Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Zitvatoruk (1606) Ve Vasvar (1664) Anlaşmaları Arasında Orta Avrupa’da Osmanlı Siyaseti

0 14.599

Doç. Dr. Petr ƑT©PÁNEK

Osmanlı İmparatorluğu tarihi, en azından 1960’lara kadar, daha çok siyasal alandaki olayların anlatıldığı bir tarih idi. Bu, imparatorluğun Avrupa ülkeleri ile ilişkileri için çok daha belirgindir. OsmanlI’nın 16. ve 17. yüzyıllarda Avrupa’ya doğru genişlemesi bu doğrultudaki araştırmalar için çok sayıda malzeme sunmaktadır. Her ulusal historiyografi kendi özgünlüğü içerisinde metodolojinin izin verdiği ölçüde kendi jeopolitik yaklaşımını izlemiştir.

Tabii ki burada Mars ve Clio’nun çalışmalarının da en önde gelen konulardan birisi, Habsburg ve Osmanlı imparatorlukları arasındaki ilişkilerdi. Onların çalışmaları yalnızca Osmanlı çalışmalarının en büyük başarılarından birisini doğurmakla kalmadı,[1] onlar aynı zamanda o zamanki Avrupa kamuoyunun önemli bir bölümü tarafından da önde gelen, hatta can alıcı kişiler olarak anlaşıldılar. Bu kültür ve barbarlık arasındaki çok önemli çatışma, hümanist ve barok Avrupa için bin yıl önce Roma İmparatorluğu’nun yıkılması ile paralellik arzeden bir medeniyetler çatışmasını ortaya koydu. Bu durum bizi doğal olarak savaş zamanlarındaki olayların barış dönemlerinden daha çok ilgi çektiği sonucuna götürür. Barış zamanları genellikle Osmanlı tarafından savaş hazırlıklarının yapıldığı dönem ya da savaşlar arasındaki fasıla, Hıristiyanlar tarafından da daha çok korku dönemi olarak kabul edilmiştir. Tartışmasız, karşılıklı ilişkilerdeki böyle bir anlayışın yansımaları farklı amaçlar için bile olsa savaşın tek devamlılık unsuru olduğu 19. yüzyıl tarih anlatımında rahatlıkla görülebilir. Ne var ki bu bakış açısı gerçeğin çok kolay bir şekilde yoğun ilgi ve ilgisizlik arasında kutuplaşmasını da beraberinde getirir; bu durum da, bizi, günümüzdeki yayıncıların çalışmalarını açık çatışma zamanları ve önemli olaylarla ilgili olarak yoğunlaştırmaları sonucuna götürür.[2]

Başlıktan da anlaşılabileceği gibi, bu makalenin odaklandığı temel nokta yalnızca alışılmışın dışında (istatistiki bir bakış açısından) uzun süren bir barış dönemidir. Yine de bu dönem boyunca iki taraf arasında büyük çatışmaların yolunu açabilecek bir çok antlaşmazlık meydana gelmiştir. Bu yüzden, Osmanlı İmparatorluğu gerçeğinin, Habsburgların ve Avrupa’daki diğer rakiplerinin siyasi hesaplarında tamamen yok sayıldığını düşünmek hata olacaktır. Kısacası, ne Viyanalı politikacıların ufukları yalnızca İsveçli taburlarla doluydu ne de Osmanlılar’ın siyasi amaç ve araçları yeniçerilerin disiplin altına alınması ile sınırlandırılmıştı. Bu makalede hepsini ille de cevaplayamayacağım bazı sorulara değinmek istiyorum. Umarım ileriki araştırmalar, Osmanlı’nın bölgedeki varlığının sürdüğü dönemler boyunca Doğu ve Orta Avrupa’daki durumu daha iyi anlamamızı sağlayacak bu soruları cevaplamakta bize yardımcı olacaktır.

Barış “antlaşma”sının ilk şekli 11 Kasım’da Zitvatoruk’ta imzalandığı zaman, bu antlaşma, uyuşmazlık halindeki her iki taraf için de çok uzun ve çok yorucu hale gelmiş bir çatışmayı sona erdiriyordu.[3] O sıralarda Macaristan’ın başında bulunan Arşidük Matthias, ilk başlarda kardeşini antlaşmanın maddelerinin o anda elde edebilecekleri en iyi şartları kapsadığına ikna etmekte zorlanmıştı. Yine de sonunda Rudolph ikna edilmiş ve (Bohemya’da bulunan) Elbe’deki Brandeis kalesinde 9 Aralık 1606’da Padişah’a büyükelçisi olarak atayacağı Hans Christoph von Teufel’in talimatname ve itimatnamesini imzalamıştı.[4] Ne var ki göreceli olarak kısa bir zaman sonra metnin Osmanlıca ve Macarca asılları arasında (Latince’ye çevrilerek) hiç de önemsiz olmayan bazı farklılıkların bulunduğu anlaşılmıştı.[5]

Antlaşmanın tahrif edilmiş bir kopyasının daha önce Buda’da sonra da İstanbul’da divanda yapıldığı söylenir. Bu çıkarım, dolaylı olarak ve bazen de doğrudan, Osmanlıların içinde bulundukları zor durumdan kurtulmak için başka yol bulamadıkları, ikili ilişkilerini zor da olsa sürdürmek istedikleri iddiasını beraberinde getirmiştir.[6] Bu nedenle çoğu zaman antlaşma özellikle iki imparatorluk arasındaki hukuki ilişkilerde yeni bir başlangıç olarak görülmüştür.[7] Metnin ve görüşmeler sırasındaki formalitelerin 16. yüzyıla özgü benzerlerinden farklı olduğu açıktır. Roma İmparatoru resmi olarak şöyle şöyle adlandırılacak,[8] vergi, savaş tazminatı olarak sadece bir defa ödenecek ve benzerleri… Bununla birlikte bunu “Osmanlı azametinin düşüşü”nün, ya da başka bir ifadeyle, Osmanlı’nın gerileyişinin bir belirtisi, hatta ispatı olarak görmek tamamen yanlış görünmektedir.[9]

Tam tersine Osmanlı’nın savaş gibi meydan okumalara iki ve hatta (celâlîleri de hesaba katarsak) üç cephede karşı durabilmesi çok şaşırtıcıdır. Osmanlı tarafının siyasetçileri korkaklıktan ziyade muhtemelen Habsburgların askeri bakımdan kendilerinden daha üstün olduğunu sandıklarından dolayı bir dereceye kadar diplomatik esneklik göstermekteydiler. Üstelik, saray dilinde mesela İmparatorun ünvanı pek de yerleşmiş gözükmemektedir. Yıllarca sonra bile, İmparatorun büyükelçilerine elçi-i çâsâr yerine elçi-i kral-ı nemçe veya hatta kral-ı beç denildiğini görebiliriz.[10]

