Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
Türk İstiklal Harbi tarihinde Büyük Taarruz ve takip harekâtı genel çerçeveden bakıldığından aslında çok önemli bir yere sahiptir. Birinci Dünya Savaşı galibi büyük güçlerin Şark Meselesi’ni kendilerince çözümlemek üzere başlattıkları projeler, Paris Barış Konferansı ve takip eden bir dizi masa başı görüşmelerinde sık sık gündeme getirilmiş; en son Sevr Antlaşması ile varlığına kastedilen bir millet, büyük bir direniş hareketi başlatarak işgallere karşı çıkmış ve topyekün bir mücadeleden sonra istiklaline kavuşmuştur. Aslında Türk İstiklal Mücadelesi, son üç asırlık Osmanlı Tarihi çerçevesinden bakıldığında II. Viyana hezimetinden sonra başlayan o büyük çözülme ve geri çekilmeye son veren, bir büyük direniş hareketi olarak da karşımıza çıkmaktadır. Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesi ve 30 Ağustos Zaferi bu bakımdan önemlidir. 30 Ağustos 1922’de kazanılan Büyük Zafer, 23 Nisan 1920’de temelleri atılan yeni Türkiye’nin uluslararası alanda tesciline de zemin hazırlamıştır.[1]
Yunan İşgali ve İşgale Tepkiler İstiklal Mücadelesi’nin Başlaması
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından 30 Aralık 1918 tarihinde toplanan Paris Barış Konferansı’nda, Yunan Başbakanı Elefterios Venizelos tarafından Batı Anadolu’nun işgaline yönelik talepleri içeren görüşmelerin neticesinde, işgal süreci planlanmış ve 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan ordusu tarafından İzmir işgale maruz kalmıştır. Batı Anadolu’da hızla ilerleyen Yunan ordusu 30 Haziran 1920 tarihinde Balıkesir’i ve 2 Temmuz’da da Bursa yöresini ele geçirerek Bursa-Uşak hattına hâkim olmuştur. Kuvâ-yi Milliye birlikleri 24 Ekim’de başlayan Gediz taarruzunda başarı elde edememiş ve Dumlupınar’a kadar geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Bu gelişmelerden sonra Anadolu’da Kuvâ-yi Milliye’nin tasfiye edilerek cephe komutanlıklarının kurulmaya başlanması ve düzenli ordu birliklerinin yapılanması gerçekleştirilmiştir.[2]
Başlangıçta önemli yararlar sağlayan millî kuvvetlerin tasfiyesi meselesi, 10 Aralık 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin gizli oturumunda ele alınarak milletvekillerine Millî Müdafaa Vekili Fevzi Paşa tarafından bilgi verilmiş, 2 Ocak 1921 tarihinde Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Kuvâ-yi Milliye müfrezelerinin kaldırıldığı emrini yayınlamıştır.[3] Bu kapsamda Batı Cephesi Komutanlığı, Batı ve Güney Cephesi olmak üzere ikiye ayrılmış, Batı Cephesi Komutanlığına İsmet (İnönü) Bey, Güney Cephesi Komutanlığına da Refet (Bele) Bey getirilmiştir. Bu sırada Yunanistan’da da önemli siyasi gelişmeler yaşanmış ve Venizelos görevini bırakıp ülkeyi terk ederken ülkenin başına Kral Konstantin geçmiştir.[4] Yeni kral, İngilizler ile ortak hareket etme ve tacını güçlendirmek adına Anadolu’daki işgal hareketini hızlandırmış ve Türk ordusunu imha ederek amacına ulaşmayı hedeflemiştir.
