Prof. Dr. Vasilka TIPKOVA – ZAIMOVA
Bizans İmparatorluğunun XI-XII. yüzyıllardaki batı sınırını incelerken aynı dönem içindeki İmparatorluğun doğu sınırı da dikkatimi çekmeye başladı.[1] Bu çalışmamda genelde Türk kaynaklarını inceleyen araştırmacıların çalışmalarına dayanmaktayım.
Yaklaşık yirmi yıl önce Ts. Tafraciyska, uzun bir süre için İdil Bulgarlarından uzak yaşayan Tuna Bulgarlarının (Proto Bulgarlar) dilinde Farsça elemanlarının korunduğu konusu üzerinde durmuştu. Ona göre bu Farsça elemanlar Türk dilinin konuşulduğu ortamda gerçekleştirilen ilişkilerden kaynaklanır.[2] Bu durum, Anadolu’daki Bulgar unsurlarının varlığını kanıtlarken, oraya yerleşen Bulgarların geldiği bölgelerin farklı olduğu konusunu da unutmamamız gerektiği anlamına gelir.
İlk başta, Bulgar halkının Anadolu’ya yerleşmesi için ne gibi nedenlerin bulunduğu konusuyla başlamamız gerekir. Bulgarların göçünü hazırlayan nedenlerden en önemlisi, Bizans İmparatorluğu’nun geleneksel siyasetine bağlıdır. Bizans İmparatorluğu, genelde güvenlik açısından kalabalık halk gruplarını devletin sınırları içinde yer alan bir bölgeden başka bölgelere yarleştiriyordu. Örneğin bir grup Ermeni VII. yüzyılda veya Pavlikyanlar IX. yüzyılın ilk yarısında ve daha sonrasında Trakya bölgesine yerleştirilmiştir. Bunun yanı sıra Bizans Devleti IX. yüzyılın başında bir grup Slavı, Komnen sülalesinin yönetimi sırasında da Sırp asıllı vs. vatandaşlarını Anadolu bölgesine sürmüştür. Bu tür sürgünler, devletin güvenliğini sağlayan güçler tarafından, yani merkezi yönetimince gerçekleştirilir. Gerçekleştirilen önlemlerin amacı, belli bölgelerde memnuniyetsizlik ve isyan hareketleri gerçekleştiren grupları parçalamakla ilgiliydi. Bulgarların 530 yılında, Avarların II. Iustin yönetimi sırasında, yani 577’de, Heraklea bölgesindeki Avarların 620’de, bunun yanı sıra başka birçok halkların Anadolu’ya yerleştirildiği konusunda bilgiler mevcuttur.[3]
Bu çalışmamızda ana kaynak olarak kullandığımız K. Venedikova’nın[4] kitabında Bulgarların Anadolu’ya zorla yerleştirilmesi ile ilgili ayrıntılı bilgi mevcuttur. K. Venedikova, çalışmasında yalnız bu makalenin konusu olan yaklaşık XI. yüzyıldan başlayarak ve XIII. yüzyılın başına kadar uzanan dönem içinde değil, XX. yüzyıla kadar Bulgarların Anadolu’ya gerçekleştirilen göçleri inceler. Yazar, özellikle Bulgarca olarak kaleme alınmış çok sayıda incelemenin yanı sıra başka çalışmaları da kullanır. K. Venedikova’nın bu monografisinden önce bu konuyla ilgili daha iki küçük çalışması vardır.
