Yrd. Doç. Dr. Fikret SARICAOĞLU
Osmanlı haritacılığına ait ürünlerin ilk devirlerde coğrafya eserleriyle iç içe bir varlık gösterdiği görülmektedir. Özgün haritaların ortaya çıktığı XVI. yüzyılın ilk yarısındaki dikkat çekici örnekler bugün için de değerini ve kaynak özelliğini kaybetmemiştir. Müstakil harita ve atlasların yaygınlık kazandığı dönemlerde ise Batı’daki bu yöndeki gelişmelerin belirli bir tempoda izlenmesi sözkonusudur. Yazma ve basma haritaların henüz başlanamayan envanterlerinin bütünüyle ortaya konulması sonrasında Osmanlı kartografyasının mahiyeti ve kıymeti üzerine sağlıklı sonuçlar çıkarabilmek mümkün olabilecektir.[1]
Osmanlılardaki haritacılık terminolojisi İslâm literatürden gelen “levh, tersîm, tasvîr, sûret, resm, resm-i harîta, levhu’r-resm” gibi tabirlere, Batı’dan doğrudan alınan “harta, hartı, karti, karta, papamonta (İtalyanca mappa mundi = dünya haritası), gibi yenilerinin eklenmesiyle oluştu. Harita kelimesinin Anadolu Türkçesinde “harta, hartı” şeklinde kullanımı muhtemelen Pîrî Reîs ve Seydî Ali Reîs[2] ile gelişti ve zamanla anlamca karşılanmasına yönelik yeni fikirler de ortaya atıldı. Kâtib Çelebi “resm-i harîta”yı genelde yaptığı gibi “harta resmi” şeklinde Türkçeleştirdi; daha sonra “harta” ve “resm” kelimelerinin sık sık birbirinin yerine kullanıldığı görülmektedir.
Osmanlı haritacılığında orijinal eserlerin ortaya konulduğu devir XVI. yüzyılın ilk yarısıdır. Daha genelde bu asrın sonlarına kadar Osmanlı haritacılığına yön veren örnekler Doğu ve Batı kaynaklarının karışımı ürünlerden oluşmaktaydı. Bu tarihden sonra birçok ülkede izlendiği gibi Hollanda menşeli ilerlemelerin etkisi ve yansıması söz konusudur. Geç Antik Çağ’ın sonu ve Orta Çağ’ın başlarında Müslümanların Grek ve Hind haritacılığından etkilenerek geliştirdikleri Arapça çalışmalar, çevirileri ve yeni versiyonlarıyla Osmanlı coğrafya eserleri arasında yerlerini almıştı. Osmanlılar için bu bağlantı bir tarafdan Kaşgârlı Mahmûd’un 1074’de tamamlanmış olan Dîvânu lugati’t-Türk’deki dünya haritasına kadar uzanır.[3] Daire içinde verilen harita, müellifin ifadesine göre Türklerin bulunduğu bölgeleri göstermek amacıyla yapılmıştı. Bu dünya haritası Japonya’yı gösteren ilk çalışma olarak da dikkat çekmektedir.[4]
Osmanlıların en erken devirlerine âit haritalar ele geçmemiştir; ilk örneklere XV. yüzyılın ortalarından itibaren rastlanır. Sultan II. Mehmed (1444-1446; 1451-1481) dönemine ulaşan çalışmalar Venediklilerle gelişmekte olan rekabetle de bağlantılıdır. Fâtih Sultan Mehmed’in fetihden sonra İstanbul’da giriştiği etraflı icraat arasında, Trabzonlu G. Amirutzes’den Coğrafyacı Batlamyus’un Geographiae adlı eserinin çevirisiyle beraber onun haritalarından yararlanarak bir de dünya haritası hazırlamasını istediği bilinmektedir. Geographiae’nın arapça tercümelerinin bâzı nüshalarında haritalar yer almasına rağmen[5] diğer isteğe dâir başkaca bilgi bulunmaz. Öte yandan Fâtih’in aynı yazara hazırlattığı bugün mevcut olmayan İstanbul harita-plânının da G. A. Vavossere’nin XVI. yüzyılın ilk yarısında Venedik’te yayınladığı resim-gravüre kaynaklık ettiği yönünde düşünceler geliştirilmiştir.
XVII. yüzyılın ikinci yarısında Evliyâ Çelebi (ö. 1684’ten sonra) İstanbul’da bir “esnâf-ı harîtacıyân” topluluğundan bahseder. Sekiz dükkân ve on beş nefere sâhip olan bu esnafın bir kaç lisâna özellikle Lâtinceye “mükemmel” âşinâ olduklarını, “Atlas minor, Coğrafya, Papamonta” gibi eserlerden yola çıkarak haritalar hazırlayıp gemicilere sattıklarını onların da böylece okyanuslarda ve büyük denizlerde “bî-pervâ” gezdiklerini anlatır. Evliyâ Çelebi haritacı esnafının pîrî olarak, Mekke’nin fethi günü Müslüman olan “hey’et fenninde” yüzyılının önde geleni olarak vasıflandırdığı İkrime b. Ebû Cehil’i göstermektedir.[6]
Tezkîre sâhibi Sehî’ye göre Sinoplu şâir Safâyî haritacılık bilgileriyle XVI. yüzyılın başlarında eşsizdi ve çok hürmet gördüğü gemicilerin şeyhi olmuştu.[7] Sultan IV. Murâd devrinde (1623-1640) Hollandalı Jacobus Golius’a sipariş edilen Osmanlı Devleti topraklarının haritasını alma işine dâir kesinleşmiş ve ele geçmiş bir belgeye rastlanmaz. Diğer bir notta Antoine Galland, 1672’de Mehmed Çelebi adında biri tarafından yapılmış güzel bir İstanbul haritasını yine burada gördüğünü yazıyordu.[8] Dimitri Cantemir’in Çar Büyük Petro için hazırladığı İstanbul haritasının varlığı da bilinmektedir.[9]
Osmanlı haritacılığı üzerinde inceleme yapan ilim adamlarının ortaklaşa dikkat çektikleri en önemli mesele Osmanlı Devleti memleketlerinin genişliğine uygun bir malzeme ile karşılaşmayı sağlayabilecek kataloglama çalışmalarının yetersizliğidir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi ve yurt dışındaki kütüphânelerde mevcut değerli görülen haritalara dâir ayrıntılı araştırmalar bulunmasına rağmen henüz birçok yazma kütüphanesinde ve değişik arşivlerde bu konuya el atılmamıştır. Bu kütüphânelerin pek çoğunun kuruluşlarından itibaren hazırlanmış olan kataloglarında haritalara hiç yer ayrılmadığı gibi coğrafya kitaplarının bazen sıralanmış olması, kataloglama çalışmaları hızlandıkça Osmanlı tarihî haritalarından yeni örneklerin bulunabileceğini öngörmeye elverişlidir. Osmanlı coğrafya eserlerinin tenkidinde ve tasnifinde yaşanan problemlerden biri olan nüsha farklarının büyüklüğü ve bazan ölçüsüzlüğü haritalar için de geçerli olmaktadır. Bir çok eserde haritaların ihmâl edilmesi şeklinde yaygınlaşmış olan durum nâdiren eserin aslında bulunmayan haritaların ilâvesi gibi bir değişiklik de gösterir.[10] Matbaanın faaliyete geçirilmesi ve basma eserlerin yayılmasıyla birlikte haritaların yerinden çıkarılması, renklendirilmesi, ilâve yer adlarının konulması ve benzeri kullanım alışkanlıklarının basmalara da geçtiği gözlemlenmektedir.
