunu artırmıştır. Bizans kara orduları komutanı sıfatıyla Aksukhos, İmparator’un Anadolu ve Balkanlar’da yaptığı bütün askerî seferlere katılmıştır. 1119 yılında İoannes’in ilk seferi Laodikeia’nın (Denizli) Türklerden geri alınışıdır. İmparator Laodikeia’yı Türklerden geri almak ve Türklerin Meandros (Menderes) vadisindeki ilerleyişlerini durdurmak amacıyla Phrygia (Frigya) bölgesine sefer düzenlemiştir. Ordu Philadelphia’e (Alaşehir) varınca Aksukhos İmparatoru geride bırakarak ordunun başında Laodikeia’ya hücum etmek üzere önden gitmiştir. Yapılan savaşta Laodikeia Bizans’ın eline geçmiştir.[59] Aksukhos’dan Peçeneklere karşı yapılan savaşlarda da bahsedilmektedir. 1121’de Tuna’yı yeniden geçen ve Trakya’ya yayılan Peçeneklere karşı 1122 ilkbaharında yapılan savaş Bizans’ın başarısıyla noktalanırken, bir Türk boyuna karşı bir diğer Türk komutan Bizans tarafından ustaca savaş meydanına sürülmüştür. Aksukhos, 1137-38 ve 1142-43’deki İmparator Ioannes’in Antakya Haçlı Devleti üzerine düzenlediği seferlere katılmıştır. Bu son seferinde İmparator’un ölmesi Aksukhos’u bir kez daha Bizans tarihinde etkin bir kişi konumuna getirmiştir.[60] Aksukhos kilise ve halkın desteğini Manuel tarafına kazanmayı büyük bir ustalıkla başararak Manuel Komnenos’un hiçbir zorlukla karşılaşmadan başkente girip tahta oturmasını sağlamıştır. İmparator Manuel Dönemi’nde de Aksukhos etkin bir role sahip olmaya devam etmiştir. Megas Domestikos ünvanlı bir komutan olarak İmparatorluğ’un bir ucundan diğer ucuna başarılı seferler gerçekleştirmiştir. 1148 yılında Sicilya Norman Kralı II. Roger Korfu adasını zaptettiğinde buna karşı karadan Aksukhos idaresinde, denizden Stephanos Kontostephanos denetiminde kuvvetler gönderilmiş, Kontostephanos’un ölümüyle donanmanın denetimi de Aksukhos’a verilmiştir. Bu olay sonuçta Korfu adasının geri alınmasıyla noktalanmıştır. Bizans tarihinin Konmeneos ailesi döneminde başarılı bir başkomutan olarak görev yapmış olan Selçuklu Türk’ü Aksukhos’un ölümüyle ilgili açık bir bilgiye kaynaklarda rastlanmamaktadır. Ancak, 1149’dan sonra yaşanan olaylarda adı geçmemektedir. Ünlü komutanın kızı Euddia Aksukhaina, Stephanos Kommenos ile evlenmiştir. Evlilik için 1153/54’de toplanan meclis konuşmalarında Aksukhos’dan müteveffa başkumandan diye bahsetmektedir.[61] Dolayısıyla bu tarihten önce Aksukhos’un ölmüş olduğu açıkça söylenebilir. 12. yy.’da Bizans dünyasında adı bilinen Türkler arasında en yüksek mevkiye çıkmış bir kişi olan Aksukhos iyi bir eğitim almıştır. Retorik bilgisine sahip, günün entellektüellerinin kullandığı dili konuşan, dinî konularda da tartışabilecek derecede bilgi sahibi bir kişi olarak anılan Aksukhos’un ölümünden sonra Bizans hizmetinde önemli görevler üstlenen bir başka Aksukhos daha vardır.