Konunun bir de öteki tarafına göz atmak bize soruna yönelik çok önemli bir bakış açısı sağlayacaktır. Uyuşmazlığın Avusturya tarafı, Osmanlı’dan daha az olmayan -hatta daha kötü bile olabilir- zorlukları yansıtmaktadır. Her ne kadar Avusturya hep uyuşmazlığın esas galibi olarak sunulmuşsa da, gerçek çok daha karmaşıktır. Ertesi yıl Rudolf, kendisi antlaşmayla ilgili olarak “einen schandtlichen friden, den er [Matthias-P. /.] den rebellen und Turckhen alles nachgeben” demiştir.[11] Dahası, Matthias’ın çok pahalı ve hiç meyvesi olmayan bir savaşı bitirmeye karar vermesi daha sonra sadrazam olan Kuyucu Murad Paşa komutasındaki Osmanlı ordularının 1606’da Macaristan’daki varlığıyla kesinlikle daha da bir pekişmişti. Transilvanya’daki sorunları ve düklüklerdeki isyanları anlatmaya bile gerek yok. Matthias, kendilerinin savaş alanlarındaki zorluklarından da mali durumdan da büyük kardeşine göre daha haberdardı.[12] Gerçekten de o zaman için Macar tahtında Habsburgların varlığının devamı çok büyük önem arzetmekteydi. Zaten, antlaşmanın kendi metni bile, gerek Avusturya gerek Osmanlı versiyonu olsun, kendi şartlarını kabul ettirenlerin yalnızca Habsburglar olduğu sonucuna ulaşmak için çok az materyal sunar.[13]

Tam tersine, Gustav Bayerle’nin antlaşmanın her iki versiyonunun da savaşı sona erdirmek ve ileri görüşmeler için daha uygun bir ortam oluşturmak için, bile bile hazırlandığı şeklindeki hipotezi çok daha anlamlı görünmektedir.[14] Yukarıda da işaret edildiği gibi, bu noktada işbirliği yapabilmek adına barış her iki taraf için de çok gerekli idi. Antlaşmanın metnindeki bazen aldatmaya kadar gidebilen farklılıklar tabii ki antlaşmayla ulaşılması hedeflenen gayelerdeki karşılıklı beklentilere uygun olarak önemli uyuşmazlıkları sergiler. Diğer yandan, görüşmeler zamanla karşılıklı fikir uyuşmazlıklarını giderecek büyük bir iradenin oluştuğuna işaret etmektedir. Her ne kadar fikir ayrılıkları ileride her iki taraf açısından da karşılıklı akınlar ve yağmacı güçler olarak ifade edilecek de olsa, bu daha çok rakibi siyasi bir çözüme yönlendirecek büyüklükte baskı kurmayı hedeflemekteydi. Elbette ki bu, dönem boyunca ciddi bir krizin yaşanmadığı anlamına gelmemektedir. Ancak, her ne kadar zaman zaman bazı tehlikelerle karşılaşılmışsa da bu model bir kaç on yıl, en azından 1660’ların başlarına kadar sürecekti.

Zitvatoruk ve Viyana antlaşmalarının şartlarından kaynaklanan yukarıda ifade edilen hoşnutsuzluk (ikincisi 23 Haziran 1606’da birincisinin bir ön şartı olarak Bocskay ile karara bağlanmıştı),[15] İmparatoru sadece Osmanlılara karşı değil, genç kardeşi Matthias’a karşı da manevra kaabiliyeti kazanabilmek için yönetimde siyasi inisiyatif almaya yönlendirdi. Ne var ki bu konudaki çabaları boşa gitti ve 25 Haziran 1608’de Rudolf, Macaristan, Avusturya ve Moravya’daki kral naibliğinden Matthias lehine feragat etmeye zorlandı. Macar eyaletlerini Matthias’la ittifaka sokan sebep, Mathias ve bu eyaletlerlerin yöneticilerinin çıkarlarının kesişiyor olması idi. Onların çıkarları da imparatorlukta Osmanlılarla imzalanan antlaşmanın teyid edilmesindeki kararsızlıklar ya da onaylama sürecinin hala devam etmesi yüzünden yakın görülen yeni bir savaştan başka bir şey değildi. Matthias’ın Macaristan’da tahta ve Habsburg Meclisi’nin başına (26 Nisan 1606’dan beri) gelmesi ile beraber, gerekli güç Macar siyasi hayatınının gerçeklerini çok iyi bilen birisinin eline geçmiş oluyordu. O ve onun baş danışmanı Kardinal Klesl genel bir uzlaşmaya ulaşabilmek için kendi siyasi emellerini (Macaristan’ı Habsburg idaresi altına almaya ve altında tutmaya yarayacak olan karşı Reformasyon gibi) bir süre için erteleyebilirlerdi.[16]

Antlaşmanın sorunu genellikle Zitvatoruk’ta her iki taraf tarafından da ayrı ayrı imzalanan ve tasdik edilen metinlerle sınırlandırılmıştır. Maalesef bu, bir çok önemli sorunun da gözden kaçmasına sebep olmaktadır. Antlaşmanın ilk hali ve Osmanlı tarafından tasdik edilen hali arasındaki doğrudan bağlantı Avusturya tarafında da olduğu gibi elbette ki sürecin işlemesi ile ilgilidir. Ne var ki Padişah doğal olarak antlaşmanın ilk halini teyid etmeyecekti. Öncelikle böyle bir antlaşma cahdnâme’ye çevrilmek durumundaydı, diğer bir ifade ile barış, dileyenlere tek taraflı olarak bahşedilmeliydi. Bu değişim antlaşmanın en azından bazı bölümlerinin, orijinal Osmanlıca metinleri ile karşılaştırıldığında bile çarpıtılmasını sonuç verdi. Bazı zamanlar cahdnâme’nin maddeleri bozularak değiştirildi.[17] Burada yeniden Osmanlıların Roma İmparatoru’nu Padişahla eşit tutarak değiştirme gibi bir sorunlarının olmadığına şahit olmaktayız. Divanda görüşülen metnin gelişimi Osmanlıların çıkarları bakımından metnin aydınlatılmasını beraberinde getiren gerekli bir süreci yansıtır.

Yalnızca Zitvatoruk’un yorumlanması için değil, daha da önemlisi OsmanlI’nın “Batı” siyasetinin yapımındaki bütüncül anlayışı için o dönemdeki bir ilginç sorun da, Ali Paşa’nın görüşmeler için gerçekten ne yaptığıydı. Buda beylerbeyinin, Saray’ın Habsburglara yönelik dış ilişkilerinde genellikle geniş alanlara yayılan yetkilere sahip olduğu ara sıra vurgulanır.[18] Bu, onların çok önemli olan bir çok sorunda, kendi başlarına karar verdikleri bazı durumlarda doğru olabilir. Ancak, Zitvatoruk örneğinde Ali Paşa’nın arkasında Murat Paşa’nın bulunduğunu göz önünde bulundurmamız gerekir. Yani, burada Ali Paşa’nın Buda beylerbeyi olarak otoritesinin Osmanlılar ve Habsburgların arasındaki ilişkilerde çok da geniş olmadığı görülüyor. Diğer bir ifade ile, yetkileri, üst düzey bir hükümetin gölgesinde bu antlaşmanın amacına uygun olarak sınırlandırılmıştı.

Şu bir gerçekti ki, antlaşmanın içeriğindeki uyuşmazlıklar Via Traiana (orta kol) ve Viyana ve Buda arasındaki yerler üzerine yoğun bir diplomasi trafiğini de beraberinde getirdi. 1608’de Habsburg’un İstanbul elçileri antlaşmanın yukarıda bahsedilen versiyonu ile dönmek zorunda kaldılar. Antlaşmada Osmanlılar ve Habsburglar arasında imzalanan ilk versiyondaki uyuşmazlıklar giderilememiş, hatta daha da derinleştirilmişti. Osmanlılar tarafından bazı düzeltmeler yapılmışsa da Andrea Negroni’nin büyükelçileri ne 1610’da ne de 1612’de amirlerinin kızgınlıklarını yatıştırabilmişlerdi.[19] Yine de yukarıda anlatılan antlaşma metninin görüşmelerinde ifade edildiği kadarı ile iki ülke arasındaki ilişkiler durumun karmaşıklığını tam olarak anlatamaz.