I. Deniz Haritaları
Daha çok XIII. yüzyılın başlarından itibaren Cenovalılar tarafından ortaya çıkarılan portolanlar (limanları gösteren harita), Katalan, Portekizli ve İtalyan gemicilerin ellerinde gelişmişti. Gemiler için sığınabilecekleri limanların, kıyıların, adaların, ikmâl ve durak yerlerinin belirtildiği portolanlar alışverişin daha yoğun olduğu Akdeniz’de Doğu ve Batı ürünlerindeki ortak özelliklerin bir araya getirilmesiyle zenginleşmiştir. Uzak Doğu denizlerindeki ada gruplarına ulaşan Doğulu gemicilerin ve devamlı hareket içindeki Batılı gemicilerin çalışmalarıyla kuşaktan kuşağa gelişen portolan yapımında hangi tarafın önde olduğunu belirlemek güçtür. Portolanların ortak vasıfları arasında nem ve tuza karşı dayanıklı olabilmeleri amacıyla deriden yapılmaları, üzerlerinde rüzgâr gülü ve mutlak bir ölçek göstergesi bulunması, denizde kayalıkların siyah, sığ yerlerin kırmızı, kıyıların yeşil ve mavi hatlarla çizilmesi başta gelir. Haritalar çoğunlukla birbirlerinden kopye edilerek ve benzeri kaynaklardan istifadeyle meydana getirildiğinden ortak bir haritacılık dili teşekkül etmiştir. Özellikle Akdeniz’de haritaların elden ele dolaşması, aynı yoldaki denizciler haritacıların da başka ülkelerde ürün vermiş olabileceklerini düşündürmektedir.[11]
Osmanlılarda özellikle gemiciler harita yapmaya teşvik edilmekte ve ödüllendirilmekteydi. Bilinen portolanların en eskisi 1413-1414 tarihini taşıyan Ahmed b. Süleyman et-Tancî’nin Karadeniz’i, Atlas Okyanusu’nun doğusundaki Avrupa ve Afrika sâhillerini, İngiltere adalarını görüntüleyen deniz haritasıdır.[12] Arapça tanzim edilmiş olan portolanda on iki ayın Lâtince isimleri kamerî takvim içinde verilmiştir. Tancalı Ahmed’in Tunus’ta hazırladığı bu portolanda süslemeler ve bir takım figürler de bulunmaktadır.
Bu döneme âit diğer bir deniz haritası Tunuslu İbrâhim (el-Mürsî?-el-Kâtibî?) tarafından Tunus’ta çizilmiştir.[13] Akdeniz, Ege, Karadeniz ve Batı Avrupa kıyılarının gösterildiği 24 Haziran 1461 tarihli harita üzerinde yapılan incelemeler, iklîm haritaları yoluyla intikal eden Arap haritacılığı geleneğine âit açık ve yaygın izler taşıdığını ortaya koymuştur. Batlamyus’un haritalarıyla Karadeniz’de bile dolaşmanın güç olduğu bir dönemde, İbrâhim’in haritasının en azından Akdeniz’in ortalarına kadar gemicilere yardım ettiği âşikârdır. Bu harita sayesinde, Batı etkisinin açıkça görüldüğü portolanlarda en azından o tarihe kadar Doğu haritacılığının ulaşmış olduğu seviye anlaşılırken, deniz haritalarında ölçek bulunmadığına dâir görüşler de çürütülmüştür.[14] Bazı araştırmalarda Tancalı Ahmed’in haritasıyla arasında bağlantı kurulmuş olan bu portolan da Arapça düzenlenmiştir ve yine bir gök haritasını ihtiva etmektedir.
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde muhafaza edilen (el-) Hâcc Ebü’l-Hasan’ın deniz haritası ise Avrupa, Afrika ve Osmanlı Devleti’nin üç kıtadaki yerlerini göstermektedir.[15] Muhtemelen Kanûnî Sultan Süleyman (1520-1566) dönemine âit olan haritada şehirler kalelerle resmedilmiş, vilâyet adlandırması ile otuz altı değişik bölgenin isimleri ve bayrak sûretleri verilmiştir.[16]
Haritada sonradan ilâve edilmiş çizimlerin bulunduğu da belirlenmiştir.
Osmanlı haritacılığının en çok tanınan temsilcisi Pîrî Reîs’in (ö. 1554)[17] Akdeniz’in tam bir portolanı olarak tarif edilen Kitâb-ı Bahriyye’si, amcası Kemâl Reîs’le birlikte başladığı gemicilikteki müşâhede ve tecrübelerini aktardığı bir şâheserdir. Kitabın oluşmasında bütün bilgilerin yalnız haritalarda verilemeyeceği düşüncesinin de payı vardır. Pîrî Reîs 1521’de tamamladığı Kitâb-ı Bahriyye’nin ilk telîfini 1524 Mısır Seferi’nde yanında bulunduğu Sadrıâzam İbrahim Paşa’nın temize çekilmesi ve padişaha takdim edilmesi arzusuna uyarak yeniden ele aldı. 1526’da İbrâhim Paşa aracığıyla Kanûnî Sultan Süleyman’a sunulan ikinci telîfin manzûm olan metni Seyyid Murâdî tarafından tertib edilmişti.[18] Eserde önce telîf sebebiyle birlikte haritanın târifi ve alâmetleri açıklanmakta, daha sonra bazı büyük denizler ve adaları, Sultâniyye, Kilîdbahr ve Bozcaada’dan itibaren Ege denizi, Mora, Adriyatik kıyıları, Venedik, Anadolu’nun batı kıyısındaki ada ve limanlar üzerinde ayrıntılı bilgiler verilmektedir. Pîrî Reîs anlattığı her limanı bir portolanla göstermiş ve oradaki önemli binaların resimlerini çizmiştir. Orijinalleri ele geçmeyen bu telîflerden Kanûnî’ye sunulduğu sanılan nüsha 221 haritalıkır.[19] Portolanlarda olduğu gibi Kitâb-ı Bahriyye’de de sığ yerler, kumsallar, güvenli limanlar, kayalıklar, su kaynakları ve yerleşim merkezleri özenle belirtilmiştir. Eser halen çok değişik ilimler için bir araştırma kaynağı olarak önemini sürdürmektedir.
