Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Medya Hep Bir Ağızdan: Para, Para, Para…

0 12.684

Prof. Dr. Cihan DURA

Türkiye medyası üzerine kaleme aldığım bundan önceki bir yazıma şöyle başlamıştım: “Türkiye’de her şey üç günde unutulur” derler ki maalesef doğrudur, halkımızın çok az okuması da bu sorunumuza tuz biber eker. Cumhuriyetimizi kemirenler, Atatürk’ün bizi uyardığı “dahilî bedhahlar”, bu elverişli ortamda her türlü melanetlerini ortaya rahatlıkla saçıyor.”  Söz konusu yazımda onların melanetlerini “Türk düşmanlığı” başlığı altında ele almıştım. Bu yazımda ise “para” ya olan iflah olmaz düşkünlükleri açısından ele alıyorum. Kaynağım yine, namuslu ve yurtsever bazı yazarlarımızın makaleleridir. Bunlardan özetler yaptım, sınıflandırdım, kısa yorumlarımı ekledim.

“BİZ ENTELEKTÜEL FAHİŞELERİZ”

Amerika’nın Mc Charty faşizminin pençesinde olduğu yıllar… Herkes sebepsiz yere tutuklanabilmekte.

Adı: John Swinton, New York Times Yazı İşleri Müdürü, Yıl: 1953, Yer: New York Basın Kulübü. Arkadaşları ona gazeteciliğin kralı diyor. Bir gün Basın Kulübünde Özgür Basın için kadeh kaldırdıkları sırada aşağıdaki sözleri söyler.

“(…) Bağımsız basın diye bir şey yok artık. Bunu siz de biliyorsunuz, ben de biliyorum. Aranızda gönülden inandığı şeyleri yazmak cesaretini gösterecek bir tek kişi bile yok; eğer yazarsanız basılmayacağını önceden bilirsiniz.

Çalıştığım gazete inandığım şeyler yazmayayım diye her hafta para ödüyor bana. Size de aynı nedenden dolayı para ödüyorlar. İnandığını yazacak kadar aptallık ederse biriniz, sokakta başka bir iş ararken bulur kendini. Gazetenin bir sayısında inandıklarımı yazsam ben de kendimi kapının önünde bulurum.

Gazetecilerin bütün işi doğruyu yok etmek, açıkça çarpıtmak, yalan söylemek, olayları çarpıtmak, kara çalmak, para denen putun önünde diz çöküp tapınmak ve günlük ekmeği için ülkesini pazara çıkartmaktır. Bunu siz de biliyorsunuz, ben de biliyorum. Biz arkada saklanan zenginlerin buyruğundaki paralı askerleriz. Kuklayız hepimiz; onlar ipleri çeker, biz de oynarız. Bizim bütün yeteneklerimiz, bütün yaşamamız, becerilerimiz başkalarının malı. Biz entelektüel fahişeleriz! Böyle bir basının bağımsızlığı için kadeh kaldırmak da nereden çıktı? ”   Odatv.com, 6.5.2010 

PARAYI KİM VERİRSE

Tanınmış sosyologlarımızdan Niyazi Berkes’in (1908-1988) 1940’lar Türkiye’si hakkındaki anılarını okurken, B.B. adıyla karşılaştım. B.B. 1899 Şam doğumludur. Onbirinci dönem Muğla Milletvekili olarak TBMM’ye girdi. Demokrat Parti’nin kuruluşunda yer aldı. Bu partinin resmî yayın organı olan Zafer gazetesinin başyazarlığını yaptı. 1967’de öldü. B.B. günümüzde yazı ve konuşmalarında Atatürk’e saldırmayı huy edinmiş, akademik unvanlı, 2. cumhuriyetçi, adı sıkça duyulan bir şahsın babasıdır.

Sözü Berkes’e bırakıyorum:

Kadro topluluğunun trajik kurbanlarından biri, onların belki en sevimlisi olan B.B. olmuştur. En güzel yazı yazanı, en güzel konuşanı da… Onu, karşılaştığım her defasında, lâyık olduğu düzeyin altına düşmüş olarak gördüm. B.B.’yi ilk kez Basın Yayın Genel Müdürü Selim Sarper’in odasında görmüştüm. Yıllar önce ise, Kadro dergisindeki yazılarını okurdum. Tanıdığım yıl, Selim Sarper’in başkanlığındaki basın-yayın örgütünün “danışmanı” idi. Radyo konuşmaları yaptığı yıllar…

