Çini, Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya taşıdıkları önemli bir mimarlık süslemesi olmuştur. Anadolu Selçukluları çiniyi yapılarda hem iç hem de dış süslemede başarı ile kullanmışlar, yarattıkları seçkin eserlerle bu alanda ileri bir düzeyde olduklarını göstermişlerdir. Osmanlı döneminde çini, erken dönemlerden itibaren mimarlık süslemesine katılmış, çeşitli teknikte çiniler bir arada kullanılmış, yapıları değerlendirmişlerdir. Klasik Osmanlı döneminde çini sanatı sıraltına boyama tekniğinde çok kaliteli eserler üretmiş, ayrıca İznik atölyelerinin keramikleri ülke dışına ihraç edilmiş ve ünü bütün dünyaya yayılmıştır. İznik’le beraber, ikinci bir merkez olarak Kütahya erken dönemlerden itibaren ürettiği eserlerle bu sanata katkıda bulunmuştur. Günümüzde Kütahya bu geleneği yaşatmakta ve sürdürmektedir.
XV. yüzyıl Osmanlı mimarlığında yapıları değerlendiren çiniler çeşitli tekniklerde yapılmışlardır.[1] Erken dönemin tek renk sırlı çinileri, Anadolu Selçuklu ve Anadolu Beylikler geleneğini sürdürmektedir. Firuze, yeşil, lacivert ve patlıcan moru renkli çiniler, genellikle altıgen levhalar olarak yapılmışlardır. Bununla beraber kare, dikdörtgen ve üçgen tek renk sırlı çiniler de yapılmıştır. Bu çinilerin üzerinde altın varakla yapılmış bitkisel süslemeler de yer alır. Kırmızı hamurlu olan bu çiniler İznik ve Kütahya’da yapılmışlardır. Bursa Orhan Camii’nde (1340) kıble duvarında yeşil altıgen çiniler vardır. İznik Orhan Camii (1339), Bursa Yeşil Camii, Yeşil Türbe ve Yeşil Medresesi (1424), Edirne Şah Melek Paşa Camii (1429), Bursa Muradiye Camii (1426), Çinili Köşk (1472), Bursa Muradiye Şehzade Ahmed Türbesi (1429), Şehzade Cem Türbesi (1474) ve Şehzade Mahmud Türbesi (1506) mekanda tek renk sırlı çinilerin yer aldığı yapılardır.
Bu dönemde kullanılan diğer çini tekniği, mozaik çini tekniğidir. Selçuklu geleneğini sürdüren bu çiniler, daha iri ölçekli ve büyük düzenlemeli oluşları ile önceki dönemden ayrılmaktadır. Anadolu Selçuklu ve Anadolu Beylikleri dönemlerinden farklı olarak, firuze, mavi ve mor renklerin yanında, beyaz sırlı çiniler de kullanılmıştır. Bursa yapılarında yeşil ve sarı renkler de görülür. Taşa kakılmış çiniler de vardır.[2] Bu dönemde Anadolu Selçuklu Dönemi’nde farklı olarak aralarda alçı boşlukları bırakılmaz. Bursa Yeşil Camii’de (1424) iki alt mahfil tavanı, Yeşil Türbe’de (1424) pencere tavanları, Bursa Muradiye Camii (1426) son cemaat yeri pencere alınlıkları, Çinili Köşk (1472) çini süslemeli yapılardır.
Renkli sır tekniğinde çiniler, ilk dönem Osmanlı çini sanatında yer alan bir tekniktir.[3] Bu teknik, Timurlu çini sanatından, Osmanlı sanatına girmiş bir tekniktir. 1402 yılında Timur tarafından Semerkant’a götürülen Bursalı Nakkaş Ali bin İlyas Ali orada yeni teknik ve üslupları öğrenerek, dönüşünde beraber getirdiği Tebrizli ustalarla Bursa’daki eserleri yaratmıştır. Bu dönemde elma yeşili, sarı, eflatun ve beyaz renk kullanımı ile renklerde bir çeşitlilik oluşmuştur. Hatayiler ve şakayık çiçekleri gibi Uzakdoğu kaynaklı süslemeler de çini sanatına katılmıştır.[4] Renkli sır tekniğindeki çiniler, Bursa Yeşil Camii, Yeşil Türbe (1424), Edirne Muradiye Camii (1436), İstanbul Sultan Selim Camii (1522), Yavuz Sultan Selim Türbesi (1522), Bozüyük Kasım Paşa Camii (1528), Şehzade Mehmed Türbesi (1548), İstanbul Çinili Köşk (1422), Topkapı Sarayı Arz Odası (1465-1478) ve Topkapı Kara Ahmed Paşa Camii’nde (1558) yer alırlar. Renkli sır tekniği XVI. yüzyılda özellikle İstanbul’da sürdürülmüştür. Şehzade Mehmed Türbesi (1548) geç bir örnek olarak renkli sır tekniğinde çinileri ile önem taşır.