Bu makalenin amacı, gerçekleştirilen buna benzer göçleri Bizans İmparatorluğu’nun sınırları içinde ele almaktır. İmparatorluğun kuzey sınırı Tuna nehrine uzandığı ve Peçenek, Uz, Kuman ve başka karışık Türk gruplarının kuzeyden güneye sızmaya başladığı dönem bizim makalemizin konusunu oluşturur. Tuna ötesi Bulgaristanı olarak adlandırılan ülke varlığını sürdürdüğü dönem içinde Bizans Devleti için bir engel oluşturuyordu. Bu nedenle de söz konusu engel ortadan kalkınca, VI. ve VII. yüzyıllarda Tuna bölgesinden geçen Bizans sınırında da, Doğu Bizans sınırında devletin iç organizasyonu ila ilgili meydana gelen olaylara benzeyen hadiseler söz konusudur.[5]
Bu konuyu ele alırken K. Venedikova’nın araştırmalarını ve İ. Tatarlı’nın bir makalesini kullanmaktayım. K. Venedikova, eserinde “Karaman Tarihi” olarak adlandırılan metni, on altı el yazması üzerinde yapılan daha eski çalışmaları ve de önce hiç incelenmemiş birkaç belgeyi kullanır. Yazarın monografisi bu konuda mevcut olan tüm belgelerin incelenmesini içerir. K. Venedikova üç ayrı yazarın yapıtından yararlanır: Bunlar, Farsça yazan Lehani Hoca ve Yaricani’nin (XIV. yy.), iki şairin şiirlerinden bazılarını Orta Çağ Türkçesine çeviren ve bazı bölümlerin yazarı Ahmet Bey Şikari’nin (XVI. yy.) çalışmalarıdır.[6] K. Venedikova, “Karaman Tarihi” eserinin üç ayrı varyantı olduğunu ileri sürer. Ona göre bu varyantlar kısa Türk varyantı, geniş Türk varyantı ve Fars varyantıdır.
İ. Tatarlı[7] da Ahmet Bey Şikari’nin çevirilerinden yararlanarak Sultan I. Selim’in (1512-1520) Dönemi’ne kadar meydana gelen olaylarla ilgili kendi yorumunu ortaya koyar. İ. Tatarlı, XIV. yüzyılda yaşamış Dohani ve Yercani gibi şairlerin epik şiirlerini de eklemektedir. Yazarın bu kaynaklardan elde ettiği genel bilgi, Karaman kavmi ve Türkçe konuşan başka kavimlerin Toros Dağlarının eteklerine yerleşmesiyle başlar. Her iki yazarın (K. Venedikova daha ayrıntılı olarak bunu açıklar) da söz ettiği gibi “Karaman Tarihi”nde yer alan yaklaşık 150 bölümde Bulgarlardan söz edilir. Onlardan 100 bölümünde direkt olarak, kalan 50 bölümünde de dolaylı olarak Bulgarlarla ilgili bilgi mevcuttur. Kaynakta anlatılan Bulgarlar Orta Asya’nın güney bölgesinde bulunur. Bunlar “Bulgar kavimleridir”. XIII. yüzyılın başında bölgenin batısında ve kuzeyinde söz konusu Bulgar kavminin Selçukların ve onlara bağlı kavimlerin yaşadığı orta bölgesinde, yani Kili Ermenistanı’nda, Kudüs Çarlığı’nın doğu bölgesinde, Hatay, Alepo ve Şam’ın Müslüman Emirliklerinde bulunuyordu. Defalarca dile getirilen Bulgar Dağı’nın kuzey yamaçlarında, Toros Dağları’nda kurşun ve gümüş madeni bulunuyordu ve adı da “Bulgar Madeni” idi.[8]
Bu coğrafî bilgileri verdikten sonra, yeniden söz konusu Bulgar kavminin Karamanlarla ve Selçuklarla olan ilişkilerine dönüyorum. Ancak bundan önce İ. Tatarlı’nın da belirttiği gibi söz ettiğimiz Bulgarların durumunu çok iyi bilen şair ve filozof olan Celâldin Rumi Mevlâna’dan (1197-1273) kısa bir şekilde söz etmek isterim. Anadolu’nun orta bölgesindeki Balş’ta doğdu. Önce Karaman’da, sonra da Konya’da oturan Celâldin Rumi Mevlâna Konya’da Selçuk büyüklerinin heyetinde yer alır. Mevlana Celâleddin Rumi şiirlerinde, sık sık Bulgar adına rastlanır, bazen de onlarda Bulgarların hayatıyla ilgili ayrıntılar mevcuttur. Örneğin Bulgarların ödediği vergi veya çok güzel olan Bulgar köle kadınlarından söz edilir.[9]