Kâtib Çelebi’nin Kitâb-ı Bahriyye’yi model alarak, ancak kendine özgü telif anlayışıyla yeniden tertiblediği Müntehab-ı Bahriyye adlı eseri tarafımızdan yeni bulunmuştur. Müellif Müntehab-ı Bahriyye’de haritalar başta olmak üzere tüm bilgileri Batılı kaynaklardan da yararlanarak güncelleştirmiş, Pîrî Reîs’in mensur metnini zenginleştirmiş ve ilâve harita çizimlerine yer vermiştir.
Hind denizleri için portolan mâhiyetinde bulunan Seydî Ali b. Hüseyin Reîs’in (ö. 1562) 1538’de Kanûnî’ye takdim ettiği eseri Kitâbu’l-Muhît fî ilmi’l-eflâk ve’l-ebhur, kısaca Muhît adıyla tanınmaktadır.[20] Harita ve papamontaların anlatıldığı eserin haritalarıyla birlikte sunulduğuna dâir görüşler varsa da mevcut yazmalar bunu doğrulamamaktadır.
Deniz haritacılarından olup hâssa reîsleri arasında adı geçen Ali Macar Reîs’in Ağustos-Eylül 1567 tarihli Atlas’ı (1) Karadeniz ve Marmara Denizi, (2-4) Doğu, Orta ve Batı Akdeniz, (5) Atlantik kıyıları ve İngiliz adaları (6) Ege ve Marmara Denizi ile (7) dünya haritalarının yer aldığı yedi parçadan meydana gelmektedir.[21] Ali Macar Reîs’in imzasının yalnızca Batı Akdeniz haritasında görünmesi diğerlerinin daha sonra ilâve edilmiş olabileceği ihtimâlinin öne sürülmesine yol açmışsa da bu durum ancak dünya haritası için kabul edilebilir. Öte yandan Atlas’ın İtalyan ve Katalan portolan tekniği düzenine uyması dolayısıyla İtalyan portolan haritacılarınca hazırlanıp, yer adları ihmâl edilmiş olarak Osmanlılara ulaştığı ve Ali Macar Reîs’in ise eksik yazılarını tamamladığı ileri sürülmektedir. Ancak bu resimleme tekniğinin Osmanlı nakkaşhânesinin yabancısı olmadığı bir tarzı gösterdiği de açıktır.
Bu geleneğin diğer bir örneği olan Atlas-ı humâyûn Th. D. Goodrich tarafından 1984’te ortaya çıkarıldı. Saray için nakkaşhânede hazırlandığı anlaşılan eser dokuz haritayı ihtiva etmektedir: (1) Karadeniz ve Marmara, (2) Doğu Akdeniz ve Ege Denizi, (3) Orta Akdeniz ve Adriyatik Denizi, (4) Batı Akdeniz ve İspanya, (5) Batı Avrupa’nın Atlantik kıyıları, Adriyatik Denizi, İngiliz adaları, (6) Ege Denizi, (7) Mora ve Güney İtalya, (8) dünya, (9) Avrupa ve Kuzey Afrika haritaları.[22] Ali Macar Reîs Atlası ile büyük bir benzerlik arzeden Atlas-ı humâyûn 1570’e tarihlenmektedir.[23]
Üçüncü atlas adını bulunduğu galeriden almış olan Walters Deniz Atlası’dır.[24] Yine nakkaşhâne ürünü olan Atlas (1) Karadeniz ve Marmara Denizi, (2) Ege ve Doğu Akdeniz, (3) Orta Akdeniz ve Adriyatik Denizi, (4) Batı Akdeniz ve İspanya, (5) Kuzeybatı Avrupa, (6) Avrupa ve Kuzey Afrika, (7) Güney Asya ve Hind Okyanusu ile (8) dünya haritalarının bulunduğu sekiz parçadan oluşmaktadır. Yine portolan tipi deniz haritalarına dahil olan Atlas’ın diğerleri gibi saraya sunulmak amacıyla ve aynı tarihlerde (1560-1570) hazırlandığı sanılmaktadır. Atlaslardaki haritaların bir kısmında orijinal bilgilerin bulunduğu ve Osmanlı haritacılığının oldukça ileri bir seviyeye ulaştığının anlaşıldığı yeni araştırmalarla ortaya konulmuştur.
Diğer bir haritacı Mehmed Reîs b. Menemenli’nin 1590-1591’de Türkçe olarak hazırladığı Ege Denizi haritasında Arnavutluk’un Avlonya şehrinden Anadolu’daki Fethiye’ye kadar Akdeniz kıyıları ve yerleşim yerleriyle bütün Ege adaları gösterilmiştir.[25] Bu harita, aynı tip haritalar içerisinde bir makama sunulmadan bugüne ulaşabilmiş nâdir çalışmalardan biri olarak da dikkat çeker. Haritada yer adlarının yoğunlaştığı Arnavutluk kıyıları Menemenli Mehmed Reîs’in bu bölgede yaşadığının işareti sayılmaktadır.[26]
1648-1650 yılları arasında meydana getirildiği tahmin edilen Seyyid Nûh’un Deniz Kitâbı (Kitâbü Bahri’l-Esved ve’l-Ebyaz) Karadeniz ve Akdeniz limanlarının kaleler itibara alınarak resmedilmiş 204 portolan haritasını ihtiva etmektedir.[27] Seyyid Nûh’un kitabıyla ilgili problemler süregelmektedir. Pîrî Reîs’in Kitâb-ı Bahriyye’sinin esere model olduğu apaçıktır ve bu bakımdan onun değişik bir kopyesi veya üçüncü bir versiyonu olarak kabul edilir. Karadeniz’in anlatılmadığı Kitâb-ı Bahriyye’den bu noktada ayrılan Deniz Kitâbı içdeniz hükmünde olan Karadeniz’in 1699 Karlofça Barış Andlaşması’ndan sonraki kısmen değişen durumuyla daha fazla önem kazanmıştı.[28] Yine Kitâb-ı Bahriyye taklîd edilerek hazırlandığı anlaşılan diğer bir eserin müellifi belli değildir ve Harîta-i ek|lîm adını taşır.[29] Ege Denizi, Akdeniz kıyıları ve adalarının gösterildiği 134 haritalı atlas Kitâb-ı Bahriyye’nin ilk telîfini aksettirmektedir. Aynı eserin ikinci telîfinden yararlanılarak meydana getirilmiş olan anonim bir başka çalışma 198 haritalıdır.[30] Bu tarzı yansıtan ve Pîrî Reîs’in eserinin izlendiğini gösteren başka örnekler de bulunmaktadır.[31]
II. Dünya Haritaları
Osmanlıların eski dünya haritalarını başlıca Istahrî, İdrîsî ve Sirâceddîn İbnü’l-Verdî’nin eserlerinin oluşturduğu klâsik coğrafya kitaplarından tanıdıkları bilinmektedir. XVI. yüzyılın ortalarında oldukça doğru bilgiler içeren kendi çalışmalarını ise ne şekilde ortaya koydukları araştırma konusudur ve bu yönde kaydettikleri gelişmeler daha çok Portekizlilerin Hint Okyanusu’ndaki faaliyetlerini yakından ve kararlı bir siyâsetle takip etmelerine ve buna karşı çalışma yapmalarına bağlanmaktadır.