Birinci ve İkinci İnönü zaferlerinin ardından Kütahya-Eskişehir Muharebeleri’nden sonra önemli bir güç kaybına uğrayan Batı Cephesi Komutanlığı, 18 Temmuz 1921 tarihinde verdiği bir talimatla ordunun Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmesini emretmiş ve bu çekilme hareketi 25 Temmuz 1921’e kadar tamamlanmıştır. Bu süreçte Türk ordusu yeni bir yapılanma içerisine girmiş ve bu yapılanmada Başkomutanlık karargâhı Ankara’da olmak üzere Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Birinci Ferik (Orgeneral) Fevzi (Mareşal Çakmak), Batı Cephesi Komutanlığı, karargâhı Ankara-Polatlı arasında Alagöz olmak üzere başına Ferik (Tümgeneral) İsmet (İnönü) getirilmiştir.[5]
Yunan ordusunun Türk ordusunu Sakarya’nın doğusunda yok edip, Ankara’yı ele geçirerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ve hükümetini dağıtma planları Türk ordusunun Sakarya’nın gerisinde yaptığı savunma ile önlenmiş ve bu muharebede kazanılan zafer hem Türk tarihi hem de Türk İstiklal Harbi’nin dönüm noktası olmuştur. Bu muharebeden hemen önce Mustafa Kemal Paşa’ya, 5 Ağustos 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından başkomutanlık yetkisi verilmiş ve hemen ardından ilk iş olarak 7-8 Ağustos 1921 tarihinde seferber olan ordunun ihtiyaçlarını karşılamak üzere Tekâlif-i Milliye Emirleri yayımlanmıştır.
Batı Cephesi Komutanlığı, Kütahya-Eskişehir Muharebeleri’nden sonra Sakarya Nehri’nin batısında sadece örtme birlikleri bırakmış, 25 Temmuz 1921’de asıl kuvvetleriyle bu nehrin doğusunda Yunan ordusunun taarruzlarını karşılamak üzere tertiplenmiştir. Türk kuvvetlerini tamamen imha etmek ve Kızılırmak ötesine atarak Ankara’yı ele geçirmek isteyen Yunan ordusu Kütahya-Eskişehir Muharebeleri’ndeki galibiyetine ve moral üstünlüğüne rağmen geri çekilen Türk ordusu ile teması kaybetmiştir. Ağustos ortalarından sonra Türk ordusunun Sakarya gerisinde tertiplendiğini tespit edebilen Yunan ordusu, Türk cephesini Uzunbey- Haymana istikametinde yarmak ve aynı zamanda güney kanadından da kuşatmak amacıyla 22 Ağustos 1921’de Yukarı Sakarya ile Ilıca Deresi civarında üç kolordu (bir tümen hariç) ile taarruza hazırlanmıştır. Yunan kuvvetleri karşısındaki Türk ordusu, Sakarya’nın doğusunda kuzeyden güneye doğru sırasıyla Mürettep Kolordu, 12., 4., 3. ve 2. Gruplar şeklinde konuşlanmış, 1. Grup Haymana bölgesinde ihtiyatta, 5. Grup da 2. ve 3. Süvari Tümenleriyle Güney’de tertiplenmiştir.[6]
15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’in işgali ile başlayan ve Batı Anadolu’nun tamamına yayılan Yunan işgali, Ağustos 1921 tarihine kadar Sakarya ve Polatlı önlerine kadar ulaşmıştır. Ancak burada yapılan muharebe ile Türk ordusu savunma savaşından taarruz savaşına geçmiş ve Yunan ordusunu geri çekilmek zorunda bırakmıştır. İşte bu süreç Türk Milleti’nin ordusuyla bütünleştiği ve bu mücadelede her türlü fedakârlığın yapıldığı Anadolu’da var olma süreci olup 13 Eylül 1921 tarihinde zaferle sonuçlanmıştır. Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra mağlup Yunan ordusu, Afyon-Eskişehir hattına kadar çekilmiş, bu bölgede mevzilerini kuvvetlendirerek, önemli yerleri takviye etmek suretiyle savunmada kalmıştır.
Sakarya Meydan Muharebesi sonrasında Başkomutan Mustafa Kemal Paşa düşmanın hesaplarının dışında taarruz hazırlıklarını sürdürmek suretiyle gerçekçi bir yol izlemiş, ancak taarruzun zamanını ve şeklini son derece gizli tutmuştur. Nihayet eldeki bütün imkânlar kullanılarak, memleketin maddî ve manevî bütün güçleri seferber edilerek taarruz zamanının geldiğine karar verilmiştir. Ancak yine de Yunanlar asker sayısı, araç ve gereç yönünden üstünlüklerini korumuşlardır.