Mevlana Celâleddin Rumi’nın kaynak olarak kullanıldığı “Karaman Tarihi”ne dönelim. İ. Tatarlı[10] ve K. Venedikova’nın verdiği bilgiler çok kapsamlıdır. Örneğin bu yazarlar tarafından anlatılan Karamanların XIII. yüzyılın 20’li ve 30’lu yıllarında meydana geldiği savaşlar çok ilgi çekicidir. Karamanlar Oğuz ve Kürt topluluklarla 1228 yılında Sivas bölgesine sızarlar, Konya (İkonion) bölgesinden, Ala Dağı yakınından geçerler ve Ermenek ve etrafındaki bölgelere yerleşirler. Bulgarlar, tüm bu savaşlarda Karamanlara karşı savaşırlar. Bu çarpışmalar sırasında Bulgarların önderlerinden (Bulgar Bey) biri Yakmi Kağan öldürülür. Sonra Bulgarlar, Karamanlara boyun eğmeye kabul eder ve ölen Yakmi Kağan’ın yerine oğlu Aydın’ı getirirler. Selçuklar ve söz konusu Beylikler arasındaki savaşlarda her zaman Bulgarlar da yer alır.[11]
“Karaman Tarihi” ile ilgili bilgileri toparlamak için K. Venedikova ve İ. Tatarlı, Danişmend’in ünlü destanına da başvururlar. Bu epik eser XI-XII. yüzyıllarda ortaya çıkar ve genelde Irène Mélikoff ve de bazı başka Türkolog uzmanı tarafından incelenir.[12]
Söz konusu Selçuk destanında yer alan Bulgarlarla ilgili en önemli bölüm, gene K. Venedikova tarafından yorumlanır. Bu bölümde “Bulgar Dağı’ndan” ve Bulgar Dağı’nın eteklerinde uzanan “Bulgar sınırından” söz edilir. K. Venedikova’ya göre bu bilgiler, Bulgarların toprak prensibi üzerine organize olduklarını kanıtlar.
Selçuk önderi İzzeddin Keykâvuz’un (1209-1219) sekreteri İbn Aliya tarafından aktarılan destanın metninden Melik Danişmend’in, Gavra adındaki Trabzon (Trapezund) bölgesi yöneticisini öldürdükten sonra oğullarının İslâm’ı kabul etmelerini zorladığını, Abdurrahman ve Süleyman ismindeki askerî önderleri Ermenistan’ı işgal etmeleri ve “Bulgar sınırına” kadar (Petersburg el yazması olarak adlandırılan destan varyantında “Bulgar eteklerine kadar” ifadesi geçmektedir) ulaşmaları için oraya gönderdiğini anlıyoruz. K. Venedikova, tüm bu bilgileri kıyasladıktan sonra 1098[13] yılında meydana gelen olaylardan söz edildiği sonucuna varır. İ. Tatarlı’nın bu konudaki sonuçları da K. Venedikova’nınkine yakındır.
Bu Bulgarların kökeni ve geldikleri bölgeyle ilgili konudan uzaklaşmadan önce İ. Tatarlı’nın verdiği bilgilere değinmek isterim. İ. Tatarlı, 1954 yılında yayımladığı “Selçuk Devleti’nin Olağanüstü Günleri” adlı çalışmasında bu olayların kısa analizini verir.[14] Söz konusu kitapta Tuğrul Bey, Alp Arslan ve Melik Şah Dönemlerinde ve özellikle de 1118 ve 1157 yıllarında meydana gelen farklı olaylardan da söz edilir. Suvar, Bulgar, Ankura’nın olduğu gibi “el-mamaleki saklab” (=Slavların toprağı) olarak adlandırılan bölge Selçuklulular tarafından işgal edilen söz konusu topraklardır. İ. Tatarlı’ya göre tüm bu topraklar doğudan batıya doğru Kafkasya bölgesi, Ermeni yaylaları ve Ankara bölgesi arasında bulunuyordu. İ. Tatarlı’ya göre belgede “Sivar’ın devleti” şeklinde söz edilen ülkenin gene Kafkasya bölgesinde bulunan ancak İdil Bulgarlarından gelen bir Bulgar toplumu olduğu belirtilir. Ona göre bu Bulgarlar, Selçukların saldırıları sonucunda Anadolu’ya kadar ulaşır, memleketlerinde kalan diğer Bulgarlar ise Tuğrul, Alpo, Alp Arslan ve Sancar gibi Orta Asya’daki Selçuk önderlerine bağlı kalırlar. Gene İ. Tatarlı’ya göre bu Bulgarlara, farklı dönemlerde özellikle de Samuil Bulgaristan’ın çöküşünden sonra Bizans yöneticileri tarafından oraya sürülen Bulgarlar da katılır. Araştırmacı, bu iddiasına kanıtlamak için Alusya’nın misyonunu örnek gösterir. Alusyan, Orta Asya’ya önemli bir görev için gönderilir. Alusyan Teodosinopolis’in yöneticisi olur, karısının (Ermeni asıllı) ise Harsianon bölgesinde toprağı sahiptir.