XVI. yüzyılın ilk yarısında renkli sır tekniği ile beraber görülen bir teknik de, sıraltına boyama tekniğidir. Mavi-beyaz çiniler, bu tekniğin önemli bir grubunu oluştururlar. XV. yüzyılın Ming porselenlerinin etkisi ile üretilen bu çinilerde, hatayi ve şakayık kullanılmıştır. Edirne Muradiye Camii (1436) mihrap bölümündeki altıgen çiniler önemlidir. Yapının mihrap kavsarası mukarnasları da sıraltına boyama tekniğinde çinilerle yapılmıştır. Edirne Üç Şerefeli Camii (1447) avlusunda, girişin iki yanındaki iki pencere bu tekniğin, çini alınlık süslemeleri ile geniş yüzeyli bir düzenleme ile ilk defa ortaya konduğu eserlerdir.[5]
XVI. yüzyılın ikinci yarısından sonra sadece sıraltına boyama tekniği kullanılmıştır. Bu dönemde renkler başarı ile kullanılmış ve yarım yüzyıl devam edecek olan domates ve mercan kırmızısı renk bütünü değerlendirmiştir. Teknik yönden çok kaliteli olan bu çinilere yeni süslemeler de eklenmiştir. Naturalist bir anlayışın hakim olduğu bu dönemde çeşitli çiçekler süslemeye katılmıştır. Sünbül, karanfil, gül ve gül goncası, süsen, nergis gibi çiçekler, üzüm salkımları, çiçekli bahar ağaçları, serviler, Edirne Selimiye Camii (1575) Hünkar mahfilinde yer alan elma ağaçlı pano, naturalist üslubun geldiği noktayı gözler önüne serer. Hatayiler, kıvrık hançer yaprakları bunlarla beraber verilen efsane hayvanları saz üslubu denilen ayrı bir süsleme grubu oluştururlar.[6] Süslemedeki bu zenginlik, Saray nakkaşhanesinin bir özelliği olarak belirir. Nakkaşbaşı Şahkulu ve Nakkaşbaşı Kara Memi bu çalışmaları yönetmişlerdir.[7]
İznik başta olmak, üzere XIV. yüzyıla kadar inen Kütahya atölyeleri, XVI. yüzyılda ikinci bir merkez olarak çini üretimine devam etmiştir. Diyarbakır ve Şam’da da İznik geleneğinde çini üreten yerel atölyeler vardır.[8]
XVI. yüzyılın çinileri, özellikle Mimar Sinan’ın inşa ettiği yapıları değerlendirmiştir. XVI. yüzyıl çinileri, mihrap duvarlarında, mihraplarda, minber külahlarında, pencere alınlıklarında, kemer köşelerinde, pencere köşeleri ve çevresinde, ayaklar ve pandantiflerde kullanılmışlardır. Mimar Sinan eserlerinde, çini süslemenin tasarımını kendi tespit etmiş, yapının yapısal özelliklerini değerlendiren bir yaklaşımla mekan ve plan çeşitlemelerine uygun olarak çini süslemeyi kullanmıştır. Yapı ile bütünleşen bu çini süsleme, hiçbir zaman mimarinin önüne geçmemiştir.[9]
Süleymaniye Camii’nde (1557), mekanda, sadece mihrabın çevresinde çini süsleme yer almıştır. Caminin çinileri, 1552 yılında bir fermanla İznik’e ısmarlanmıştır.[10] Mihrabın iki yanında, üstte celi sülüs hatlı örgülü geçmeli daire panolar bulunur. Silivrikapı İbrahim Paşa Camii’nde (1551) mihrabın üzerinde ve son cemaat yerinde çini süslemeler vardır. Son cemaat yerinin pencere alınlıklarında, Şam İşi adı ile anılan keramiklerinde kullanılan menekşe moru renk önemlidir. Mihrabın üzerinde zeytin yeşili renk kullanımı görülür.[11] İstanbul Rüstem Paşa Camii (1561), Mimar Sinan’ın yapıları içinde çininin en yoğun olarak kullanıldığı yapıdır. Yapıda, mihrap duvarı, duvarlar, ayaklar, son cemaat yeri çini süslemelidir. İznik’e yapılan siparişler yeterli olmadığı için, Kütahya’ya çini sipariş edilmiştir. Yapının son cemaat yerinde yer alan bahar ağaçlı panonun çinileri asimetrik bir kuruluşla belirir. Bu süsleme, XVII. yüzyıl çinilerinde görülecek bu özelliğin ilk örneğini vermektedir.[12]
Kadırga Sokullu Camii’nde (1571) mihrap duvarında, mihrabın iki yanında örgü daire çini panolar yer alır. Yapının kuzey ve güney ayaklarında kare çini panolar, çini pandantiflerde madalyonlar bulunur. Yapının alt ve üst pencerelerinin dikdörtgen alınlıklarında çini kullanılmıştır. Minber külahı da çini kaplamalıdır. Çini minber külahları, XVI. yüzyılda karşımıza çıkan bir özellik olarak belirir. Yapının son cemaat yeri pencere alınlıkları da çinidir.