Polis Enstitüsü’nde basın dersi veren Sadri Ertem ölünce, onun yerine ben, “Basın ve Propaganda” adlı dersi vermeye memur edilmiştim. Ders yılı sona erince sınav jüri üyesi olarak B.B.’yi davet ettirmiştim. Sınav sırasında, onun en çok beğendiğim yanlarını daha çok yakından tanımış olduğuma seviniyordum. Sınavı bitmiş olan bir öğrencinin çıkışı ile bir başkasının gelmesi arasında görüşürken, ansızın söylediği bir söz beni yerimden zıplatmıştı. Şaka ediyor gibi bir hâli de yoktu. “Niyazi, bilir misin, ben fikir orospusuyum” dedi. Benim salaklaştığımı görünce devam etti: “Bir orospu kim para verirse onunla yatmaz mı? İşte ben de onlardan biriyim. Yalnız, parasını aldığımız işdedir aradaki fark.”

Donup kalmıştım. [Unutulan Yıllar, 2.B., İletişim, İst., 1997, ss. 86-88.]

(B.B., Amerika’nın gazeteci jargonuna hâkim görünüyor. Baksanıza, “fikir orospusu” diyor, yani entelektüel fahişe,intellectual whore”’un tam çevirisi…) 

*** 

MAHDUM ALTAN’IN GÖTÜRDÜĞÜ

Akşam yazarı Burhan Ayeri mahdum Altan’a dört soru yöneltmiş, biri şu: Cemaat ve Devlet televizyonlarından ne götürüyorsun?

Muhataptan çıt çıkmayınca, Yeniçağ yazarı Sabahattin Önkibar, bir yazısında bu sorunun yalnızca bir bölümüne, yani mahdumun devlet televizyonundan götürdüğüne açıklık getiriyor. Önkibar’ın kurum içinden aldığı bilgiye göre, Altan’a ayda 50 Bin TL ödeniyormuş. Bu yalnızca, Devlete ait TMSF’ye bağlı olan Cine-5’den yurttaşın vergisinden ödenen para! Böylece mahdum Altan, Fehmi Koru’nun maaş rekorunu kırmış bulunuyormuş.  Odatv.com, 17.2.2010

(Holding medyasınınköşe yazarlarını değerlendirmenin bir altın kuralı da şu güzel söz olmalı: Söylenene bakma, söyletene bak. Değerli okur, sakın unutma: Kim söyletiyor, kim yazdırıyor, ona bak.) 

FEHMİ’NİN MASALI

Genç Fehmi kolonya kokularıyla büyüdüğü İzmir’deki Bahri Baba Parkı’nda bir aşağı bir yukarı dolanıp dururken hayaller kurar, sürekli şöyle mırıldanırmış: “Zengin olacağım ben, ünlü olacağım, çok para kazanıp çok para saçacağım, ünlülerle dolaşacağım, yalıda oturacağım, lüks arabalara bineceğim.

Ve yıllar boyu, bu amacına ulaşmak için uygun zamanı beklemiş. Sonunda iktidar sırası kendisine gelince yüzü gülmüş, gayri keyfine diyecek yokmuş. Artık Papermoon’da “masası olan sanatçı” konumundaymış. O zamana kadar ancak camından bakabildiği restoranın, nihayet içine girebilmiş olmanın keyfini yaşıyormuş.

Çok geçmemiş, bakmış ki İstanbul eliti manzaralı mı manzaralı, koca koca evlerde oturuyor, hemen kendine eski bir ev bulmuş. Ne yapıp edip, Beykoz Belediye Başkanı’na övgü dolu satırlar yazınca, garibanın gecekondusu yalıya dönüşüvermiş. Durur mu, altına da en lüksünden bir BMW çekmiş. Bir yaz da “zenginlerin nasıl tatil yaptığını öğrenince, Göcek’te bir tekne bile kiralamış. Şu sıralarda gömlek cebine koca bir puro yerleştirmenin hazırlığı içindeymiş.

Pek de meraklıymış zenginlerin hayatına… Ve şöhrete…, çok seviyormuş televizyonlarda görünmeyi. “Beş TV kanalı, üç gazete” derken, ayda 100 bin TL’nin üzerinde gelire para demiyormuş artık. Sonunda, kendine “ünlülerden” bir çevre bile oluşturmuş.

Ah Fehmi ah…Paran olabilir. Yalıda da oturabilirsin. BMW’ye de binebilirsin, Papermoon’a rezervasyonsuz gittiğinde sana yer de açabilirler. Pahalı otellere davet edilirsin, kafaladığın THY yönetimi, seni oraya buraya bedavaya da uçurur. Senin, hepinizin istediği buysa neden dürüstçe söylemiyor da samimî Müslümanları kandırıyorsunuz? Yakışıyor mu size?