İ. Tatarlı’nın bu tahminini genel olarak kabul edebilirim, ancak birkaç şartım olacaktır. İlk olarak Alusyan’la ilgili olaylar burada üzerinde durulan sorunlarla ilgili değildir. Alusyan, Komitopol olarak adlandırılan bir sülaleden geliyor. Bulgar Devleti yok edildikten sonra bu sülalenin birkaç temsilcisi Bizans aristokrat sınıfına katılır ve böylece Bizans yöneticisi sıfatıyla Bulgar topraklardan uzak bölgelere göreve gönderilir.[15]
Daha sonra hem Bulgar aristokrasisi hem de Bulgar halkının çok sayıdaki temsilcilerinin Anadolu bölgesindeki varlığı ile ilgili konuya tekrar döneceğim. Şimdi de Bulgar Dağı civarındaki Slavların varlığı ile ilgili bilgileri değerlendirmek isterim. K. Venedikova, bu konuyu araştırırken hem zengin bilgi içeren orijinal kaynaklara hem de Türk, Rus ve genelde Bulgar (V. Zlatarski, İ. Bojilov vb. gibi)[16] araştırmacılarının eserlerine dayanır. K. Venedikova, bu şekilde Güney Anadolu’da olduğu gibi Bulgar Dağı’nda da Bulgarların yanı sıra XVI. yüzyıla kadar bile varlığını sürdüren Slavların bulunduğunu kanıtlamaya çalışır. Bu bilgileri verdikten sonra İmparator I. Nikephoros Genik tarafından Slavların Bitinya’ya sürüldüğü ile ilgili IX. yüzyıla ait ve yalnız eski bilgileri içeren ünlü bir kaynaktan söz etmek isterim. A. E. Tahianos, bu kaynağa dayanarak benim kabul etmem mümkün olmayan bir tahmin ortaya atar. A. E. Tahianos, Kiril ve Metodius Kardeşlerin Olimpos’ta üzerinde çalıştıkları alfabenin bu Slavlar için sipariş edildiğini iddia eder.[17]
Başka göçler sonucunda Anadolu’ya (ve Orta Asya’ya) yerleşen Bulgarların göçleriyle Bulgar Devleti’nin uyruğu olan Slavların ve Slav-Bulgarların bu bölgeye yapılan göçleriyle ilgili bilgileri birbirinden ayırt etmeye çalıştım. Aynı zamanda da bu halkların Bizans sınırında üstlendikleri rolü belirledim.
Bu toplumların statüsü ile ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek için söz konusu halkların göçü, özellikle XI. yüzyılda Batı Asya’ya gerçekleştiren Türk kavimlerinin genel göçünün içinde incelenmesi gerekir. Türklerin Batı Asya’ya göçleri, askerî seferler sırasında, Hazar Denizi’nin kuzeyinde ve güneyinde bulunan yollardan olduğu gibi Bizans İmparatorluğu’nun sınır çizgisi üzerinden de gerçekleşir.