Edirne Selimiye Camii (1575) çinilerinin İznik’e sipariş verildiği, belgelerde yer alır.[13] Mihrap bölümünde, minber köşkünde, Hünkar mahfilinde, üst mahfilleri taşıyan kemerlerin köşelerinde ve pencere alınlıklarında çini süslemeler yer alır. Yapının en zengin çini süslemeleri, Hünkar mahfilindedir. Burada yer alan elmalı pano naturalist üsluptaki çini süslemeler içinde tektir. Hünkar mahfil duvarlarını kaplayan çinilerde naturalist üslubu başarı ile ortaya koyan süslemeler yer alır. Üst mahfilleri taşıyan kemerlerin köşelerinde çiçekli bahar ağaçları başarı ile kullanılan süslemeler oluşturmuşlardır.
Kılıç Ali Paşa Camii’nde (1580) çiniler son cemaat yeri mihrap bölümünde ve pencere alınlıklarında yer alır. Mihrabın üzerinde yer alan celi sülüs yazılı örgülü geçmeli daire madalyon, bir mühr-ü Süleyman olarak belirmektedir. Eyüp Zal Mahmud Paşa Camii’nde (1581) çini süsleme mermer mihrabın çevresinde ve mihrap duvarı pencere alınlıklarında yer alır. Üsküdar Atik Valide Camii (1583) çinileri mihrap duvarında ve pencere alınlıklarında yer alır. Mihrap duvarındaki çift bahar dallı vazodan çıkan şemseler ve zeminde yer alan naturalist çiçekli panonun aynısı, Topkapı Sarayı’nda Ağalar Camii’nde yer alır.
Fatih Mesih Paşa Camii (1585), XVI. yüzyılın en sade çini süslemeli yapısıdır. Mermer mihrabın etrafını madalyonlu bir bordür çevreler. Çatı örtülü bir yapı olarak inşa edilen Ramazan Efendi Camii (1586), zengin çini süslemesi ile göze çarpar, yapıda duvarları, pencere araları ve pencere alınlıkları çini ile kaplanmıştır. Kasımpaşa Piyale Paşa Camii’nin (1572 yılı dolayları) mihrabı, çini bir mihrap olarak önem taşır.
Mimar Sinan’ın eseri olarak kabul edilen Diyarbakır Behram Paşa Camii’nde (1572) duvarların alt bölümü, doğu ve batı duvarlarındaki ayakların güneyindeki mihrap nişleri belli bir yüksekliğe kadar çinilerle kaplıdır.[14] Manisa Muradiye Camii (1585), Mimar Sinan’ın denetimi altında inşa edilmiştir.
Çini süsleme mermer mihrabın çevresinde, pencerelerin dikdörtgen alınlıklarında ve üst pencerelerin bordürlerinde yer alır. Eğrikapı İvaz Efendi Camii (1585) mihrabı, çini ile kaplıdır. Takkeci İbrahim Ağa Camii (1591) mihrabı da çini süslemeleri ile önem taşır. Vazodan çıkan iri hatayiler ve naturalist süslemeli süpürgelik çinileri ilgi çeker.
Mimar Sinan’ın inşa ettiği türbeler, XVI. yüzyılın çini sanatının başarı ile değerlendirildiği yapılar olmuşlardır. Hürrem Sultan Türbesi’nde (1558) mekan bir yüksekliğe kadar çinilerle kaplanmıştır. Giriş revakında, kapının iki yanında çiçekli bahar ağaçlı birer panolar vardır. Şehzade Camii (1548) haziresinde bulunan Rüstem Paşa Türbesi (1561), kubbe eteğine kadar tamamen çini kaplıdır. Kanuni Türbesi (1568) giriş revakında, mekanda belirli bir yüksekliğe kadar duvarlarda ve altta süpürgelikte çiniler yer alır. Eyüp Sokullu Mehmed Paşa Türbesi (1569) üst pencereler üzerinde yapıyı dolanan bir çini ayet kuşağı bulunur. Ayasofya Camii II. Selim Türbesi (1577) giriş revakında,[15] mekanda belirli bir yüksekliğe kadar çini süsleme vardır. Eyüp Siyavuş Paşa Türbesi’nde[16] (1584) mekanda kapının iki yanında kandilli çini panolar yer alır. Pencere alınlıkları çini süslemelidir, pandantifler çini kaplıdır. Çini ayet kuşağı yapıda mekanı dolanır. Ayasofya Camii III. Murad Türbesi (1599) giriş revakında iki yanda, mekanda pencere aralarında ve yapıyı çevreleyen ayet kuşağında ve süpürgeliklerde çini süsleme vardır.