Transilvanya’nın (ve Valesya’nın) önceki savaştaki rolü, kendi davranışları üzerindeki kontrolün Osmanlılar ve Habsburgların her ikisinin de Macaristan’daki durumları açısından ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi.[20] Transilvanya Prensi Bocskay Istvân’ın beklenmedik ölümü (19 Aralık 1606) sadece Rudolph’un, büyükelçisini 1607 başında göndermeme kararına katkıda bulunmakla kalmadı, aynı zamanda Transilvanya’nın bölgedeki kilit rolünü de bir kez daha vurgulamış oldu. Hiç şüphe yok ki, bu durum aynı zamanda halefleri hakkındaki tartışmaları da ateşledi. Öyle ki Râkoczy Zsigmond bir süre için Saray’ın desteklediği Hommonay György’a karşı bile hak iddia etmeyi başardı.[21] Yalnız sadece bir yıl sonra (1608) durum çok farklıydı ve Saray, Transilvanya Prensliğine Báthory Gâbor’u getirdi.[22]

Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı diğer prensliklerden farklı olarak Transilvanya’da bütün güçlerin çıkarları kesişmekteydi. Tabii ki bunlar arasında en önde olanlar Osmanlılar ve Habsburglardı. Transilvanya’nın Macar Krallığı’na karşı eski anayasal ilişkileri yalnızca Transilvanya’da Habsburgların Macar krallığı için hak iddia etmeleri sonucunu vermekle kalmadı; bunun yanında Tansilvanya’nın her iki tarafından gelen aileler arasında şahsi ilişkilerin gelişmesi sonucunu da doğurdu. Dahası bir çok ailevi ilişki nihai aşamada Kutsal Roma İmparatorluğu’na (örneğin Bethlen Gábor) veya Polonya’ya (Rákoczys veya Báthorys gibi) uzanıyordu. Tabii ki yalnızca ailevi ilişkiler değildi sahnedekiler. Yenilenmiş bir kilise fikri Transilvanya içlerinde de kendisini gösterdi; böylelikle Rönesans Avrupa’sının dini fikir ayrılıkları periferide de etkisini göstermeye başlamış oldu.[23] Yeterince ironik olarak yukarıda izah edilen sebeplerden dolayı çok sınırlı bağımsızlığa sahip olan Orta Avrupa prensliklerinde 17. yüzyıl siyasi olaylarında daha sonra bir çok olayın da patlamasına sebep olacak nüveler görmek mümkündür. İleride de göreceğimiz gibi, bunlar iki güç (Osmanlı ve Habsburg) arasındaki ilişkileri diğer bütün faktörlerden çok daha fazla etkilemiştir.

Bunu göz önünde bulundurduğumuz zaman vergi taahhüdü ile birlikte Zitvatoruk Antlaşması’nın en önemli değişikliklerinden birisi şüphesiz Transilvanya’nın tamamen Osmanlılara bırakılmasıydı. 1612’deki ikinci büyükelçisi vasıtası ile Negroni’ye Transilvanya prensinin kime karşı sorumlu olacağı meselesinin artık tartışılmaz olduğu çok açık bir şekilde belirtilmişti. Bu açık ifadeye, Transilvanya’nın, başında yönetici olarak bir beylerbeyinin bulunacağı kendi başına ayrı bir eyalete dönüştürülebileceği tehdidi de eşlik etmişti.[24] Müteakiben yeni bir prens değişikliği yaşandı. Bethlen Gábor, Báthory Gábor’in yerine prens oldu (1613).

Her ne kadar Avusturya’nın İstanbul’daki temsilcisi Michael Starzer, Báthory’den kurtulmak için Türklerin desteğini almaya çalışıyor idiyse de, Bethlen’in tahta geçişi sırasındaki şartlar çerçevesinde bu yeni atama Viyana tarafından hiç de hoş karşılanmadı. Transilvanya’nın Macaristan’la bağlarının yavaş yavaş kaybolduğunun anlaşıldığı Doğu sınırındaki sorunlar, Matthias ve Klesl’i özellikle Negroni’nin ikinci elçisinin başarısızlığı sonrasında Osmanlılarla yeni bir savaşı düşünmeye itti. Bethlen tarafından gerçekleştirilen adımlar da bu fikri destekleyebilirdi. Bethlen 1614 yılında, bir önceki savaşta Osmanlılar tarafından kaybedilmiş olan Transilvanya’nın stratejik açıdan iki önemli bölgesi Jenö ve Lippa’yı aldı; Jenö Osmanlılara verildi. Bu arada Viyana’da Macaristan’da Osmanlılarla yeni bir savaş fikri geliştirilmekte idi. Kardinal Klesl, Matthias’a yazılmış (12 Temmuz 1612 tarihli) bir memorandumda Macaristan’ın daha da ilerleyebilmesi açısından Transilvanya’daki başarının gerekliliğini belirtmişti.[25] Daha açık bir ifade ile Macaristan’ın tamamını kaplayacak bir karşı reform fikri için Transilvanya’nın ciddi olarak ele alınması kaçınılmazdı. Nitekim 1613 yılında Regensburg’da Reichstag’a bağlanmış ümitler boşa çıkmıştı; aynı şekilde Linz’de de Habsburg’un parlamento üyelerine duyulan umutlar da boşa çıkmıştı.[26] Geriye yalnızca “Türkler”le yeni bir görüşme kalmıştı.

O dönemde Osmanlı’nın Batı diplomasisinin belki de en önemli hareketi Viyana Antlaşması’nı (1615), ve daha sonra ona ek olarak imzalanan Komárno’yu görüşmek üzere bir büyükelçiliğin oluşturulmuş olması idi. 1615’den itibaren Ahmed Kâhya ve yardımcısı ve aynı zamanda tercümanı Caspar Graciani ile mahiyetleri 1618’de Komárno Antlaşması imzalanana kadar Viyana, Prag, Pressburg ve diğer yerlerdeki görüşmeler için çok uzun zaman ayırdılar.[27] Sadece o yıllarda imzalanan antlaşmalar on iki yıl önce Zsitva şehrinde başlamış olan süreci geri çevirdi. Sonunda imzalanan ve daha sonraki yıllarda da olgunlaştırılan antlaşma ileriki dönemlerde her iki tarafın temsilcileri arasındaki görüşmelerde bir dönüm noktası olarak değerlendirilecekti. Ancak, daha sonra ortaya çıkan dönemsel farklılıların anlaşılması için Osmanlıların temel metin olarak kabul ettikleri antlaşmanın Padişahın onayına sunulmuş antlaşma olduğunun akılda tutulması gerekir.[28]

Genellikle Otuz Yıl Savaşları olarak bilinen Avrupa’daki siyasal üstünlük mücadelesi sosyal hayatın her alanındaki karmaşık etkisi ile Orta Avrupa’nın kültür ve ekonomisini darmadağın etmekle kalmadı, aynı zamanda Transilvanya’nın oldukça güçlendirilmiş durumu ile Osmanlı-Habsburg ilişkilerinin eski boyutuna yeni yeni biçimler kazandırdı.

Bethlen Gábor’u veya I. Rákoczy Görgy’i siyasetçi ya da komutan olarak övebiliriz, veya onlara lanet de okuyabiliriz. Bununla birlikte şunu da kesinlikle unutmamak gerekir ki, eğer savaş olmasaydı, bu iki kişinin ve Transilvanya’nın önemi muhtemelen daha az şanslı olan-kendilerini sürükleyen olaylar karşısında sadece yarı bağımsız bir yapı olarak Transilvanya ile gerekli dengeyi sağlamaya çalışan diğer prenslerin durumuna çok benzeyecekti. Savaş Transilvanya’yı bir kaç yıllığına değiştirmişti; çünkü Transilvanya bununla bir şeyler sunabilecek duruma gelmişti.