Neyse, eğlenmenize bakın. Zira bu son sene artık… Bir sene sonra hepiniz gideceksiniz. O yüzden ne yapın edin, bu bir seneyi iyi kullanın. Bol bol davet verin, bol bol televizyonlara çıkın, bol bol bedavaya gezdirsinler sizi. Hesabınızı, planınızı ona göre yapın. Bir bakmışsınız ki o nereden finanse edildiği bilinmeyen televizyon kanalları kapanmış, hepiniz açıkta kalmışsınız. Aman sakın gaza gelip, Hocaefendi’ye de sallamayın kapalı kapılar ardında. İleride yine sadece onun televizyon kanalları ayakta kalınca, belki yine bir tek onlara çıkabilirsiniz. Arayı bozmamanızda fayda var. Umarım, bugünlerde her yaptığınız kitabına uygundur da, bir sene sonra orada burada yaptıklarınızın hesabını vermek zorunda kalmazsınız. İyi eğlenceler, daha ne diyeyim.

[Oray Eğin, http://www.hakimiyetimilliye.org/index.php/turkiye-siyaset/1074782.html   (14.6.2010)] 

(Yaşar Nuri Öztürk “Dincilik” (Yeni Boyut, 2010) adlı kitabında, “dindar”ı ayırt ederek, “dinci”nin bazı temel niteliklerini şöyle sayar: Dini menfaat, koltuk, egemenlik aracı olarak kulanır. Dini imanı, menfaati ve hesabıdır. İyi ve güzel şeyi sadece kendisi için ister.)

MEHMET ALİ EFENDİ’NİN MÜTHİŞ SERÜVENİ

Mehmet Ali Efendi geçmişte TRT’de çalışır, orada program yapardı. Fakat bu sırada başka daha ne yapmış biliyor musunuz?  TRT’yi sürekli olarak sahte belgelerle, düzmece faturalarla dolandırıp yolunu bulmuş! Olaya TRT Teftiş Kurulu el koyuyor ve geniş kapsamlı bir araştırma yapılıyor. Müfettişler Avrupa’ya gidip Mehmet Ali’nin düzmece belgelerini orada da ortaya çıkarıyor. Hakkında kapsamlı raporlar düzenleniyor.

İşte size yaklaşık 200 sayfadan oluşan ve yaptığı sahteciliği kanıtlayan rapordan kısa bir alıntı:

‘‘Mehmet Ali Efendi’nin mevcut olmayan firmalar adına kendi el yazısıyla sahte faturalar ve belgeler düzenlediği, firmalarca düzenlenen faturaları tahrif ettiği (örneğin 100 dolarlık faturanın önüne 1 rakamı ekleyip TRT’den 1.100 dolar çekiyor) bedelini tahsil ettiği faturaların bir süre sonra ikinci nüshasını veya fotokopisini ibraz ederek, bir defa yapmış olduğu harcamayı Kurum’dan iki defa tahsil ettiği, Kurum’un ödediği faturaların ikinci nüshasını veya fotokopisini ibraz ederek bir kere de (TRT’den) kendisinin tahsil ettiği, ödenmesi mümkün olmayan harcama kalemlerine ait belgeleri program harcaması gibi göstermek amacıyla ibraz edip bedelini (bir kez daha) tahsil ettiği, kendisinin, eşinin ve çocuğunun özel harcamalarını da eşinin belgedeki adını silerek tahsil ettiği anlaşılmıştır.

Bu durum Brüksel ve Paris Ticaret Sicili Dairelerinin kayıtları, Brüksel Büyükelçiliğimizin resmi yazıları ve Polis Laboratuvarları ekspertiz raporlarıyla da kesin olarak tespit edilmiştir…”

Bu adamın TRT’den ‘‘sahtecilik” yöntemiyle tırtıkladığı paralar, Teftiş Kurulu raporuna göre şöyle: 2 milyon Belçika Frangı, 4 milyon 650 bin İtalyan Lireti, 104.100 Fransız Frangı, 34 600 ABD Doları, 28 400 İngiliz Sterlini, 35 360 Avusturya Şilini, 1 558 Alman Markı, 310 İsviçre Frangı.

Gördüğünüz gibi, uyanık Mehmet Ali hangi ülkeye gitse marifetini sergilemeyi başarmış, devletin ve milletin parasını cukkalamış.

Mehmet Ali Efendi hakkında kamu davası açılıyor, sahtecilik ve dolandırıcılık iddiasıyla yargılanıyor. Ankara 17. Asliye Ceza Mahkemesi’nin Esas 1994/1315 sayılı kararıyla 11 ay 20 gün hapis alıyor.