B.3. John Aksukhos’un oğlu Alexıos Aksukhos
John Aksukhos’un oğlu Aleksios Aksukhos, Aleksios Komnenos’un tek çocuğu olan Maria ile evlenmiştir. Bu evlilik Aksukhos’u tahta en yakın kişi konumuna getirdiyse de, Aleksios Komnenos babası İmparator II. Ioannes Komnenos’dan önce ölünce tahta kayınpederinin en küçük kardeşi Manuel geçmiştir. Bu konuda Brand, eğer Alexios Aksukhos, Manuel zamanında Maria ile evlendiyse Manuel’in bunu muhtemelen Maria’nın tahtı ele geçirebilecek güçlü bir aile bireyiyle evlenmesini önlemek için yapmış olabileceğine, böyle değilse bile onun Türk olmasının hiçbir zaman unutulmamış olduğuna ve hatta onun Türk olmasının düşman kazanmasında dahi etken olduğuna dikkat çekmektedir.[62] Alexios Aksukhos, tıpkı babası John Aksukhos gibi Bizans hizmetinde bulunan bir Türk olarak Manuel Dönemi’nde uzun yıllar ancak İmparator’un seçtiği kişilerin atanabildiği yüksek askeri rütbelerden birisi olan protostrator olarak sarayın önde gelen kişileri arasında yer almıştır. Askeri ve idari görevliler arasında oldukça popüler olan Alexios, aynı zamanda başarılı bir diplomat olarak da hizmet vermiştir. 1151 yılında İmparator tarafından İtalya’da hassas bir konuda önemli bir misyonla görevlendirilen Alexios, aynı zamanda Sicilya’daki Normanlarla da savaş halinde bulunmakta ve Sicilya kralı ile barış mülakatları yapmaktaydı. Sonuçta Bizans adına başarılı bir antlaşma yapmayı başaran Aksukhos, 1165 yılında Kilikya’nın Bizans hakimiyeti altında kalan kısmına vali olarak atanmıştır.[63] Buradaki görevi sırasında askeri yönden olmasa da, diplomatik açıdan önemli bir girişimde bulunarak Bizans Kilisesi ile Ermeni Kilisesi arasında bir uzlaşma gündeme getirmeyi dahi başarmıştır.
Başarılı diplomat ve asker Alexios Aksukhos 1167 tarihinde Macaristan’a düzenlenen bir seferde Sofya yakınlarında tutuklanmış ve Papykion Dağı’nda bir manastıra hapsedilmiştir. Khonietes’e göre Aksukhos her İmparator’un sahip olduğu başarılı bir kişinin tahtı ele geçirmesi paranoyasının kurbanı olmuştur.[64] Çünkü, Alexios göze batan, askerler ve idari memurlar tarafından sevilen bir kişidir ve bu da İmparator’un tahtını tehlikeye sokabilecek kadar önemli bir sorundur. Bu tarihten sonra kapatıldığı manastırda kendisini dine adayan Aksukhos, bir keşiş olarak burada ölmüştür.
B.4. John Aksukhos’un Torunu Şişman
John Aksukhos’dan sonra da Aksukhos ailesi John’un oğlu şişman lakablı Ioannes Komnenos Aksukhos ile devam etmiştir. 1200 yılında İmparator Alexius III’e karşı bir komplo düzenleyerek sarayı ele geçirmeye çalışan İonnes Komenos Aksukhos, bu girişiminde başarılı olduysa da sonuçta öldürülmüştür. Onun Türk kökenli olmasından dolayı iftiralara maruz kaldığı da dönemin tarihçileri tarafından vurgulanan bir gerçektir. Diğer taraftan, John Aksukhos’un soyu Şişman lakablı İonennes Komnenos Aksukhos ile de son bulmamıştır. Zira, Trabzon Devleti’nin üçüncü hükümdarı Ioannes Komnenos Aksukhos adını taşımaktadır. Brand’a göre adı geçen bu Aksukhos “belki de Trabzon’un ilk hükümdarı olan I. Aleksios’un hanımı, şişman İoannes’in kızı veya yeğeniydi”.[65] Eğer bu doğru ise, Aksukhos soyu Trabzon hükümdar ailesi içinde devam etmiştir denilebilir.
B.5. George Maniakes
11. yy.’ın tanınmış kumandanlarından olan George Maniakes, Selçukluların Ermenistan’da ilk görünmeye başladığı dönemde Anadolu’ya yerleşen ve İmparator Basileios II’nin hizmetine giren bir Türk aileye mensuptur. Maniakes, genç yaşta Anadolu’daki Bizans garnizonunda görev yapmaya başlamış ve 1029 yılında bir kumandan olarak Bizans tarihindeki yerini almıştır. Aynı yıl içinde Protospatharios ünvanıyla, Telukh (Dülük) olarak adlandırılan (bugün Ceyhan nehrinin doğusuna düşmektedir) theme’in Strategosu (vali-kumandan) olmuştur. Daha sonra İmparator Romanus III, Devri’nde Araplara karşı girişilen savaşta göstermiş olduğu başarıdan dolayı aşağı Fırat vilayetlerinin idaresi ile ödüllendirilen Maniakes, Katepanos sıfatıyla Samasota’ya (Samsat) tayin edilmiştir. Bu idari bölge haricinde Kapadokya’da da arazi sahibi olan Maniakes, 1031 yılında Bizans adına Urfa şehrini ele geçirmiş ve Hz. İsa’nın Kral Abgar’a göndermiş olduğu söylenen meşhur mektubu bularak İmparator Romanus III’e göndermiştir.[66] Maniakes’ın Urfa’yı ele geçirmesi ile ilgili olarak Muralt, şehrin Urfa Emiri Nasr Eddaullah Mervan safında yer alan Türk Süleyman ismindeki bir kişinin Araplara ihanet etmesi sonucu Maniakes’ın Urfa’da birçok yeri ele geçirdiğini belirtmektedir.[67] Bu bilgiye göre, Maniakes ile Türk Süleyman’ın kuşatma sırasında birbirlerinden haberdar olabilecekleri uzak bir ihtimal olmasa gerektir.