Topkapı Sarayı Sultan III. Murad Odası Mimar Sinan’ın eseri olarak kabul edilir. Odanın önündeki taşlığın duvarlarında XVI. yüzyılın en değerli çinileri yer alır.[17] Odanın giriş kapısının iki yan duvarında, mekanda, geçişteki pandantifler, duvarlardaki üst üste yer alan nişler, ayrıca mekan çevreleyen yazı kuşağı çinidir.
Topkapı Sarayı’nda kullanılmış olan XVI. yüzyıl çinileri günümüze sayılı eserler olarak ulaşmıştır. 1666 yılında yangınından sonra, sarayın büyük bir bölümü XVII. yüzyıl çinileri ile kaplanmıştır. Altın Yol’da yer alan XVI. yüzyıla ait üç pano, günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi’nde korumaya alınmıştır.
XVII. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda bir duraklama döneminin belirtileri yaşanırken XVI. yüzyılda önemli ticaret yolları üzerinde bulunan İznik, keşifler sonucu bu yolların denizden Avrupa’ya ulaşması ile gözden düşmüştür.[18] Bu durum keramik ihracatının durmasının önemli sebeplerinden biri olarak gösterilebilir. XVII. yüzyılda çini sanatında bu gelişmelerin aksine yoğun bir faaliyetin yaşandığını da görülmektedir. Keramik kapların durumunun dışında bu dönemde çinilerin yurt dışına ihraç edildiği bilinmektedir.[19] Teknik yönden kalitede bir düşme yaşansa bile, çini süslemenin bütünlüğüne yeni desen ve motifler katılmıştır. Süslemeler çeşitli düzenlemelerle verilmiştir. XVII. yüzyıl çini sanatında görülen motifler, XVI. yüzyılın hatayi üslubu ve naturalist üslubunu devam ettirmekle beraber, yeni bir ifade ve hareketlilik kazandırmışlardır. Naturalist süslemeye eklenen Osmanlı florasının çiçekleri, bulundukları yerleri ve mekanları birer cennet bahçesine çevirmişlerdir. Özellikle bir vazo ve ayaklı bir kaseden çıkan naturalist çiçek süslemeleri, XVIII. yüzyılda yaygınlaşarak, Lâle Devri taş ve kalemişi süslemelerinde yaygınlık kazanacaklardır. Süslemelerde görülen hareketlilik, dalların S ve C kıvrımları, yazı sanatında birbirini delip geçen harfler ve panoların dışına taşan süslemeler, XVIII. yüzyıl Türk sanatında, yeni bir süsleme anlayışının başladığı Türk Barok dönemin erken bir ifadesi olarak, XVII. yüzyıl çini sanatında beliren değerlerdir. Bu dönemde yaygın olarak üretilen bir çini grubu da Kabe ve Hz. Muhammed’in mezarı betimlemeli çinilerdir. Öğretici ve tanıtıcı bir amaçla üretilen bu çinilere, sadece iki örneği bilinen, Topkapı Sarayı Haremi’nde yer alan Arafat dağı betimlemeli çiniler de katılmıştır.
XVII. yüzyıl Türk çini sanatı, süslemelerde XVI. yüzyılın mükemmelliğini sürdürmekle beraber, teknik olarak bu dönemle önemli farklılıklar gösterir. Renk kullanımında çeşit azalmış, renklerin niteliği değişmiş, XVI. yüzyılın ikinci yarısının hafif kabarık kırmızı rengi ortadan kalkmıştır. XVII. yüzyıl çinilerinde bugün görülen bir özellik de, sırlarda ortaya çıkan çatlamalardır.
XVII. yüzyılın ilk yarısında inşa edilen yapılardaki çinilere bakıldığında bu çiniler sıraltına çok renkli ve XVI. yüzyılın teknik başarısı ve desen motiflerinin kullanılmaya devam ettiği yapılardır. Bosnalı İbrahim Paşa Türbesi’nde (1603) bu yapı için tasarlanan ve üretilen çiniler, XVI. yüzyıl geleneğinde duvarları, üst pencere araları ve dolap içlerini kaplamışlardır. Elmalı Ömer Paşa Camii’nin (1608) çini süslemeleri, pencere alınlıkları, mihrap üstü, son cemaat yeri ve pencere alınlıkları olarak belirir. Girişte köşelerdeki kemer alınlıkları da çini kaplıdır. Yapının kuzeydoğu köşesi ayağı alınlığında yer alan panoda, daire kuruluşlu celi sülüs ayet kuşağının altında, bir kartuş içinde talik yazı ile “Ketebehu el-fakir Mustafa Resmi İzniki” yazısı yer alır. Sanatçı, cami içinde pencere alınlıklarının yazılarını da yazmıştır.
