Atatürkçü Öğretiye Göre Düşünmek Ve Sonuç Çıkarmak Üzerine Bir Uygulama – 2
Bu yazımda, Atatürkçü düşünme yöntemine ikinci bir örnek vermek istiyorum[i]. Başka bir deyişle, bir olay hakkındaki yorum ve değerlendirmelerimi, sadece Atatürkçü öğretinin doğrularını, kavram ve görüşlerini kullanarak yapmaya çalışacağım.
Üzerinde uygulama yapacağım olay şudur: Tarih 4 Nisan 2016… Başkanlık sisteminin savunulduğu bir TV programında, AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu “Aslında şimdiki sistem bizim daha çok işimize yarar. Yasama bizde, yürütme bizde, yargı bizde, her şey bizde” diyor. Yanında oturan Anayasa profesörü Burhan Kuzu ise gülümseyerek dinliyor, hiçbir itirazda bulunmuyor.
Yanıt arayacağım soru şudur: Bir milletvekilinin “Yasama bizde, yürütme bizde, yargı bizde, her şey bizde” demesi, Atatürkçülüğün 10 ilkesi açısından ne anlama gelmektedir ve nasıl yorumlanabilir? Bununla beraber, böyle bir girişim çok geniş ve hacimli bir çalışma gerektirdiği için incelememi en temel ilkelerden biri olan “Millî Egemenlik ilkesi” ile sınırlandırıyorum.
Yorumuma geçiyorum.
-“Üç erk de bizdedir” diyen bir milletvekili, ne yazık ki, Millî İrade’nin ne olduğunu bilmiyordur, onun ne olduğunu hiç anlamamıştır. Bu söz; hükümetinin, Millî İrade yerine kendi iradesini koymuş olduğunu da düşündürür. Millî İrade yerine başka bir irade geçmiş, Millî İrade felç olmuştur. Diğer yandan, halkın da kendi egemenliğine tam sahip olmadığı anlamına gelir. Böyle bir tutum, bir felakettir ve yaygınlığı ölçüsünde millete mahvoluşu, yok oluşu getirir.
-“Üç erk de bizdedir” demek, aynı zamanda Millî Egemenlik hakkındaki cehaletin ve bu kutsal gücü tanımazlığın bir ifadesidir. Çünkü Millî Egemenlik bölünemez, katılım kabul etmez. Sözün sahibi, Millî Egemenliğin bu niteliklerinden habersizdir. Haberdar olsa bile, o takdirde ihlal etmiştir. Kendisinin veya üyesi bulunduğu partinin, Millî Egemenliğe ortak olduğunu itiraf etmiştir. Oysa Millî Egemenlik ortak kabul etmez. Böyle bir uygulama devletimize de büyük zarar verir. Çünkü Millî Egemenlik –Tam Bağımsızlıkla birlikte- Türkiye Cumhuriyeti’nin iki taşıyıcı sütunundan biridir.
-Milletimiz, egemenliğini Türkiye Cumhuriyeti Devleti eliyle kullanır. Devlet teşkilatının üç temel organı Millet Meclisi, Hükümet ve Yargı’dır. Bu üç kuvvet yalnızca millet içindir ve yalnız millete aittir. Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin oyları ile oluşur. Millet, Meclis’e egemenliğini değil, sadece onu kullanma yetkisini’ni devretmiştir. Bu durumda Meclis, milletin sadece temsilcisidir, emanetçisidir. “Üç erk bizde” demek, bu yapıya, demokrasi prensibine karşı durmaktan başka bir şey değildir.
Öte yandan, seçilmiş bir meclisin bile sakıncası vardır: Meclis, emanet aldığı egemenliği millet iradesine aykırı şekilde kullanabilir. Atatürk bu tehlikeyi şöyle haber vermiştir: Ey Milletim, egemenliğini geçici de olsa tevdi edeceğin meclislere bile gereğinden fazla güvenme. Çünkü meclisler de doğru yoldan sapabilir, despotluk yapabilir. Üstelik bu, kişisel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Vekiller ve temsil edilenler arasında temel sorunlar üzerinde anlaşmazlık çıkabilir. Öyle kararları olabilir ki meclislerin, milletin hayatına giderilmesi imkânsız zararlar verebilir. Ensari Bey sarf etmiş olduğu talihsiz sözlerle, bu sakıncanın gerçekliğinin bir kanıtını vermiş oluyor.
-Sonra, nasıl yasama hakkı milletimize aitse, yönetim hakkı da millete aittir. Bu erk de belirli bir süre için meşru hükümete emanet edilmiştir. Dolayısıyla, sadece bir emanetçi olan Ensari Bey “hükümet bizdedir” diyemez.
-Yargı yetkisi ise millet adına, usuller ve yasalar çerçevesinde bağımsız mahkemeler tarafından kullanılır. Eğer “Mahkemeler bağımsız” ise, o zaman Yargı erki nasıl oluyor da bir partinin elinde olabiliyor?
-Birey olarak milletvekiline gelince, Seçilmiş olsa bile, bir milletvekili istediği her şeyi yapmakta serbest değildir. Görevini yaparken, vekilin kendi iradesi silinir, yerini Millet İradesi alır. Yalnızca bunun gereklerini yapar. Çünkü ancak bu koşulla seçilmiştir.
Bir milletvekili ancak milletin verdiği yetki ve görevler çerçevesinde çalışır. Seçilmiş olmakla egemenlik onun eline geçmiş değildir, sadece görevlendirilmiştir; bütün yapacağı, egemenliği Millî İrade sınırları içinde kullanmaktan ibarettir.
Milletvekili ülkenin yüksek çıkarlarını her türlü düşüncenin, kişisel çıkarlarının da üstünde tutmalıdır. Yüksek karakterli olmalıdır; bilgili, dürüst, güvenilir, yurtsever olmalıdır. Adı geçen milletvekili ise, bu ölçütler açısından, hiç de ümit verici bir görümüm arz etmiyor. Eğer bu nitelikte milletvekillerinin sayısı fazla ise, bu son derecede üzücüdür. Öte yandan seçmen de kusurlu hareket etmiştir. Çünkü Meclis’e vekil olarak liyakatli, kendisine sadık kimseleri gönderememiştir.
Peki, ne yapmalıdır? Adı geçen milletvekilinin tutum ve anlayışı yeni değildir, geçmişte de görülmüş, büyük ıstıraplara ve çöküşlere sebep olmuştur. Atatürk’ün ifadesiyle: “Tarihimiz boyunca kaçırılan fırsatların ve ülkenin maruz kaldığı acı sonuçların biricik sebebi; ülke ve millet işlerinin daima sınırlı sayıda bazı şahısların elinde oyuncak olması, millî egemenliğin daima ihmal edilmiş ve atıl bırakılmış olmasıdır. Millî egemenliğe karşı yapılacak en küçük bir saldırı büyük bir dirençle karşılanmalıdır. Halk millî egemenliği kuvvetle benimsemeli ve ülkede biricik egemen ve etkenin, yalnız kendisi olduğunu bilmeli ve ona göre hareket etmelidir.”
[i] İlk örnek için şu yazıma bakınız: “Atatürkçü Öğretiye Göre Düşünmek Ve Sonuç Çıkarmak Üzerine Bir Uygulama”.