Her gün ekranlarda ahkâm kesen, gazetelerde köşe yazısı yazan bu Efendi’nin yüzü, acaba hiç kızarıyor mu?  

[Emin Çölaşan,http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=116532&yazarid= 5  (28.10.2010)]

(Gazete köşelerinde, ekranlarda dürüstlük taslar, ahlak satar, akıl verirler; ancak özel yaşamlarında ne marifetler çevirirler. Kısacası: Âleme verir talkını, kendi yutar salkımı.) 

HOCA NEDEN SINIFTA KALDI?

CNN gibi dünya markası olan bir kanalın yayın danışmanı… Aynı zamanda üniversitede ders veriyor, gençlere gazetecilik anlatıyor. Televizyonlara çıkıyor yeni medya, çağdaş gazetecilik gibi konularda ahkâm kesiyor, yayın ilkelerinden bahsediyor. En Batılı, en ilkeli, en BBC’ci, en iyi İngilizce bilen gazetecimiz o güya… Ama bu Batılı arkadaş hayatında ilk kez sahaya çıkıp, ilk kez bir görüşme yapmaya kalkınca nasıl koca bir balon olduğunu hepimize kanıtladı.

Önce ‘gizlice’ Fethullah Gülen’le görüştü. Sonra bu işin ‘gizli’ kalmayacağı anlaşılınca televizyona çıkıp görüşmeyi anlattı. Ama daha da önemlisi görüştüğü kişiden yani haber kaynağından hediye aldı. Evet, açık açık hediye aldı.

Yeri gelince mangalda kül bırakmaz, Amerikan, İngiliz medyasından bahseder. Ama belli ki bu ülkelerde gazetecileri nasıl bir katı kurallar zinciri arasında bu mesleği yapmak zorunda olduklarını, bu kurallardan birinin de haber kaynaklarından hediye kabul etmemek olduğunu bilmez. Ya da teoride bilir de pratikte uygulamaz. Şimdi merak ediyorum bakalım, artık hangi yüzle öğrencilerinin karşısına çıkacak ve onlara gazetecilik anlatmaya nasıl yüzü tutacak? Etikten, meslek ilkelerinden nasıl bahsedecek? Ders yılında konu geldiğinde ‘Gazeteci ve örtülü rüşvet’ başlığını nasıl işleyecek?

Olmadı Ferhat Hoca

Not: Pensilvanya’ya giden gazetecilere yönelik soruma da yanıt bekliyorum. Bu gezinin masrafları kimin tarafından karşılandı? Uçak biletini, New Jersey’deki motel parasını kim ödedi? Bu sorunun iki yanıtı var: ‘Cebimizden ödedik, kurumlarımız karşıladı’ demek ya da ‘Cemaat’in ‘hanut’ gezisiydi, her şey dahil bizi ağırladılar’ diye yanıt vermek. Sessiz kalmak, hangi yanıtı güçlendiriyor? [Oray Eğin, Akşam, 30.9.2010]

(Mehmet Ali Efendi ile aynı konumda… Bu kez şöyle diyeyim: Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol. Ancak Amerikan medyası konusunda, Eğin’in değerlendirmesi ile, yukarda John Swinton’ın aynı konudaki değerlendirmesini bir arada düşününce kafam karışıyor ve soruyorum: Hangisi doğru?

*** 

HALKIN PARASI TRT’DEN LİBERAL CEPLERE

Onlar sözde liberal… Konu ekonomi olunca hemen lafı yetiştiriyorlar: “devlet ekonomiye karışmaz”. Eğitimden bahsediyorsunuz, hemen lafı yapıştırıyorlar: “devlet eğitim vermemeli”. Kamu işçileri grev mi yapıyor, ilk sözleri şu: ”devlet istihdam yaratmaz”. Devlet sosyal bir proje mi geliştirdi? Hemen yorumları hazır: “halkın parası çarçur ediliyor.”

İyi de, yaman da bir çelişkileri var: Devletin kanalında program mı yapılacak? Onlar yapıyor.

Halkın parasıyla yayın yapan TRT’de, TMSF’nin el koyduğu CINE 5 gibi kanalları ne zaman açsanız onlar konuşuyor. “Devlet kamu çalışanlarına yüksek ücret ödüyor” diye eleştirirken, 30 000 ile 50 000 TL arasında değiştiği söylenen aylık maaşları ceplere indiriyorlar. Kendileri de yetmiyor oğulları da program yapıyor. Kısacası devlet onları ailece ihya ediyor.