Pîrî Reîs’in ünlü ilk haritasına olan ilgi 1929 yılında keşfedilmesinden[32] itibaren hiç eksilmemiştir. Mart 1513 tarihli olan ve Gelibolu’da çizilen bu dünya haritasından bugüne sadece bir parçası ulaşabilmiştir.[33] 1517’de Kahire’de kitap toplamaya önem verdiği belirtilen Yavuz Sultan Selim’e (1512-1520), bu dünya haritası takdim edilmişti. Pîrî Reîs haritasının elde kalan kısmı Atlas Okyanusu’nun iki kıyısını; İspanya, Fransa, Amerika’nın doğu bölümleri ile Florida kıyılarını ve Antiller’i göstermektedir. Harita üzerinde yer adlarının yanısıra keşif tarihleri, efsanevî notlar ve eserin meydana getirilişine dâir bilgiler bulunmakta ve bu notlardan Pîrî Reîs’in otuz dört Doğu ve Batı menşeli haritadan faydalandığı anlaşılmaktadır. Bu kaynaklar arasında en çok dikkat çekenler, iki bin yıl öncesinin İskenderiyye Kütüphanesi’nden çıkma bir harita ve daha önemlisi Kristof Kolomb’un bugüne intikal etmeyen 1498 tarihli haritasıdır. Atlas Okyanusu’nda keşf ve fethedilen yerlerin doğrulukla gösterildiği haritayı önemli kılan ve hayranlık uyandıran diğer özelliklerinin başlıcaları da kaynaklarının kadîmliği ve orijinalliği, çizimlerin ancak havadan yapılan çekimlerle XX. yüzyılın ortalarından itibaren yapılabilen haritalar benzerlik arzetmesi ve yine sadece modern tekniklerle tespit edilebilen Antartika kıyılarının henüz buzullarla kaplı olmadığı zamandaki halinin verilmiş olmasıdır. Özellikle son tespit Pîrî Reîs’in kaynakları arasında buzul devrinden önce resmedilmiş haritaların da bulunabileceğine dâir görüşlerin doğmasına yol açmış ve bu haritadan yola çıkılarak kayıp olduğuna inanılan Atlantis kıtasının aranmasına kadar derinleştirilen çeşitli toplu çalışmalar ortaya konulmuştur.[34]
Bu dünya haritasının kayıp parça veya parçalarının Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde araştırılması sırasında Atlas Okyanusu’nun kuzeyini, kuzey ve orta Amerika’nın o zaman için terk edilmiş kıyılarını gösteren yine Pîrî Reîs’e âit bir başka harita parçası ele geçmiştir.[35] “Pîrî Reîs b. el- Hacc Mehmed” imzasıyla 1528-1529’da Gelibolu’da meydana getirilmiş olan harita muhtemelen Kanûnî Sultan Süleyman için hazırlanmıştı. Onun ikinci dünya haritası olarak adlandırılan bu parçada ilkinde bulunmayan bazı yeni ayrıntılar belirtilmektedir. Ancak, Yucatan, Küba, Haiti, Florida ve Kuzey Amerika’nın görüntülendiği bu parçanın dünya haritasına değil, Osmanlı başşehri ile Yeni Dünya’yı birlikte gösteren büyük ölçekli ve özel amaçlı bir haritaya ait olduğu da ileri sürülmüştür.
Tunuslu Hacı Ahmed’in yürek şeklinde ve daire içinde Türkçe olarak hazırladığı dünya haritası, J. Werner’in 1514 ve Orontius’un 1536 tarihli haritalarından istifade edilerek çizilmiştir ve bir bakıma çeviridir.[36] Yıldız kümelerinin, çeşitli mitolojik figürlerin ve bir gök haritasının bulunduğu Hacı Ahmed’in 1559-1560 tarihli Dünya haritası hakkında değişik incelemeler yapılmıştır. İlk araştırmalar eseri meydana getirenin Osmanlılarla doğrudan temasta olabileceği görüşünü savunurken daha sonra farkına varılan ona âit bir Coğrafya risâlesi[37] haritanın Kanûnî’nin şehzadelerinden Bâyezid için hazırlatıldığını ve sâhibinin kimliğini ortaya çıkarmıştır. Şehzâdenin dünya haritası isteği Venedik Senatosu’nun bu işi havale ettiği balyos aracılığıyla Hacı Ahmed’in haritasının ilk versiyonlarından birinin 1554’ün son veya 1555’in ilk aylarında şehzâdenin adamlarına teslim edilmesiyle karşılanmıştı.[38] Müellif, esâret altında ve anlaşılan hürriyetine kavuşma karşılığında hazırladığı bu haritayı berâberinde memleketine götürmek ve böylece Müslümanlara faydalı olmak ümîdini beyan ediyordu. Söz konusu Coğrafya risâlesi mitolojik unsurlara dayalı mâhiyeti dünya haritasıyla paralellik göstermektedir. Hacı Ahmed eserini Türkçe hazırlayışını da bu dilin dünyaya hükmetmesine bağlıyordu. Daha sonra 1568’de Venedikli yayıncı M. Giustiniani’nin Hacı Ahmed’in haritasını basma lisansını da temin ettiği belirlenmiş, böylece harita dünyada basılan (çoğaltılan nüshalarının buradaki bir yangında telef olma ihtimali büyüktür) veya basılması plânlanan ilk Türkçe eser olarak da ilgi görmüştür. 1795’de çok az sayıda bastırılmış olan örnekleri bugüne ulaşmıştır.
Eserlerinde harita ve haritacılığa dair bilgiler bulunan İstanbul Rasathânesi’nin kurucusu Takıyyüddîn er-Râsıd el-Mısrî’yi (ö. 1585) maiyetindeki astronomlarla beraber çalışırken gösteren Seyyid Lokman’ın (ö. 1601) Sultan III. Murad’ın Şehinşâhnâme’sindeki minyatürde[39] bir yer küresi bulunmakta ve üzerindeki dünya haritasında yeni keşfedilen yerlerin Pîrî Reîs’in haritalarına göre daha doğruya yakın çizilmiş olduğu görülmektedir.[40] Bu durum, Pîrî Reîs’den sonra ortaya çıkan gelişmelerin tâkip edildiğini ortaya koymaktadır. Nitekim Emîr Mehmed b. Emîr Hasan b. Sinân b. Ahmed en-Niksârî es-Su’üdî tarafından “Frenkçe”den tercüme sûretiyle oluşturulan Târîh-i Hind-i Garbî (Hadîs-i nev) adlı eser de aynı amaca yöneliktir. Müteferrika Matbaası’nda haritalı olarak basılan Hadîs-i nev’in,[41] Osmanlı aydınlarının görüşlerini iyileştirmede yardımcı bir rol üstlendiği vurgulanır. Müteferrika İbrahim Efendi dünya haritası için N. Sanson’un Atlas Nouveau’ndan[42] faydalanmış, eserin ikinci basımında bu harita yer almamıştır.[43]
Seyyid Lokman’ın Zübdetü’t-tevârîh isimli tomarında[44] görülen dünya haritası ise Sirâceddîn İbnü’l-Verdî’ye âit çalışmanın Osmanlı versiyonudur ve aslından oldukça değişiktir. Daha sonra çeşitli eserlerde yer almaya devam eden dünya haritaları, Batı menşeli haritaların model alınmasıyla veya aynen nakledilip üzerlerindeki isimlerin çevrilmesiyle meydana getiriliyordu.