Büyük Taarruz Harekâtına Yönelik Hazırlıklar
Büyük Taarruz öncesinde ordunun yeniden teşkili kapsamında Batı ve Güney Cephesi Komutanlıkları kurularak ve 1. Ordu’nun teşkili ile ilgili çalışmalar başlatılmış ve ordu yeniden yapılandırılmıştır. Batı Cephesi’nde bulunan birliklerin, Batı Cephesi Komutanlığı emrinde iki ordu halinde düzenlenmesinin uygun görüldüğü hakkında Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın Müdafaa-i Milliye Vekaleti’ne gönderdiği 18 Kasım 1921 tarihli yazıda; “Batı Cephesi’nde bulunan birliklerin Batı Cephesi Komutanlığı emrinde olarak iki ordu halinde düzenlenmesi ve idare edilmesinin uygun görüldüğü, menzil hizmetlerinin Cephe Komutanlığı tarafından yürütüleceği, 2. Ordunun komutanlığına Ferik Yakup Şevki Paşanın tayin edildiği, 2. Ordu Karargâhının, Batı Cephesi tarafından Milli Savunma Bakanlığı ile muhabere edilerek kurulacağı” bildirilmiştir.[7] Batı Cephesi Komutanlığı’nın kuruluşunda 19 Kasım 1921 tarihli başkomutanlık emriyle bir değişiklik yapılmış ve iki ordu; 3. Kolordu ve Kocaeli Grubu halinde teşkil edilmiştir. Buna göre; 1. Ordu kuruluşuna; 1., 4. Kolordularla 5. Süvari Kolordusu, bağımsız 6. ve 14. Piyade Tümenleri, 2. Ordu kuruluşuna da; 2. Kolordu, bağımsız 8., 16. ve 17. Piyade Tümenleriyle, 1. Süvari Tümeni dâhil edilmiştir.[8]
Batı Cephesi Komutanlığı birlikleri, Yunanlar tarafından işgal edilmiş bulunan Eskişehir-Afyon genel hattı karşısında, Eskişehir doğusunda Alpu Köyünden, güneyde Sandıklı ve Akarçay’ın iki tarafında eşit cephelerle tertiplenmiştir. Böyle geniş bir cephe üzerinde dizilmiş bulunan Batı Cephesi kuvvetlerinin, özellikle Akarçay güneyindeki 5. Süvari Kolordusuyla 6. ve 8. bağımsız tümenlerin idari işlerinin tek karargâh tarafından yürütülmesinde büyük güçlüklerle karşılaşılmış ve bazı aksaklıklara yol açmıştır. Bu sakıncalı durumu önlemek için, Başkomutanlıkça, cephenin ikiye bölünerek Mirliva (Tümgeneral) İsmet Paşa’nın Batı Cephesi Komutanı olarak kuzey kesimindeki birliklere, Mirliva Ali İhsan Paşa’nın da Güney Cephesi Komutanı olarak güneydeki birliklere komuta etmeleri kararlaştırılmıştır.[9] Mirliva Ali İhsan Paşa 14 Ekim 1921 tarihinde Bolvadin’e gelerek görevine başlamıştır.
Batı Cephesi Komutanlığı, Sakarya Savaşı’nın sona ermesinden sonra, Eskişehir-Afyon hattına kadar çekilen Yunan ordusuna karşı genel taarruza geçebilmek için, hazırlıklara imkân verecek ve gereğinde bu hazırlıkları boşa çıkarmayı hedef tutacak, Yunan taarruzlarını kıracak şekilde, birliklerine savunma düzenleri aldırmıştır. Kuruluşunu henüz tamamlamış olan 1. Ordu Komutanlığı, 14 Ekim 1921’de Batı Cephesi birliklerinin sorumluluk bölgeleri şöyle tespit edilmiştir.[10]
Kuzeyden itibaren, İznik-Porsuk Çayı arasında kalan Sakarya kesiminde tertiplenmiş bulunan Kocaeli Grubu ile Beylikahır-Kaymaz-Kaymaz güneyi hattında savunma için düzenlenen 3. Kolordu ara hattı, Mustafabey Çiftliği-Osmaniye-Bozan-Ahırköy çizgisidir.