Kimler mi bunlar: Fehmiler, Deryalar, Fuatlar, Altanlar, Tahalar, Ergunlar, Ekremler, Çalışlarlar, Emreler, Kekeçler, daha kimler kimler….

[http://www.odatv.com/n.php?n=bunlarin-parasini-biz-veriyoruz–2603101200  (26.3.2010)]

(Adamlar uyanık: “Halkın parası çarçur ediliyor” deseler de kazanıyorlar, halkın parasını çarçur edince de kazanıyorlar.) 

KUL HAKKI YİYENLER, ALLAH’DAN KORKMAYANLAR

AKP döneminde TRT’ye büyük miktarlarda para akıtılmıştır. Halkın vergileriyle beslenen TRT tüm halkın kanalı olması gerekirken ( AKP döneminde yandaşlaştırma politikası gereği)  bugün sadece İslamcıların, cemaatçilerin, liberallerin ve tatlısu solcularının kanalı durumuna getirilmiştir.

TRT’nin tamamı bugün AKP isteği doğrultusunda STV, Zaman, TGRT, Yeni Şafak, Vakit, Taraf gibi cemaatçi veya liberal gazete ve televizyonlarda çalışanlarca adeta istila edilmiştir. Bu AKP yalakası istilacılar -üstelik de dindar görünerek-  TRT’den astronomik rakamlar kazanmaktadırlar: Örneğin, Zaman yazarı Fehmi Koru, TRT’den aylık 100.000 TL civarında maaş almaktadır… Diğer yandaş kalemlerin ve ağızların ne kadar aldıklarını da siz düşünün!

Bu  TRT, AKP muhalifi; Atatürkçü, Kemalist, gerçek solcu, alevi, gerçek dindar ve ulusalcı kesimlere hitap etmemektedir. Ama hâlâ bu kesimlerin elektrik faturasından kesilen paralar, TRT’de yuvalanan AKP yalakası yandaş gazeteci, yazar, çizer, sunucu, yapımcı takımınının cebine gitmektedir.

Bu durumdaki TRT için yapılacak en güzel tanımlama: “Kul hakkını yiyen Allah’tan korkmayanların kanalı ” olmalıdır sanırım! Sinan MEYDAN, güncel Meydan, 16.10.2010

(Yaşar Nuri Öztürk “Dincilik” adlı kitabında halkın ve kamunun malını talan etmeyi, dincilerin başlıca işleri arasında sayıyor.) 

TRT’DEN CUKKALAYANLARA DEVAM

CHP’li Kemal Anadol’un, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesine cevap TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’den geldi. Şahin, bazı gazetecilere TRT’deki program başına verilen paraları açıkladı.

TRT, AKP’nin sözünün üstüne söz söyleyemeyen ne kadar yazar, çizer, kendi çalar kendi söyler varsa hepsini servet sahibi yapmış. Hem de benim alnımın teriyle, senin çocuğunun rızkıyla!

Böylece cebimizden hangi yandaş gazetecinin cebine, ne ebatta “hortum” bağlandığını öğrenmiş olduk. Hoş adları zaten belliydi de… Şahin şöyle ilan etti yanında çalıştırdığı elemanların fiyatlarını: Ergun Babahan (3200 TL), Taha Akyol (3000 TL), Fehmi Koru, Derya Sazak, Fuat Keyman, Mustafa Erdoğan (2500 TL), Taha Özhan (2000 TL), Oral Çalışlar, Reşat Çalışlar (1850 TL), Bahar Feyzan (1850 TL), Önder Aytaç (1500 TL), Ekrem Dumanlı (1475 TL), İbrahim Kalın (1250 TL), Mete Çubukçu (1250 TL), Emre Aköz, Mümtaz’er Türköne (1250 TL), Mustafa Akyol, Ümit Zileli, Beril Dedeoğlu, Deniz Ülke Arıboğan, Ferhat Kentel (1000 TL)

Aylık 500 TL uğruna yerin metrelerce altında can siperane çalışan insanların ülkesinde, köşe başlarını 1 TL’ye cinayet işleyen çocuklar tutmuşken, bir saat kafamızı ütüleyeceksiniz diye binlerce TL’ye boğulmanız mı “konuşmaya değmez”?

Ummadık“tek taş” baş yarıyor valla; der misiniz ki bizim “burun karıştıran Ergun” gün gelecek sollayacak yandaş gazetelerin “şah”larını… Hey gidi Müztaz’er, hey gidi Fehmi, vurun şimdi başınızı duvarlara. Haftada 3 bin 200, ayda 12 bin 800 TL’yi cukkalamak uğruna Ergun’un yapıp da sizin yapamadığınız ne var Allah aşkına! Bu arada “babalar ve oğullar” arasına fitne sokmak gibi olmasın ama, “baba-oğul Çalışlarlar”a “eşit pay” düşerken ulufeden, “baba-oğul Akyollar” da aslan payını neden Taha Bey kapıyor?