İmparator Manuel Dönemi’nde de komutanlığa devam eden Maniakes, Urfa’daki görevinden alınarak Türkmenlere karşı koymak üzere Vaspurakan’a gönderilmiştir. Daha sonraki yıllarda ise İmparatorluğ’un batı sınırında Sicilya’da Araplara karşı düzenlenen savaşlarda görev alan Maniakes büyük başarılara imza atmıştır. Daha sonra Magistros ünvanıyla 1042 yılında asayişi sağlamak üzere İtalya’ya gönderilen Maniakes bir iftira sonucu sahip olduğu ünvanı kaybetmiştir. Bunun üzerine isyan eden Maniakes, bulunduğu Güney İtalya’dan aynı dönemde isyan etmiş olan Sırplardan da yardım alarak, Selanik’e doğru ilerlemiştir. İstanbul’dan gönderilen ordu ile Ostrovo’da karşılaşan Maniakes, savaş başlamadan önce kendi askerleri tarafından imparator ilan edilmiştir.[68] Bundan sonra ise savaşı kazanmak üzereyken hayatını kaybeden Maniakes’in ölümü ile Bizans tarihinin seyri değişmiştir denilebilir.
Yukarıda Bizans hizmetinde önemli görevlerde bulunan Bizans İmparatorluğu’na hizmet eden Türkopoller dışında yine Bizans’a hizmet etmiş birkaç Türk’ten daha bahsetmek yerinde olacaktır. Bu bağlamda, Nicephorus Chalouphes (Halife) adındaki Türk, önce Korinth adası valisi olmuşken, daha sonra bir dönem Venedik Bizans ilişkileri çerçevesinde Venedik’e Bizans elçisi olarak gitmiştir. Prosouch, yine bir Selçuklu komutanı olup özellikle İmparator Manuel Dönemi’nde Antakya Hükümdarı Raymond’a karşı girişilen seferde görev almış bir kişidir.[69] Prosouch’un oğlu veya torunu olan Nicephorus Prosouchos askeri bir görev dışında hizmette bulunan Türkler arasındadır ve bir dönem Yunanistan’ın valiliğini yapmıştır. Tziknoglos retorik eğitimi almış olan ve Aya Sofya idaresinde görevli bir Selçuk Türkü’dür. Yine İshak, Manuel Dönemi’nde (1154-5) hizmet eden Türklerden birisidir. 1156 yılında Normanlara karşı verilen bir mücadelede Bizans ordusu bünyesinde görev yapan küçük bir birliğin başındaki komutanın adı Pairames’dır (Bayram).