Körhasan batısı-Belpınar ve güneyi hattında berkitme yapan 4. Kolordunun kuzeydeki 3. Kolordu ve ara hattı: Arapören-Aktaşköy çizgisidir.
4. Kolordunun, Emirdağ batısında yerleşen 1. Kolordu ara hattı; Akin-Bardakçı-Kadıkuyusu- Kırkpınar çizisidir. 1. Kolorduyla 1. Ordu, (2. Kolordu, 8. ve 6. Tümenlerle, 5. Süvari Kolordusu), ara hattı; Kazuçuran-Bavurdu-Küçükbalhan-Çaykışla çizgisidir.[11]
Batı Cephesi Komutanlığı, düşmandan önce davranarak, Sakarya Muharebeleri’ndeki kayıplarını tamamlamasına fırsat bırakmadan taarruza geçmeyi planlamaktadır. Bu sebeple derinliğine tertiplenmek, başlangıçtaki düzenleri yeniden gözden geçirerek gereken değişiklikleri yapmak, ordunun kesin kararını bildirerek birliklere daha açık görevler vermek gerekmiştir. Bu amaçla cephe komutanlığı, 1. Ordu ve emrindeki diğer kolordulara 14 Ekim 1921’de verdiği bir emirde;
“Kesin sonuç için, kuzeydeki 1., 4. ve 3. Kolordular, demiryolunun iki tarafına (Bolvadin-Çay) alınacağından bu hareketin, güven altında bulundurulması için, 1. Ordu birliklerinin, Bayat-Paşadağ-Bozan hattının batısında bulundurulmasını” istemiştir. Başkomutanlık, daha Ekim 1921 başlarından beri ordunun ciddi harekâta yeniden başlaması için, gereken hazırlığın on güne kadar sona erebileceğini ve ordu büyük kısmı ile Afyon bölgesinde faaliyete geçirilerek Eskişehir üzerinden gelebilecek taarruza karşı bu kesimde iki tümen bırakmayı düşünmektedir. Batı Cephesi Komutanlığı’nın Sivrihisar’dan verdiği cevapta; “Asıl kuvvetlerin güneye alınması fikrine katıldığını, demiryolunun kuzeyinde kalacak bir kısım kuvvetin de, Eskişehir doğrultusundan gelebilecek bir taarruza karşı, Emirdağ’a kadar kanat kırmak suretiyle savunabileceğini, bu durumda, ordunun asıl kuvvetleriyle demiryolu bölgesinden ve Sandıklı üzerinden kuzeye doğru taarruzla kesin sonuç aranabileceğini, bu sonuca varabilmek için de bütün ordu cephanesinin, demiryolu istasyonlarına taşınması gerektiğini, bu hazırlığın ise, en elverişli şartlarda bir aydan fazla süreceğinden endişe duyduğunu” açıklamıştır.[12]
1921 Ekim başından beri geçen süre içerisinde Batı Cephesi’nde sıkı bir çalışma dönemine girilmiş, teşkilât ve eğitim eksiklikleri tamamlanarak geliştirilmiş ve ordu taarruz yeteneğini kazanmıştır. Alınan yeni tedbirlerle cephede tertiplenme imkânları sağlanmış, tasarlanan harekâtın lojistik desteği, ikmal teşkilleri ve ulaştırma hizmetleri takviye edilmiştir.
Batı Cephesi’nde başlatılan bu hazırlıklar Yunan kuvvetleri arasında telaş ve huzursuzluk yaratmış, birlik yerlerinde kış mevsimi şartlarına rağmen bir takım yer değişikliklerine yol açmış ve bu da moral gücü üzerinde etkili olmuştur. Kış mevsiminin yaklaşması nedeniyle taarruz hazırlıklarına yönelik faaliyetlere hız vermek ve Eylül 1921 sonundan beri Eskişehir-Afyon hattı karşısında beklemekte olan ordunun rehavete kapılmasını ve askerin boş kalmasından doğabilecek gevşemeyi önlemek için tedbirler alınmıştır.