İlk başta Türk göçmenler, Bizans Devleti’nin doğu tarafına girmek gibi planlar kurmuyordu. Ancak 1033 ve 1040 yılları arasında Türkler, İran toprakları, Hazar Denizi, İsfahan ve Urmiye (Rezaiye) arasındaki üçgene yerleşirler. 70’li yılların başında da büyük bir Türk kalabalığı Suriye topraklarına sızar. Bizans Devleti’nin doğu topraklarını alma süreci, Bizanslıların Malazgirt (1071) yakınlarındaki büyük yenilgisinden ve İmparator Romanos Diogenes’in ölümünden sonra daha da hızlanır. İmparator Romanos Diogenes, Mihail Dukası destekleyen muhalif kişiler tarafından öldürülür. İşte o zaman Selçuk önderi Alpaslan Mısır’a girmeyi başarır.[18]
Daha önce de söylediğim gibi Bizans ordusunda parayla görev yapan Türk askerlerinin bulunması konusu da çok önemlidir. Ancak bunun yanı sıra Anadolu’da görev yapan paralı Türk askerlerinin Tuna boyu Türklerine elini uzatıp hep birlikte Bizans İmparatorluğu’na karşı savaştıkları ile ilgili örnekler de mevcuttur. İmparator Aleksios Komnenos’un Lavuniyon yakınlarında gösterdiği büyük başarıdan biraz önce Peçeneklerle yaptığı savaş döneminde gerçekleşen olaylar Anadolu ve Tuna Türkleri arasındaki işbirliğiyle ilgili en çarpıcı örneği oluşturur. Aleksios Komnenos, bu dönemde tahta çıktıktan sonra İzmir Emri Çaka kaçar. Bilindiği gibi eski bir esir olan Çaka eski İmparator Nikifor Votaniyat tarafından yüksek bir göreve getirilir. Çaka, Abdulkasım ile bağlantı kurarak Bizans Devleti’nin Tuna sınırındaki Türk “soydaşlarıyla” bağlantı kurmaya çalışır. İmparator Aleksos Komnenos, Kumanları Peçeneklerden ayırarak bu savaşı kazanmayı başarır. Uzun süren ve zor birtakım askerî harekat sonra Çaha öldürülür.[19] Ancak bu olaylar, doğu bölgelerinde ve Balkanlar’da yaşayan bazı Türk boyları arasında gerçekleşen bu birlik girişiminin varlığını göstermek açısından çok büyük önem taşımaktadır.
O halde Malazgirt’ten 20 yıl önceki durum nedir? Bizans ordusu, Vrienius önderliğindeki Batı askeri bölgesi güçlerini, doğu askerî bölgesi güçlerini, aynı zamanda da Bizans üst düzey görevlilerinden oluşan askeri güçlerini içermektedir. Bu ordu ilk başta yaklaşık 100.000 kişiden oluşur, oysa savaştan hemen önce askerlerin toplu sayısı 60.000 kişiliktir. Ordunun azalması, birkaç olaya bağlıdır. Örneğin bu savaşta yer alan Peçenekler, daha önce Hliyat’a doğru gönderilmiştir. Gece yapılan bir saldırı sırasında Uzlar imparatorluk ordusunun kampına dönerler. Bu orduda bizi fazla ilgilendirmeyen Ermeniler de yer alıyordu ve Urfalı Matheos’un belirttiği gibi Bulgarlar da vardır. Uzlar ve Bulgarlar “müttefikler” (summacoi) arasında yer alır; bunun yanı sıra orduda yer alan paralı askerler de “yabancı” (xenoi) olarak adlandırılır. Bu tür “müttefiklerin” yer aldığı savaşlarda var olan geleneğine uygun olarak bazı çarpışmaların başlamadığı saatlerde[20] Bizans ordusundan ayrılarak Türklere katılır. Başka bir çalışmamda[21] XI-XII. yüzyıllarda Tuna boyu topraklarında büyük rol oynayan bu tür “müttefikleri” inceledim. Tuna Bulgaristanı kurulmadan önceki dönemde olduğu gibi, etnik sorunların var olduğu bir ortamda görünen, Bizans tarihçisi Ataliatos’ın “miksobarbarlar” (mixobarbaroi) olarak adlandırdığı unsur, “tüm dillerin konuşulduğu” Tuna kasabalarında buluyoruz.[22]
Daha önce vermiş olduğumuz kaynaklara göre XI. yüzyılda Anadolu’da da “miksobarbarlar” vardır. Ancak bana göre Anadolu’daki bu “karışım” yalnızca etnik gruplardan değil, farklı dini gruplardan da oluşur. Oysa Kuzey Bulgaristan’daki söz konusu unsurlar, daha çok Türk grupların çiftçilikle ve hayvancılıkla uğraşan yerli halkla karıştıktan sonra meydana gelirdi ve bunlar yalnız Hıristiyandı.