Yine Türk olduğu açıkça belirtilen İsa (John İses), Bizans eğitimi almış bir Selçukludur. 1146 yılında Konya’ya düzenlenen bir saldırıda İmparator Manuel’in yanında yaverlik yapan Poupakes da daha sonra Grand Domestikos Aksukhos’un koruması olmuştur. 1092-93 yılları arasında Bizans hizmetine giren bir başka Türk de İlhan’dır. Bursa’nın batısında Kyzikos ve Apollonia adı verilen yerlerin savunmasını üstlenmiş olan İlhan, Bizans baskısına dayanamayarak bu yerleri Bizans’a teslim etmiş ve Bizans hizmetine girmiştir. Aldığı birçok hediye yanında Hristiyanlığı da kabul eden İlhan’ı bazı aile mensupları da takip etmiştir. Akrabaları ile Bizans ordusunda savaşan İlhan 1094-5 yılları arasında Tatikios’un kumandasında Kumanlara karşı savaşan Türk birliği içinde görev almıştır.[70]
Burada yer verilen örneklere bakıldığında askeri alanda olduğu kadar diplomasi ve idari alanda da Bizans’a hizmet vermiş Türklerin bulunduğu görülmektedir. Yine askeri alan dışında bir kategori olan din hizmetinde bulunmuş ve manastır kurmuş bir kişi olarak anılan bir Türk daha bulunmaktadır. Bugün bile hala Yunanistan’ın Athos Dağı’ndaki manastırları arasında ayakta duran ve Kutlumuş Manastırı olarak bilinen manastırın kurucusu Kutlumuş, adından da anlaşılacağı gibi bir Selçuklu Türk’üdür. 11. yy.’ın sonuna doğru Bizans’a iltica ettiği anlaşılan ve Bizanslılar tarafından Koutloumousios olarak isimlendirilen Kutlumuş/Kutalmış’ın Selçuk sülalesi mensubu olup Kutalmış’ın soyundan geldiği iddia edilmektedir.[71] Buraya kadar verilen örnekler ağırlıklı olarak 10. ve 11. yy.’ları kapsamaktayken, Bizans hizmetinde bulunan Türkopollerin izlerine 14. yy.’da dahi rastlamak mümkündür. Bu konuda anılan yüzyıl başlarında Bizans imparatoru ile anlaşarak paralı asker olarak görev yapmaya başlayan Katalan birliklerinin sahip olduğu insan gücüne bakmak yeterli olacaktır. Katalan birliklerinin liderlerinden olan Muntaner’in Türkopollerin en usta ve güçlü şövalye En Rocafort’un etrafında toplandıklarını belirtmesi ve Gelibolu’da girişilen yağma harekatı esnasında Xmelich (Melik) adında bir Türkopolden bahsetmesi Türkopollerin varlıklarını bu yüzyılda dahi sürdürdüklerini göstermektedir. Muntaner Türkopoller için şöyle demektedir: “Gelibolu’ya Xhmelich adında bir Türk geldi ve bizimle (En Rocaford, En Ferran Ximeno ve Muntaner ile) görüşmek istedi. Kabul ettik ve görüşmeden sonra 800 atlı ve 2000 yaya adamı ve aileleriyle bizim safımıza geçtiler. Bunlar son derece sadık ve iyi askerler… İmparator’a geride 1000 Türk atlısı kaldı. Önceden 4000 olan sayıları bizimle giriştikleri mücadelede 1000’e düştü. Bunlar da aileleriyle birlikte bizim safımıza geçince imparatorun elinde asker kalmadı. İmparatorluk topraklarını yağmaladık. Türkler ve Türkopoller çapulculuk etmeye gittiklerinde bizim adamlarımız da onlarla gittiler…”[72] Muntaner’in yukarıdaki bahsettiği çarpışma 1307 yılında Bizans ile Katalanlar arasında yaşanan Apros Savaşı’nda olanlardır. Anlaşılan Bizans askeri gücünün çoğunun dayandığı Türkopoller, Katalanların safına geçmişlerdir. Katalanlarla birlikte hareket ederek Yunanistan’a birçok yerin yağmalanmasına katılan Xmelich (Melik) liderliğindeki bu Türkopollerin izlerine daha sonra Sırbistan Krallığı’nda rastlanmaktadır. 1311 sonrası Katalanlardan ayrılan Türkopoller Sıp Kralı Urosh Milutin’in hizmetine girmişlerdir.[73] Yine, Türkopoller hakkında elde edilebilen bir bilgiye göre de 1330-34 yıllarında Teselya’da hala faaliyet halinde olan Türkopoller bulunmaktaydı.[74]