Hava şartlarının kötüye gitmeye başlaması üzerine komuta kademesinde, devamlı yağmurlardan geçilmez hale gelen toprak yollar ve sarp dağ patikaları üzerinde, harekât ve ikmal işlerinin güçleşeceği ve bu sebeple kolorduları Konya demiryolundan ayırmanın doğru olmayacağı, ancak düşmanın genel taarruzunu karşılayacak bir düzende bulunulması gerektiği kanısı uyanmaya başlamıştır.
Ordu, bütün gücüyle berkitme işleriyle uğraşırken bile bunların taarruza yarayacağı söylenmek suretiyle birliklerde taarruz fikri ve ruhu daima uyanık tutulmuş ve ilerisi için yeni taarruz planları üzerinde durulmuştur. Bütün bu düşünce ve görüşler, komutanları, eğitimin gelişmesinden ve lojistik ihtiyaçların tamamlanmasından sonra ilkbaharda genel bir taarruza geçilmesi kararına itmiştir.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın Batı Cephesi Ziyaretleri ve Harbe Hazırlık
Büyük Taarruz harekâtı öncesi sık sık cephe ziyaretlerinde bulunan Mustafa Kemal Paşa, Afyonkarahisar ve Konya’ya giderek yapılanları yerinde inceleyip talimatlar vermiştir. Keza Büyük Taarruza hazırlık kapsamında gerçekleştirilen Ilgın Süvari Kolordusu Manevrası da son derece önemlidir.[13]
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın büyük bir basiretle ateş hattında yönettiği bu taarruzda ordumuzun Genelkurmay Başkanlığı’nı Fevzi Paşa, Batı Cephesi Komutanlığını İsmet Paşa üstlenmiştir. 1. Ordu’ya Nurettin Paşa, 2. Ordu’ya Yakup Şevki Paşa, Süvari Kolordusu’na da Fahrettin Paşa komuta etmiştir. Başkomutan tarafından en ince ayrıntılarına kadar hazırlanan Büyük Taarruz ve onu izleyecek meydan muharebesi planı, 27/28 Temmuz 1922 gecesi, Akşehir’e çağrılan ordu komutanlarına açıklanmıştır. Onların da görüşleri alınarak Batı Cephesi Ordularına 6 Ağustos 1922’de gizli olarak “taarruza hazırlık” emri verilmiştir.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa taarruz hazırlıklarını sürdürmek suretiyle gerçekçi bir yol izliyor; ancak taarruzun zamanını ve şeklini son derece gizli tutuyordu.
Büyük taarruz plânı dâhiyane bir plandır. Zira kuvvetlerimizin hemen tamamı, taarruzun siklet merkezi olarak kabul edilen Afyon-Konya demiryolunun güneyine kaydırılmış, başka cephelere kuvvet ayırma hususu ister istemez ikinci planda düşünülmüştü. Bunun sonucu olarak Eskişehir-Ankara istikameti açık denecek bir durumda bırakılmıştı. Cephenin ağırlık merkezi olarak kabul edilen bölgenin arkası da göller bölgesine dayanıyordu.
Mustafa Kemal Paşa’nın Büyük Taarruz planının ana hatları şöyledir: 1. Ordu, dokuz piyade (4 tümenli 1. ve 4. Kolordular ve Bağımsız 6. Tümen) ve üç süvari tümeniyle (5. Süvari Kolordusu) sıklet merkezi Kalecik Sivrisi ve Çiğiltepe arasında olmak üzere Afyon Toklusivri hattına taarruz edecek ve düşmanın İzmir’le irtibatını kesecek. 5. Süvari Kolordusu, üç Süvari Tümeni’yle, Çiğiltepe ile Toklusivri arasında Ahır Dağlarını aşarak, düşmanın batı kanadını kuşatacak. 2. Kolordu üç tümeniyle Sandıklı-Şuhut-Efesultan bölgesinde ordu ihtiyatı olarak bulunacak. 2. Ordu, beş piyade (3. ve iki tümenli 6. Kolordu) ve bir süvari tümeniyle Kuzey Sakarya ile Afyon arasındaki cephede bulunan Yunan kuvvetlerine taarruzla tespit edilecek. Kocaeli ve Menderes grupları da karşılarındaki Yunan kuvvetlerini taarruzla tespit edecekler.