Tarihçiler, Osmanlıların, Batı’da bir çok zorlukla karşılaştıkları en zayıf dönemlerinde Habsburglara niçin saldırmadıkları sorununu genellikle anlayamamışlardır. Müslüman bir ordu için zaten bir engel oluşturması düşünülemeyecek olan Habsburgların emperyal ideolojisinin oluşmasına katkıda bulunmuş olan ilahi takdirin müdahalesini bir tarafa bırakalım.[29] Olaylar düzeyinde bu durumun sebebi genellikle Osmanlıların iç sorunlarına, özellikle de Padişah’ın otoritesi ile ilgili krizlere, İran’la yapılan savaşlara, ve Anadolu ve diğer yerlerde sık sık görülen isyanlara atfedilmiştir. Bir dereceye kadar bu doğru olabilir, ne var ki yüzyılın sonundaki uzun savaş örneği, bizi, İmparatorluğun büyük tehditlerle karşı karşıya olduğu ve böyle bir zamanda savaş alanlarında oldukça tehlikeli yeni bir düşman kazanmak istemediği düşüncesine götürmektedir. Böyle bir zamanda Osmanlılar Orta Avrupa’nın fethini düşünmüş olabilirler mi? Maalesef, bu makale bu sorunların etraflıca tartışılması için yetersizdir. Ancak, sorunun önemli görünen bir takım yönlerine değinelim.

Osmanlıların o dönemde fetih için yeterli motivasyona sahip olmamaları düşünüldüğünde bu sorun anlamsız görünebilir. Bu fikri destekleyecek deliller, genellikle belgeler ve diğer yerlerde ifade edilen Osmanlılar’ın resmi propagandalarından alınmıştır. Şu da var ki, sorun bizim onların iddialarını yorumlarken onlara tam olarak güvenip güvenemeyeceğimizdir.[30] Gilles Veinstein’ın da gösterdiği gibi,[31] fermanlardaki ifadeler, Padişahın niyetlerini yansıtan net ifadeler olmaktan ziyade retorik yönleri ile yorumlanmalıdır.[32] Osmanlıların Orta Avrupa’daki varlığının imparatorluğun genişleme hevesi tarafından tayin edilmediğinin mümkün olduğunu kabul edecek olursak,[33] Transilvanya’nın Osmanlıların Orta Avrupa siyasetindeki rolü daha iyi anlaşılacaktır.

Prag’da 1618’de çıkan Bohemya isyanları, Bethlen’e Viyana’ya karşı kendi konumunu güçlendirme ve isyancılarla bir koalisyona girme şansı verdi. Ancak, Bethlen’in ihtiyacı olan başka bir şey de kendi konumunun İstanbul’a karşı da istikrarlı bir duruma getirilmesiydi. İşte bu yüzden Bethlen’in savaş alanlarındaki durumu her zaman Bohemya’daki isyankarların müttefiki olma rolünü yansıtmayabiliyordu. Her ne kadar Bethlen, İstanbul ve Prag arasında elçi değişiminde arabuluculuk yapmış olsa da, onun hedefi Macaristan ve Transilvanya’daki satranç tahtasının ciddi bir siyasi oyuncusu olarak Viyana’nın ya da Habsburgların tasfiye edilmesinden uzaktı.[34] Padişah tarafından bile yapılmış olan tekliflere rağmen, Osmanlılar (Buda eyalet taburları) 1633 yılında, ancak Habsburglar Hodonin ve Moravya’yı çevreledikleri zaman, askeri bir hareketin parçası oldular.[35]

Ancak, sonradan Bethlen’in esas gayesinin mümkün olduğunca II. Ferdinand kadar avantajlı bir konum elde etmek için uğraştığı açığa çıktı. Nitekim bir yıl sonra imzalanan antlaşma Bethlen’in Yukarı Macaristan’da ömür boyu hakimiyetini teyit etmiştir.[36] Diğer yandan Bethlen, Saray’a haraç vergisi vermekten de muaf tutulmuştu.

Benzer bir durumu belli oranda Bethlen’in ölümünden sonra George I Rákoczy’nin 1630’da prensliğin başına geçtiği zaman da görebiliriz. Seçimi Saray tarafından onaylanmayan bir prens olarak Rákoczy, Osmanlı askeri gücüne karşı bile hak iddia etti (1636)[37] ve sonunda prens olarak tanındı. George I Rákoczy Otuz Yıl Savaşlarında Habsburgların 1620’lerdeki tartışmasız üstünlüğünü Fransız-İsveç ittifakına devretmeye başladığı bir dönemde iktidara geldi. Bu süreçle beraber Transilvanya önemli bir potansiyel müttefik rolünü oynamaya başladı; bunun yanında Osmanlı silahlı kuvvetleri de oyunun bir parçası haline geldi.[38]

Bu bağlamdaki en ciddi girişimlerden birisi Torstensson’nin 1645’te Viyana’yı kuşatması ile doruk noktasına ulaşan 1643-1645 yıllarındaki krizdi. Böyle bir zamanda Rákoczy, hem stratejik hesaplar hem de İsveçli kumandanın Moravya’daki operasyonlarında gittikçe artan bir asker sıkıntısı çekmesi yüzünden önemli bir rol oynamak durumundaydı. Sonunda Osmanlı kuvvetleri sadece Buda’dan değil, Bosna ve Rumeli’den de Batı sınırlarına doğru harekete geçtiler; bu uyuşmazlık geniş çaplı bir savaş tehdidini ortaya çıkardı. İşte tam da bu tehlike, İmparatoru iki yıl önce (1642) Szöny’de imzalanmış bir antlaşmayı onaylamaya ve İstanbul’a harararetle beklenen tam yetkili bir büyükelçinin atanmasına zorladı. Transilvanyalı ve İsveçli kuvvetler arasındaki koordinasyon eksikliği, Rákoczy’ye vaat edilmiş olan Fransız yardımının gelmeyişi, ve son olarak da Saray’ın Habsburglar yerine Venediklilere savaş ilan etmeyi tercih etmesi gibi birbirlerini tamamlayan bir şartlar bütünü, Rákoczy ve III. Ferdinand arasında Linz antlaşmasının imzalanması neticesini doğurdu (1645).[39]

1648 yılı sadece Otuz Yıl Savaşlarının sonu anlamına gelmiyordu; aynı zamanda hem Transilvanya’da hem de İstanbul’da yeni hükümdarların başa geçmesini de simgeliyordu. George II Rákoczy önceleri Padişahın himayesini kazanmayı başarmıştı, ne var ki 1650lerde bu durum değişecektir. George II Rákoczy’nin İsveçlilerle müttefik olarak Polonya taht mücadelerindeki başarısızlıkları (1656) O’nu İstanbul’da istenmeyen adam yaptı.