Yukarıda yer verilen ve Bizans tarihi kaynaklarında açıkça isimleri ve kökenleri belirtilen bu Selçuklu Türkleri haricinde daha önce de belirtildiği gibi sayısız miktarda Türk askerinin Bizans’a hizmet karşılığında toprak ve para aldığı bilinmektedir. Bu konuda verilen birçok örnek bunu ispatlamaktadır. Ancak, aşağıda verilmekte olan yeni bir bilgi 12. yy.’a gelindiğinde Bizans topraklarına yerleşen Türk nüfusunun durumunu göstermesi açısından oldukça ilgi çekicidir. İmparator Manuel dönemi’nde (1143-1180) 1178 yılı içerisinde birçok Türk kadın ve çocuğun esir olarak ele geçirilmesinin Türk erkeklerinin Bizans’a yönelmelerini sebep olduğunu dönemin önemli tarihi bilgiler içeren edebi çalışmalar, risaleler, nutuklar ve mektuplar, bırakan Selanikli Eustathius’a dayanarak anlatan Brand, Selanik çevresindeki Türk nüfusunun o zamanki durumunu yine Eutathius’un sözlerine yer vererek tanımlamaktadır. Eutathius Selanik için şöyle demiştir: “Yeni Türkiye veya Türklerin Avrupa’daki toprağı”.[75]
Bu şekilde, adı geçen bu insanlar Bizans hizmetine girerek önemli görevler üstlenirken, esir düşen ve İmparatorluğ’un çeşitli bölgelerine iskan edilirken her şeyden önce, Bizans İmparatorluğu’nun uzun yıllar boyunca Hristiyanlığı esas alan siyaseti gereği, öncelikle vaftiz edilip Hristiyanlığı benimsediklerini göstermek zorunda kalmışlardır.[76] Bu durum da bahsedilen binlerce Uz, Kuman, Peçenek ve Selçuklu Türkü’nün Bizans hizmetine girmenin ilk aşaması olarak bu dini benimseyip vaftiz olmuş olmaları konusunda ortada bir şüphe bırakmamaktadır. Ancak, bu din değiştirmenin ölçüsü ya da ne dereceye kadar benimsendiği tam olarak ifade edilemese de, hizmete giriş aşamasında askeri veya idari görevler, hediyeler ve ödüller alan Türklerin Müslümanlığı bırakarak vaftiz olmayı kabul etmeleri oldukça ilginçtir. Ayrıca birçoğunun Hıristiyanlık dinini kalben benimseyip Aya Sofya idaresinde görev alan Tzignoglou ve manastır kuran Kutlumuş ile hayatının son yıllarında manastırda bir keşiş olarak yaşamış olan Alexios Aksukhos gibi kişilerin varlığı da dikkat çekicidir. 12. yy.’ın son yarısına kadar İslam’ı bırakarak Hıristiyan olanlar hakkında Sinod tutanaklarında, vaftizle ilgili kilise kanunlarında bilgiler bulunduğu da Vryonis tarafından belirtilmektedir.[77] Dinden dönüş için düzenlenen törende İslamiyet’i bırakan kişi, bu dini resmen bıraktığını ve İslam’ın Allahı’nı reddettiğini söylemek zorunda bırakılmıştır. Ancak, bu inkar Müslüman Türklere oldukça ağır geldiğinden İmparator Manuel okunan yemin metninde Allah için atfedilen olumsuz sıfatın kaldırılmasını sağladıysa da, Kutsal Sinod buna şiddetle karşı çıkmış ve İmparator’un ölümünü takiben de bu düzenleme kaldırılarak ilk şekliyle uygulanmaya devam edilmiştir.[78] Vaftiz, üst düzeyde görevler ve hediyelerden sonra Bizans toplumuna kabul edilen Türklerden genç olanları, belli bir eğitime tâbi tutulmuşlardır. Bizans kültürüne tam anlamıyla dahil edilebilmeleri için Alexius I Dönemi’nde kurulan bir okulda eğitim alan Latin, Peçenek, Kuman, Rus, Selçuk Türkü birer Romalı (Bizanslı) olarak yetişmekteydiler.[79] Ancak, her ne kadar birer Romalı gibi yetiştirildikleri söylense de, sonuçta Bizans idari birimlerince Türk, Peçenek, Kuman ve Uz oldukları hiçbir zaman unutulmamıştır. Alexios Aksukhos’un tahta varis olabileceği bir konumda bulunmasına rağmen bir Türk olduğunun vurgulanması ve sonuçta bir manastıra kapatılması sanırız buna en açık delildir.
B. 6. Sultan İzzüddin Keykavus ve Ailesi
14. yy.’da Yunanistan’da Vardar nehrinin batı kesiminde Veria denilen bölgede Sultan Paleologi olarak adlandırılan toprak sahipleri ikamet etmekteydi. Gergio Hionidi, özellikle 14. yy. Bizans kaynaklarının incelenmesiyle bu insanlar hakkında önemli bazı bilgilerin ortaya çıktığını ve bu bilgilerin bugün son dönem yazarları tarafından da kabul edilmekte olduğunu belirtmektedir.[80] Hionidi’nin Sultan Paleologi olarak adlandırıldığını belirttiği bu aile Selçuklu Sultanı İzzüddin Keykavus’un ailesidir.