26 Ağustos 1922: Büyük Taarruz Harekâtı ve Kördüğümün Çözülmesi
Hazırlanan bu plan Türk ordusu tarafından stratejik ve taktik yönleri ile ilk andan itibaren detaylarıyla uygulanmış ve 26 Ağustos 1922 sabahı saat 5.30 da topçularımızın ateşiyle Kocatepe’den Büyük Türk Taarruzu başlamış ve taarruz kısa sürede Afyon-Konya demiryolu hattı boyunca başarılı bir şekilde gelişmiştir. Bu hattın güneyinden cephenin ağırlık merkezinde yer alan 1. Ordu, kuzeyinden ise 2. Ordu taarruz ediyordu.
Mustafa Kemal Paşa’nın 4 Ekim 1922 tarihinde Büyük Zafer hakkında yaptığı konuşmada; 26 Ağustos’ta Türk topçularının durumunu şu şekilde anlatmaktadır.
“Arkadaşlar! Topçularımız bu mevzilere gece geldiler ve karanlık içinde mevzi aldılar ve fecirle beraber bütün dünyanın gözleri açıldığı zaman, ateşe başladılar. Tam bir takdir ve hürmetle bunu anmak isterim ki, topçularımızın o gün göstermiş olduğu ustalık ve anlayış, bütün dünya topçuları için örnek olacak nitelikte idi. Askerî hayatımda bu kadar mükemmel bir topçu ve bu kadar mükemmel idare edilmiş bir topçu ateşi nadiren gördüm. Topçularımız, saat 4.30’da endahta başladılar; bilirsiniz ki, topçulukta evvelâ ateş tanzim etmek için, endaht yapılır. Yarım saat zarfında bütün bu cephe üstünde endaht tanzim edilmiş ve saat beşte, yani yarım saat sonra, bu saydığım hedefler üzerine şiddetle tesir endahtına başlanmıştır. Bu mevziler, çok ve çok sağlamdı” Bu mevzilerin savunma ile ilgili kıymetini en son tetkik eden bir İngiliz Kurmayı’nın verdiği raporda, “Eğer Türkler, bu mevzileri dört, beş ayda işgal ederlerse, bir günde düşürdüklerini iddia edebilirler.” deniliyordu. “Fakat Türklere, bu mevzileri ele geçirmek, için üç, dört ay değil, bir gün de değil, yalnız bir saat kâfi gelmişti.”[14]
Mustafa Kemal Paşa Türk topçularının durumu hakkında yaptığı bu konuşmasında sözlerine şu şekilde devam etmektedir.
“Milletin mukadderatını doğrudan doğruya üzerine alarak karamsarlık yerine ümit, perişanlık yerine düzen, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclisimizin yiğit ve kahraman ordularının başında, bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu sevinçle dolu olarak, pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve bağımsızlık fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum.”[15]
Taarruzun en başından itibaren kahramanca mücadele eden Türk askerinin harekâtı sonucu, 26/27 Ağustos gecesi Yunan ordusunun birçok mevzisi düşürülmüş ve ani baskın şeklinde gelişen bu taarruz karşısında şaşıran Yunanlar çekilmeye başlamıştır. 27 Ağustos 1922’de ordumuz düşman işgalindeki Afyon’a girmiş, Türk ordusunun bu ilerleyişi karşısında Yunan ordusu, Dumlupınar mevzilerine çekilme kararı almıştır. Türk askeri 29 Ağustos günü Dumlupınar mevzilerine taarruza başlamış, 30 Ağustos günü Dumlupınar bölgesinde Yunan ordusu tamamen kuşatılmıştır. “Başkomutan Meydan Muharebesi” adını alan bugünkü savaşta, düşmanın büyük kısmı imha edilmiş ve Yunan birlikleri Uşak istikametinde kaçmaya başlamış, 30 Ağustos günü de Türk tarihini en büyük zaferlerinden biri yaşanmıştır.
Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesi’nin hemen ertesi günü 31 Ağustos 1922’de Batı Cephesi Komutanlığı Karargâhı Afyonkarahisar’dan Dumlupınar’a taşınmış ve burada Başkomutanlık, Genelkurmay Başkanlığı, Batı Cephesi Komutanlığı ve 1. Ordu Komutanlığı’nın komutanları toplanmıştır. Burada yapılan görüşmeler neticesinde artık takip harekâtının çerçevesi belirlenmiş ve derhâl harekete geçilerek Yunan ordusu her bölgede kuşatılarak takip edilmeye başlanmıştır.[16] Takip harekâtında etkin olarak keşif birlikleri kullanılmış ve Yunan ordusunun hareketi ve kaçış istikametleri belirlenerek rapor haline getirilerek karargâha bilgi aktarılmıştır.
31 Ağustos 1922 Eskişehir ve Uşak bölgesinde keşif uçaklarından alınan raporlardan: “Eskişehir bölgesi sisli Kızıltaş Deresi ve dolayları tamamıyla bulutlu olduğundan iyi bir gözetleme yapılamadığı, Döğer-Seyidgazi ve Seyidgazi-Eskişehir dolaylarında bir faaliyet görülmediği, Banaz İstasyonu ile Kapaklar İstasyonu arasında batıya yürüyen iki tümen kadar bir kuvvet görüldüğü, bu kuvvetin karışık sınıflardan birçok kollar halinde demiryolu kenarından yürüdüğü ve kol başının Kapaklar İstasyonunu geçtiği, demiryolu bekleme binası kuzeyinde ve doğu sırtlarında iki alay kadar süvarinin dağınık bir durumda görüldüğü, Uşak’ta tren faaliyeti olmadığı gibi vagon ve makine de bulunmadığı, Banaz’da yalnız bir tren görüldüğü” öğrenildi. Ayrıca keşif raporlarından, Dumlupınar’da tutunamayan Yunanların perişan bir halde Uşak doğrultusuna çekilmekte oldukları görülmüştür.[17]
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın Afyon Karahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesi ardından Türk ordusuna hitaben yayınladığı beyannamede başarılarını tebrik ederken bir taraftan da düşmanın takip harekâtı ile atılmasını ve bunun için de gerekli hazırlıkların yapılmasını emretmektedir.[18] Ayrıca, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın Afyonkarahisar- Altıntaş-Dumlupınar Meydan Muharebesi ardından Türk Milleti’ne hitaben yayınladığı beyannamede zaferin kazanılmasında Türk Milleti ile bütünleşmesinin önemini açıkça ifade etmekte ve zaferi Türk Milleti’ne mal etmektedir.[19]
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa 1 Eylül 1922 tarihinde Batı Cephesi Komutanlığı’na yayınladığı emirde “Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir İleri” talimatı ile takip harekâtının direktifini şu şekilde vermiştir.
Yunan ordusunun bu çekilme harekâtı ve Türk ordusunun da takip harekâtı İzmir istikametinde tam sekiz gün sürmüş ve kahraman Türk ordusu 9 Eylül günü İzmir’e girerek Batı Anadolu’nun işgalcilerden temizlendiğini tüm dünyaya duyurmuştur.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa gösterdikleri gayret ve fedakârlıktan dolayı ordu ve kolordulara 9 Eylül 1922 günü teşekkür ve tebrik telgrafı göndermiş ve bundan sonraki hedeflerin elde edilmesinde de aynı istek ve fedakârlığın gösterileceğine olan inancını şu şekilde belirtmiştir.[20]
Büyük Zaferi Yeniden Hatırlamak
Birinci Dünya Savaşının ardından yapılan gizli anlaşmalar ve Paris Barış Konferansı’nda alınan kararlar neticesinde Yunan ordularının 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’de başlayan ve Batı Anadolu’nun işgaline yönelik devam eden süreç, üç yıl, üç ay, yirmi dört gün sürmüş işgalcilerin arzuları gerçekleşmemiş ve bu süreç Türk ordusu ve milletinin şanlı zaferi ile sonuçlanmıştır.