Barczay Ákos’un 1658 yılında Rákoczy’nin yerine getirilmesi ve Rákoczy’nin 1660 yılındaki ölümüne rağmen istikrarsızlık Rákoczyler döneminin eski bir generali olan Kemény János’un çıkışları yüzünden devam etti. Ancak János’un Transilvanya üzerindeki emelleri daha başından itibaren bir taraftan Krallığın rahatsızlıkları[40] bir taraftan da János’un Transilvanya bölgesinde seçiminin (1 Ocak 1661) Mehmed Köprülü’nün istekleriyle uyumsuzluğu yüzünden akamete uğradı.[41] 1662’nin başlarında Kemény, II. George’un kaderine, “ribelle della Porta”,[42] mahkum oldu -önce yenilgiye uğratıldı sonra da öldürüldü. Bundan sonra Transilvanya’da yalnızca bir prens kalmıştı- kısa bir süre sonra (1661) seçilen Michael Appáfi.[43]

Sadrazam Mehmed Köprülü’nün Prense olan kızgınlığının temel sebebi, Prensin dış ilişkilerde Sadrazamın himayesinde olmasına karşılık vergilerini ödeme konusundaki kayıtsızlığı gibi görünmektedir.[44] Rákoczy’nin faaliyetleri her şeyden önce Orta Avrupa’da ulaşılmış olan kırılgan dengeyi bozulması yönünde tehdit etti; bu daha çok Venediklilerle çok da başarılı olmayan bir savaştan doğan bir endişe idi. Bu bakımdan özellikle önemli olay nokta, Rákoczy’nin zayıflamasının Avusturyalılara ve Macaristan’daki (ve kesinlikle Hırvatistan’daki) Habsburg Sarayı’na bağlı politikacılara bu fırsatı kullanma imkanı vermesi idi.[45] Kemény János’un seçimi bunun bir sonucu gibi görünmektedir. Habsburglara bağlı bazı asiller-Zrinyi, Batthány, Nádasdy, Frangepán-muhtemelen Kemény’e olan desteklerinden vazgeçmek ya da kendi hedeflerine daha rahat ulaşabilmek için Kanizsa ve Pécs arasındaki güneybatı Macaristan’ı yağmalamaya başladılar.[46]

Osmanlıların 1663’te savaş başladığı zaman ne yaptıkları sorusu özellikle ilginçtir. İki imparatorluk arasındaki sorunların birikmesi ya da Osmanlılar’ın yeniden fetih konusunda hırslandıkları gibi açıklamalar bir nevi kolaycılığa kaçmaktır. Macaristan’daki trajik siyaset üçgeni- Avusturyalılar, Transilvanya ve Macaristan Krallığı-o zamanki durumun vehametini göstermek için yeterlidir. Transilvanya tacı için mücadele etmekle geçen Kemény’nin hayatının son ayları Transilvanya tahtındaki kimselerin kendilerini koruma altına aldıkları bir gölge oyununu andırmaktadır. Ali Paşa’nın Apáfy adına yaptıkları, Montecuccoli’nin Transilvanya’yı işgali, ve de Souches’ün 1661’de Kemény adına Osmanlı Macaristan’ına yaptığı akınlar bu çerçevede anlaşılabilirler. Herşey söylenip yapıldığı zaman bile, Osmanlılar bunu barışın ihlal edilmesi olarak anlamadılar. Tam tersine, Avusturyalılar, Varad’ın fethini barışın ihlal edilmesi şeklinde anladılar ve İmparatorluğun vekillerini ve diğer Hıristiyan hükümdarları kendilerini desteklemeleri için ikna etmeye çalıştılar.[47]

Simon Reniger’in Habsburgların Saray’la yazışmalarını yapmak üzere görevlendirilmesinin ardından İmparatorun bir manipülasyona uğratıldığı fikrini bir tarafa atmak olası görünmemektedir. Mesela Reniger, Ahmet Paşa’nın durumu ile ilgili olarak, Paşa’nın kendisini, Avusturyalıların barışı devam ettirme ya da bozma konusundaki gerçek niyetleri hakkında bilgilendirdiğini rapor etmişti. Bu İmparatorun bilgisine sunulmamakla kalınmadı; tam tersine Anadolu’daki Osmanlı birliklerinin muhtemel bir savaşa hazırlandığı iletilmişti.[48]

Bununla birlikte, yeni Sadrazamın üzerindeki en ciddi baskı Zrinyi ve arkadaşlarının faaliyetlerinin sebep olduğu güneybatı Macaristan’daki akıl almaz durumdu. 1662 yılında bölgenin Osmanlı nüfusu (sipahiler vesair) kendilerinin ve bölge halkının durumlarını Saray’a şikayet etmişlerdi.[49] Eğer Osmanlıların askeri bir girişim için ihtiraslı olduklarını doğal olarak kabul edecek olursak, savaşın gerçekten niçin başladığı ile ilgili sorular üzerinde uğraşmaya gerek kalmaz.[50] Ancak, şurası da var ki o dönemde kuzeybatıda bir savaş Osmanlıların hiç de işine gelmeyen bir seçenekti. Olayların başladığı yer Kandiya idi. Osmanlılar bu geniş çaplı harekete doğru ya da yanlış olduğu tartışmalı olmakla beraber Viyana tarafından desteklenen Macarların huzursuzluklarının bir düzene sokulması ve bu vesile ile Venediklilerle uzamış olan savaştan da kurtulmak için gerçekleştirmiş görünmektedirler. Macarlarla olan sorunlar o zamandan itibaren daha çok dikkate alınmaya başlamıştır.

Mogersdorf muharebesindeki bütün iddialara rağmen Osmanlılar istediklerini elde ettiler. Bu durum Macaristan’ın güneyine akınlarını devam ettirmiş olan önde gelen Macarlılar tarafından nefretle karşılanan Vasvar antlaşması ile daha da bir teyid edilmiştir.[51] Ne Osmanlılar ne de Habsburglar kendi çıkarları açısından uzun süre savaşmaya hazırdılar. Başarı ile sonuçlanmış bir muharebeden sonra bile, barış aslında kaybedilmiş bir savaşı yansıtır. Reniger’in Sadrazamla ilişkilerinin yansıttığı kadarıyla, Osmanlılar kendilerini sonsuza kadar veya en azından çok uzun bir süre için yenilmiş hissetmediler. Osmanlıların kayıpları için çağdaş raporlara bakılacak olursa ordunun büyük bir kısmına hiç bir şey olmadığı görülecektir. Osmanlılar imparatorluk tarafından onaylanması geciken antlaşmanın belli bir süre daha gecikmesi durumunda Nitra’ya doğru bir ilerleme planı için hala kendilerine güvenmekteydiler.[52] Muhtemelen her iki taraf da 1 Ağustos 1664’te Raab nehrinde yapılan savaşın son çatışma olmadığının açıkça farkındaydı. Bu savaş, her iki taraf için de bu macerayı unutmaları ve kendilerini kendi sorunlarına vermeleri için geçici bir önlem vazifesi görmüştü.

1663-1664 yıllarındaki savaşa genelde Osmanlılar’ın fetih isteğinin bir göstergesi olarak yaklaşıldığının yeniden bir kez daha vurgulanması gerekir. Ahmet Paşa’nın Mogersdorf’taki (St. Gotthardt) yenilgisinden önce, bir Viyana kuşatması düşünmüş olma ihtimalini işaret eden bazı deliller bunu teyid eder gözükmektedir.[53] Ancak, Transilvanya’daki kargaşalıkların giderilmesi ile ilgili sorunlar oranın statüsü ile ilgili ilginç bir soruya işaret etmektedir. Diğer bir ifade ile, o zamanın olayları gerçekten de Transilvanya’nın kendi başına bir eyalete dönüştürülmesine yönelik adımlar olarak yorumlanabilir mi?[54] Bu, gereksiz, en azından spekülatif bir soru olarak gözükebilir, çünkü şu andaki delillerin gösterdiği kadarı ile özellikle İmparatorluk tarafından buna yönelik birtakım üstü kapalı işaretlere sahibiz, fakat diğer yandan da böyle bir dönüşüm hiç bir zaman gerçekleşmemiştir.[55] Eğer bunu yorumlamaya çalışırsak, kişilerin genelde hikmet için baktıkları önceki dönemlerden yararlanmanın beraberinde anakronizm tehlikesini taşıdığı açık hale gelir.[56] Bu bakımdan Varad’ın (Şimdi Romanya’daki Oradea) 1660 yılındaki fethi bir örnek olarak önemli bir rol oynayabilir. Osmanlılar, böyle bir başarının ardından ve Transilvanya prenslerinin tahta geçişlerinde, tahttan inişlerinde ve Saray’a karşı bağlılıklarında bir çok kronik sorun yaşadıkları halde niçin bazı modern tarihçiler tarafından beklenenin aksine bunu yapmamışlardır?