III. Askerî Haritalar
Genellikle harita-plân-kroki karışımı halinde olan askerî haritaların başlıcaları, kuşatmalarla sınır ve barış durumlarının tespitine yönelik çizimlerdir. Bunlardan en eskilerinden birini teşkil eden ve 1496’dan önceye tarihlendirilen Venedik Cumhuriyeti haritasının,[45] yer adlarının çoğunun İtalyanca verilmesi gibi bazı özelliklerinden dolayı Venedik’te hazırlandığı sanılmaktadır. Venedik ve Kuzey İtalya topoğrafyasını, köprüler ve koruma kalelerle birlikte gösteren bu askerî maksatlı haritanın özel sipariş olabileceği doğrultusunda düşünceler bulunmaktadır. Fâtih Sultan Mehmed’in davetiyle 1479-1481 yılları arasında sarayda bulunan İtalyan ressamı Gentile Bellini’ye bu tür bir harita ısmarlandığı kaynaklarda belirtilmekte, ancak söz konusu haritanın bu sipariş harita olup olmadığı bilinmemektedir. Muhtemelen Sultan II. Bâyezid (1481-1512) için Kulağuz Moralı İlyas’ın hazırladığı Azak Denizi ve Kırım harita-plânı[46] 1495-1506 yılları arasında yapılmıştır ve özellikle Osmanlı donanmasının kullanması amacıyla Kiev ve civarındaki kaleleri göstermektedir.
Osmanlı harp plânları adıyla da değerlendirilen bu çeşit malzeme üzerinde yürütülen çalışmalar birçok kıymetli haritanın bugüne ulaştığını ortaya koymaktadır. Sefer ve kuşatmalarla harb alanlarının görüntülendiği bu tür anonim haritalar arasında 1521 Belgrad,[47] 1565 Malta,[48] 1566 Sigetvar,[49] 1683 Viyana[50] ve 1684 Budin[51] kuşatmaları ile 1711 Prut,[52] 1736-1739 Osmanlı-Avusturya-Rusya savaşlarını ve Adakale’nin geri alınışını,[53] 1736 Seferi’ni[54] ve 1831 Bağdat Kuşatması’nı[55] gösteren haritalar sayılabilir.
XVIII. yüzyılın uzun süren savaşlarıyla birlikte, birçok çeviri eser ve haritanın askerî amaçlarla seçilip tekrar düzenlendiği görülür. Bu haritaların bir kısmı İstanbul’daki elçilik mensupları aracılığıyla temin edilmekteydi. Bazen yeni savaş usûllerinin de göz önünde tutulduğu haritalarda siyâsî ve daha çok fizikî özelliklerin gösterilmesine dikkat edilmiştir. Orijinal haritadaki yer vb. adların yanına Osmanlıcaları eklenerek kısmen tercüme olunmuş örnekler de az değildir.
Aslen bir İngiliz mühtedîsi olan ve Enderûnlu Ressâm Mustafa adıyla tanınan haritacı, çeviri yoluyla Türkçeye kazandırdığı bu tür çalışmaları ile kendini tanıtmıştır. Onun Mikel-zâde Yorgaki’nin nezâretinde çevirisini yaptığı Karadeniz ve Kırım haritası, 1187 (1773) savaş yılına âittir ve “Harîta-i Dârü’l-cihâd Sûreti” başlığını taşır.[56] Tercümesi yapılan haritanın aslı ise 1769’da Avusturya’nın Augsburg şehrinde basılmıştı. Ressâm Mustafa’nın “Macaristan ve Moskof Dârü’l-harekâtı” unvânlı olanı gibi,[57] özellikle 1768 seferi için hazırladığı çalışmalardan birkaçı bugüne ulaşmıştır.[58] Boğdan, Erdel, Eflâk ve Bucak civârını gösteren anonim bir askerî harita Hotin ve Yergöğü’nün yeni fethedildiğine dâir notlarına bakılarak 1663 Uyvar Seferi’ne tarihlenmeye elverişlidir.[59] XVIII. yüzyılın sonlarına doğru devam etmekte olan Osmanlı-Rusya-Avusturya savaşlarına âit tercüme haritalara birden fazla örnek göstermek mümkündür.[60]
Çoğu defa bir barış andlaşmasının öncesine veya sonrasına dâir sınır bilgilerinin belirtildiği ve bunun oluşmasına zemin hazırlayan askerî harekâtlara temas edildiği için önem taşıyan sınır haritaları da bu tasnif içinde yer almaktadır. 1739’da Adakale’nin ikinci defa fethini müteâkip yapılan Belgrâd andlaşmasına göre düzenlenmiş harita,[61] Ressâm Mustafa’nın Lehistân hudûdu haritası,[62] 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’na göre tanzîm edilmiş olan harita[63] bu tür eserler arasında sayılabilir. Lâtince bir haritadan istifâde edilerek ortaya konulduğu belirtilen son örnekte yapanın değil sâhibi Kapıcıbaşı Akkirmânî İbrahim Ağa’nın adı okunmaktadır. Çizenden daha çok sahiplerinin isminin görüldüğü haritaların sayısını arttırmak mümkündür.
IV. Tasvîrli (Minyatürlü) Haritalar
Toponimik özellikler taşımaları bakımından bir çeşit kara atlası olarak tanımlanan minyatürlü haritalar temelde şehnâmecilerin eserlerine dayanır. Üzerinde şehir, kale, menzil, derbend ve benzeri yerlere âit topografik çizimlerin emsalsiz bulunduğu bu resimli haritalar yön ve ölçekten mahrûmdur. Kuşbakışı resimlemeyle ve binaların gerçekci tasvîriyle yön zaafları bir ölçüde giderilen bu tür çalışmalar ayrıntılı plân vermeleriyle dikkati çeker.