Topkapı Sarayı üçüncü avlusunda bulunan ve günümüzde saray kütüphanesi olarak kullanılan Ağalar Camii, Fatih (1451-1481) Dönemi’nde inşa edilmiştir. XVIII. yüzyılda onarılmıştır. Yapının içi, XVII. yüzyıl çinileri ile kaplanmıştır, özellikle duvarların üstünde yer alan ve süslemeci bir anlayışla verilen çifte vavlı panoların hattatı panoların altında adını “Ressemehu ketebe hu Kemankeş Mustafa bin Ali 1017” (1608) olarak yılla beraber vermiştir. Sanatçı, Hırka-i Saadet Dairesi cephesinde yer alan panoları da yapmış olmalıdır. İmza ve yıl bölümleri silinen bu çinilerin, silinti yerlerindeki yazı istifi aynıdır. Sanatçının çifte vavları çeşitli şekillerde resmetmesinin bir açıklaması, onun kemankeş olması ile verilebilir. Topkapı Sarayı Harem de yer alan I. Ahmed Kitaplığı (1608) kare planlı kubbeli bir odadır, duvarlar ve kubbeye geçişte pandantifler çini ile kaplanmıştır. Çiniler XVI. yüzyıl çinilerinin kalitesindedir. III. Mehmed Türbesi’nde (1609), pencere aralarında düz çiniler ve bunları çevreleyen bordürler yer alır. Celi sülüs bir ayet kuşağı, yapıyı dolanır. Bu yazı kuşağının hattatı, yazının sonunda dilimli bir madalyon içinde “Ketebehu el-fakir Mehmed 1016” ile adını vermiş ve eserinin yılını belirtmiştir. Aynı sanatçı Ayasofya Camii’nin mihrap bölümünde yer alan yazıyı da yazmış ve adını vermiştir.[20]
XVII. yüzyıl çinilerinde görülen önemli bir özellik de süslemelerde beliren ölçek değişikliğidir. İri ölçekli süslemeler, XVI. yüzyıldan kesinlikle ayrılan bir yapıdadırlar. Bu özelliği en iyi şekilde yansıtan ve ayrıca çinideki ilk bozulmaların görüldüğü yapı Destari Mustafa Paşa Türbesi’dir (1613). Yapıda pencere araları çini süslüdür. Renklerde yer yer akmaların görüldüğü bu yapıda çini ayet kuşağının yer almaması bu türbeyi XVI. ve XVII. yüzyıl türbelerinden ayırır.
XVII. yüzyıl çinilerinin mimari ile birlikte tasarlandığını söylemek zordur, ancak bulundukları yere göre çiniler yapılmıştır. Bunu dönemin yapılarında izlemek mümkündür. Sultan Ahmed Camii’de (1617) İznik ve Kütahya çinilerinin birarada kullanılmıştır. Çiniler mihrap duvarında alt pencere üstleri ile orta pencere aralarını ve duvara yaslanmış ayakların üstünü kaplar. Alt katta yapıyı üç yönden çevreleyen mahfilin altında pencere üstlerinde çini bir kuşak vardır. Yapıda en önemli çiniler, üst mahfilde yer alır. Üç yönde mekanı çevreleyen üst mahfili duvarları ve ayakları duvara yaslayan dayanakları çini kaplıdır. Kuzeyde girişin üzerinde yer alan mahfil, bir çıkma ile ana mekana doğru yönelmiş ve burada yapının en kaliteli çinileri yer alır. Duvarı süsleyen iki sıralı panolarda XVI. yüzyılın hatayi ve naturalist üslubu geleneğinde güzel örnekler bulunur. Servilere dolanmış asma dalları, bahar ağaçları bu örnekler içinde yer alır. Yapıda XVI. yüzyıl çinileri de devşirme olarak kullanılmıştır. Sultan Ahmed Camii’nde dikkati çeken önemli bir özellik, bu kadar çok çininin içinde yazı süslemesinin yer almamasıdır. I. Ahmed Türbesi’nde (1619) giriş duvarı, pencere araları, pencere iç yüzeyleri de çini ile kaplanmıştır. Mekanı celi sülüs hatlı çini yazı kuşağı dolanır. Yazı kuşağının son dört ayeti bir kartuş içinde iki satır olarak verilmesi, Sultan Ahmed Camii’nde olduğu Türbede de mimari ile çini süslemenin birarada tasarlanmadığını açıkça gösterir.
XVII. yüzyılın ortalarına doğru Erken Dönem Osmanlı çini sanatında yaygın olarak kullanılan sıratına mavi beyaz renk kullanımı tekrar ortaya çıkmıştır. Bu tercih XVI. yüzyıla göre XVII. yüzyılda çok yoğun olarak çini kaplanan yapılarda, renk ahengi ile huzurlu bir ortam yaratmıştır. Topkapı Sarayı Revan Köşkü’nde (1635) yapının iç duvarları ve dışarıdan cepheleri alt pencerelerin üzerinden başlayarak çevreleyen çinilerle kaplıdır.