Avusturyalıların endişelerinin erken dönemlerde Osmanlılar tarafından dillendirilmiş bazı iddialara şahitlik etmesine rağmen biz, üst düzey bir Osmanlı yetkilisinin basit bir kinayesinin gerçek anlamda bir planın delillerini sağlamadığını göz önünde bulundurmak zorundayız.[57] İdeoloji ve “realpolitik” arasındaki temel fark çoğu zaman çok basitçe dikkate alınmıştır.[58]

Siyaset alanındaki yeni fenomen kavramsal değeri bir dereceye kadar sınırlandırılmış olan gerilemeye basitçe referans göstermekten tamamen ayrıştırılmamalıdır belki de. Böyle bir kavramsallaştırma, açıkça klasik olarak klişeleşmiş tarihi bir formun daha sonraki gelişmelerin değerlendirilmesinde bir ölçüt olarak alınması fikrine dayanmaktadır. Ne var ki böyle bir yorumlama bir çok boyuttan, özellikle de tarihsellik açısından yoksundur. Osmanlı siyasal aklının, ekonomik aklının tersine gelişmediğini düşünmek için hiç bir sebep yoktur; bunun böyle olmaması için de hiç bir sebep yoktu. Osmanlı diplomasi pratiğindeki bir gelişmenin bir dereceye kadar koşullara bağlı olduğu kaçınılmaz olsa bile, 17. yüzyıldaki Osmanlı siyaset yapımı için resmi söylemlerde ifade edilen ideoloji ile somut siyaset arasındaki gerilimin oldukça büyük olduğu görünmektedir.[59] Osmanlının bu dönemdeki siyasetini teleolojik terimlerle düşünmeye ihtiyacımız olmadığını, o yüzyılın sonunda neyin gelecek olduğunu bildiğimizi aklımızda tutarsak, 1606 ve 1663 arasında Osmanlıların Orta Avrupa siyasetini sadece “normal”in dışında alışık olunmayan bir barış dönemi olarak değerlendirmek zorunda olmadığımız sonucuna ulaşırız.