Bizans tarihçisi Skilitsos’a göre Malazgirt Savaşı’ndan biraz önce batı bölgesinden doğu bölgesine gene askerler gönderilmiştir. İmparator Romanos Diogenes, Suriye’de savaşırken Türk boylarına karşı “Bir Bizans İmparatoruna lâyık olmayan türden, yani Makedon, Bulgar, Kapadokyalı, Uz ve başka sınır halklardan olduğu gibi Frank ve Varyaglardan oluşan, mevcut durumunun toplanmasına izin verdiği türden”[23] askerler gönderir.
Bizans tarihçisi Skilitsos tarafından kullandığımız bu alıntı, erken Orta Çağ’dan başlayarak geç Orta Çağ dönemine kadar yazılan Bizans belgelerinde, bu tür askeri birliklere nasıl bir değerlendirme yapıldığı konusunda iyi bir örnek sayılır. Belgelerde söz edilen askerî birlikler sık sık askerlerin geldiği bölgelerle adlandırılır, bazıları da askerlerin etnik kökünden ismiyle yer alır. Aynı zamanda biraz önce verdiğimiz alıntıdan, hem Frank ve Varyaglar hem de Uz ve başka sınır halklarının orduda bir arada yer aldıkları anlaşılır. Bu alıntı Bizans ordusunda hem azınlıkların hem Bizans orduda sürekli yer alan birliklerin, hem simmah olarak adlandırılan hudut askerlerinin hem de paralı askerlerin yer aldığı konusunu kanıtlayabilmemiz açısından çok önemli sayılır. Pek iyi alıntıda söz edilen Bulgarlar hangi Bulgarlardır?
Bu askerlerin Orta Bulgaristan’ı kapsayan bölgeden toplanan askerlerin olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Belki de bu askerler Paristrion’dan, yani Kuzey Bulgaristan ve Dobruca bölgesinin bir bölümünden geliyordu. Tarihçi Skilitsaos’nın sıralamasında Bulgarların Uzların yanında yer aldığını da göz önünde bulundurursak bu tahminimiz daha kesin bir hal alır. Bizans tarihçisi Skilitsaos geçiş dönemini de dile getirir. Ona göre, 1048’den sonra Kegen ve Tirah’ın Peçenek grupları arasında çarpışmaların meydana geldiği dönemde İmparator Konstantin Monomah, yenilgiye uğrayan Tirah’ın Peçenek savaşçılarının tamamını yok edilmesini izin vermez, çünkü “Türklere ve başka yabancı halklara karşı yapacağı savaşlarda askere ihtiyaç duyarsa onları silâhlandırarak kullanıcaktı”.[24] Başka bir sözle eskiden beri uygulanan bir gelenekten söz edilir.
Bizans İmparatorluğu’nun tarafına savaşmak için Anadolu’ya gönderilen Bulgarları belirlemeye çalışırken Straşimir Dimitrov’un[25] da üzerinde durduğu bir soruyu ortaya koymak isterim. Straşimir Dimitrov’a göre Tuna sınırı boyunca XII. yüzyıla kadar Bulgarca (Proto Bulgarca) konuşan bir halk yaşıyordu. Yani bu bölgede Slavlaştırılmamış veya tamamıyla Slavlaştırılmamış bir Bulgar tabakası yaşamaya devam ediyordu. Straşimir Dimitrov, bu şartların, söz konusu dönem içinde Kumanlarla veya oraya yarleştirilen tüm Türk gruplarıyla temasların gelişmesini sağladığını düşünür. Yazar, bunları iddia ederken “Bulgar Apokrif Vakayinamesi” adlı eserine dayanır. Bu kitapta kendilerini “Bulgar olarak adlandıran Kumanlar”dan söz edilir.[26] Straşimir Dimitrov’a göre “Bulgar Apokrif Vakayinamesi”nin yazarı aralarında hâlâ Proto Bulgarca konuşan o Bulgarlardan biridir. Yani bu Bulgarlardan gelen yazarlar, Proto Bulgarca da biliyordu, ancak yazarken resmi olan ve “Eski Bulgarca” olarak adlandırılan Slav dilini kullanıyordu. “Bulgar Apokrif Vakayinamesi” yer alan bilgiyle ilgili Straşimir Dimitrov’un sunduğu görüşünün gerçeği yansıttığını, yani yazarın her iki dili de bilen bir kişinin olduğunu düşünmüyorum, ancak dönemde böyle bir durumun söz konusu olduğunu kabul edebilirim: Tuna sınır bölgesinde o dönemde hâlâ Slavlaşmamış bir halk gurubunun bulunduğu doğrudur.