Topkapı Sarayı Bağdat Köşkü’nde (1639), cephelerde pencerelerin üzerinde, yapının için de ise pencere araları, eyvan kemerleri, raf ve dolap içleri ve pandantifler çini kaplıdır. Mekanda ocağın iki yanında ve pencere aralarında yer alan kuş ve kilin figürlerinin de bulunduğu panolar saz üslubundadır. Bu panolar Topkapı Sarayı Sünnet Odası (1640) cephesinde yer alan XVI. yüzyıl örneklerinin XVII. yüzyılda yapılmış başarılı birer kopyasıdır. Bağdat Köşkü’nde (1639) yer alan celi sülüs hatlı Ayetel Kürsi’yi, Tophaneli Enderuni Mahmud Çelebi’nin yazdığı bilinmektedir.[21] Üsküdar Çinili Cami (1640) XVII. yüzyılın İznik-Kütahya çinileri ile kaplanmıştır. Mekanı üç yönde pencerelerinin üzerinde celi sülüs bir yazı kuşağı dolanır. Duvarlar, pencere alınlıkları, mihrap, minber külahı ve dolap nişleri çini kaplıdır. Kadınlar mahfili ve dışta son cemaat yeri duvarı ve pencere alınlıkları da çini kaplıdır.
Yeni Cami’de (1663), mekanda iç duvarlar, ayaklar, üst mahfiller ve hünkar mahfili tamamen çini kaplıdır. Son cemaat yeri de çini süslemeleridir. Özellikle hünkar mahfilinde yer alan çiniler vazodan ve ayaklı kase içindeki vazodan çıkan bitkisel süslemeler döneminin güzel örnekleri arasındadır. Mahfil mihrapları da çini kaplamalıdır. Camiye bitişik Hünkar Kasrı gerek çinileri gerekse mimarisi ile günümüze ulaşan önemli bir yapıdır. Yapının giriş sofası ve odalarında XVII. yüzyılın en değerli çinileri yer alır. Ayrıca odalarda yer alan ocaklar da çinidir. Çini ocaklar özellikle XVII. yüzyılda ortaya çıkarak saray ve köşklerde yaygın olarak kullanılmışlardır. Cami ve Hünkar Kasrı duvarlarındaki çini yazılar, Teknecizade İbrahim Efendi tarafından yazılmıştır.[22]
Turhan Sultan Türbesi’nde (1684 yılı dolayları) giriş revakını mekanı çevreleyen çini yazı kuşağı ve çeşitli düzenlemelerle verilen çini panolar, yapıyı XVII. yüzyıl türbeleri içinde yoğun süslemesi ile ayırır. Çini süslemeler, Yeni Cami ve Hünkar Kasrı çinileri ile aynı özellikleri taşır.
XVII. yüzyılın ikinci yarısından sonra çinide kullanılan renklere bakıldığında sıraltına çok renkli süsleme yeniden ortaya çıkar. Bu örnekleri Topkapı Sarayı Haremi çinilerinde izlemek mümkündür. Bu çiniler mavi-beyazlarla birlikte kullanılmışlardır. Örneğin Valide Sultan Dairesi Giriş Sofası ve Odası’ndaki kaplan çizgisi-pars beneği (çintemani) süslemeli çinileri gibi. Bu grup çinilerde yeşil renk diğer renklere göre daha baskındır. Özellikle naturalist süslemeli çinilerde yeşil, doğadaki konumuna da uygundur. Ayrıca siyah renk de bu dönemde kullanılmış, servi süslemeli panolarda servilerin gövdeleri siyah olarak verilmiştir. Topkapı Sarayı Haremi, 1666 yangınından sonra, İznik ve Kütahya çinileri ile yapıları yeniden inşa edilmişcesine süslenmiştir. Bu çiniler, belirli olan tarihleri ile dönemin süsleme özelliklerini ve varolan çeşitliliği yansıtan birer belge değeri taşırlar. Şadırvanlı Sofa’da üst duvarlarda yer alan daire kuruluşlu panolarda “Lafzai Celâl” (Allahın adları) ve “Aşerei Mübeşşere”nin (Peygamberin cenneti müjdelediği sahabeler) adları yer alır. Şadırvanlı Sofa’nın kuzeyinde yer alan Kara Ağalar Mescidi’nin (1668 yılı dolayları) mihrabında Kabe, yan duvarlarda Hz. Muhammed’in mezarı betimlemeli ve Arafat dağı çinileri yer alır. Mihrapta yer alan Kabe panosunu yapan sanatçı “Teberdar-ı hassa Ali İskenderiye” imzası ve 1666 yılı ile varlığını ve eserinin yılını duyurmaktadır.[23] Aynı sanatçı Şehzadeler Mektebi sofası ve Valide Sultan İbadet Odası’nda yer alan Kabe betimlemeli çini panoları da yapmıştır. Valide Sultan Dairesi’nde, özellikle yatak odasında yer alan selsebilli bir havuzdan çıkan naturalist çiçekli süslemeli panolar mekanı adeta cennet bahçesine çevirmişlerdir. Veliaht Dairesi’nde de tekrarlanan bu çiçek süslemeleri içindeki ağlayan gelin adı ile tanınan çiçek XVII. yüzyıl da ortaya çıkan bir süsleme olarak doğadaki görünümüne uygun bir şekilde verilmiştir.[24] Valide Sultan Dairesi ibadet odasında yer alan Kabe ve Hz. Muhammed’in mezarı betimlemeli çini panolar dönemin en değerli çini süslemeleridir. Veliaht Dairesi’ndeki selsebilli havuzdan çıkan naturalist çiçek süslemeli panolarla birlikte, servili panolar başarılı örnekler olarak belirir. Çeşmeli Sofa ve Ocaklı Sofa’nın da duvarları XVII. yüzyılın değerli çinileri ile kaplıdır.