13. yy.’da Konya Sultanlığı’nın batı kesimini idare eden İzzüddin Keykavus II, Moğol hanının da desteği ile iktidarı tamamen ele geçirmek isteğinde olan ve sultanlığın doğu kesimini idare eden kardeşi Rukneddin Kılıçarslan tarafından iktidarı terk etmeye zorlanmıştır. (1259). Bu durum karşısında ailesiyle birlikte önce Antalya’ya oradan da annesi tarafından akraba olduğu Bizans İmparatoru Mihail Paleolog’un sarayına gitmiştir. İzzüddin Keykavus’u takiben ordusu, savaşarak sınır bölgesi olan Sivrihisar’a kadar çekilmiş ve Bizans topraklarına geçerek İzzüddin Keykavus’a katılmışlardır.[81] Daha sonra Moğol Hanı Berke Han’ın kontrolü altındaki Kırım’a giden Keykavus’un beraberindeki aile mensupları ve adamlarından bazıları Bizans topraklarında kalmışlardır.
Bizans topraklarına yerleşen Sultan’ın maiyetindeki askerler bir süre sonra Dobruca’ya yerleşerek Anadolu’daki akrabalarının da buraya gelmelerini sağlamışlardır. Böylelikle Dobruca’da 30-40 obadan oluşan iki ya da üç Müslüman kasabası oluşturulmuştur. Bundan sonra ise İzzüddin Keykavus’u Bizans tahtını ele geçirme konusunda iknaya çalışan iki komutan imparator tarafından cezalandırılırken, vaftiz olmayı kabul edenler ancak ölümden kurtulabilmişlerdir. Bu olayın ardından Sultan ve iki oğlu Mesut ve Kayumert hapsedilmişlerdir. Sultanın annesi ve iki küçük oğlu da sarayda tutulmuş, ancak daha sonra annesi Karaferya’ya gönderilirken iki küçük prens de bölgenin valisi olmuşlardır.[82] Bu esaret dönemi yukarıda da belirtildiği gibi Altınordu Hanı Berke Han’ın devreye girmesiyle son bulacaktır.
Berke Han sayesinde kurtulan Sultan İzzeddin Kırım’a gittikten sonra, annesinin ölümü üzerine Karaferya iki küçük oğlundan büyük olana verilirken, kardeşi saraya alınmıştır. Berke Han bundan sonra yalnızca Sultan’ı yanına almakla kalmamış, Dobruca’da bulunan Türkleri de kendi hakimiyeti altındaki topraklara getirtmiştir. İzzüddin Keykavus’un 1280 yılında ölümünden sonra oğlu Mesud’un babasının varisliğini üstlendiği ve gemiyle Rum’a (Anadolu’ya) döndüğünü Yazıcıoğlu’na dayanarak belirten Wittek, Mesud’un Anadolu’ya geçmek için izin aldığında, Dobrucalı Türklerin de Berke Han’ın emriyle Dobruca’ya geri döndüğünü belirtmektedir. Mesud Anadolu’ya geçmesini takiben kardeşleri ve Rumeli’deki Türkler hakkında bilgi almak için İmparator Basileus Paleologos’a elçi göndermiş ve kardeşlerinden birisinin sarayda, diğerinin Karaferya’da vali olduğunu öğrenmiştir. Mesud’un İmparator’un yanındaki kardeşi, bazı Türklerle kaçmaya çalıştıysa da, yakalanmış ve prens ünvanıyla vaftiz edilerek keşiş yapılmıştır. Bir süre Aya Sofya’da patriğin servisinde çalışan prens, daha sonra Dobruca’daki Türklere katılmış ve yeniden Müslüman olmuştur. Bu arada Karaferya’daki Müslümanlardan bazıları Anadolu’ya geçmişlerdir. Ancak, prens ve oğlu Karaferya’da kalmış ve Müslüman olarak ölmüşlerdir. Fakat prensin torunu Basileus’un emriyle vaftiz edilmiştir. Hionidi, Kaykaus’un çocukları ve torunlarından ünlü olanların isimlerini şu şekilde belirtmektedir: Konstantin Melik ve özel olarak arazi sahibi olduğu ve Veria halkının temsilcisi olduğu vurgulanan Astrapiris veya Astrapiris Melikis,[83] Kumaniçi[84] arazilerinin sahibi Atanasios, Alexios, Sultan Dimitrios, Konstantin Melik Keykaus’un aile bireyleridir.[85] İsimleri zikredilen Keykavus ailesi mensuplarının hepsinin Hristiyanlaştırılmış toprak sahipleri olduğu üzerinde duran Hionidi, Veria’nın sembolü haline gelen üç Keykavus’dan daha bahsetmektedir.