Programlarda yer verilen gazetecilerin seçiminde, programın niteliği ve sunucunun tanınır olmasının programa katkısı gibi hususlar göz önünde bulundurulmaktadır”  iddiasını bu vesileyle bir kere daha tekrarlamış Şahin…

Hoş onunki de neredeyse “karın tokluğuna” çalışmak ama rica etsem program başına 1250 TL ödenen E.A.nın, bir şişe viskiyi devirdikten sonra Başbakan’ın burnuna parmak sallamak dışındaki “niteliği” konusunda bizleri bilgilendirebilir mi mesela? Yeniçağ, 12.11.2010

(Talancılar yalnız dinci mi, liberalleri de var bunların.) 

*** 

BİATÇILAR NASIL ÖDÜLLENDİRİLİYOR?

Bir süre önce Today’s Zaman gazetesini temsilen bir ekip Amerikan başkentine gitmiş. Pentagon, Dışişleri Bakanlığı, Brookings Institute gibi kurumları ziyaret eden Today’s Zaman ekibi, Amerikan yönetimine Obama yönetiminin Ergenekon davasına karşı sessizliğinden duydukları rahatsızlığı iletmişler. Aynı zamanda Türk Ordusu’ndan da şikâyetçi olmuşlar

Today’s Zaman’ı temsil eden ekipte başka gazetelerde çalışmalarına rağmen bu gazeteye yazı yazan isimler de var: Etyen Mahçupyan, Emrullah Uslu, Lale Sarıibrahimoğlu, Fehmi Koru.

Ayrı kurumlar, ayrı patronajlar ama buralarda çalışanlar ayrıca tek bir gazeteye de ek iş yapıyor! Cemaat çatısı altında birleşiyorlar. Bu, cemaatin kendisine maaşla bağladığı isimlerin gazete ayağı. O kadar çok televizyon kanalı, o kadar çok televizyon türedi ki… Cemaat kendisine yakın bulduğunu, biat edeni hemen buralardan bir yere yerleştirerek ödüllendiriyor. Karşılığında da demek ki belli hizmetler alıyor… Baksanıza, lobi faaliyetlerinde gönüllü olarak katılıp Türkiye’yi Amerikan yönetimine bile şikâyet ediyorlarmış.

[Oray Engin, http://www.gazeteoku.org/ulusal-gazeteler/Aksam-Gazetesi.php   (2.7.2010)]

(M. K. Atatürk: Onlar ki “biz büyük bir devletin yardımı olmaksızın varlığımızı koruyamayız” der, dış bedhahlara yanaşır, onlara hizmet ederler.  Ulusal bağımsızlığımızın en büyük düşmanı, onlardır.) 

***

MAŞALAR

Referandum öncesi ülkemize sıcak para akışının artışı, referandum sonucunun Batı sermayesince önceden bilindiğini gösteriyordu bize. “Yetmez ama Evet” hareketine baktığımız zaman hareketin arkasında Soros’un kurduğu Açık Toplum Enstitüsü’nden ve AB fonlarından beslenen aydınları görüyoruz.

Özellikle Bilgi, Sabancı ve Boğaziçi Üniversitelerinde yuvalanmış olan Açık Toplum Enstitüsü’nde görev yapmış isimlere baktığımızda aralarında AKP’ye destek vermeyen, cemaate sıcak bakmayan tek bir isim bile görmek mümkün değil. Kimler bunlar? Pakerler, Karakaşlar, Alpaylar, Belgeler, Oranlar, Berktaylar, Düzeller, Ergüderler, İnseller, Alatonlar elbette!…

Açık Toplum Enstitü’süne hizmet eden TC vatandaşları arasında CHP’ye, ya da MHP’ye yakın tek bir isim yoktur, olması da beklenmez zaten. AB ve Soros fonları AKP’yi destekleyen işte bu dinci ve liberal zevata, ya da yakınlarına gidiyor.

Bu zevat ABD ve AB çıkarları doğrultusunda AKP’yi destekliyor, diğer bir ifadeyle, AB ve ABD’nin maşası olarak görev yapıyorlar.

Referandum’un hemen ertesinde Nobel Barış Ödülü sahibi Finlandiya eski cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari Açık Toplum Enstitüsü’nün organizasyonuyla Türkiye’ye geldi. Bu âkıl adamın bilinen en büyük başarısı(!) ara buluculuk üstlendiği tüm ülkelerin bölünmüş olması. Ahtisaari’nin tek bir reçetesi var: Bölmek.