Tasvîrli haritalar tasnifine dâhil olan ilk eser Pîrî Reîs’in Kitâb-ı Bahriyye’sidir. Haritacı anlayışı minyatüre uygulayan Matrakçı Nasûh’un bu alanda özel bir yeri bulunmaktadır. Kanûnî’nin Safevîlere karşı düzenlediği ilk sefere (1533-1536) âit güzergâhın tasvîrini ihtiva eden Beyân-ı menâzil-i sefer-i Irâkeyn-i Sultân Süleymân Hân[64] adlı eseri, minyatürlü haritaların karakteristik örnekleri arasında öncelikle belirtilir. Yine onun Târîh-i Feth-i Şikloş ve Estergon ve Ustunibelgrâd adlı Barbaros Hayreddin Paşa’nın 1543 Akdeniz Seferi’ni ve Nice’nin fethini anlatan eseriyle,[65] II. Bâyezid’in Karadeniz ve Akdeniz’deki seferleri hakkında bilgi veren Târîh-i Sultân Bâyezîd’i[66] bu geleneğe uygun çeşitli örnekler vermektedir. Pek çok minyatürlü eserde bu tür haritalar bulunmakta ve dikkat çeken özellikleri üzerinde durulmaktadır.[67] Bu kabil çalışma sahipleri arasında Ârifî Fethullâh Çelebi, Ahmed Feridun Bey, Seyyid Lokman, Âlî Mustafa, Subhî Çelebi, Mehmed Nâdirî, Âsafî, Rumûzî, Fâzıl-ı Enderûnî ve İbrahim Hakkı Erzurumî tanınmış isimler olarak sıralanabilir.
Osmanlıların mukaddes beldeler ve ziyaret yerleri için hazırladıkları rehber kitaplardan “menâsik-i hacc” ve “mir’ât-ı Mekke” türü eserlerle hac vekâletnâmelerinde, siyer-i nebîler ve Delâ’ilü’l- hayrât gibi klâsik eserlerde harita-plân-kroki karışımı çizimlerin yer alması eski bir gelenektir.[68]
Suyolu haritaları da minyatür tekniğine dayanmaktadır. İstanbul’un fetihden sonra yapılan su tesislerinden Halkalı, Kırkçeşme, Üsküdâr, Taksim, Hamidiye ve Kayışdağı su tesislerine âit haritaların tespitine çalışılmış ve bunların en eskilerinin Fâtih, Beylik ve Halkalı suyolları ile ilgili olduğu ve II. Bayezid (1481-1512) dönemi ile 1584 tarihlerinde çizildiği görülmüştür.[69] Kırkçeşme ve Halkalı suyollarının 1607 ve 1756-1757 tarihli haritaları,[70] Üsküdar için 1753 tarihli İbrahim Paşa suyolu haritası[71] bu tip ürünler arasında belirtilebilir. Bunlardan başka aynı vasıfları taşıyan ve özel mekânlarda bulundurulan tablolaştırılmış haritalar ile kabartma tekniği uygulanarak yapılmış kabartma haritalar mevcuttur.[72]
V. Çeviri Harita ve Atlaslar
Batı’da yazılmış coğrafya kitaplarının Türkçeye kazandırılmasında ilk müelliflerden sayılan Kâtib Çelebi (ö. 1657), 1645’teki Girit Seferi münâsebetiyle “harta resmi”nin “nice” olduğunu merak ederek, çeşitli haritalar üzerinde çalışmaya başlamıştı. Onun bu alandaki ilk harita denemeleri 1648 yılından itibaren tahrîrine başlamış olduğu birinci telîf Cihânnümâ’da bulunmakta[73] ve eserin kendisi gibi taslak halinde kalan bu çizimleri daha çok plân-kroki mâhiyetini taşıdığı görülmektedir. Kâtib Çelebi ikinci telîf Cihânnümâ’da önce, bir “resm-i icmâlî” ile bütün dünyayı göstermeyi arzulamış, daha sonra her “diyâr” için ayrı harita tanzimi gereğine inanarak bölge ve kıta haritalarına yer vermiş[74] ve böylece eserini o güne kadar gelmiş coğrafya kitaplarından ayıracak olan vasfa ve mûteber hâle kavuşturmuştu. Coğrafya eserlerindeki harita ve şekilleri ihmâl etme tavrının karşısında bulunan ve Batı menşeli haritalardaki eksik ve yanlışları belirtmeye çalışan Kâtip Çelebi, Cihânnümâ’yı haritalarla güçlendirmesini onun telif sebeplerinden biri olarak açıklar. Bu arada istinsahlar sırasında haritaların bir nüshadan diğerine naklinin güçlüğünden dolayı, eserinin bu yerlerinin boş kalacağı endişesiyle çizmeyi düşündüğü her haritayı Cihânnümâ’ya almadığını belirtmekte ve haritalarla diğer şekilleri sıhhatle aktaran müstensihlerin pek az olmasından dert yanmaktadır. Kâtip Çelebi, eserini istinsah eden ve ettirenlerden çizimlerin “yerlü yerinde” nakli için “himmet” bekliyor ve bunları kasden çıkaranların bedduâya uğrayacağını belirtiyordu.[75] Onun önemle üzerinde durduğu bütün bu olumsuzluklar pek çok Osmanlı müellifince de yaşanmış olmalıdır.
Cihânnümâ müsveddelerinin ilkinde bir Dünya haritası denemesiyle yirmiden fazla irili ufaklı harita-plân, ikincisinde ise bazıları tamamlanamamış otuz civârında harita bulunmaktadır. Yine onun eserine kaynak oluşturmak amacıyla ve Şeyh Mehmed İhlâsî’nin[76] şifâhî çevirisiyle G. Mercator-J. Hondius’un Atlas minor’undan Türkçeye kazandırdığı Levâmi‘u’n-nûr fî zulumâti Atlas minor da 13 haritayı ihtivâ etmekte,[77] ayrıca bu eserin 148 gibi yüksek sayıda haritaya sahip sahip nüshalarına da rastlanmaktadır.[78] Onun, aynı eserin sonunda yararlandığı çalışmalardan hareketle Batılı haritacı ve coğrafyacıların bibliyografyasını vermeyi de denediği görülür.[79] Kâtib Çelebi’nin bir başka eseri olan Tuhfetü’l-kibâr fî esfâri’l-bihâr’ında da gemi reîsleri için harita yapımı ve kullanımının vazgeçilmez önemini belirten satırlar bulunmaktadır.[80] Bu eserdeki dünyanın, Akdeniz ve Karadeniz kıyılarının ve Akdeniz’de Osmanlı Devleti’ne tâbi adaların gösterildiği 4 parça haritayı ihtiva eden Tuhfetü’l-kibâr, Müteferrika Matbaası’nda Cihânnümâ’dakiler gibi farklı çizimlerle ve dolayısıyla daha doğruya yakın yayınlanmıştır.[81]
Osmanlılarda daha sonra tekrar “h” anlamını kazanacak olan “atlas” kelimesinin ilk defa Kâtip Çelebi tarafından coğrafya eseri anlamıyla kullanımı, aynı tipteki çeviri kitapların uzun süre gözde tutulmasına yol açmıştı. Cihânnümâ’nın müsveddelerini elden geçirdiği ve müellifinin notlarını kullandığı anlaşılan Ebûbekir b. Behrâm ed-Dımeşkî (ö. 1691), Atlas mayor mütercimi olarak tanınmaktadır. Onun Wilhelm ve Joan Bleau’nün on bir ciltlik Atlas maior çevirisini verdiği dokuz ciltlik Nusretü’l-İslâm ve’s-sürûr fî tahrîri Atlas mayor adlı eserinde toplam 243 harita bulunmaktadır.[82] Bu tercümeden yaptığı telhis olan İhtisâr-ı tahrîr-i Atlas mayor da yine bol haritalıdır.[83] Belki daha önemlisi, Dımeşkî’nin isimsiz Cihânnümâ zeylinde[84] büyük ölçüde Anadolu şehirlerinin harita- plânlarının verildiği on beş çizim yer almakta ve onun parçalar halinde karşılaşılan harita çalışmaları da bulunmaktadır.[85]
Bartınlı İbrahim Hamdi’nin (ö. 1750’den sonra), Cihânnümâ tarzında meydana getirdiği Atlas-ı İbrahim Hamdi isimli derlemesinde de haritalardan faydalanıldığı ve eserde bunların kullanıldığı açıklanırsa da bugün yeri bilinen II. cildinde[86] herhangi bir harita örneğine rastlanmaz.