İşte bu halktan büyük ihtimalle “simmahlar” olarak adlandırılan askerî gruplar oluşuyordu ve onlardan bazıları Malazgirt’e gönderildi. Ancak Alusyan gibi Bizans ordusunda askerî önder gibi görev alan az sayıdaki kişiler “simmahlar”la bağlantılı değildir: Onlar Bulgar Çarlığı’nın kurulduğu sırada oluşan Bulgar silâhlı birliklerinin önderliğini yapmıyordu, onlarla birlikte Bizans ordusuna katılmıyordu. Bu nedenle de Bizans ordusu içinde görev yapan bunlar gibi Bulgarlarla Anadolu’daki Bulgarlar arasında herhangi bir kıyaslama yapılmaması gerekir. Söylediğim gibi imparatorluğun içinde görev alan Alusyan gibi önderler, Bizans askerî birliklerin başında bulunuyordu.
Bu şekilde Bizans İmparatorluğu’nun hem doğu hem de batı sınırında var olan ortak sorunlara kadar geldik. Bu sorunlar yakın şartlarda ortaya çıkar, genelde krizlerin patladığı dönemlerde, yani çok büyük askerî gücün sevk edilmesi gerektiği durumlarda kendini gösterir. Aslında bu askerî kolorduların oluştuğu şekli de önemli konular arasında yer alır. Bilindiği gibi erken Orta Çağ döneminden itibaren göçebe Türk askerî birlikler 10.000 kişiden oluşuyordu ve gerektiği zaman sayıları ikiye veya üçe katlanıyordu. Daha önce de verdiğim bazı Türk kaynaklarına göre Karamanların yanında, Karaman ordusunun yardımcısı olarak Bulgarlardan oluşan 10.000 kişilik bir birlik yer alıyordu. Bu durumda şöyle bir soru ortaya çıkıyor: Hemen hemen aynı şekilde savaşan, birbirlerine o kadar yakın grupların bulunduğu bir cepheye Bizans yönetimi tarafından aynı gruplardan oluşan asker gücü neden gönderiliyordu? Belki de bu soruya şöyle bir şekilde cevap verilebilir: İstanbul yönetimi, savaşta aynı tekniği kullanan bir Türk gurubu, Bizans düşmanı sayılan Doğu’daki başka bir Türk grubuna karşı gönderilirse, daha uygun olacağını düşünmüş olması mümkündür.[27]
Balkanlar’da da buna benzer örnekler söz konusudur. Daha önce de söylediğimiz gibi Aleksios Komnenos, bir birlik oluşturan Peçenek ve Kumanları parçalayarak, Kumanların bir bölümünü kendi tarafına çekmeye başarır ve onlar Bizans tarafına geçer. Balkanlar’da gerçekleşen bu tür ortak organizasyonu, Karamanların, hatta bazen de Selçukların gerçekleştiği organizasyonuna yakın sayılır. K. Venedikova, XIII. yüzyıldan önce “Bulgar sınırı” olarak adlandırılan bölgede Bulgar Dağ civarındaki Bulgarlar, coğrafî bir prensip temelinde organize olduklarını söyler.[28] Çağdaş anlamdaki devlet olarak adlandırmamız pek mümkün olmayan bu tür organizasyonların özelliği beyliklere[29] daha yakın olduğunu düşünüyorum. Bulgarların beylikleri, söz ettiğim komşu halkların beylikleri olduğu gibi çok çabuk kuruluyor, ancak çok çabuk da parçalanıyordu.
Eski geleneklere uygun bir şekilde hayatın organize edildiği bu tür koloniler ne kadar dayanıklı olabilirdi? Bu soruya cevap vermek çok zordur aslında. Benim gerçek amacım da bu değil, Bizans ve bir ölçüde Bulgar kaynaklardan alınan bilgileri, daha geç de olsa doğu kroniklerde ve şiir şeklinde yazılmış başka metinlerin oluşturduğu kaynaklarında bulunan bilgileri ile birleştirmekti.
Prof. Dr. Vasilka TIPKOVA – ZAIMOVA
Bulgaristan Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü / Bulgaristan
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 6 Sayfa: 241-245