Doç. Dr. Petr ƑT©PÁNEK

Çek Bilimler Akademisi / Çek Cumhuriyeti

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 9 Sayfa: 730-737


Dipnotlar:
[1] Hammer, Joseph von, Geschichte des Osmanischen Reiches, 10 vols., Pest 1827-1835 (1. baskı). Ayrıca bkz. Kreiser, Klaus, “Clio’s poor relation: Betrachtungen zur Osmanischen Historiographie von Hammer-Purgstall bis Stanford Shaw”, Heiss, Gernot-Klingenstein, Grete (ed.), Das Osmanische Reich und Europa 1683 bis 1789: Konflikt, Entspannung und Austausch, Wien 1983, ss. 24-43 içinde.
[2] Sfuler, Bertold, “Die europäische Diplomatie in Konstantinopel bis zum Frieden von Belgrad (1739) ”, Jahrbücher für Kultur und Geschichte der Slawen, N. F., Bd. XI, 1935, ss. 53-115. çalışmanın ilk bölümü.
[3] Avrupa tarafı (Avusturya ve destekçileri) için özellikle bkz. Niderkorn, Jan Paul, Die europäischen Mächte und der “Lange Türkenkrie” Kaiser Rudolfs II. (1593-1606), (Archiv für österreichische Geschichte, Bd. 135), Wien 1993. Osmanlılar için, bkz. Pinkel, Caroline, The Administration of Warfare: the Ottoman Military Campaigns in Hungary, 1593-1606, (Beihefte zur wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes, Bd. 14), Wien 1988.
[4] İtimatnemenin ve talimatnamenin orijinalleri, antlaşmanın Latince terimleri ile beraber şu yazıda bulunabilir: Haus-, Hof-und Staatsarchiv in Vienna [HHStA], Turcica I/90, fasc. “November-Dezember und sine dato”, ff. 64rff. Antlaşma ile ilgili sadece üç onaylama metni HHStA, a.g.e., ff. 71 rff, içerisinde bulunurken Rudolph’un onayladığı orijinal antlaşma burada bulunmaktadır. Ne var ki bunun varlığı kendisine açık referansların bulunduğu haziran 1615 başlarında imzalanan Viyana antlaşmasının metni ile ispatlanmaktadır Fekete, Ludwig, Türkische Schriften aus dem Archive des Palatins Nikolaus Esterhazy, Budapeşte 1932, s. 9.
[5] Maalesef tarih belirtilmemiş: “Memoriale vel signatura defectuum Articulorum guide fectus Turcicis litteris sunt insinuati.”, HHStA, Turcica I/90, fasc. “November-Dezember und sine dato”, ff. 109r-110r. Ayrıca bkz. Nehring, Karl, Adam Freiherrn zu Herbersteins Gesandtschaftsreise nach Konstantinopel. Ein Beitrag zum Frieden von Zsitvatorok (1606), München 1983, ss. 24ff., s. 29.
[6] Klasik olarak Fekete, Ludwig, “Ungarn und die Türkei in der ersten Hälfte des XVII. Jahrhunderts”, in ibid, Türkische Schriften, a.g.e., ss. XVII-LXVII. Bunun çok daha ayrıntılı bir değerlendirmesi için bkz: Nehring, K., a.g.e.,
[7] Çok verimli bir çalışma için Hammer, J. von, a.g.e., cilt. IV, Pest 1829, s. 395: “der erste europäische völkerrechtliche Gränzstein.”, ve “die Signalfackel gebrochenen türkischen Joches.”, a.g.e., s. 396.
[8] Köhbach, Markus, “Çasar oder imparator?-Zur Titulatur der römischen Kaiser durch die Osmanen nach dem Friedensvertrag von Zsitvatorok (1606)”, Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes, Cilt. 82, 1992, ss. 223-234.
[9] “das hellere Signal des Verfalles des osmanischen Reiches”; Hammer, J. von, a.g.e., s. 396.
[10] 1616/1617 yılları  için bkz. Başbakanlık Arşivi-Osmanlı Arşivi (BBA-OA), Kamil Kepeci (KK), No. 1803, ff. 72r (çâsâr), 77r (Oradan hareketle kral-ı nemçe veya sadece nemçe), 113r (beç) etc; “beç kralının elçisi. also in Vekâcî-nâme-i Kuyucu MurâdPaşa, Süleymânîye Kütüphânesi, Escad Efendi No. 2236, f. 2b.
[11] “Herşeyi Türklere ve yabancılara bıraktığı utanç verici bir barış.” Vocelka, Karl, Die politische Propaganda Kaiser Rudolfs II. (1576-1612), Wien 1981, s. 314’den alınmıştır. Ayrıca bkz. Zinkeisen, Johann Wilhelm, Geschichte des osmanischen Reiches in Europa, III. Bd., Gotha 1855, ss. 677ff.
[12] Gerçekten de o dönemde İmparator Prag’da bulunmasına rağmen Avusturya merkez mali yönetiminin kadrosu içerisinde önemli üyeler Viyana’da kalmışlardı. İstanbul’da beklenen hediyeler ve tazminatların biraraya getirilmesi için çekilen mali zorluklarla ilgili olarak bkz. Nehring, K., a.g.e., ss. 30ff., özellikle. s. 35.
[13] Bunun metnini ayrıntılı bir şekilde burada tartışma zeminimiz bulunmamaktadır. Bkz. Nehring, K., a.g.e., ss. 59ff. Osmanlı metinleri için bkz. Fekete, L., a.g.e., ss. 3-7, Almanca tercümesi ss. 207-213; Bayerle, Güstav, “The Compromise at Zsitvatorok”, Archivum Ottomanicum, VI, 1980, ss. 42-46, Ipolyi’nin görüşmelerle ilgili günlüğü ss. 12-17. Görüşmelerle ilgili olarak ayrıca bkz. Cesare Gallo ve Joan Illesy’nın raporları, Vienna, 22. 7. 1606, HHStA, Turcica I/90, ff. f. 42r-47r, 48r, ve bu kutudaki diğer materyaller.
[14] Bayerle, G., passim. Daha sonraki dönemlerde bütün tarafların (Osmanlılar, Transilvanyalılar ve Avusturyalılar) imzalayacağı başka bir metin bulunmamaktadır.
[15] Bunun metni için bkz. Goos, Roderich, Österreichische Staatsverträge. Fürstentum Siebenbürgen (1526-1690), Wien 1911, ss. 325ff.
[16] Protestanların haklarının açık bir şekilde teyit edildiği 1608’deki Macar parlamento oturumlarının sonuçları için bkz. Berenger, Jean, “Die ungarischen Stände und die Gegenreformation im 17. Jahrhundert”, Timmermann, Heiner (Hrsg.), Die Bildung des frühmodernen Staates-Stände un Konfessionen, s. l., 1989, ss. 199-200 içinde.
[17] Bu özellikle tazminat ödenmesine ilişkin maddeleri içermektedir: “ve südde-i vâlâmıza gönderilen pîşkeşlerdensonra jidva boğazında yazılan târihinden üç yıla değin nesne taleb olınmaya üç yıldansonra olınacak pîşkeş olıgeldiği üzere mâbeyninde olan dostluk muktazâsınca münâsıb olan hedâyâsını be-nâm elçileriyle cateb-i câlîyemiz[e] göndereler” Ferîdun Beg, Münşe’ât üs-selâtîn, II. c., İstanbul 1265, s. 316.
[18] Shaw, Stanford J., History of the Ottoman Empire and Modern Turkey. Vol. I: Empire of the Gazis: the Rise and Decline of the Ottoman Empire, 1280-1808. Cambridge U. P. 1976, s. 102.
[19] Neck, Rudolf, “Andrea Negroni. (Ein Beitrag zur Geschichte der österreichisch-türkischen Beziehungen nach dem Frieden von Zsitvatorok)”, Mitteilungen des österreichischen Staatsarchivs, Bd. 3, 1950, ss. 166-195.
[20] Gökbilgin, M. Tayyib, “XVII. Asır Başlarında Erdel Hadiseleri ve Bethlen Gabor’un Beyliğe İntihabı”, Tarih Dergisi, 1, 1949-1950, ss. 1-28.
[21] a.g.e., ss. 12ff.
[22] Bernhauer, Walter Friedrich Adolf, “Sultân Ahmad’s I. Bestallungs-und Vertrags-Urkunde für Gabriel Bathori von Somlyo, Fürsten von Siebenbürgen, vom Jahre 1608 der christlichen Zeitrechnung”, Archiv für die Kunde österreichischer Geschichtsquellen, XVIII, 1857, ss. 299-330.
[23] Adriânyi, Gabriel, “Protestantische und katholische Intoleranz inUngarn im 17. Jahrhundert”, Ungarn-Jahrbuch, Bd. 7. 1976, ss. 103-113.
[24] Jorga, Nicolae, Geschichte des osmanischen Reiches nach den Quellen dargestellt, 3. Bd., Gotha 1910, s. 347.
[25] Neck, Rudolf: Österreichische Türkenpolitk unter Melchior Klesl, Wien 1948, Diss., Ms., ss. 75ff.
[26] Ibid., ss. 88-89, 101ff.
[27] Aynı şekilde Temmuz 1615 Viyana Antlaşmasında açıkça Zitvatoruk’a referanslar verildi ve bu antlaşmadan kaynaklanan özellikle sınırlarla ilgili çözülmemiş sorunlar açıklığa kavuşturuldu. Bu antlaşmanın metni için bkz. Fekete, L., a.g.e., ss. 23-27.
[28] Bazı orijinal Osmanlı onamaları HHStA Urkundenabteilung’da muhafaza edilmişlerdir, ancak, ne yazık ki, arşivin taşınıyor olması sebebiyle henüz bakma fırsatım olmadı.
[29] Wagner, Georg: “Österreich und die Osmanen im Dreissigjährigen Krieg. Herrman Czernins Grossbotschaft nach Konstantinopel 1644/1645.“, Mitteilungen des Oberösterreichischen Landesarchivs, Bd. 14, 1984, ss. 325-392. makalenin kısaltılmış Türkçe bir versiyonu için bkz. Wagner, Georg: “Otuz Yıl Savaşları Döneminde Osmanlı ve Avusturya İmparatorluklarının Politikası.“, Osmanlı Araştırmaları, II, 1981, ss. 147-166.