Her şey açık seçik ortada, Batı açıkça, “biz sizi bölmek istiyoruz” diyor, bölmek için de dincileri ve liberalleri kullanıyor. Kimsenin kimseyi yanlış bilgilendirdiği, kimsenin kimseyi kandırdığı yok. Oyun son derece açık ve dürüstçe oynanıyor.Sadece biz Türkler kafamızı kuma sokmuşuz o kadar.  

[A. Metin Akpınar, http://www.odatv.com/n.php?n=kim-bu-akil-adamlar-1709101200   (18.9.2010)]

(M. K. Atatürk: Bizim için dış düşmanlardan daha zararlı, daha öldürücü birileri daha vardır ki onlar da iç bedhahlardır. Bunlar “biz büyük bir devletin yardımı olmaksızın varlığımızı koruyamayız” der, dış düşmanlara yanaşır, onlara hizmet ederler.  Ulusal bağımsızlığımızın en büyük düşmanı, asıl bunlardır.) 

TÜRK GAZETECİLERE ÖZEL FON

Amerikan Savunma Bakanlığı Pentagon, her yıl “kamuoyu” oluşturmak istediği bölgelerin medyasına özel bir fondan para aktarmaktadır. Pentagon’un, Irak işgalinin başladığı 2003 yılı için bu özel fondan Ortadoğu’ya 600 milyon dolar ayırdığı iddia edilmişti. Fonun üçte biri yani 200 milyon dolarının da Türkiye’ye aktarıldığı söylentileri ayyuka çıkmıştı. O dönemde yayınlanan gazetelere, yapılan televizyon programlarına baktığımızda, gazeteci kimlikli birçok ismin hemen her gün yazdıkları köşelerden, çıktıkları ekranlardan Irak’ın işgal edilmesi yönünde propaganda yaptıklarını, kamuoyunu, Amerikan askerlerinin topraklarımızdan geçmelerine izin verilmesine, Irak’a Türk askeri gönderilmesine ikna etmeye çalıştıklarını görürüz.

2003 yılında Amerikan yönetiminin imaj sorumlusu olarak görevlendirilen Karen Hughes’un hazırladığı “Murrow Journalism Programı” adlı projeden de kısaca bahsedelim. Söz konusu proje uyarınca Türkiye dâhil Ortadoğu bölgesinden titizlikle seçilen 100 gazeteci Washington’a davet edildi. Bu gazetecilere verilen görev, ülkelerine döndüklerinde “demokrasinin gelişmesi, özgürlükler, ılımlılık, dünya barışı” gibi konularda yazılar yazmaktı. Bu gazeteciler bugün, Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkılıp yerine tüm kurumlarıyla yeni bir devlet kurulmasını isteyen yazılara ve programlara imza atıyorlar.

[Gürbüz Evren, http://www.odatv.com/n.php?n=kuzenim-nihat-genci-bir-de-benden-dinleyin-2109101200  (26.9.2010)]

(Voltaire: Para söz konusu olunca, herkes aynı millettendir.) 

BASTIR DOLARI, YAZDIR YAZIYI

Dönemİn Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, 8 Ocak 2003’te Yeniçağ yazarı Arslan Bulut’a, “ABD olaya 2-3 yıl önceden başlıyor; belli yazarları maaşa bağlıyor, yazılar yazdırıyor, psikolojik harekât yapıyor” demişti. İkili arasında geçen, konuyla ilgili konuşma şöyle:

Arslan Bulut – İçimizde, ABD’nin Irak harekât planlarına Türkiye üzerinden ama Türkiye’nin çıkarları adına değil, Amerikan çıkarları adına yaklaşanlar var. Bir psikolojik harekât uygulanıyor. Yalan haberler üretiliyor. Sadece bu konuda değil, bütün milli meselelerde, Türkiye’nin direncini kırmaya çalışanlar var. İki televizyon kanalı sabahtan akşama kadar bu yönde yayın yapıyor. Bu, Türkiye’ye yönelik bir psikolojik harekâtsa, bununla nasıl mücadele edeceksiniz?

Hilmi Özkök – Amerika böyle bir olaya başladığında, iki üç yıl önceden başlıyor. Belli yazarları maaşa bağlıyor, belli yazarlara yazılar yazdırıyor, kitaplar yazdırıyor, medya kuruluşları vasıtasıyla psikolojik harekâtlar yapıyor. Ancak psikolojik harekât, her zaman topyekûn bir faaliyet olarak karşımıza çıkmaz, belli hedefe ulaşmak için de bu tür harekâtlar yapılır.