İnönü Muharebeleri öncesinde TBMM Hükûmeti’nin kurduğu düzenli ordunun her geçen gün güçlenmesi ve milletinden aldığı güç ile yeniden yapılanması zafere giden yolu açmıştı. İnönü, Sakarya ve Dumlupınar’da kazanılan başarılar ve 26 Ağustos 1922 sabahı Kocatepe’den büyük Türk taarruzu ile başlayan harekât, 30 Ağustos Zaferiyle pekiştirilmiştir. 31 Ağustos 1922 tarihinde başlatılan ve devam eden takip harekâtı ile Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın “Ordular, İlk Hedefiniz Akdeniz’dir! İleri!” emri ile Yunan birlikleri İzmir’e kadar takip edilmiş İzmir 9 Eylül 1922 günü kurtarılmış, işgalciler denize dökülmüştür. Büyük Taarruz harekâtında en anlamlı an ve kritik tarih ise 30 Ağustos günü olmuş ve Yunan ordularına karşı büyük zafer bu tarihte kazanılmıştır. 30 Ağustos Zaferi, aslında beklemeyi bilen, taarruz zamanını seçmekte büyük öngörü sahibi olan, düşmanı yanıltma ve aldatma stratejileri ile topyekün mağlup etmeyi hedefleyen Başkomutan ve onun komuta kademesinin eseri olmuştur.
30 Ağustos’ta kazanılan büyük zafer; Türk topraklarının işgal kuvvetlerinden tamamen temizlenmesini sağlamış ve Türk Milleti’nin gerektiğinde neler başarabileceğini ve dünya askerî tarihinde ilk defa “topyekûn savaş”ın örneğini vererek, Türk Milleti’nin esir edilemez özelliğini, devlet kurucu, teşkilatçı bir millet olduğunu, Türk’ün, büyük devlet adamları ve komutanlar yetiştiren “ordu-millet” olduğunu bir kez daha dünyaya göstermiştir. Askerî ve siyasî güçle kabul ettirilmek istenen geçersiz Sevr Antlaşması, bu zafer ile tamamen ortadan kaldırılmış; bu zafer sömürge devletlerin idaresinde esir olan mazlum milletlere örnek olmuş, onların bağımsızlık mücadelesine ilham vermiştir. Bu zaferle Türk inkılâbının temel yapı taşı atılmış, modern Türkiye’nin doğuşuna uzanan sürece hız verilmiştir.
Yunan ordularına karşı başlatılan takip harekâtı sırasında; Afyonkarahisar, İzmir arasında 31 Ağustos’ta Kaplangı Muharebesi, 1 Eylül’de Kapaklar Muharebesi ile Uşak’ı, 2 Eylül’de Eskişehir’i, 3 Eylül’de Nazilli, Simav, Salihli, Alaşehir ve Gördes’i, 6 Eylül’de Bintepeler Muharebesi ile Balıkesir ve Bilecik’i, 7 Eylül’ de Aydın’ı, 8 Eylül’de Manisa’nın kurtuluşu ve Torbalı Muharebesi ve 9 Eylül’de İzmir’in kurtuluşu ile 10 Eylül’de Seydiköy Muharebesi, 11-16 Eylül’de Urla Harekâtı ve Çeşme Muharebeleri yapılmış ve takip harekâtı son bulmuş, bu bölge tamamen işgalden kurtarılmıştır.
Takip harekâtında Türk ordusunun ve özellikle de süvari birliklerinin olağanüstü çabaları ve kahramanlıkları neticesinde Yunan ordusuna hiçbir noktada göz açtırılmamış ve zafere ulaşılmıştır. Ancak bunlar yaşanırken Yunan birliklerinin geçtikleri her yerde halka yaptıkları zulüm ve işkence, kasaba ve köylerin yakılması ve en nihayetinde İzmir’in yakılması, Türklerin millî hafızasında onulmaz yara açmış ve derin izler bırakmıştır.
Mondros Mütarekesi’yle başlatılan ve Sevr Antlaşması’yla gerçekleştirildiği zannedilen Türk Milleti’ni Anadolu topraklarından çıkarmak ve tarihten silmek isteyen korkunç ve hain zihniyete karşı, milletimizin maddî ve manevî bütün güç kaynaklarını seferber ederek kazandığı Büyük Taarruz Zaferi, Atatürk’ün ifadesi ile; “Kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak!” amacına yönelikti.
İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.
Alıntı Kaynak: Türk Dünyası Tarih Dergisi, Sy 380, İstanbul Ağustos 2018