[30] Bu başka bir makalenin de sorunudur: Fodor, Pal, “Ottoman Policy towards Hungary, 1520-1541”, in In Quest of the Golden Apple. Imperial Ideology, Politics, and Military Administration in the Ottoman Empire, Analecta Isisiana XLV, Istanbul 2000, ss 105-169, özellikle. s. 114.
[31] Veinstein, Gilles, “La voix du maître à travers les firmans de Soliman le Magnifique”. Veinstein, Gilles (éd.), Soliman le Magnifique et son temps. Actes du colloque de Paris, galeries Naionales du Grand Palais 7-10 Mars 1990, Paris 1992, ss. 127-144 içinde.
[32] See Fleischer, Cornell, “The Lawgiver as Messiah: The Making of the Imperial Image in the Reign of Süleymân”, in Veinstein, G. (ed.), ibid., pp. 159-177, esp. p. 161ff. See also a case study on a very important context of the Ottoman imperial ideology in time Süleymân’s Necipoğlu, Gülrü, “Süleyman the Magnificent and the Representation of Power in the Context of Ottoman-Habsburg- Papal Rivalry”, The Art Bulletin, LXXI/3, 1989, pp. 401-427.
[33] Veinstein, Gilles: “La politique hongroise du Sultan Süleymân et d’İbrâhîm Pacha en 1534.”, in Bacquê-Grammont, Jean-Louis, Ortaylı, İlber, Donzel, Emeri van (eds.), CIÉPO. Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi VII. Sempozyumu Bildirileri. Peç: 7-11 Eylül 1986. Ankara 1994, s. 333-380. Zıt bir fikir için bkz. Fodor, P., passim.
[34] Feneşan, Cristina: „Die Pforte und das Eingreifen Siebenbürgens in den Dreissigjährigen Krieg.”, Revue des Études Sud-Est Européennes, XXIV/1, 1986, ss. 61-69; Forst, H.: „Der türkische Gesandte in Prag 1620 und der Briefwechsel des Winterkönigs mit Sultan Osman II. “, Mittheilungen des Instituts für österreichische Geschichtsforschung, XVI, 1895, ss. 566-581; Liva, Vaclav: Prameny k d<jinam t^icetileté valky. Regesta fondu Militare Archivu Ministerstva vnitra flSR v Praze. [Sources on History of the Thirty Years’ War. Abstracts from the Record Group “Militare” of the Archives of the Ministry of Interior of Czechoslovak Republic.] III. Prag 1951, ss. 65-68.
[35] Thomas Roe to Calvert, 2/12th May 1623, Constantinople, Negotiations of Sir Thomas Roe in His Embassy to the Ottoman Empire from the Year 1621 to 1628 inclusive., Londra 1740, s. 147.
[36] Thomas Roe to Calvert, 2/12th May 1623, Constantinople, Negotiations of Sir Thomas Roe in His Embassy to the Ottoman Empire from the Year 1621 to 1628 inclusive., London 1740, s. 147.
[37] Mehmet Halife, Târih-i Gılmânî, sadeleştiren Kâmil Su, Ankara 1999, ss. 15-17.
[38] Szilâgyi, Alexander, Georg Râkoczy I. im Dreissigjährigen Kriege, 1630-1640. Mit Urkunden aus schwedischen und ungarischen Archiven, Budapeşte 1883.
[39] ytepanek, Petr, “War and Peace in the West (1644/5): A Dilemma at the Threshold of Felicity?”, Archiv orientâlni, 69/2, 2001, ss. 327-340.
[40] Tamamı için bkz. Zinkeisen, J. W., a.g.e., Bd. IV, Gotha 1856, ss. 892ff.
[41] Reniger to the Emperor., 10th July, 1660, Edirne, HHStA, Turcica I/132, fasc. 1660, Ocak- Haziran, f. 112rv; a.g.e., 18th Şubat, 1661, Constantinople, HHStA, Turcica I/133, fasc. 1661, Ocak- Nisan, ff. 45r-52v.
[42] Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa, Sadrazamlığa gelişini Sagan Düküne anlatırken Ondan isminin İtalyanca çevirisindeki ilk harfi ile bahsetmiştir31. 1. 1662, Edirne, HHStA, Turcica I/134, fasc. 1662, Ocak-Şubat, f. 55rv.
[43] Reniger to the Emperor, 10th March, 1662, Edirne, HHStA, Turcica I/134, fasc. 1662, Mart-Mayıs, ff. 10r-11v; a.g.e., Edirne, 24th Ekim, 1661, Turcica I/133, fasc. 1661, Ekim-Aralık ve s. d., ff. 46r-47v, 50r-52v.
[44] İmparatorun elçisi Reniger’in raporlarına göre Sadrazamın Râkoczy’ye ve Transilvanya prenslerine verdiği cevaplar için bkz. 28th Nisan, 1658, Edirne, HHStA, Turcica I/130, fasc. 1658, Nisan-Haziran, ff. 79rv, 82r.
[45] Reniger’in bu konuda Saray’da dolaşan bilgileri İmparatora nasıl aktardığı için bkz. 7th Ağustos, 1661, Constantinople, HHStA, Turcica I/133, fasc. 1661, Temmuz-Eylül, ff. 49r-52v; aynı şekilde a.g.e., 12. 9. 1661, Edirne, ibid., ff. 94r-100v.
[46] 15000 askerden oluşan bir ordunun varlığı rapor edilmiştir. Reniger to the Emperor, 14th Mart 1660, Edirne, HHStA, Turcica I/132, fasc. Ocak-Temmuz, ff. 19/cr-21r. Seyit Ali Paşa’nın Sagan ve Gonzaga’ya mesajı için bkz. 17. Nisan, Buda, 1660, a.g.e., ff. 43r-45v.
[47] Leopold’un Reichstag ve Regensburg toplantıları ile ilgili çağrıları için, HHStA, Turcica I/134, fasc. 1662, Ocak-Şubat, f. 71r. Bu metin Avusturya propaganda çalışmaları açısından çok ilginçtir.
[48] Reniger to the Emperor, 19. 3. 1662, Edirne, ibid., fasc. 1662, March-May, ff. 19rv.
[49] A.g.e.
[50] Önemli bir şey Zinkeisen her şeyi tamamen açıklamamıştır. O tarihten itibaren herkes şunu çok net olarak biliyordu ki barışı tek taraflı olarak bozabilecek olanlar yalnızca OsmanlIlardı. Zinkeisen, J. W., a.g.e., s. 910. Bu konu ile ilgili olarak bkz. Panaite, Viorel, “Pacta Sunt Servanda and Tribute-Payers in the Ottoman Empire. A Case Study: Wallachia, Moldavia, Transylvania (15th-17th centuries)”, Archiv orientâlni, 69/2, 2001, ss. 235-264.
[51] İmparatorluğun büyükelçisi Kont Walter Leslie 1665 yılında ülkenin yerle bir edilişini şöyle anlatıyordu: “Alldorten hat der Beg anstatt der gesamten gemein sich beweglich beklagt sie von den ungarischen streifzügen aller orthen keine ruhe könten haben.” Leslie to the Emperor, 9th August, 1665, Mohacs, State Regional Archives, Zamrsk (Bohemia), Family Archives Leslie, A-4, inv. no. 22, box no. 5, f. 27rv.
[52] Reniger to the Emperor, 4 Eylül, 1664, Gran, HHStA, Turcica I/137, fasc. 1664, Jula- September, f. 117rv.
[53] Bu sorunla ilgili klasik bir eser için bkz. Wagner, Georg, Das Türkenjahr 1664. Eine euriopäische Bewährung, Eisenstadt 1964, passim.
[54] Kunt, İbrahim Metin, “17. Yüzyılda Osmanlı Kuzey Politikası üzerine bir Yorum”, Boğaziçi Üniversitesi Dergisi, Beşeri Bilimler, 4-5, 1976-77, ss. 107-116.
[55] E. g. Emperor to Reniger, 3 Haziran 1661, Laxenburg, HHStA, Turcica I/133, fasc. 1661, Mayıs-Haziran, ff. 82r-91v. Bu Macaristan serdarı Ali Paşa’nın Sagan Düküne yazmış olduğu bir mektuptan çıkan yorumdur. Aynı zamanda 25 no’lu dipnota bakınız.
[56] İnalcık, Halil, “Ottoman Methods of Conquest”, Studia Islamica, II, 1954, ss. 104-129.
[57] Bu, Fodor’un argümanlarına temel itiraz noktasıdır. Fodor, P., a.g.e., passim. Bu Osmanlıların hareket planlarının bulunduğu dökümanlardan da çıkarılabilecek bir sorundur. Şunu da ifade etmek gerekir ki bu, Osmanlıların bilgi edinme, bilgiyi analiz etme ve bunu doğrudan niyetler yerine stratejik düşüncenin bir parçası haline getirebilme kaabiliyetlerinin güzel bir örneğidir. a.g.e., ss. 146-147, Bunun İngilizce tercümesi için ss. 148-151.
[58] Osmanlıcı olmayan birisinin soruna ilginç bir katkısını görmek açısından bkz. Csaky, Moritz, “Ideologie oder ’Realpolitik’? Ungarische Varianten der europäischen Türkenpolitik in 16. und 17. Jahrhundert“, Sonderabdruck aus der Anzeiger der phil. -hist. Klasse der österreichischen Akademie der Wissenschaften, 120 Jg., 1983, ss. 176-195. Ayrıca bkz. Berenger, J., a.g.e., ss. 200ff.
[59] Tevkicî Abdurrahmân Paşa, “Kânûnnâme”, Millî Tettebcûlar Mecmuası, I/3, 1331, ss. 497-544.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.