XVII. yüzyılın sanatçıları, yazı kuşakları, düzenlemeleri ve Kabe betimlemeli çinilerde yer alan adları ile, günümüze ulaşan, eserleri ile birlikte yaşayan sanatçılar olmuşlardır.
XVII. yüzyılda Avrupa’ya yapılan keramik ihracatı durmakla beraber, yoğun bir şekilde çini ihracatı yapıldığı bilinmektedir. Transilvanya’da Saropatlak Kalesi kazılarında, Kırmızı Kule olarak anılan yapıda bu çiniler kullanılmıştır, ancak bu çiniler bilinen XVII. yüzyıl çinilerinden farklıdır.[25] Moldovya’da Suceava Kalesi ve Iaşi Kalesi’nde az sayıda çini parçası bulunmuştur. Yunanistan’da Athos Manastırı’nda XVII. yüzyılın Osmanlı çinileri kullanılmıştır. Athos Manastırı’nda yer alan İznik çinileri, ayaklı bir kaseden çıkan naturalist çiçek süslemeli, süpürgelik çinileri olarak ifade edilen çinilerdir.[26]
Bu dönemde yapılan yazışmalar, Kırım Han Sarayı çinilerinin XVII. yüzyıl Osmanlı çinileri olduğunu açıklamaktadır.[27]
Bu dönemde ayrıca çini ihracatının yapıldığı bir yapı, Osmanlı Eyaleti olan Mısır’da Kahire Aksungur Camii (1652) olarak belirir. Memlük Emiri Emir Şemseddin Aksungur an-Naşiri tarafından (1346/47) inşa edilmiş olmakla birlikte, Osmanlı Dönemi’nde İbrahim Ağa tarafından 1652 yılında esaslı bir onarım geçirmiştir. Memluk döneminde zengin mermer kaplamalar ile süslü yapı yenilenirken çok sayıda çini kullanılmış ve bu çiniler İznik’e sipariş edilmiştir. Caminin mihrap duvarı ve mihrabın önünde yer alan dört ayağın girişe bakan yüzleri çini kaplıdır. Ayrıca güney girişinin yanında yer alan revak bölümü kapatılarak İbrahim Ağa’nın türbesi oluşturulmuş. Burada da bütün duvarlar çinilerle kaplanmıştır. Anadolu dışı bir örnek olan yapı, İstanbul’daki saltanat yapılarını aratmayacak bir özelliktedir.
Çini süslemenin kullanıldığı XVII. yüzyıl yapılarından bazıları günümüze ulaşmamıştır. İznik Eşrefzade Cami (1624) XX. yüzyılın başında yıkılmıştır. Edirne Sarayı Kum Kasrı (1667) XV. yüzyılda inşa edilmekle birlikte Sultan IV. Mehmed (1648-1687) tarafından yeniden inşa edilmişcesine tamir edilmiş ve Türk konut mimarisinin en güzel örneklerinden biri olmuştur. İçinin XVII. yüzyıl çinileri ile kaplı olduğu bu eser XIX. yüzyılın sonunda yanmıştır.[28] XVII. yüzyılın saray ve konut yapıları içinde en önemli örneklerden biri sayılan, Beşiktaş sahilindeki Çinili Köşk, 1680 yılında Beşiktaş Sarayı’na bağlı olarak inşa edilmiştir. Yapı, XIX. yüzyıl ortasında yıkılmıştır. Yapıyı betimleyen XVIII. yüzyıl gravürlerinde içinin ve dışının çini süslemeli olduğu görülmektedir. Yapının mavi-beyaz çinilerle süslü olduğu bilinmekte idi.[29]
XVII. yüzyılda açıklanan verilere dayanarak yoğun bir çini üretiminin olduğu görülmektedir. Bu çinilerin hepsinin İznik üretimi olmadığı açıktır. Sultan Ahmed Camii (1617) inşaatından sonra İznik çini atölyelerinin çoğu işsiz kalmıştır. Evliya Çelebi, I. Ahmed (1603-1617) Dönemi’nde üçyüzden fazla atölyeden bahsetmekle beraber 1648 yılında İznik’de sadece dokuz atölyenin açık bulunduğunu söylemektedir.[30] Dolayısıyla üretimde ve dışsatımda Kütahya’nın da devreye girdiği anlaşılmaktadır. Her iki merkezin üretimine benzemeyen çinilerin, İstanbul’da yapılmış olabileceği düşünülmektedir.