Yeniçağ gazetesi, Türkiye’de dönemin ABD elçisi Wilson kanalıyla yürütülen ‘bastır doları, yazdır haberi’ operasyonunu 6 Ocak 2006 tarihinde manşetten vermişti. Yeniçağ, 26 Ocak 2006’da “400 milyon dolar nasıl paylaşıldı” manşetiyle yayımladığı haberinde de, ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon), psikolojik savaş için ayırdığı parayla başta Türkiye olmak üzere çeşitli ülkelerde basın-yayın organlarında Amerikan yanlısı haberler yayınlatma projesini duyurmuştu. Projenin Türkiye sorumlusunun, (o dönemin) ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson” olduğu ifade ediliyordu.

Gerçekten o yıllarda, Amerikan yönetimi lehine yazılar sürekli olarak bazı basın yayın organlarında geniş yer tuttu. Yeniçağ, ABD’yi destekleyen gazetecilerin köşelerinde yazdığı yazılardan örnekler vererek, dünyaya zulüm etmesine rağmen ABD’yi nasıl iyi göstermeye çalıştıklarını ortaya koydu. Bilindiği gibi eski ABD Başkanı Eric Edelman, 2003’te Türkiye’ye gelir gelmez Türk gazetecilere ‘Yeni Osmanlıcılık’ brifingi vermişti.

http://www.bhaber.net/haber/11285-abd-yazar-satn-alyor.html   (2.12.2010)

(Düşmandan para alan, düşmanın kılıcını sallar.)   

ABD’DEN YÜKLÜ MİKTARDA DOLARLAR

Fehmi Koru, kendisinin de altını çizdiği gibi, ABD’nin çeşitli politikalarına ve eski Ankara Büyükelçisi Eric Edelman gibi adamlarına karşı birçok yazı yazdı. Bir taraftan ABD karşıtı yazarken, diğer taraftan ABD talepleriyle iş yapmak mümkün mü acep? Akıl sır erer mi bu işlere? Bu arada ABD’nin “rahatsız olduğu” gazetecileri işten attırmak amacıyla girişimlerde bulunması mümkün mü? Anlaşılan, pekâlâ mümkün… Bakın Yeni Şafak’ı Yeni Şafak yapan eski Genel Yayın Yönetmeni Selahattin Sadıkoğlu ne diyor:

– Edelman Yeni Şafak’a geldi. O dönemde Amerikalılar sık sık büroma geldiler. Dolaylı yollardan haberler yolladılar. Herkes bir kelle meselesini konuşuyor, asıl benim kellem gitti. Nedenini çok iyi biliyorum, ama ben hiç konuşmuyorum.

Bu da ilginç değil mi? Tıpkı Koru’nun yazdığı şu satırlar gibi:

– O dönem bir avuç gazeteciydik Amerikan ve savaş yanlısı dev medya içerisinde…

Ya da Yeni Şafak’ta yazan İbrahim Karagül’ün üç hafta kadar önce yazdığı gibi:

– Gerçekten de, o günlerde ABD’nin yüklü miktarda para dağıttığı tartışılıyordu. Medya, adeta ABD Büyükelçiliği’nden yönetiliyordu.

Wikileaks tartışmalarının ilk günlerinde yazdığım bir şeyi tekrarlamak istiyorum: Ya açıklanacak belgelerde bazı ABD yandaşı gazetecilerimizin adı, pek de saygın olmayan tarzda su yüzüne çıkıverirse? O zaman da onlar, vakur ve olgun havalarda yorum yapmaya, “Wikileaks’in tükürdüğüne yağmur demeye” mi başlarlar? [Hakan Aksay, Birgün, 30.12.2010]

(M. K. Atatürk: Bizim için dış düşmanlardan daha zararlı, daha öldürücü birileri daha vardır ki onlar da iç bedhahlardır, aramızdaki hainlerdir. Bunlar “biz büyük bir devletin yardımı olmaksızın varlığımızı koruyamayız” der, dış düşmanlara yanaşır, onlara hizmet ederler.  Ulusal bağımsızlığımızın en büyük düşmanı, asıl bunlardır.

M. K. Atatürk: Aşağılık insanların para ile yaptırdıkları basın mücadeleleri vardır. En âdi yalanları yaymada basının kullanıldığı olmuştur. Basının, siyasî ya da ekonomik, gizli amaçlara âlet olmasından korkulur.     

(Attila İlhan: Türkiye’de basın Türk değildir.)

Kaynak: http://www.cihandura.com

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.