Esîrî Hasan b. Şeyh Hüseyin’in (ö. 1729’dan sonra) kendi ifadesiyle “te’lîf ve tercüme”sini yaptığı Mi‘yârü’d-düvel ve misbârü’l-milel adlı eser, yeni savaş mevzilenmelerini gösteren tomar hâlinde bir “devr resmi”ni,[87] Cihânnümâ-yı Avrupa adı yakıştırılan onun istinsah ettiği diğer bir çalışma da yirmi bölge haritasını ihtivâ etmektedir.[88] Bu son derleme, Coğrafyacı Ebûbekir Efendi’nin İhtisâr-ı tahrîr-i Atlas mayor’una büyük ölçüde benzerlik gösterir.
Kayserili Bedros Baronyan’ın J. Robbes’ye âit La méthode pour apprendre facilement la géographie’den yaptığı 1733 tarihli ikinci çeviri Kitâb-ı Cem-nümâ fî fenni’l-coğrafya adını taşır ve biri dünya, diğeri Akdeniz ve Karadeniz olmak üzere iki haritalıdır.[89] Bunlardan birincisinin N. Sanson’un 1689’da basılan Atlas nouvea contenant toutes les partes du monde’dan aktarıldığı anlaşılmaktadır.
Diğer bir çeviri, B. Varenius’un Geographia generalis inqua affectionnes generalles telluris explicantur adlı eserine dayanmaktaydı. Bunu 1750-1751 yılında Tercüme-i Kitâb-ı Coğrafya adıyla Türkçeye ve Arapçaya ikinci defa çeviren mütercim Osman b. Abdülmennân (ö. 1782’den sonra) “harta vaz‘ı”nı uzunca anlatmasına rağmen kitabın aslındaki haritaları nakl etmemişti. Bununla beraber ikinci çeviriye âid nüshalarda bir takım diyagramlar (“sûret ve eşkâl”) bulunmaktadır.[90]
Bu grup içerisinde çevirilerden yapılan bâzısı anonim derlemeler de yer almaktadır. Kıta ve bölge haritalarının oldukça fazla bulunduğu bu çerçevedeki eserlerden Atlas-ı Cihân adıyla belirtilenlerini ve benzerlerini tespit etmek mümkündür.[91]
Osmanlı haritacılık tarihinin bel kemiğini oluşturan Müteferrika İbrahim Efendi’nin (ö. 1747)[92] bu sahadaki faaliyetleri, o günün haritacılığını çağdaş seviyesine kavuşturma amacına yönelik hedefler taşımaktaydı. Yeni bir dönemin açılmasına ön ayak olmuş bu gayretlerin dünya haritacılık tarihinde de anlamlı bir yeri vardır. Bazı Batılı eserlerde, onun matbaasından önce daha 1718’de bir harita matbaası kurmak için izin aldığını belirten kayıtlara rastlanmakta, tek parça yayınlamış olduğu bu tarihlere âit bir kaç haritanın varlığı da buna dâir bilgilerin yeniden değerlendirilmesini gerektirecek ipuçları vermektedir. İbrahim Müteferrika’nın müstakil olarak hazırladığı ve bastığı haritalardan dört tanesi hakkında birtakım bilgilere ulaşılmaktadır. Çağdaşı bazı Batılı eserler, onun matbaasındaki altı makinadan ikisini harita basımına tahsis ettiğini bildirmektedir.
Çeviri yoluyla hazırlanmış olan bu haritaların ilki 1719-1720 tarihli “Marmara Denizi” haritasıdır ve ancak klişesi bulunabilmiştir. Üzerinde “Benim devletlü efendim eger fermânınuz olursa dahi büyükleri yapılur sene 1132” ibaresi okunan harita, muhtemelen Nevşehirli Dâmâd İbrahim Paşa’ya sunulmak için yapılmıştı. İkinci harita “Bahriyye-i Bahr-i Siyâh” (Karadeniz) unvânlıdır ve 1724-1725 tarihinde basılmıştır. Türkiye’de bilinen yegâne nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.[93] 1729-1730’da yayınlanan “Memâlik-i İran” haritasından[94] sonra dördüncü sırada “İklîm-i Mısır” haritası yer alır.[95] Aynı yılda basıldığı sanılan ve müstakil nüshasına çok az rastlanan haritanın, Müteferrika Matbaası neşriyâtından olan Ahmed b. Hemdem Süheylî’nin Târîh-i Mısri’l- kadîm ve Târîh-i Mısri’l-cedîd adlı eserinin[96] arkasına eklendiği tespit edilmekte ve bazı özel koleksiyonlarda bulunduğu bilinmektedir.[97]
Basmacı İbrahim Müteferrika harita çizerek ve yayımlayarak geliştirdiği bu işin ne kadar önemli olduğuna dâir görüşlerini de kendi eserlerinde açıklamıştır. Usûlü’l-hikem fî nizâmi’l-ümem’de[98] harita basımının önemi, özellikle bunun devlet adamları ve askerler için gerekliliği üzerinde durur. Onun esaslı bir hamlesi de eksik haritalarını tamamlayıp yenilerini ilâve ettiği için daha büyük ilgi gören Cihânnümâ neşrinden[99] takip edilmektedir. İçinde ayrı altyazılarla tanıtılan elli iki adet harita ve şeklin yer aldığı eserin bu bölümlerinde bazen kendi adını yazmış olan Müteferrika (İbrahîm el-Coğrâfî, İbrahîm Tophânevî) çizimlerin bir çoğunu imzasız yayınlamıştı. Ona harita ve şekil çizimlerindeki yardımcı olanlar arasında Mıgırdıç Galatavî ve Ahmed el-Kırımî’nin isimleri okunur. Bu isimlerin ikincisi ilk telîf Cihânnümâ’nın bol haritalı 1739-1740 tarihli yazmalarının[100] müstensihi görünen İbrâhîm el-Kırımî ile yakınlığı olabileceğini ve dolayısıyla haritacı bir çevrenin varlığını akla getirmektedir.