XVIII. yüzyılın başlarında, Osmanlı çiniciliği yok olmaya başlamıştır. İznik atölyeleri adeta durmaya yüz tutmuştur. Kütahya’da üretim devam etmektedir. Bu dönem Kütahya çinilerine bakıldığında özellikle Ermeni ustalar tarafından yapılan ve genelde Hıristiyanlıkla ilgili konuların yer aldığı çiniler görülür. Bu çiniler İstanbul, Anadolu ve Kudüs’teki kiliselerde bulunmaktadır.[31]
İstanbul’da erken dönemlerden beri üretim yapan çini atölyelerinin varlığı bilinmektedir. III. Ahmed (1703-1730), İstanbul’da kaybolan çini sanatını yeniden canlandırmak için Eğrikapı’da Tekfur Sarayı’nda atölyeler kurdurmuş, İznik’ten ustalar getirtmiştir. Bu üretim 20 yıl kadar sürmüştür. Daha sonra, Türk çini sanatının İstanbul kolu, tamamen kapanmıştır.
Tekfur Sarayı çinileri, İznik çinileri geleneğini devam ettirmekle beraber, eserler başarılı olamamıştır. Çinilerde zemin kirli beyazdır, soluk kırmızı, kobalt mavisi, firuze, sarı ve yeşil renkler görülür. Siyah konturlar çoğu kez birbirine karışmaktadır. Sır kalitesi iyi değildir, çatlaklar görülür. Süslemeler de, İznik ve Kütahya örneklerinden farklıdır. Kaplan postu-pars beneği (çintemani) süslemelerinde XVII. yüzyılın etkileri görülür. Bu dönemde, XVII. yüzyıl geleneğini sürdüren, Kabe betimlemeli panoların yapıldığı görülmektedir. Bu panolarda, üç boyutluluk ve belirli perspektif anlayışı vardır.[32]
Tekfur Sarayı çinilerinin kullanıldığı yapılar, İstanbul Hekimoğlu Ali Paşa Camii (1734), Üsküdar Kaptanpaşa Camii (1727), Üsküdar Yeni Valide Camii (1710), Eyüp Cezeri Kasım Paşa Camii (1725), III. Ahmed Çeşmesi’dir (1728). Bu çiniler, bazı yapılarda XVI. ve XVII. yüzyılların çinileri ile birarada kullanılmışlardır. İstanbul Eyüp Sultan Türbesi, Ayasofya Camii I. Mahmud Kütüphanesi’nde (1740) bu çiniler görülür.
XIX. yüzyılda ve XX. yüzyıl başında ise Kütahya’da üretim devam etmektedir. Özellikle I. Ulusal Mimarlık Dönemi (1908-1927) yapılarını süsleyen çinilerin büyük bir kısmı Kütahya’da, Çanakçı Emin olarak olarak tanınan Mehmed Emin Efendi tarafından yapılmıştır. Kendisi XVI.-XVII. yüzyıl eserlerini başarılı bir şekilde yeniden ortaya koymuştur. Mehmed Emin Efendi’nin yapmış olduğu İstanbul’daki çinili eserler: Büyükada (XX. yüzyıl başı), Bostancı (1913), Haydarpaşa (1915) vapur iskeleleri, Şehzade Abdülmecid Efendi Köşkü (1901), Sirkeci (1912) ve Karaköy (1915) hanları, Eyüp Sultan Reşad Türbesi (1918) olarak belirir. Sanatçı, Cumhuriyet öncesi Osmanlı Dönemi çini sanatının son temsilcilerinden biri olarak önemli bir yere sahiptir.[33] Kütahya Cumhuriyet Dönemi’nde çini merkezi olarak halen faaliyetlerini sürdürmekte, ayrıca Mehmed Emin Efendi ve döneminin çini ustalarının bir bölümünün ailelerine mensup kişiler de günümüzde geleneksel çini sanatımızı yaşatmaya çalışmaktadırlar.[34]
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 12 Sayfa: 366-374