Yetenekli birer asker olan Keykavuslar arasında torun Lizikos Georgios 1328 yılında Selanik şehri komutanı olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Daha sonra ise önce 1341 yılında Yunanistan’ın Kastoria şehri komutanı olmuş, daha sonra da 1350’de Edessa’da komutanlık yapmıştır. Ancak, 1351 yılında Sırpların saldırısı karşısında şehri başarılı bir biçimde sonuna kadar savunan Georgios Lizikos sonuçta Sırplara esir düşmüş ve öldürülmek üzere Üsküp’e götürülürken yolda hayatını kaybetmiştir.[86] Georgios Lizikos’tan sonra bir Lizikos daha vardır. Michail Lizikos adını taşıyan bu kişi Georgios’un ya kardeşi ya da oğludur. 1326 yılında Veria’da, bugünkü Tripotam yakınlarında, mal sahibidir ve onun oğlu muhtemelen ileriki yıllarda bu şehri I. Beyazıt Dönemi’nde Osmanlılara teslim edecek olan kişidir. Anlaşılan şehri teslim etmesinin ardından hepsi de kafir savaşçılar olarak nitelenmiş olan Lizikos ve diğer kardeşleri Serezs yakınlarındaki Zikhna’ya transfer edilmişlerdir. Burada en büyükleri olan Lizikos şehrin valisi (subaşı) tayin edilmiştir.[87] Bundan sonra Wittek, Sultan Beyazıt’ın Malatya ve Erzincan seferlerinde Lizikos ve kardeşlerinin orduyla birlikte olduklarını, ancak seferlerdeki birçok zorluktan sonra Lizikos’un görevinden ayrıldığını ve kardeşleri için muafiyet (musellemlik hükmü) hakkı aldığını belirtmektedir. Ayrıca, Sultan Beyazıd’ın bunların Selçuklu olduğunu öğrenince, onlara bazı imtiyazlar verdiği ve Lizikos’un Zikhna’da bir keşiş olarak öldüğü de vurgulanan önemli bir noktadır. Wittek, Yazıcıoğlu’nun konuyla ilgili son cümlesine değinerek: “Kardeşleri ve oğulları Zikhna’da yaşıyorlar ve ne haraç ne de onda ödüyorlar. Birinin adı Dimitri- Sultan, diğerinin Mikho-Sultan. Hepsi bu (vesselam)”[88] demekte ve İzzüddin Keykavus’un torunlarının Osmanlı Sultanı Beyazıd tarafından tanındığına dikkat çekmektedir.
Yukarıdaki bilgilerden de açıkça anlaşıldığı üzere iki Selçuklu sultanının iktidar çekişmesi sonucu bir kardeşin topraklarını bırakarak Bizans sarayına sığınması Bizans ve Türk tarihleri açısından önemli olaylara sahne olmuştur. Her şeyden önce Türk tarihi açısından üzerinde fazla durulmayan bir konu olan İzzüddin Keykavus’un ve ailesinin faaliyetlerinin açık bir şekilde ortaya konulabilmesi için Bizans kaynaklarının tam anlamıyla tetkik edilmesi gerektiğini burada vurgulamak yerinde olacaktır.