Bastığı haritaların adedi hakkında tam bir sayı verilemeyen Basmacı İbrahim Efendi bunlardan bir kısmını-Tuhfetü’l-kibâr’daki üç haritayı Cihânnümâ’ya aldığı gibi-bazen tekrar kullanmaktaydı. Onun harita kaynaklarının neler olabileceğine dâir bir takım bilgiler bulunmakta ve bunların belli başlılarını Mercator-Ortelius-Hondius’un çalışmaları ile J. B. Homann’ın Neuor Atlas’ı (1712), N. Sanson’un Atlas Nouveau’su[101] ve Sultan III. Ahmed’in isteğiyle kendisinin Mecmû’a-i hey’etü’l- kadîme ve cedîde[102] adı altında tercüme ettiği A. Cellarius’a ait Atlas coelestis’in (=Semâ atlası)[103] oluşturduğu anlaşılmaktadır.
Osmanlı haritacılığı, kıta ve bölge haritaları yapımında daha az ve ayrıntıların verilmediği ürünlere sahiptir. İhtiyaca göre geliştirilen bölge haritalarının çok daha önceye uzanmasına rağmen kıta haritaları genellikle Batılı eserlerin çevirileriyle tanınmıştır. Bir bölümü anonim olan bu tip eserlerden Doğu Anadolu, Batı İran ve Kafkasya’yı gösteren harita 1723-1724 tarihlidir.[104] 1726-1727 tarihini taşıyan Memâlîk-i Osmâniyye haritası,[105] mühendis Ahmed Râsim’in 1783 yılında yaptığı Cezâyir Kalesi ve civârını görüntüleyen haritayı[106] ve Abdülazîz b. Abdülganî el-Erzincânî’nin 1813 yapımı Asya, Avrupa, Kuzey Afrika haritasını[107] bu gruba dahil etmek mümkündür. İkinci harita ipek üzerine işleme olup İstanbul’dan Hindistan sınırlarına kadar uzanan bölgedeki Osmanlı topraklarını göstermekte ve birden fazla benzeri bulunmaktadır. Bu haritadaki çerçeveli açıklamalar, Osmanlıların Asya’daki eyâlet ve teşkilâtlarına dâir verilmiş toplu bilgileri ihtiva eder. Haritanın adı belirtilmeyen yapımcısı hem riyâzî hem fizikî harita meydana getirmek niyetinden bahsederken yine çerçeve içinde sıralanan “fihrist-i icmâlî” Cihânnümâ neşriyle paralellik gösterir; bunlar ise bazı atıflarla tahmin edildiği gibi devrin haritacısı Müteferrika’nın çalışmalarını hatırlatmaktadır.
Çeviri harita ve atlasların ortaya çıkarılması ve basma haritaların değişik yollarla yaygınlaştırılması meseleye sahip çıkılıp kavrandığının işareti sayılabilir. Aynı kategoride Ressâm Mustafa’nın 1768 tarihli Avrupa haritası,[108] yine bu yıla âit Kırım ve Nogay memleketi haritası[109] gibi müteferrik bölge haritaları bulunmaktadır.[110] Mora sâbık tercümanı Kostantin Kamner de bu türden haritalar düzenlemişti: 1813 tarihli İstanbul ve Boğaziçi,[111] 1838 tarihli Akdeniz Boğazı[112] (Çanakkale Boğazı) haritalarıyla birlikte onun hazırladığı başka bölge haritaları da bulunmaktadır.[113] Özellikle İstanbul ve Boğaziçi haritalarının bu dönemde pek revaç bulduğu bol miktardaki örneklerinden çıkarılabilir.[114] Sulu boya kullanılarak yapılmış ibtidâî harita defterleri ise geniş bir çevreye yayılmış olan aynı tarihlerdeki alâkanın ifadesidir.[115]
Çeviri harita ve atlas basımlarına özellikle, 1797’de Müderris Abdurrahmân Efendi yönetiminde açılan ve harita basımı için bir “harîta destgâhı” (tezgâh) ayrılan Mühendishâne-i Berrî-i Humâyûn Matbaası’nda devam edilmiştir. Önce Danvil Atlası’ndan Mahmûd Râif’in tercüme ve tevsîiyle meydana getirilmiş olan dört parça Asya, Avrupa, Afrika ve Amerika kıtası haritaları (1797), daha sonra da Akdeniz, Karadeniz ve Marmara Denizi’nin portolan haritaları basıldı (1801). Aynı yıl W. Faden’in General Atlas’ından (1790) Resmî Mustafa Ağa’nın yaptığı çeviri Atlas-ı Kebîr Tercümesi’nin (Cedîd Atlas Tercümesi) baskısı ise yeni matbaanın en muhteşem eseri oldu (1803).[116] Yirmi dört renkli harita ihtiva eden bu çalışma tercüme yanlışlarına rağmen eksiksiz basılan ilk Türkçe atlas değerlendirmesiyle itibar görmüştü.
XIX. yüzyılın başlarından itibaren çeviri harita ve atlas basımı hızlanmış ve bunların etrafında modern anlamda yeni çalışma ve araştırma alanlarının oluşmasına katkıda bulunmuştur. Resmî olarak haritacılığın bir meslek olarak kabulü ve bu yönde teşkilâtlanmanın yüzyılın sonuna doğru gerçekleşebildiği anlaşılmaktadır. Harita dairesinin 1909’da kuruluşuna kadar Batı’dan gelen askerî uzmanların ve buralarda öğrenim gören Türk subayların öncülüğünde bu konuda çeşitli girişimler yapılmıştır. Çeviri, kopyalama gibi yollarla harita basımları gerçekleştirilirken 1860’da Bâb-ı seraskerî’de oluşturulan şubede bazı bölge haritaları meydana getirilmiş ve 1880’de Erkân-ı harb beşinci şubesi, harita ve fen işleri ile görevlendirilmiştir. 1895 yılına kadar Erkân-ı harb’in gerekli gördüğü yerlerinmevziî haritaları çıkarılmış ve bu tarihde “Harita Hey’eti” teşkil edilerek Eskişehir’den çalışmalara başlanılmıştır. Daha sonra Zeki ve Şevki paşaların öncülüğünde 1909’da kurulan harita dairesi bünyesindeki nirengi kısmı ülkenin nirengi şebekesini (=haritası çıkarılacak alanın üçgenlere bölünmesi) kurmakla ve tüm Osmanlı topraklarının istikşaf haritalarını meydana getirmekle görevlendirilmiş ve Bakırköy ilk çalışılan bölge olmuştur.[117] 1895 yılı hesaba dayalı modern Türk haritacılığının başlangıç noktası kabul edildiğinden 1995 yılı Türk haritacılığının 100. yılı olarak kutlanmıştır.[118]
Yrd. Doç. Dr. Fikret SARICAOĞLU
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 11 Sayfa: 303-312