Diğer taraftan, Yazıcıoğlu’nun eserini yukarıda bahsedilen makalesinde yorumlayan Paul Wittek, Yazıcıoğlu’na bu bilgilerin Zikhna’dan 1421 tarihinde II. Murat’ın tahta çıktığı dönemde sahip oldukları imtiyazları yenilemek amacıyla başkent Edirne’ye gelen Keykavus’un iki torunu tarafından verilmiş olduğunun açık bir şekilde anlaşılması ötesinde, bahsi geçen şahısların da Selçuklu kökenli olmalarının Sultan I. Beyazıt tarafından biliniyor olması ve imtiyazlarının da bu sebepten dolayı yenilenmiş olmasına dikkat çekmektedir.[89]
Bugün Gagauz Türklerinin, köken olarak Anadolu Türklerine mi, yani Sultan İzzüddin Keykavus’a mı, yoksa Peçenek, Kuman ve Uz Türklerine mi dayandığı tartışmasının, ki Gagauzlar da kendilerini Uz Türkü olarak nitelemektedirler, buraya kadar verilen bilgiler ışığında bir sonuca bağlanabileceği söylenebilir. Bu konuda Dobruca’daki Türklerin Osman Gazi’nin Han olması sonrasında (1300) yeniden tarih sahnesine çıktıklarını Yazıcıoğlu’na dayanarak belirten Wittek, Rumeli’de, Dobruca’da yaşayan Müslüman Türklerin de Halil Ece adında bir Selçuklu Türk’üne katılıp Karasi’ye geldiklerini, Rumeli’de kalanların ise, ünlü Sarı Saltık’ın ölümünden sonra, kaderlerini inkar ettikleri ve unutmuş olduklarına dikkat çekmektedir. Bu bağlamda, Karaferya ve Zikhna olarak adlandırılan yerlerin de Dobruca dışında Gagauzların yaşadıkları yerler olduğunu vurgulayan Wittek, Dobruca’da kalan Türklerin Müslümanlıklarını kaybederek Hristiyan olduklarının altını çizmektedir. Nitekim, 1301-8 yılında Andronicos II ile Bulgar Çarı Svoloslav arasında yapılan bir anlaşma sonucunda çarın ele geçirdiği yerler, özellikle Karadeniz’de iki önemli liman olan Anchialos ve Mesembria Bizans tarafından tanınınca Dobruca’da kalan Türklerin Bizans ve diğer akrabaları ile olan bağları kopmuştur.[90] Bu da Dobruca’da kalan Türklerin zaman içerisinde Müslümanlıklarını kaybederek Hıristiyanlaşmalarını gündeme getirmiştir. Zaten yaşamakta oldukları ortam göz önüne alındığında yüzyıllar boyunca bu bölgede bir Türk göçü ve iskanı haricinde bir de Bizans misyon sürecinin var olduğu bilindiğine göre bunun uzak bir ihtimal olmadığı söylenebilir. Daha açık bir ifadeyle, bu bölgede yaşamış olan Peçenek, Uz ve Kuman Türkleriyle Selçuk Türklerinin karıştığı ihtimali oldukça yüksek görünmektedir.
Anadolu Selçuklu Türklerinin Dobruca’ya yerleştirilmelerinde de, geçmişteki Türk boylarına uygulanan siyasetin benzeri olarak, Bizans politikasını aramak gerekmektedir. Kuzeyden gelebilecek tehditlere karşı bölgede çeşitli Türk boylarıyla anlaşan ve onları düşmana karşı kullanan Bizans, o dönemde büyük bir tehlike olan Altınordu Devleti’ne ve Bulgarlara karşı Keykavus’un ahvadı olan bu insanları Dobruca’ya yerleştirerek kullanmış olabilir. Nitekim, Wittek de bunun bir Bizans politikası olduğunu ve Dobruca Türklerinin de bu siyaset dahilinde kullanıldığını açıkça vurgulamaktadır.[91]
Sonuç
Hunlardan başlamak üzere Karadeniz’in kuzeyi ve Balkanlar’da yüzyıllar boyunca birer etken güç olarak varlıklarını hissettiren Türk boyları her zaman Bizans İmparatorluğu’nun ilgi sahasına dahil olmuşlardır. Bu ilgi çerçevesinde bölgedeki birçok yabancı topluluk gibi Türk boylarına mensup binlerce Türk imparatorluk toprakları dışında yürütülen Hıristiyan misyonu faaliyetlerine maruz kalarak Hıristiyanlığı benimsemişlerdir. Bunun dışında, İmparatorluğ’a karşı birer tehdit unsuru olarak gündemde kalan bu Türk boyları bazen gerçekleşen savaşlar sonucu esir düşerek, bazen de doğrudan imparator ile anlaşarak Bizans topraklarına, özellikle de sınır bölgelerine yerleştirilmiş ve Bizans askeri sisteminde yer alarak Bizans’ın düşmanı konumundaki Fars, Arap ve diğer Türklere karşı Bizans sınırlarını korumuşlardır. Ancak, Bizans hizmetindeki Türkler sadece Karadeniz’in kuzeyinde ve Balkanlar’daki Türk boyları ile sınırlı kalmamıştır. Türkopoller olarak adlandırılan ve önce Müslümanken daha sonra Hristiyanlığı kabul ile Bizans hizmetine giren Anadolu Selçuklu Türklerinden de, sıradan askerler yanında, üst düzey askeri ve idari kadrolarda önemli görevler alan Türkler olmuştur.
Hacetepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 6 Sayfa: 218-232